Arapçada İsnad ve Eksiltili Yapılara Bazı Yeni Yaklaşımlar

T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
Cilt: 22, Sayı: 1, 2013
s. 29-38
Arapçada İsnad ve Eksiltili Yapılara Bazı Yeni
Yaklaşımlar
İsmail GÜLER
Özet
Arapça’da Hint-Avrupa dil ailesindeki gibi iki ismi birbirine
bağlayan ve onların cümle olduğunu gösteren bir sözcük (copula)
yoktur. Bu biçimsel bağın bulunmayışı gramercileri anlamsal bir
bağ arayışına sevk etmiştir. Onlar da aradaki bağın anlamsal
olması gerektiğini ve bu bağa isnâd dendiğini ileri sürmüşlerdir.
Bu durumda cümle mantıksal bir yaklaşımla hakkında yargıda
bulunulan kısım (musned ileyh) ve yargıyı ifade eden kısım
(musned) ile aralarında isnâd denen o bağın bulunduğu bir yapı
olarak ele alınmıştır. Bu anlayış fiil cümlelerini de kapsayacak
şekilde yaygınlaştırılmıştır. Ancak, özellikle duygulanımları ve
heyecanları dile getiren bazı yapılarda bu iki temel ögenin izahı
yapılırken sorunlar yaşanmıştır. Musned ve musnedun ileyh
parçalarından oluşan fakat isim veya fiil cümlesi kategorilerine
dâhil edilemeyen yapılar yeni gramer çalışmalarının bir kısmında
“Arapçanın Üslupları” (Esâlibu’l-Arabiyye) başlığı altında
işlenmektedir. Bu makalede bu konular, bazı yeni yaklaşımlar
eşliğinde ele alınacaktır.
Abstract
Some New Approaches to Elliptical Structures in the Arabic
Language
As in the Indo-European language family, there is not a word in
the Arabic Language, which links between two names and

 Prof. Dr., Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi, iguler@uludag.edu.tr
30
indicates that they are a sentence. This lack of formal bond led
Arabian grammarians to search for a semantic link. Finally they
claimed that this link should be semantic and it is called as
isnâd. Accordingly with a logical approach, the sentence has
been handled as a structure which includes musnadun ilayh
musnad and isnâd. This understanding has been generalized to
cover the verb phrase. But it is faced with the problems in some
structures that express especially the special sensations and
emotions, when these two basic elements are explained. In some
new grammatical studies, the structures which consist of
musnad and musnadun ilayh, but which is not included to noun
or verb phrase category, are being handled under the title
“Esâlibu’l-Arabiyye”. In this paper these subjects will be tackled
with some new approaches.
Anahtar Kelimeler: İsnad, Müsned, Müsned ileyh, Arapçada
Temel Cümle Ögeleri.
Key Words: Isnâd, Musnad, Musnad ilayh, Arabic Sentence,
Basic Elements in Arabic Language.
Giriş
Arapçada Hint-Avrupa dillerinde olduğu gibi iki isimden oluşan
terkibin cümle olduğunu gösteren lâfzî bir işaret (copula)
bulunmadığından nahivciler bunun yerini tutacak bir şeyler
arayışına girmişlerdir.1 Onlar cümledeki öğelerin birbiri ile ilişkisini
bir yandan şekilsel özelliklerle belirlerken, diğer yandan öğeler
arasındaki bu ilişkiyi anlamsal olarak da açıklamaya çalışmışlar ve
öğeler arasındaki bu anlamsal bağa “isnâd” adını vermişlerdir.
Cümlenin türü ne olursa olsun (isim veya fiil cümlesi) temel öğeler
arasındaki bu bağ (isnad) sürekli aranmıştır. İsnadın iki tarafı söz
konusudur; hakkında konuşulan, yargıda bulunulan (إليه مسند (ile
yargı ifade eden kısım (مسند (olup, ikisi arasındaki ilişki de yargı
(إسناد (olarak adlandırılmıştır.
