TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ*

NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004 97
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ*
Avram Galanti**
Sadeleştirenler: Nurettin Ceviz***
Musa Yıldız****
Özet: Sâmî dilleri, Sâmî kavimlerin konuştukları dillerdir. Bunlara Doğu
dilleri adı da verilir. Bu çalışmada Sâmî dil ailesinden olan Akadca, Kenanca,
Aramca, Arapça, İbranice ve Habeşçe dillerinin birbirleriyle olan ilişkileri
konu edilmektedir. Ayrıca içinde bulunduğumuz coğrafyada karşılaştırmalı
Sâmî dilleri çalışmalarına gereken önemin verilmesini vurgulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sâmî Dilleri, Akadca, Kenanca, Aramca, Arapça,
İbranice, Habeşçe.
Turkey and Semitic Languages
Summary: Semitic languages are the languages spoken by Semitic people.
They are also called Eastern languages. This study focuses on the relationship
between the Semitic languages such as Acadian, Kananian, Aramaic, Arabic,
Hebrew, Habachian and emphasizes the necessity of comparative studies on
Semitic languages in our country.
Keywords: Semitic Languages, Acadian, Kananian, Aramaic, Arabic, Hebrew,
Habashian.

* Dârü’l-Fünûn Edebiyat Fakültesi Mecmûası (Sene: 1, Sayı: 6, Kânûn-ı Sânî 1332,
Matbaa-i Âmire, İstanbul, 1333 s.567-580)’nda yayımlanan “Türkiye ve Elsine-i
Sâmiyye” başlıklı makalenin Osmanlıca aslından sadeleştirilmiş şeklidir.
** Dârü’l-Fünûn, Karşılaştırmalı Sâmî Diller Müderris Muavini. Avram Galanti
(1871-1961), Rodos’ta, İzmir’de ve Kahire’de eğitim alanında hizmetler verdi.
1914’te Dârü’l-Fünûn’un yeniden düzenlenmesi için Almanya’dan bazı hocaların
getirtilmesi üzerine, Sâmî diller ve kültürler hocası G. Bergsträsser’e tercüman ve
yardımcı tayin edildi. 1918 yılında Alman hocaların görevlerine son verilmesi üzerine
Bergsträsser’den boşalan kürsüye târih-i akvâm-ı kadîme-i şarkiyye okutmak üzere
önce muallim, daha sonra müderris unvanı ile öğretim üyesi tayin edildi. 1943 yılında
Niğde’den milletvekili seçildi. Fransızca yazdığı eserlerde adını Abraham Galanté
şeklinde kullandı. Türkçe, Sâmî diller ve tarih konularında çok sayıda makale ve kitap
yazdı. Hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Rıfat N. Bali, “Galanti,
Avram”, DİA, XIII, 296-297; H. Gerez, “Galanti, Avram”, Türk Dili ve Edebiyatı
Ansiklopedisi, İstanbul 1976, III, 270-271.
*** Dr., Gazi Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü (nceviz@gazi.edu.tr).
**** Doç. Dr., Gazi Eğitim Fakültesi, Yabancı Diller Eğitimi Bölümü
(ymusa@gazi.edu.tr).
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ
98 NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004
İstanbul Dârü’l-Fünûn’u programına dahil edilmiş ve bugün de öğretilmekte
olan “Sâmî Dilleri” Dersi ile adı geçen dillerin doğrudan doğruya Türkiye
ile olan alakası hakkında bazı açıklamaların yapılmasının faydalı olaca-
ğını umuyorum.
Sâmî dilleri, vaktiyle bunları konuşmuş ve günümüzde de konuşmakta
olan Sâmî kavimlerinin dilleridir. Eskiler bu dillerde görülen çeşitli benzerlikler
dolayısıyla Doğu dilleri demişlerdir. Fakat Asya milletlerinin dilleri
dilbilimsel bir araştırmadan geçirildikten sonra, Doğu dilleri ifadesi genel bir
ifade şeklini aldığından sonraki bilginler, başta Tarihçi Schlözer olmak üzere,
Doğu dilleri yerine Sâmî dilleri ifadesini kullanmışlardır.
