BELÂGAT’TA ER-RUMMÂNÎ *

277
BELÂGAT’TA ER-RUMMÂNÎ *
László TÜSKE- Budapeşte
Çev.: Okt. Dr. İsmail DEMİR**
Okt. Mustafa KAYA***
ÖZET
Bu çalışma, yazar László Tüske’nin ar-Rummanî on Eloquence
(Balâga) adlı makalesinin çevirisidir. Tüske bu makalede, Mu‘tezilî
bir gramerci olarak tanınan Ebu’l-Hasen ‘Alî b. ‘Îsâ er-Rummânî (öl.
384/994)’nin belâgata ait özgün fikirlerini ve bu bilime katkılarını, enNuket fî İ‘câzi’l-Kur’ân adlı eserini göz önünde bulundurarak inceler.
O, er-Rummânî’nin savunmacı belâgatından bahsederken
karşılaştırmalara gider ve Aristoteles’in Rhetoric’inin içeriğiyle erRummânî’nin belâgat ögeleri arasındaki benzerliğe dikkat çeker.
Neticede, er-Rummânî’nin belâgat anlayışının, Avrupaî gelenekten
bilinen belâgata ait eserlerden etkilense de, farklı ve özgün olduğunu
ve örneğin Fahruddîn er-Râzî, es-Sekkâkî, İbn Sinân el-Hafâcî,
‘Abdulkāhir el-Curcânî gibi daha sonraki müelliflerce devam
ettirildiğini ifade eder.
Anahtar Kelimeler: er-Rummânî, en-Nuket, Belâgat, İ‘câz, esSekkâkî, ‘Abdulkāhir el-Curcânî.
*
Bu yazı László Tüske tarafından “ar-Rummānī on Eloquence (Balāġa)”adı altında, The
Arabist Budapest Studies in ARABIC adlı dergide (c. 15-16 (1995), s. 247-261), kaleme
alınan makalenin çevirisidir. Çeviriyi gözden geçiren muhterem hocamız Prof. Dr.
Süleyman TÜLÜCÜ Bey’e teşekkürlerimizi sunarız.
** Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı.
*** Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı.
278
ABSTRACT
ar-Rummānī on Eloquence (Balāġa)
This study is translation of author László Tüske’s article titled
ar-Rummānī on Eloquence (Balâġa). In this article, Tüske examines
the original ideas referring to eloquence and contribution to this
science of Abu’l-Hasan ‘Alī b. ‘Īsā ar-Rummānī (d. 384/994) became
known as Mu‘tazilite grammarian, by considering his work titled anNukat fī I‘jāz al-Qur’ān. He makes comparisons while talking about
ar-Rummānī’s apologetic balāġa and calls attention to the
resemblance between contents of Aristotle’s Rhetoric and arRummānī’s balāġa elements. However, although his understanding of
balāġa was affected by the rhetorical works known from European
tradition, it was different and original and was carried on by
subsequent authors, e.g., Fakhraddīn ar-Rāzī, as-Sakkākī, Ibn Sinān
al-Khafājī, ‘Abdalqāhir al-Jurjānī.
Key Words: ar-Rummānī, an-Nukat, Balāġa, I‘jāz, as-Sakkākī,
‘Abdalqāhir al-Jurjānī.
1 Son dönem tarihî ve sistematik araştırmalar, Kur’ân’ın
eşsizliği (i‘câzu’l-Kur’ân) dogmasının sağlam bir şekilde İslâm’ın ilk
dönemlerinde yerleşmiş olduğu gerçeğini doğrular (Grotzfeld 1969;
Neuwirth 1983). “İ‘câz”ın sistematik tahlili, 8. yüzyıldan 9. yüzyıla
geçerken, ancak rasyonel teolojinin (kelâm) gelişme döneminde
başlatıldı. Bu çerçevede, Allah’ın, önemli peygamberlerini mucizeler
göstermesi için gönderdiği teorisi geliştirildi ve böylece, tıpkı
Mûsâ’nın mucizesinin sihir ve ‘Îsâ’nınkinin iyileştirme olması gibi,
279
Muhammed’in mucizesi, yani onun peygamberliğinin alâmeti, Kur’ân
olmuştu. 9. yüzyıl ortalarından elimize ulaşan, Kur’ân’ın gramatik ve
stilistik özelliklerini, onun mu‘ciz oluşunun esası olarak kabul eden
kaynaklar mevcuttur. Bu kaynaklardan, bunların müelliflerinin vahyin
algılanabilir olağanüstülüğünü açıklamaya çalışırken (Neuwirth 1983:
169-170), araştırmalarını edebî ürünlere, özellikle de şiir
incelemelerine dayandırdıkları ortaya çıkmaktadır1. 10. yüzyılda
Kur’ân’ın i‘câzına dair eserler (Curcânî, Risâle; Hattâbî, Beyân;
Rummânî, Nuket), 8-9. yüzyılların ilâhiyat ve nübüvvet anlayışını
özetlemiştir; onlar sadece, belâgat ve üslûba, yani edebiyata ait
yönlerin aydınlatılmasına yoğunlaştılar. İ‘câz’ın teolojik tahlili,
yaklaşımın dilbilimsel, belâgat ve üslûba ait çizgileriyle birlikte
korunmuştu.
Diğer yandan, 8. yüzyılın sonu ile 9. yüzyılın başı ve 9. yüzyıl;
ortaçağ Arap edebiyatı açısından çok önemli bir değişimi beraberinde
getirdi. “Çağdaşlar” (muhdesûn) diye adlandırılan (şairlerin) şiirleri,
geleneksel edebî yapıların ve yaratıcı metotların değişimiyle
sonuçlandı; bu şairler yeni edebî yapılar, araçlar ve metotlar öne
sürdüler. 9. yüzyılın şiirsel hayatı, geleneksel ve yeni (bedî‘) şiirin
“resmen” yüzleştirilmesi olarak nitelendi. Aynı zamanda, geniş çaplı
sentezci-açıklamacı bir faaliyet de vardı. Durumun hassasiyeti, bu
yeni eğilimin seçkin temsilcilerinin eski Arap edebiyatı çalışmalarının
toplanmasında, düzenlenmesinde ve halka elverişli hale getirilmesinde
(Ebû Temmâm el-Buhturî) önayak oldukları gerçeğinde açıkça ortaya
1 İlk dönemin pek çok müracaat eserinin sadece küçük parçalar halinde muhafaza edildiğini;
ve/veya bazı ifadelerin, diğer meseleleri ele alan eserlerde tali derecedeki hususlar olarak
göründüğünü belirtmek önemlidir.