Sîbeveyh’den bu yana bütün cümlelerde isnadın ve iki tarafının
(مسند/إليه مسند (aranması ve bunun cümlenin olmazsa olmaz şartı
olarak ileri sürülmesi2 nahivcilerin kelamcı ve mantıkçıların düşünce
biçimlerine bağlı kaldıkları,3 konuşma dilini ve bu dilin ifade
biçimlerini pek itibara almadıkları izlenimini vermektedir. Hatta
cümlede müsned ve müsnedun ileyh kısımlarına girmeyen
mansubatı "فضلة/fadle" kabul etmiş olmaları da mantıksal yapıya

1 el-Yâsirî, Ali Muzhir, el-Fikru’n-Nahvî inde’l-Arab, Beyrut 2003, s. 309.
2 Sîbeveyh, el-Kitâb, A. M. Hârûn neşri, Kahire 1988, I/23.
3 el-Kessâr, Muhammed, el-Miftâh li Ta’rîbi'n-Nahv, Dımaşk 1976, s. 138.
31
bağlı kalmalarının bir başka göstergesidir. Çünkü mantıkta bir
önerme; mevzu ve mahmulden oluşup dışındakiler fazlalık sayılır ve
istenirse düşürülebilir.4
Mantığın etkisinde kalma sonucunda mahkûm ve mahkûmun
aleyh terimlerine de benzetilerek benimsenen bu açıklama tarzı
Arapçanın düzenli cümlelerinde sorun oluşturmazken mantıksal
yapıya uymayan duygusal ifadeleri açıklamada sorunlu olmuştur.
Çünkü insan dili düzgün cümlelerle dile getirilen düşünceye olduğu
kadar duygusal ifadelere de açıktır ki bu tür ifadeler çoğu dilde
normal cümle kalıplarına uymaz.
Cümleleri böyle ikili, mantıksal bir temele indirgeyerek ele
almanın eski gramerin bir hatası olduğunu söylemeye
çabalamıyoruz. Çünkü sadece Arapçada değil, diğer birçok dilde de
cümleler felsefi bir eğilim sonucunda konu/yorum veya özne/yüklem
biçiminde ele alınmıştır. Bunun da temelinde dünyaya bakış
yatmaktadır. Bu bakışa göre dünyada bir yanda varlıklar, nesneler
ve olgular bulunmakta, diğer yanda da devinimler. Geleneksel
dilbilgisi çalışmalarında olduğu gibi modern dil çalışmalarında da, dil
felsefesinin ulaştığı bu cümle çözümlemeleri olduğu gibi
korunmuştur. Ne var ki, son çalışmalarda, bu ayrımların cümlenin
yapısını ortaya koymada dayanak olarak görülmesinin yetersiz
kaldığı vurgulanmaya, yeni öneriler geliştirilmeye başlanmıştır.5
"Duygusal dil" başlığı altında konuyu ele alan Vendryes,
insanın sadece düşünceleri dile getirmediğini, duygularını dile
getirip, hemcinslerini etkilemek için de dili kullandığını, bu yüzden
ifadeleri; mantıksal, etkileme ve etkilenme diye üç ayrı grupta
incelemek gerektiğini söyler.6 Vendryes devamla; “gözlerimizin
önünde gerçekleşen bir kazadan dolayı "Vah! yazık garibana!" veya
hiç umulmadık bir anda bir tanıdığımızla karşılaşınca "Sen!
Buradasın ha!" deriz ki bu üzüntümüzü ve heyecanımızı düz mantıki
ifadelerle dile getirmiş olsak ve "Garibana acıdım", "Seni burada
görmek beni şaşırttı" demiş olsaydık ne kadar kuru kalacaktı.”7
diyerek duygusal ifadelerin dildeki önemine işaret etmektedir. Ayrıca
o, bir dilcinin herhangi bir dildeki cümleleri çözümlemeye
girişmeden önce onları türlerine ayırması gerektiğini belirterek8
duygusal dille mantıki dilin cümle yapılarının farklı olduğunu,

4 el-Yâsirî, age, s. 417.
5 Uzun, N. Engin, Dünya Dillerinden Örnekleriyle Dilbilgisinin Temel Kavramları,
İst. 2004, s. 95.
6 Vendryes, J., el-Luğa, Abdulhamid ed-Devâhilî ve Muhammed el-Kassâs
çevirisi, Kahire ts., s.182.
