Edebiyat Tarihi Ve Arap Romanı∗

KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi
6 (2005) s. 129-150
Edebiyat Tarihi Ve Arap Romanı∗
Roger ALLEN ∗∗
Çev.: Yrd.Doç.Dr.Faruk ÇİFTÇİ
∗∗∗
Giriş
Edebiyat tarihçilerinin gerekli ancak talihsiz görevlerinden
birisi de sürekli kendilerine değişim surecinin kurallarını
hatırlatmak zorunda olmalarıydı. Yani edebiyat tarihlerinin de
kendi tarihleri vardır. Bir edebiyat araştırmacısının üzerinde
çalıştığı konu ve alan Arap dünyasındaki roman yazma gelene-
ği gibi, geniş ve çeşitli olduğunda ve XX. yy.’da bu bölgede
meydana gelmiş iç ve dış etkilerin hızını fark ettiğinde, birkaç
on yıl önce yazılmış edebiyat tarihi versiyonlarının en azından
gِözden geçirilmesinin hatta yeniden yazılmasının gerektiğini
öğrenmek bize şaşırtıcı gelmemelidir. Böylece bugünün bakış
açısıyla (2001) Arap romanı, mesela 1967 öncesi dönemdekinden
romanın tabiatı, yönelimi, hacmi, ve Arapça örnekleri
açısından çok farklı görünmektedir. Bu makalede, Arap roman
türüyle ilgili yukarıda belirttiğim durumun bazı uzantılarını
batılı bir bakış açısıyla ele almak istiyorum.
Geribakış I

∗Bu makale “Literary History and the Arabic Novel”, World Literature Today;
Norman; Spring, 2001, adıyla yayınlanmıştır. Bak.
www.ou.edu/worldlit/wlt/2001spring/contents.html.
∗∗Roger Allen, Pennsylvania Üniversitesinde Arap Dili ve Edebiyatı profesörü-
dür. Çalışmaları Arap anlatı ve dramasıya Arapça-Dil pedagicisi alanlarında
toplanmıştır. Başlıca yayınlanmış eserleri arasında, The Arabic Novel
(1982, 1994), the critical anthology Modern Arabic Literature (1985) ve The
Arabic Literary Heritage (1998)’dir. Allen, Mahfuz, Jabra, Munif ve İdris gibi
ünlü Arap yazarların eserlerinden çok sayıda çeviriler yapmıştır. World
Literature Today dergisinde on yıldır yayın kurulu üyeliği yapmakta ve
1979 yılından beri Çağdaş Arap edebiyatıyla ilgili makale ve eleştiriler
yazmaktadır.
∗∗∗KSÜ İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi,
f_ciftci@hotmail.com
130 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
Böyle araştırmacı bir çerçeve içinde Necip Mahfuz’un (d.
1911) Nobel Edebiyat Ödülünü aldığı 1988 yılı, bir dönüm
noktası olarak görülebilir. (ki, bu makalenin yazarı ve makale,
bu olayla yakından ilgiliydi; bak. "The Nobel Prizes in Literature
1967-1987: A Symposium," WLT 62:2 [Spring 1988], pp.
201-3). O zaman Mahfuz (Batıda sık sık 'Mahfouz' diye yazılmaktadır)
Nobel Kurulu ve edebiyat eleştirmenleri tarafından
“Kahire’nin Dickens’i” ya da “Kahire’nin Balzac’ı” olarak taltif
edilmiştir. Ekim ayındaki yıllık Nobel ilanına eşlik eden siyasetin
olumsuzluk ve muazzam saçmalıklarının alışıldık desteğinin
yanı sıra bu ödülün uzun dönem etkilerinin bir Arap romancısı
için kesin olarak ne olabileceğine ilişkin Arap eleştirmenler
tarafından birçok soru ortaya atılmıştır. Bu konuların
bir kısmına aşağıda değineceğim. Fakat bu noktada, tarihi bir
perspektiften bakıldığında, 1988 yılının kronolojik yanılgıya yol
açabileceğini vurgulamak isterim. Necip Mahfuz, ödülün ilan
edildiği dönemde ve daha sonrasında roman ve kısa hikâyelerini
yazmayı sürdürse bile adının Nobel listesinde yer almasına
karşın, yazarın son çalışmaları dikkate alınmamıştır. 1967
Haziran Savaşından (an-naksah olarak da ifade edilmektedir)
önce yayınlanan Mısır’ın başkentinde 1956-57 yıllarında ilk
kez yayınlanan ve Kahire’de bir ilenin hikayesini anlatan esSulâsiyye-Üçleme-
romanının bir tanesi üzerinde övgüyle durulmuştur.
(Bu üç eser, Palace Walk, Palace of Desire ve Sugar
Street adlarıyla 1990–1992 yılları arasında Doubleday tarafından
İngilizce olarak yayınlanmıştır). Bu romanlar, Arap romanının
gelişmesi sırasında belli bir aşamaya gelmesinde bir tür
kilometre taşı olarak görülmüş ve hakikaten bu romanlar,
Necib Mahfuz’un Arap romanını, tam olgunluk düzeyine taşı-
ması dikkatlice planlanmış bu aşama içerisinde, en önemli
işaret olarak kabul edilmektedir. Birden fazla eleştirmenin yorumuna
göre Avrupa romanı Arap dünyasıyla birlikte bu vesileyle
tam bir uygar edebiyat tarzına bürünmüştür.
Roger ALLEN ▪ 131
Eserleri yayınlanan bir yazar olarak Mahfuz’un kariyeri
1930’lara kadar uzanmaktadır. O, yazarlığa kısa hikayeyle
başlamıştır. Kurgu tarzı uzun hikayeden daha önce olgunlaş-
mış ve bu durum Mısır’da, büyük oranda Mahfuz’un bir ço-
ğundan oldukça etkilendiği Cema‘atu’l-Medreseti’l-Hadîse-Yeni
Okul Topluluğu- olarak bilinen yazarların çabalarına ve sanatsal
faaliyetlerine bağlıdır. Mısır edebiyatçılarının büyük bir
kısmı, bu yıllarda-otuzlu yıllar-, roman yazmayı “denemeye”
karar vermişlerdir. Özellikle İbrahim el-Kâtib-Yazar İbrahim-
(1931, İngilizce’de Ibrahim the Writer 1976) ile ‘Abdulkadir elMâzinî
(ö. 1949), ‘Avdutu’r-Rûh-Ruhun Dönüşü-(1933, İng.
