ARAPÇ A BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE ŞEYHÎ 'NİN HAR-NÂME 'SlNDE İŞLEDİĞİ HİKÂYENİN MENŞEİ HAKKIND A

ARAPÇ A BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE ŞEYHÎ 'NİN
HAR-NÂME 'SlNDE İŞLEDİĞİ HİKÂYENİN MENŞEİ HAKKIND A
NİHA D M. ÇETİN
I
XV . asır Türk şâirlerinden Şeyhî, başından geçen acı bir hâdise
üzerine Har-nâme adlı meşhur küçük mesnevisini nazmetmişti. Şâiri
içten feryâda sevkeden musîbet, edebiyat tarihi için mes'ut bir vesile
oldu: Çok eski bir fablden büyük bir san'at eseri doğdu.
Har-nâme 'de işlenilen kıssanın çekirdeğini teşkil eden fabl, zamanla
ve yayıldığı muhitlere göre bâzı değişikliklere uğramıştır. Bu yazıda
bu öğüt verici kıssanın tesbit edilebilen izleri, Arap edebiyatındaki birkaç
darb-ı meselden hareket edilerek gösterilmeye çalışılacaktır.
Bahis mevzûu hikâye ile alâkalı olmak üzere Arapça'da birkaç darb-ı
mesel vardır. Bunların bir kısmında kulaklarını kaybeden hikâye kahramanının
hangi hayvan olduğu zikredilmez. Bu darb-ı mesellerin biri
şudur
1 :
.«o l j^l) ! _!l.k f
( Boynuz isteyip kulağı kesilen gibi. )
Bu darb-ı meselin,—Türkçe'deki "Dimyat'a (veya Tosya'ya) pirince giderken
evdeki bulgurdan oldu" meseli gibi — bir kâr, bir kazanç peşine
düşerek elindekini de kaybeden kimse hakkında söylendiği îzah edilir.
Aynı mânâdaki darb-ı mesellerden biri de şudur
2 :
1 İbn cAbd Rabbihi,
al-cIkd al-farid, nşr. A. Amiıı, A. al-Zayn, İ. al-Aby3ri,
Kahire, 1940 v. dd., III, 126, str. 14; Abu Hilâl al-cAskarI, Camharat al-amşâl, Köprü-
lü Ktp., ıır. 1233, vr. 156b; al-Mayd5nî, Macmac
al-amşâl, Tahran, 1290, s. 510; nşr. M.
Muhy al-Dln cAbd al-Hamîd, Kahire, 1379, II, 139-140; al-Zamahşarî, al-Mustakşa fi'lamşâl,
Topkapı Sarayı Ktp., Üçüncü Ahmed kısmı, nr. 2290, vr. İ44b - İ45a ; aynı ktp.,
Emânet Hazine kısmi, nr. 1531, İ47a-İ47b; İbrShlm al-Ahdab al-Tarabulusî, FarcPicL allâ>âl,
Beyrut. 1312, II, 109 .
2 İbn Kutayba,
cUyun al-ahbür, Kahire, 1925-1928, III, 141.
228 NİHAD M. ÇETİN
. t>! i l> j ^t J ^Jük
( Boynuz elde etmeyi arzulayarak gitti de kulaklarını
kaybetmiş olarak döndü.)
Darb-ı meselin yukarda zikredilen ilk şeklini kaydeden bâzı mü-
elliflerin 3 maalesef şâirini zikretmeden şâhid olarak verdikleri, deve
tasvirine dâir şu üç beyittik, parça 4 bu sözün dayandığı kıssayı ana
hatlariyle hülâsa etmesi bakımından ehemmiyetlidir :
o^' j UU j J!>- «L'i! 4cl - «uUJI Jû.
> S X y ^ y S * } ^ *
> ' i " . ' ' < i i
¿ 1 V j j j M» Jl luk^ l İ T i)Liî Jul»
(Başıboş dolaşmasiyle tıpkı devekuşvnu andırıyordu; hani o uzun kulaklı
devekuşunu ki, musibet ve cinnet onu akılsızca hareket etmeğe şevketti,
tuttu, satın alma veya değişme suretiyle boynuz edinmeye geldi.
Halbuki felekte kazanmak da vardı, aldanmak da. Ona "senin bu kulakların
yersiz" dediler ve oracıkta kulaklarını dibinden kestiler. Böylece
ne boynuz elde edebildi, ne kulak kaldı.)
Devfckuşunun, adı hâline gelen sıfatlarından biri maşlüm (veya musallam
"kulakları kesilmiş")'dur.
cAntara, Zuhayr, Kabşat bint Macdikarib,
cAlkama gibi Câhiliyye şâirlerinden itibâren devekuşu için bu
sıfat kullanılmıştır
5. Onun, gûyâ, kulaklarının kesilmesi sûretiyle gadra
uğraması zalim ("zulüm görmüş") diye anılmasına da sebep olmuştur.
3 al-MaydSni, Macmaz al-amsâi, dolayısiyle : Farâ?id al-ltPâl; al-Zamahşari, alMastakşa
fi'l-amşâl : gösterilen yerler. Rivayeti al-Farrâ3 (v. 207-823) 'a çıkan bu beyitler
için ayrıca bk. al-Azhari, Tahzib al-luğa, Kahire, 1384-1387, X, 497 (md. c n n);
al-Cavharî, al-Şihâh, Kahire, 1376-1377, V, 2094 (md. c n n) İbn FSris, Maccam maka
y is al-lağa. Kahire, 1366, I, 76 (md.
3 z n) ; III, 299 (md. j / m) ; İbn Manzur, Lisân
al-^Arab, Bulak, 1300-1308, XVI, 249 (md. c n n) ; al-Zabidi, Tâc al-carüs. Kahire,
1306-1307, IX, 166 (md. c n n), yalnız birinci beyit.
4 Bu parçada bâzı rivayet farkları vardır: meıelâ 'dür. Tahzib 'in neşrinde de bu şekil mevcut olmakla beraber al-Cavhari bu eserin müellif
hattıyla yazılmış nüshasında kelimenin iri-» olduğunu söyler. Yine ilk beyitteki UU j
ibaresi al-Zabidi'nin beyânına göre, Tahzib'iu müellifin el yazısiyle olan nüshasında Ul^j
şeklinde kaydedilmişti.
5 İbn Kutayba, MacSni'l-kabîr, Haydarâbâd, 1368, I, 366 v. d. ; al-C5hiz, K. alhayavân,
nşr.
cAbd al-Salâm Muhammed b. Hârün, Kahire, 1357-1364, IV, 395-398; alMaydâni,
göst. yer.
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
Bütün bunlar yukarda işâret edildiği gibi, bir kıssadan gelmektedir.