280
çıkmıştır2.
Kur’ân’ın dilinin edebî açıdan incelenmesi, bedî‘ şiirin eleştirel
kabulü ve geleneksel Arap şiirinin ortaya çıkarılması, hemen hemen
eşzamanlı olarak gerçekleşti3. Belirli tarihsel olaylar, mahlûk olup
olmama sorunsalı ve benzeri teolojik (mu‘tezile) ve politik tartışmalar
(mihne ‘resmî soruşturma’nın başlatılmasıyla ilgili), Kur’ân’ın i‘câzı
üzerinde dilbilimsel tetkiki gerekli kıldı4. Edebiyatın fenomenlerini ve
Kur’ân’ı araştırmaya yönelik girişimler ve yenilenen çabalar
nedeniyle İslâm kültürünün gelişim dönemi diye adlandırılan çağ,
yaklaşık ikiyüz yıl kadar sürdü (9. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar). Bu
dönem boyunca seçkin bilginler, aşağı yukarı bu zamana değin, Arap
edebiyatının estetik dilini tayin etmiş olan kavramsal çerçeveyi ve bir
dizi belâgat metodunu formüle ettiler. Aynı ya da benzer meselelerle
alâkalı çözümlerde, edebî çalışmalarla Kur’ân bilimleri arasındaki
etkileşimden yeni bir bilimsel düşünce yapısı gelişmişti: ‘ilmu’lbelâga diye bilinen Arap belâgati şiir sanatı.
İslâm toplumu çatısı altında belâgatla ilgili eserlerin
incelenmesi, hepsinden öte, onların edebî (estetik) ve edebî olmayan
(teolojik) yönlerine dikkat etmeyi gerektirir. Bu çelişkili durum, bizzat
dikkate değerdir. Ortaçağ İslâm düşünürleri, (edebiyat dışında doğmuş
2
9. yüzyılın ikinci yarısı ve 10. yüzyılın başlarında, Arap ilminin büyük teliflerinin yazılmış
olduğuna dikkat etmek önemlidir. Hadis ilminin önemli telifleri (dört büyük hadis
koleksiyonu) ve tarih (Taberî Tarihi) de bu dönemde yazılmıştı.
3
Krş. İbnu’l-Mu‘tezz, Bedî‘deki, üslûp ve belâgata ait materyalin ortaya çıkış şartları, kökeni
ve özelliği.
4
el-Me’mûn’un halifeliği esnasında, Mu‘tezilî teoloji sistemini evrensel kılmak amacıyla,
yani İmparatorluk içerisinde merkezi teolojik bir sistem yaratmak için, incelemeler
yapıldığı herkesçe bilinmektedir. Hükümet görevlileri yönetim tarafından kabul edilmiş
teolojik hareketleri desteklemekteydi. 22 yıl sonra yaklaşık 847-849’da merkeziyetçilik
çabaları başarılı olamadı.
281
fakat bazı edebî özellikler gösteren) dogmayı, Kur’ân ve onun metni
vasıtasıyla haklı çıkarma görevini üstlendiler. Onların kendi
dogmasını izah ettikleri “belâgata ait”5 sisteme özel dikkat göstererek,
faaliyetlerinin tarihini dikkatlice incelemek pratik görünmektedir;
teolojinin hükümranlığını sağlamada, belâgatin böylece gelişmiş
merkezî kavramlarına oynaması için önceden ne gibi bir rol verildi; bu
kavramlar, yekdiğeriyle ve/veya kavramsal çerçeveyle ve edebî
geleneğin temsilcilerinin bir dizi terminolojisiyle nasıl irtibatlandırıldı;
ve daha sonra geliştirilecek olan retorik bilimler üçlüsü (‘ilmu’lma‘ânî, ‘ilmu’l-beyân ve ‘ilmu’l-bedî‘) içerisine nasıl sokulabildi. Bu
sorulara verilecek cevaplar, bir kimseyi, Arap edebî geleneğinin belli
başlı açmazlarının çözümüne daha da yaklaştırabilir6.
Yukarıda ileri sürülen sorulara, i‘câz’ın seçkin bir müellifinin
eseri incelenerek cevaplar bulunacak; ayrıca, Kur’ân’ın eşsizliği
dogmasının belâgat tarihi içerisinde oynadığı rol, ana hatlarıyla
belirlenecektir.
2 Felsefe alanındaki kapsamlı bilgisine, gramerle ilgili
eserlerinde bağlı kalan Ebu’l-Hasen ‘Alî b. ‘Îsâ er-Rummânî (öl.
384/994), sonraki nesillerce Mu‘tezilî gramerci olarak tanındı
(Brockelmann 1937-1949: I, 113; S I, 175; Carter 1990: 129).
Gramerle ilgili eserlerine ilâveten, Kur’ân’ın eşsizliğine dair, en-Nuket
fî İ‘câzi’l-Kur’ân (Kur’ân’ın i‘câzıyla ilgili ince meseleler) adında bir
5
Ortaçağ Arap edebiyat biliminin ayırt edilmediğine dikkat etmek gerekir. Bununla beraber,
daha sonraki dönemlerde gelişmiş bir dizi kavrama müracaat ederek, böylesi niteliklerin o
zaman mevcut olmayan daha erken devrelere hamledilmesi kaçınılmazdır. Bu tip farklara
mümkün olduğunca işaret edilecektir. “Retorik/Belâgat”, daha sonra görüleceği üzere, bu
bağlamda “stil/üslûp” anlamına gelir.
6
Kur'ân’ın eşsizliğini edebî açıdan haklı çıkarma, 11. yüzyılın ortalarıyla birlikte genelleşti.
