ARAP GRAMERİNDE YENİLİKÇİLİK HAREKETLERİ VE ETKİLERİ

ARAP GRAMERĠNDE ĠLK YENĠLĠKÇĠLĠK HAREKETLERĠ VE
ETKĠLERĠ
Yusuf DOĞAN
GĠRĠġ
Kur’an dilinin ve hadislerin Arapça olması; temel dinî eserlerin de aynı dille yazılması ve benzeri başka sebepleri de göz
önünde bulundurduğumuzda Arap olmayanların Arapça öğrenmesi kaçınılmaz olmuş, hatta zaman zaman kutsal bir görev olarak da kabul edilmiştir. Ancak Arapçayı Arap olmayanlara ve yeni Arap gençliğine öğretmek, daha ilk dönmeden itibaren özellikle
de gramer kurallarını öğretmek amacıyla yazılan kitaplar, öğretimde yeterli derecede başarı gösterememiş ve böylece yüzyıllarca
problem olmaya devam etmiştir. Dolayısıyla Arapçayı kolay bir
şekilde öğretme arayışları, Arapçanın kurallarının tedvinini takip
eden ilk eser yazma girişimleri ile birlikte başlamıştır.
Arap gramerinin esasları, tedvin hareketiyle birlikte belirlenmeye başlamış, bu konuda eserler yazılmıştır. Nahiv ilmi, bu çalışmanın büyük bir bölümünü oluşturmuştur. Söz konusu ilim,
ilk çalışmalarla birlikte âlimlerin yoğun bir ilgisi ile karşılaşmış,
bu alanda hacimli eserler telif edilmiş ve bu eserler nahvi öğrenmeyi güçleştirmiştir. Bundan dolayı bu ilmi kolaylaştırmak, genç
nesillere öğretmek gibi amaçlarla yenilik hareketleri başlamış ve
günümüze kadar da devam etmiştir. Bu hareket, ihya veya yenilikçilik (tecdîd) gibi adlar ile anılmıştır. Yenilikçilik hareketi, İbn
Ahmer ve el-Câhiz’in o dönemin öğretim tekniklerine tepkileri ile
başlamış, ihtisar eserleri yazılmış, daha sonra da bu hareket
Arap dil teorilerine yönelik eleştirilerle sürmüş; en kapsamlı eleş-
tiriler ve öneriler de Endülüs’te yapılmıştır.
Bu yenilikçilik hareketinin çağdaş döneme büyük etkisi olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılda Batı ile temas ile birlikte başlayan Arapçayı çağdaş bir şekilde öğretme hareketi, öncelikli olarak nahivde yenilik girişimlerine kayıtsız kalmamıştır. Söz konusu hareket, bu girişimlerden metodoloji gibi çeşitli açılardan faydalanmıştır. Bugün de aynı durum geçerlidir. Bu sebeple biz de
 (Dr.), Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belağatı
Öğretim Görevlisi. E-mail: ydogan@cumhuriyet.edu.tr
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
184
bu makalede başlangıçtan İbn Haldun’a kadar olan yenilikçilik
hareketini ele aldık.
Bu hareketin içerisinde Endülüs’te İbn Hazm (ö. 456/1064),
İbn Madâ (ö. 592/1196) gibi âlimler ve İbn Rüşd (ö. 595/1198)
gibi felsefeciler ön plana çıkmışlardır. Bu âlimlerden bir kısmının
teşebbüsleri önceden bilinirken İbn Rüşd’ün nahiv yeniliği ile ilgili düşünceleri yeni öğrenilmiştir. Çünkü İbn Rüşd’ün bu konu
ile ilgili yazma eseri henüz gün yüzüne çıkmıştır. Dolayısıyla bu
makalede yenilikçilik hareketini ilk dönem ve Endülüs dönemi,
bu dönemlerin çağdaş döneme etkileri ve bu konuda ses getiren
düşünürlerin görüşleri ile sınırladık. Çünkü bu konuda oldukça
fazla çalışma yapılmıştır.
A. Ġlk Dil ÇalıĢmaları ve Nahvin DoğuĢu
Arap grameri ile ilgili ilk çalışmaların başlamasının çeşitli bir
çok nedeni vardır. Bunların arasında Kur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlama, Arapçayı her türlü bozulmaya1 karşı koruma dü-
şüncesi2 ve yabancı kâtiplerin makam ve mevkilerini kaybetmemek için Arap dilinin kurallarını öğrenme arzularını da sayabiliriz.3 Bu bağlamda ilk teşebbüs, Ebu’l-Esved ed-Duelî’nin (ö.
69/688) Kur’an’ın harekelenmesi şeklinde olmuştur. Bu yeterli
olmamış ve bir dil kuralları sistemi kurma zarureti ortaya çıkmış-
tır. Ali b. Ebî Tâlib’in (ö. 40/661) dil kurallarını oluşturması için
Ebu’l-Esved ed-Duelî’ye talimat verdiği, böylece ilk dil çalışmaları
başladığı rivayet edilmiş ve genel olarak bu kuralların oluştuğu
bilim dalına nahiv adı verilmiştir.4
1 Arap dilinde bozulma lahn olarak ifade edilmiş ve ortaya çıkışı Hz. Peygamber dönemine kadar götürülmüştür. Bk. el-Hulî, Hâzim Süleymân,
“Teysîru’n-nahv ilâ asri İbn Madâ el-Kurtubî”, Kulliyyetu’t-terbiye, sy. 41,
http://www.arabization.org.ma/downloads/majalla/41/docs/50.doc.
2 Çetin, M. Nihad, “Arap”, DİA, İstanbul 1991, III, 296; Tüccar, Zülfikar,
“Kur’an ve Arap Edebiyatı”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları II, İSAV, İstanbul 2001, s. 43.
3 el-Câbirî, Muhammed Abid, Arap Aklının Oluşumu, İz Yay, İstanbul 1997,
s. 111.
4 Çetin, agmd, DİA, III, 296; Şerîf, Hasan, “Tebsîtu Kavâidi’l-luğati’lArabiyye”, el-Hilâl, c. 46, s. 1110
http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882; Durmuş, İsmail,
“Nahiv”, DİA, İstanbul 2006, XXXII, 300-301. İbn Selâm, Abdullah b. İshak el-Hadramî’nin (ö. 117/735) nahiv ilminde ilk defa kural koyan ve
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
185
Basra ve Kûfe şehirlerinde daha çok gramer malzemesinin
toplanması amacıyla öncelikli olarak yoğun dil ve edebiyat çalış-
malarına tanıklık edilmiştir. Bunun sonucunda Basra ve Kûfe
şehirlerinin adlarını taşıyan dil ekolleri doğmuştur.5 Basralıların
ileri gelenleri arasında Ebu’l-Esved’in öğrencisi Halîl b. Ahmed (ö.
170/786), Sîbeveyh (ö. 180/796) ve el-Ahfeş (ö. 215/830); Kûfe
ekolünde ise er-Ruâsî (ö. 190/805), el-Kisâî (ö. 189/805) ve elFerrâ (ö. 207/823) gibi nahivciler yer almışlardır.6 Daha sonra bu
iki ekol, Bağdat’ta İbn Keysân, (299/911), ez-Zeccâcî (ö.
337/948), Ebû Ali el-Fârisî (ö. 377/987), İbn Cinnî (ö. 392/1002)
gibi âlimler tarafından uzlaştırılmaya çalışılmış ve böylece Bağdat
ekolü doğmuştur.7
Bu çalışmalar ilk planda dilin sistematiğini kurmak şeklinde
kendisini göstermiştir. Bu ilk iki ekol, sistemlerini âmil-ma’mûl
teorisi üzerine kurmuştur.8 Bu teori, cümlelerdeki öğeleri etkileyen bir âmilin varlığı düşüncesine dayanmaktadır.9 Nahivciler,
kıyası kullanan kişi olduğunu ifade etmiştir (bk., Ebu’l-Hasan
Cemâluddîn Ali b. Yûsuf b. el-Kiftî, İnbâhu’r-ruvât alâ enbâhi’n-nuhât,
neşr. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Dâru’l-fikri’l-Arabî, Beyrut
1406/1986, II, 105-106). Nahiv ilminin kuruluşu iler ilgili diğer görüşler
için bk. Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 301-303.
5 Yabancıların yoğun olarak yaşadığı Basra ve Kûfe’de dilin bozulmasının en
yoğun şehirlerdendi. Bundan dolayı sonuçta ekol haline gelen ilk dil ve gramer çalışmaları bu şehirlerde başlamıştır (bk. Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII,
301).
6 Bu ekollerden Basra, şaz ve nadir olandan ziyade düzenli örnekleri esas
alarak kıyasa göre; Kûfeliler ise, semâ’a ve kıyasa dayanarak kurallar
oluşturmuşlardır. Böylece klasik nahiv ekolü gelişme yoluna girmiştir
(bk. Çetin, agmd, DİA, III, 296-297; Şerîf, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882).
7 Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, Dâru’l-meârif, Kahire, ts., s. 245-287; Çetin, agmd, DİA, III, 297; Şerîf, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882.
8 Nahiv ekolleri içerisinde âmil nazariyesini en fazla kullanan ve görüşlerini
buna dayandıran Basra ekolü olmuştur. Kûfelilerin de âmilden bağımsız
hareket ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ancak onlar semâ’a öncelik tanıdıkları için âmili ikinci derecede görmüşlerdir (bk. Yakup Civelek,
Arap Dilinde İ’rap Olgusu, Araştırma Yay., Ankara 2003, s. 46).
9 Çetin, agmd, DİA, III, 297. Sözlükte, “etki eden, işçi, vali, zekat toplayan” gibi
anlamlara âmil, Arap gramerinde “Fiil ve harfi cerler gibi kelimelerin i’râbını
değiştiren etkenler” şeklinde tarif edilmiştir (bk. İsmail Durmuş “elAvâmilü’l-Mie”, IV, DİA, İstanbul 1991, s. 106). Âmiller lafzî-manevî veya zahirî-takdirî şeklinde tasniflere tabi tutulmuştur (bk. Civelek, age, s. 46).
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
186
kelime sonlarındaki harekelerin değişimlerinin bir sebebi olması
fikrinden hareket etmişler ve bu değişimi sağlayan unsur için
“âmil (etken)”, değişen kelime için “ma’mûl (etkilenen)” kavramını
kullanmışlardır. Buradaki temel ölçünün, kelamdaki her eserin
bir müessiri olabileceği ifade edilmiştir.10
Âmil nazariyesinde i’râpların sebebinin açıklanmasının zorunluluğuna inanan nahivciler, bazen yaptıkları karmaşık ve ayrıntılı açıklamalar sebebiyle nahvi zorlaştırmakla suçlanmışlardır.11 Abdulkâhir el-Cürcânî’nin (ö. 478/1078) ir’âba ve i’râp
alametlerine dayanan nazım teorisini ortaya koyması12 bu tartışmaları daha da alevlendirmiştir.
Nahivdeki âmil anlayışının felsefe, mantık ve kelam gibi dü-
şünceye dayalı ilimlerden etkilenmesi sonucu geliştiği ileri sü-
rülmüştür.13 Örneğin, Kant gibi felsefeciler, Persler ve Arapların
10 Civelek, age, s. 44.
11 Civelek, age, s. 45. Nahvin bu derece zorlaştırılmasına bir örnek verecek
olursak: Sâîd el-Eşmûnî sıfatı müşebbehenin ma’mûlünün 72 şekilde; esSabbân ise daha da ileriye götürerek daha fazla şekilde okunabileceğini
ileri sürmüşlerdir (bk. Belhabîb, Reşîd, “Mecâlâtu’l-bahs fi’t-turâsi’nnahvî ve evleviyyâtiha”,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html).
12 Ona göre nazm teorisi genel olarak, müsned-müsnedi ileyh, fiil-meful arasındaki geçişlilik, fiil-meful sebebiyet ilişkisi gibi çok çeşitli dilbilgisel ilişkilerin, bağlantıların tasavvurudur. Bütün bu gramatik bağlantıların bilinmesi
nazm kavramı içinde değerlendirilir. İ’rabı kelime sonundaki harekenin ötesinde algılayan el-Cürcânî, i’râbı, anlamla eş kabul etmektedir. Hatta sözün
kapalı olmasını ve anlaşılmamasını nahiv eksikliğine değil, i’rapla ilişkisine
bağlamıştır. Örneğin, “ ”ضرَبَ زيد عمرا يوم الجمعة ضربا شديداcümlesindeki kelimeler
tek başlarına bir anlam ifade etmezken, bir cümle yapısı içerisinde birleştiklerinde tek ve ortak bir anlam ortaya çıkmaktadır. Bu anlam da “Zeyd’in
Cuma günün terbiye etmek için Amr’ı sertçe dövmesi”dir. Bu teori de bir anlamda âmil nazariyesinin bir farklı yorumu olarak değerlendirilebilir. Nazm
teorisi hakkında daha geniş bilgi için bk. Nasrullah Hacımüftüoğlu,
“Abdülkâhir el-Cürcânî”, DİA, İstanbul 1988, I, 247; Civelek, age, s. 38-39;
Kadir Kınar, “Abdülkâhir el-Cürcânî’nin Nazm Teorisi”, SÜİFD, Sakarya
2006, sy. 13, s. 65-101.
