Melayê Cizîrî Divanı ve Şerhi

185
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
Melayê Cizîrî Divanı ve Şerhi
Abdulbaki Turan
Nûbihar Yayınları, İstanbul, 2010 / 800 sayfa
Tanıtan: M. Nesim DORU16*
Molla Ahmed el-Cezeri, 17. yüzyılda (1570–1640) Botan Emirliği
döneminde Cizre’de yaşamış ünlü bir Kürt şairi ve mutasavvıfı-
dır. Halk arasında Melayê Cizîrî (Cizreli Molla) olarak bilinen şairin
bir “divan”ı vardır. Divanında sonu Arap alfabesinin sıralamasına göre
biten gazeller, kasideler, na’tlar, rubailer ve terkipler bulunur. Cezerî,
şiirlerinde mahlas olarak Türkçede kullanılan ‘Molla’ kelimesinden
Kürtçeye dönüşmüş ‘Mela’, okların hedefi olması veya sevgilinin yü-
zündeki benlere (tasavvufta vahdete) meftun olması anlamına gelen
‘Nişani’ ile ‘Ahmed’ mahlaslarını kullanmıştır. Cezerî’nin divanı Kürt
Edebiyatının şaheseri olarak kabul edilir. Divanda tarih, felsefe, tasavvuf,
belagat, astronomi, ilahi aşk, varlık meselesi gibi konular işlenmiş-
tir. Bu konulardan anlaşıldığı kadarıyla Molla Ahmed el-Cezerî, geniş
bir felsefi ve tasavvufî birikime sahiptir. Divanın, 1904 tarihli Martin
Hartman tarafından yapılan ilk baskısından sonra birkaç kez değişik
yerlerde basımı gerçekleştirilmiş, birçok dile çevrilmiş ve birkaç kez
değişik dillerde şerh edilmiştir. Divanın en önemli Arapça şerhleri
arasında Molla Abdusselam Naci (1878–1952) tarafından yazılan
Şerhu’d-Divani’ş-Şeyh el Cezeri, Ahmed İbn Molla Muhammed ez-Zı-
vıngi (1893–1971)’nin el-Ikdu’l-Cevheri fi Şerhi Divani’ş-Şeyhi’l-Cezeri
şerhleri ön plana çıkmıştır. Molla Abdurrahim el-Vastânî tarafından
Türkçe, Arapça ve Farsça dillerinde şerh edilen divan, Abdurrahman
Şerefkendî (Hejar) (1921–1991) tarafından Kürtçe dilinde şerh edilmiştir.
Kürtçe şerhler arasında Celalettin Yöyler’in Şîroveya Dîwana
Melayé Cızîrî ve Muhammed Emin Doski’nin Şirovekırna Divana Me-
* Yrd. Doç. Dr. Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
186
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
lay-i Ceziri adlı dört ciltlik şerhi de önemlidir. Türkçe’de Abdulmukit
Septioğlu tarafından da divanın ilk 33 kasidesi şerh edilmiştir. Ancak
bugüne kadar Melayê Cizîrî hakkında Türkçe dilinde yapılan en kapsamlı
çalışmanın, Abdulbaki Turan’ın Melayê Cizîrî Divanı ve Şerhi
adlı eser olduğunu söyleyebiliriz.
Eser dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Mela’nın hayatı,
divanının genel karakteri, divanda işlenen musiki, raks, sema ve edebi sanatlar
uzun uzadıya anlatılır. Bu bölümün sonunda divandan seçme 7 kaside,
1 terci-i bend, 1 tardiye, 1 rubai ve 34 gazel şerh edilir. Bu bölüm, eserin
yarısından fazlasını teşkil etmektedir. Eserin ikinci kısmı Mela’nın aşk felsefesine
ayrılmıştır. Bu bölümde aşkın tanımı, cemal ve celal kısımları, sevgilinin
güzellik unsurları ele alınmış ve edebi sanatlara çokça yer verilmiştir.