Aynı dönemde şiirin ve edebî eserlerin gelişimi yerinde saydı, 10. yüzyılın neoklasik
eğilimi gittikçe artarak egemen oldu.
282
risalesi de günümüze kadar gelmiştir. er-Rummânî’nin düşünceleri,
eleştiri ve edebiyat kuramı tarihinde daima dikkate alınmıştır7.
3 er-Rummânî’nin kısa, otuzsekiz buçuk sayfalık risalesi yapısal
olarak üç ana bölüme ayrılabilir. Kısa giriş, bahsi geçen Kur’ân’ın
eşsizliği prensibine ilişkin yedi durumu (cihe, vech), pratik bir şekilde
tek cümlede liste halinde verir. Ardından, müellif otuzdört sayfadan
daha fazlasını kaplayan ayrıcalıklı bir durumun, yani belâgatin
(belâga) işlenmesine girişir. O, asıl ilgi duyduğu belâgata açıklık
getirdikten sonra, geriye kalan altı durumu yalnızca dört sayfada
müzakere eder.
4 Girişte, er-Rummânî Kur’ân’ın mucizevî eşsizliğinin
anlaşılmasının esasıyla ilgili vecihleri özetler. İ‘câz şu şekilde ortaya
konur: 1) Onu gerektirebilecek nedenlere ve iddialara rağmen
Kur’ân’a bir karşı çıkışın olmayışı (terku’l-mu‘ârada); 2) Hiç kimse
(insanlar ve cinler), onun meydan okumasına ayak uyduramamıştır
(karşılık verememiştir) (et-tahaddî li’l-kâffe); 3) Allah insanları,
Kur'ân’la boy ölçüşebilecek bir sanat eseri yaratmaktan alıkoymuştur
(es-sarfe); 4) Belâgat Kur'ân’da cârîdir (el-belâga); 5) Kur'ân,
gelecekteki olaylar hakkında gerçek bilgiler verir (el-ahbâru’s-sâdıka
ani’l-umûri’l-mustakbele); 6) Kur’ân, kabul edilmiş (edebî8) geleneği
geçersiz kılar (nakzu’l-‘âde); 7) O, diğer bütün eşsiz mucizelerle
karşılaştırılabilirdir (kıyâsuhû bi-külli’l-mu‘ciz) (Selâsu resâ’il 75).
Bu teolojik görüşler i‘câz tarihi açısından meşhurdur9. er-
7
Bkz. Selâsu resâ’il 164-196’da kullanışlı bir biçimde toplanmış, er-Rummânî’nin belâgat’a
dair görüşleri hakkında haleflerinin açıklamaları.
8
Selâsu resâ’il 111, ki burada Kur'ân ve edebî kompozisyonun çağdaş metotları birbiriyle
karşılaştırılır.
9
Krş. Grotzfeld 1969; Neuwirth 1983, ve özellikle Suyûtî, el-İtkān, 147-160, 64. Bölüm (fî
283
Rummânî, incelemeyle ilgili tüm olasılıkları birer birer sayar. Sanki o,
dilbilimsel bir fenomenmiş gibi algılanan Kur'ân’la alâkalı olmayan
her şeyi bir kenara bırakmak için bunu yapıyormuş gibi görünür.
Onun hedefi, dil alanına girip -böylece dogmanın yorum alanını daha
da genişleterek, Kur'ân’ın onaylanan eşsizliğini dilbilimsel yönlerden
açıklamaktır. O, Kur'ân’ın kabulünden doğan olağanüstü hisler ve
deneyimin edebiyat vasıtasıyla açıklanması için, belâgat yönüyle
Kur'ân’ın metnine yaklaşımın (ki ona edebiyatın bir parçasıymış gibi
bakılamaz) meydan okumasını üstlenir.
5 er-Rummânî, belâgata ait olan meselelerin incelenmesine,
onun tanımıyla başlar. Belâgati tanımlama girişiminde o, öğretisinin
ilkelerini oluşturan meselenin üç alanına kısaca değinir. Bu alanlar,
bütününe nüfuz ettiği için, onun çalışmasının en önemli temelini
oluşturur. Bunlar şöyledir: 1) Belâgatın yorum alanları; 2) Muhteva ve
şekle ait meseleler; 3) Kabul problemleri.
5.1 İlk adım olarak er-Rummânî, farklı belâgat tiplerini (genera
elocutionis) ortaya koyar. Şöyle der: “belâgat üç (stilistik) düzeye
(tabakaya) sahiptir. O, bir üst, bir alt ve üst ve alt düzeyler arasındaki
bir orta (stilistik) düzeyden oluşur10. Yüksek stilistik düzeye giren her
şey, mucizevî olarak eşsizdir (mu‘ciz). İşte bu, Kur'ân’ın belâgatıdır.
Bunun altında kalan herşey, belîğ konuşan insanların belâgatıdır”
(Rummânî, Nuket 75).
Bir kimse, doğrudan pratik gözlemlere dayanan müellifin eserini
okuyarak, üçlü stilistik düzeylerin, Ortaçağdaki Müslüman
i‘câzi’l-Kur'ân).
10
Benzeri üslûplar, Yunan ve Romalı müellifler tarafından da formüle edilmiştir. Örneğin,
“Üç stilistik tür vardır…: ilki yüksek, ikincisi orta ve üçüncüsü ise basit türdür”,
Cornificius, Rhetorica 207.
284
müelliflerin aslında bütün eserlerinde göründüğünü anlayabilir11. Bu
üç düzeyin, Arap edebiyatında hangi şartlarda ilk defa formüle
edildiği bilinmez; ister istemez o, Helenizm’den alınmış bir ödünç de
değildi. Taksimin görünümü ve uygulanması, belâgat
incelemelerindeki realizasyonun önemli bir göstergesi olarak
anlaşılabilir. Her ne kadar er-Rummânî, sözü edilen düzeyleri tanıttığı
yerde, yalnızca Kur'ân’dan ve âlim kimselerin belîğ konuşmalarından
alınan örneklere yer verip üçüncü düzeyi dikkate almasa da; her beşerî
konuşma eylemi, bu üç düzeyle nitelendirilebilir. Bundan dolayı, bu
üç stilistik düzey, her nedense, altında ikili bir taksim gizliyor gibi
görünmektedir.