7 Age, s. 183-184.
8 Age, s. 188.
32
konuşma ve yazı dilinin cümleleri karşılaştırıldığında bu farkın daha
da belirgin olarak ortaya çıktığını ileri sürer.9
Çağımızda konuyu eski gramercilerden farklı biçimde ele alan
ilk kişilerden olduğunu sandığımız Bergstrasser anlamlı sözü (kelam)
cümle ve cümle olmayan biçiminde ikiye ayırmıştır. Kelamın
çoğunun (مسند (ile (إليه مسند (parçalarından oluşan cümlelerden
oluştuğunu, parçalardan her ikisi de isim veya isim konumunda ise
cümlenin isim cümlesi, eğer (مسند (fiil ya da fiil konumunda bir
kelime ise cümlenin fiil cümlesi olduğunu söylemektedir. Öte yandan
kelamda isnâd barındırmayan sıfat tamlamaları, isim tamlamaları,
atıf gibi müfred (cümle oluşturmayan) kelimeler de bulunduğunu,
nidanın da bu türlerden olarak cümle veya cümle parçası olmadığını,
bununla beraber tek başına anlamlı olup gizli veya açık bir başka
öğeye gerek duymadığını, ancak bu tür yapıların konuşma
cümlesindeki kısaltılmış ifadeler gibi de olmadığını ileri sürmekte ve
bu yapılara cümlemsiler (satzaguivalent/eşbahulcümel)10
demektedir.
Çağımız Arap dilcilerinden Temmâm Hassân isim mi fiil mi
olduğu tartışmalı olan ve bu yüzden bunlardan oluşan cümlelerin de
tartışmalı olduğu kelimeleri ayrı bir grup altında toplayarak bunlara
hâlife/havâlif adını vermiştir. Eskilerin adlandırmasına göre bunlar:
a- Fiil ismi, ses ismi, teaccüb, övgü ve yergi fiilleridir.11 Daha
sonra Hassân’ın öğrencilerinden Muhammed Hamâse Abdullatif
bunlara üç grup daha ekleyerek sayıyı yediye çıkarmıştır ki onun
ekledikleri de şunlardır:
b- Nida, yemin, tahzir ve iğra.12
c- Bunlara ihtisas, iştigal ve mansup masdarı da ekleyenler
olmuştur.13
Bu gruplardan Temmâm Hassân’ın dile getirdiği dördünü
burada ele alarak, nahiv kitaplarında bunlarla ilgili tartışmanın kısa
bir dökümünü yapıp bir sonuca varmak istiyoruz.

9 Age, s. 191.
10 Bergstrasser, Gotthelf, et-Tatavvuru’n-Nahvî li’l-Luğati’l-Arabiyye, Kahire
2003, s. 125.
11 Hassân, Temmâm, el-Luğatu’l-Arabiyye Ma’naha ve Mebnaha, Fas 1994, s.
113 vd.
12 Abdullatîf, Muhammed Hamâse, el-Alametu’l-İ’râbiyye fi’l-Cumle beyne’lKadîm
ve’l-Hadîs, Kuveyt 1984, s. 97 vd.
13 el-Kûfî, Necât Abdulazîm, Binau’l-Cümle Beyne Mantıki’l-Luğa ve’n-Nahv,
Kahire 1978, s.198 vd.
33
1. Fiil İsimleri:
Bu gruba giren kelimelerin tasnifinde tartışmalar yaşanmıştır.
Bunlara verilen isim de ne tamamıyla fiil ne de isim gibi kabul
edilmediklerini hissettirmektedir.14 Bunlar klasik nahiv kitaplarında
anlamları açısından; a- Emir b- Mazi c- Muzari biçiminde üçe,
kökleri açısından da;
a- İlk kullanıldığından beri isim fiil olarak kullanılanlar
(mürtecel),
b- Daha önce bir başka anlamda kullanılırken daha sonra isim fiil
olarak kullanılanlar (menkul
c- (فعال (vezninde olanlar biçiminde üçe ayrılmışlardır. Ayrıca yine
anlamları açısından; talep veya haber ifade edenler diye de
sınıflandırılmışlardır.