Nitekim al-Câhiz (ölm. 255/869) de buna temas eder
6. Arapların inancına
göre, devekuşu, iki boynuz aramağa gitmiş, fakat insanlar tutup
kulaklarını kesmişler. Bu kuşa istediği verilmediği, üstelik kulakları
kesildiği için zalim denmiştir. Filhakika yukarda zikredilen darb-ı meselin
s t-l > * s «
. Ijl-J i I I J> _lk i (Devekuşu iki boynuz aramağa gitti, kulaklarını kestiler.)
yine aynı mânâda :
. İ^Lj i i ı ¿f] _jk r «ui*ı)i j i
veya :
> S- ' f
. 4İSI OtJti - U j ) ^JÜaT w-* i
şekilleri vardır
7
Bahis mevzûu darb-ı meselin hikâyesine Muhâzramün'dan olan Abu
cIyâl al-Hugali8 de bir şiirinde 9 şu şekilde temâs etmiştir :
¿rS I U > J ¿a oj İ ¿1 «uLül ^ j l
- .. . >
j j y Olj j JU—AJ «IfLS »ı^l i jliV l OAI^-IS
(Veya o devekuşu gibi ki, evinden çıkıp, danışmadan, kendi başına iki
boynuz edinmeye gelmiş, kulaklarını dibinden kesmişler. Boynuz sahibi
olamadığı gibi kulaksız da kalmış.)
Muhdaş şâirlerin ilki sayılan Başşâr b. Burd (ölm. 167/7 3) 1 0 de
8 K- al-fyayavân, IV, 323-324; buradan naklen : al-Damiri, tfayât al-hıyavân,
Kahire, 1309, II, 310i Türkçe trc. Abdurrahman b. İbrahim, İstanbul, 1272, II, 242.
1 K. al-hıyavân, IV, 398, 399, 323; Macâni'l-kabîr, 1, 337; al-Maydanı, Macma'
al-amşâl, gösterilen yerler.
8 Milâdî VII. asrın başlarında doğup Mucaviya'nin hilâfeti zamanında (41-60/660-
680) ölen Abu cİy3l için bk. Abu'l-Farae al-lşfahanl, K. al-ağânî, Bulak, 1285, XX,
167-168; İbn Hacar al-cAskalânî, al-lşâba, Kaİkutta, 1854-1888, VII, 143.
9 Divân al-Huzalîyln, Kahire, 1367, II, 268; al-fiayavan, IV, 323-324, 396;
K. al-ağânî, XX, 167.
10 Şâir için bk. İbn Kutayba, K al-şpr va'l-şacarâ'>, nşr. Ahmed Muhammed Şâ-
kir, Kahire. 1369. s. 733-736; K. al-ağânî, III. 20-73 ( = III», 135-250); al Hatîb alBagdadÎ.
Târih Bağtâd, Kahire, 1349, VII, 112-118; İbn Hallikân, Vafayât ~al-a(yân,
nşr. M. Mujıy al-Dİn cAbd al-Hamid, Kahire, 1367, I, 245-248; C. Borckelmann, GAL,
I, 73-74, Sappl., I, 108-110; Kasım Kufralı, Beşşar, lA, 11, 574-576.
230 NİHAD M. ÇETİN
bu darb ı meseli bir şiirinde kullanmıştı. Başşar'ın şiirinin 11 bâzı rivâyet
farklarında devekuşunun (al-hayk) yerini eşek (al-^ayr) alır. Beyit şudur:
x e ^ fi >
ji ¿1 Ji [>J Ul k lai- j.*.]^ ¿jj-ai
(Boynuz aramağa gidip de kulaksız dönen eşeğe dündüm.)
Şâirin Divan inin neşrinde de kabul edilmiş olan cayr şeklinin doğru
olması gerekir. Nitekim bahis mevzûu beyti ihtiva eden şiirle alâkalı
bir fıkra da bunu göstermektedir
12. Bizzat şâirden rivâyet edildiğine
göre, Basra vâlisi
cUkba b. Salm bir gün Başşâr'ı, Hammâd cAcrad
(ölm,161/77 )'i ve Acşâ Bahila (?)'yi yanma çağırarak "Dün halkın kullandığı
bir darb-ı mesel hatırıma geldi: ¿¿ i I % clİ- J _ik)_
(Eşek boynuz aramağa gitti ve iki kulağını kaybetmiş olarak döndü). Bu
meseli ihtiva eden bir şiir bulunuz" der ve bunu bulana 5000 dirhem vereceğini,
aksi takdirde her birine 500'er kamçı vurduracağını söyler.
Hammâd ve Acşâ mühlet isterler; Başşâr 7 beyit hâlinde elimizde bulunan
ve yukardaki beyti ihtiva eden şiirini söyleyerek câizeyi alır.
cUkba b.
Salm'in zikrettiği darb-ı meselde himâr geçtiğine göre Başşar'ın mezkûr
şiirindeki nüsha farkları arasında bulunan zayr'ın doğru olması gerekir.
Başşar'ın şiirini zikredenlerden cAbd al-Rahim b. Abd al-Rahmân al-cAbbasi
(v. 963/1556)13, ismini vermediği bir başka şâirin şu beytini de kaydeder:
t _
l>O İ a! La J w 6 ti 4—İl! JLİjLj J
(Eşek kendisine boynuz edinmek için gitti ve kulaklarını kaybetmiş
olarak döndü.)
Boynuz edinmek isteyenin devekuşu yerine bâzan eşek olarak nakledildiğini
söyleyen al-Maydânı
14 de şâirini zikretmeden, boynuz edinmek
için gidip de kulaksız dönen eşeği mesel getiren şu beyti kaydeder:
f ^
j j 4İ ^-xJ j i I % y İ9 tJUa j JeI j S
(Boynuz aramaya gidip kulaksız dönen, boynuzu da olmayan bir eşek gibi.)
11 Divân, nşr. Badr al-DÎn al- cAlavi, Beyrut, 1963, s. 239, 6. beyit;
cUyan alahbâr,
III, 141 ; K. al-ağânî. III, 52 ( = III3, 205-206 ) ; Abü cAli al-Kalî, K. al-amâll,
Bulak, 1324, III, 108: Abü Hilâl al- cAskari, Camharat al-amşâl, vr. 156b; al-Ragib al-
İşfahanı, al-Muhâzarât, Kahire, 1287, II, 394.
Yukarda verilen kaynaklar arağında şiirin inşâd sebebi olan fıkra en mufassal
şekilde K. al-ağânî 'de bulunmaktadır. Ayrıca bk.
cAbd al- cAziz al-Maymani, Zayi alLa^âlî,
Kahire, 1354, s. 50.
13 Macâhid at-tanşış, Bulak, 1274, s. 137.
Macmac
al-amşâl, göit. yer.
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
Böylece, Araplar arasında devekuşuna bağlı bir kıssadan doğduğu
anlaşılan mezkûr darb-ı meselde sonraları bu kuşun adının yerini eşe-
ğin aldığı görülmektedir. Mesel artık umûmîyetle şu şekliyle söylenilegelmiştir
:
(>oV l j i >—jli- 1 ^.a í
(Eşek iki boynuz aramağa gitti ve kulakları kesilmiş olarak döndü.) 15
Meselde devekuşu ile eşeğin yer değiştirmesi sebepsiz değildir.
Herhâlde çok eski ve aynı kaynaktan gelen bir masalın Araplar arasındaki
kahramanı, devekuşu, iran'da ise — belki menşeine daha uygun olarak
— eşek idi. Abü Hilâl al-cAskari'nin bunu "bir Fars darb-ı meseli"
saymasının sebebi herhâlde aşağıda zikredilecek olan hikâyeyi bilmesinden
ve sözün iran'da yaygın bulunmasından ileri geliyordu. Nitekim
Sâmânîler devrinde yaşamış ve Arapça şiirler nazmetmiş bulunan Abü
cAbd Allah al-Bâdâni (veya al-Bâdani)18 Farsça darb-ı meselleri nazmen
Arapçaya çevirerek bir kaside yazmıştır ki bu kasidenin bir beyti şudur:
> l ~ >
J¿'i-I ¿a > 1 % yl j j U cy f j
(Ne kadar eşek vardır ki, kendisine boynuz temin etmeye gitmiş,
uzun kulaklı iken, kulaksız dönmüştür.)