Eserin üçüncü kısmında da Mela’nın tasavvufi görüşlerine yer verilmiştir.
Bu bölümde tasavvuf ve insan, gönül, şarap ve nur gibi kavramlar etrafında
Mela’nın vahdet-i vücud görüşü ele alınmıştır. Son bölümün konusu ise Mela’nın
vahdet-i vücud meselesine bakışı ve buna bağlı olarak dinerin birliği
ve bu çerçevede divanda kullanılan metaforik anlatım ele alınmıştır.
Bu güne kadar üzerinde pek çok akademik çalışmanın yapılması
gereken böylesi bir eserin, ilim dünyasınca yeteri düzeyde bilinmemesi
ciddi bir eksikliktir. Bu açıdan bakıldığında klasik ile moderni mezcetmiş
Prof. Dr Abdulbaki Turan hocamızın, Divanı, ilim dünyasınca
yeniden tanınmasını sağlaması noktasındaki çabası takdire şayandır.
Tasavvuf, tasavvuf felsefesi, dil, edebiyat ve benzeri pek çok bilim alanını
havi “Divan” üzerinde çalışma yapmanın zorluğu ortadadır. İleride
tekrar basımının yapılması durumunda dikkate alınabilecek birkaç hususun
arz edilmesinde yarar mülahaza etmekteyiz. Bunları birkaç başlık
altında toplamak mümkündür:
1.Eserin Şerh olarak değerlendirilmesi; Bu eserin tam olarak bir
şerh sayılıp sayılmayacağı konusu tartışmaya açıktır. Zira eser, yukarıda
isimleri zikredilen birkaç şerhte görüldüğü gibi Cezerî’nin divanında yer
alan ilk şiirinden son şiirine kadar sistematik olarak belli ilkeler dairesi
içinde yapılmış klasik şerhlerde olduğu gibi tam bir şerh kabul etmek güç-
tür. Eserde Mela’nın şiirlerinin birçoğuna yer verilmiştir. Bu sebeple eseri
187
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
bir kısmi şerh olarak takdim etmemizde sakınca yoktur. Başka bir yakla-
şımla eser, belli konular etrafında bir araya getirilmiş şiirlerin şerhidir.
2.Konu bütünlüğü; eser konu bütünlüğü noktasında da problemler barındırmaktadır.
Eserin karmaşık yapısı öyle açıktır ki, bazen bir konu altında
ele alınan bir şiirin bir ya da birkaç beyiti konu ile ilgiliyken diğer beyitleri
ise konunun dışında kalmaktadır ki, bu durum okuyucu yoran ve sistematik
olmayan bir eser görüntüsü vermektedir (örneğin s.76 daki gazel).
3. İçeriğe dair bazı mülahazalar; çalışmada bir başka problem de içerikle
alakalıdır. Yazar, kitabın önsözünde ilk cümlesi ile (“Tasavvuf olgusu,
büyük dinlerin sınırları içinde mutlak hakikati arama çabasında olan insan
aklını özgürleştiren zihinsel ve felsefi açılımların toplam ve özetini teşkil etmektedir”
(s.7) ) okuyucuyu divanın felsefi ve tasavvufi bir şerhinin yapılacağı
ile ilgili bir beklenti içine sokmaktadır. Oysa eserin geneline hâkim olan
şerh yöntemi dilsel ve edebi yöntemdir.
Yazar, önsözünde tasavvufu felsefi, sosyal ve romantik (aşk)tasavvuf olmak
üzere üç kısma ayıran bir taksimin etkisinde kalarak Mela’yı sonuncu
ekolün lideri olarak takdim etmeyi tercih etmiştir (s.9). Oysa tasavvufun
bu şekilde taksim edilmesi gerektiği ile ilgili okuyucuyu tatmin edici izahlar
yazarın açıklamalarında hemen hemen yok gibidir.