“Güzelliğe gelince (el-husn)” der, sonra da der ki, “belâgatın en
yüksek düzeyi, Kur'ân’ın belâgatıdır. Belâgatın ulaştığı en yüksek
düzey ise kesinlikle Kur'ân’dır. Tıpkı şiirlerin, (her ne sebepten olursa
olsun) konuşamayan insanlar tarafından taklit edilemez olması gibi
(onun belâgat düzeyi ulaşılmazdır); belâgatın bu en yüksek düzeyi de,
gerek Araplar ve gerekse Arap olmayanlar tarafından taklit
edilemezdir (mu‘ciz). İşte bu (şiir söyleme sanatı) özelde,
konuşamayan insanlar tarafından taklit edilemezken, o (Kur'ân) da
tüm insanlık (el-kâffe) tarafından taklit edilemezdir” (Rummânî, Nuket
76). İ‘câz dogmasının en önemli mesajı, edebî (estetik) bir bakış
açısıyla müellif tarafından şöyle formüle edilmiştir: konuşulan
(Arapça) dil, iki alana sahiptir: 1) onun bizzat kendi eşsizliği ve taklit
edilemezliği ile ilgili ilâhî alan; 2) böylesi mucizevî bir
karakteristikten yoksun olan insanî alan. Bu ikiye bölünme, İslâm
(edebî) estetiğinin temel ilkelerinden birisidir. O, Arap dilinin
11
Krş. Örneğin Hattâbî, Beyân 26.
285
gelişmesi, genişlemesi, kabulü ve sonraki değerlendirmesi ile ilgili
şartlara etki eder. Ayrıca o, Arapçada oluşturulabilecek edebiyat
alanının sınırlarını belirler. er-Rummânî, bu en yüksek stilistik düzeye
edebiyatın ulaşabilme olasılığını baştan yok saydığı için, beşerî
yaratıcı gücün sınırlandırılmış doğasını fiilen kabul eder. Güncel
estetik değerlendirme, teolojik bir doğa yaklaşımıyla öncelenir ve bu
noktada er-Rummânî’nin sistemi, İslâm inancının yeterli bir
manifestosu olarak kabul edilebilir. İşte bundan dolayıdır ki,
Mu‘tezileye mensup en-Nazzâm (öl. 846)’a nispet edilen bakış açısı
özel bir öneme sahiptir. Ona göre, i‘câzın özü, Allah’ın Arapları
Kur'ân’a mukâbil (bir şey) yaratmaktan alıkoymasıdır (sarfe); bu
yüzden, i‘câz yalnızca ilâhî irade tarafından yaratılabilirdi (Boullata
1988: 141-142). en-Nazzâm’ın kesin inancına göre, o, Kur'ân’a ve
Arap edebiyatına ait dilbilimsel araçları dikkate alarak, insanoğlunun
yaratıcılık yeteneklerini yeniden tesis etmeye çalıştı. er-Rummânî, bir
çeşit nebevî düzenleme durumlarında, sarfe görüşünü (Boullata 1988:
110) muhtemel bakış açılarından birisi olarak kabul etti. Bununla
birlikte, onun belâgata ait sonuçları üzerinde düşünmeyi ve bu
kavramı çözmeyi başaramadı12. Kendi bakış açısından, Kur'ân’ın,
peygamberlik alâmetlerinin parçası olduğunu iddia etti13. O, tüm i’câzmanzumesinin başlangıç ve ana tezlerini (yani konuşma sanatının ilâhî
ve insanî alanlarının ayrılığını) ve edebiyattan bilinen üç stilistik
düzey ilkesini birleştirdiğinde, onların geçerlilik alanından fiilen
vazgeçti. Risalesine baştan başa nüfuz eden teolojik önyargıda şu
12
Krş. İbn Sinân el-Hafâcî’nin, er-Rummânî’nin uyum (harmoni) hakkındaki açıklamasına
yaptığı eleştiri (İbn Sinân, Sırr 181-185). İbn Sinân, er-Rummânî’nin uyumla alâkalı
belirleyici üç düzeyine: kulağa hoş gelen (ahenkli), ahenksiz ve orta dereceli düzeye itiraz
eder. en-Nazzâm’ın halefi olarak o; şu noktayı vurgular ki; bu tür taksimler ve ayırımlar
Arap dilini artistik (sanatsal) formlardan yoksun bırakır.
13
Krş. Selâsu resâ’il 110.
286
ortaya çıkar: belli stilistik aracın mükemmel realizasyonu Kur'ân’da
bulunabilir.
5.2 er-Rummânî belâgat hakkındaki girişe aşağıdaki
açıklamayla devam eder: “Belâgat (belâga), (yalnızca) içeriği (ma‘nâ)
anlaşılır kılmak demek değildir, çünkü o, iki konuşan kişinin dışında
meydana gelebilir, onların her ikisi de anlamı birbirlerine ulaştırabilir,
birisi beliğdir, aksine öteki beliğ değildir. Belâgat ne de sırf lafız ve
anlam ilişkisi demektir (tahkîku’l-lafz ‘ale’l-ma‘nâ), çünkü her ne
kadar anlamın lafızla ilişkisi varsa da, sonuncusu zayıf, sıkıcı, tuhaf ve
yapmacık olabilir. Bilakis, yalnızca, anlam lafzın en güzel şekliyle (fî
ahseni sûre mine’l-lafz) kalbe ulaştırılırsa, belâgata erişilebilir”
(Rummânî, Nüket 75-76).
er-Rummânî, belâgatın tanımını dikkatle yapmaya çalışır.
