RELATIONAL SYLLOGISMS AND THE HISTORY OF ARABIC LOGIC 900–1900

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 31, 2011, s. 287-290.
RELATIONAL SYLLOGISMS AND THE HISTORY OF
ARABIC LOGIC 900–1900
Khaled el-Rouayheb, Leiden-Boston: Brill 2010, vii +
295 s., ISBN 978 90 04 18319 3.
Yusuf DAŞDEMİR
Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Mantık Anabilim Dalı
dasdemir81@hotmail.com
İslam bilim ve düşünce tarihi üzerine yazılmış pek çok kitap ve makale
olmasına karşın, bu geleneğin önemli bir parçası olan mantık disiplininin
tarihi ve özellikleri üzerinde yeterince durulduğunu söylemek zordur. Ülkemizde
İslam mantık tarihini kapsamlı bir şekilde ele alan bir araştırma henüz
yapılmış değildir. Batılı araştırmacıların İslam mantık tarihine olan ilgisi ise,
60’lı yıllarda Nicholas Rescher’in çalışmaları ile başlamıştır. Günümüzde de
en önemli başvuru kaynaklarından biri olan The Development of Arabic
Logic (1964) isimli eserinde Rescher, İslam mantık geleneğinin temel karakteristiklerini
vererek mantık alanında eser vermiş bütün düşünürlerin isimlerini
ve gelenek içindeki yerlerini kısaca tespit etmektedir. Rescher, bu çalış-
masını 16. yy. mantıkçıları ile sonlandırır; çünkü ona göre, bu dönemden
sonrası İslam mantığı için tam bir “donuklaşma”, “durağanlaşma” ve “kemikleşme”
dönemidir. Son dönem mantıkçıları, orijinal eserler kaleme almak
yerine öncekilerin yazdıklarını tekrarlamakla ve bunlara şerh ve hâşiyeler
yazmakla yetinmişlerdir. İslam düşüncesinin 13. yy. sonrasında durağanlaştığı
ve canlılığını yitirdiği yönündeki genel kabulle paralellik arz eden
Rescher’in bu yorumunun, günümüze değin etkinliğini koruduğu söylenebilir.
İslam mantık tarihinin son beş asrını göz ardı eden böyle bir yaklaşıma en
kapsamlı ve ciddi eleştirilerden biri, Khaled El-Rouayheb’in “Relational
Syllogisms and the History of Arabic Logic 900–1900 [İlişkisel Kıyaslar ve
İslam Mantık Tarihi 900-1900]” isimli çalışmasıdır.
288 Yusuf Daşdemir
Harvard Üniversitesi Yakın Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü’nde
İslam dünyasının özellikle 16. yy. ve sonrası kültürel ve entelektüel tarihi ile
ilgili dersler veren El-Rouayheb, söz konusu eserinde ilişkisel kıyaslar bağlamında
İslam mantık geleneğinin klasik sonrası dönemde durağanlaştığı iddiasının
geçersizliğini göstermeye çalışmaktadır. Yedi bölümden oluşan eserin
birinci bölümünde “Klasik Dönem” olarak adlandırılan 900–1200 yılları arasında,
Fârâbî (ö. 950), İbn Sina (ö. 1037) ve İbn Rüşd (ö. 1198) başta olmak
üzere mantıkçıların ilişkisel kıyaslara ve bu kıyasların sorunlu taraflarına
ilişkin yaklaşımları ele alınmaktadır. İkinci Bölüm, İslam mantık tarihinin en
verimli çağı olarak görülebileceğimiz 1200–1350 yılları arasını ele almakta ve
bu bağlamda özellikle Fahreddin Razi (ö. 1210)’nin, “kıyasın ancak üç terimden
oluşabileceği” yargısına yönelik eleştirilerine dikkat çekmektedir. Şerh
ve hâşiyeler döneminin başlangıcı olarak görülen 1350–1600 yılları arasında
İslam mantıkçılarının ilişkisel kıyaslara yaklaşımı üçüncü bölümde izah edilmekte;
burada özellikle literal bir tür olarak şerh ve hâşiyenin bizâtihi felsefî
değerden yoksun olmadığı düşüncesi vurgulanarak Celaleddin Devvâni (ö.
1502) ile Sadreddin Deşteki (ö. 1498) arasında kıyasta orta terimin tekrarı
konusunda yaşanan tartışmalara dikkat çekilmektedir. Dördüncü bölümde,
1600’lü yıllardan itibaren farklılaşmaya ve bölünmeye başlayan İslam mantık
geleneği içerisinde İran, Hindistan, Kuzey Afrika ve Hıristiyan Arap geleneklerinin
konuya bakışı ele alınmakta ve kitabın son üç bölümünde, yani beşinci,
altıncı ve yedinci bölümlerde ise Osmanlı mantık tarihinin 1600–1900
yılları arasındaki gelişimine ışık tutulmaktadır. Bu bağlamda altıncı bölüm
İsmail Gelenbevi (ö. 1791)’ye ve ilişkisel kıyaslar konusundaki görüşlerine
ayrılmıştır.
El-Rouayheb’in bu çalışmasının, pek çok bakımdan ilk olma özelliği ta-
şıdığı ve aynı zamanda âdeta kemikleşmiş bazı kabulleri değiştirmeyi amaç-
ladığı görülmektedir. Eserin orijinallik taşıyan bazı özellikleri şöyle sıralanabilir:

(1) Eser, İslam mantık tarihini, ilk dönemlerinden Batılı tarzda mantık
kitaplarının yazılmaya başlandığı 19. yüzyıla kadar gözden geçirerek bütünsel
bir İslam mantık tarihi görüntüsü sunmaktadır.
(2) İslam mantık geleneğinin büyük bir bölümünü oluşturan yazma
eserlerin titiz ve kapsamlı bir tarzda ilk defa bu çalışmada incelendiği söylenebilir.
Yazar, bütün yazmaları inceleyemediğini itiraf etmekle birlikte, gelenek
üzerinde etkili olan bütün eserleri gördüğünü belirtmektedir.
(3) İslam mantık geleneğinin 17. yüzyıldan itibaren bölündüğü ve coğ-
rafya temelli, birbirinden büyük ölçüde bağımsız hatta habersiz farklı gelenekler
oluştuğu tezi eserin bir diğer orijinal tespitidir. Bu bağlamda yazar,
Relational Syllogisms and the History of Arabic Logic

289
İran, Hindistan, Kuzey Afrika ve Osmanlı mantık geleneklerinden söz etmektedir.