13 el-Câbirî, âmil nazariyesi fikrinin kelamcılara ait olduğunu belirtmiştir. Aynı
zamanda kelamcı olan ilk nahivciler, bilimsel akıl metodunu ve önermelerini
kullanmışlardır. Örneğin, nahivcilerin “Her fiilin bir fâili vardır” veya “Bir fiilin
sadece bir fâili vardır” önermesinin kelamdaki benzeri “Her hâdisin bir
muhdisi vardır” önermesidir. Aynı şekilde nahiv konularından tenâzu, kelamcıların “Âlemi iki ilahın yaratması mümkün değildir. Zira iki ilah olsaydı
aralarında tenâzu (çekişme) olurdu” önermesine dayanır. Benzer şekilde sarf
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
187
Aristo’dan ödünç aldıkları kurallar sayesinde nazari düşünceye
sahip olduklarını iddia etmişler;14 müsteşrik Von Kramer, Araplarda nahiv gibi bir şey olmadığını, Ârâmî ve Fars dili bilenlerin
bu ilme ihtiyaç duyulduğunda bu işe koyulduklarını belirtmiştir.
Bu görüş, birçok Arap dilci ve teorisyen tarafından reddedilmiş-
tir. Ahmed Emîn, Mustafa İbrahim, T. J. de Boer, Muhammed
et-Tantâvî, Ali Abdulvâhid el-Vâfî gibi birçok dilci, gelişmiş nahiv
ilminin Araplara ait olduğunu belirtmişlerdir.15 Ancak Sâmî dil
ailesine mensup Arap grameriyle Süryânî, İbrânî ve Keldânî gramerleri arasında bezerliklerin bulunması normal bir durum olarak da kabul edilmiştir.16
ve nahivde sık sık dile getirilen “iki sakin bir araya gelmez” kuralı kelamda
“Bir araz iki ayrı zamanda devam etmez (bulunmaz)” önermesi gibidir. elCâbirî’ye göre bu bir anlamda nahve mantık ilmi anlayışını getirmiş yani
nahvi mantık ilmi haline dönüştürmüştür (bk. el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr fî
meşrû müteceddid”, www.aljabriabed.com, 11.06.2003).
14 Adanalı, A. Hadi, “Erken Dönem İslam’da Gramer ve Mantık Tartışması”,
İslâmiyât 7, Ankara 2007, sy. 2, s. 61. İbnu’l-Mukaffa ve oğlu Muhammed
tarafından Aristo felsefe ve mantığının Arapça’ya tercümesinden sonra gramer kaidelerinin ortaya konulmasında ve sebeplerinin açıklanmasında etkisinin olabileceği belirtilmiştir (bk. Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 302).
15 Mukerrem, Abdulâl Sâlim, el-Halkatu’l-mefkûde fî târihi’n-nahvi’l-Arabî,
Muessesetu’r-risâle, Beyrut 1993/1413, s. 13-15; Durmuş, “Nahiv”, DİA,
XXXII, 302. Arap gramerinde yabancı etkisinin bir kısım dilciler tarafından
kesinlikle reddedilmesi, bu konudaki tereddütleri tamamen ortadan kaldırmaz. Çünkü Ebu’l-Esved ed-Duelî’den, Halîl b. Ahmed’e kadar teori, ıslah ve
yenlikçilik çalışmaları yapan bazı âlimlerin yabancı dillere vakıf oldukları gö-
rülmüştür. Bundan dolayı onların bu dillerden faydalanmış olabilecekleri
düşünülebilir. Örneğin Ebu’l-Esved ed-Duelî, Süryanice ve İbraniceye vakıf
olduğu ifade edilir. Kur’an’da geçen Süryanice kelimelerin tefsirinin ona sorulması ve dil çalışmaları sırasında Süryani ve İbrani yazılarında noktalarla
gösterilen harekeleri örnek alması, onun yabancı dil bildiğini, hatta diğer
dillerden istifade etmiş olabileceğini gösterir. İbnu’l-Mukaffa’ın ifadesine gö-
re, Halîl b. Ahmed, hiçbir harfini tanımadığı Süryânî alfabesiyle kaleme
alınmış Arapça bir metni okumuş, Grek diliyle yazılmış bir mektubu ise bir
ay boyunca Grekçe çalışarak çözmüştür. Bunlar da onun yabancı dile karşı
yeteneğini gösterir (bk. Mukerrem, el-Halkatu’l-mefkûde, s. 13-15; Tevfik
Rüştü Topuzluoğlu, “Ebu’l-Esved ed-Duelî”, DİA, İstanbul 1994, X, 309-
312). Yine âmil nazariyesine karşı çıkarak yenilik hareketini başlatan İbn
Cinnî’nin aslen Yunanlı olması; İbn Hazm, İbn Madâ ve İbn Rüşd gibi âlimlerin Endülüs’te Latin dili konuşan halkla iç içe olmaları ve onların özellikle
Aristo mantığı ve felsefesine vakıf bulunmaları da bu gerçeği pekiştirir.
16 Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 301.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
188
Bütün bu görüşlerden nahiv ilminin teorisi kurulurken çok
yoğun tartışmaların olduğu, aşırı yorumların meydana geldiği ve
bu yorumların da dil öğretimine dâhil edilmesi, söz konusu ilmi
zorlaştırmaya götürdüğü söylenebilir. Bu durumun da tabi olarak nahivde yenilik çalışmalarına ivme kazandırdığı belirtilebilir.
B. Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, nahvin ve ekollerinin ortaya çı-
kışında çok yoğun tartışmalar yapılmış, deyim yerindeyse, tam
anlamıyla bir beyin fırtınası yaşanmıştır. Genelde bu tartışmalar,
İslam ilimlerinin ve medeniyetinin altın çağına yakın veya altın
çağının yaşandığı dönemde olmuştur. Bu bağlamda, dil tartışmalarının İslam ilimlerinin ve medeniyetinin gelişmesinde önemli bir
payı olduğu söylenebilir. Ancak bu tartışmaların olumlu katkısı
ile birlikte zaman zaman orta yol bulunamamış, nahivdeki metodolojik tartışmalar çok aşırı boyutlar kazanmış ve nahiv konularıyla ilgili çok fazla detay içeren hacimli eserler ortaya çıkmıştır.
Dili özellikle de nahvi, öğrenmek isteyen yeni nesiller için Arap-
çayı öğrenmek zorlaşmıştır.
Nahvin bu derece zor öğretilmesi âlimleri harekete geçirmiş,
ilk önce bireysel eleştiriler yapılmıştır. İlk tepkiler Halef elAhmer17 ve el-Câhiz’den gelmiştir. el-Câhiz, bu tarz eğitimi pedagojik yönden eleştirmiş, ilk defa öğrenenlere ne kadar ağır gelebileceğine ve öğrenci-uzman ayırımına dikkat çekmiştir.18 Bunun
üzerine nahvi öğretmek için daha ilk eserler yazılır yazılmaz kolaylaştırma çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmaların ilki, hacimli
nahiv kitaplarını ihtisar etme olarak kendisini göstermiştir. Muhtasar eserlerin ilki, el-Halef el-Ahmer’in (ö. 180) el-Mukaddime
fi’n-nahv, Ahfeş’in el-Evsat fi’n-nahv ve Ebû Muhammed el-Yezîdî
Muhtasaru’n-nahv adlı eserleri olmuştur. Bunlardan başka Ali b.
17 el-Ahmer yazdığı muhtasar nahvin mukaddimesinde nahiv kitaplarındaki
problemi şöyle dile getirmiştir: “Nahivciler ve dilcilerin konuları uzattıkları-
nı, illetleri çoğalttıklarını gördüğümde, ilk Arapçayı öğrenenlerin geniş kitaplara bakmaya ihtiyaç duymamaları için nahiv usûlünü, edatları ve
âmilleri bir kitapta yazmaya ve cemetmeye kendimi verdim.” (bk. Reşîd
Belhabîb, “Mecâlâtu’l-bahs fi’t-turâsi’n-nahvî ve evleviyyâtiha”,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html).
18 Dayf, Teysîr, s. 13; Dayf, “Nahvin Kolaylaştırılması”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sy. 3, s. 211; Belhabîb, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
189
Hamza el-Kisâî (ö. 209), Ebû Ömer Sâlih b. İshak el-Cermî (ö.
225), Ahmed b. Yahyâ Sa’leb, Ebû Tâlib el-Mufaddal b. Seleme (ö.
390/999), Ebû Mûsâ Süleymân b. Muhammed, Ebu’l-Hasan
Muhammed b. Ahmed İbn Keysân (ö.320/932), Ebû Bekir Ahmed
b. el-Hasan İbn Şukayr (ö.316/928), İbrahîm b. Muhammed
Niftaveyh (ö.323/935), Ebu’l-Kasım Abdurrahmân b. İshak ezZeccâcî (ö. 337/948), Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed enNahhâs el-Mısrî (ö. 338/948) gibi âlimlerin yazdığı muhtasar
eserleri sayabiliriz.19
Bu eserler, nahiv kitaplarının içeriğinin kısaltılması veya bir
kısım konularının atılması şeklinde ihtisar edilmiş, dolayısıyla bu
da gerçek manada nahvi kolaylaştırmak olarak görülmemiş, aksine nahvin farklı bir tarzda tekrar sunulması şeklinde kendisini
gösteren metodolojik bir çalışma olarak değerlendirilmemiştir.20
Ancak çağdaş dilciler, nahiv konularını kısaltma yoluna giderek
bu eserlerden istifade etmişlerdir. Örneğin Mısır’da Rifâa etTahtâvî (ö. 1873), nahvi kolaylaştırmak amacıyla yazdığı etTuhfetu’l-mektebiyye fî takrîbi’l-luğati’l-Arabiyye adlı eserinde İbn
Âcurrûm el-Mağribî’nin yazdığı (ö. 723/1323) el-Âcurrûmiyye’den
faydalandığını görüyoruz.21
19 Bu muhtasar eserler hakkında daha fazla bilgi için bk. Dayf, Teysîr, s.
12-17; el-Hulî, agm,
http://www.arabization.org.ma/downloads/majalla/41/docs/50.doc. İhtisar çalışmaları içersinde Osmanlı döneminde yıllarca okutulmuş Birgivî
gibi alimlerin yazdığı avâmil türü eserlerin çok önemli bir yeri olduğunu
unutmamak gerekir.
20 el-Hulî, agm,
http://www.arabization.org.ma/downloads/majalla/41/docs/50.doc;
Şerîf, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882.
21 Dayf, Teysîr, s. 26; Keşşâş, Muhammed, “Menhecu Rifâa et-Tahtâvi fî
dav’i kitabihi: et-Tuhfetu’l-mektebiyye fî takrîbi’l-luğatu’l-Arabiyye”, elMecelletu’l-Arabiyye li’l-ulûmi’l-insâniyye, 2000, sy. 72,
http://pubcouncil.kuniv.edu.kw/kashaf/all.asp?id=8; Şerîf, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882. İbn Âcurrûm’un
ortalama yirmi sayfadan oluşan el-Mukaddimetu’l-âcurrûmiyye f’i mebâdii
ilmi’l-Arabiyye adlı eseri, daha önce yazılan bu tarz muhtasar eserlerin
ulaşamadığı şöhreti yakalamış, körfez ülkelerinden Mağrib’e kadar elden
ele dolaşmış ve üzerine birçok şerh yazılmıştır. Söz konusu muhtasar,
batıda ilgiyle karşılanmış 16. yüzyılın sonlarına doğru Latinceye; ayrıca
daha sonra Fransızca, İngilizce ve Almancaya da çevrilmiştir. Bk. Dayf,
Teysîr, s. 15-16; Abdullah Kennûn, “Musâhametu’l-Mağrib fî binâi’lhadârati’l-İslâmiyye”, el-Mevsimu’s-sekâfiyyu’l-evvel li mecmai’l-luğati’l-
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
190
Nahvi kolaylaştırma amacıyla yapılan girişimlerden birisi de
âmil nazariyesine karşı çıkma şeklinde kendisini göstermiştir.