Anlamın aktarılmasına hizmet eden veya lafızla ilgili olan faktörleri,
yani muhteva ve şekille ilgili esasları, gereğinden fazla vurgulamaktan
kaçınır. O, muhteva ve şekil arasındaki çatallaşmayı hafifletmesi
beklenilen sûret (form, şekil) adı verilen yeni bir fenomeni tatbik
ediyor gibi görünmektedir. Bununla bağlantılı olarak, sözünü etmeye
değer bir şey de; ‘Abdulkâhir el-Curcânî’nin bir yüzyıl sonra muhteva
ile şekil arasındaki sanatsal birliği gösteren ifadeleri nitelendirmek
için aynı kelimeleri kullanmasıdır14. Gustave E. von Grunebaum,
değişmez ve çözülemez ma‘nâ/lafz çatallaşmasını Arap edebiyatındaki
en önemli tahditlerden biri olarak fark ettiğinde, sûret fenomeni ile
ilgili girişimleri duymazlıktan gelir15. von Grunebaum’a göre,
yukarıda bahsi geçen tahdit, Arap müelliflerinin nesnelerle (ma‘ânî,
14
Krş. Heinrichs 1969:77.
15
Krş. Grunebaum 1952.
287
res) kelimeleri (lafz, verba) eserlerinde başlı başına varlıklar olarak
birleştirmelerinde açıkça ortaya konur (Grunebaum 1955: 134-135).
Gelenek, bir taraftan şiire ait objelerin (ma‘ânî) dökümünü ve diğer
taraftan da değişmeyen, mekanik olarak özerk ve yaratıcıların
tasarrufunda olan dil sistemini hazırlar. Dilbilimsel ögeler ideal olarak
kimliklerini korur ve devam ettirirler (Grunebaum 1955: 135). erRummânî’nin ma‘nâ, lafz ve sûreti özenle ayrımlaştırması ve yine
onların belâgata ait terimler olarak kullanımı, sûret’in yeni, ma‘nâ ve
lafzdan bağımsız bir kategori olduğunu gösterir. Bu yaklaşım lâyıkıyla
vurgulanamaz. Gözlenebildiği kadarıyla bu yaklaşım devam ettirildi
ve muhtemelen Mutezilî etki altındaki çevrelerde örnekleri mevcuttu.
5.3 Az önce zikredilen tanımlamaya göre, mesaj kalbe vasıl
olur. Müellif daha ilerideki birkaç sayfada şunları söyler: “Sözü edilen
mütalâa konularına göre, yapılan konuşmanın en üst stilitik düzeydeki
belâgata ait olduğu zihinde açık hâle gelsin diye, i‘câz, bütün
(dilbilimsel) fenomenlerin içerisinde mevcut olduğu bir yolla ortaya
konur” (Rummânî, Nuket 78). Bu parçadaki fikirler şöyle anlaşılabilir:
Şu çok iyi bilinmektedir ki Ortaçağdaki İslâm psikolojisi hissi, aklı ve
ruhu birbirinden ayırıyordu. İnsanoğlu için, “ki zekâsı onu
hayvanlardan ayırır”, entelektüel aktivite önemli olduğundan dolayı,
mantıksal düşünme (muhâkeme hissi) mühim bir rol oynamadı. Bu,
aklın (‘akl) entelektüel kısmına aittir- ve eski geleneklere göre, kalp
onun merkezidir. er-Rummânî, kalbe nüfuz eden ya da etmeyen
mesajla ilgili görüş belirttiği yerde zekânın kavrayıcı işlevi üzerinde
durdu; fakat hislere değinmedi. Böylece, fiziksel algıyı düşünmeden
ayıran geleneğin terminolojisini kullandı. Entelektüel aktivite onun
sisteminde belirleyici bir role sahiptir. Ona göre, incelenen edebiyatın
işlevi, entelektüel aktivitenin bir bölümünü oluşturan mesajı alıcıya
288
ulaştırmaktır16.
6 Girişin önemli noktaları özetlenerek aşağıdaki sonuç ortaya
çıkarılabilir. er-Rummânî’ye göre belâgat (belâga) açısından ilâhî ve
beşerî alanlar, açık bir biçimde ayrıdır. Belâgat ne lafızda ne de
ma‘nâda, bilakis sûrette ortaya çıkar. Sonuncusu (sûret), önceki iki
fenomeni de kapsayan tamamen farklı bir varlık alanıdır. Edebiyat
entelektüel faaliyetin konusudur. Yukarıda dikkat çekildiği üzere, bu
ifadeler er-Rummânî’nin tüm eserine nüfuz eder; onun her bölümüne
hâkim olur; ortaçağ İslâm estetiği diye adlandırılabilen estetik
konuşma tarzının esası olarak hizmet eder.
7 er-Rummânî’nin Yunan mantığı alanında oldukça deneyimli
meşhur bir dilbilimci olduğu herkesçe bilinir. Bu yüzden, belâgata
girişte er-Rummânî’nin onu, mantıksal bir taksim düzeniyle
tanımlamış olması şaşırtıcı değildir. er-Rummânî, belâgat ıstılahı
üzerinde özenle durduktan sonra, onun taksimine girişir. Ona göre
belâgat on düzeyden oluşmaktadır. Bu düzeyleri, A. Neuwirth
tarafından önerilen gruplandırmayı dikkate alarak, sunmak pratik
görünmektedir. (Bayan) Neuwirth üç grup meydana getirdi: 1) Aslî
bedî‘ ögeler (teşbîh, benzetme; isti‘âre, metafor; tecânüs, cinas;
mubâlağa, abartı); 2) Dilbilimsel özellikler olarak kabul edilebilen
ögeler (îcâz, az sözle çok şey anlatma; beyân, apaçıklık, hatiplik;
telâ’um, uyum/ahenk); 3) ve er-Rummânî tarafından yeni sunulmuş
olan şu üç belâgat ögesi: tasrîfu’l-ma‘ânî (konudaki sistematik
değişim), tadmîn (ilâve veya referans, kök vasıtasıyla fakat içerik
dilbilimsel vasıtalarla ortaya konmaz), fevâsıl (Kur’ân’ın kafiyesi veya
16
Arap edebiyatı aynı zamanda şiir sanatının ve edebiyatın işlevinin öğretme ve hoşnut
etmede gördü: beyân (açık iletişim) ve sihr (büyü) iki anahtar kelimeydi. Onlar,
Peygamber’e atfedildi ve vahiy yoluyla meşru kılındı. Krş. Grunebaum 1955.
