BELÂGATIN SİSTEMATİZE EDİLMESİNDE ES-SEKKÂKÎ VE EL-KAZVÎNÎ’NİN ROLÜ

Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 4 97
Sütçü İmam Ünv.
İlahiyat Fakültesi
Belâgat ilminin, günümüz belâgat eserlerinde yer alan meânî, beyân ve bedî‘
şeklindeki tasnifi es-Sekkâkî ve onun talebesi el-Kazvînî(öl.739/1338) tarafından yapılmıştır.
Bunlardan önceki dönemde belâgat ilmi ile ilgili yapılan târiflerin de kısmî bir târif olup1
; esSekkâkî(öl.626/1299)’nin
yaptığı gibi kapsamlı bir tarif yapılmadığı görülmektedir. Bu
döneme kadar bu ilimde değişik aşamalar kaydedilmiştir. Önceleri pratik olarak edipler
tarafından eserlerinde tatbik edilen belâgat ilmi; el-Câhiz (öl.255/869) İbnu’l-Mu‘tez
(öl.296/908) ve ‘Abdulkâhir el-Curcânî (öl.471/1078) gibi ediplerle ilmi bir zemine
oturtulmuş; nihayet h. VI. asırda es-Sekkâkî ve VII. asırda talebesi el-Kazvînî tarafından
sistematik hale getirilerek bugünkü tasnifi yapılmıştır. Biz bu çalışmamızda es-Sekkâkî ile elKazvînî’nin
belâgat ilminin sistematik hale getirilmesindeki çalışmalarını inceleyeceğiz.
ES-SEKKÂKÎ DÖNEMİNE KADAR BELÂGATIN GELİŞİM SÜRECİNE KISA BİR BAKIŞ
Klasik dönem Arap belâgatında, bu ilim önceleri bir meleke olarak varlığını
sürdürmüş, daha sonra teorileri konulmaya başlanmıştır. el-Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyin adlı
eseriyle teorik olarak belâgatın ilk temelini atarak2
; belâgatın ve beyân ilminin kurucusu kabul
edilmiştir. el-Cahiz, bu eserinde belâgat kelimesini kullanmakla birlikte beyân’a daha fazla
yer vermiştir. el-Câhiz’in, “her makâmın bir makali” vardır ifadesi3
, belâgatın “muktezâyı
halin durumuna göre söz söyleme”4 şeklinde târif edilişinin temelini oluşturmuştur. O,
belâgat kavramlarının önemli bir kısmını kullanmış ve bunlarla ilgili örnekler vermiştir.
Örneğin;“mesel” kelimesi ile istiâre ve kinayeyi kasdettiği görülür. Yine teşbîh ve
kısımlarını, icâz, itnâb, sec‘ ve çeşitlerini incelemiştir5
. el-Câhiz’in bu eserinde belâgatın pek


Kahramanmaraş Sütçü İmam Ünv., İlahiyat Fakültesi. 1
Bedevî Tabâne, ‘İlmu’l-beyân, Mektebetu’l-enculû el-mısriyye, Kahire, 1962, 5-6. 2
Dâvûd Sellûm, en-Nakdu’l-menhecî, Mektebetu’n-nehdati’-‘arabiyye, Beyrut, 1987, 1. 3
el-Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, ‘Abdusselâm M. Hârûn, III, Dâru’l-fikr, 1996, 43. 4
Bkz. es-Sekkâki, Miftâhu’l-‘ulûm, el-Mektebetu’l-‘ilmiyye, Beyrut, tsz. 5
el-Câhiz, a.g.e., II, 324.
98 Dr. Mehmet Akif Özdoğan
çok konusunu bulmak mümkündür. Ancak bilgiler eserinin değişik yerlerinde dağınık bir
şekildedir.
İbnu’l-Mu’tez de aynı dönemde Kitâbu’l-bedî‘ ismini verdiği bir eser te’lif ederek
bedî‘ ilminin kurucusu kabul edilmiştir. Eserinde, istiâre, tecnîs, mutâbaka, reddu a‘câzi’lkelâm
‘alâ mâ tekaddemehâ sanatlara, ve bu sanatlarla ilgili yapılan kusurlara yer vermiştir6
.
İbnu’l-Mu‘tez, döneminde yaygın olan on üç sanatı “mehâsinu’l-kêlâm” bölümü altında
inceleyip, şiirlerden örnekler verir7
. Bu sanatlar, “i‘tirâz, i‘nât, ifrât, iltifât, el-medh yuşbihu
bi’z-zem (zemme benziyen medh), tecâhulu’l-‘ârif, husnu’t-tazmîn, kinâye, husnu’t-teşbîh, elhezlu
yurâdu bihi’l-cidd (ciddiyetin kasdedildiği şaka), bir manâdan başka bir manâya geçiş,
mursel ve ta‘kîd”dir. İbnu’l-Mu‘tez’in ele aldığı bu sanatlar, bugünkü tasniflere göre bedî‘
ilmine ait olmayıp; meânî, beyân ve bedî‘ dallarının hepsine dahil olmaktadır. Hem el-Câhiz
hem de İbnu’l-Mu‘tez henüz tasnif edemedikleri belâgat dallarını edebî zevkle ele almışlardır.