Kutrub (ö.206/821-822) Arap gramerinin en önemli niteliği durumunda olan i’râp olgusunun medeniyetle uyuşmadığını ve
Arapçada cemi müzekker sâlimlerin her durumda yâ ile okunması gerektiğini belirtmiştir.22 O i’rap alametlerinin anlam ile gerek-
çelendirilerek açıklanmasına karşı çıkmış ve bunların sadece konuşmanın akıcılığını sağlamak amacıyla kullanılan işaretler olduğunu belirtmiştir.23
İbn Cinnî, IV. (X) yüzyılda kıyas geleneğine bağlı olarak sürdürülen, çok defa Basra ve Kûfe dil mektepleri arasındaki rekabete dayalı klasik tarzdaki dil çalışmalarına yeni bir anlayış getirmek istemiştir24 Ona göre nahivciler, her ne kadar kelime sonundaki harekelerin değişimini lafzî ve manevî âmillere bağlasalar da, gerçekte burada temel âmil mütekellimin kendisidir.25 Bu
yaklaşımıyla onun Kutrub’dan sonra âmil nazariyesine karşı çı-
kanlardan biri olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Kutrub ve İbn
Cinnî, âmil ve ona bağlı i’rap sisteminde yapılabilecek ıslahla nahivde yenilik olabileceği düşüncesine sahip olmuşlardır. Ancak
âmil fikrini reddeden İbn Cinnî terim olarak yine de kitabının
birçok yerinde âmili kullanmıştır. Örneğin mebni kelimelerin sonunu, herhangi âmilin değiştirmeyeceğini ifade etmesi gibi.26 O
âmili reddederken yerine alternatif bir terim koyamamıştır.
Fârâbî (ö. 339/950) öncekilerin aksine Arapçaya dil açısından
bakmanın gerekliliğini ifade etmiş ve dilin bütün milletlerde iki
temel esası olduğunu belirtmiştir: Birincisi, herhangi bir dildeki
Arabiyye, Ammân 1403/1983, s. 54; el-Hulî, agm,
http://www.arabization.org.ma/downloads/majalla/41/docs/50.doc.
22 Gündüzöz, Soner, “Klâsik Ve Modern Arapçanın Tarihsel Ve Filolojik Sınırları”, Nüsha, Kış 2003, yıl 3, sayı 8, s. 71.
23 Civelek, age, s. 30. Kutrub’un bu görüşü eleştirilmiştir. Zira onun dediği gibi
amaç sözü akıcı hale getirmek olsaydı fâili bazen kesra, bazen zamme bazen
de fetha okunması gerekirdi. Bu da konuşmacıya serbestlik getirecekti. Ancak böyle bir durum Arapçanın sistemine aykırı olduğu gibi, dilin bozulmasına yol açacak niteliktedir (bk. Civelek, age, s. 38.
24 Yavuz, Mehmet, “İbn Cinnî”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 397-398.
25 İbn Cinnî, el-Hasâis, thk. Muhammed Ali en-Neccâr, Kahire 1446/1986, I,
110-111. Ayrıca bk. el-Hammûz, Abdulfettâh Ahmed, et-Te’vîlu’n-nahvî fi’lKur’âni’l-kerîm, Mektebetu’r-rüşd, Riyad 1414/1984, I, 99.
26 İbn Cinnî, age, I, 38
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
191
kelimeleri ezberlemek ve o kelimelerin gösterdiği anlamlarını kavramak; ikincisi, kelimelerin genel kurallarını bilmektir. Ona göre
her milletin dili yedi kısma ayrılır. 1.Tek kelimelerin (müfred kelimeler) ilmi, 2. Bileşik (mürekkep) kelimeler ilmi, 3. Kelimelerin
tek oldukları zamanki kanunları, 4. Kelimelerin toplu oldukları
zamanki kanunları, 5. Doğru yazma kuralları, 6. Doğru şiir
okuma kanunları.27 Fârâbî’nin bu tasnifi incelendiğinde onun,
Aristo mantığına göre bir metot izlediği görülür. Zira Aristo mantığında önermeler de müfret (basit) ve mürekkepler şeklinde ele
alınmıştır. Onun görüşleri bütün olarak değerlendirildiğinde ve
doğru yazma kuralları da göz önünde bulundurulduğunda, onun
sistemine dili öğretme anlayışının hakim olduğu görülür. O bu
yaklaşımı ile öncekilerin dil öğretme tekniklerinin yanlışlığına
işaret ettiği söylenebilir. Ancak o nahiv ilmini ve âmilleri reddetmez; nahiv ilmini, “isim ve fiillerin sonunda meydana gelen deği-
şikliği konu alan konuşma ilmi” olarak tanımlar.28 Fârâbî dille ilgili bu önerilerini bir kitap yazarak somutlaştırmaz. Fakat onun
yolunu takip eden İbn Rüşd, bu projeyi geliştirerek hayata geçirir. Çünkü bu konuda İbn Rüşd’ün en fazla etkilendiği kişilerden
birisidir ki, aşağıda bu konu izah üzerinde durulacaktır.
Sonuç olarak Belhabîb’in de belirttiği gibi, nahvi kolaylaştırma hareketinin iki şekilde olduğu görülmektedir: Birincisi, hacimli nahiv kitapları yerine özet, kısa özlü eserlerin telifi; ikincisi
ise teorik olarak ıslah çalışmaları.29 Daha önce ihtisar ve ilk teori
çalışmaları hakkında kısaca bilgi verdik. Şimdi ise İbn Hazm, İbn
Tûmert, İbn Madâ, İbn Rüşd ve İbn Haldûn gibi Endülüs ekolü-
nün nahve getirdiği yenilik hareketini ele alalım.
C. Endülüs’te Yenilik ÇalıĢmaları
İbn Cinnî gibi Bağdat ekolü nahivcileri, Mısır ve Endülüs’te
kendilerinden önceki çalışmaları tefsir ve şerh etmeye yönelik çalışmalar yapmışlar; böylece Mısır ve Endülüs ekollerini oluştur-
27 Fârâbî, İhsâu’l-ulûm, MEB, İstanbul, 1989, s. 57-63. Ayrıca bk. el-Câbirî,
“Tecdîdu’t-”, www.aljabriabed.com,.
28 Fârâbî, İhsâ, s. 62.
29 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
192
muşlardır.30 Endülüs’te nahvin yeniliğine yönelik çalışmalar, bü-
tün İslam ilim dünyasına damgasını vurmuştur.
Endülüs’teki nahiv ilmiyle ilgili çalışmalara yönelik –kısaca-
şunları söyleyebiliriz: Endülüs’e nahiv alanında giren ilk eserler
el-Kisâî’nin, ardına da Sîbeveyh’inki oldu. Bundan sonra burada
nahivle ilgili telif hareketi başladı. Bunların başında Ebû Ali elKâlî’nin el-Emâlî ve Fealtu ve Efaltu adlı eserleri gelmiş, onu
Kitâbu’l-Ef’âl adlı eseriyle İbnu’l-Kûtiyye takip etmiştir.31 Saîd elEfğânî de bu eserlerin sayısının yedi yüzü aştığını ve bu sayının,
İslam alemindeki konuyla ilgili mevcut kitapların üçte birine tekabül ettiğini belirtmiştir.32 Özellikle de H. V. ve VI. yüzyıllarda
nahiv ilmi büyük ilgi görmüş ve diğer ilimlerin ulaşmadığı bir imtiyazlı bir yere sahip olmuştur.33 Doğudaki dil tartışmaları aynı
şekilde Endülüs’e taşınmış ve hacimli eserler telif edilmiş, Arap-
çayı öğrenmeye yeni başlayanların anlaması oldukça zorlaşmış-
tır. Bundan dolayı Endülüs’te nahvi kolaylaştırmaya yönelik ilk
çalışmalar, İbn Hazm’la başlamış, İbn Tûmert, İbn Madâ ve İbn
Rüşd’le devam etmiştir. Şimdi bu şahısların nahvin kolaylaştırmasına yönelik katkılarına yer verelim.
1. Ġbn Hazm
İbn Hazm’ın34 yaşadığı dönemde nahiv, uygulanabilirlikten
ziyade, kelamcı ve usulcülerin tartışmalarından etkilenerek daha
çok kural çıkarmaya ve fürû konulara yönelmiş; pratik ile teori
birbirine karışmıştır. Bundan dolayı nahiv tartışmaları, kıyas,
illet ve âmil teorisi üzerine yoğunlaşmıştır.35 O da bu konuları
inceden inceye düşünmüştür. Ancak İbn Hazm’ın nahiv teorisi
ve diğer görüşlerinde Zâhirî görüşünün büyük oranda etkisi ol-
30 Çetin, agmd, DİA, III, 297.
31 el-Efğânî, Saîd, Nazarât fi’l-luğa inde İbn Hazm el-Endelusî, Dâru’l-fikr, Beyrut 1389/1969, s. 9-10.
32 el-Efğânî, age, s. 11.
33 el-Câbirî, agm, http://www.fikrwanakd.aljabriabed.net/n49_01jabri.htm
34 İbn Hazm’ın hayatı hakkında daha geniş bilgi için bk. el-Efğânî, Nazarât, s.
15-16; Demirci, İbn Hazm ve Zâhirîlik, Can Ofset-Dizgi, Kayseri 1993, s. 2-3;
Ergüven, Şehabettin, Arap Dili ve Edebiyatı Açısından İbn Hazm, (Basılmamış Doktora Tezi), Marmara Üniv. Sosyal Bilimler Enst., İstanbul 2007, s.
55; Apaydın, H. Yunus , “İbn Hazm”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 40-41.
35 Demirci, age, s. 3; el-Câbirî, M. Abid, “Tecdîdu’t-tefkîr”,
www.aljabriabed.com.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
193
muştur. Çünkü o nasları zahiri anlamlarına göre değerlendiren
bakış açısına sahip birisidir.36 Şimdi de İbn Hazm’ın nahiv ilmiyle
ilgili görüşleri ve getirdiği yenilikleri ortaya koymaya çalışalım.
O nahvi, “Kelimelerin hareke ve harflerinin değişmesiyle anlamlarında meydana gelen değişiklikleri bilmek”, olarak tanımlamakta ve nahvi önemli bir ilim olarak kabul etmektedir. Zira nahiv ilmini bilmeyen bir kimsenin okuduğu ilimleri anlamasının
zor olacağını ifade etmektedir.37 Nahiv ilminde derinleşmeyi gereksiz ve faydasız bulan İbn Hazm, nahiv ilminde illet,38 kıyas,
takdirî ve manevi âmiller gibi konuları, aslı olmayan şeyler olarak
kabul etmekte, karmaşık nahiv meselelerini yalan ve uydurmalar
olarak nitelemekte, bu nitelikte olan şeylerle uğraşmanın ise gereksiz olduğuna işaret etmekte, ayrıca bunları, elde edilmesi daha önemli ve zorunlu olan şeylere engel olarak da görmektedir.39
36 İbn Hazm, el-İhkâm, I, 30-31; el-Efğânî, age, s. 20-2; Demirci, age, s. 11-15,
21-23
37 İbn Hazm, Merâtibu’l-’ulûm, IV, 66. Ayrıca bk. Ergüven, age, s. 225; elEfğânî, age, s. 10-11. İbn Hazm’ın Ahmet Demirci’nin iddia ettiği gibi nahvi
reddetmediği; (Demirci, age, s. 3), aksine onu, öğrenilmesi gereken ilimlerden saydığı şu sözlerinden de anlamak mümkündür: “… mutlaka nahvi öğ-
renmek gerekir. Kelime sonlarındaki harekelerin değişmesi ile anlamların de-
ğişmesini öğrenecek kadar bilmek yeterlidir…” (bk. İbn Hazm, et-Takrib, IV,
344; ayrıca bk. el-Efğânî, age, s. 10-11; el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s.
434) Bundan dolayı İbn Hazm, nahiv ilminde yeterli ve derin bilgi edinmek
için de Sîbeveyh’in el-Kitab’ını, ez-Zubeydî’nin Kitabu’l-vâdih’i veya İbnü’sSerrâc’ın el-Mûciz’i veya bu ikisinin seviyesinde olan diğer kitapların okunmasını tavsiye etmektedir. Ona göre nahiv, lugat ve şiir gibi farzı kifaye ilimlerden sayılmaktadır (bk. İbn Hazm, et-Telhîs li vucûhi’t- tahlîs, s.161, 162;
Ergüven, age, s. 225-226).