289
ritmik birlikleri/birimleri)17. Taksimat, belâgat ögelerinin veya
tabakalarının, edebî sanat eserlerinin tetkiki esnasında gelişmiş
dilbilimsel figürlerle (figurae elocutionis) özdeş olduğunu açıkça
örneklendirir. İncelemeleri esnasında er-Rummânî önemli açıklamalar
yapar, örneğin, mecaz (metafor) türlerinin izahına ilişkin teşbîh ve
mecaz ayrımı gibi. Onun popülaritesi ve şöhreti, stilistik ögelerin
tanımlanması ve uygulanması tarihînde gözlemlenebilir. erRummânî’nin düşüncelerinin ve görüşlerinin izlerine sonraki
müelliflerin eserlerinde rastlanabilir: İbn Reşîk, İbn Sinân el-Hafâcî,
‘Abdulkāhir el-Curcânî ve başkaları18.
8 Avrupaî gelenekten bilinen belâgata ait eserlerin yapısıyla, erRummânî’nin belâgata dair eserinin yapısı arasında bir karşılaştırma
yapılırsa, iki yaklaşımın açıkça birbirinden farklı olduğu görülür.
Aristoteles’e göre retorik, organik bir sistem kurar. Sentezinde o,
retoriği bağımsız bir bilim dalı olarak kabul eder. Aristoteles, onun
kendine özgü sebeplerini, retorik türlerini, psikolojik ve mantıksal
delillerini, ahlâk ve politikayla ilişkisini, stilistik gereksinimleri ve
retorik konuşmanın kısımlarını belirler (Aristoteles, Opera 1403b6-
1420b4). Onun Rhetoric’inin yapısına bakarsak, er-Rummânî
tarafından ele alınan belâgat ögelerinin, Bölüm Üç (Book Three)’ün
yalnızca muhtevasıyla benzer olduğu açıkça ortaya çıkar.
Aristoteles’in Rhetoric’inin Bölüm Üç’ü şunları irdeler: 1) Sunuş tarzı
ve üslûpla ilgili genel meseleler (üslûp eğer uygun bir açıklığa sahipse
mükemmel, sertse fakirdir); teşbîhler, mecazlar, dilbilgisel doğruluk,
üslûbun görkemi, uygunluk, nesirsel uyum, periyodik üslûp, esprili,
anlamlı, canlı belli başlı ifade türlerine özgü üslûplar. 2) Retorik
17
Krş. Neuwirth 1983: 77.
18
Kişisel stilistik ögeler başka bir araştırmada ele alınacaktır.
290
konuşmanın kısımları: giriş, iddiaları çürütme, öyküsellik, delil,
çürütme vasıtası olarak soru sorma ve sonuç (aynı yer). Neticede, erRummânî’nin eseri, Bölüm Üç’ün yalnızca birinci kısmıyla, stilistik
ögelere ait, bazı benzerlikler gösterir. Ayrıca muhtevanın19
karşılaştırılması şunu kanıtlamaktadır ki; bütün bunlardan sonra, erRummânî’nin savunmacı belâgat anlayışı, retorik açıdan güzel
konuşmanın icrasını, belâgati ve üslûbu ele alır; ve sadece sınırlı bir
anlamda retorik olarak kabul edilebilir20.
Belâgat kavramı, ‘İlmu’l-belâga ile karşılaştırıldığında, daha
sonra evrensel olması için, aşağıdaki sonuç çıkarılabilir. Kendi üçlü
sistemiyle ‘İlmu’l-belâga, söz söyleme biliminin 12-13. yüzyıllara
kadar birikmiş tüm bilgisini kapsar. İcracılar, daha uygun ifadeyle
sistemleştirenler, Fahruddîn er-Râzî (öl. 1209), gelenekleri iyi
bildiğine inanılan es-Sekkâkî (öl. 1229) ve hepsinden öte nazma
(dizmeye, tertip etmeye) dair bir inceleme sunan ‘Abdulkāhir elCurcânî (öl. 1078) idi 21. Üçüncü bölümü “Ma‘ânî ve Beyân İlimleri“
alt başlığı altında, es-Sekkâkî tarafından hazırlanan Miftâhu’l-‘Ulûm
(Bilimlerin Anahtarı) adlı sentez şunları irdeler: 1) Arapça sözdizimi
19 Bkz. Örneğin; Cornificius, Rhetorica Kitap Dört (Book Four)’ün konusu: 1) Stilistik türler;
yüksek, orta ve basittir. 2) Stilistik ihtiyaçlar; zarafet, iyi işlenmiş olma ve göz alıcılıktır.
Daha fazlası için bkz. Quintilianus, Institutio, 419-478 (Kitap VIII)’in konusuna: Genelde
üslûp hakkında; üslûbun üstünlükleri, açıklık, Latin dilinin özelliklerine sahip olma,
belâgat, îcâz ve mecâzlar(mecâz, istiâre)dır.
20 Pseudo-Longinus’un On the Sublime (Yüce Üzerine) adlı eseri, gözalıcı etkilerin
unsurlarını, yaratıcı sanatkâr ve alıcının bakış açısından inceler. Bunlar doğuştan Allah
vergisi olabilir ve öğrenme süreci boyunca kazanılmış da olabilir. Tasavvurlar ve duygular
ilk grubu oluşturur. İkinci grup ise düşünceler, konuşma biçimleri, kelime düzeni, ahenk
ve hoş sedadan oluşur. Modern Arap edebî tenkitçiliğinin Pseudo-Longinus’un Kur'ân’ın
eşsizliğine dair düşüncelerini keşfetmesi rastlantısal olamaz. Krş. ‘Abbâs 1978:339.
21
Curcânî, Esrâr; Curcânî, Delâ’il. el-Curcânî şunları iddia etti: 1) bazı kelimeler
diğerlerinden daha seçkin değildir. 2) düşünceler, âdeta, kelimeler olmaksızın tek başlarına
var olmazlar; Bu yüzden, onlar tek başlarına değerlendirilemezler. Onun prensibine göre
seçkin üslûp, birleştirme, nazm yoluyla kazanılabilir; nazm tabiri, farklı anlamlara gelir.