Return of the Spirit, 1990), Yevmiyyât Nâib fi’l-eryâf-Bir Taşra
Savcısının Anıları-(1937, İng. the Maze of Justice 1947 ve
1989) gibi birkaç romanıyla Tevfik el-Hakîm (ö. 1987) en başarılılarıdır.
Mahfuz’un da bu alanda deneme yapmaya yöneldiği
gözükmektedir, fakat o denemelerine tamamen kendine özgü
bir hareketle, John Drinkwater’ın başlangıç çalışması olan the
Outline of Literature-Edebiyatın Anaçizgisi- adlı eserini okuyarak
ve daha sonra da (çoğunluğu İngilizce ya da İngilizce’den
çeviri) romanları mütemadiyen okuma yolunu seçerek, metodik
bir tarzda başlamıştır. Avrupai aile hayatını konu alan romanların
tecrübe süreci içerisinde nihai bir aşama olarak Üç-
leme fikriyatı, Arapça kaleme alınmıştır. Yukarıda zikrettiğimiz
gibi, bu durum oldukça makuldür.
Otuzların romancıları romanda bir gelişim sürecinin mirasçısı
idiler. Bu gelişmenin kökleri, Arapça'da en-nahda olarak
bilinen ve XIX. yüzyılın kültürel Rönesansı olarak kabul
edilen bir harekete varıyordu. Bu hareket çeşitli derecelerde
öncelikle Batıyla ve onun farklı ve daha da gelişmiş olan kültü-
rüyle karşılaşma ve ikinci olarak Arap-İslam geleneğine bir
geribakışın birleştirilmesini içeriyordu. Bu yaklaşımla Arap
dünyasındaki "modern"e bakışın en büyük problemlerinden
132 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
biri bu geribakış sürecinin yakın geçmişle (ki geçmişte ve bugün
hala sıklıkla edebi ve kültürel kirlilik olarak görülmekte,
ölü-öpücüğü biçiminde adlandırılmakta ve “gözden düşmüş”
kabul edilmektedir) bir alakasının olmaması aksine yedi yüzyıl
önce idealize edilmiş klasik bir çağa büyük kronolojik bir sıç-
rama olmasıdır. Bu geribakış sürecinin neoklasik hareketlerin
ortaya çıkmaları ve kapsamlı bir gelişmeye karşı eleştirel tavır
üzerinde devam edegelen etkileri çok derindi ve şimdiye kadar
araştırmanın muhtemel devamlılığını yok etme ve üstünü örtme
yeteneğini saklamıştır.
İnsan çalışmasının temel prensipleri olarak güven ve
ekonomi, özellikle de edebiyat tarihi yazımında, Mısır'ın kültü-
rel tarihinin Arap dünyasındaki edebi türlerin özellikle kurgusal
türlerin gelişmesinde genel bir model olarak kullanılması
alışılagelmiş bir davranıştır. Böyle bir seçimi haklı göstermenin
kesinlikle birçok sebebi vardır: Bunlar, daha büyük bir bölge
içinde ülkenin merkeziliği, modern Ortadoğu tarihinde, ilk zamanlardan
beri oynadığı baskın siyasi ve kültürel rol, sınırları
dahilinde yaşayan oldukça fazla sayıda insanıyla ve diğer bölgelerden
sürülenlere- özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında
Suriye-Lübnan asıllı Hıristiyan cemaatlere kucak açmasıdır.
Mısır örneğinin ortaya koyduğu tarz ithalinin temel oluşturucusu,
kesinlikle kimi önce kimi sonra birçok farklı zaman dilimlerine
rağmen Arap dünyasının diğer bölgelerine de uygulanabilirdir.
Bu oluşumun ilk aşamasında tercüme faaliyeti vardır.
Meşhur Rifâi et-Tahtavi'nin (ö.1873) yönetimi altındaki
Mısır Tercüme Okulu muhakkak ki bu bağlamda bir öncüdür.
Tercüme çalışmalarındaki temel öncelik, daha çok pratik (teknik)
meselelere yönelikti. Fakat çok geçmeden Arapça'da (ve
diğer Ortadoğu dillerinde) kahramanlık içeren macera roman
örnekleri görülmeye başladı. Binbir Gece Masalları'nın
Aleksandr Dumas üzerindeki güçlü etkilerini de aklımızda tu-
Roger ALLEN ▪ 133
tarak, ilk yayınlanan eserlerden birinin Monte Cristo Kontu olması
bize şaşırtıcı gelmemelidir. Bu oluşumdaki ikinci düzeyi,
taklit oluşturmaktadır. 1880'ler ve 1990'lar, Sa‘id-el-Bustânî,
Ya‘kûb Sarrûf ve özellikle de bugün hala tarihi romanlarıyla
ünlü olan Corci Zeydan gibi bazı yazarların eserleri aylık ve
haftalık dergilerde çok sayıda yayınlandığına şahit olmuştur.
Bu çalışmalar, ilgi çekici roman çerçevesiyle, içinde İslam tarihi
ve Araplardan çok çeşitli tarihi konuları sunmuştur. Bu
bağlamda Avrupa örneğinde olduğu gibi kadınlar bu eserlerin
önde gelen okuyucuları olmuşlardır. Yine özellikle kadın okurları
hedefleyen eserler de kaleme alınmıştır.
Bu tarihi model içinde daha neoklasik bir tarzla ilgili
belli başlı diğer eserler varlığını sürdürmüş ve kabul görmüş-
tür. Örneğin Ahmed Fâris eş-Şidyâk'ın (ö. 1887) es-Sâk ala'sSâk
fî Mâ Huve'l-Feryâk-Bacak Bacak Üstüne- (1885 İng.adı
yaklaşık olarak One Leg Over Another / The Pigeon the TreeBranch
/ Concerning tha Doing of Far-Yaq) adlı eseri adından
da anlaşılacağı gibi (eşanlamlı kelimeler ve seci kullanarak)
Arap diliyle oynamaktan hoşlanan yazarın eserlerinin başlıkları
karmaşıktır. Bu kurgusal otobiyografisi içinde bile eş-Şidyâk
kendisini bir şekilde modern öncesi döneme ait olan düzyazı
anlatısındaki bilinen bazı örnekleri, makameyi, kullanmak zorunda
hissetmiştir. Bu tarzın girift kelimeleri için bir sözlük
hazırlamıştır. Düz yazıdaki bu tarz konular, eğitimli, seçkin
zümrenin ilgisini çekmek ve zevklerine hitap etmek için kaleme
alınmıştır. Ama bu tarz, okuyucu kitlesi bakımından sürekli
okur sayısı artan romantik roman tarzıyla boy ölçüşememiştir.