38 İbn Hazm’a göre nahivdeki illetler, Ebu’l-Abbâs el-Müberred (ö.286/900) de
el-Muktedab fi’n-nahvi adlı eserinin baş kısmında geçtiği gibi pratik ve teoride dil melekesinin zayıfladığı sonraki dönemlerde nahivciler tarafından
Arapların kullanımından uzak, zayıf temeller üzerine bina edilmiştir (bk. İbn
Hazm, et-Takrib, IV, 216-217. Ayrıca bk. 302; Demirci, age, s. 11; Ergüven,
age, s. 228-229).
39 İbn Hazm, Merâtib, IV, 66-67; et-Takrib, IV, 349. Ayrıca bk. Durmuş,
“Nahiv”, DİA, XXXII, 305; Câbirî, Arap Aklının Oluşum, s. 434, “Tecdîdu’ttefkîr”, www.aljabriabed.com; Ergüven, age, s. 225; Şerîf, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/showthread.php?t=6882. İbn Hazm sadece
nahivde değil, fıkıh usûlünde de illet ve kıyası kabul etmemiştir. Zira illet
ve kıyas hiçbir surette Hz. Peygamber, sahabe, tabiîn tarafından bu kelimeler kullanılmamış; bu metotla hüküm çıkarma ve amel etmekten bahsedilmemiştir. Bu konudaki teşebbüsleri de bidat saymıştır (bk. İbn
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
194
İbn Hazm’a göre, gramer kuralları belirlenirken Arapların
günlük hayatlarında kullandıkları dil esas alınmalıdır. Buna göre
o semâ metodunu kabul etmektedir.40 Bundan dolayı o, ref,
nasb, cer ve cezmden oluşan i’rap olgusunu, Araplarda nesilden
nesile aktarılan yerleşmiş bir meleke sonucu meydana geldiğini
ve bunlarda âmillerin herhangi bir etkisi olmadığı düşüncesini
taşımaktadır.41 O, açıkça nahivde âmil fikrini reddetmektedir.
Ayrıca İbn Hazm, İbn Madâ’nın teoride kalan ve pratikte yeri olmayan özellikle i’lalle ilgili örnek ve alıştırmaları “istiskâl” olarak
adlandırır. O “Falan kelimenin aslı buydu, falan hareke filan harfin üzerine ağır geldi, sonra o harf bu harfe dönüştü” gibi faraziyelerin sağlam temellerden yoksun olduğuna inanmakta ve Arapça
öğrenemeye katkısı olmayan varsayımlara dayanan gereksiz konuların gramerden atılmasını teklif etmektedir.42 İbn Hazm ve
daha sonra İbn Madâ’nın da itiraz ettiği i’lalle ilgili faraziyelerin,
Aristo mantığının olumsuz sonucu meydana geldiği ileri sürülmektedir.43
Yukarıda genel hatlarıyla vermeye çalıştığımız İbn Hazm’ın
nahivle ilgili görüşlerinin metodolojik ve pedagojik olduğu görülmektedir. Onun dilde âmil, illet, kıyas ve faraziyelerin olmadığı
görüşleri metodolojik; ilk planda gereksiz bilgilerin öğretilmesine
karşı çıkması da pedagojik olarak kabul edilebilir.
İbn Hazm bu görüşlerini müstakil bir kitap yazarak somutlaştırmamıştır. Fakat onun görüşleri, çok geçmeden yankı bulmuş ve Muvahhitler Devleti gibi siyasi bir otorite tarafından hayata geçirilmiştir. İbn Tûmert, İbn Madâ, İbn Rüşd ve çağdaş di-
ğer nahivciler ondan büyük ölçüde etkilenmişlerdir.
Hazm, el-İhkâm fî usûli’l-ahkâm, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, Beyrut, ts., VII,
25-26; VIII, 38; el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 434). Bk. Apaydın,
agmd, DİA, XIX, 47).
40 İbn Hazm, et-Takrib, IV, 302. Ayrıca bk. el-Câbirî, agm,
http://www.fikrwanakd.aljabriabed.net/n49_01jabri.htm; Ergüven, İbn
Hazm, s. 231.
41 İbn Hazm, et-Takrîb, IV, 94. Ayrıca bk. Ergüven, age, s. 231.
42 İbn Hazm, et-Takrib, IV, 302. Ayrıca bk. Ergüven, age, s. 229-230.
43 Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 302.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
195
2. Ġbn Tûmert
İbn Hazm’ın Zâhirîlik görüşünün bilimsel temelini ve dinsel
içeriğini doğrudan benimseyen ve bunu hareket noktası kabul
eden Muhammed İbn Tûmert (ö. 524/1130), onun görüşlerinin
sonuna kadar takipçisi olmuş ve Muvahhitler Devleti’nin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
İbn Tûmert, Müslümanların Zâhirî mezhebinin görüşleri etrafında birleştirip yeniden yapılanmalarını hedeflemiştir. Ona göre
Müslümanlar, Kur’an ve hadislerin zahirinden uzaklaşmaları sebebiyle asıl konuları bırakarak ferî konularla ilgilenmiş ve bilgi
üretiminde yanlış yol takip etmişlerdir. Fıkıh, kelam ve dilde, kı-
yas ve onun esaslarından olan illete karşı çıkmıştır. Ona göre,
hüküm bu delillerle değil semâ gibi asıl kaynaklarla dayanır. Dolayısıyla İbn Tûmert de nahivde kıyası reddetmiştir.44
İbn Tûmert’in görüşlerinin İbn Hazm’ınınkinin tekrarından
başka bir şey olmadığı görülmektedir. Ondan sonra gelen İbn
Madâ da İbn Hazm’ın izini takip etmiş, ancak onun görüşlerini
ileri götürdüğü için daha fazla ses getirmiştir.
3. Ġbn Madâ
Mâlikî mezhebine göre eğitim alan Ahmed b. Abdirrahmân b.
Muhammed İbn Madâ,45 Zâhirîlik mezhebinin hakim olduğu, Kuzey Afrika’da Muvahhitler Devleti’ne davet edilmiş ve baş kadılığa
kadar yükselmiştir.46 Zâhirîlik mezhebini kabulü ile birlikte, İbn
Hazm’dan büyük ölçüde etkilenen İbn Madâ, daha da ileri giderek zahirî ve gizli âmilleri; bunların dayandığı illet ve kıyasları
reddederek sadece harekelerin varlığını kabul etmiş;47 eski dilci-
44 el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 444-445; Toprak, M. Faruk, “Reformist
Bir Arap Gramercisi: İbn Mazâ”, Ankara Üniv. DTCFD, Ankara 1995, c.
XXXVII, sayı 1-2, s. 207.
45 İbn Madâ’nın hayatı hakkında daha geniş bilgi için bk. Hulusi Kılıç, “İbn
Madâ”, DİA, İstanbul 1999, XX, 163-146).
46 Toprak, agm, DTCFD, c. XXXVII, sayı 1-2, s. 207; el-Câbirî, Arap Aklının
Oluşumu, s. 444-445.
47 Dayf, Teysîr, s. 18-23; es-Sâlih, Subhî, Dirâsât fî fıkhı’l-luğa, Dâru’l-ilm
li’l-melâyîn, Beyrut 1379/1960, s. 134-135; el-Hammûz, age, I, 94; elCâbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 453, “Tecdîdu’t-tefkîr”,
www.aljabriabed.com; Ergüven, İbn Hazm, s. 236.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
196
lerin nahiv meselelerinin izahına temel olan âmil nazariyesi ile
ilgili görüşlerini reddetmiştir.48
İbn Madâ benimsediği Zâhirîlik görüşlerini er-Reddu ale’nnuhât, el-Muşrık fi’n-nahv ve Tenzîhu’l-Kur’ân ammâ lâ yelîku bi’lbeyân adlı yazdığı üç eserde dile getirmiştir. Ancak bunlardan erReddu ale’n-nuhât49 dışındaki diğer eserleri günümüze ulaşmamıştır. Bir görüşe göre, onun bu eserleri yazmaktaki amacı, gramer ve tefsir ilimlerine katkıda bulunmak değil, aksine bu ilimlere ait birçok görüş ve nazariyeyi Zahirî mezhebi prensipleri ışı-
ğında çürütmek, bir başka ifadeyle, bu ilimleri Zâhirî mezhebine
göre yorumlayarak bu mezhebin propagandasını yapmaktır.50
Ona göre Arap gramerciler, nahiv ilmini ortaya koyup geliş-
tirmekle hayırlı bir iş yapmışlar ve bu sayede Arap dilini bozulma
ve değişmeye karşı korumuşlardır. Ancak zamanla gereksiz konulara girmişler ve kafaları karıştıran nazariyeler ortaya atmış-
lardır.51 O da, “Din nasihattir” hadisinden yola çıkarak gramerde
yapılan yanlışlara karşı uyarmayı bir görev saymış ve onları, bu
ilim dalındaki fazlalıkları atmaya davet etmiştir.52 Onun amacı-
nın dînî ilimlerde Zâhirîliğin temel alınmasını sağlamak; fakat dil
konusundaki asıl gayesinin Şevkî Dayf’ın dediği gibi nahvi kolaylaştırmak ve basitleştirmek olduğu belirtilmiştir.53 İbn Madâ
nahvi kolaylaştırmak amacıyla kendisinden önce yapılmış muhtasar çalışmaların faydasızlığını ise “İnsanı cennete girdiremediği
gibi cehennemden çıkaramaz” sözleriyle dile getirmiştir.54
48 Çetin, agmd, III, 297; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 305; el-Câbirî,
“Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com
49 Ebû Abdillah Muhammed b. Musa ed-Duvelî es-Sârifî’ye (ö. 790/1388) aynı
adla (bk. Kılıç, agmd, DİA, XX, 164) ve İbnu’r-Râvendî’ye de Kitâb fi’r-red
ale’n-nuhât adlı kitap nispet edilmektedir (bk. Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII,
305).
50 Toprak, agm, DTCFD, c. XXXVII, sayı 1-2, s. 208; Câbirî, agm,
http://www.fikrwanakd.aljabriabed.net/n49_01jabri.htm.
51 İbn Madâ, Kitâbu’r-Red ale’n-nuhat, thk. Muhammed İbrahim el-Bennâ, Kahire 1399/1979, s. 64.
52 İbn Madâ, age, s. 63.
53 Dayf, Teysîr, s. 18.
54 İbn Madâ, age, s. 66.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
197
İbn Madâ’nın görüşleri temelde üç esasa dayanır. Birincisi,
âmil ve ma’mûl nazariyesini reddetmek;55 ikincisi, harfi cerrin
müteallakı56 ve üçüncüsü ise farazî (varsayım üzerine kurulan)
temrinleri dilden atmaktır.57
55 İbn Madâ, gramerde âmil nazariyesine; takdir ve kıyas fikrine karşı çıkmış
ve bunların cümle terkibi için tabiî bir kural olmadığını ifade etmiştir ( İbn
Madâ, age, s. 69.) İbn Madâ, bir cümlede yer alan fâili de reddeder. Çünkü
Mutezilenin de belirttiği gibi fâil iki çeşittir: Birincisi, hayvanlar gibi iradesi
ile fâil; ateş gibi tabiatı ile fâil. Halbuki kelimeler ne iradesi ne de tabiatı ile
fâil olabilecek durumdadır (bk. İbn Madâ, age, s. 79-80). İbn Madâ, âmil ve
ma’mûl teorisine özellikle de gizli âmilin düşüncesine karşı çıkar. Ona göre
bu şekilde cümlelerde gizli fiil kabul etmek varsayımdan öte bir şey değildir.
(bk. İbn Madâ, age, s. 72-73). Aynı şekilde İbn Madâ münada gibi konularda fiilin gizlenmesini oldukça zorlama bir yorum olarak görür (bk. İbn Madâ,
age, s. 95-115) Dayf, onun tenâzû konusunu âmil teorisini çürütmek için
sunduğunu belirtir (Dayf, Teysîr, s. 20). O benzer şekilde Arapların iştiğalle
ilgili bilgileri olmadıklarını ve nahivcilerin ortaya çıkardıkları bir konu oldu-
ğunu belirtir (bk. İbn Madâ, age, s. 103). İbn Madâ, Sîbeveyh’in âmil konusundaki görüşleri için de “Apaçık fesat” demiştir. (bk. İbn Madâ, age, s. 69).