Arapçaya ve ona benzer dillere niçin Sâmî dilleri denilmiştir? Sâmî dilleri
deyimi Hz. Nûh’un çocuklarından olan “Sâm”a izafeten verilmiştir. Tevrat’ta
Batı Asya’da yaşamış milletlerin isimlerinin bir listesi bulunmaktadır1
.
Bu listenin dizilişi etnografik olmaktan çok, coğrafî ve siyasîdir. Çünkü siyasî
olarak Âsuristan’a bağlı olan Alamitler ve Lodliler, bahsi geçen listenin
“Sâm” şeceresi bölümüne ve benzer şekilde siyasî olarak Mısır ile ilişkileri
olan Kenanlılar, “Hâm” şeceresi bölümüne dahil edilmişlerdir.
Hâlbuki Alamitler ile Lodlilerin ne birbirleriyle ne de Âsûrîler ile bir yakınlığı
olmadığından hiçbir zaman Sâmî milletlerinden sayılmamışlardır. Bilakis
İbrânîler ile yakınlıkları olan Kenanlılar hiçbir zaman Hâmî bir millet
değildi2
.
Sâmî milletleri Asya’nın Güneybatısında bulunan Akdeniz, Toros Dağ
Silsilesi, Dicle Nehri ve Arabistan Yarımadasını kuşatan denizlerin arasında
bulunan topraklarda yaşamış olan adı geçen milletlerin içinden üç büyük
ekol, yani ehl-i kitâb denilen milletlerin en büyük peygamberleri çıkmıştır.
Sâmî milletlerinin birbirleriyle ve dil yönünden olan yakınlıkları miladî
X. asırda ortaya çıkmaya başlamıştır. O zaman Yahudî alimlerinden Yehûda
b. Kureyş, Arapça ve İbranicenin benzerliğini ispat etmiştir. İbranice ile
Arapçanın benzerliği gayet açıktır. Zira eski Yahudî edebiyatının önemli bir
kısmı Âramca ile yazılmıştır. XVII. asırda Habeşistan Kilisesinin diliyle uğ-
raşıldığı zamanlar, bu dilin Arapça ile olan yakınlığı gözlenmiştir. XIX.
asırda çivi yazısı okunup çözümlendikten sonra, Akadcanın (Âsûr ve Bâbil
dili) Sâmî bir dil olduğu ortaya çıkmıştır.
Sâmî milletlerinin yurdu neresidir? Sâmî dilleri bilimi bu soruya kesin
bir cevap veremez. Sâmîlerin yurdu ile yurtlarından göç etmelerine dair iki
teori vardır:
Birinci teori gereğince, Sâmîler târihî bir zamanda Arabistan’dan çıkmışlarsa
da asıl yurtları Mısır idi.
İkinci teoriye göre, Sâmîlerin anayurdu Arabistan idi. Fakat adı geçen
bölgenin karşı karşıya kaldığı bölgesel değişiklik yüzünden, oradan göç etmeye
mecbur olmuşlardır. Yemen’in karşı sahiline geçen Habeşlilerden
başka diğer Sâmî milletleri de Kuzeye doğru gitmişlerdir3
.
Bu iki teorinin doğruluğu hakkında uzun uzadıya tartışılmış ve şimdilik
ikinci teori kabule değer bulunmuştur.
NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004 99
Sâmî dillerinin ana dili asıl Sâmicedir. Bugün bu dilden iz kalmamıştır.
Sâmî dilleri aşağıdaki gruplara ayrılır:
1. grup: Akadca
2. grup: Kenanca
3. grup: Âramca
4. grup: Güney Arapçası ve Habeşçe
5. grup: Kuzey Arapçası.
Grupların bu oluşumu sonradan düzenlenmiş değildir; tarihî oluşumun
yansımasıdır. Düzenleme, Sâmî dillerine dair elde edilmiş belgelerin eskiliği
esas alınarak yapılmıştır. Meselâ Akadcada kazınmış veya yazılmış kitabelerin
tarihleri, Kenancada kazınmış veya yazılmış kitabelerin tarihlerinden daha
eski olduğundan, eskilik yönünden Akadca birinci grubu oluşturur. Diğer
grupların oluşumu hakkında aynı görüşler vardır.