Farsça'da ve Iran edebiyatında meselin hikâyesi Pehlevî dilindeki
metinlere ve dolayısiyle sanskrit edebiyatına kadar çıkar. Nitekim Kalila
va Dimna'nın Pehlevi versiyonundan gelen en eski tercümesi olarak
bilinen Süryânî dilindeki metninin son bölümündeki Fareler hükümdarı
ile üç veziri masalı boynuz edinmek arzusuna kapılarak kulaklarını
da kaybeden eşeğin kıssasını tafsilâtlı şekilde ihtiva eder
Bu metin Araplarca da meçhul değildi. Her ne kadar İbn al Mukaffa1
(14i/760)'ın her hâlde bir takım tasarruflarla çevirdiği eserinde bu
16 G. W . Freytag, Arabum Proverbia ( Amşâl al-'Arab ). Bonoae, 1838, I. 517, nr.
IX, caput 79; Muallim Nâci, Sânihâtü'l-Arab, İstanbul, 1304, 1,327; L. Maclüf, al-Muncid,
Beyrut, 1966, s. 949.
18 Nişâbür ve Abivard 'de yaşadığı, al-Balcami'yi medhettiği bilinen bu âmâ şâir
hakkında bk. al-Şac3libi, Yatimat al-dâhr, nşr. Muhammed Muhy al-Din cAbd al-Hamid,
Kahire, 1377, IV, 90-91 ; al-Samcâni, K• al-ansâb, nşr. D. S. Ma-goliouth, Leyden, 1912,
s. 58a (md. Bâdani); nşr.
cAbd al-Rahmân b. Yahya'l- YamSni, Haydarâbâd, 1383, II,
22, burada şâir hakkındaki bilginin al-Hakim an-Nisabüri'nin Târih NisâbUr 'undan
alındığı söylenirse de al-Hakim 'in ancak hülâsa şeklinde mevcut ve tab'edilmiş bulunan
(Tahran, 1339 hş) mezkûr eserinde al-BSdSni 'ye dâir bir kayda tesadüf edilememiştir.
17 Kalila and Dimna, Syrische und Deutch von Friedrich Sehulthess, Berlin, 1911,
Süryânî metin : I, 180-198; Almanca tercüme : II, 158-170.
232 NİHAD M. ÇETİN
kısım yoksa da daha başkaları tarafından yapıldığını bildiğimiz fakat
bugüne kadar muhafaza edilememiş, veya sâdece bir takım parçaları
kalmış manzûm ve mensûr tercümelerde herhâlde bu hikâye mevcuttu.
Bâzı Arapça KalUa va Dimna tercümelerine ilâve edilmiş bulunan bu
hikâyeyi S. de Sacy 18, ayrıca süryânî şekli ve Almanca tercümesiyle
birlikte Th. Nöldeke 19 neşretmişlerdi. Hikâye, Kalila va Dimna'nin daha
sonraki neşirlerinden bâzılarına 20 da dercedilmiştir. Küçük birkaç
hikâyeyi ihtiva eden bir çerçeve hikâye içerisindeki kulaklarını kaybeden
eşeğin bu masalı, büyük kısmı itibâriyle aynen tercüme ve diğer
yerleri hülâsa edilmek suretiyle şöyledir 2 1 :
«Hind hükümdârı, hakîm Beydeba'dan tecrübeli ve bilgili bir rehberden
edinilecek faydaları bildirmesini istedi. Filozof Beydeba da ona
fareler hükümdarının veziri ile istişâresinden sağladığı faydayı bu husûsta
misâl gösterdi ve böyle bir insan seçmenin birçok vahîm hâdiselerden
kendisini koruyabileceğini ilâve etti. Hükümdâr, fareler hükümdârının
kıssasını dinlemek istedi ve vezir anlattı :
Brahmanlar ülkesinde Dürâb denilen bir bölge vardı. Bu geniş bölgenin
ortasında Andazinürı adlı bir şehir bulunuyordu. Halkın dilediği
gibi yaşadığı bu şehirde Mihrar adlı bir fare vardı ki, ülkenin bü-
tün farelerinin hâkimi idi. Onun da işlerinde istişârede bulunduğu üç
veziri vardı. Bir gün muhtelif meseleleri görüşürlerken, söz, nesillerden
beri baskısı altında yaşadıkları kedi korkusundan kurtulmak için ne
yapmaları gerektiği hususuna geldi. Vezirlerden ikisi hükümdârın herkesten
iyi düşüneceğini, ne olursa olsun onun bu husûstaki fikrine katılacaklarını
söylediler. Üçüncü vezir konuşmuyordu. Buna içerleyen hü-
kümdâr, onun da fikrini açıklamasını istedi. Vezir bütün bir cinsin nesillerden
beri tevârüs ettiği bir korkuya karşı koyabilmek için çâre bulunamıyacağını,
en doğru hareketin bu yolda her hangi bir teşebbüse
girişmekten vazgeçmek olduğunu ileri sürdü ve buna mesel olarak da
şu hikâyeyi anlattı :
Bir ülkede ağaçları, meyveleri, suları bol bir dağ vardı. Beldenin
bütün hayvanları bu dağdaki nimetlerle geçiniyorlardı. Bu dağda dünyanın
üç buçuk ikliminde esen bütün rüzgârların yedi bölüğünden mü-
18 Calila et Dimna ou Fables de Bidpai, Paris, 1816.
19 Die Erzahlung von Mausekönig and seinen Ministern, Göttingen, 1879.
20 Msl. Louis Cheikho, La Version arabe de Kalilah et Dimnah d'après le plus ancien
manuscrit arabe daté, Beyrut, 1905.
21 Bu hülâsa ve İşaret edilen kısmın tercümesi Nöldeke'nin, 19. notta zikredilen
neşrine (s. 53-67) dayanmaktadır.
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
rekkep bir havanın çıktığı bir delik, deliğin yanında da son derecede gü-
zel bina edilmiş, bütün âlemde benzeri bulunmayan bir ev vardı.
Hükümdâr ve onun cedleri olan melikler bu binâda otururlardı. Bâzan
bu delikten çıkan bol rüzgârların şiddetinden perişan oluyorlar fakat
yine de burayı, vatan edinmiş bulunduklarından, evin ve yerinin güzelliğinden
dolayı terkedemiyorlardı.
Bir gün hükümdâr, işlerinde akıl danıştığı vezirine :
— Bizler ecdâdımızın gayretleri, çalışmaları sâyesinde bol nimetler
içerisinde bulunuyoruz; işlerimiz dilediğimiz gibi iyi gidiyor. Eğer şiddetli
rüzgâra mâruz bulunmasaydı bu ev, cennetin bir eşi olacaktı.
Acaba şu rüzgârın çıktığı deliğin ağzını kapatmaya bir çâre bulamaz
mıyız? Bunu başarırsak hem bu dünyada cenneti elde ederiz, hem de
ebediyete kadar anılacak bir isim sâhibi oluruz.
dedi. Vezir :
— Ben sizin kulunuzum, dedi, hizmetinize ve emirlerinize koşmaya
amâdeyim.