Bütün bu görüşlerine rağmen, o âmili tamamen de reddetmez; nasbeden ve
cezmeden edatları kabul eder. Ancak fiili muzariyi gizli “ ”le nasbeden
âmilleri kabul etmez (bk. İbn Madâ, age, s. 115-125). İbn Madâ burada bir
taraftan âmilleri reddederek diğer taraftan “ ” gibi âmilleri kabul ederek
açıkça çelişkiye düşmüştür. İbn Madâ, Zâhirî mezhebi görüşleri doğrultusunda gizli âmil fikrini kabul etmediği gibi zamirin gizlenmesini de kabul
etmemiştir. Ona göre, “ = Zeyd ayağa kalktı” isim cümlesinde haber durumunda olan “ ” fiilinin “ ” şeklinde müstetir bir zamire ihtiyacı yoktur.
Çünkü bu fiil, kendisinden önceki isimle birlikte bir anlam ifade etmeye yeterlidir. (bk. İbn Madâ, age, s. 81, 84).
56 İbn Madâ’ya göre kafa karıştıran ve zihinleri yoran meselelerden birisi de câr
ve mecrûrdan oluşan şibih cümlelerde söz konusu edilen taalluk meselesidir. Câr ve mecrûr, bir fiil ya da şibih fiile tealluk ettirmesini kural haline getiren nahivciler, “ = Zeyd evdedir” cümlesini , “ = Zeyd eve
yerleşti” şeklinde takdir ederler ki, cümleler anlaşıldığı için böyle bir takdir
gereksizdir (bk. İbn Madâ, age, s. 79-80).
57 İbn Madâ’ya göre Arap nahvinden atılması gereken konulardan birisi de,
teoride kalan ve pratikte yeri olmayan özellikle i’lalle ilgili örnek ve alıştırmalardır. Örneğin “ ” ve “ ” olan isimlerin asılları “ ” ve “ ” olarak belirlenir. Bu iki örnekte yâ harfleri, bir önceki harfleri zamme olduğu için vâv’a
dönüşürler. Ona göre, kelimelerin bu şekilde analizinin hiçbir faydası olmadığı ve aslını öğrenmeye gerek yoktur. İnsanlar, fasih dili öğrenip akılda
tutmaktan aciz iken bu kadar gereksiz bilgiyi ezberlemesi oldukça zor olacaktır (bk. İbn Madâ, age, s. 135-136).
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
198
Daha önce Câhiz, İbn Cinnî ve özellikle İbn Hazm da nahivcilere bazı eleştiriler yöneltmişlerse de onların eleştirileri İbn
Madâ’nınki kadar kapsamlı ve sistematik olarak kabul edilmemiştir.58 O, i’râba sert ve mantıkî eleştiriler yöneltmesine karşın,
âmilin yerine geçecek bir alternatif sunamamıştır.59
İbn Hazm’ın özellikle İbn Madâ’nın modern dil anlayışına çok
yakın fikirleri, yüzyılların alışkanlığı ve büyük otoritelerin manevî
baskısı altında geçen XX. yüzyıla kadar gereken ilgiyi görmemiş;60 bu yüzyılın yarısında İbn Madâ’yı örnek alarak Arapça’nın
öğretiminin kolaylaştırılması konusunda bazı çalışmalar yapılmıştır.61 Onun, Arap gramerini mesnetsiz nazariyelerden ve gereksiz uzun yorumlardan arındırmak amacıyla yaptığı reform niteliğindeki bu fikirleri, XX. asırda gün yüzüne çıkmış ve ilim
dünyasında farklı şakilerde algılanmıştır. Bazıları onun bu gö-
rüşlerini tamamen desteklerken, bazıları ise tamamen reddetmiş62 ve bir kısmı da tarafsız kalmıştır. Aşağıda bu görüşlere kı-
saca yer vereceğiz. Onun çağdaşı İbn Rüşd de nahiv de yenilikçilik görüşlerinin taraftarı olmuş, ancak nahvi ondan farklı bir anlayışla ele almıştır.
4. Ġbn RüĢd
Endülüs’te İbn Hazm’la başlayan nahivde yenilikçilik hareketi, İbn Rüşd’ü de etkilemiştir.63 İbn Madâ ile çağdaş olan İbn
Rüşd, kendisini dini ilimlerde ve felsefede çok iyi yetiştirmiştir.64
58 Kılıç, agmd, DİA, XX, 164.
59 İbn Madâ, kelimenin cümle içerisindeki ilişkilerini ele alan ir’âbı ve âmil nazariyesini reddettikten sonra bu durumu açıklayacak bir alternatif getirmesi
beklenmiştir. Zira i’râba ilişkin hususların değişmesiyle gramatik anlamların
değişmesini açıklamak gerekmektedir. Klasik dilciler bunu âmil teorisiyle
açıklamaya çalışmışlardır. Bu teoriyi yıkan İbn Madâ, âmillerin ve dolayısıyla i’râbın değişmesiyle anlamın değişmesi olgusunu açıklayacak bir teori geliştirememiştir. Âmilin, konuşan kişinin bizzat kendisi olduğu şeklindeki fikri yaklaşımı ise, dilin, kişinin kendi seçimine bağlı bir bireyseş bir olgu oldu-
ğunu gösterir ki bu, pek tutarlı görünmemektedir (bk. Civelek, age, s. 52).
60 Çetin, agmd, DİA, III, 297.
61 Kılıç, agmd, DİA, XX, 164.
62 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
63 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
64 İbn Rüşd’ün hayatı hakkında daha geniş bilgi için bk. H. Bekir Karlığa, “İbn
Rüşd”, DİA, İstanbul 1999, XX, 257-288; Philip K. Hitti, Arap Tarihinin Mimarları, terc. Ali Özen, Risale Yay., İstanbul 1995, s. 274-289.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
199
O, Muvahhitler Devleti’nde “asıllara dönüş, kıyası ve taklidi terk
etme şeklinde” başlatılan ilmî hareketi doğrudan onaylamamış, o
dönemde hakim olan Zâhirîlik mezhebinin taraftarı olmamış ve
objektif bir bilim adamı sorumluluğuyla hareket etmiş, böylece
yaşadığı asırda İslam ilimleri ile ilgili problemi görmüş, inanç,
hukuk, felsefe, tıp, dil, siyaset vb. ilim ve kültür alanında metodolojiyi yeniden temellendirmeyi amaçlayan değişiklik projesinin
mimarı olmuştur.65
İbn Rüşd iyi bir dil eğitimi almış, yaşadığı asrın meşhur alimlerinden Ebû Bekir Süleyman İbn Semhûn el-Ensârî’den nahiv
öğrenmiştir.66 İbn Rüşd, Arapçanın çok büyük bir öneme sahip
olduğuna inanmış ve bu durumu şu sözleriyle ifade etmiştir:
“Arapçanın faydası (inkar edilemeyecek derecede) açıktır; onunla
Allah’ın kitabı, nebînin sünneti, teorik ve pratik olarak öğrenilen
bütün ilimler anlaşılır.” Yine İbn Hâtime’nin naklettiğine göre:
“Arap dili ile ifade edilen teorik ve pratik her ilmin anahtarıdır”
sözleriyle Arapça’yı, diğer ilimleri öğrenmeye aracı (ilm-i âlet) olarak kabul etmiştir.67 Ayrıca o, müçtehidin içtihat yapabilmesi için
Allah’ın kitabını ve resulünün sünnetini hatasız şekilde anlayacak ölçüde lügat ve lisan bilmesi gerektiğini belirtmiştir.68 İbn
Rüşd, yaşadığı asırda Arapça’yı özellikle de nahvi anlama ve öğ-
retme anlayışından kaynaklanan metodolojik problemler görmüş
ve bu konuda ed-Darûrî fi’n-nahv adlı veya ed-Darûrî fî sınâati’nnahv69 adlı bir eser yazmıştır.70
65 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
66 Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 28-29.
67 Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 30.
68 Apaydın, “İbn Rüşd – Fıkhi Görüşleri”, DİA, XX, 291.
69 Eserin isminin ikincisi ed-Darûrî fî sınâati’n-nahv olması, daha mantıklı gö-
rünüyor. Zira İbn Rüşd’ün üzerinde en fazla etkisi olan felsefecilerden
Fârâbî de sadece bilgi ifade edeni ilim; pratik faydası ile birlikte bilgi veren
ilmi sanat (sınâat) olarak adlandırmış; nahvi de aynı şekilde sanat olarak
adlandırmıştır. (bk. Fârâbî, İhsâu’l-ulûm, çev. Ahmet Ateş, MEB, İstanbul
1989, s. 141).
70 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com,; Benşerîfe, agm,
Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 28-29. İbn Rüşd’ün bu eseri yazdığına
dair günümüz ilim dünyasında tereddütler oluşmuştur. Bir kısım alimler
mantık ilmiyle karıştırdığı düşüncesine kapılmışlar; ancak, edebiyat ve
belağat sahalarında eser yazması onun nahiv alanında da yetkin olduğunu
ve eser yazabileceğini göstermiştir. Ayrıca Ebû Hayyân gibi alimler onun kitabından atıflarda bulunmuşlardır (bk. Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
200
O, yaşadığı asırda yazılan nahiv kitaplarının anlaşılmasının
zor olduğu ve bilimsel bir metodolojiye sahip olmadığı düşüncesindedir. Arapça’yı ve bu dildeki anlamları en kolay bir şekilde
öğrenmeyi isteyen kimsenin zorunlu olarak nahiv öğrenmesi gerektiğini ve bu amaçla kitabını yazdığını belirtir.71 Ayrıca o eserde, bu ilmin amacı, faydası, kısımları, öğrenmede takip edilecek
metotları, öğretimde nahiv ilminin diğer ilimlere göre önceliği, di-
ğer ilimlere oranla yeri, ne tür ilimlerden sayıldığı vb. konulara
değindiğini de belirtir.72
İbn Rüşd, sistemini, İbn Hazm ve İbn Madâ gibi âmil nazariyesini reddetme düşüncesi üzerine bina etmemiştir. Ona göre
problem, yazılan nahiv eserlerinin üslubundan ve öğretme tekniklerinin zorluklarından kaynaklanmakta; bunun arka planında “ettarîkatu’s-sınâiyye” şeklinde adlandırdığı nahvin bilimsel bir metot
üzerine temellendirilmemesi yatmaktadır.73
O sunduğu projede, bütün dillerin ortak olduğu fikrinden hareketle nahiv ilmini yeniden yapılandırmayı hedefler. Ona göre,
zihne önce kelimelerin anlamları yerleşir, daha sonra kelimeler
öğrenilir. Nahvi, müfredler (kelimeler) ve anlamlar (mürekkepler )
nahvi olmak üzere mantıklı bir şekilde ikiye ayırır. Kelimeler nahArabî, sy. 92, s. 29-33). İbn Rüşd ed-Darûrî fî sınâati’n-nahv adlı eseri
552/1157’de otuz iki yaşında iken yazmıştır (Benşerîfe, agm, Mecelletu’lmecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 27). Bu eser, Moritanya’da özel bir kütüphanede
bulunmuş ve Mansûr Ali Abdussemî tarafından tahkik edilerek neşredilmiş-
tir. Bu yazmanın bir fotokopisi de Kahire Yazmalar Kütüphanesi’ne verilmiş-
tir. Bu yazmaya göre kitabın 75 varak, her sayfada 17 satır, istinsah tarihi
ve müstensih kaydı bulunduğu ifade edilmiştir (bk. Benşerîfe, agm,
Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 33-34).
71 Benşerîfe’ye göre İbn Rüşd’ün nahivle ilgili farklı görüşlere sahip olmasında hocası İbn Semhûn’un üstadı Ebu’l-Hasan İbnu’t-Tarâve’nin (ö.
528/1134) etkisi olmuştur. Zira o, İbn Semhûn’un zaman zaman hocası-
nın nahivle ilgili manevî âmil, şart edatları, sıfat gibi konularda farklı gö-
rüşlerini İbn Rüşd’e aktarmış olabileceği düşüncesindedir (bk. Benşerîfe,
agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 28-29; Mezîd İsmâîl Nuaym -
Rûfâîl Mercân, “Ebu’l-Hasan İbnu’t-Tarâve ve ârâuhû fi’n-nahv ve’s-sarf”,
Mecelletu Câmiatu’l-Adâb ve’l-ulûmu’l-İnsâniyye, 2005/2, sy. 27,
http://www.ahlalhdeeth.com/vb/attachment.php?attachmentid=55751&
d=1207046871.
72 Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 33-34.