Muhammed el-Muveylihî'nin (ö. 1930) önemli ve zeka ürünü
olan Hadisu İsa b. Hişâm (1907) isimli eseri dahi seçkin okuyucuların
beğenisini kazanacak bir tarzda yazılmış olsa bile,
İngiliz işgali altındaki Mısır hayatını son derece canlı bir şekilde
tasvir etmesine rağmen, ‘ithal’ edilen roman tarzının geliş-
134 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
mesine karşı bir denge unsuru olmayı başaramamıştır. Mı-
sır’daki ve Arap dünyasındaki diğer yazarlar makame tarzının
şekli, dili, alaycı tonu, ve kabadayılar arasında geçen olaylarla
ilgili konuları, klasik ve modern nesir yazımı arasında bir çeşit
köprü görevini ifa etmiştir. Bu tarz, el-Muveylihi ile Arap romanına
tarihi bir yaklaşım sergileyen son eser olarak kabul
edilmiştir. (Bu ifade büyük Fransız bilim adamı Regis
Blachere’indir)
eş-Şidyâk ve el-Muveylihi 1930'lar içinde kafilenin başı-
nı çekerken, Üçleme 1988’de Nobel Ödülüyle, ve Zeynep adlı
roman sırasıyla “İlk Arap romanı”, “İlk gerçek Arap romanı”,
“İlk Edebi Arap romanı” gibi nitelemelerle ödüllendirilmiştir.
Muhammed Hüseyin Heykel'in (ö. 1956) Zeynep adlı romanı
1911'de Fransa'da yazılmış ve 1913 yılında da Mısır'da bir
takma adla yayınlanmıştır. Modern Arap kurgusunda büyük
bir anıttır, ancak başka yerlerde de (bkz. Modern Arabic
Literature, ed. M. M. Badawi, Cambridge University Pres, 1992)
iddia ettiğim gibi sosyal konuların işlenmesinde (özellikle de
kadınların aile yapısı içindeki statüsünde) ve dilin kullanımında
“ilkliğin” yükünü üstlenmek ve daha geniş bir tarihsel ve
gelişimsel yapı açısından önemlidir. Arap romanının 1913'te
“başladığı” düşüncesi, ortaya koymaya çalıştığım geribakış açı-
sıyla ilişkilendirilen meselelerden sadece biridir.
Sorular
Belli bir dünya kültürü içinde roman geleneğine uygulanan
bu tip tarihi analiz, bizi otomatik olarak “çeviri” süreciyle
ilgili olarak çok sayıda soruya götürmektedir. Buradaki çeviri
aşaması, iki edebi gelenek arasındaki büyük farklılıkların
kapatılması ve buradan da roman türünün gelişimi, tekrar
incelenmesi, ayrıca “roman öncesi roman” vb. kavramların tanımı
için edebi manada kullanılmış bir araç veya ifade şeklidir.
Bu konularda çok kalem oynatılmıştır ve ben bu listeyi sun-
Roger ALLEN ▪ 135
mak niyetinde değilim. Bununla birlikte Arapça'da Mısır aile
hayatını yazan ve 1956-1957 yılında yayınlayan bir yazar olarak
Necib Mahfûz'a Batı dünyasının hüsn-ü kabulü, kültürel
hegemonya ve Arap romanının geleceğe ilişkin hedefleri noktasında
bazı ilginç sorulara işaret etmektedir. Müteakip bölümlerde
bunları ele almayı istiyorum.
Batı romanının çeşitli alt bölümlerini sürekli kovalama
oyununu oynamak ve başarısız olmak Arap romanının (hatta
daha da genişletirsek batılı olmayan üçüncü dünya ülkelerinin
kültürlerinin) kaderi midir? Yukarıda ortaya koyduğumuz olu-
şuma göre Mahfuz’un Üçleme’si Arap romanının gelişmesinde
'Batı'lı tarzın en ileri noktasını temsil ediyor mu? Bundan sonra
o ve onun takipçisi Arap romancılar kendi yazımlarında daha
doğal Arap anlatım araçlarını ortaya koyabilirler mi? Böyle
romanların özellikleri ne olabilir? Arap romanının 1988 sonrası
dönemdeki batılı bakış açısından en çarpıcı tarafı, bu anlatı-
ların çevirisinin alacağı muhtemel algılama, zaten sosyo- kültürel
kurgu (Binbir Gece Masalları tarihinin algılanması noktasındaki
ilgi) ve dil ile bezenmiş eserlere diğer kültürel farklı-
lık unsurlarını ekleyen eserlerin tercümelerinin nasıl algılanacağı
idi? Walter Benjamin’in (meşhur makalesi İlluminationsAydınlatmalar’daki)
ifadesiyle, bu tarz eserlerin “çevrilebilirlik”
potansiyeli nedir? Bu noktada, 1988 sonrası dönemde, Necip
Mahfuz’un romanlarının İngilizce’ye çevirilerinin kabulünde
ilginç bir deneme sürecindeyiz. Romana ilişkin eserlerinin bü-
yük bir kısmı artık İngilizce’ye çevrilmiş ve Doubleday tarafından
kaliteli ve cazip basımlarla sunulmuş iken, bu eğilimi ta-
şıyan tek eser olan Üçleme’nin sürekli olarak kitapçıların raflarında
bulunması, benim gibi bu trendleri izleyen birisi için çok
dikkat çekicidir. Bunun tersine, daha yerel yazı tür ve üsluplarını
kullanmayı deneyerek yukarıda bahsedilen daha çok “ayrıntıya
inme”yi izlediği Nobel seçkilerinin hiçbirisi, örneğin,
136 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
Rıhletu İbn Fattûma (1983, İng. The Journey of Ibn Fattouma,
1992) ve Leyâli Elfi Leyle (1982, İng. Arabian Nights and Days,
1995), bu çeviri eserlerinin hiçbirisi, Avrupa ve AngloAmerikan
pazarlarında geniş okuyucu kitlesi kazanamamıştır.
Mahfuz’un eserlerinin İngilizce çevirileriyle ilgili bu gözlemler,
gerektiğinde ve acil durumda, birbirinden uzak olan iki gelenekten
yapılan çevirilerin okunması aşamasında yer alan
önemli etkenlerin analizi için yeterli ipuçları sunmaktadır.
Değişim Parametreleri
Roman, toplumun ve içinde cereyan eden olayların en
gerçek aynası olarak kabul edildiğinde, Arapça roman türlerinin
tarihine baktığımızda bu türlerin oluşumuna ortam hazırlayan
faktörlerin, sosyal ve politik değişim etkenlerinin farklı
ve genel olarak incelenmesinin bir zaruret olduğu görülecektir.
