Araplarda Etimoloji Çalışmaları

Dil morfolojisi olarak, Batı dillerinde “derivation”, “etymology”, “metaplasm” adları verilen bilim dalının Arapça karşılığı “iştikâk”tır. Arapça bükünlü bir dildir. Yani üçlü ya da dörtlü harflerin oluşturduğu köke yeni harfler eklemek ya da çıkarmak suretiyle yeni anlamların elde edildiği bir dildir. İşte Arapçada “ilmu’l-iştikâk” olarak adlandırılan bu bilim, anlamda ilgi olması şartıyla bir sözcükten başka bir sözcük türetmek ve sözcükler arasındaki türeme ilişkilerini belirli kurallar içinde ortaya koymaktıri.
Katip Çelebi “Keşfu’l-Zunûn” adlı eserinde “sözcüklerin aralarındaki çıkak (mahreç) ilişkileri dolayısıyla köklerin birbiriyle ilgisi ve yan anlam olarak sözcüklerin nasıl türediğini araştıran bilim dalıdır. Bunu yaparken kök bakımından değil kelimeler arasındaki yan anlam ilişkilerini ve sözcüklerin harf olarak yapılarını da inceler.” diyorii. Yukarıdan da anlaşıldığı gibi etimoloji, diğer adıyla iştikakın konusu sözcüklerdir. Tabii ki diğer bilim dallarında olduğu gibi bu bilimin de bir metodolojisi vardır. Arap dili bilginleri bu bilimin kurallarını koyarken dilin yapısından yola çıkarak, harflerin mahreçlerindeki kuralları, kelimeler arasındaki kök ve yan anlam türetme kurallarını dikkate almışlardır. Bundan amaçları ise şimdiye kadar geçmiş Sami dillerin en işleği ve gelişmişi olan Arap dilinin sözcüklerinin kök ve türevlerinin doğru bir şekilde çıkarılabilmesi, bu konuda hata yapılmasını engellemek ve sözcükler arasındaki ilişkileri anlama yetisi kazandırmaktır.
Köklerin anlamları ve aralarındaki ilişkiyi bütün özellikleriyle araştırıp ortaya koymak iştikakın konusudur. Ancak istenilen, sözcüğün dış yapısı, görünümü ile ilgiliyse bu daha çok “sarf”ı ilgilendiren bir durumduriii. Arap dili bilginleri dil öğretiminde iştikak, sarf ve dil sıralamasında iştikakı sarf ve dil arasına koymuşlardır. Bu yüzden tasrif ya da sarf kitaplarında da iştikak sözcüğüne çok rastlanır.
Bu konuda çalışma yapan Arap dili bilginleri iştikakı üç bölüm altında incelemişlerdir.
a) el-İştikâku’s-Sağir: Anlamda ilgi ve kök harflerinin sıralanışında birlik olan iştikak çeşididir. Örneğin,ضَرَبَ (darebe) “vurdu” fiilinden ضَرْبٌ (darb) “vurmak” mastarının türetilmesi gibi. Üç ve dört harfli fiillerden ve isimlerden türetilen sözcükler ve fiiller bu yolla elde edilmişlerdir.
b) İştikâku’l-Kebir: İki sözcük arasında kök harfleri ve anlam bakımından ilgi bulunması fakat harflerin sıralanışında farklılık bulunmasıdır. Örneğin, طَرَح (taraha) ve طَحَرَ (tahara) sözcüklerinin ikisi de “atmak” anlamına gelmektedir. Bunlar anlam ve kök harfleri bakımından da aralarında bir uyum söz konusudur. Ancak harflerin sıralanışı farklıdır. Bu tür iştikâka ise el-İştikâku’l-Kebîr denir.
c) İştikâku’l-Ekber: İki sözcüğün kök harflerinin çoğunda uyum olmasıdır. Uymayan harflerin ise mahreçlerinde uygunluk bulunmasıdır. Örneğin, نَعَقَ (na‘aka) “karga öttü” ve نَهَقَ (neheka) “eşek anırdı” sözcüklerinde uymayan sesler gırtlak sesleridir. Bu bakımdan aralarında bir uyum vardıriv.
Arap dilinde en gelişmiş iştikak türü “el-İştikâku’s-Sagir” dir. Bu yolla yapılan türetmede birçok ölçüler kullanılmaktadır. El-Cevâlîkî, el-Mu‘arreb adlı eserinde Arapçada yan yana gelmeyen harfleri açıklamış ve bu konuda örnekler vermiştirv.
Arap dilinde iştikak çalışmalarının başlangıcı için belirli bir zaman verilemez. Ancak hicri II. yüzyılda görülmeye başlanan bu konuya özel kitaplar hicri III yüzyılda oldukça çoğalmıştır. İlk dönemlerden başlayarak Arap edebiyatı, biyografi, tarih kitabı yazarları daha bu bilim dalının usulü henüz gelişmemişken eserlerinde Arapçaya özellikle dışardan giren ya da anlam ve şekil bakımından garip görünen sözcükler hakkında yaptıkları açıklamalar bu konudaki ilk çalışmalara örnek olarak verilebilir.