291
(giriş ve ma‘ânînin ana noktalarının aydınlatılması); 2) Stilistik araçlar
(beyân ilmi); 3) Bedî‘ ilmi. er-Rummânî’nin belâgat kavramıyla ilgili
ögeleri, bütün bu üç bölümde bulunabilir; bununla birlikte, bütün bu
üç bölümde, onun kavramının bütün ögelerinin izine
rastlanamaz22.‘Ilmu’l-belâga’nın daha sonraki gelişimi el-Kazvînî (öl.
1338)’nin Telhîsu’l-Miftâh (el-Miftâh’ın Özeti – es-Sekkâkî’nin
eserine dair) adlı eseriyle sona erdi23. O, şu kısımlara ayrılır: 1)
‘Ilmu’l-ma‘ânî, muhtevası itibarıyla gramerin sözdizimsel kısmına ve
biçimsel mantığa ait bir bilim dalı; 2) ‘Ilmu’l-beyân (aynı düşünce
farklı beyan düzeylerinde ifade edilebilir; ögeleri ‘teşbih’, ‘isti‘âre’ ve
‘kinâye’dir); 3) ‘Ilmu’l-bedî‘, stilistik araçlar bilimi24. er-Rummânî’nin
belâgat ögelerinin idamesi, bazı kısıtlamalarla yalnızca bu komple
sistem içerisinde kabul edilebilir. er-Rummânî tarafından oluşturulan
belâgat sınıfları dışında, tasrîf ve tadmîn, oldukça düzgün dilbilgisel
bir sentez temeli üzerinde gelişti, fakat bunlar es-Sekkâkî’nin
eserlerinde bulunamaz; fevâsıl da daha sonraları nadiren kullanıldı.
Öte yandan, esasen er-Rummânî’nin ‘ilmu’l-beyân alanındaki bu
meselelere ilişkin görüşlerini ifade etmiş olduğu da açıktır. Girişte;
uzmanlar belirli ögeleri, kavramsal çerçeveyi ve edebî geleneğin
metodik araçlarını kullandıkları esnada, Kur'ân’ın eşsizliği ile ilgili
çalışmaların, onun dilbilimsel bir fenomen olarak incelenmesine yol
açtığı üzerinde duruldu. Ortaçağdaki çabaların bir sonucu olarak,
‘ilmu’l-belâga diye özetlenebilen yeni estetik bir söz söyleme tarzı
gelişti. Biz az önceki karşılaştırmada, diğerleri artık kullanılmaz
22
er-Rummânî’nin tasrîf yorumu daha sonraki edebiyatta kabul görmedi. Ahmed Matlûb’un
özetine göre, yalnızca el-Bâkillânî onun adımlarını takip etti. Krş. Matlûb 1986: II, 251.
23
Mehren 1853 içinde basıldı.
24
Krş. Mehren 1853: 19, 20, 97. O, ‘İlmu’l-ma‘ânî’yi “Begriffslehre”, ‘İlmu’l-beyân’ı
“Darstellungslehre”, ‘İlmu’l-Bedî‘’i ise “Tropenlehre” diye tercüme etti.
292
olurken, er-Rummânî tarafından oluşturulan bazı kategorilerin daha
sonraki müelliflerce daha da geliştirildiğini göstermeye niyetlendik.
Bazı açılardan er-Rummânî’nin belâgat görüşü, örneğin elKazvînî’ninkinden çok daha sınırlı idi; bununla birlikte bazen o, daha
geniş bir manada anlaşılabilir. Bunun nedeni; er-Rummânî’nin
sanatsal konuşmaları üslûp itibarıyla (estetik açıdan) incelemeyi
üstlenmemiş, fakat kendi görüşlerini Kur'ân’ın eşsizliği bağlamında
açıklamış olmasıdır. Esasen o, sözlü ifade sanatının bölümlerini,
stilistik düzeyleri (genera elocutionis) ve stilistik ögeleri (figurae
elocutionis) inceledi. Bu onun, metnin kutsal niteliğini dikkate alarak,
retorikteki belâgat (elocution) kavramıyla ilişkilendirilen belâgat
anlayışını nasıl şekillendirdiğidir. Bu retorik, yani ‘ilmu’l-belâga,
gene de Aristotelesçi retorikten daha sınırlıydı.
9 Sonuç olarak, biraz daha açıklama yapılması gerekir. Girişte,
Kur'ân’ın eşsizliğini amaçlayan çalışmanın, onun dilbilimsel bir
fenomen olarak ele alınıp incelenmesine zemin hazırladığı açıklandı.
İncelemeler esnasında uzmanlar, belirli ögelerden, kavramsal
çerçeveden ve edebî gelenekte bulunan bir dizi metottan yararlandılar.
Ortaçağ İslâm bilginleri, yukarıda çizilen çerçeve içerisinde belâgata
ait özel bir sistem hazırladılar. Onların öncelikli gayesi, Kur'ân’ın
dilbilimsel eşsizliğini; yani Kur'ân’ın, bizzat belâgat olduğunu
kanıtlamaktı. Bunun bir sonucu olarak, Yunanlıların, Romalıların ve
Ortaçağ Batı Avrupa’sının retorik bilimine ait eserleriyle İslâm
dünyasının belâgata ait eserleri arasında önemli bir farklılık vardır.
Antik dönemde retorikle ilgili eserlerin geliştirilmesi ve sürekli
incelenmesi, retoriğe ait faktörlerin izahını ve analizini, böylece
gelecekteki belâgatçılara müracaat kitapları sağlamayı hedefledi. Bu
nedenle, belâgata ait eski eserler, aslında örf-âdetle yerleşmiş ve
293
kuralcıydı. Hatta yüzeysel bir karşılaştırma, Antik dönemin geleneksel
retoriği ile İslâm dünyasında gelişen belâgat arasındaki farklılığa ait
yeterli kanıt sağlar. İslâm dünyasında müellifler, edebî gerekçelerine
ters olarak, teolojik gerekçeleri tanımlamaya, sıralamaya ve
kanıtlamaya niyet ettiler. Bu nedenle, onların incelemelerinin sonucu
teolojinin alanı içerisine gelip dayandı. Onların çalışmaları,
betimleyici ve üstlendikleri görev dikkate alındığında savunmacıydı.