Kudâme b. Ca‘fer (öl.337/948) de “Nakdu’ş-şi‘r” adlı eserinde pek çok belâgat
kurallarını incelemiştir. Kudâme’nin, bu eserinde Aristoteles’in şekilci, felsefî ve akılcı
metodunu takip emesi belâgatın şekilci ve mantık ve felsefenin etkisine girmesinin ilk adımı
olarak görülür. Arap edebiyatında Aristoteles’den etkilenerek şekilci bir yöntem izleyen ilk
tenkitçi-belâgatçı olması sebebiyle Kudâmeyi, döneminin tenkitçileri edebî zevki yok etmek,
tenkit ve belâgatı şekilci bir hale getirmekle suçlarlar8
. Kudâme, döneminin tenkitçilerinden
pek çok tenkit almasına rağmen; metodu Arap belâgatında yayılır ve çoğu belâgatçılar kısmen
de olsa onu takip ederler. Meselâ, Ebû Hilâl el-‘Askerî(öl.395/1004) “Kitâbu’s-sınâ‘ateyn”,
İbn Reşîk (456/1063), “el-‘Umde fì mehâsini’ş-şi‘r ve âdâbihî ve nakdih, ‘Abdulkâhir alCurcânî,
“Delâ’ilu’l-i‘câz” ve “Esrâru’l-belâga” adlı eserlerinde ondan etkilenmişlerdir9
.
Ancak bu bêlagatçılarda edebî zevk ön planda olmuş ve ondan sadece kısmen
etkilenmişlerdir. Kudâme’nin asıl etkisi, ‘Abdulkâhir el-Curcânî’den sonra görülmeye
başlamıştır.
‘Abdulkâhir el-Curcânî ve ondan önceki belâgatın özelliklerini kısaca şöyle
sıralayabiliriz: Sözdeki güzellik ve kaynağı, edebi zevk unsurunun geliştirilmesi, sanatın
geliştirilmesi, belâgat eserinden güzel-kötü gibi değerlendirmede bulunulması
10. Tüm bunlar
bu döneme ait belâgatın ve edebi tenkidin özelliği idi. Belâgat tarihine baktığımız zaman

6 İbnu’l-Mu‘tez, Kitâbu’l-bedî‘, nşr. Ignatıus Kratchkovsky, Londra, 1935, 47-52. 7 İbnu’l-Mu’tez, a.g.e., 57-77. 8
M. Akif Kireşçi, Kudāma b. Ca‘far ile Abū Hilāl al-‘Askarî’de Şiir Eleştirisi, Basılmamış Y.L. tezi, 81. 9
Muhammed Mendûr, en-Nakdu’l-menhecî ‘inde’l-‘Arab, Dâru’n-nahdati’l-misriyye, Kahire, 1976, 67. 10 ‘Abdul‘azîz ‘Atîk, Fî Târîhi’l-belâgati’l-‘arabiyye, Dârun-nahdati’l-‘arabiyye, Beyrut, tsz, 300.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 4 99
zaten edebi tenkit ile belâgatın iç içe ele alındığı görülür. ‘Abdulkâhir el-Curcânî’den sonra
bu öz ve özellikler, yerini felsefe ve mantık metodu ile ele alınan şekilci belâgata bırakmıştır.
‘Abdulkâhir el-Curcânî’ye kadar belâgat ilmi genel olarak edebî zevkin hakim olduğu
bir çerçevede önemli gelişme göstermişti. ‘Abdulkâhir el-Curcânî önceki belâgatçıların
bilgilerini de göz önünde bulundurarak adına meânîn-nahv (Delâilu’l-i‘câz) adını verdiği
meânî ilmi ile, Esrârul-belâga dediği beyân ilminin temellerini atmıştır. Delâilu’l-i‘câz adlı
eserinde fesâhat ve belâgat kavramlarını izah ettikten sonra meânî ilminin pek çok konusunu
ele almış, ayrıca beyân ilmine ait olan kinâye, mecâz, istiâre ve temsîl sanatlarına da bu
eserinde yer vermiştir. Esraru’l-belâga adlı eserinde de beyân dallarından teşbih, mecâz,
istiâreye yer vermiş, kinaye sanatını diğer eserine bırakmıştır. Bu eserinde bedî‘ sanatlarından
tecnîs ve sec‘i ele almıştır.