Birinci Grup: En eski Akadca kitabeler, milattan yaklaşık 2500 yıl önce
Agada Hükümdarı olan Şargani Şari, yani Sargon tarafından yazdırılmıştır.
1901 yılında Sûse’de bulunup bugün “Louvre” Müzesinde korunan ve
Hammurabi’nin meşhur kanun metnini içeren tek parça taş, milattan 2250 yıl
önce kazınmıştır. Bu taş eski Babil’e karşı harp açan Alamitler tarafından
harp ganimeti olarak Sûse’ye nakledilmiştir.
Akadların yazısı çivi yazısı olup Sümerlerden almışlardır. Sümerler Sâmî
bir millet değildir4
. Sümerlerin dili başka, Akadların dili başka, fakat yazıları
aynıdır.
Akadca, Babil (Bağdat civarında) ve Ninova (Musul civarında) şehirleriyle
bütün Babilistan ve Âsûristan’da gelişmiş büyük bir medeniyetin kalıntılarını
barındıran ve bugün hâlâ süren kazılar vasıtasıyla kısmen bilinen ve
henüz toprağın altında gömülü bulunan edebiyatı okumaya yarayacak bir dildir.
Babilistan ve Âsûristan edebiyatı, rivayetler, tanrı ve cinlere edilen dualar,
fetihler ve diğer olayları içeren anlatılar, kanunlar, hukuk, siyaset ve siyaset
dışı mektuplar, sosyal bilimler ve dil bilimleri gibi bölümlerden ibarettir.
Söz konusu edebiyat taş üzerine kazınmış ve kil levhaları üzerine yazılmıştır.
Papirüs kağıdının Babilistan ve Âsûristan’da kullanıldığı da uzak bir ihtimal
değildir. Akadca edebiyatının bölümleri, ilgili oldukları konulara bakılırsa,
çok önemlidirler ve medeniyet tarihinde önemli bir yerleri vardır. Babilistan
ve Âsûristan araştırmalarıyla yakından ilgilenen bilginler pek çok eser bulmuşlardır.
Amerikalılar Neffer’de (Nippur), Fransızlar Tellûh’da (Lagasch)
ve İngilizler Ebû Habbe’de (Sippaz) birer evrak deposu bulup memleketlerine
götürmüşlerdir.
Eski Babil ve Âsur hükümdarları saraylarını kütüphanelerle süslerlerdi.
Eski Ninova’nın şehir harabelerinin tepesinde bulunan koyuncuk köyünde
yapılan kazılar sırasında, M.Ö 668-626 yıllarında yaşamış Âsûristan hükümdarı
Âsurbanipal’in kütüphanesi bulunmuştur. Bugün Londra’da İngiliz Mü-
zesinde korunmakta olan bu kütüphane gayet zengindir5
.
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ
100 NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004
İstanbul Müze-i Hümâyûn’unda büyük küçük birkaç bin Akadca kitap ile
on beş binden fazla Akadca küçük kil levha vardır. Müzemiz bu konudaki
antikalar yönünden oldukça zengindir6
. Bu gün Akadca konuşulmamaktadır.
İkinci Grup: Kenancanın en eski izlerine Hammurabi’nin döneminde
rastlanır. O zamanlar Babilistan’ın bazı özel isimleri ile bazı tanrı isimlerinin
Kenancadan alınmış olduklarına bakılırsa, zamanında Kenanlıların
Babilistan’a göç ettikleri çıkarımı yapılabilir. Göç eden Kenanlılar Akadcayı
kabul ettiklerinden dillerinden hiçbir iz kalmamıştır. Bununla beraber,
Kenancanın ilk izleri 1887’de Yukarı Mısır’da Tel Amârnâ denilen bölgede
bulunmuş ve çivi yazısıyla yazılmış mektuplarda görülür. M.Ö. XV. asrın sonuna
doğru yazılmış olan bu mektuplar, Mısır, Filistin toprakları ve Arabistan
Yarımadası hükümetleri arasında yapılan yazışmayı içerir. Bu mektupların
bazılarında zaman zaman Akadca bir kelime yerine, doğrudan doğruya
Kenanca bir kelime yazıldığı ve zaman zaman da Akadca bir kelimeyi açıklamak
için Kenanca bir kelime ilave edildiğini görürüz.