Hükümdâr bunun, sorusuna bir cevap olamıyacağını söyleyince
vezir şöyle karşılık verdi :
— Şu anda bundan başka verecek bir cevabım yoktur. Çünkü
efendimiz benden daha bilgili, daha hakimdir; o dünyanın hükümdârı-
dır. Bahsettikleri husûsa gelince, bu ancak ilâhî bir güçle başarılabilir.
Melik ise, saâdetlerin yüksekte bulunduğunu, fakat bunlara erişmek
için teşebbüs ve gayretin insanlara bırakıldığını, işlerin seyrinin ve varacağı
neticenin yukardan gelecek bir yardıma bağlı olduğunu ileri sürerek:
— Bu işe gelince, bu, insanların yapabileceği işlerdendir. İlâhî fiillerden
değil.
dedi ve vezirden tekrar fikrini sordu. Vezir şöyle dedi :
— Fikrim, melikin, yapmak istediği şeyi uzun uzadıya düşünmesidir.
Çünkü bu hususta birşeyler söylemek kolaydır; fakat vaziyetin hayır
veya şer neye varacağını bilmek insanlar için gizli ve anlaşılması güç-
tür. Bu yüzden boynuzları bitsin diye gidip kulakları kesilen eşeğin ba-
şına gelen şeyin senin de başına gelmemesi için mes'eleyi iyice düşünmek
gerekir.
Hükümdâr sordu :
— Bu nasıl oldu ?
Vezir anlattı:
— Rivayet ederler ki vaktiyle bir adamın bir eşeği vardı. Sâhibi ye-
234 NİHAD M. ÇETİN
mini bol bol veriyordu. Böylece eşek semirdi, azdı ve coştu. Günün birinde
sahibi onu ırmağa sulamağa götürmüştü. Eşeğin gözüne uzaktaki
bir dişi eşek çarptı. Onu görünce coştu ve anırmağa başladı. Bu coşmuş
hâlini gören sahibi, elimden kaçar diye korkarak onu nehrin kıyısındaki
bir ağaca bağladı ve dişi eşeğin sahibine, eşeğini çekip götürmesini
söylemeye gitti. Adam gidince eşek ağacın etrâfmda dönmeye ve azgınlığını
artırmaya başladı. Dönüp dururken bir ara başını eğmişti ki, ihlîlini
ve onun tevettürıinü gördü. Kendi kendine "Bu sopa, dedi, süvarilere,
muhariplere yaraşır. Fakat tek başına neye yarar ki?.. Benim bundan
başka çeşit bir silâhım yok. Sâdece bu sopayla insanlara karşı savaşılmaz.
Üstelik ben savaşçılıkta mâhir de değilim. Bununla beraber
her hâl ü kârda iyi silâh kullanamayanları yaralayabilir, dövebilirim.
Bir de elime istediğim gibi bir mızrak geçseydi, yüz atlının önünden kaç-
mazdım. Benim için çıkar yol bir mızrak temin etmeye çalışmaktır. Eğer
babalarım, dedelerim bu hususta gayret sarfetmiş olsalardı aradığım şey
bugün temin edilmiş olacaktı."
Bu sırada kocaman boynuzlu bir geyiği sâhibi nehre sulamağa getirmişti.
Eşek, geyiği ve onun düşündüğü şekildeki boynuzlarının büyüklüğünü
görünce dehşete düştü ve düşünceye daldı. Kendi kendine "Eğer
mızrakları, yayları ve şâir çeşit silâhları olmasaydı bu geyik bu boynuzları
taşımazdı, dedi. Şüphesiz o, savaşçılıkta usta olacak. Bulunduğum
yerden, kaçsam, bu geyiğe bağlanıp berâberinde bulunsam, bir müddet
ona hizmet etsem, istediğim şeyleri temin ederdim. O da benim hizmetimi,
bağlılığımı görerek sâhip olduğu silâhtan bana da hediye etmekten
geri kalmazdı."
Geyik eşeğin coşkun hâlini ve kendi kendine tepindiğini görünce su
içmeyi bırakıp onu seyre daldı. Eşek, geyiğin su içmediğini görerek kendi
kendine düşünüp şöyle dedi: "Onu su içmekten bende müşâhede ettiği
hâl alıkoyuyor. O bana bakıyor ve benden hoşlanıyor. Allâhu Taâlâ, ben
daha düşünmeye başladığım zaman dilediğim şeyi gönderdi; bu hâ-
dise yukardan gelen mes'ut bir yardımdan başka bir şey olamaz. Nasıl
güzel bir baht ile doğmuşum, nasıl bir saâdetim varmış ki, bu büyük
hâdiseyle karşılaştım. Ben şüphesiz âlemde bir hârikayım /"
Sonra sâhibi, geyiğin su içmediğini görünce onu evine götürdü. Evi
nehrin, eşeğin bağlı bulunduğu yakasının yakınında idi. Geyik, sâhibinin
evine girene kadar, eşek gözlerini ona dikti ve bakışlarını ayırmadı. Bu
yeri tanıyabilmek için bir işaret tâyin etti. Sonra eşeğin sâhibi de gelerek
onu evine götürüp bağladı, yemini verdi. Gönlü geyikle geçen hâdiseyle
meşgul olan eşek ne yemeyi düşündü ne içmeyi. Karşılaştığı hâdi-
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
şeyi düşünmeye ve bir çâre tasarlamaya koyuldu. Kendi kendine "Bu
gece onun yanına kaçmalıyım" dedi.
Gece olup sâhipleri meşgulken uğraştı, nihayet kapıyı açıp geyiğin
girdiği eve doğru koşarak çıkıp gitti. Oraya vardığı zaman kapıyı buldu,
tehlikeli bir vaziyet bulunmadığından emin olunca kapıdaki bir aralıktan
içeriyi gözetledi; geyiğin bağ sız, başı boş olduğunu gördü. Kendisini gö-
rürler diye korkarak sabaha kadar bir köşede durdu.
Sabahleyin adam geyiği alıp nehre sulamaya götürdü. Adam önden
gidiyor ve geyiği boynundaki bir iple çekiyordu. Eşek hemen geyiğe doğ-
ru ilerledi. Yanı sıra yürüyüp ona kendi dili ile maksadını anlatmaya
koyuldu. Geyik eşek dilini bilmiyordu. Eşeğin dediklerini anlayamaymca
ürktü, onunla dövüşmeye başladı. Geyiği götüren adam, onun kiminle
dövüştüğünü görmek için dönünce yanları sıra gelen eşeği gördü ve yakalamak
istedi. Sonra, "Eşeği tutarsam geyik yine onunla dövüşür ve
ben ikisini birden zaptedemem; iyisi mi onu geyiğin yanından uzaklaştı-
rayım" dedi; elindeki sopayla eşeğe girişti. Eşek uzaklaştı. Sonra adam
yuluna devam edince eşek geyiğin yanı sıra yürüyüp ona hitap etmek
için tekrar döndü. Geyik onu görür görmez yine boğuşmaya başladı.