Bu bağlamda, belâgatın (retorik) işlevini, derin kavrayış ve Kur'ân
müktesebatına teşvik olarak gören Ebû Hilâl el-‘Askerî ve diğerlerinin
kanaatleri kabul edilebilir görünmektedir25.
KAYNAKÇA
A. Ana Kaynaklar
Aristotle, Opera = Aristotelis Opera ex recensione Immanuelis
Bekkeri edidit Academia Regia Borussica. Editio altera quam curavit
Olof Gigon. Berlin, 1960.
‘Askerî, Sınâ‘ateyn = Ebû Hilâl el-‘Askerî: Kitâbu’s-sınâ‘ateyn.
el-Kitâbe ve’ş-şi‘r, nşr. ‘Alî Muhammed el-Becâvî, Muhammed
Ebu’l-Fadl İbrâhîm. Kahire, 1971.
Cornificius, Rhetorica = Cornifici Rhetorica ad C. Herennium,
nşr. Tamás Adamik. Budapeşte, 1987.
Curcânî, Esrâr = ‘Abdulkāhir el-Curcânî: Esrâru’l-belâga, nşr.
Helmut Ritter. İstanbul, 1954.
Curcânî, Delâ’il = ‘Abdulkāhir el-Curcânî: Delâ’ilu’l-i‘câz.
25
Krş. ‘Askerî, Sınâ‘ateyn 7, ve İbn Haldûn, Mukaddime III, 338.
294
Beyrut, 1978.
Curcânî, Risâle = Ebû Bekr ‘Abdulkāhir ibn ‘Abdirrahmân elCurcânî: er-Risâletu’ş-şâfiye. Selâsu resâ’il 115-158 içinde.
Hattâbî, Beyân = Ebû Suleymân Hamd ibn Muhammed ibn
İbrâhîm el-Hattâbî: Beyânu i‘câzi’l-Kur'ân. Selâsu resâ’il 19-72
içinde.
İbn Haldûn, Mukaddime = Ibn Khaldûn, The Muqaddimah: An
introduction to history. çev. Franz Rosenthal. London, 1958.
İbnu’l-Mu‘tezz, Bedî‘ = ‘Abdullâh İbnu’l-Mu‘tezz: Kitâbu’lbedî‘, nşr. I. Kratchkovsky. London, 1935.
İbn Sinân, Sırr = İbn Sinân el-Hafâcî: Sırru’l-fesâha. Selâsu
resâ’il 181-185 içinde.
Quintilianus, Institutio, M. Fabi Quintiliani Institutionis
Oratoriae libri duodecim, nşr. M. Winterbottom. Oxford, 1970.
Rummânî, Nuket = Ebu’l-Hasen ‘Alî ibn ‘Îsâ er-Rummânî: enNuket fî i‘câzi’l-Kur'ân. Selâsu resâ’il 73-113 içinde.
Sekkâkî, Miftâh = Ebû Bekr Yûsuf ibn Ebî Bekr ibn
Muhammed es-Sekkâkî: Miftâhu’l-‘ulûm, nşr. Na‘îm Zarzûr. Beyrut,
1983.
Suyûtî, İtkān = ‘Abdurrahmân ibn Ebî Bekr es-Suyûtî: el-Itkān
fî ‘ulûmi’l-Kur'ân. Kahire, 1978.
Selâsu resâ’il = Selâsu resâ’il fî i‘câzi’l-Kur'ân li’r-Rummânî
ve’l-Hattâbî ve ‘Abdulkāhir el-Curcânî fî’d-dirâsâti’l-Kur'âniyye
ve’n-nakdi’l-edebî, nşr. Muhammed Halefullâh Ahmed, Muhammed
Zağlûl Sellâm. Kahire, 1991.
295
B. İkincil Kaynaklar
‘Abbâs, İhsân. 1978. Ta’rîhu’n-nakdi’l-edebî ‘inde’l-‘Arab.
Nakdu’ş-şi‘r mine’l-karni’s-sânî hatte’l-karni’s-sâmin el-hicrî.
Beyrut.
Boullata, Isa J. 1988. “The Rhetorical Interpretation of the
Qur’ân: I‘jâz and Related Topics”. Approaches to the History of the
Interpretation of the Qur’ân, nşr. Andrew Rippin. Oxford. 139-157.
Brockelmann, Carl. 1937-1949. Geschichte der arabischen
Litteratur. Leiden.
Carter, Michael G. 1990. “Arabic Grammar”. Religion,
learning and science in the ‘Abbasid period. (= The Cambridge
History of Arabic Literature), nşr. M. J. L. Young, J. D. Latham, R. B.
Serjeant. Cambridge.
Grotzfeld, Heinz. 1969. “Der Begriff der Unnachahmlichkeit
des Korans in seiner Entstehung und Fortbildung”. Archiv für
Begriffsgeschichte 13. 58-72.
Grunebaum, Gustave E. von. 1952. “The Aesthetic Foundation
of Arabic Literature”. Comparative Literature 4. 323-340.
Grunebaum, Gustave E. von. 1955. Kritik und Dichtkunst.
Wiesbaden.
Heinrichs, Wolfhart. 1969. Arabische Dichtung und griechische
Poetik. Hâzim al-Qartāğannīs Grundlegung der Poetik mit Hilfe
aristotelischer Begriffe. Beirut.
Matlûb, Ahmed. 1986. Mu‘cemu’l-mustalâhâti’l-belâgiyye ve
tatavvurihâ. Cilt. II, Bağdat.
296
Mehren, August F. 1853. Die Rhetorik der Araber.
Copenhagen.
Neuwirth, Angelika. 1983. “Das islamische Dogma der
‘Unnachahmlichkeit des Korans’ in literaturwissenschaftlicher Sicht”.
Der Islam 60. 166-183.

Konular