Kenanlı bir millet yazıyı icat etmiştir. Yazı, Kenanlı ailesine mensup Fenikeliler
aracılığıyla Yunanistan’a geçmiştir. Yunanlıların düzelttikleri bu yazıdan
Latince, ardından Almanca ve Rusça alfabeler çıkmıştır.
Fenikece ile yazılmış en eski kitabeler, M.Ö. 1000 yılına aittir. M.Ö. IV.
asra ait Saydâ hükümdarı Tâbinit’in mezar taşı Müze-i Hümâyûn’da korunmaktadır.
Fenikece ile yazılmış bu kitabe 1887’de Müze-i Humâyûn Müdürü merhûm
Hamdi Bey tarafından Saydâ’da yapılan kazılar esnasında ortaya çıkarılmıştır.
Müzemizde iki yüzden fazla Fenikece kitabe ve diğer eserlerden
bulunmaktadır.
Ponice, Kenan dilleri grubuna aittir. Ponicede yazılmış en eski kitabe
dinler tarihi açısından çok önemli olan Marsilya şehri kurban tarifesini içeren
bir kitabedir ki M.Ö. IV-II. asırlara aittir. Söz konusu kitabede kurbanların
nasıl kesildiği, kesilen kurbanların hangi kısımları keşişlere ve hangi kısımları
kurban sahiplerine verildiği ve Tevrat’ta7
bu kurban hükümlerine benzeyen
hükümlerin bulunduğu görülür8
. 1845’de Marsilya’da bulunmuş bu kitabe
bugün adı geçen şehrin Müzesindedir.
Kenan grubuna mensup lehçelerden biri Moabitçedir. M.Ö. IX. asra ait
büyük ve eski bir kitabe Moabitlerin hükümdarı olan Mişa’ın, İsrailoğullarına
karşı kazandığı bir zaferi içerir. 1868’de Lut Gölünün doğu kıyısındaki tapı-
nakta bulunan bu kitabe, Paris’in Louvre Müzesinde kırık bir hâlde bulunuyor.
İbranice de Kenan grubuna ait bir dildir. Eski İbranicede yazılmış en bü-
yük kitabe Şeyluvâh kitabesidir. M.Ö. VIII. asrın ortalarına ait olan bu kitabe
Kudüs-ü Şerîf Kalesinin içinden geçen su hattının duvarında bulunup, bu
hattın inşası hakkında bazı ayrıntılar vermektedir. Ahd-i Atik’te bu konuya
temas eden bir yer vardır9
. Bugün bu kitabe Müze-i Hûmayûn’da
korunmaktadır. Yine eski İbranicede kazınmış ve M.Ö. IX. asra ait küçük bir
mühür bulunmuştur. Bu mühürde küçük bir aslan resmi ile Yerûbûâm hü-
NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004 101
kümdarının veziri olan Şem‘a’nın ismi kazılıdır10. Eski Hakan bu mührü almış
ve kendi yanında korumuştur. Bugün mührün ne olduğu bilinmiyor.
İbranice, dünyanın her tarafında az çok konuşulduğu gibi, Osmanlı topraklarında
da bilhassa Kudüs-ü Şerîf, Yemen, Şam, Halep, Bağdat ve Musul’da,
özetle Arapçanın konuşulduğu yerlerde konuşulmakta ve Kudüs-ü Şerîf’te,
biri günlük, ikisi haftalık olmak üzere, üç İbranice gazete yayınlanmaktadır
ve İbranice kitap basılmaktadır. Meşrutiyetten sonra İstanbul’da bir
sene kadar İbranice bir gazete çıkmaktaydı.