Adam ikinci defa döndü ve eşeği dövdü. Eşek kaçtı. Sonra aynı şey üç
defa tekerrür etti: Her defasında eşek geyiğin yanına geldi ve. adam onu
dövdü. Nihâyet eşek "Benim geyikle konuşmama, anlaşmama, maksadı-
mı açmama, sâdece, onu çekip götüren bu adam mâni oluyor" diye dü-
şündü ve adamın üstüne atılarak sırtından iyice ısırdı. Adam eşekten
kendisini güç belâ kurtarabildi; onun kudurmuş, azgın hâlini görüp " Yakalasam
da bana yapacağı musibetten emin olamam, ama ona bir damga
vurursam, sahibinin yanında gördüğüm zaman tanır intikamımı isterim"
diyerek bıçağını çıkarttığı gibi eşeğin kulaklarını kesti.
Eşek sâhibinin evine döndü. Sâhibinin ona verdiği cezâ, kulakları-
nın kesilmesinden daha beter oldu. O zaman eşek, düşündü ve kendi kendine
"Muhakkak atalarım bunu vaktiyle düşünmüşler, fakat sonunun
kötüye varacağından korkarak vazgeçmişlerdir" dedi.
Kıssayı dinledikten sonra hükümdâr :
— Bunu duymuştum, dedi. Ama bu işten niçin korkuyorsun? Allah
bilir ki, bu iş, istediğimiz gibi bitmezse, senin çekineceğin bir taraf
olmayacaktır. Ne neticeye varırsa varsın biz, işin kötü âkibetinden kendimizi
kurtarabiliriz.
Vezirin ikazına kulak vermeyen hükümdâr, deliği kapatma işine girişir
: Her tarafa haber gönderilir, memleketteki bütün gençlerin, filân
236 NİHAD M. ÇETİN
ayın filân gününde kapısına gelmeleri ve dağdan odun getirmeleri emredilir.
Rüzgârın azaldığı bir sırada odunlar deliğe doldurulur ve ağzı
büyük bir taş setle güzelce kapatılır. Böylece rüzgârın çıkması önlenir.
Aradan altı ay geçmeden dağda ne varsa kurur. Kuraklık yüz fersahlık
bir mesâfeye yayılır, bütün hayvanlar ölür, sular çekilir, nehirler
kurur; veba salgını çıkar, halkın çoğu kırılır gider. Kalanlar hükümdarın
kapısına dayanırlar. Onu, vezirini ve çoluk çocuğunu öldürürlerSonra
da gidip setti yıkar, deliğe doldurulmuş bulunan odunları ateş-
lerler. Altı aydır biriken rüzgâr birden boşalmaya başlar. Yanan odunların
alevini memleketin her tarafına iki gün iki gece yayar; ne bir şehir,
ne bir köy kalır. Bir tek ağaç, bir tek canlı bırakmaz, her şeyi
mahveder.
Farelerin hükümdârı vezirine bu hikâyeyi duyduğunu söyler, ama
kararından da caymaz. Büyük tehlikeleri göze almayanların büyük işler
başaramayacaklarını ilâve eder. Sonra vezirlerine, küçüğünden büyüğüne
doğru suâller sorar. Küçük vezir birçok zil temin edilmesini teklif eder•
Bu ziller kedinin boynuna asıldı mı, nereden geçse sesi duyulacak ve
böylece onun şerrinden korunmak mümkün olacaktır. İkinci ve2İr :
— Diyelim ki, birçok zil temin ettik; karşısına geçip de kedinin boynuna
bunu kim takacak?
der. Onun fikrine göre bütün fareler bir sene müddetle şehri terk edip
kırda yaşamalılar. Şehir halkı farelerin ortadan çekilmesi üzerine kedilere
ihtiyaç kalmadığını anlayacaklar, bir kısmını öldürecek, bir kısmını
da kovacaklardır. Böylece kediler ortadan kalkınca fareler tekrar
şehirdeki eski hayatlarına döneceklerdir.
Üçüncü vezir de bu teklifi uygun bulmaz : Evvelâ bir senede kediler
tükenmez, sonra, kırda geçecek, bunun için hazırlıklı bulunmadıkları
bir yıllık hayatlarında karşılaşacakları sıkıntılar, tehlikeler kedi korkusundan
aşağı kalmayacaktır. Bu vezire göre şöyle bir tedbire baş
vurulmalıdır :
— Hükümdâr bütün fareleri toplayarak onlara şu emri vermelidir :
Her fare yaşadığı evde bütün farelerin toplanabileceği bir kovuk açmalı,
burada on günlük yiyecek depo etmelidir. Buradan duvara yedi, kıymetli
eşya ve elbiselerin bulunduğu odaya da üç kapı açmalıdır. Sonra hepimiz
kedisi bulunan bir zenginin evinde toplanmalıyız. Yiyeceklere
dokunmayıp yalnız elbise, kumaş ve kıymetli eşya odasına girerek orada
bulunanlara zarar vermeliyiz. Bunun üzerine ev sâhibi ikinci bir kedi
te'min edecektir. O zaman biz de zararı artırmalıyız. Üçüncü kedi getirildiği
vakit daha fazla zarar vermeliyiz. Böylece kedi sayısı arttıkça
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
zararın da arttığını gören ev sâhibi, tecrübe için kedilerin birini kovacaktır.
Bunun üzerine biz de zararı biraz hafifietmeliyiz. Bütün kediler
evden uzaklaştırılıncaya kadar buna devam ederiz ve sonunda o evden
elimizi çekeriz. Aynı usûlü sırasıyla bütün evlere tatbik ederiz. Kedilerin
azalmasiyle zararın da azaldığını gören halk sonunda hepsini kovacaktır.
Nihâyet bu fikri tatbik ederler ve kedilerden kurtulurlar. Böylece
daha zayıf bir hayvan kendisinden kuvvetli olanı hile ile alt eder. Şu
hâlde canlıların en akıllısı olan insan düşmanına aklı ile üstün gelmeyi
niçin ümit etmesin?»
Bu hikâyenin temel unsurları sonraları İran edebiyatında tekrar iş-
lenmiştir. Bunlardan biri Amir Husayn Husayni (v. 720/1320'den sonra)
22
'nin Zad al-musâfirin' indeki bir fıkradır23. 6 beyit tutan bu fıkra şöyle
tercüme edilebilir :
Kuyruksuz bir eşek vardı; birgün kuyruksuzluk derdi arttı. Her tarafı
dolaşıyor, kuyruk arıyor, ağzını açmıyordu. Ansızın, tesadüfen önüne
çıkan ekilmiş bir tarlanın ortasından geçti. Meğer tarla sâhibi onu bir
köşeden görürmüş; hemen yerinden fırladığı gibi eşeğin kulaklarını kesti.
Zavallı eşek kuyruk arzu etmişti; kuyruk bulamadığı gibi iki kulaktan
da oldu. işte haddini aşan kimsenin lâyığı sonunda budur.
Burada eşeğin boynuz değil de, herhâlde daha önce kaybetmiş olduğu
bir kuyruk araması — hikâyenin farklı bir şeklinin ihtisâr ile atılmış
bir tâlî vak'asından gelmiyorsa — şâirin bu kısa parçada dum, dam,
gam, gum v. s. kelimeleriyle yaptığı ve âdeta ısrarla tekrarladığı cinas,
secî ve kafiyelerden doğmuş olabilir
24.
Amir Husayni'nin bu kısa parçası İran edebiyatında bahis mevzûu
Mir Fahr al-Sâdât Ruktı al-Din Husayn b.
cAlim al-Husayni ve hakkında bibliyografya
için bk. Ahmed Ateş, istanbul kütüphanelerinde farsça manzum eserler, İstanbul,
1968, I, 228 v. dd.