73 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com,; Belhabîb, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
201
vi anlamlardan önce gelir. O yukarıda da geçtiği gibi Fârâbî’nin
dili müfred (basit) ve mürekkepler (bileşik) şeklinde nahve uygulamasını esas almış, Aristo mantığının temelini teşkil eden mantıklı bir sınıflama sistemini nahiv ilminde uygulamak istemiş,
nahvi mantık ilmine sokmamaya gayret etmiştir. Diğer taraftan
âmil fikrinde de Aristo’dan etkilenmiştir. İbn Rüşd, bu projesinde
nahiv konularına yeni bir kural eklememiş ve fiillerin tasnifi hariç, herhangi bir konu ilave etmeye gerek olmadığını belirtmiş-
tir.74 Böylece İbn Rüşd’ün nahvi mantık ilmine dahil etmediğini
ve mantık ilminin metotlarını kullanarak nahve yeni bir açılım
getirmek istediğini anlıyoruz. Ancak o nahvi mantığa girdirmekle
suçlanmaktan da kurtulamamıştır. O bu suçlamaları yapanların
nahvin ve mantığın metotlarını bilmediklerine yani bu konuda
cahilliklerine bağlamıştır.75
İbn Rüşd’ün nahiv ilminde yenilikle asıl amacı, onu metodolojik olarak bilimsel düzeye ulaştırmaktır. Bundan dolayı nahvin
asıl ve fürû konuları küllî kaideler şeklinde ortaya konmalıdır.
Zira ortaya konan bu kurallar, nahiv ilminin taşıyamayacağı kadar fazlalaşmıştır. İbn Rüşd de nahivcileri bu konuda İbn Madâ
gibi eleştirmiştir.76
İbn Rüşd’ün ortaya koyduğu metodoloji iki aşamalıdır:77
74 İbn Rüşd’ün ileri sürdüğü kurallardan birisi de fiillerle ilgilidir. O Arap kelamını ihbarî ve inşaî olarak tasnife tabi tutar. İnşai fiiller, genelde emri hazır ve nehyi hazır gibi sigalardır. Ona göre emri hazır yapılmamış bir emri
ifade ettiği için gerçekte fiil olamaz. Ancak bir eylemin yapılmasını istediği
için mecazi olarak bir emir fiilidir. Nehyi hazır da bir eylemin yapılmasını
yasaklayan yani yapılmış bir eylemi ifade etmediği için fiil kabul edilmemesi
gerekir (bk. Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 32-33).
75 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com. Aristo’nun mantıkla ilgili
eserlerin tercüme edilmesiyle birlikte mantık karşıtı hareket başlamıştır. Bu
karşıtlığın ilk tezahürlerinden birisi de nahiv alimi Sîrâfî ile Ebû Bişr Mattâ
arasında olmuştur. Bu iki alim, nahiv ve mantığın lafız ve manayı metodolojik ve epistemolojik ele almalarını tartışmışlardır. Bu tartışmada Sîrâfî mü-
kemmel hitabeti ve susturucu cevapları ile Mattâ’ya karşı galip gelmiştir.
Daha geniş bilgi için bk. el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 360-364; A. Hadi Adanalı, “Erken Dönemde İslam’da Gramer ve Mantık Tartışması”,
İslâmiyât 7, Ankara 2007, sy. 2, s. 61-73.
76 Benşerîfe, agm, Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 35; el-Câbirî,
“Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
77 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
202
Birincisi, nahiv kurallarını yani müfred ve mürekkep lafızları
bilimsel olarak külli bir kaidede birleştirmek gerekir. Ancak bunun sınırlarını iyi bir şekilde belirleyerek konuya dahil olanları
dışarıda bırakmayacak şekilde yapmak gerekir. İbn Rüşd’e göre
külli kaideler çıkarmak imkan dâhilinde olup bunun çıkarılması
için tümevarıma, semâ’a (işitmeye dayalı olarak derlenen kaynaklar) ve semâ’ın olmadığı konularda kıyasa başvurulabilir. Meselâ, fâilin merfû olması gibi. Öyle ise “Fâil olarak gelen her isim
merfûdur” külli kaidesi çıkarılabilir. Bu durumda bunu ref eden
sebebi bulmak gerekir.78 Ona göre de ref eden sebep âmildir. Ancak bu âmil âmil, klasik manada bilinen âmil değildir. O âmili
Aristo’nun sebep nazariyesine bağlar. O âmilin ref ve nasb ameli
için bir “ = Zeyd hurma yedi” şeklinde olumlu ve “
= Zeyd hurma yemedi” olumsuz iki cümle üzerinden açıklama
yapar. Ona göre olumlu cümlede fâil olarak merfû olan “ ”in durumu anlaşılırken, olumsuz cümlede yani hurmayı yemediği halde “ ” fiilinin “ ”i ref etmesi mantıklı değildir. Ona göre fâil,
mübteda, haber gibi merfû ve mefûl gibi mansub kelimeler cümlenin bir parçası, yani öğesidir. Onlara bu harekeleri veren genel
olarak i’râp, yani cümlenin anlamı oluşturmasıdır. İbn Rüşd bu
görüşünü Aristo’nun sebebiyet teorisine dayandırır. Aristo’ya gö-
re sebep, madde, şekil (sûret), fâil ve gâye olmak üzere dört aşamalıdır. Bunu kürsü ile ağaç nesneleri üzerinde anlatır. Kürsü-
nün maddesi ağaçtır, kürsü onun şeklidir. Onun fâili (yapan)
marangozdur. Amaç ise oturmaktır. Aynı şekilde “ ” cümlesinde “ ” kelimesi madde; onun üzerindeki merfû alamet şekil;
fâil ise yani ref eden sebep, cümlenin oluşturduğu yapıdır. Bir
şekilde ağaçken kürsü haline çeviren marangozun fâilliği gibi
cümlenin yapısı, ona ref alametini verir. Gaye ise, mütekellimin
niçin söylediğidir.79
İkincisi, nahiv konularının birbirlerine karışmayacak şekilde
düzenlenmesidir ki, bu durum bütün dillerde ortaktır. İbn Rüşd,
bu konuda Fârâbî’nin İhsâu’l-ulûm’da dil bilimi için belirttiği bilimsel metodu (et-tarîkatu’l-ilmiyye) veya mantıkî tertibi (et-
78 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com.
79 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com; Benşerîfe, agm,
Mecelletu’l-mecmai’l-Arabî, sy. 92, s. 36.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
203
tertîbu’l-mantıkî) uygulamıştır. Onun söz konusu tertibi, müfred
(basit cümleler) ve mürekkep cümleler üzerine kurulur ki, mantık ilminde de böyledir. Ancak ir’âbın doğru tasnifi olmadan da
nahiv kolaylıkla öğretilemez. O, sistemi, “ = Her
şeyin basiti mürekkepten önce gelir” felsefi varsayımından yola
çıkarak kurar, kolaydan zora doğru yani tümevarım metodunu
kullanır.80
Onun nahiv ilmini yeniden inşa eden bu somut önerisinin incelenmeye değer olduğunu söylemeliyiz. Bu bağdamda eser, metinler ve alıştırmalarla desteklenerek yeniden bir kitap olarak hazırlanabilir. Böylece önerdiği sistemin ne kadar tutarlı olduğu ortaya konabilir, belki de dil öğretiminde yeni bir çığır açabilir.
5. Ġbn Haldun
Mağripli İbn Haldun’u Endülüs ekolünü savunduğu için bu
başlık altında zikrettik. O, Arapça dili ilgili ilimleri, lügat, sarfnahiv, beyan ve belağat olmak üzere dörde ayırır. Ona göre dinin
temel kaynaklarını anlamak için bu ilimleri öğrenmek zorunludur. Bu ilimler içerisinde sarf ve nahiv diğerlerine nispetle daha
önemlidir. Ona göre hiçbir dilde olmayan hareke ve az kelimelerle
çok anlam ifade etme, Arapçaya has bir özellik olup, diğer dillerde bulunmaz. Bundan dolayı harekeler, harfler, kelime ve cümleler anlam ve maksatları anlatmaya hizmet eder. Araplar bunları
meleke halinde öğrenmeye ihtiyaç olmadan bilirler. Ancak Arapların başka milletlerle karışmasıyla bu meleke bozulmuş oldu.
Bunun için nahiv ilminin temelleri Ebu’l-Esved ed-Duelî tarafından atıldı. Birçok eser yazıldı.81
İbn Haldun’a göre bir dilin kurallarını bilmek ve onu kullanabilmekle öğretmek çok farklı bir durum olduğunu, dolayısıyla bazı insanların kaideleri öğrenmekle dili öğreneceği yanılgısına düş-
tüklerini belirtti. O örnek olarak grameri bildiğini zanneden kimselerin iki kelimeyi bir araya getirip bir mektup yazamadığını;
ancak gramer bilmediği halde çok edebî mektuplar yazabilenlerin
80 el-Câbirî, “Tecdîdu’t-tefkîr”, www.aljabriabed.com; Belhabîb, Reşîd,
“Mecâlâtu’l-bahs fi’t-turâsi’n-nahvî ve evleviyyâtiha”,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html.
81 İbn Haldûn, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri Ugan, MEB, İstanbul 1991, III,
173-179.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
204
olduğunu belirtir. O aynı zamanda içerisinde şiir, atasözü ve
Arap kelamına dair bir şey olmayan nahiv kitaplarından da
Arapça öğrenilemeyeceği görüşündedir. Ona göre bu hususlara
riayet edilerek Endülüs’te dil öğretilir.82
İbn Haldûn yaşadığı asırda Arapça öğretim tekniklerini yeterli
görmeyerek pedagojik yönden eleştirmiştir. Bundan dolayı ona
göre bir kitabın alıştırmalarının yeterli düzeyde olmasının yanında terkiplerini de öğretmek gerekir. Bu da ancak Arapça terkip ve
kalıpları meleke haline gelecek şekilde ezberlemekle mümkün
olur. O bu hususlara riayet edilerek Endülüs’te dil öğretildiği gö-
rüşündedir.83
İbn Haldun nahvi metodolojik olarak da eleştiri getirmiştir. O
özellikle fıkıhta ve nahivde kıyası esas alan; kuralları birbirine
katma ve ayırma işlemine yani bir çeşit zihinsel faraziye üretme
faaliyetine dayanan kısır döngüyü eleştirmiştir. Ona göre bu metot, Müslümanlar arasında bilinçaltına yerleşmiş bir meleke halini almıştır.84
Nahvin doğuşu, ilk eserlerin telif edilmesi ve Arapçanın çok
derin metodolojik tartışmalar içerisine çekilmesiyle birlikte ilk
dönemde nahvi kolaylaştırmayı amaçlayan yenilik çalışmaları
başlamış, bunların peşine en ciddi çalışmalar Endülüs’te devam
etmiştir. Bu çalışmalar daha çok nahvin dayandığı âmil nazariyesi ve onun temel teşkil ettiği illet, kıyas gibi kaynaklar üzerinde
yani bu dayanakları reddetme şeklinde olmuştur. Ancak bu
problem, daha çok öneriler sunularak aynı zamanda muhtasar
nahiv eserleri ve İbn Rüşd gibi alimlerin eserleri ile somut olarak
da çözülmeye çalışılmıştır. Bu çalışmalar en büyük etkisini çağ-
daş dönemde göstermiştir. Şimdi ilk dönem ve Endülüs döneminin ilk çağdaş dönem etkisi üzerinde duralım.
D. ÇağdaĢ Döneme Etkileri
İbn Hazm, İbn Madâ ve İbn Rüşd gibi alimlerin görüşleri ya-
şadıkları asırda çok rağbet görmemiştir. Ancak çağdaş dönemle
birlikte ileri sürdükleri görüşler değerli bulunmuş, Emîn elHûlî’nin “Bir düşünce, bir dönem inançsızlık olarak kabul edilip
82 İbn Haldûn, age, III, 206-210.
83 İbn Haldûn, age, III, 209-210.
84 el-Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 466.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
205
yasaklanır ve onunla savaşılır; sonra aynı düşünce, zamanla bir
ekol, hatta bir inanç sistemi ve reform haline geliverir ve hayat
onunla ilerler”85 ifadelerinde de belirttiği gibi ilgiyle karşılanmıştır.