Üçüncü Grup: Eski Aramicenin en eski kitapları, M.Ö. VIII. asırda,
Kuzey denilen küçük bir memleketin başkenti olan ve günümüzde Zincirli
denilen bir bölgede bulunmuştur. (Zincirli, Bağdat tren hattı güzergâhında ve
Antakya’nın kuzeyinde bulunan Karasu vadisidir.) Şam-ı Şerîf’in kuzeyinde
bulunan Nîrâb adlı bölgede bulunan mezar kitabesi, M.Ö. VII. asra aittir.
Medîne-i Münevvere’nin kuzeyinde Teymâ denilen mevkide meydana çıkarılan
kitabe ile Nabat, Tedmur, Sînâ Aramca kitabeleri daha yenidir. Müze-i
Hümâyûn’da çeşitli boylarda yüze yakın Tedmurce kitabe vardır.
Aramca, Batı ve Doğu Aramca olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ahd-i
Atîk’in bölümlerinden sayılan Ezra ve Daniel kitaplarının bazı bölümlerinin
Aramca lehçesi, Sâmîrîce, Filistin Hristiyan Aramicesi ve Cebel-i Şankî’nin
yeni Aramca lehçesi, Batı Aramcaya; Yahudî Aramcası, Mandayca, Süryanice,
Fuleyhice Doğu Aramcaya aittir.
Ezra ve Daniel kitaplarında adı geçen ve İran hükümdarları tarafından
yayınlanan bazı belgeler, söz konusu kitapların Aramca lehçesinde yazılmış-
tır. Eskiden bu belgelerin asıllarının Farsçada kaleme alındığı ve bilâhare
Farsçadan Aramcaya tercüme edildiği zannedilmekteydi. Fakat 1904-1908
yıllarında Mısır’da Asvah’ın karşısında bulunan el-Cezîre adını taşıyan belgede
bulunan M.Ö. yaklaşık V. asra ait olduğu, tarihlerinden anlaşılan
Aramca papirüsleri, Aramcanın Acemistan’ın batısındaki resmî dil olduğunu
bize öğretiyor11. Aramcanın Farsça üzerindeki etkisi dilbilim tarafından dile
getirilmektedir.
Sâmirîce, bugün Nablus’ta yaklaşık beş yüz kişi tarafından konuşulur.
Sâmirîlerin kendilerine mahsus bir dinleri vardır. Mabetleri Yahudî mabetlerine
benzer. Kendi yazılarıyla yazılmış bir de Tevratları vardır12
.
Miladî VI. asırda, Süryânîlerle aralarında meydana gelen bir mezhep
anlaşmazlığı sebebiyle, Filistin Hristiyanları Süryânîlerden ayrılmış ve Kitâb-
ı Mukaddes’i konuştukları lehçeye tercüme etmişlerdir. Filistin Hristiyan
Aramcası XII. asra kadar –özellikle Antalya civarında- kullanılmıştır. Dinî
edebiyatın geri kalan kısmı Tûr-i Sînâ Manastırında bulunmuştur. Bu
Hristiyanlar, Süryanîlerden önce dillerini terk ederek Arapçayı kabul etmiş-
lerdir.
Cebel-i Şarkî yeni Aramca lehçesi bugün, vaktiyle bütün Filistin’de ve
Batı Suriye’de konuşula gelmiş Aramca lehçeden tek arta kalandır. Şu anda
bu lehçeyi konuşan ve toplamı üç bin kişiye ulaşanlar Cebel-i Şarkî’nin
Ma‘lûle, Bah‘a ve Cab‘adeyn köylerinde oturmaktadırlar13. Cebel-i Şarkî
yeni Aramca lehçesi, Arapçanın etkisi altında bulunmaktadır14
.
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ
102 NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004
Yahudî Aramcası kısmen Batı ve kısmen de Doğu Aramcaya aittir. Ahd-i
Atîk Batı Aramcaya tercüme edilmiştir. Bundan başka biri Filistin’de, diğeri
Bâbilistan’da kaleme alınmış iki Talmud15 vardır ki, birincisi Batı Aramcada,
ikincisi Doğu Aramcada yazılmıştır. Yahudî Aramcası miladî VII. asra kadar
“avâm dili” olarak kullanıla gelmiş ise de, bu gün bu lehçe hiçbir yerde
konuşulmuyor.