Ayrıca önsözde Mela, yazarın elinde “Kitap Sünnet çizgisi dışına
çıkmayan” biri olarak da takdim edilir ki (s.8), bu ifadenin epistemolojik
sınırlarının ne olduğu ile ilgili düşünce tarihimizin büyük tartışmalara
sahne olduğu bilinmektedir. Bir başka ifadeyle vahdet-i vücutçu bir sufî-
filozof olan Cezerî’yi “sünnileştirmek” arzusu ve çabası içinde olmak başlı
başına bir problemdir.
Mela yine kitabın başında mutlak vahdete delalet etmesi bakımından
ilk defa rakamsal metoda başvuran kişi olarak da takdim edilir ki, bu iddia
tasavvuf felsefesinin ve özellikle İbn Arabî’nin kullandığı en önemli metaforlarından
biri olan “sayı metaforu”ndan haberdar olanlar biliyorlar ki
daha erken tarihlerde de konuyla ilgili değerlendirmeler mevcuttur.
188
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
4. Divan’ın fikri kaynaklarını tespit etmemekten kaynaklanan
problemler; Yazarın ve kendisinden önceki şarihlerinin Mela’nın divanı-
nı şerh ederken dikkatten kaçırdıkları temel hususlardan birisi de Mela’yı
tasavvuf felsefesinin meseleleri ve bu kapsamda İbn Arabî’nin felsefi ve
tasavvufi düşünceleri ışığında ele almamış olmalarıdır. Söz konusu eserler,
Mela’nın divanını dil ve edebiyat açısından ele almışlar ve düşünceye
taalluk eden meselelere fazla girmemişlerdir. Bu durum Mela’nın düşüncelerini
ortaya koyarken büyük bir boşluk meydana getirmiştir. Abdulbaki
Turan hocanın eserinde de hâkim olan yaklaşım arapça dilinde kullanılan
edebi sanatlar kapsamındadır. Hatta bazen edebi sanatlar mübalağalı bir
biçimde anlatılmış ve Arap dilinin ve belağatının meselelerine dalmıştır.
(örneğin teşbih, mübalağa, cinas konuları, s.95, 99, 102). Kitabın pek çok
yerinde konunun özünden uzaklaşmış olduğu hissini uyandıracak derecede
edebi sanatların ayrıntılarına girilmiştir.
5. Tasavvuf Felsefesi Dikkate Alınmaksızın Yapılmış Mülahazaların
Problematiği; Eserde Mela’yı ve düşüncelerini ele alırken İbn Arabî’den
bağımsız hareket etmesinin getirdiği bazı sorunları dikkate alarak
bir kaç örnekle değerlendirme yapıldığında konu daha rahat anlaşılabilir.
Yazar, Mela’nın şiirlerinde kullandığı ‘Selma’ isminden dolayı diğer şarih
selefleri gibi Mela’ya bir sevgili bulma arayışına girmiş ancak tam olarak
ortaya çıkaramamanın verdiği üzüntüyü dile getirmiştir (s.20, 539).
Yazara göre bunun sebebi, Mela’nın sırları ifşa etmeyen bir sufi olduğu ya
da büyük din adamlarının evlenmemeyi uygun görmesi ve Mela’nın da
bu düşünceyi taşıdığıdır. Hatta yazar sufilerin tek eşliliği tercih ettikleri
ve cariye satın alan sufinin olmadığını dahi aktarmaktadır (s.541). Oysa
‘Selma’ bir Arap kadının ismidir. Hem Selma hem de diğer isimler (Zeynep,
Hind, Lübna gibi) İbn Arabî’nin tasavvuf felsefesinde ve şiirlerinde
kullandığı metaforik isimlerdir. İbn Arabî, Selma ismini Süleyman ismi ile
irtibatlandırarak Süleyman ve Belkis’in hikmetini ifade ettiğini ileri sür-
189
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
müştür. Dolayısıyla müşahhas bir Selma arayışından çok konunun metaforik
boyutu göz önüne alınmalıydı.