1967 Haziran Savaşı–kendi asıl amacını yerine getirecek
biçimde- Arap edebiyatının geliştirmeye ve yaygınlaştırmaya
çalıştığı tüm politik kurumları ve sosyal temelleri darmadağın
eden bir etken olarak ortaya çıkmıştı. Bu noktadan bakıldığında,
Mahfuz’un en azından Nobel iktibaslarında bahsedilen
seçme eserleri (hepsi 1967’den önce yazılmıştı) Arap dünyası-
nın modern tarihi içerisinde hakiki bir zenginliğin tam yansı-
malarıdır. Avrupalı güçler tarafından 19. yüzyıl başlarında
başlayan istila hareketlerine karşı uzun ve genellikle de acı bir
süreç halinde seyreden; 1945’de Arap Devletleri Birliği’nin kurulmasıyla
zirveye ulaşan Arap Milliyetçiliği eğilimi sonucunda
1950’li yıllar Ortadoğu’da birçok millet için bağımsızlıklarına
kavuşma çağı oldu. Bu sürecin en acı örneği Cezayir’de görü-
lebilir -burada 1830’larda başlayan Fransızların derin politik
ve kültürel nüfuzu, bağımsızlıkla sonuçlanan, ama günümüzde
de toplumun yüz yüze olduğu iç problemlerin çözümünde
yetersiz kalan bir sistemin ortaya çıkmasını sağlayan çok şiddetli
bir savaşın meydana gelmesine yol açmıştı.
Roger ALLEN ▪ 137
Bu bağımsızlık sürecinde en önemli isim şüphesiz ki
Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır olmuştur. Fakat
Bandung konferansında geçirilen heyecanlı günlerde 1958–
1961 yılları arasında Arap Cumhuriyetleri Birliği’nin kurulması,
Sovyetlerin yardımı ile yapılması planlanan Büyük Asvan
Barajı’nın inşası gibi düşünceler, 1967’de tüm kuvvet ve kuruluşların
toptan yenilmesinin ardından zamanla tamamen ortadan
kalktı. Geçen 6 gün boyunca Arap rejimlerinin iyimserlik
esaslı yeni bir akım ve ruh canlandırmak için bir araya geldi-
ğini iddia eden propaganda araçları, aslında sistematik olarak
Arap halklarını kandırmaktaydılar. Birçok yazarın da üzülerek
gözlemlediği gibi, (Arap Birliği) kelimesinin kendisi dahi tamamen
gözden düşmüştü. Kendini en derin şekilde yansıtmanın
gerekli olduğu düşünülen bu gerileme (naksah) döneminin bir
parçası olarak birçok entelektüel, Arap değerlerinin tekrar
gözden geçirilmesi çalışmalarına el attılar. Bu değerlerden bazıları,
“Arap kültüründe hangi öğeler herhangi bir kişinin kişisel
köklerini gösteren belirgin sıfatlardı? Arap-İslam kültürü
mirasından günümüze ait ders çıkarılabilecek neler vardı?”
gibi konulardı.
Bu nedenle Sâlim Berekât gibi bazı Arap romancılar
kendilerini yenilikçi ve savaş olaylarını anlatan yazarlar olarak
ifade etmeye çalışırlarken -medyanın kasten yanlış bilgilendirmesi
de dahil (Avdet-ül Tâ'ir ila al-bahr 1968; İng. Days of
Dust), diğer bazıları, önce düşünmek için ara verdiler daha
sonra da genellikle ironik biçimde geçmişte yaşanmış olaylardan
günümüz insanlarına ders vermek için eski eserlerden
medet umdular. Emil Habibi’nin el-Vaka'i‘ul-Garibah fi'l-İhtifâ'
Said Ebi el-Nahs el-Mutaşâil (Talihsizliğin Babası Said’in Ortadan
Kaybolması Etrafındaki Garip Olaylar -the Pessoptimist,
1972,1974; İng. The Secret Life of Saeed The Pessoptimist,
1982, 1985) ve Cemal el–Gitani’nin ez-Zeynî Berekat (1971;
138 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
İng. Al-Zayni Barakat, 1988) isimli eserler bu konuda Arap
romanındaki eski ve önemli eserlerinden ikisidir.
Dikkatle geliştirilmeye çalışılan Arap Milliyetçiliği ve
Arap Birliği çalışmaları Haziran savaşını takip eden yıllarda
sekteye uğradı. Nasır’dan sonra gelen Enver Sedat destek için
Batı’ya yöneldi, Mısır’ın ekonomisini dış dünya’ya açtı ve
1979’da İsrail ile Camp David anlaşmasını imzaladı. Nasır’ın
başlattığı ekonomik büyüme sürecinde gelişme trendine giren
sınıf yapısı ile Mısır artık (merkezi Tunus’a taşınan) Arap Birli-
ği’nden dışlanmaya başlamıştır. “Arap Birliği” özellikle kriz
zamanlarında ortaya çıkan bir kavram olarak kalırken, bölgecilik
ve yerelcilik artık daha çok tercih edilen modeller olarak
görünmeye başladı (ve belki herhangi birinin de öne sürebileceği
gibi, bu yapıdaki bir bölgenin genel özelliği göz önüne
alındığında olması gereken tabii şekil de buydu.)
1970’li yıllar, Ortadoğu’da meydana gelen ve etkisi toplumun
her kesiminde önemli ölçüde hissedilen iki önemli olaya
sahne olması bakımından incelenmesi gereken bir dönemdir.
1973 yılında İsrail ve Arap komşuları arasındaki anlaşmazlık
döneminde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) Batı’ya
petrol akışını önemli ölçüde kısıtladı, bu da ciddi bir krize neden
oldu. Hali hazırda ekonomik bir silah olan petrol, artık
stratejik bir silah haline gelmişti. Üstelik en küçük nüfuslu ve
geleneksel hayat tarzlarına bağlı, kapalı Arap Devletleri kendilerini
petrol akışının ve dünyanın en önemli maddesinden elde
edilen paranın kontrolünü yapan ülkeler olarak buldular. Temelde
geleneksel değerlere bağlı kavramlarla süregelen bir kültür
üzerinde oluşmaya başlayan bu yeni etki, Suudi Arabistan
doğumlu romancı Abdurrahman Munif’in (1933- ?) eserlerinde
-Mudun el Milh (Tuz Şehirleri, 1984, İng. Cities of Salt,
1987¸ The Trench (Hendek), 1991; Variatons on Night and Day
(Gece ve Gündüz üzerine Çeşitlemeler, 1933)- bariz bir biçimde
Roger ALLEN ▪ 139
görülür. Bu dönemde çok az bilinen ama Arap Romanın geli-
şiminde aynı derecede önemli olan bir diğer olay da, işçi kesiminin
çok nüfuslu ama az gelişmiş ülkelere –Mısır, Arap Körfezi
gibi– göç etmesi ve buna bağlı olarak aile hayatlarını ve bu
hayatın otoriter yapısını beraberlerinde bu ülkelere taşımalarıydı.