İbnu’l-Hişâm es-Sîretu’n-Nebeviyye adlı eserinde el-Kâfirûn suresindeki bazı sözcükleri şöyle açıklamıştır: الأبابيل(el-ebâbîl) sözcüğü “gruplar” anlamında tekili olmayan bir sözcüktürvi. السجيل (es-siccîl) sözcüğünü ise Yûnus en-Nahvî den ve Ebû ‘Ubeyde’den nakille “aşırı sert” olarak açıklamıştır. Yazar, bazı müfessirlerin السجيل sözcüğünün aslının سنج “taş”vii ve جيل “çamur”viii Farsça iki sözcük olduğu ve Arapların bu iki sözcüğü birleştirdiklerini anlatmaktadır. Ardından da العصف (el-‘asf) sözcüğünün (yaprakları budanmamış başak) olduğunu söyleyerek bu sözcükle العصافة (el-‘usâfe) ve العصيفة (el-‘asîfe) isimleri arasında ilişki kurarix.
Yazar aynı şekilde Kureyş suresindeki إيلاف (îlâf) sözcüğünü açıklarken de Ebû Zeyd el-Ensârî’nin kendisine şöyle dediğini anlatır: “Araplar iki şeyi birleştirdikleri zaman ألفت الشيء إلفا و آلفته إيلافا في معنى واحد derler” diyerek bu sözcükler hakkında bazı şairlerin şiirlerinden örnekler verir. كوثر (kevser), مهل (mehl) gibi sözcükler hakkında da bu tür incelemeleri yapar.
Es-Suyûtî, “el-İktirâh fî Usûli’n-Nahv” adlı esrinde yine aynı şekilde bazı sözcükleri açıklıyor. Bu açıklamayı tevâtür bahsinde yapan yazarın ifadesinden bazı sözcüklerin yapıları ve anlamları hakkındaki tartışmaların önceden beri süregeldiğini anlıyoruz.: “İnsanların, Müslümanların dillerinde çok kullandıkları sözcüklerin anlamında büyük bir ihtilafa düştüklerini görüyoruz. Bunlarda gerçeği tam olarak söylemek mümkün olmaz. Allah sözcüğü gibi. Bazıları bunun İbranice olduğunu ileri sürer. Bir grup ise Süryanice olduğunu söylemiştir. İbranice sayanlar türemiş mi yoksa türememiş mi olduğu konusunda ayrılığa düştüler. Türemiş olduğunu söyleyenler de kendi aralarında yine ihtilafa düştüler.” diyerek bu sözcük hakkında yapılan taştırmaları ortaya koyuyor x.
Ünlü gezgin ve coğrafyacı Yâkût el-Hamevî Mu‘cemu’l-Buldân adlı ansiklopedik yer isimleri sözlüğünde şehirler hakkında coğrafi bilgiler verirken yer adlarının türeyişi hakkında da bilgiler vermiştir. Yazar bu gün İran sınırları içinde bulunan İsfehân şehrinin kökenini araştırırken, İsfehânxi şehrinin adını Nuh’un torunlarından Esbahân b. Fellûc’un adından geldiğini söylüyor. Daha İbnu Dureyd’ten nakille; İsbâhân sözcüğünün birleşik bir isim olduğunu, Farsçada “yöre, ülke” anlamına gelen الأَصْب(el-asb) sözcüğünün, “atlı, akıncı, şövalye” anlamındaki هان (hân) sözcüklerinin birleşmesinden oluştuğu belirtilmektedir. Bu durumda ise “Şövalyeler Ülkesi” gibi bir anlam taşımaktadırxii. Yazar, Ubeydullah el-Mustecîr’in; الأَصْب (el-asb) sözcüğünün Farsçada “at”, هان (hân) sözcüğünün de çoğul eki olduğunu, anlamının da böylece “süvariler, şövalyeler” olduğu görüşüne yer vermektedir. Yine eserde Hamza b. el-Hasan’ın bu sözcüğün etimolojisi hakkında yaptığı açıklamalardan أصبهان (Asbahân) sözcüğünün askerlikle ilgili bir anlamdan türediğini anlıyoruz. Bu görüşe göre, Farsçada أسباهان (esbâhân) sözcüğü أسباه(esbâh) sözcüğünün çoğuludur. أسباه sözcüğü ise “asker” veya “köpek”e verilen isimdir ve her iki ismin anlamı fiillerine bağlı olarak “koruma” ile ilgilidir. Farsçada köpek sözcüğü için bir lehçede سگ (seg) diğer bir lehçede أسباه sözcüğü kullanılmaktadır. أسباه sözcüğünün ortasındaki elif alınarak sözcük أسبه (esbeh) şeklinde kalmıştır.