A. Bunları Fiil Kabul Eden Görüş:
Bu görüşü Kufeliler dillendirmiştir. Onlara göre bunlar gerçek
birer fiildirler. Basralılardan bazıları da bunların isim gibi kullanılan
fiil olduklarını söylemişlerdir.15 Ancak bunlar normal fiiller gibi
çekilememekte ve fiillere ait diğer birçok özellikten
yararlanamamaktadırlar.
B. Bunları İsim Kabul Eden Görüş:
Basralıların çoğunluğu bunların isim olduğunu ileri
sürmüştür. Sîbeveyh, fiiller gibi çekilip zamir almadıklarından
bunlara fiil ismi dendiğini, geçmişte, gelecekte veya içinde bulunulan
zamanda bir olayı gösteren birer fiilden alınmadıklarından normal
birer fiil sayılmadıklarını söylemektedir.16 Ancak bunlardan sonra
fail ve meful anlamında birer ismin gelmesi, emir ve nehiy anlamı
taşıyanlarında failin takdir edilmesi bunların fiil gibi işlev
gördüklerinin kabul edilmesine yol açmıştır.
İbn Cinnî, bazılarının tenvin alması, müsenna17 veya cemi
kalıbında gelmiş olanların varlığı, müenneslik eki almaları, bir
kısmının isim tamlaması halinde olması ve belirlilik takısı almaları
nedeniyle isim olduklarını söylemektedir.18
Ayrıca İbn Cinnî bunların her konuda tamamen fiil gibi amel
etmediklerine işaret eder. Örneğin bunlar fiillerde olduğu gibi mastar

14 es-Sâmerrâî, İbrâhîm, en-Nahvu’l-Arabî ve’d-Dersu’l-Hadîs Bahs fi’l-Menhec,
Beyrut 1986, s. 191.
15 es-Sabbân, Hâşiye ala Şerhi’l-Eşmûnî, Beyrut 2003, III/288.
16 Sîbeveyh, age, I/242.
17 Müsenna olarak gelen fiil isimlerinden (دهدرين (kelimesinin başındaki (ده (
kısmının Farsça olması ilginçtir.
18 İbn Cinnî, el-Hasâis, Kahire 1988, III/46-47.
34
anlamı taşımadıklarından talep ifade eden fiil isimlerinden sonra
cevap olarak gelen ve başında (فاء (harfi bulunan muzarinin mansup
olamayacağını19 söylerken, öte yandan (فعال (kalıbında gelen fiil
isimlerinin fiil olmasalar dahi ism-i failde olduğu gibi mastar anlamı
taşıdıkları gerekçesiyle cevaplarının mansup olabileceğini ileri sürer.
O, hepsinin cevaplarının meczum olmasını ise hoş karşılar.20
Fakat fiil isimlerinin isim olduklarını kabul eden nahivciler
bunların irabda yeri olduğu fikrine karşı çıkmaktadırlar. Esterâbâdî
gerekçe olarak bunların isim anlamı taşımadıklarını ve cümlede
lafızca değil anlamca fiilin yerini tuttuklarını, fiilin irabda yeri
olmadığından bunların da olmayacağını ileri sürmektedir. O, (أمامك (
ile (عليك (ve (إليك (gibi zarf-mecrur ve harf-i cer-mecrurdan oluşan bu
ifadelerin fiil ismi olduktan sonra tek kelime gibi kabul edilmeleri
gerektiğini vurgulamaktadır.21 Sonuç olarak bunlar ister isimden,
ister zarftan, ister harf-i cerden, ister fiilden aktarılmış olsun,
aktarıldıktan sonra fiil ismi olarak farklı kabul edilmeleri gerektiği
görüşündedir.22
Ancak Esterâbâdî bunların, fiillerin lafızlarının değil de
anlamlarının yerini tuttuklarını tartışırken örneğin; birinin (صه (
kelimesini kullandığında (اسكت (fiilini hatırına getirmesinin söz
konusu olmayacağını hatta bu fiili hiç duymamış da olabileceğini
söyler,23 öyleyse kendisinin de belirttiği gibi bir Arap (صه (kelimesini
kullandığında normal bir fiilin yerine kullanmamakta sadece "sus"
anlamında kullanmaktadır. Eğer böyle bir kelime geçişsiz bir
anlamdaysa kendinden sonra gelen bir merfu ile yetinmekte, yok
eğer geçişli bir anlam taşıyorsa merfudan başka mansup bir isim
daha almaktadır.