Bu arada öne çıkan kadın-erkek rolleri içerisinde kadının
statüsü, Heykel'in Zeynep adlı eseri ve öncesinden beri Arap
edebiyatında önemli bir konu olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Bu dönemde Arap romanı kendini, 1970’lerin önemli
ikinci olayı ve hemen sonrasında, bölgede (en göze çarpanı
1975–1988 arasında korkunç bir iç savaşın meydana geldiği
Lübnan’da) popüler dinî hareketlerin artmasına neden olan
1979 İran İslam Devrimi’nin içerisinde buldu. Son on yıllar
içerisinde Arap Dünyası Coğrafyası üzerinde meydana gelen
popüler dinî hareketlerin tek elden sorumlusu olarak Şii İran
Devleti’ni görmek tabi ki bir hata olur, fakat önceden beri geleneksel
İslami kültüre dayanan bu model devletin, kendilerini
Batının ekonomik ve politik sistemlerine sonu gelmeyecek şekilde
bağımlılık sürecinde gören Arap Milletleri arasında itibar
kazandığı da bir gerçektir.
“Ruhların rahatsızlığı” ifadesi Albert Hourani (Arap
Halklarının Tarihi, 1991)’nin, benim de araştırdığım Ortado-
ğu’da meydana gelen olay ve değişimleri ifade etmekte kullandığı
çok yerinde bir tabirdir. Süregelmekte olan karışıklıklar,
Arap Milletleri arasındaki ekonomik dengesizlik, aile içi nesil
çatışması, kadın hakları için yapılan mücadeleler, bireysel özgürlüklerin
durumu gibi politik ve sosyal meseleler, Ortado-
ğu’da son zamanlarda meydana gelen değişimin hızından etkilenen
konulardı. Bu değişim, Arap romanında haliyle yeni konu
başlıkları ve temaların doğmasına yol açtı. Aslında Cabir
Usfûr’un da Zamânu'r-rivâye (Roman Zamanı, 1999)’de iddia
140 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
ettiği gibi, bölge toplumları üzerinde meydana gelen bu hızlı ve
yoğun değişim parametreleri, Arap edebiyatının şu an
üretegeldiği önemli eserlerin kaynağı durumundadır.
Özellikler
Bu özellikler arasında Arap romanının gelişimi üzerinde
bölgecilik ve yerellik kavramları en derin etkiyi bırakan öğeler
olmuştur. Her alt bölgede –örneğin Filistin, Mısır ve Cezayiryerel
eğilimler eski dönemlerden beri süregelmiştir ve bu olay
ve mücadeleler bu bölgelerin kendi edebi eserlerinde yer almış-
tır. Bu özellik Arapça roman çalışmalarının da ayırt edici bir
özelliği olmuştur. Örneğin “Arap” sıfatı birçok çalışmada yer
almasına rağmen bu sıfatın türleri üzerine yapılan çalışmaların
sayısı Arapça konuşulan bölgelerde oldukça düşük olmuş-
tur. Benimki (Arap Romanı, 1995) ve benimkine benzeyen çalışmalar,
böyle bir Edebi çeşitlilik ve derinlik içerisinde Arap
romanına yönelik çalışmaların özetini bile çıkarmanın oldukça
zor olduğunu göstermektedir. Konunun kaynağı, romanın alt
türlerine ve onun çeşitli eleştirel değerlendirmelerine kaydığı
için, çağdaş yazarlar tarafından ortaya atılan modern yazım
yaklaşımlarının Arap edebiyatının o anki durumunu önemli
ölçüde geliştirdiğini vurgulamamız gerekir. Fakat yapılan çalışmaların
Arap Milletleri arasında dağıtımı ve bu eserlere ula-
şımı konusuna gelindiğinde hem yazarlar hem de eleştirmenler
müthiş bir hüsrana uğramışlardır. Bu yeni biçimlerin ilk kayıplarından
biri Mısır’ın kültürel gelişim modelinin (özellikle de
eserlerin –benimki de dahil- genelde İngilizce olarak yazılması
eğilimi) tüm bölgeye model olarak sunulması çalışmasıydı.
Roman yazımı Arapça konuşulan dünyanın birçok yerinde olgunlaştığı
için, eleştirmenler bu türün edebi tarihini ve önceki
türleri ile olan bağlarını yazmaya çalıştılar; ama bu süreçte
bölgeler arasında öyle çarpıcı farklılıklar meydana çıktı ki bazı
yerlerde zirveye çıkan bağımsızlık ve milliyetçilik aşkı temalı
Roger ALLEN ▪ 141
eserlerin yeni versiyonlarının tekrar yazılması gerektiği görüldü.
Örnek olarak size “Mağrib” (Kuzeybatı Afrika) ülkelerinden
bahsedeceğim. Çok dilli olmaktan başka Mağrib ülkeleri,
“Maşrik” (Ortadoğu) ülkelerinden iki yönden ayrılmaktadır:
birincisi, bu bölge Osmanlı İmparatorluğu etkisi altında kalmamıştır
ve bu ülkelerde modern öncesi tarih ile ilgili kültürel
algılamalar doğu ülkelerindekinden oldukça farklıdır; ikincisi,
daha sonraki zaman diliminde Mağrib ülkelerindeki edebi türlerin
gelişmesi, edebiyata yeni başlamış birçok kişinin Maşrik
ülkelerinde zaten Arapça olarak mevcut olan eski edebiyat örneklerine
doğrudan ulaşmalarını sağlamıştı. Her iki yöndeki
eserler inceleme imkânına sahip olan bu edebiyatçılar tercüme
edilmiş Avrupa çalışmalarının rolünün doğu bölgelerinde daha
önceki dönemlerde yazılan çalışmaların rolünden farklı oldu-
ğunu gözlemişlerdir.
Bu daha yerelci yapı içerisinde tanımlanabilecek özelliklerden
bazıları nelerdir? En dikkat çeken özellik, Arap dünyasını
bir araya toplayan en önemli etken- yani Arap dilidir. Yazılı
Arapça’nın uygulanabilirliğini kabul eden ve roman ve diyaloglarını
bu dilin belirli düzeylerinde yazan birçok romancı
vardır. Bunların en başında ise elbette Necip Mahfuz gelmektedir.