Edebî zevk sahibi olan ‘Abdulkâhir el-Curcânî’den sonra Arap edebiyatında
“edebiyat ve kelâm ekolleri” ortaya çıkmıştır. Edebiyat ekolü Şam, Mısır ve Irak’ta ortaya
çıkmıştır. Bu edipler genellikle Arap edipleridir. Arap edebi zevkine sahip, felsefe ve mantık
kurallarına soğuk bakan ediplerin oluşturduğu bu ekol mensupları, edebî tenkit ve belâgatı
edebî zevk içinde ele almışlardır. Konuların anlatımında ayet, şiir, Arap atasözlerine geniş
olarak yer vermişlerdir. Bu ekolün en önemli temsilcileri İbn Sinan el-Hafaci, Usâma b.
Munkız, İbnu’l-Esir, İbn el-İsba‘ el-Mısri, et-Tûfî el-Bağdadidir. ‘Abdulkâhir el-Curcânîden
sonra bu edipler onun yolunu takip etmişlerse de kelâm ekolünün daha baskın ve etkin
çıkması nedeni ile belâgatın donuklaşıp, özünü kaybetmesine engel olamamışlardır
11.
Kelâm ekolü ise Türk, Fars ve Tatarların yaşadığı doğu (meşrik) bölgesi edipleri
tarafından oluşturulmuştur. Bu ekol mensupları Arap edebi zevki yerine dönemin revaçta olan
mantık, felsefe ve kelam ilimleri ile de temayüz ettiklerinden edebiyatta ve belâgatta bu
ilimlerin şekilci, kuralcı ve sistematize edici özelliklerini kullanmışlardır. Fahruddîn erRâzî(öl.666/1267)
ve es-Sekkâkî bu ekolün en etkili belâgatçıları arasında yer almıştır
12.
Ahmet Emîn, ‘Abdulkâhir el-Curcânî’den sonra Arap olmayan kişiler tarafından
belâgatın donuk hale getirildiğini savunur. Ona göre, es-Sekkâkî gibi alimler, belâgatla ilgisi
olmayan tabirleri bu ilme kattılar. el-Miftah ve şerhleri ile belâgat, asli hüviyetinden
uzaklaşmış, ‘Abdulkâhir ve öncesi belâgat anlayışı kaybolmuştur13. Meselâ; er-Râzî,
Nihayetu’l-îcaz fî dirâyeti’l-i‘câz adlı eseri ile Abdulkâhir’in adı geçen iki eserini mantık,
felsefe, kelam, cedel, fıkıh ve usulü gibi ilimlerin ışığı altında telhîs etmiş ancak bu

11 ‘Abdulkâdir Huseyn, el-Muhtasar fî târihi’l-belâga, Kahire, 1982, 13. 12 ‘Abdulkâdir Huseyn, a.g.e., 14.
13 Ahmed Emin, en-Nakdu’l-edebî, Mektebetu’n-nahdati’l-‘arabiyye, Kahire, 1965, 451.
100 Dr. Mehmet Akif Özdoğan
çalışmasında edebi zevki ve özü hissettirememiş, şekilci ve kurallar koyan bir hüviyet
kazandırmıştır. er-Râzî, bu çalışmasında yeni bir şey ortaya koymamış; sadece kısmî tasnifler
yaparak; ‘Abdulkâhir el-Curcânî’nin adı geçen iki eserine telhîs yapma geleneğini
başlatmıştır
14.
‘Abdulkâhirin adı geçen iki eserine kalıcı telhîsi, es-Sekkâkî yapmış
15, es-Sekkâkî’nin bu
eserine günümüze kadar etkisini sürdürebilecek telhisi de talebesi el-Kazvînî gerçekleştirmiştir.
BELÂGATIN TASNİFİNDE es-SEKKÂKÎ VE el-KAZVÎNÎNİN ETKİSİ
Sırâcuddîn Ebû Ya‘kûb Yusuf b. Muhammed es-Sekkâkî felsefe, mantık, kelam, fıkıh
ve usulu, dil ve belâgat ilimlerinde temayüz etmişti. Döneminin en önde gelen alimlerindendi.
‘Abdulkâhirin adı geçen iki eserini titiz bir şekilde incelemiş, er-Râzînin bu eserlere yazdığı
telhîsi görmüş; ancak bu tasnifi yeterli bulmamış ve Miftâhu’l-‘ulûm adlı meşhur eserini telif
ederek günümüze kadar etkisini sürdürecek olan belâgat tasnifini ortaya koymuştur16.
es-Sekkâkî, Miftâhu’l-‘ulûm adlı eserinin üçüncü bölümünde belâgat ilimlerinin
tasnifini yapar. Önce meânîyi, daha sonra beyân’ı ele alır. Bu iki kısma ilâve olarak da bedî‘
ilmini inceler. Ayrıca meânî ve beyân ilimleri için arûz ve kafiye bilgisine ihtiyaç olduğunu
belirtir ve bunları kitabının sonuna ilave yapar17.
es-Sekkâkî’nin, belâgatın kavramlarını izah edişinde Kudâme b. Ca‘fer gibi şekilci,
felsefe ve mantık ilmi kuralları içinde olduğu görülür. Bu haliyle onun belâgat kavramları ile
ilgili târif ve açıklamaları, karmaşık, anlaşılması güç bir hale gelmiş, edebî zevk yok
olmuştu18.
es-Sekkâkî bu eserinde temel kaynaklara inerek, belâgatın alt dalları ile ilgili
kavramları tarif etmiştir. Bu tarifleri karmaşık, zor ve uzundur. Ancak doğru, sağlam ve
isabetlidir. O, mantık ilmi sayesinde ta‘lîl, tarif ve taksimde sağlam bir yapı oluşturmuştur.