Napolyon’un Mısır seferi, Mehmet Ali Paşa’nın Avrupa’daki
okullarda uygulanan öğretim teknikleriyle eğitim yapan okullar
açması ve Avrupa’ya okumak için öğrenci gönderilmesi ile birlikte
Arap dünyası ile Avrupa arasında yakınlaşma başlamış ve söz
konusu yakınlaşma bütün alanlarda etkisini göstererek birçok
alanda çağdaş bir döneme kapı aralanmıştır. Bunun sonucunda,
özellikle Arapçayı öğrenme ve kullanmada karşılaşılan zorluklar,
Arapçayı batıdaki modern usullerle öğretmenin gerekliliği ileri
sürülmeye başlanmış86 ve Arapça öğretimi ile ilgili ağır eleştiriler
yapılmıştır. Örneğin Şevkî Dayf, dilin bu derece zorlaştırılmasını
Arapçanın bir eksikliği olarak değerlendirmiştir.87 İbrahim Mustafa ise Arapçayı bu şekilde zorlaştıran alimleri nahvi katletmekle
suçlamıştır. Çünkü onlar nahvin alanını daraltmışlar, kısır bir
yola girmişler, Arap dilinin kurallarını ve inceliklerini yok etmiş-
lerdir.88 Abdulazîz Fehmî de şarklıların yani Müslümanların geri
kalmasını gramerin zorlaştırılmasına bağlamıştır. Zira ona göre
nahvin kuralları zor ve nahiv dersi yanıltıcıdır.89 Muhammed
Abduh, Arapçanın öğretilmesi için yeni bir sisteme çok ihtiyaç
duyulduğunu, ancak bunun çok zor ve önünde birçok engeller
olduğunu belirtmiştir.90 Fakat bu eleştiri yapanların Mısır’lı olduğunu düşündüğümüzde çağdaş ilk tepkilerin ve çalışmaların
ilk kez Mısır’da yapıldığını söylememiz yanlış olmaz. Zira yukarı-
da da belirtildiği gibi Arap dünyasında Batı ile yakın temas ilk
kez Mısır’da olmuştur. Dolayısıyla Mısır’lı çağdaş dönem âlimlerinin nahvin yeniliğine önemli katkıları olmuştur.
85 el-Hûlî, Emîn, Arap-İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, Kitâbiyât Yay.,
Ankara 2006, s. 235.
86 Çetin, agmd, DİA, III, 285.
87 Dayf, Teysîr, s. 3; Belhabîb, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html.
88 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
89 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
90 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
206
Arapçaya yöneltilen bu eleştirilerin geçmişte de yapıldığını
fark eden dilciler, öncelikli olarak geçmişte yapılan dil tartışmalarına yöneldiler, özellikle İbn Madâ’nın görüşlerine rağbet edenler
oldu. Ancak onun görüşlerine karşı çıkanlar, tarafsız kalanlar;
âmmîce ve Arap lehçelerinin dikkate alınması gerektiğini savunanlar da oldu.
Çağdaş dönemde İbn Madâ’dan en fazla etkilenen gramercilerden biri de Mustafa İbrahîm’dir. Bu etki, yazdığı İhyâu’n-nahv
adlı eserinde açıkça görülür. O İhyâu’n-nahv’ın girişinde İbn
Madâ’nın nahivden âmil nazariyesini atmanın gerekliliğini, Arap-
çayı öğrenmeye yani dildeki anlamları öğrenmeğe engel teşkil ettiğini, aslında i’rap alametlerini âmil değil, konuşanın kendi sesleri olduğunu belirtir.91 Mustafa İbrahim esmâi hamsede elif, vâv
ve yâ’nın i’rap alameti değil işbâ harfi ve tesniyenin şaz olarak
kabul edilmesi gibi konularda Arap dili enstitülerini ve kurumlarını etkilemiştir.92
Mustafa İbrahim’in görüşleri Mısır’da çok büyük rağbet görmüştür. Mısır Milli Eğitim Bakanlığı da bir komisyon kurdurarak
dil problemlerini ele almış ve şu tespitlte bulunmuştur: Dil kurallarında varsayım ve sebepler ortaya koymaya ve bunlarda aşırılı-
ğa kaçmaya götüren felsefe, kurallardaki ve bilimsel derinlikteki
aşırılık, nahiv ve edebiyatı birbirinden uzaklaştırmıştır.93 Komisyon, bu tespitten hareketle nahivde yenilikle ilgili bir dizi teklif
sunmuş ve İbn Madâ’nın görüşleri açıkça yer vermiştir. Onun,
gizli âmil; açık ve gizli olsun car-mecrûr ve zarfın müteallakının
91 Onun görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir: Fethanın aslının zamme olması
sebebiyle fethanın kaldırılması; zammenin ve kesranın kabul edilmesi; beş
isim (esmâi hamse) ve cemi müzekker salimde kullanılan elif, vâv ve yâ’nın
irab alameti değil işbâ harfi ve tesniyenin şaz olarak kabul edilmesi ve atıfın
tevâbiden atılması. Mustafa İbrahim beş isim (esmai hamse) elif, vâv ve yâ
harflerinin irab alameti değil, İşbâ harfi ve tesniyenin şaz olarak kabul edilmesi gibi konularda Arap dil enstitülerini ve kurumlarını etkilemiştir. Daha
geniş bilgi için bk. Dayf, Teysîr, s. 28-34, 39-40; Dayf, agm, DAAD, VII
(2007), sy. 3, s. 213; el-Hammûz, age, I, 115; Belhabîb, agm,
http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-8959.html;.
92 Dayf, Teysîr, s. 33-34, 39-40; Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213; elHammûz, age, I, 115; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 305. Şevkî Dayf, Mustafa İbrahim’in ileri sürdüğü görüşlerin nahvi kolaylaştırmadığını, sadece bir
kısım illet ve faraziye sunduğunu belirtmiştir (bk. Dayf, Teysîr, s. 31).
93 el-Hammûz, age, I, 116; el-Hûlî, Emîn, age, s. 253.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
207
olması meselelerini reddeden görüşü benimsemiş;94 ilâl ve ibdâl
gibi farazî konuların atılmasını kabul etmiş;95 ayrıca Fârâbî ve
İbn Rüşd gibi cümleleri mevdû (mübteda, nakıs fiillerin ve
nevâsihin ismi, fâil, nâibi fail konularını, kısaca müsnedi ileyi
içerir) ve mahmûl (fiiller, nakıs fiillerin ve nevâsihin haberi, gibi
cümlenin ikinci unsurunu yani müsnedi içerir) gibi cümleleri ikiye indirgemiştir.96 Sonuçta bu çalışmalar meyvelerini vermeye
başlamış, somut hale gelmiş, 1949 yılında kolaylaştırılmış nahiv
kitabı hazırlanmış ve hemen okutulmaya başlanmıştır. Çok geç-
meden kitap hakkında şikâyetler başlayınca basılan bu kitaplar
uzun ömürlü olmamış ve birkaç sene sonra tekrar eskiye dönülmüştür.97
İbn Madâ’dan etkilenen dilcilerden birisi de Şevkî Dayf’dır.
Şevkî Dayf onun âmil nazariyesine karşı çıkmasını onaylamaz.
Ancak onun câr-mecrûr ve zarf-mecrûra müteallak takdir edilmemesi;98 yine onun farazî temrinler olarak nitelediği öğrencilere
çok ağır gelebilecek i’lal, ibdal gibi konuların nahivden atılması;99
muzari fiilin gizli bir “ ” edatıyla nasbedilemeyeceği100 gibi görüş-
lerini kabul eder. Dayf bu görüşlerini önce Dil Kurumu’nun 1977
yılındaki kongresine, öğrencilere nahvin kolaylaştırılması için bir
proje halinde sunmuş,101 daha sonra Teysîru’n-nahv’de büyük
ölçüde bu projenin mahiyetini belirlemiş ve Tecdîdu’n-nahv adlı
kitapta da somut hale getirmiştir.102
Mehdî el-Mahzûmî ise âmil nazariyesi ve onun ilgili ortaya
konan illetlere karşı çıkmış, bir kısım gereksiz konuların atılması
ve onun sultasından nahvi kurtarmanın gerektiğini ifade etmiş-
94 Dayf, Teysîr, s. 35-36, 41-43.
95 Dayf, Teysîr, s. 37-38, 44-45; Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 212-
213.
96 Dayf, Teysîr, s. 37-38, 44-45; Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 212-
213; ; er-Raîd, Abdulvekîl Abdulkerîm, Zâhiratu’l-i’râb, Dâru ikra, Trablus
1988, s. 385-386.
97 Dayf, Teysîr, s. 45; Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213..
98 Dayf, Teysîr, s. 57, Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213-214.
99 Dayf, Teysîr, s. 61-63, Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213-214.
100 Dayf, Teysîr, s. 57, Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213-214.
101 Dayf, Teysîr, s. 49, Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 213-214.
102 Dayf, agm, DAAD, VII (2007), sy. 3, s. 214; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII,
305.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
208
tir.103 Aynı şekilde İbrâhîm es-Sâmirrâî de tevîl, talîl ve âmil nazariyesini kabul etmemiştir.104
Temmâm Hassân gerçek nahiv ilminin, metodolojisine ses bilimi (ilmu’l-asvât) dahil etmekle olabileceğini, ayrıca ta’lîk fikrinin
bu düşüncenin merkezine getirilmesi gerektiğini söyler. Ona gö-
re, ta’lîk fikri ile âmil nazariyesi reddedilebilir. Talîk ise cümlenin
siyakı (akışı) ve lafzî karineler olmak üzere iki temel esasa dayanır.105 Bu bakış açısına göre harekelerin cümlenin akışı ile meydana geldiği ifade edilebilir. Zekeriya Uzun Cinayetu Sîbeveyh erRefdu’t-tâm limâ fi’n-nahv minel’-evhâm, Ahmed Dervîş İnkâzu’lluğa min eydi’n-nuhât adlı eserlerinde bu ilmin doğru bir metodoloji üzerine temellendirilmediğini ifade ederler.106
Nahivde yenilikçilik hareketlerine önemli katkılarda bulunanlardan birisi de Emin el-Hûlî’dir. Arapçanın yeni nesillere öğretilemediği, hatta bir öğrenci liseyi bitirinceye kadar on iki yıl fasih
Arapçayı öğrenmek için okuduğunu, fakat öğrenemediği tespitinde bulunur. Halbuki fasih Arapça, iş, öğrenim ve sanatta alanında, kolay, kullanılan estetik ve sosyal hayatın her alanında
geçerli olan bir dildir.107 O dilde yenilikçilik çalışmalarında yeni
nesillerin tasarruf hakkı olması gerektiği,108 nahvi aşırı fikirlerden uzak tutarak nahivcilerin ortaya koyduğu usul üzerine bina
etmenin gerekliliğini ifade eder.109 el-Hûlî Arapçadaki zorluğun
i’raptan kaynaklandığını ifade eder ve onun konularının genişli-
ğinden kaynaklandığını söyler. Bunun çözümünde aynı şekilde
i’rabı çözmede olduğunu belirtir.110 Ona göre bunun için iki temel
esas dikkate alınmalıdır: 1. Mümkün olduğunca istisnaları ve
i’rapdaki farklılığı azaltmak, 2. Günlük hayatta yaşayan ve kullanılan dildeki unsurları ele almak. 111 el-Hûlî’ye göre i’rapta yapı-
lacak değişiklikler de yeterli olmayabilir. Bu bağlamda nahivde
103 el-Hammûz, age, I, 120-121.
104 el-Hammûz, age, I, 121.
105 el-Hammûz, age, I, 121-122; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 305.
106 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
107 el-Hûlî, Emîn, age, s. 235.
108 el-Hûlî, Emîn, age, s. 236.
109 el-Hûlî, Emîn, age, s. 236.
110 el-Hûlî, Emîn, age, s. 255-256.
111 el-Hûlî, Emîn, age,s. 256-257.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
209
içtihat yapılması gerekir. O nahivcilerin fıkıhçıların yaptıkları gibi
içtihat kapısını kapatmadıklarını, çünkü taklit yolunu tercih etmediklerini, Basra ve Kûfe ekollerini hatasız kabul etmediklerini
ve ilmi yeterliliğe sahip kişilerin içtihat yapabileceklerini belirtir.112 el-Hûlî’nin nahve getirmek istediği yeniliğin, hem nahiv konularında ihtisara gitmek hem de yeni kurallar için içtihat kapı-
sını açmak olduğunu söyleyebiliriz.
el-Hûlî, Mısır Eğitim Bakanlığının kolaylaştırma çabalarını ve
sonuçta hazırlanan kitapları takdirle karşılamıştır. Zira bu çalışmalarda Arapça, hem modern bir usulle öğretilmekte hem klasik kaynaklarda yer alan kurallar varlığını korumakta hem de
böylece dilin aslında bir bozulmaya fırsat vermemektedir.113
İbn Madâ’nın görüşlerini benimseyenler olduğu gibi onun fikirlerine karşı çıkanlar da olmuştur. Arap Dil Kurumu 1956 yı-
lında Şam’da yaptığı toplantıda Mısır’dakinin tam tersine İbn
Madâ’nın görüşlerini dikkate almamıştır. Burada cümlenin yapı-
sının müsnet ve müsneti ileyh olarak isimlendirilmesini kabul
etmiş. Ayrıca kolaylaştırılmış nahivle öğrencilerin elinde kaynak
olarak bulunan kitapların birleştirilmesine de karar vermiştir.