23 Zâd al-musâfirin, Üniversite kütüphanesi, nr. FY 538, vr. 541a; nr. FY 593, vr.
151a ; nr. FY 472, vr. 28b. Muallim Nâci, yukarda işaret edilen ( bk. not 15 ) darb-ı meseli
açıklarken hikâyenin metnini tercümesi ile birlikte verir. Hikâyenin metni ve tercü-
mesi için ayrıca bk. Faruk K. Timurtaş, Şeyhi 'nin Harnâmesi, İstanbul, 1971, s. 12. Burada
tercümede ( str. sondan 4 ) kulak kelimesi kuyruk olacaktır.
24 Muallim Nâci, Arapça darb-ı mesellerin îzahına dâir mezkûr eserinde ( s. 328-
329 ) "Bâzı üdebây-ı Türk 'ün re'yine göre bu mesel-i müşterekte Arab'ın tasavvuru
Acem'in tasavvurundan hakîmânedir... Bir acemî tarafından der - meyân olunan, eşeğin
haddini tecâvüz etmiş olması kuyruk aramasından değil, ekinliğe girmesinden lâzım geleceği
mülâhazası bu itirâzı dâfi' olmaz..." der. Onun bu ifâdesine göre, adı geçen
darb-ı mesel ile Ami r Husayni 'nin manzumesi en az iki kişi tarafından bahis mevzûu
edilmiş, hatta belki de münâkaşa mevzûu olmuştur.
238 NİHAD M. ÇETİN
kıssayı işleyen tek örnek olmamalıdır. Arandığı takdirde manzûm veya
mensûr eserlerde bunun daha başka nümûnelerinin çıkacağı muhakkaktır.
Bu eski ve çok yayılmış olduğu görülen kıssayı işleyen eserlerin
bugün bilinenleri arasında en başarılısı ve en değerlisi şüphesiz, Şeyhî
(v. 832/1419'den sonra)
25 'nin Har-nâme sidir 28. Mizâhî hiciv sahasında
eski Türk edebiyatının en güzîde eseri olan bu küçük mesneviyi şâir,
başından geçen bir hâdise üzerine yazar : Farklı rivâyetlerin münâkaşası
bir tarafa, devrin hiikümdârından gördüğü lütuf ve ihsanlardan
sonra yolunu kesenler tarafından soyulur, dövülür ve mâruz kaldığı
muâmeleyi yine hükümdâra çok eski an'anesi olan "mesel getirme"
yoluyla duyurmak ister. Kendisini, gerçek değerini bilmeden lâyık olmadığı
nimetler isteyen, başından büyük işlere kalkışan, böylece kulaklarını
da kaybeden eşeğe benzeterek görünüşte bizzat şahsını mizâh ve
hiciv mevzûu yapan şâir, gerçekte tıpkı Fuzûlî'nin Şikâyet-nâme 'sinde
olduğu gibi, bu alaycı tebessümün zarif tülü ile devrinde lâyık olduğu
alâkayı görememekten, kaderinden şikâyetçi muztarip yüzünü gizler.
Mükemmel bir iç plânla nazmettiği 126 beyitlik mesnevisinde şâir,
tevhîd (beyit nr. 1-7), naat (nr. 8-12) ve hükümdârı medih (nr. 13-34)
kısımlarından sonra hâlinden şikâyet eder: Şöhreti Çîn ve Hitâ'ya kadar
yayılan âdil kükümdârların sâyesinde cihan zevk içerisinde yaşamaktadır;
fakat kara bahtlı Şeyhî mihnet ve belâ içindedir. Rahat ve
devlet umar, zahmet ve mihnetle karşılaşır (nr. 34-36). Bunları düşü-
nürken aklına gelen hâline uygun kıssanın hikâyesine geçer
27. Kıssayı
SB Sinâniiddîn Yusuf b. Mecdüddîn Ahmed ve hakkında bibliyografya için bk. Faruk
K. Timurtaş, Şeyhî, ¡A, 1988, XI, 474-479 ve aynı müellifin yukarda (not 23 ) adı
geçen eseri.
Şeyhî 'den bahseden muahhar eserlerin bâzılarında "asıl adı" nın Sinan olduğu söylenir.
Halbuki bu, adı değil lakabı olan Sinânüddîn'in kısaltılmışıdır. Şâirin adının Yusuf
mu Sinân veya Sinânüddîn mi, babasının isminin Ahmed mi Mecdüddîn mi olduğu
hususundaki kararsızlığa da aynı şekilde mahal yoktur. Çünkü Sinânüddîn, Mecdüddîn gibi
terkibler isim değil lakabdır. Bunların isim olarak kullanılması son zamanlarda başlar.
Bu tarz lakablar gelişi-güzel alınmaz veya takılmazdı. İstisnalar bir tarafa, umumiyetle
meselâ Ahmed '1er Şemsüddîn veya Mecdüddîn, Ali '1er Alâüddîn, Dâvûd '1ar Şerefüddîn,
Halil ve Hızır '1ar Hayrüddîn Hasan ve Hüseyin '1er Hüsâmüddîn, İbrahim '1er Tacüddîn
İsmâil '1er Kemâlüddîn, Mahmud 'lar Bedrüddîn, Muhammed '1er Muhyiddîn, Celâlüddîn,
Şemsüddîn veya Bahâüddîn, Mustafa 'lar Muslihüddîn, Yusuf 'lar Sinânüddîn v. s. lakabını
alırlardı,
Har-nâme'nin tenkidli metni için bk. Faruk K. Timurtaş, Harnâme, TDED,
1949, III, 369-389; aynı müellif, Şeyhî hayatı ve eserleri, İstanbul, 1968, s. 180- 186;
aynı müellif, Şeyhî'nin Harnâmesi, s. 19-47.
Eserin Millet Kütüphânesi Ali Emirî Kısmı'ndaki (manzûm eserler nr. 238) Mü-
nâsebet-i hikâyet başlığı (fotoğrafı için bk. F. K. Timurtaş, Harnâme, s. 99) herhâlde
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
anlatır (nr. 39-112); sonra kendi hâlinin hikâyedeki eşekten farksız oldu-
ğunu söyleyerek hükiimdârdan alâka, himâye ve adâlet ister (nr. 113-126).
Mesnevide şâirin temessül yoluyla naklettiği hikâye şöyle hülâsa
edilebilir :
Gece giindüz yük çekmek canına tak etmiş, zayıf, tüyleri dökülmüş,
artık bir iskeletten ibaret kalmiş, zavallı bir eşek vardı. Birgün sahibi
palanını alıp onu otlağa salıvermişti. Eşek, otlakta öyle bakımlı, öyle sıhhatli
öküzler gördü ki, kılı çekilse yağı damlardı. Bâzısının boynuzu ay
gibi, bâzısının halka halka yay gibiydi. Böğürüp bağırsalar dağlar, kale
kapıları yankılanırdı. Zavallı eşek bunları görünce şaşırıp kaldı: Bâ-
zan yaylada, bâzan kışlakta kalıyor, işsiz, dertsiz dolaşıyorlardı. Ne yular,
ne palan derdi çekiyor, ne de yük altında inliyorlardı.