Akli gücü meselelere hakim olduğundan hataları oldukça azdır
19. Belâgatı üç bölüme ve
bunları da kendi arasında geniş kısımlara ayırmasındaki ince kavrayışı göze çarpar. Ancak
‘Abdulkâhir el-Curcânî ve ez-Zemahşerî(öl.583/1143) deki insan ruhunu rahatlatan edebi

14 ‘Abdulkadir Huseyn, a.g.e., 199. 15 ‘Abdul‘azîz ‘Atîk, a.g.e 300. 16 ‘Abdul‘azîz ‘Atîk, a.g.e. 300. 17 Bkz. es-Sekkâkî, a.g.e. 18 Ahmed Matlûb, el-Kazvînî ve şurûhu’t-telhîs, Mektebetu’n-nahda, Bağdat, 1976, 399-400. 19 Şevkî Dayf, el-Belâga târîh ve tatavvur, Dâru’l-meâ‘rif, Kahire, 1962, 287
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 4 101
zevk görülmez. Bu eseri ile belâgatı kuralcı bir ilim haline getirmiştir20. Halbuki daha önceki
belâgat eserlerinde ilimle birlikte sanatın ağırlığı da göze çarpardı. es-Sekkâkî’nin, belâgatı,
nahiv kurallarını açıklar gibi açıklaması, onu mantık kuralları gibi kalıplaştırmıştır
21.
Zor ve karmaşık bir üslup kullanan es-Sekkâkî’nin bilgileri orijinal olmayıp, başta
‘Abdulkâhir el-Curcânî olmak üzere kendinden önceki belâgatçıların eserlerinin güzel bir
özetidir22. Ancak belâgat ilmi ile ilgili tarifleri her ne kadar önceki belâgatçıların eserlerinde
var olan bilgilerin bir araya getirilmesinden ibaret olsa da; yaptığı tarifler orjinaldir. er-Râzî
bu konuda es-Sekkâkî kadar başarılı olamamıştır. Ayrıca belâgata ilave edilecek fazla bilgi
kalmadığından ve eldeki bilgiler de kitaplarda dağınık olduğundan, bu bilgilerin tasnif
edilerek güzel bir şekilde tarifi gerekiyordu. İşte bütün bunları ince ve dakik zekası ile esSekkâkî
gerçekleştirmiştir..
es-Sekkâkînin belâgatı, meânî ve beyân olarak tasnif etmesi ve bu iki kısma lafzî ve
manevi güzellikler diyerek bedî‘ye işâret etmesi; bu ilmin tasnif edilmesi açısından çok
önemlidir. Çünkü önce belâgatı üç kısma ayırmış daha sonra bu üç taksimin genel tarifini
yapmış, sonra da kapsamına giren bütün belâgat meselelerini bu kısımlar altında toplamıştır.
Böylece bütün belâgat meselelerini ilgili yerlerde bulma imkanı hasıl olmuştur.
es-Sekkâkî Miftâhu’l-‘ulûm adlı eseriyle bu alanda şöhrete kavuşmuş; belâgatçılar
onun bu eserine hayran kalarak telhîs ve şerhler yazmaya başlamışlardı. O kadar ki,
belâgatçılar bu alandaki kabiliyetlerini bir yana bırakarak, onun eserini anlamaya ve şerh
etmeye koyulmuşlardı. Onlar hayranlıklarından dolayı beş asrı şerh ve telhîslerle
geçirmişlerdir23. Ancak bu belâgatçıların güzel görüşleri şerhler içinde kaybolmuştur. Onun
bu eserine yazılan en güzel ve günümüze kadar etkisini sürdüren telhîsi, el-Kazvînî telif
etmiştir24. Telhîsu’l-miftâh adını verdiği telhîsinde es-Sekkâkî’nin telhîsini ve özetini kendi
görüşlerini katarak yapmıştır. el-Kazvînî bu telhîsten sonra bu eserini el-İzah adlı eseriyle
şerh etmiştir. el-Kazvînînin, bu eserlerindeki bilgiler günümüz belâgatında da yer almıştır
25.