Kendisi -bence, maalesef - Arapça’nın farklı konuşma
lehçelerini bir hastalık olarak nitelendirmiş ve romanlarında
Mısır’ın yerel bölgelerinde kullanılan kelimeleri kullanmaktan
kaçınmıştır. Yine kendisi, aralarında Jabra İbrahim Jabra ve
Abdurrahman Munîf gibi meşhur iki ismin de olduğu birçok
kişi tarafından da desteklenen bu akımın içinde yer almıştır.
Bu arada bu şekilde dilin değişik seviyelerde kullanımını destekleyen
“Pan-Arap” yaklaşıma karşı, gündelik hayatta kullanı-
lan ifadeleri içermeyen bir dili desteklemeleri yüzünden başta
bir memnuniyetsizlik vardı. Arap romanının gelişim sürecinde
Mısır’da Muhammed Hüseyin Heykel ve İbrahim el-Mâzinî,
142 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
Tunus’ta el-Beşir Hurayyif gibi önderlere göre, roman diyaloglarında
otantik renk vermek için konuşma dili kullanımı ihtiyacı
başka alternatif durum gereğini ortadan kaldırmıştır. Roman
diyaloglarında konuşma dilini tercih eden çağdaş yazarların
isimleri çok uzun bir liste teşkil eder. Fakat böyle bir durumda
özellikle şu konu üzerinde durulması gerekir: Mısır
filmlerinin ve televizyonlarının yayınları sayesinde Kahire leh-
çesine doğru genel bir “ortaklık” söz konusu iken, Irak ve Fas
gibi “uzak ülkelerdeki” lehçeler için bu birliktelikten söz etmek
güçtür. Bu yüzden Irak’lı Fuad el-Tekerli ve Tunus’lu ‘Aliye etTâbi‘i
gibi kendi öz konuşma dillerini romanlarında kullanan
yazarlar kendi eserlerinin pazarlanabilirliğini otomatikman
engellemiş oluyorlar. (et-Tâbii, kendi romanı Zehratu's-Subbâr
-Dikenli Çalı Çiçeği’nde- selefi meşhur Beşir el-Hurayyif’i izleyerek
kitabın dip notlarında Tunus lehçesine mahsus konuş-
ma kelimelerini standart Arapça’ya çevirmiştir.
Arap dilinin karışıklıklarına ve içinde bulunduğu duruma
ilaveten, aslında çok dilli olan Arap coğrafyasında, Arap
romanının güçlü bir edebi varlığı bulunduğu bir gerçektir. Gü-
nümüzün en üretken ve kabiliyetli romancılarından biri, aslen
Tuareg asıllı olan ve Güney Sahra çölünün derinliklerine uzanan,
Tuareg kültürüne ait, şehirden uzak, unutulmaz çöl fantezilerini,
mitolojik halk hikâyelerini ve hayvani inançları eserlerinde
bol miktarda kullanan Libyalı İbrahim el-Kuni’dir.
Kendisinin yerli Amazigh (genellikle berber olarak isimlendirilir)
dilinde sunduğu niyaz cümleleri okuma sürecine farklı bir
boyut katarken aynı zamanda onun roman dünyasının da zenginliğini
yansıtmaktadır. Bununla birlikte, çift dillilikle ilgili
yapılan çalışmaların en önemli yanı Mağrib ülkelerindeki
Fransız koloni politikasının etkilerinin öğrenilmesidir. Tunus,
Fas ve (özellikle) Cezayir’deki eğitim sistemlerinin yoğun bir
şekilde değiştirilmesi çalışmaları esnasında, resmi düzeyde
Roger ALLEN ▪ 143
kararlı bir şekilde yapılan Arapçalaştırma çalışmalarına rağ-
men, bu ülkelerde bulunan önemli miktarda yazar ve entelektüel
Fransızca’da eser vermeye devam etmişlerdir. Tahir bin
Callun, Muhammed Dib, Abdülkadir el-Hatibi, Kâtip Yâsin,
Âsiye Cabbâr, Reşîd Ebû Cedrah ve diğerler yazarların eserlerinin
popülaritesinin bu dönemde artmasının da gösterdiği
gibi, böyle bir süreç, Fransızca eser repertuarını oldukça zenginleştirmiş
oldu. (Sırası gelmişken, Fransız hükümetinin,
Fransızca yazılmış eserleri desteklemedeki istekliliğinin, bu
karmaşık durumda, ikna edici bir etken olduğunu belirtmek
yerinde olacaktır.) Bu yaratıcı çevre içerisinde romanı Arapça
olarak geliştirme gayretinde olan Mağribli romancılar büyük
bir mücadeleye giriştiler. Son yirmi-otuz yılın en büyük özelliklerinden
biri, Arap romanına önemli katkıları olan genç yazar
neslinin ortaya çıkmasıydı ama Arap dünyasında kitap dağıtı-
mının berbat olmasından dolayı bu yazarların gayretlerinin
fark edilmediğini üzülerek belirtmeliyim.
Bu dilsel karışıklık içerisinde yaratıcı yazar ve eleştirmenlerin
koloni sonrası kavramları keşfettikleri, Lyotard‘ın
“Metissage” olarak ifade ettiği merkezi veya “karışım” diyebileceğimiz,
aynı zamanda el-Hatibi ve Ebû Cedrah’ın da kendilerini
kültür ve dilde yeni yaklaşımlar içinde bulduklarını ifade
ettikleri geniş bir alan vardır. Aslında yazmaya Fransa’da baş-
layan, özellikle yine burada (La Roudiation, 1969 adlı romanı
ile) büyük bir ün kazanan Ebû Cedrah, burada bahsedilen
karışıklıkların simgesi olarak kabul edilebilir. 1981’de artık
eserlerini Arapça olarak derleyeceğini ilan ettikten sonra kendisi
dikkate değer bir tartışmanın odak noktası haline gelmiş-
tir. Çünkü eleştirmenler eserlerinin Fransızca’dan önceki
Arapça versiyonlarının (genellikle hem Arapça hem de Fransızca
olarak yayınlanmaktaydı) hakikaten Arapça’nın orijinal
formatını yansıtıp yansıtmadığını hararetle tartıştılar.
144 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
Böylece dilsel gerçekler ve kültürel politikaların uygulanabilirliği,
Arap romanı ve onun gelişme evresinde hem iyi hem
de kötü yönde etki meydana getirmiştir. Bunlar etki eden yegane
faktörler değildir. Arap ülkelerinin birçoğunda değişken,
çoğu zamanda acı olan sivil özgürlüklerin içler acısı durumu
(bir bölgeden daha çok Mısır’da görüldüğü) göz önüne alındı-
ğında, Arap romancıların sanatçılık ruhlarının yanında ürettiklerini
yayınlamak için cesarete de ihtiyaç duyduklarını görmekteyiz.