Mandayca bugün Irak’ta yaklaşık 1500 kişi tarafından konuşulmaktadır.
Dinî kitapları katıksız bir Aramca ile yazılmış olduğundan adı geçen lehçe,
Sâmî dillerinin karşılaştırmalı kelime bilgisi açısından önem taşımaktadır.
Süryanîcenin çeşitli kitapları vardır. Tarihli kitapların en eskisi miladî
yetmiş dört yılına aittir. Süryanî edebiyatı hem Aramca hem Doğu
Hristiyanlığı edebiyatının en önemlisidir.
Miladî V. asırda bazı mezhep problemlerinden dolayı Suryânî Kilisesi,
biri Bizans Kilisesine bağlı Yâkûbî, diğeri Acem kilisesine bağlı Nastûrî Kilisesi
adıyla ikiye ayrılmıştır. Bu bölünme, Yâkûbî, yani Batı Sûryanice ve
Nastûrî, yani Doğu Sûryanice olarak adlandırılan iki lehçenin16 gelişmesine
sebep olmuştur.
Yunan edebiyatı Süryanice üzerinde ve sonra da Süryânîcenin17 edebiyatı,
bilimi ve sanatı Arap edebiyatı, bilimi ve sanatı üzerinde etkide bulunmuştur.
Süryânî kilisesinin tarihi, Arap tarihi için oldukça önemlidir. Araplar Suriye’yi
ele geçirdikleri zaman –Suriye’nin Bizans’a bağlı bir eyâlet olması
hasebiyle- asıl Bizans’tan alınmış olan Süryânî kanunları ve yönergelerinden
bir hayli yararlanmışlardır.
Bugün Türkiye’nin bir çok yerinde ve meselâ Diyarbakır şehrinin bazı
kesimleriyle Tûr-u Âbîdin’de bulunan Midyat kasabasında Sûryânîce konu-
şuluyor. Konuşanların sayısı yüz bini aşkın olup, bunun yarısı hemen hemen
edebî bir dili kullanırlar.
Kerkük’ün doğusunda ve güney doğusundaki dağlarla Çölemenik’te
Nastûrîce konuşulmaktadır; sayıları da yüz bini aşkındır. Yakûbî Patriği
Merkezi olan Mardin şehrinde, harpten önce, harfleri ve dili Süryânîce olan
bir gazete ve Diyarbakır’da dili Türkçe, harfleri Süryânîce olan bir başka gazete
yayınlanmaktaydı. Türkiye’den başka, Hindistan’ın bazı yerleri ile
Malabar Adalarında edebî Süryânîce konuşulurdu.
Fuleyhîce, bugün konuşulan Süryânîce ile ilgisi olan bir lehçe olup, Musul
civarında konuşulmaktadır.
Dördüncü Grup: Güney Arapçası ancak kitabeler aracılığıyla öğrenilebildi.
Hindistan ticaretinin transit bulunması sebebiyle, Arabistan’ın güneyinin
yüksek bir medeniyeti vardı. Söz konusu medeniyetin en parlak devresini
yaşamış olan belli bir “Ma‘în” memleketinin, milattan önce tahminen VIII.
asırda, Sebeliler tarafından istilâ edildiği ve Sebelilerin daha sonra, yani milattan
önce II. asırda Himyeriler tarafından yenilmiş olduğu muhtemeldir.
Ma‘în, Sebe, Himyer kitabelerinin dışında, zamanı bilinmeyen Katbân kitabeleri
de vardır.
NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004 103
Güney Arapçasında sesli sistemi yoktur. Başka bir deyişle, (vâv ve yâ)
harfleri sessiz olarak kullanılmış ise de, sesli olarak kullanılmamıştır. Bu sistemin
bir etkisi de Kuzey Arapçasında hâlâ görünmektedir. Güney Arapçanın
etkisi Havrân, yani Şam dolaylarında ve Hicaz’da “Med’eyn Sâlih” civarında,
el-‘Alî adlı bir yerde bulunan kitabelerde görülür. Güney Arabistan’ın
antik eserleri hakkında Arap müellifleri ve özellikle Yemen ailelerinden birine
ait Ebû Muhammed el-Hasan b. Ahmed b. Ya‘kûb el-Hemezânî b. elHâ’ik18
oldukça bilgi vermiştir. Adı geçen h. 334 yılında San‘â’da vefat
etmiştir.