el-Kazvînî, Telhîsu’l-miftah adlı eserini telif etmesindeki nedenini mukaddimesinde
şöyle açıklar; es-Sekkâkînin “Miftahu’l-‘ulûm” adlı eserinin üçüncü kısmı, tertibi en güzel,
yazılışı tam, temel kuralları bir araya getirme yönüyle mükemmel olup, bu alanda yazılan
kitapların en faydalısıdır. Ancak bu eserde, fazlalık, gereksiz uzatmalar ve kapalı ifadeler

20 Şevkî, a.g.e., 288. 21 Şevki, a.g.e., 288 22 ‘Abdul‘azîz el-‘Atîk, a.g.e., 272. 23 ‘Abdul‘azîz el-‘Atîk, a.g.e., 278. 24 el-Kazvînî, Telhîs, S. Bilici Kitâbevi, İstanbul; Telhis ve Tercümesi, Haz. Nevzat Yanık, Mustafa Kılıçlı, Sadi
Çöğenli, Huzur Yay. Dağ., İstanbul. 25 Bkz.Bekrî Emîn Şeyh, el-Belâgatu’l-‘arabiyye fi sevbihe’l-cedîd, Dâru’l-‘ilmi’l-melâyîn, Beyrut, 1982.
102 Dr. Mehmet Akif Özdoğan
bulunduğundan kısaltılması mümkün olup, açıklama ve ayıklamaya da ihtiyaç olduğundan
ondaki kaideleri içeren özet bir kitap telif ettim. Araştırma ve düzenleme gayretimi eksik
etmedim. Onun tertibinden daha kolay anlaşılır bir tertibe koydum. İsteklilerin çabuk elde
etmesi ve kolay anlaması için lafzını aşırı kısaltmaya da gitmedim. Bazı yazarların
kitaplarında gördüğüm faydalı bilgileri ve hiçbir kimsenin ifadesinde –kendisine açıkca ve
işareten – bulmadığım ek bilgileri de ilave ettim ve ona “Telhîsu’l-miftah” adını verdim26.
Onun bu ifadeleri hem es-Sekkâkînin, hem de kendisinin eserinin özelliklerini ortaya
koymaktadır.
Şimdi de iki müellifin belâgatın kısımlarının tasnif edilmesindeki katkılarını ele
alalım.
1-MEÂNÎ İLMİ
Meânî kavramını ilk kez, el-Merzubânî ( 384/994) ile Ebû Bişr b. Mattâ b. Yûnus bir
tartışma esnasında kullanmışsa da ilmi anlamda ‘Abdulkâhir el-Curcânî’nin kullandığını
görmekteyiz27. el-Curcânî “Delâ’ilu’l-i‘câz” adlı eserinde me‘ânî kavramını kullanmamışsa
da “nazm” ve “me‘âni’n-nahv” ifâdelerine yer vermiştir. es-Sekkâkî, Miftâhu’l-‘ulûm adlı
eserinde ‘Abdulkâhir el-Curcânî’nin “meâni’n-nahv” ve “nazm” teorilerinine “meânî” adını
vermiştir. Böylece es-Sekkâkî, bu ismi kendisi ortaya koymayıp; ‘Abdulkâhir’in kullandığı bu
iki kavramdan hareketle meâni ifadesini kullanmıştır. Ancak müellifin bu iki kavram yerine
sadece “meânî” ifadesini kullanması önemlidir.
‘Abdulkâhir’e göre, nazm, (ya da meânîn-nahv) kelamın nazmı ile eşyalar arasında
irtibat kurmaktır. Bu da nahiv ilminin kurallarını, sözde kullanmak ve tatbik etmekle
gerçekleşir. Yine ona göre, kelimeler tek başına fasih olmayıp ancak cümle içinde fasih ve
beliğ olabilir. Sözün de beliğ olabilmesi için, nahiv kurallarına uygunluğu şarttır. Bu yüzden
müellif, kelamın nazmı ile eşya arasında irtibat yolları olarak gördüğü nahiv kurallarından atıf
harfleri, takdîm-tehir, hazf, mübteda ve haberin hazfi, hal cümlesindeki vavın hazfi v.b.
konuların önemini vurgulayıp, îcâz, itnâb, vasl, kasr ve muktezâyı hâli, mana (nazm) için
gerekli görmüştür. Ona göre nazmı eşyaya bağlayan nahiv kuralları yeni anlamlar için çok
önemli idi28.