El-Hamevî bu eserinde şehir isimlerinin türeyişi konusunda geniş bir etimolojik bilgiye yer veriyor. Eserde İsfehân maddesinde bu tür birleşik isimlere örnek verirken Arapçada serçe anlamına gelen العصفور (el-‘Usfûr) sözcüğünün عصى (‘Asâ) “asi oldu” ve فرّ (Ferre) “kaçtı” fiillerinin birleşmesi sonucu عصفور halini aldığını belirtmiştir. Yineالطفشيل (et-tifşîl) sözcüğünün de yüzmek anlamında طفا ve yükselmek anlamındaki شال fiillerinden meydana geldiğini belirtiyorxiii. Ancak الطفشيل sözcüğünün Arapça sözlüklerde bir anlamı bulunamamıştır.
El-Mes‘ûdî Murûcu’z-Zeheb adlı eserinde tarihi bilgilerin yanı sıra bazı isimlerin türeyişi hakkında bilgi de vermektedir. Örneğin, Hz. İsmâ‘îl adının (إسماعيل) nereden geldiğini açıklarken şöyle diyor:“Hâcer,xiv İshak’ın annesi Sâre’denxv kaçınca Allah’a dua etmiş, Allah da ona acımıştır. Allah İbrahim’in duasını duymuştur da denmiştirxvi”.
Aynı eserde Yemen, Irak, Şam ve Hicaz yörelerinin isimlendirilmeleri konusunda da açıklamalar vardır. Yemen’in Kâbe’nin sağında kaldığı için böyle isimlendirildiğixvii, Şam’ın ise Kâbe’nin solunda kaldığı için bu şekilde isimlendirildiği, Hicaz’ın ise Şam ve Yemen arasında bir engel teşkil ettiği için Hicaz olarak adlandırıldığı belirtilmektedirxviii. Irak’ın ise Fırat, Dicle gibi ırmakların denize döküldüğü yer olduğu için, kova veya su testisi kenarı ya da sapı anlamına gelen Irak olarak adlandırıldığı anlatılmaktadırxix. Kutrub’a nispet edilen cümlelerde ise “Yemen uğur ve bereketinden dolayı Yemen olarak adlandırılmış, Şam ise uğursuzluğundan dolayı Şamxx olarak adlandırılmıştır.” denmektedir.
El-Mes‘udî bir başka rivayette, Babil kulesinin inşası sırasında insanlar birbirlerini anlamamaya başlayınca kimisinin Güneşin sağına doğru sağ tarafa gittiğini ve gittikleri bu yere sağ anlamına gelen Yemen, bir kısmının da sol tarafa gittiğini ve buraya da sol anlamına gelen Şam adı verildiğini anlatmaktadırxxi. Ardından Şam’ın bu ismi almasının diğer nedenlerini sayar; bu yörede siyah, beyaz gibi çeşitli renklerde toprakların, taşların, bitki ve ağaç çeşitlerinin bulunması ve bu çeşitliliğin Arapça karşılığıالشامة (eş-Şâme), الشام (eş-Şâm) ve çoğulu شامات (Şâmât)’tır. Bu şehre, buraya ilk yerleşen kişinin Nuh’un oğullarından Sâm olduğu kabul edilerek Sâm adı verildiği görüşü hemen bütün kaynaklarda geçmektedir. Yazar bu görüşe de eserinde yer vermiştirxxii.
Aralarındaki ateşli tartışmalarda çeşitli gramer konularını gündeme getiren Basra ve Kûfe gramer okulları arasındaki tartışmalardan biri deاسم (İsm) sözcüğünün اسم kökünden mi yoksaوسم (vesm) kökünden mi türediğidir.
Özel amaçlarla çeşitli eserlerde yer verilmiş bu tür iştikak açıklamalarına eski olsun yeni olsun çoğu eserde rastlamak mümkündür. Yakın çağda Katip Çelebi, el-Cevherî’nin es-Sıhâh adlı eserinden nakille “Fezleketu Akvâli’l-Ahyâr fî ‘Ilmi’t-Târîh ve’l-Ahbâr” adlı eserinde tarih sözcüğünün türeyişi ve anlamı hakkında bilgi vermiştir. Bu sözcüğün أرخ (erreha) ya da ورخ (verreha) şeklinde kullanıldığını ve yaban ineği yavrusu anlamına gelen الأرْخ (el-erh) ya da الإرْخ (el-irh) kökünden türediğini söylemiştirxxiii.