Eşek bir de kendi hâlini düşündü... yaratılışta, şekilde bunlar eşeklerden
farklı değildi. Peki, niçin onların başına sultanlık alâmeti gibi bu
taçlar kondurulmuştu; neden eşekler böyle yoksulluk içindeydiler? Çok
yaşlı, akıllı ve tecrübeli, hakîm, ulu bir eşek vardı. Bu sırrı ancak o bilirdi.
Gidip ona baş vurdu ve sordu:
— insanlar, eşeğin, hor ve idrâksiz olmakla beraber, yük taşıdığı
için kadrinin yüksekliğini kabul ederler. Yük taşımakta biz üstünüz de
neden boynuza lâyık görülmedik?
İhtiyar eşek cevap verdi :
— Allâh öküzleri rızk sebebi olarak yaratmıştır; onlar arpa, buğday
yetiştirmekte çalışırlar. Bu sebeple başlarına devlet tâcı konmuştur. Halbuki
bizim işimiz odun taşımaktın. Bu âdi işe göre bize boynuz değil, kulak
ve kuyruk bile çoktur.
içi yaralı eşek bu cevabı alınca yüz derdle döndü. Yolda kendi kendine
:
— işin aslı anlaşıldı, dedi. Odun taşıyıp sopa yiyeceğime gider ben
de buğday yetiştirme işinde çalışmm, böylece benim de kadrim artar.
Bu sırada yeşermiş bir ekin tarlası gördü. Aç eşek gûyâ tarlayı iş-
lemek için aşk ile ekine daldı, can derdinin ilâcı olan yeşermiş arpayı
bir yandan yiyor, bir yandan ayakları ile çiğniyor, eziyordu. Nihâyet
yemyeşil ekini kara tarlaya çevirdi. Karnı doyunca da yuvarlanıp çirkin
sesi ile anırmaya başladı.
istinsah sırasında dört beyit aşağıya alınmıştır. Mantıkî yeri 34. ve 35. beyitler arası olan
bu başlığın, Üniversite Kütüphanesi nüshasındaki mukabili bulunan Âğaz-ı dâstân ibaresi
( bk. aynı eser, s. 90) yerine daha uygundur. Müstensihler birbirine çok yakın olan bu
iki başlıktan birini atlarken, bâzı nüshalarda da birinin yerine diğerini kaydetmiş olacaklar.
240 NİHAD M. ÇETİN
Eşeğin sesini duyan tarla sâhibi bir sopa kaptığı gibi koştu. Tarlanın
hâlini görünce içi yandı. Ne sövmekle ne dövmekle yüreği soğuyabildi.
Bıçağını çekti, eşeğin kulağını, kuyruğunu kesti.
Zavallı eşek yaş yerine kanı dökülüp kaçarken karşılaştığı yaşlı
eşek ona hâlini sorunca
— Ey ihtiyar, ey tilki gibi yalan dolanla dolu eşek! dedi,
Bâtıl isteyü haktan ayrıldım
Boynuz umdum kulaktan ayrıldım.
Görüldüğü gibi, Şeyhî'nin Har-nâme' sinde hikâyenin daha önceki
nümûnelerinden ayrılan taraflar ve fazla unsurlar vardır: Meselâ, eşek,
öküzleri kıskanmakta ve onların "taç " ları andıran boynuzlarına sâhip
olmak istemektedir. Ayrıca bu eserde, hikâye kahramanları arasında
tecrübeli ve "hakîm bir eşek bulunmaktadır. Mevzûun işlenişindeki ustalığı,
tasvir ve tahlillerdeki başarısı yanında, bu fark ve ilâvelerin hepsi
acaba Şeyhî'ye mi âittir?
Bu hususlarda kat'î bir şey söylenemez. Bulunacak yeni vesikalar
tahmine dayanacak hükümleri, kısmen de olsa değiştirebilecektir.
Öyle görülüyor ki, bu mevzû arap edebiyatına hicreti takip eden
asırlarda Pehlevî edebiyatından yapılan tercümelerle geçmiş değildir.
Hikâyenin, zalim, musallam gibi sıfatlarla anılan devekuşuna bağlı şekli,
yukarda gösterilmeğe çalışıldığı gibi, her hâlde çok eskiden beri yaygındı.
Ancak eski îran edebiyatıyla yeni ve yakın bir temâs, araplar arasında
devekuşuna çevrilmiş olan eşeğe tekrar eski yerini vermiş olmalıdır.
Bu mevzû çok yayılmış, zamanla ve yayıldığı muhitlerin icaplarına
göre değişikliklere uğramıştır. Hattâ Aesopos (m. ö. VII. - VI. asır) 'a
isnâd edilen masallar arasında bulunan ve dolayısiyle La Fontaine (1621-
16S>5)
28 'e de model olan eşek ile küçük köpek adlı şu fablin 29 bu hikâye
ile çok eski bâzı akrabalıklarının bulunduğu düşünülebilir :
Adamın birinin bir küçük köpeği ile bir de eşeği varmış', hep köpeği
ile oynarmış. Yemeğini gidip çarşıda yese, köpeğini unutmaz, ona birşey
18 Mal. bk. Jean de La Fontaine, Fables, Paris, 1966 ( Garnier - Elammarion ), s.
119- La Fontaine'nin masallarının IV. kitabının 5. fabli olan bu hikâyenin kaynaklarını
gösteren M. Henri Regnier, köpeği veya daha başka hayvanları taklit eden eşeğin müşkil
vaziyetlere düştüğüne dâir birçok Şark masallarının bulunduğuna işâretle bunların yerlerini
gösterir: Oeuvres de J. de La Fonteine, Paris, 1883 (Les Grands Ecrivain» de la France),
1, 281.
29 Aisopos, Masallar, trc. Nurullah Ataç, İstanbul, 1945 (Dünya Edebiyatından Tercümeler,
Yanan klâsikleri : 70, s. 153.
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
getirir, köpek kuyruğunu sallayarak yanma gelince önüne atıverirmiş.
Eşek bu hâli kıskanmış: "Ben de yaparım/" diyerek akşam efendisine
karşıcı gitmiş, sıçrayıp oynamış, adamcağızın boynuna atılmağa kalkmış-,
ama ayağı ile vurup canını acıtmış. Efendisi kızmış, düvdiire dövdüre
ahıra gönderip bağlatmış.
Her iş herkesin elinden gelmez, bu masal onu gösteriyor.
II
Yukarda nakledilen Fareler hükümdarı ile üç veziri 'inde çerçeve
hikâye içerisindeki farelerin kedinin boynuna zil takmak istemeleri kıssası
da Arapçaya birkaç darb-ı mesel bırakmıştır. Birçok kaynakta izahları
münâsebetiyle, bu darb-ı mesellerin hikâyesi de kısaca nakledilmiştir.
Nitekim al-Antön Şalhâni al-Yasücî kısa bir makale 30 ile buna
temâs etmiş, bu darb-ı mesellerden birini al-Maydâni, İbn Manzür ve
Freytag'da fıkrasiyle birlikte tesbit ederek Louis Cheikho'nun Kalıla
va Dimna neşrinde yer alan (s. 249-259) yukardaki hikâyeye bağlamıştı.
Esâsı itibâriyle, kulaklarını kaybeden eşeğin hikâyesi gibi fareler
ve kedi masalı da Arapçaya Kalila va Dimna'nin tercümesinden sonra
geçmiş olmamalıdır.