es-Sekkâkî, meânî ilmini, “muktezâyı halin sözde tatbikinde muhtemel hataları tespit

26 el-Kazvînî, a.g.e., 4-5. 27 Ahmed Matlûb, a.g.e., 287. 28 ‘Abdulkâhir el-Curcânî, Delâ’ilu’l-i‘câz, nşr. Reşîd Rızâ, Dâru’l-ma‘rife, Beyrut, 1978, 44-50.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 4 103
edip, korumak için söz ifâdelerindeki özelliklerin araştırılması” şeklinde târif etmiştir29. Aynı
anlama gelecek ancak daha açık bir ifade ile el-Kazvînî ( 739/1338) bu târifi sadeleştirerek;
“Arapça lâfızların, kendisiyle muktezâyı hâle (ortama) uygunluğu sağlanan durumları öğreten
bir ilimdir30 şeklinde ifade etmiştir. es-Sekkâkî, meânîyi; İsnâd-ı haberiyye, müsned ve
müsnedün ileyh, fiille ilgili olanların durumu, kasr, inşâ’, fasl-vasl, îcâz, itnâb ve icâz
şeklinde kısımlara ayırır ve bunları geniş olarak ele alır. el-Kazvînî de onun bu
sınıflandırmasını kabul ederek anlaşılır şekilde özetleyerek telhîs yapar. es-Sekkâkî’nin bu
tasnifleri, ‘Abdulkâhir’in adı geçen iki eserinde ve diğer belâgat eserlerinin muhtelif
yerlerinde farklı konular içerisinde mevcuttur. es-Sekkâkî ve el-Kazvînî’nin meânî tarifleri de
bu ilmin nahiv ilmi ile olan irtibatını açıkça ortaya koymaktadır
31. Ona göre meânî ilmi için,
mantık ilmindeki had (tarif etme ve sınırlama) ve istidlâl (delillendirme) bilgisine sahip
olunması gereklidir.
‘Abdulkâhir’in meâni’n-nahv kavramında söylemek istediği manayı es-Sekkâkî farklı
bir üslupla tarif etmiştir. es-Sekkâkî bu tarifte nahiv kuralları ifadesini kullanmasa da buna
işaret etmiştir. Ayrıca es-Sekkâkî, muktezâyi hal şartını özellikle vurgulamıştır. Âbdulkâhir
de muktezâyı hâl şartını söz ile ifâde etmemişse de kullandığı ifadelerle buna işaret etmiştir.
el-Kazvînî ise meânîyi daha açık bir şekilde yeniden tarif etmiştir. Günümüz belâgatçıları
onun yaptığı tarifleri küçük ifade değişiklikleri ile kabul etmişlerdir32.
2-BEYÂN İLMİ
el-Cahiz’in, el-Beyân ve’t-tebyîn adlı eserinde “beyân” kavramını ele alıp incelemiş
ve bu özelliği ile de hem belâgatın hem de beyan’ın kurucusu olarak kabul edilmiştir. Ancak
el-Cahiz, bu kavramı kapalı olan şeyleri apaçık olarak ifade etmek anlamında kullanır. Ona
göre, insanların gönül ve zihinlerindeki manâlar ve duyguları harekete geçiren düşünceler
gizli olduğundan; insan, beyân melekesiyle karışıklıkları düzeltir, mühmel olan bir şeyi
sağlamlaştırır, bilinmeyeni gösterir, garibi maruf yapar, anlatılmak istenilen şeyi daha açık
hale getirir. Ona göre kısaca beyân, gizli olan manâyı açığa çıkarmaktır
33. Ama bazen de
belâgat anlamında kullanır ve sözde muktezâyı hale uygunluk şartını arar. Beyân kavramı elCâhiz’den
itibaren gelişmeler göstermiş, el-‘Askerî, İbn Reşîk gibi belâgatçılar vasıtasıyla

29 es-Sekkâkî, Miftâhu’l-‘ulûm, 161. 30 el-Kazvînî, a.g.e., 12. 31 ‘Ali Cemîl Sellûm- Hasan Nûreddîn, ed-Delîl ilâ ‘ilmi’l-belâga ve ‘arûzi’l-Halîl, Dâru’l-‘ulûmi’l-‘arabiyye,
Beyrut, 1990, 35.
32 Bkz. Ahmed el-Hâşimî, Cevâhiru’l-belâga, İhyâ’it-turâsi’l-‘arabî, Beyrut, 1963. 33 el-Câhiz, a.g.e., I, 75-80.
104 Dr. Mehmet Akif Özdoğan
gelişimini sürdürmüş, nihayet ‘Abdulkâhir el-Curcâni ile beyânın kısımları olan teşbih, mecaz
ve kinaye olarak etraflı bir şekilde incelenmiştir34. ‘Abdulkâhir bu sanatları ele alış ve
inceleyiş biçimi ile “beyân” ilminin kurucusu olarak kabul edilmiştir.Ancak ‘Abdulkâhir bu
sanat dallarının beyân ilmi içerisinde ele alınması gerektiğini belirtmemiştir. es-Sekkâkî, önce
beyân ilmini tarif etmiş daha sonra bu tarifin içerisine girebilecek sanatları, ki bunlar teşbîh,
mecâz ve kinâyedir, bu ilmin içerisinde tasnif etmiştir. es-Sekkâkî’nin tarif ve tasnifi çok
önemli etki yapmış, yaşadığı ve sonraki dönemde belâgatçılar tarafından büyük ilgi
görmüştür.