Diğer kurallarda ise tamamen eski klasik sistemde kalmayı teklif
etmiştir.114 Dolayısıyla Şam Arap Dili Kurumu nahvin yeniliğine
yönelik çalışmalara olumlu bakmamıştır.115 Benzer şekilde Irak
Dil Kurumu da belağata meânînin eklenmesiyle Kurân’ın merkeze alındığı eski klasik sistemi önermiş116 ve nahivde yeniliğe yö-
nelik çalışmalara olumlu katkıda bulunmamıştır.
Bütün bu görüşlere karşın orta yolu takip edenler; nahvi,
mutlaka öğrenilmesi gereken bir ilim olarak görenler ve Ahmed
Huseyin ez-Zeyyât gibi sadece öğretim tekniklerinin ıslahının gerekliliğini ileri sürenler de olmuştur.117 Bütün bu görüşlerin yanında Arap lehçelerin Arapçanın oluşumundan beri var olduğunu, dolayısıyla bu lehçelerden faydalanılması gerektiğini savu-
112 el-Hûlî, Emîn, age, s. 275-276.
113 el-Hûlî, Emîn, age, s. 245-247.
114 Dayf, Teysîr, s. 46.
115 Dayf, Teysîr, s. 46-47.
116 Dayf, Teysîr, s. 47-48.
117 Belhabîb, agm, http://www.alfaseeh.net/vb/archive/index.php/t-
8959.html.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
210
nanlar da olmuştur. Selâme Mûsâ fasih Arapça yerine
âmmîcenin kullanılmasını veya yazıda Arap harfleri yerine Latin
harflerinin kullanılmasını118 ve kelime sonlarının sakin olarak
okunmasını;119 Muhammed Kâmil Huseyin de klasik nahiv metodunun terk edilmesini, eğitimde tedricî olarak ilk baştan
âmmîceden başlayarak eğitim seviyesine göre edebî Arapçaya kadar öğretmeyi teklif etmiştir.120 Abbâs Hasan da her kabilenin dil
yapısına veya lehçesine uygun nahiv kuralları oluşturulabilece-
ğini ifade etmiştir.121 Burada özellikle âmmîceyi savunanların ıslah, yenilik ve gelişme maskesi altında Kur’an dili fasih Arapçayı
yok edip yerine âmmîceyi yerleştirmek gibi amaçları olduğu, hatta bu girişimin öncüleri arasında oryantalist William Willcooks
olduğu belirtilmiştir.122
Çağdaş dönemde yapılan bu tartışmalar sonuç vermiş ve modern metotlarla dil öğretmeyi amaçlayan kitaplar yazılmaya baş-
lamıştır. Bu anlamda ilk teşebbüs, Ezher Üniversitesi’nden sonra Paris’te de eğitim gören Rifâa et-Tahtâvî (ö. 1873) tarafından
yapılmıştır. O çağdaş bir nahiv kitabı ihtiyacı olduğu kanaatine
vararak et-Tuhfetu’l-mektebiyye fî takrîbi’l-luğati’l-Arabiyye adında basit bir kitap yazmıştır. Bu konuda el-Âcurrûmiyye adlı eserden faydalanmıştır. O el-Âcurrûmiyye’nin detay sayılabilecek konularını atmış ve Fransızca öğrenirken vâkıf olduğu tablo sistemini kullanmıştır. Sadece nahiv kurallarını vermekle yetinmemiş,
uygulamalı örneklerle kitabı zenginleştirmiştir.123 Bunlardan bir
diğeri de Hıfnî Nâsif’in arkadaşları ile birlikte yazdığı, lise öğrencilerine yönelik içeriğine belağat konuları eklenmiş Kavâidu’l-luğa
el-Arabiyye adlı basitleştirilmiş nahiv kitabıdır. Bu kitap,
118 Abdullatîf, agm, http://www.alsakher.com/vb2/archive/index.php/t-
98275.html; Civelek, age, s. 115-116; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 305.
119 Attâr, Ahmed Abdulğafûr, Kadâyâ ve müşkilât luğaviyye, Mekke 1410/1990,
s. 94.
120 Abdullatîf, agm, http://www.alsakher.com/vb2/archive/index.php/t-
98275.html.
121 el-Hammûz, age, I, 120.
122 Civelek, age, s. 115.
123 Dayf, Teysîr, s. 26; Keşşâş, Muhammed, “Menhecu Rifâa et-Tahtâvi fî
dav’i kitabihi: et-Tuhfetu’l-mektebiyye fî takrîbi’l-luğatu’l-Arabiyye”, elMecelletu’l-Arabiyye li’l-ulûmi’l-insâniyye, 2000, sy. 72,
http://pubcouncil.kuniv.edu.kw/kashaf/all.asp?id=8; Durmuş, “Nahiv”,
DİA, XXXII, 305.
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
211
Rifâa’nın eserinden daha kapsamlıdır.124 Bu teşebbüslerin arasında Ali el-Cârim ve Mustafa Emîn’in yazdıkları en-Nahvu’lvadih fî kavâidu’l-luğa el-Arabiyye adlı kitapları da yer alır. Onlar
bu kitaplarında nahvi daha fazla kolaylaştırmayı ve basitleştirmeyi amaçlamışlar; ancak âmilleri reddetmemişler, aksine kitaba
uygun bir şekilde yerleştirmişler, bir bakıma eski klasik sistemle
modern sistemi bir araya getirmeye çalışmışlardır.125 Bu kitap bir
dönem Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde de okutulmuştur.
Nahvi yenilikçi ve modern bir anlayışla öğretmeyi amaçlayan
bu kitaplar, günümüzde Arapçanın kolayca öğretilmesine, benzer
ve daha gelişmiş kitapların yazılmasına rehberlik etmiş, böylece
bu konuda büyük bir ufuk açıcı rol oynamıştır.
Sonuç
Arapçayı bozulmalara karşı korumak gibi amaçlarla onun
kurallarının sistemli bir şekilde yerleştirilmesi için tedvin dahil
olmak üzere köklü çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda yoğun tartışmalar olmuş ve nahiv ilmi doğmuştur. Bundan sonra âmil nazariyesini esas alan Basra, Kûfe ve bu iki ekolü
uzlaştıran Bağdat dil ekolleri ortaya çıkmıştır. Bu girişimler,
Kur’an ve hadisleri daha iyi anlamaya zemin hazırlamasının yanında Arapçayı pratik olarak öğretmeyi de oldukça zorlaştırmış-
tır. Nahvin bu derece zorlaştırılması da yenilikçilik hareketinin
doğmasına sebep olmuştur.
Nahivde yenilikçi hareket İbn Ahmer ve Câhiz gibi âlimlerin
bireysel tepkileri ile başlamış ve muhtasar eserlerin telifi ile devam etmiştir. Ancak nahvin bu derece zorlaştırılmasını ciddi bir
şekilde ele alan dilciler, bu tartışmaların bu derece artmasının
kaynağını araştırmışlar ve diğer etkenlerle birlikte âmil teorisinin
de etkili olabileceğini tespit etmişlerdir. Ancak bir dilin varlığını
124 Dayf, Teysîr, s. 26-27; er-Raîd, Zâhiratu’l-i’râb, s. 379; Durmuş, “Nahiv”,
DİA, XXXII, 305.
125
en-Nahvu’l-vâdih, Mısır’da ortaokul ve liseler için olmak üzere iki kitaptan
oluşmuştur. Eserde, konular kolaydan zora doğru bir sistem takip etmiş;
her bir konu önce örnekler (emsile), örneklerin açıklamasının yer aldığı açıklama (bahs), konuda verilmesi istenen gramerin özetlendiği kavâid ve alış-
tırmalar (temrînat) gelmiştir (bk. Ali el-Cârim – Mustafâ Emîn, en-Nahvu’lvadıh fî kavâidu’l-luğa el-Arabiyye, Dâru’l-meârif, Mısır 1964, I, 3-5; Dayf,
Teysîr, s. 27; Durmuş, “Nahiv”, DİA, XXXII, 305.
Yusuf DOĞAN
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
212
sürdürebilmesi, köklü dil yapısına sahip olmasıyla mümkündür.
Bundan dolayı Arapçanın kurallarını belirleyebilmek için âmil
nazariyesi gibi metodolojik tartışmaların yapılması gayet doğal,
hatta yapılmaması büyük bir eksikliktir. Ancak bu yoğun tartış-
maların yeri, dil öğreten kitaplar olmaması gerekir. Dolayısıyla
yoğun gramer kurallarının yer aldığı kitapların ayrıca yazılması
gerekirdi ki, zaten ilk dönem yazılan kitaplar bu özellikte olmuş-
tur. Fakat dili kolayca öğretecek kitaplar yazılmamıştır. Câhiz
yıllar önce bu gerçeği dile getirmiştir. Bundan dolayı nahiv alanında uzmanlaşmak isteyenlerle dili öğrenenlerin ayrı ayrı dikkate alındığı eserlerin yazılması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Nahivde yenilikçilik hareketini Endülüs’te İbn Hazm devam
ettirmiştir. O bağlı olduğu Zâhirîlik prensiplerinden hareketle, bu
tür dil tartışmalarına gereksiz vakit kaybına sebep olacağı için
karşı çıkmıştır. Ancak nahvi öğrenmenin de son derece önemli
olduğunu vurgulamıştır. Daha sonra gelen İbn Madâ da İbn
Hazm’ın izinden giderek âmili tamamen reddetmekle kalmamış,
daha da ileri giderek kapsamlı bir nahiv yeniliği önermiş, ancak
reddettiği sistemin yerine alternatifini de sunamamıştır. Bundan
dolayı da İbn Rüşd dışında, İbn Cinnî, İbn Hazm, İbn Tûmert ve
İbn Madâ’nın nahvin yeniliğine yönelik çalışmalarının bir tarafı
hep eksik kalmıştır. Bu nedenle Basra, Kûfe ve diğer ekollerin
kurduğu âmil nazariyesini temel alan sistem, İslam âleminin
ilim, eğitim ve dinin sistemin temelinde yer almış ve terk edilmemiştir. İbn Haldun ise nahvi hem metodolojik hem de pedagojik
yönden eleştirmiş, ancak daha çok öğretim teknikleri üzerinde
durmuştur. Çözüm olarak dilin bir meleke olduğunun kabul
edilmesini; bunun için öncelikli olarak dilin, cümle, terkip ve kalıplarının ezberlenerek öğretilmesi gerektiğini ifade ederek günü-
müz dil öğretim anlayışı ile de örtüşen tümden gelim metodunu
teklif etmiştir.
Endülüs ekolü âlimlerinin nahiv ilmi ile ilgili görüşleri, -bir
kısım âlimlerce tam desteklenmese de- özellikle İbn
Madâ’nınkiler Mustafa İbrahim, Şevkî Dayf ve Mehdî el-Mahzûmî
çağdaş gibi dilciler tarafından oldukça rağbet görmüştür. Emin
el-Hûlî gibi nahivde içtihat yapılması gerektiğini ifade edenler de
olmuştur. Onların görüşleri Arap Dil Kurumunu da etkilemiş ve
somut çalışmalar ortaya çıkmış ve Arapçayı modern anlamda öğ-
retmeyi amaçlayan kitaplar yazılmasını sağlamıştır. Ancak bütün
Arap Gramerinde Ġlk Yenilikçilik Hareketleri ve Etkileri
Dinbilimleri Akademik AraĢtırma Dergisi, VIII (2008), sayı:3
213
bunların yanında eski klasik sistemi savunanlar, hatta âmmîce
ve lehçelerin dikkate alınması gerektiği görüşünü dillendirenler
de olmuştur.
Sonuç olarak, biz bu çalışmada başlangıçtan çağdaş dönemin
ilk dönemlerini de içerisine alan nahivde yenilik çalışmalarını genelde âmil nazariyesi çerçevesinde ele aldık. Ancak bu konunun
dil teorileri, diğer dil nazariyeleri; ayrıca nahivde yenilik çalışmalarının Türkiye’de etkileri üzerinde durmadık. Zira bu konuların
ayrı bir çalışma konusu niteliğinde olduğunu gördük.

Konular