(4) İslam coğrafyasında yaşayan Hıristiyan Arapların mantık anlayışlarının
ve mantığa katkılarının ilk defa bu eserde gündeme getirildiği söylenebilir.

(5) Molla Fenâri (ö. 1431), Musa Pehlivâni (ö. 1720), Ebu Said Hâdimi
(ö. 1762) ve İsmail Gelenbevi gibi önemli Osmanlı mantıkçılarını İngilizce
literatürde bu denli ayrıntılı olarak ele alan ilk eserin El-Rouayheb’in bu çalışması
olduğu görülmektedir.
(6) Yine görüldüğü kadarıyla eser, ‘ilişkisel kıyaslar’ın İslam mantık tarihi
içerisindeki gelişimiyle ilgili ilk çalışmadır. Bu bağlamda “ilişkisel kıyaslar”,
“eşitlik kıyasları”, “müteâref–olmayan kıyaslar”, “çifte suğralı kıyaslar”
vb. gibi pek çok terim bu eserle günümüz mantıkçılarının gündemine taşınmaktadır.

El–Rouayheb, özellikle Rescher’in ileri sürdüğü bazı değerlendirmelere
de önemli eleştiriler getirmektedir. Bu bağlamda yazarın getirdiği yeni
anlayışları da şöyle ifade edebiliriz:
(1) Felsefi ve düşünsel anlamda çok değer taşımadığı yargısı ile 16.
yüzyıl ve sonrası İslam mantık birikiminin göz ardı edilmesi, toptancı ve dayanaktan
yoksun bir değerlendirmeye dayanmaktadır. Yazar, İslam mantık-
çılarının çok fazla önem vermediği ilişkisel kıyaslar bağlamında bile söz konusu
dönemde pek çok yeni ve orijinal yaklaşım geliştirildiğini göstermeye
çalışmaktadır.
(2) İbn Sina sonrası İslam mantıkçılarının Rescher tarafından “Doğulu”
ve “Batılı” olarak tasnif edilmesi de yine aşırı genellemeci bir tutumdur. Bu
tasnif, İbn Sina çizgisinde mantık yapanları “Doğulu”, onu eleştirenleri ise
“Batılı” olarak göstermektedir. Hâlbuki İbn Sina sonrası dönemde onu eleştirenler
bile esasında büyük ölçüde yine onun çizdiği çerçeveye bağlı kalmış-
lardır.
(3) Şerh ve hâşiyeleri önyargılı bir şekilde tümüyle göz ardı etmek
doğru değildir. Bunlar içerisinde gerçekten önceki eserleri tekrar edenler
olduğu gibi, konulara yeni birtakım açılımlar getirenleri de vardır. Dolayısıyla
çoğu yazma koleksiyonlarında araştırmacıların ilgisini bekleyen bu henüz
keşfedilmemiş şerh ve hâşiyelerin incelenmesi İslam mantık tarihine bakışı-
mızda pek çok değişiklik yaratabilir.
İslam mantık tarihine ilişkin önyargılarla hesaplaşmaya çalıştığı bu
eserde yazarın sâde fakat teknik bir dil kullandığı görülmektedir. Ayrıca ko-
290 Yusuf Daşdemir
nusunun son derece spesifik olması, belli bir mantık ve felsefe birikimi olmayan
okuyucular için eserin anlaşılmasını güçleştirebilir. Bu arada örnek
olarak kullanılan önerme ve kıyasların yer yer sembolik mantık diliyle de
gösterilmesi hem eserin ifadesini zenginleştirmekte, hem de günlük dilde
farkına varılamayan birtakım ayrımların görülmesini kolaylaştırmaktadır.
Ayrıca yazarın, Arapça’dan çevirdiği hemen her pasajın orijinalini vermesi de
çeviriden kaynaklanabilecek bazı anlama güçlüklerini önlemektedir.
Yazar İslam mantık geleneğini belirli bir konu (ilişkisel kıyaslar) etrafında
incelediği için, ele aldığı mantıkçıların başka konulara ilişkin fikirlerine
hemen hiç yer vermemiştir. Dolayısıyla başka konu veya konuları esas alarak
alternatif İslam mantık tarihlerinin yazılabileceğini söylemek mümkündür.
Bu tür çalışmaların artmasıyla birlikte İslam mantık tarihine ilişkin yeni birtakım
perspektifler geliştirileceği ve bazı önyargıların kırılacağı da bir ger-
çektir.
Son olarak, ülkemizde mantık alanında henüz yeterli bir literatür
oluşmadığı gerçeğini de göz önünde bulundurarak, doğrudan kaynaklarına
giderek verdiği bilgiler ve getirdiği yeni bakış açılarıyla oldukça önemli gördüğümüz
bu eserin yakın zamanda Türkçeye çevrilmesinin faydalı olacağı
kanaatimizi dile getirmek istiyoruz.

Konular