es-Sekkâkî, beyan ilmini “Muhatabın arzu ettiği şeyi elde etmek ve sözün ortama
uygunluğundaki hatalardan sakınmak için, az veya çok kendisine açıkça delâlet etmede
birbirinden farklı yollarla dile getirmenin öğrenildiği bir ilimdir” şeklinde tarif etmiştir. elKazvînî
de onun beyan ilmi için yaptığı bu tarifi35 daha anlaşılır bir şekilde şöyle ifade
etmiştir; “Bir manayı, kendisine açıkça delâlet etmede birbirinden farklı yollarla dile
getirmenin öğrenildiği bir ilimdir36”. es-Sekkâkî beyân ilmini teşbîh, istiâre, mecâz ve kinâye
olarak kısımlara ayırırken, el-Kazvînî istiâreyi mecâzın içerisine dahil ederek teşbih, mecâz ve
kinaye şeklinde üç kısımda incelemiştir.
3-BEDΑ İLMİ
Bedî‘ kavramını ilk olarak el-Esma‘î (öl.216/831)’nin Mervân b. Ebî Hafsa için
kullandığı “aksaru badì‘an” ifâdesinde görmekteyiz37. Daha sonra bu kavram al-Câhiz’de
görülür. O, bedî‘nin Araplara mahsus olduğunu; bu yüzden Arap dilinin diğer dillere göre
ileri seviyede bulunduğunu ifâde etmiştir38. el-Cahiz’in kasdettiği bedî‘ kavramı burada izah
ettiğimiz bedî olmayıp; mana orjinalliğidir. İbn Reşîk de bedî‘ kelimesini bu manada
kullanmıştır. Ancak İbn Reşîk, 30’dan fazla bedî sanatını eserinde ele almıştır
39.
Abbâsîlerin hakim olduğu meşrik bölgesindeki belâgatçılar, daha ziyade beyân ilminin
dalları üzerinde yoğunlaşırlarken; el-Mağrib (Kuzey Afrika) bölgesinin âlimleri bedî‘ ilmini
tercih etmişlerdir. Zira bedî‘, lâfız ve manâ güzellikleri ile ilgili sanatları ihtiva ettiği için, bu
sanat dallarına ağırlık vermişlerdir40. İbn Reşik’in bedî‘ dallarına ağırlık vermesi de bunu

34 ‘Abdulkâhir el-Curcânî, Esrâru’l-belâga, Reşîd Rıza, Dâru’l-ma‘rife, Beyrut, tsz.
35 es-Sekkâkî, a.g.e., 156. 36 el-Kazvînî, a.g.e., 102 37 el-Asma‘î , Fuhûletu’ş-şu‘arâ’, nşr. ‘Abdulkâdir Ahmed, Kahire, 1971, 5. 38 el-Câhiz, a.g.e., IV, s. 55. 39 Bkz. İbn Reşîk el-Kayrevânî, el-‘Umde fî mehâsini’s-şi‘r ve âdâbihî ve nakdihî, nşr. M. Muhyiddîn
‘Abdulhamîd, Dâru’l-cîl, Beyrut, 1982.
40 İbn Haldûn, el-Mukaddime, Dâru’ş-şa‘b, Kahire, tsz , 1067.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II (2002), Sayı: 4 105
göstermektedir. Meşrik bölgesinde yaşayan ‘Abdulkâhir’in ise, bedî‘ sanatlarına yer
vermeyip; daha zor olan meânî ve beyân ilimlerini tercih etmiş olduğu görülür.
es-Sekkâkî, meânî ve beyândan sonra lafız ve mana güzelliklerinden bahseder ve
bunların sözün tezyini , belâgat ve fesahatta çok önemli olduğunu belirtir. Ancak bu kısma
bedî‘ adını vermez. el-Kazvînî de telhîsinde es-Sekkâkî’nin bu ifadesine bedi‘ adını verir. Ona
göre bedî‘; “muktezayı hale uygunluğu ve ifade açıklığına riayet edildikten sonra kendisiyle
sözün güzellik yönleri bilinen bir ilimdir41”. Bu kısım altında 33 tane bedî‘ sanatını inceler.