Basralılara göre bunlardan sonra gelen mansup isimlerin
bunlara takdim edilememesi ve fiil gibi çekilememeleri tam birer fiil
gibi işlev görmediklerinin kabul edilmesine yol açmıştır.24
C. Bunlara Farklı Bir Kategori Arayışı:
Görüldüğü gibi isim fiili mevcut kategorilerden birine dâhil
etmenin zorluklarından dolayı Temmâm Hassân kendi tasnifinde

19 Age, III/49.
20 Age, III/51.
21 el-Esterâbâdî, Şerhu'l-Kafiye, Beyrut 1998, III/168.
22 Ay.
23 Ay.
24 el-Muberred, el-Muktedab, Beyrut ts, III/202; el-Esterâbâdî, age, III/170.
35
onu havâlif (الخوالف (grubundan saymış ve adına ihâle (اإلخالة (
demiştir.25 Ancak kendisinden sonra gelenler hâlife/havâlif
adlandırmasını benimsemekle beraber ayrıca isim fiillere ihâle
denmesini uygun görmemişlerdir.26
İsim fiillerin sınıflandırılmasındaki bu zorluğu sadece günümüz
dilcileri değil bazı eski gramerciler de görmüşlerdir. Daha önce bu
gruba isim ve fiil dışında başka bir isim verilmesi gerektiğini Ahmed
b. Sâbir27 isimli bir dilci gündeme getirmiştir.28 Ancak onun bu farklı
adlandırması dışında konu ile ilgili diğer görüşlerinin ne olduğunu
bilmemekteyiz ki onun bu yaptığı da diğer nahivcilerin ismu'l-fiil
adlandırmasından çok daha farklı bir şey değildir zira hâlife kavramı
ile fiilin yerini tutan anlamını kastetmiştir.
Bunların lafızca fiil olmadıkları gibi anlamca da fiil
olmadıklarını göstermek üzere M. Hassân Abdullatif bir örnekle
açıklama yapmaktadır. Ona göre (العقيق هيهات (cümlesinde (العقيق (
kelimesi cümledeki (هيهات (kelimesinin dile getirdiği bir eylemi
(hades) yapmadığı gibi, bu kelimenin ifade ettiği bir eylemle
nitelenmiş de değildir. Fail olmasını gerektirecek şartları
taşımadığından fail olarak da adlandırılamaz. Bu durumda fiil
isimlerini hâlife, onlardan sonra merfu ya da mansup bir isim
bulunursa onları da damîme diye adlandırmak yeterlidir. 29
Günümüz dilcilerinden bir başkası ise konu ile ilgili şu
görüşlerini dile getirmekte; fiil ismi açık veya gizli olan mamulü ile
fiil, isim, niteleme terkiplerinden ayrılmaktadır. Zira bu terkiplerin
başına soru ve olumsuzluk kelimeleri gelebilirken fiil isminden
oluşan terkip bunları kabul etmez. Bundan dolayı hâlife terkibi adı
altında ayrıca ele alınmalıdır. Bunlar tek kelime olarak kalsalar bile
bizce isnad taşıyan terkiptirler,30 demektedir.
2. Ses İsimleri
Bu kelimeler hayvan seslerini taklit veya onlara bir şey
yaptırmak için kullanılır. Bunlar diğer anlamlı kelimeler gibi kabul
edilmese gerektir. Çünkü bunlarda iki insan arasında kullanıldığı
gibi bir uzlaşım (muvada’a) ve belirli bir anlam iletme (kasd)
bulunmamaktadır. Bu yüzden bunlara terkip ve cümle muamelesi

25 Hassân, age, 113.
26 Abdullatîf, age, 97; Ibâde, Muhammed İbrâhîm, el-Cumletu’l-Arabiyye
Mukevvinâtuhâ Envâuhâ Ta’lîluhâ, Kahire 2002, s. 92.
27 es-Suyûtî, Buğyetu'l-Vuat, Beyrut 1964, I/311.
28 es-Sabbân, age, III/289.