Bu romancılar arasında hapishaneye atılan veya
sürgüne gönderilenlerin isimlerini yazmak uzun bir liste oluş-
turur. Buna rağmen birçok yazar kendi zaman ve bölgelerine
ait hayati, sosyal ve politik konulara el atmaktan geri durmadılar.
Leyla Ba'elbekki (Lübnan), Naval el-Sa’davî (Mısır) ve
Leyla el-Osman (Kuveyt) haklarında dava açılan veya hapse
atılan kadın yazarlardan bazılarıdır; fakat onlar ve hemfikir
dostları, kadının hem aile yapısı içinde hem de toplumsal
alandaki ihtiyaçlarını dobra dobra anlatmaktan çekinmediler.
Bunu yaparlarken genelde değindikleri sosyal meselelere gö-
ğüs gerebilmek için Arap romanının gücünü hem kullandılar
hem de bu güce hayati katkılar sağladılar; ayrıca özellikle kadın-erkek
rollerini şimdiye kadar olagelen tarzdan ziyade daha
modern ve ikna edici bir şekilde eserlerinde ele aldılar. Buna
ilaveten Lübnan, Filistin ve Cezayir’de kadın ve erkek yazarlar
kendi bulundukları toplumlarda insanların maruz kaldığı şiddet
ve baskıya karşı kızgınlık ve bıkkınlıklarını ifade etmek için
güç birliği yaptılar. Bu durumların sonucu olarak -ve genellikle-
Arap romancıların çoğu bu muhalif atmosferde kıt kanaat
geçinmeye çalıştılar; yabancılaşma ve sürgün, gerçek ve kurgu
dayanılmaz olandan kaçabilmek için en sık düşünülen çarelerdi.

Genelde hoş olmayan bu gerçeklere karşı Arap romancı-
lar kurgusal duygularını belirtmek için birçok yaratıcı strateji-
Roger ALLEN ▪ 145
ler geliştirdiler; bunların arasında en önemlileri hem çağdaş
hem de tarihi belgeleri hikâye biçiminde sunma yolu olmuştur.
Bu süreçte gazete kupürlerini kendi romanına - Zat (Self
1992)- yerleştiren Cemâl el-Ğîtanî, klasik yazılardan aktüel
dokümanlar üreten Abdurrahman Münif ve Bin Salim
Himmiş’in eserleri dikkat çekmektedir. Bunların ortak özelliği,
hepsinin baştan sona çağdaş roman amacına ulaşma gayesini
taşıyor olmalarıydı. Bu şekilde Arap kültürel mirasından derlenen
materyaller sadece eski yazı tarzının yeniden doğmasını
sağlamadı, aynı zamanda dönemin politik durumu üzerine
güçlü yorumlar yapılmasına da kapılar açtı. Benzer şekildeki
durumlarla karşılaşan diğer yazarlar azimle bugünde kalmayı
tercih ettiler fakat okuyucularının içinde bulunduğu parçalanmış
dünyanın yeni düzeniyle ilgili eserleri ortaya koymaktan
kaçındılar. Birçok çarpıcı eserinde (el-Cebelu’s-SagirKüçük
Dağ-, (1977-İng: Little Mountain, 1989); Ebvabu'lMedine-Şehrin
Kapıları-, (1981-İng: Gates of The City, 1992);
Rıhletu Ğandi el-Sağîr- Küçük Gandi’nin Seyahati-, (1989- İng:
The Journey of Little Ghandi, 1994) gibi birçok çarpıcı eserinde
Lübnan’lı yazar İlyas Houri bildirmeye çalıştığı nedenselliği,
konuşmacının ifade edemeyeceği bir biçimde ve belirsizlik
içinde sunmaktadır. Houri’nin Lübnan’lı meslektaşları Râşid
el-Da’if ve Hasan Davut aynı duyguyu gerçekten yoğun detaylar
içerisinde, gündelik hayatın vazgeçilmez unsurlarını resmederek
sunmuşlardır.
Daha önceden topluma ve dünyaya bireyin objektifinden
bakan Arap romanı artık politik, sosyal, cinsiyet esaslı
konuları içeren romanın diğer türlerini ana tema olarak benimsemekte
ve değişik baskın normları kullanarak alternatif
modeller üretmektedir. Böyle bir yapı içerisinde milli efsanelerin
yeniden gözden geçirilmesi ve eski ifade şekillerinin canlandırılması
günümüz Arap romanında önemli bir yer teşkil
146 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
emektedir.
Geribakış II
Yukarda bahsettiğim tarihi çatıya döndüğümüzde, kısmen
uzun ve kabaca da olsa Arap romanı yazımına dair son
yıllardaki araştırma trendleri, Arap romanının edebi tarihinin
ve mirasının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Somut bir örnek olması bakımından Tevfik elHakim’in
romancılık potansiyelinden bahsedeceğim. Mahfuz’un
Üçleme'si- el-Hakim‘in tarihi kayıtlarda “Avdetül Ruh”
(1933)-; ve Usfûr Mine'ş-Şark-Doğunun bir Serçesi-, (1938 İng:
A Bird From the East, 1996) ismiyle meşhur romanları, zirveye
doğru ilerleyen gelişme sürecinde el-Hakim’in bu eserlerinin
romancılık tekniği ve tema çalışmaları bakımından ithal roman
türünün gelişimine önemli katkılar sağladığı kesindir. Konuya
diğer yandan, yani geleneksel yazı türlerini tekrar yazma ve
okumada ilham kaynağı arama yönünden baktığımızda elHakim’in
“Yevmiyyat Naib Fil-Eryaf” (İng: Diaries of a Public
Prosecutor in the Provinces, 1937) (gerçeğe aykırı olacak ama
bana göre daha iyi bir roman) adlı eserinin önemli bir katkısı
olduğu söylenebilir. Aynı bakış açısı ile geriye doğru gittiğimizde
eş-Şidyak’ın “es-Sâk ale's-Sak (İng: One Leg Over Another,
1855) ve el-Muvaylihi'nin Hadis Isa b. Hişam 1907; İng. A
Period of Time, 1979, 1992), karşımıza çıkar. Bu iki eser de
modern kurgu geleneğinin neoklasik öncüsü olarak kabul
edilmekteyken, aynı zamanda otobiyografi- kurgu birleştirme
çalışmalarının ve sosyal eleştiri (eleştirel realizm düzeyi diyebileceğimiz
1930'larda yapılan eleştiri türlerinden farklı) amacı-
na yönelik geleneksel yazı türünü kullanmanın ilk teşebbüsleri
olarak kabul edilebilir. Bu eski eserlerden başka ama aynı kalıpta
yazılmış eserler arasında, Emil Habibi’nin İsrail asıllı bir
Filistinlinin günlük hayatını eğlenceli bir yaklaşımla sunduğu
“el-vakâ’i‘u’l-Garibe fî İhtifa Said Ebu Nahs el- Mutaşa’il (İng:
Roger ALLEN ▪ 147
The Secret Life of Saeed the Pessoptimist) adlı eseri çarpıcı bir
örnektir.