Müze-i Hûmâyûn’da Himyerî yazısıyla yazılmış birkaç yüz Arapça kitabe
vardır19. Bugün Arabistan’ın güney sahillerinde bulunan Mühre-Şahr taraflarında
ve Sûkatra Adasında eski kitabe dilinden çıkmamış üç ayrı Arapça
lehçe konuşulmaktadır.
Hebeşçe, Güney Arapça diliyle sıkı bir yakınlığı vardır. Bu yakınlık
vaktiyle Güney Arabistan’dan Habeşistan’a göç etmiş Arapların dillerinin bir
etkisinin sonucudur. Seslisi olmayan ve Sebece yazısıyla yazılmış
Hebeşçenin en eski kitabesi, M.Ö. IV asra aittir. Miladî V. asırda Habeşistan
Hristiyanlığı kabul ederek Kitab-ı Mukaddes’in birkaç kısmını kendi dillerine
tercüme etmişlerdir. XIII. asırdan itibaren Arap edebiyatının etkisi altında
Habeş edebiyatı bir uyanış devrine girmiştir. XVI. asırda Habeşlileri, Katolik
dinine davet eden Yesûiler aleyhine Habeşçe eserler yazılmıştır.
Ge’ez adı verilen Habeşçe artık konuşulmamaktadır. Bugün Habeşistan’ın
güneyinde Habeşçe ile başka bir Sâmî dilin karışmasından meydana
gelmiş olan Emharice konuşulduğu gibi Habeşçeden çıkan “Tigre” ve
“Tigrana” denilen iki lehçede konuşulur.
Beşinci Grup: En eski Güney Arapça kitabeler, Güney Arapçaya yakınlığı
bulunan ve şimdiye kadar tamamıyla çözülemeyen ve okunamayan bir alfabe
ile yazılmıştır. Havrân dolaylarındaki bir bölgede bulunan ve kazılarında
bir sanat eseri görülmeyen bu kitabelerin içeriği de oldukça sınırlıdır20. Kuzey
Arapça yazısıyla yazılan kitabelerin en eskisi, Şam-ı Şerîf’in kuzey do-
ğusunda yer alan en-Namârâ’da keşfedilen İmru’u’l-Kays b. ‘Amr’ın mezar
taşıdır ki21 miladî 328 yılına aittir.
Bu kitabeden başka ve ondan, yani Câhiliyye dönemine ait olan birkaç
kitâbe daha vardır ki, yazıları Nabat yazısından türemiş ve Arapça yazının en
eski çeşidini oluşturan Kûfî yazısıdır. Kuzey Arabistan bedevîlerinin İslâm
öncesi dönemde kültürleri olmadığına dair ifade edilen görüşler doğru değildir.
İran ve Romalılar zamanında Arap memleketlerinde Âramca kültürün etkileri
görüldüğü gibi, bu dilin alfabesinin kullanıldığı da kesindir22
.
Arapların Asya’da ve Afrika’da istila ettikleri topraklardaki milletler
Arapçayı kabul etmişlerdir. Bir yandan bu milletlerin konuştukları dillerinin
etkileri, diğer yandan Arapçanın zamanın olumsuz etkilerine maruz kalarak
geçirdiği değişiklikler yüzünden, konuşulan Arapça o kadar çok değişmiştir
ki, sayıları çok fazla olan Arap lehçeleri oldukça enteresan örnekler oluştururlar23
.