Onun bu çalışması bedî‘ sanatlarının korunmasını ve üzerinde çalışılmasını sağlamıştır.
es-Sekkâkî, 16 tane bedî‘ sanatına yer verir. Bunlar; “mutâbaka, mukâbele,
murâ‘âtu’n-nazîr, muzâvece, muşâkele, îham, leffu ve’n-neşr, cem, tefrîk, taksim, el-cem
me‘attefrîk, el-cem me‘attaksîm, te’kidulmedh bimâ yüşbihuzzem, tevcîh, i‘tirâz, iltifât,
istitbâ42. es-Sekkâkî’nin döneminde bedî‘ sanatları çok fazla olmasına rağmen, diğerlerine
eserinde yer vermemesinin sebebi, lafız ve mana yönü ile en önemlilerini tercih etmesinden
kaynaklanmıştır
43.
el-Kazvînî’nin incelediği bedî‘ sanatları ise; “tıbâk, irsâd, muzâvece, ‘aks, rucû‘,
tevriye, istihdâm, leffü neşr, cem‘, tefrîk, taksîm, tecrîd, mubâlaga, el-mezhebu’l-kelâmî,
husnu’t-ta‘lîl, tefrî‘, te’kidu’l-medh bima yuşbihu’z-zem, te’kidu’l-zem bima yuşbihu’l-medh,
idmâc, tevcîh, tecâhulu’l-‘ârif, el-kavl bi’l-mûcib, ittirâd, cinâs, reddu’l-‘acûz ‘ala’s-sadr,
sec‘, teştîr, muzâvece, kalb, teşrî‘ luzûm mâ lâ yelzem’dir 44. el-Kazvînî, bu sanatları
isimlendirmede bazen es-Sekkâkî’den farklılık göstermiştir. Meselâ; es-Sekkâkî’nin “îham”
dediği bedî‘ sanatını, el-Kazvînî “tevriye” olarak adlandırmıştır.
es-Sekkâkî, belâgat ve fesâhat kavramlarını açıklamazken; el-Kazvînî belâgat ile
fesahatı eserinin mukaddimesinde ele alır. Ona göre belâgat iki kısımdır. Birincisi kelamın
belâgatıdır ki; “kelamın fasih olmasının yanısıra, muktezâyı hâle uygun olmasıdır”.
Mütekellimin belâgatı ise; “kendisiyle belâgatlı söz kurabilen bir kabiliyettir45”. Ona göre
sözün fesâhatı ise; “kelimelerin fasih olmasının yanısıra, za‘fu’t-te’lif (dilbilgisi kurallarına
aykırılık), tenâfuru’l-kelimat(telaffuz uyumsuzluğu), ve ta‘kid (düğümlü, karmaşık söz ) den
arınmasıdır”.
el-Kazvînî’nin dışında Bedruddîn b. Mâlik (öl.668), ‘Abdurrahmân eş-Şîrâzî (öl.757)
ve et-Taftâzânî (öl.792/1290), es-Sekkâkî’nin el-Miftah adlı eserine telhîs yazmışlardır. es-

41 el-Kazvînî, a.g.e., 10.
42 es-Sekkâkî, a.g.e., 200. 43 ‘Abdul‘azîz el-‘Atîk, a.g.e., 276. 44 el-Kazvînî, a.g.e., 136. 45 el-Kazvînî, a.g.e., 250.
106 Dr. Mehmet Akif Özdoğan
Sekkâkî’nin, şekilci ve kuralcı belâgat tarzı modern dönemde Emîn el-Hûlî gibi belâgatçılar
tarafından tenkit edilerek belâgata farklı bir çehre kazandırılmaya çalışılmıştır
46. Ancak
onların bu girişimleri teoride kalmış, yine es-Sekkâkî, al-Kazvînî ve konuya şerhleri ile
katkıda bulunan Sa‘duddîn et-Taftâzânî’nin te’lif ettiği eserler günümüzde geçerliliğini
sürdürmektedir.
Sonuç olarak; belâgat ilmi teorileri konulmadan önce edipler tarafından pratik olarak
tatbik edilmiş; el-Câhiz, İbnu’l-Mu‘tez gibi edipler tarafından teorileri konulmuştur.
‘Abdulkâhir el-Curcânî ile belâgat bilgi yönüyle son halini almıştır. ‘Abdulkâhir elCurcânî’den
sonra onun belâgat ile ilgili eserlerine telhis ve şerh etme dönemi başlamıştır. elCurcânî’nin
adı geçen eserlerine en güzel telhîsi es-Sekkâkî yapmıştır. es-Sekkâkî, Miftâhu’l-
‘ulûm adını verdiği bu telhîsin üçüncü bölümünü belâgat ilmine tahsis etmiştir. es-Sekkâkî,
belâgatı meânî, beyân şeklinde iki kısma ayırmış, bedî‘ ilmi ile ilgili sanatlara da kısaca yer
vermiştir. el-Kazvînî ise belâgatı meânî, beyân ve bedî‘ olarak üç kısımda tasnif etmiştir. esSekkâkî’nin,
yaptığı tasnifler ve bunlarla ilgili bölümler oldukça isabetlidir. Ancak belâgat
meselelerini, mantık ve felsefe kuralları çerçevesinde tarif yaptığından; edebî zevki ihmal
etmiştir. es-Sekkâkî’den sonra belâgatta şekilci tarz günümüze kadar devam etmiştir.

46 Ahmed Matlûb, a.g.e., s. 399-400.

Konular