İştikak konusuna özel olmayan bu tür çalışmalar dışında konuya özel çalışmalar, H.II. yüzyılın başlarından itibaren görülmeye başlanmıştır. Yazarların bir çoğu bu konuda yazdıkları kitaplarına hep aynı adı “İştikâk” adını vermişlerdir. Bunlardan Ebû Ali Muhammed b. Mustenîr b. Ahmed el- Kutrub (ö.h.206), Ebû el-Hasan Said b. Mes‘ade el-Mucâş‘î el-Ahfeş el-Evsat (ö.h.215), Ebû el-Abbas Muhammed b. Yezid b. ‘Abdulekber el-Ezdi el-Mubarred (ö.h.285), Ebû Tâlib Mufaddal b. Seleme b. ‘Âsım el-Kufi (ö.h.300), Ebû İshak İbrâhim es-Sirrî, b. Sehl ez-Zeccâc (öl.h.311)xxiv adlarını sayabiliriz.
Bu tür kitaplar dışında, Ebû Muhammed ‘Abdullah b. Ca‘fer b. Muhammed İbnu Dersteveyh (ö.h.330)xxv, Ebu’l-Hasan ‘Alî b. ‘İsâ (ö.h.384)xxvi el-İştikâku’s-Sağîr ve el-İştikâku’l-Kebîr konusunda eserler vermişlerdir.
İştikâk konusunda verilen eserlerin büyük bir bölümü de ülke, kabile, şair Allah ve Peygamberin isimlerinin türeyişleri hakkındadır. Bu eserlere Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed b. İsmâ‘îl en-Nahhâs (ö.h.339)’ın Kitâbu’l-İştikâk li-Esmâ’illâh, Ebû’l-Kâsım ‘Abdurrahmân b. İshâk ez-Zeccâcî (ö.h.339)’nin İştikâku Esmâ’illâhi Te‘âlâ ve Sıfâtihixxvii Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris b. Zekeriyâ er-Râzî (ö.h.395)’nin , Tefsîru Esmâ’i’n-Nebîxxviii Ebû ‘Ömer Muhammed b.‘Abdulvâhid el-Mutarriz (ö.h.311)’in Tefsîru Esmâ’i’ş-Şu‘arâ’xxix, Ebu’l-Feth ‘Osmân b. Cinnî en-Nahvî (öl.h.392)’nin el-Mubhic fî İştikâki Esmâ’i’ş-Şu‘arâ’xxx, Ebu’l-Munzir Hişâm b. Muhammed b.Sâ’ib el-Kelbî (ö.h.204)’in İştikâku Esmâ’i’l-Buldânxxxi, Huccetu’l-Efâdil Ebû’l-Hasan ‘Alî b. Muhammed el-‘Umrânî el-Harezmî (ö.h.560)’nin İştikâku Esmâ’i’l-Mevâdi‘ve’l-Buldânxxxii, Ebû Bekr Muhammed b. El-Hasan b. Dureyd el-Ezdî (ö.h.321)’nin İştikâku’l-Esmâ’xxxiii veya İştikâku Esmâ’i’l-Kabâ’il adlarıyla bilinen eserleri örnek olarak verebiliriz.
İbnu Dureyd bu eserinde Hz. Muhammed’in babasının ve annesinin, amcalarının, amca oğullarının isimleri ve bu isimlerin türeyişi konusunda bilgi vererek eserine başlar. Örneğin Hz. Muhammed’in bu adının (مُحَمَّد ) el-Hamd (الحَمْد) sözcüğünden geldiğini, el-Muf’a‘al (الْمُفَعَّلُ) formunda mübalağa ifade eden bir sıfat olduğunu belirtirxxxiv. Bundan sonra yazar çeşitli kabile ve kişi adlarını açıklayarak eserine devam eder.
Arap dilini inceleyen bir çok oryantalist bu konudaki eserlerinde fiil çekimi ve türetme (sarf) konusunda “derivation” başlığı altında incelemişlerdir. Sözcüklerde idğâm , ibdâl, i‘lâl gibi yollarla yapılan şekil değişiklikleri de bu başlık altında incelenmiştir.
Halkın konuşma dilinde yaptığı yanlışlıkları inceleyen ve bunların kökenini araştırıp doğrularını veren eserleri de bu konuya dahil etmemiz doğru olacaktır. Ebu’l-Kâsım b. ‘Alî el-Harîrî (ö.h.516) Durretu’l-Gavvâs fî Evhâmi’l-Havass adlı eserinde bu tür yanlışlıklara yer vererek doğrularını, kökleriyle beraber açıklamıştır. Bazı şârihler bu esere şerh ve haşiyeler yapmışlar, el-Mu‘arreb adlı eserin yazarı el-Cevâlîkî de esere bir tekmile yazmıştırxxxv.

Summary:
Arabic is one of the flexionel languages. For that reason the derivation the most important instrument of this language. This work deals with the ways of derivation that using in Arabic, basic studies and beginning of the studies.

Konular