29 Abdullatîf, age, 99.
30 İbâde, age, 92.
36
yapmak gereksiz ve yersiz gözükmektedir. Zaten bu kelimelerin
yerinin nahiv değil sözlükler olduğu, nahivcilerin ise bunlarla
ilgilenmelerinin gerekmediği belirtilmektedir.31
3. Teaccüb Kalıpları
Diğer dillerde olduğu gibi Arapçada da hayret ve şaşkınlığı dile
getirmenin çeşitli yolları olmakla beraber gramer kitapları kıyasi iki
kalıbı esas alarak konuyu işlemektedirler ki bunlar (أفعله ما (ve ( أفعل
.kalıplarıdır) به
Nahivciler bu kalıpları oluşturan kelimeler hakkında hem sarf
hem nahiv açısından değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.32
Birinci kalıptaki (أفعل (kelimesinin isim mi yoksa fiil mi olduğu
tartışılmıştır. Kufelilere göre;
a. Çekimi yapılamadığından,
b. Tasğiri kullanılmış olmasından,
c. Ecvefte orta harfi aslına döndüğünden ve bunların tümü
ismin özelliklerinden olmasından dolayı bu kelime isimdir.
Basralılara göre ise;
1- Vikaye nunu kabul etmesinden,
2- Sonunun fethalı okunmasından,
3- Kendinden sonra gelen nekra ve marife isimleri
nasbetmesinden ve bunların fiillere ait özellikler
olmasından dolayı da fiildir.33
İkinci kalıbın başındaki (أفعل (kelimesinin fiil olduğunda ittifak
vardır. Ancak hangi kalıptan bir fiil olduğu tartışmalıdır. Basralılar
kalıbının emir, anlamının ise inşa (tasarım) değil, haber (bildirim)
olduğunu ve mazi kalıptan bozulmuş olup ardından gelen cer
harfinin zaid olduğunu söylemişler, Ferrâ, Zeccâc, Zemahşerî, İbn
Keysân ve İbn Harûf kalıbının da anlamının da emir olup kendinden
sonra gelen cer harfinin geçişlilik için kullanıldığını söylemişlerdir.34
Görüldüğü gibi nahivciler her iki kalıp hakkında da birbirine
ters düşen açıklamalar yapmışlar, bu kelimelerin irabı ile ilgili olarak
da farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Sîbeveyh'e göre birinci kalıbın

31 es-Samerrai, age, 193.
32 es-Sabbân, age, III/24.
33 el-Enbârî, el-İnsâf, Mesele 15, el-Enbârî her iki tarafın delillerini yirmi sayfayı
tutan bir uzunlukta anlatmış, konu ile ilgili olarak (هللا أعظم ما (denilebilir mi?
Diye dini bir tartışmadan da bahsetmiştir. Ancak biz burada ayrıntılara
girmek istemiyoruz; Hârûn, Abdusselam Muhammed, el-Esâlîbu'l-İnşaiyye fi'nNahvî'l-Arabi,
Kahire 2001, s. 97.
34 es-Sabbân, age, III/26-27.
37
başındaki (ما (mevsul veya mevsuf olmayıp "şey" anlamında tam bir
isimdir, merfu olup müptedadır ve ardından gelen cümle haberidir.