1967 sonrası (ve belki de 1988 sonrası) dönemin perspektifinden
baktığımızda, Arap romanının edebi tarihinin tekrar
gözden geçirilmesi ihtiyacının hâsıl olduğunu görmekteyiz.
Buna bağlı olarak değişik Arap ülkeleri eleştirmenlerinin bu
konuya eğildikleri fark edilmektedir. Bu eleştirmenler ilkin,
XIX yy Kültürel Rönesans hareketi -en Nahda- olarak bilinen
hareketi de dâhil edersek, değişik dönemlerde iki önemli etkeni
–bir yandan Batı edebi türlerinin ithali ve onların etkisine girmesini,
diğer yandan geçmişin kültürel mirasını- tekrar keşfettiler;
ikinci olarak, Arap romanındaki edebi-eleştirel ve edebitarihi
alanda cereyan eden ilk gelişmeleri irdeleyerek roman
dalında her ikisi arasında denge unsuru olabilecek yeni eğilimlere
ihtiyaç duyulacağını ortaya attılar. Bu ihtiyaç tespit edilir
edilmez, önceden müphem görünen birçok faktörün de ortaya
çıktığı hemen fark edilmektedir. Arap geleneğinde edebi-tarihi
faktörlerin öneminden daha önceden bahsetmiştim; bununla
birlikte gerek yerli, gerekse Batılı kaynaklara baktığımızda
modern periyodun öncesi dönemler (mesela XVI. yy dan
XVIII.yy a kadar) hakkında elimizde olan bilgiler -olaylar nerede
geçmiş olursa olsun- çok fazla değildir. Aslen aynı edebitarihi
ikilemin alt birimi içersinde mütalaa edebileceğimiz diğer
bir faktör, Arapça’nın farklı seviyelerine iliştirilmiş değerlerin,
klasik standartta olmayan bir Arapça içerisinde işlenmiş modern
öncesi öykülerin sayısının artmasını engellemiş olması-
dır. Buna vereceğimiz en uygun örnek, The Arabian Night (Arap
Geceleri-Bin bir gece ) isimli eserdir. Yukarıda bahsettiğim durum
hızla değişmektedir çünkü folklor ve kültürel değerler
üzerine yapılan sosyo-bilimsel yaklaşımlar, Arap dünyası ülkelerinin
eğitim sistemlerinde yeni açılımlara yol açmakta ve bu
da milli şuur üzerinde etkili olmaktadır. Son olarak yine daha
148 ▪ Edebiyat Tarihi ve Arap Romanı
önceden dikkatinize sunmaya çalıştığım gibi, şu an Arap dünyasında
üretim çeşitliliğini artırmak için, Arap geleneğini bir
bütün olarak birleştirecek ortak özelliklerin tespit edilmesinden
ziyade, her bölgenin kendine ait yöresel özelliklerinin araş-
tırılması ve bunların edebiyatta kullanılması gerekir.
Sonuç
Arap romanının daha geniş bir okuyucu kitlesine “tercümesi”
veya sunumu olarak ifade edebileceğim 1988 sonrası
bakış açısıyla meseleye göz attığımızda, Arap romanının durumu
Nobel Ödülü öncesi durumla karşılaştırıldığında onun
şu an daha geniş kaynaktan istifade ettiğini söyleyebiliriz. Bu
durum elbette büyük ölçüde tamamıyla seçkin bir yazar olan
Necip Mahfuz sayesinde olmuştur; ama bunun yanında Cemal
el-Ğitani, Hanan el-Şeyh, Abdurrahman Munif ve İlyas Hûri
gibi yazarlar da Batı ve Doğunun ilgi odaklarından olmuşlardır.
Bununla birlikte şu anki durum önceden de belirtildiği
gibi Arap romancılar için bir ikilem ortaya çıkarmaktadır. Eğer
roman Arap dünyasında edebi bir tür olarak görülüyor veya
bazı eleştirmenlerin de eserlerinde ele aldıkları (“Roman Çağı” -
Cabir Usfur’un kitabının ismi) gibi bu çağın edebi türü olarak
tanınıyor ve Batı’daki okuyucular da bu üretken mekanizmanın
örneklerine bir şekilde aşina oluyorlarsa, bu durumda
Arap romanı, Arap dünyasının genel durumu, barındırdığı kültürel
değerleri ve düşünce mirası içerisinde değişim etkeni olarak
görevini nasıl yerine getirecektir? Eğer Arap romanı böyle
yorumlanmayı tercih edere, bu durumda böyle eserler Arap
dünyasının değişik bölgelerine ve çeviri yoluyla farklı dünya
literatürüne girdiklerinde nasıl algılanacaklardır? Bunlar tabii
ki açık sorulardır fakat bu çalışmada konumuzla ilgili sorulara
cevap verirken ortaya çıkan bazı karmaşık noktalara temas
edebildiğimi umuyorum.
Pennsylvania Üniversitesi
Roger ALLEN ▪ 149
Notlar
1- Burada Arap roman geleneği hakkındaki bu düşüncelerin,
Arap dünyasındaki iki meslektaşın eserlerinin okumalarından
dolayı oldukça etkilendiğini kabul etmeliyim. Bunlardan
birisi Faslı eleştirmen ve roman yazarı Muhammed
Barrade’nin eseri Es’iletu’r-rivâye, es’iletu’n-nakd-Roman Hakkında
Sorular, Eleştiri Hakkında Sorular-, Rabat, Şeriketu’rRabıta,
1996, ikincisi, Mısırlı eleştirmen ve Mısır Kültür Yüksek
Konseyi Genel Sekreteri Câbir ‘Usfûr’un makalelerinin derlendiği
eseri Zamânu’r-rivâye (Roman Zamanı), Beyrut, Dâru’lmadâ’1999’dur.

2-Burada WLT okurlarına, çevirileri mümkün olan eserlerden
örnekler vermeyi sürdürmeye gayret göstereceğimi hatırlatmam
gerekmektedir.

Konular