Eserde Mela’nın aşk felsefesi de İbn Arabî’nin felsefesi ışığında ele
alınmadığından bazı problemler ortaya çıkmıştır. Öyle ki yazar, İbn Arabî’den
özel bir çaba ile uzak duruyormuş intibasını uyandırmaktadır. Mesela
“İbn Arabî diyor ki…” diye başlayan cümlelerde İbn Arabî’den yaptığı
alıntılarda kaynak bazen çağdaş bir araştırmacı (s.764) hatta bazen bir
İspanyol yazar (Asin Palacios) bile olabilmektedir (s.527). Dolayısıyla
İbn Arabî’nin aşk felsefesi ışığında ele alınmayan Mela’nın aşk görüşleri
de genel tasavvuf felsefesi içerisinde bir yere oturtulamayan görüşler gö-
rüntüsü vermektedir. Konu İbn Arabî’de olduğu gibi mecazi ve hakiki aşk,
ontolojik ve varoluşsal aşk ve buna bağlı olarak tabii, ruhani ve ilahi aşk
taksimleri ışığında ele alınmalıydı.
Bu bağlamda Mela’nın “Şeyh-i Saniyim aşk sanatında, gönülde ise bir
mana deniziyim/Akl-ı selim ve gönlü hüşyar olanlar için şifa var işaretlerimde”
ifadesinden yazar, diğer sabık şarihlerin çoğu gibi, aşkta birinci üstadın
Şeyh-i San’an Mela’nın ikinci üstat olduğunu iddia etmiştir (s.308).
Şeyh-i San’an Feridüddin Attar’ın “Mantıku’t-Tayr” adlı eserinde sembolik
anlamlarla yüklü bir hikâyesinin kahramanıdır. Tasavvuf kültüründe
Şeyh-i San’an’ın aşk sanatında birinci üstat olduğunu gösteren herhangi
bir kanıt söz konusu değildir. Oysa Mela’nın düşünceleri İbn Arabî’nin
felsefesi ışığında şekillenmiştir. Ontolojik ve epistemolojik görüşlerinde
aşk merkezinde düşüncelerini ortaya koymuştur. Bu durum, divanın hemen
hemen her şirinde açıkça mülahaza edilebilir. Bu bağlamda aşkın ilk
üstadını ‘şeyh-i ekber’in dışında bir yerde aramamak gerekir.
Yazarın Mela’yı İbn Arabî’den bağımsız ele almasının doğurduğu sakıncaların
en önemli örneklerinden biri de varlık meselesi hakkındaki tespitleridir.
Yazar “Muhammedî Nur” konusunu işlerken Mela’nın Allah’ın
ilk yarattığı varlığın Muhammedi Nur olmadığını düşündüğünü ve böylelikle
genel tasavvuf felsefesinden ayrı düştüğünü söyler (s.711). Oysa
eserde hiç olmayan ve aslında olması gereken şey, Mela’nın varlık görüşü-
nün İbn Arabî’nin tenezzülat-ı hamse ya da hazerat-ı hamse olarak bilinen
teorisi etrafında ele alınmasıydı. Mela’nın bu teoriden yoksun olarak ele
190
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
alınan görüşleri karmaşık görünmekte ve bu tip sorunlara yol açmaktadır.
Oysa iyi bir inceleme ve dikka sonucu görülecektir ki, Mela’nın varlık felsefesi
ve ontolojik görüşleri İbn Arabî’nin teorisi etrafında şekillenmiştir.
Benzer bir hata dinlerin birliği meselesini ele alırken de karşımıza çıkmaktadır.
Öyle ki, yazar Mela’nın Hristiyan teslisini, Yahudi inançlarını ve
hatta “şeytana tapan Yezidileri” (bu ifade yazarın alıntıladığı bir ifadedir ki
yazar, Yezidilik hakkındaki bu yanlış düşünceleri düzeltme ihtiyacı duymadan
aynen aktarmıştır) bile doğru bulduğunu iddia etmiştir (s.760–1).