Bu ikinci kıssanın hissesi olan
' « i s
0j.JL 1 J.i veya
( Geriye işin en mühim ve tehlikeli kısmı kaldı ! )
darb-ı meseli meselâ h. III. asrın sonlarında vefat eden al-Mufazzal b.
Salama 'den itibâren birçok müellif tarafından tesbit ve nakledilmiştir
31.
Daha sonraki müelliflerin de büyük ölçüde bağlı kalarak tekrarladıkları
fıkrayı al-Mufazzal şöyle anlatır :
Hayvanlar hakkındaki hikâyeler arasında nakledildiğine göre, vaktiyle
bir kedi varmış. Fareleri kırmış geçirmiş. Kalanlar toplanıp "Bu
kediye artık bir çâre bulmak istiyoruz; bizi mahvetti!" demişler. Sonra
»
30 Masal al-cirzân va'l-hirr, al-Maşrilç, 1911, XIV , 510-511.
31 Bk. al-Mufazzal, al-Fâhir, nşr. C. A . Storey, Leyden, 1915, s. 148 ( = nşr.
cA b d
al- cAlim al-Tahâvî, Muh.
C AÜ al-NaccBr, Kahire, 1380, s. 179, nr. 292 ) ; al-Maydâni,
Macmac
al-amşöl, Tahran, 1290, s. 84 ( = Kahire, 1379, I, 100); Farâ^id al-la^âl, I, 82 ;
al-Mufazzal'dan naklen ; Lisân ol-cArab, IV, 218, son altı satır ve buradan naklen: Tâc
al-Qarâs, II, 389, ortalarda; Freytag-, mezkûr eser, I, 169, Cap. II, nr. 63.
Şarkiyat Mecmuası, F. 16
242 NİHAD M. ÇETİN
kedinin boynuna bir zil takmağa karar vermişler : Zilin sesini duydukları
zaman ondan saktnacaklarmış. Zili getirmişler ve bir ipe bağlamışlar.
Bu işi bitirdikten sonra "Peki demişler, kim bunu kedinin boynuna takacak?"
içlerinden biri "işin asd zor tarafı kaldı!" demiş...
Bu kıssaya bağlı darb-ı mesellerden birisi de şudur :
( Zili asacak cesur ! ) 32
Birinci hikâyede olduğu gibi ikincisi de Arap şiirine geçmiş, hatta
Abu'l-Nacm al-cîcli (v . 105/724'ten sonra)'nin bir mısraı bu sebeple
üçüncü bir darb-ı mesel hâline gelmiştir :
JsbU-I İL. » VI S . • -, ' i
( Iş, sâdece zilin ipini bağlayacak adamı bulmaya kaldı. ) 33
Farelerin kedinin boynuna zil takmak istemeleri hikâyesi de Garp
edebiyatına geçmiştir. Aesopos'ta bulunmayan bu hikâyeye XVI. asırda
yaşamış bir İtalyan edîbi olan Abstemius'ta ve daha sonra da La Fontaine'de
tesâdüf edilir.
Kalila va Dimna, İbn al-Mukaffac 'ın eserinden İbrâniceye (m . XII.
ve XIII. asırlar) ve bu yolla Lâtinceye (m. XIII. ve XIV. asırlar), tspanyolcaya
(m. XIII. asır), İngilizceye (m . XVI. asır ) v. s. tercüme
edilmiş bulunuyordu. Fakat bahis mevzûu hikâye Batı'ya eserin yine
İbn
al-Mukaffac tercümesine dayanan, bununla beraber Fareler hükümdârı
ile üç veziri kıssasını da ilâve olarak ihtiva eden, Symeon b.
Seth'in34 Yunancaya milâdî XI. asırda yaptığı ve XV. asırda da îtalyan-
32 Yakut, Mancam al-buldân, II, 98.
33 Yukarda gösterilen kaynaklarda bâzan şâirin adı zikredilmeden verilen bu beyit
al-clclı ' nin, tamâmı Bahcat al-Asari tarafından neşredilmiş bulunun ( bk, Macallat alMacmac
alilimi al-1 Arabi, 1928, VIII, 472-479) ve Umm al-racaz diye meşhur bir şiirinde
geçer ( s. 474, str. 8 ) ; ayrıca bk. Lisân ai-cArab, XIII, 192.
V. Chauvin, Bibliographie des ouvrages arabes ou relatifs aux Arabes .., LiègesLeipzig,
1897, II, 21 ve s. IX'daki cetvel ; C. Brockelmann, Kelile ve Dimne, İA, VI,
55Sb •— Kalila va Dimna'nin muhtelif dillere ve bu arada bilhassa Arapça ve Farsçaya
yapılmış tercümeleri için, yukarda anılan yerlerden başka bk.
cAbd al-Latif Hamza, İbn
al-Mukaffac
, ikinci baskı, Kahire, 1937, s. 187-226; Pançatantra, Farsça trc. Indu
Shekhar, Tahran 1341 lış., mütercimin önsözü, s. 16-23 ve eserin sonundaki cedvel ; bâzı
Türkçe tercümeleri için, noksan olmakla berâber, ihtiyat kaydı ile şu erere de bakılabilir
: Beydeba, Kelile ve Dimee, [İbn al-Mukaffac tercümeninden] çeviren: Ömer Rıza
Doğrul, İstanbul, 1945 (Dünya edebiyatından tercümeler. Hind klâsikleri : 1), mütercimin
öngözü, s. V-IX.
BİRKAÇ DARB-I MESELİN VE HAR-NÂME 'NİN MENŞEİ 2 29
ca'ya çevrilen nakil vasıtasiyle geçmiş olmalıdır. Şu hâlde Abstemius'-
un bu hikâyeyi bilmesi tabiîdir. La Fontaine'e gelince, onun, Kalila va
Dimna ile yakın teması başka bir eser vâsıtasiyle olmuştur : La Fontaine
daha ziyâde bu eserin Anvâr-i Sühayli 'nin 1644'te yapılan bir
tercümesinden ( Le Livre des lumières ou la conduite des rois ) istifâde
etmiştir. Nitekim 1678'de neşrettiği fabllerine yazdığı önsözde adı ge-
çen tercümeye temâs ile mevzülarının büyük kısmını Hindli hakîm Pilpay
( : Beydeba ) 'a borçlu olduğunu söylüyordu. Ancak onun istifâde
ettiği eserde üzerinde durduğumuz hikâyeleri ihtiva eden kısım yoktu.
Bu sebeple O, Conseil tenu par les rats ("Farelerin toplantısı") adlı
fablinde bu mevzûu Abstemius'tan alarak işlemişti
35.
35 Fables, Livre, II, Fable III ( mal. bk. zikredilen neşir, s. 74-75 ): M. Henri Régnier,
aynı eser, I, 133 ( burada La Fontaine' in Abstemius'a istinâd ettiği ve hikâyenin
Aesopos'da bulunmadığı belirtildikten sonra Kalila va Dimna 'nin bâzı rivâyetlerinde tesadüf
edilen Fareler hükümdarı ile üç veziri masalında mevzûun geçtiği, bu arada adı
geçen eserin S. b. Seth'in Grekçe tercümesinde bulunduğu belirtilmiş, ayrıca Silvestre de
Sacy neşrinde hikâyenin yeri gösterilmiştir) ; ayrıca bk. G. Michaut, La Fontaine, Paris,
1929, s. 126, 130,

Konular