Esterâbâdî Sîbeveyh'in görüşünü savunmakla beraber bir açıdan
zayıf olduğunu belirtmeden geçemez. O da (ما (kelimesinin
nitelenmeden nekre kullanılmasının nadir olduğu ve müpteda olarak
da hiç duyulmadığıdır.35 Ahfeş'in meşhur görüşüne göre (ما (mevsul
olup müptedadır, ardından gelen cümle ise sılasıdır. Haber
mahzuftur. Kufelilerin çoğunluğu da bu görüştedirler.36 Yine
Esterâbâdî Ahfeş'in bu açıklamasının da zayıf olduğunu zira haberin
yerine geçen herhangi bir şey bulunmadan düşürülmüş olmasının
doğru olmadığını ve bu durumda yapılacak takdirin de teaccüb
kalıbının gerektirdiği kapalılığa uygun olmadığını söyleyerek itiraz
eder.37
Esterâbâdî, Ferrâ ile İbn Durusteveyh'in açıklamalarını da
yeterli bulmaktadır. Onlara göre (ما (soru için olup, kendinden
sonrası haberidir. O, teaccübün anlamı açısından bunun güçlü bir
açıklama olduğunu söyler ve sorudan teaccüb anlamı çıkarıldığını
Kur'an'dan ve şiirden örneklerle açıklar. Fakat (ما (kelimesinin
anlamının sorudan teaccübe aktarılmasını uygun bulmayan bir
görüşten dolayı onların açıklamasının da zayıf görüldüğünü
söylemeden geçemez.38
İkici kalıpta cer harfinden sonra gelen kısım Sîbeveyh'e göre
fail olup fiilde gizli fail yoktur. Ahfeş'e göre ise fiildeki gizli zamir fail
olup, cer harfi ya geçişlilik içindir, ya da fazladır. Cer harfinden
sonra gelen kısım ise mefuldür.39
Ayrıca teaccüb kalıpları fiil ismi bulunan kalıplarda olduğu gibi
sabit kalıplardır. Bunlarda takdim ve tehirle yapı bozulmaz. Bu
cümlelerde yapıların pek fazla değişim kabul etmemesi konuşma
dilinin deyimleşmiş yapıları olduğunun sağlam birer göstergesidir.
Bu yüzden normal cümleler gibi açıklanmaya çalışılmamaları daha
uygun olabilir.
4. Övgü ve Yergi Kalıpları
Övgü anlamındaki (نعم (ve yergi anlamında kullanılan (بئس (
kelimelerinin fiil veya isim olduğu konusunda tartışma çıkmıştır.
Basralılara ve Kisâî'ye göre bu kelimeler zamir ve dişilik gösteren ek

35 el-Esterâbâdî, age., IV/233-234.
36 Age, IV/228.
37 Age, IV/233.
38 Age, IV/234.
39 Age, IV/228.
38
aldıkları için fiildirler, ancak çekimleri yoktur. Diğer Kufelilere ve
Ferrâ'ya40 göre de çekimleri yapılmadığı, bazı kullanımlarda
başlarına cer ve nida harfi alabildikleri için isimdirler. 41
Bunları fiil kabul edenlere göre fail ya marife olarak ya da
marifeye muzaf, yahut kendilerinden sonra gelen mansup bir
kelimenin yerini tuttuğu gizli zamir olarak gelebilir. Ancak Kisâî'ye
göre bu fiillerden sonra mansup bir nekre gelirse fail gizli olmayıp bu
nekre isimden sonra gelen isimdir. Ferrâ da bu noktada Kisâî gibi
düşünmektedir.42 Övgü-yergiye konu olan isim müpteda, fiil ve fail
de haber konumunda olur. Bunları isim kabul edenlere göre bunlar
müpteda sonraki kısım ise haberdir.
Sonuç
Mantıksal iki taraflı (musned / musnedun ileyh) temel cümle
yapısı esas alındığında dildeki bütün ifade biçimlerinin bu yapıya
uymadığı söylenebilir. Bu ikili yapı tüm cümlelere
uygulanamadığında ise o gramerin dilin bütününü tutarlı bir şekilde
açıklaması sorunlu hale gelmektedir. Bunu bazı Arapça ifadelerde de
görmek mümkündür. Eski gramer kitaplarından dört konuyu ele
alarak bu yapılar etrafında meydana gelen tartışmayı bir parça da
olsa örneklemeye çalıştık. Yeni Arapça gramer kitaplarının bir
kısmında bu yapılar klasik isim veya fiil cümlesi tasnifi altında ele
alınmamakta daha çok bunlar Arapçanın farklı üslupları (esâlib)
başlığı altında topluca işlenmektedir.

40 el-Muhtâr, Ahmed Deyra, bu kelimelerin fiil olduğu ile ilgili el-Ferra'dan
yapılan naklin onun görüşünü yansıtmadığını, bu kelimelere kendisinin fiil
dediğini ileri sürmektedir. Bkz. Dirase fi'n-Nahvî'l-Kûfî, Beyrut 1991, s. 329
vd.
41 İbnu'l-Enbârî, age, 14. Mesele.
42 es-Sabbân, age, III/47.

Konular