Öncelikle belirmek gerekir ki Mela, Müslüman sufî bir muvahiddir. Yazarın
hakkında konuştuğu mesele ise, “Aşk Dini” kavramı etrafında ele alınmalı
ve İbn Arabî’nin görüşleri ışığında işlenmeliydi. Aşk Dini ibaresinin
geçtiği Mela’nın hiçbir beyiti bu konu bağlamında ele alınmamıştır ki bu
durum büyük bir eksikliğe yol açmaktadır.
Mela’nın kullandığı felsefi sembolleri de zaman zaman ele alan yazar,
Mela’nın “ayna sembolünü” ilk kullanan kişi olduğunu iddia etmiş-
tir (s.766). Oysa Ayna sembolü, çok eski çağlardan beri hemen hemen
her felsefi sistemde ve dinde kullanılan bir semboldür. Ayna sembolünü
Gazâli’nin eserlerinde bulmak mümkündür. İslam tasavvufu ve felsefesinde
bu sembolü en sistematik biçimde ve felsefi argümanlarla kullanan ise
İbn Arabî’dir. Yazar, burada İbn Arabî’ye başvurmamanın getirdiği zaaflara
düşüyor. Ayrıca yazarın Ayna sembolünü felsefi bir yöntemle ele aldığı da
söylenemez. Çünkü Mela, Tanrı ve âlem arasındaki ilişkiyi âşık-maşuk iliş-
kisi olarak gören ve bunun için suret-ayna metaforunu kullanan vahdet-i
vücutçu düşüncenin epistemolojisini kullanmıştır.
Eserde yer alan bazı isimler ve terimler ya yanlış verilmiş ya da kapalı
bırakılmıştır. Mesela yanlış yazılan ‘Jan Jak Rousseu’ (s.545), ‘Pitagor’
(s.759) ve hakkında bilgi olmayan ‘Harabatî’, ‘Kalender’, ‘Arif Azeri’ (s.671),
‘İbn Ataullah el-İskenderani’ (s.697), ‘Mansur el-Mağribi’ (s.703), ‘Nineva’
(s.763), ‘es-Safedi’ (s.788) gibi isim ve terimler bir dipnotla açıklanmalıydı.
Eserde bazı kavramların orjinali kullanılmamıştır. Mesela Yezidilerin kutsal
suyu olan Ava-Spi/Beyaz Su olarak isimlendirilen su, Arapça karşılığı Aynu’lBeyza
(s.763) olarak kullanılmıştır. Kaynakların orijinal ve özgün olmasına
dikkat edilmeliydi. Mesela Arif Azeri’ye ve Nicholson‘a ait görüşün dipno-
191
Şırnak Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
Dergisi
tunda Mahmud Erol Kılıç’ın (s.671 ve 679) ismi geçmektedir ki bu hususlar,
bu çalışmada görülen bariz hatalardı.
Özetleyecek olursak; Mela’nın divanını şerh etmek elbette çok zor ve
zahmetli bir iştir. Burada önemli olan ve yapılması gereken şimdiye kadar
yazılan şerhlerin boşluğunu doldurmaktır. Aksi takdirde tekrara düşmüş
oluruz ve Mela’nın düşüncelerini açıklamaya katkıda bulunmuş olmayız.
Bir ikinci husus da, Mela’nın metafizik, epistemolojik ve estetik görüşlerini
İbn Arabî’den bağımsız ele alamayız. Çünkü bütün tasavvuf felsefesinin
mutasavvıfları şöyle veya böyle İbn Arabî’nin etkisi altındadır. Bu açıdan
bakıldığında Turan’ın şerhinin, daha önceki şerhlerin boşluğunu dolduran
bir nitelikte olduğu söylenemez. Kanaatimce daha önceki şerhlerin
en önemli eksikliği, divanı felsefi ve tasavvufi bir yöntemle şerh etmekten
yoksun olmalarıdır. Öyle görünüyor ki, bu boşluk ve boşluğu kapatmaya
yönelik ihtiyaç hala ortadadır.

Konular