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ
104 NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004
Mısır’da çeşitli Arapça papirüs kağıtları bulunmuş olup, en eskileri hicrî
I. asra aittir. Haraç makbuzları ile resmî dairelerdeki işlere ait bu papirüsler,
kısmen Yunanca ve Arapça ve kısmen de yalnız Yunanca yazılmıştır. Çünkü
Araplar Mısır’ı ele geçirdiklerinde Yunancayı bildikleri için memleketin eski
memurları olan Kıptîler -fethedilen ülkenin idarî işlerinin aksamaması içingörevlerinde
tutulmuşlardır.
Çeşitli dönemlere ayrılan Arap edebiyatı gayet zengin olup, her konuda
sayısız eserler kaleme alınmıştır. Miladî XVI. asırdan beri, Avrupa’da, Arap
dili, edebiyat, bilim ve sanatının ürünleri üzerinde çalışılmaktadır.
Bugün Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde Arapça konuşulduğu gibi,
Asya’nın bazı bölgeleri ile Afrika’nın önemli bir kısmında ve Amerika’nın
Brezilya ve Arjantin gibi bazı taraflarında da Arapça konuşulmaktadır. Amerika’daki
Araplar Suriye’den göç etmiş olanlardır.
Son yıllarda yeni Arap edebiyatı hızlı bir gelişme göstermektedir. Bu
gelişmenin merkezleri Mısır’dır. Suriye ve Tunus’ta böyle bir gelişmenin
içindeler. Amerika’nın New York, Buenos Aires ve Rio De Janerio şehirlerinde
bugün çeşitli Arapça gazeteler yayınlanmaktadır.
Şimdiye kadar Sâmî dilleri ile ilgili olarak verdiğim oldukça özet bilgiler,
elinizdeki makalenin başlığını açıklamaya yöneliktir. Yukarıda sayılan
gruplarda adı geçen –Habeşlilerin dışında ki- milletler bugün Türkiye’nin
yönetimi altında bulunan topraklarda yaşamış ve adı geçen milletlerin torunları
da yine bugün Türkiye’de yaşıyor. Sâmî milletlerinden sayılan Âsûrîler
günümüzde mevcut değilse, eserleri nerede bulunmakta ve korunmaktadır.
Âsûrîlerin dili ile parlak medeniyetlerini anlatan eserler ve kitabelerin bir
kısmı memleketimizde yapılan kazılar esnasında bulunduğu gibi, henüz keş-
fedilmemiş olan kalan kısmı da yine bizde bulunacaktır. Aynı şekilde bugün
ortada olmayan diğer Sâmî milletlerinin dilleri ve edebiyatları hakkında da
aynı durum söz konusu olmuştur ve olacaktır.
Avrupa ve Amerikalı bilim adamları Sâmî milletleri hakkında araştırmalarda
bulunmuşlardır. Bu araştırmaların sonucu, bilim ve sanatın çeşitli
alanlarında, bilhassa da dilbilim açısından çok önemlidir. Bu araştırmalar sayesinde
dine, tarihe, dile, sosyolojiye ve diğer bilim dallarına ait bir çok mesele
halledilmiştir24
.
Avrupa ve özellikle Almanya Dârü’l-Fünûn’larında Sâmî diller dersi, birinci
derecede itibar olunan edebiyat, tarih ve iktisat dersleri gibi kabul edilmektedir.
Sebepleri de şunlardır:
1. Müslümanların ve Yahudîlerin mukaddes kitapları ile bu iki milletin
dışındaki diğer Sâmî milletlerinin dinî kitapları Sâmî dillerinde yazılmış ve
günümüzde Avrupa’da ilahiyat eğitimi ilmî bir şekilde yapılmakta olduğundan,
dinler ve dinler tarihi ile ciddi bir şekilde uğraşanlar kutsal kitapları
mutlaka orijinal metinlerden incelemek mecburiyetindedirler.
2. Sâmî dilleri, bunların birbirleriyle olan ilişkilerini, karşılıklı etkile-
şimlerini ve özellikle kelime türetme yönlerini gösteren bir dil grubu oldu-
ğundan dilbilim açısından çok büyük bir önem taşımaktadır.
NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004 105
3. Sâmî kitabelerini çözmek ve okumak için Sâmî dillerini bilmek
gerektiğinden ve karşılaştırmalı Sâmî dilleri bunların çözülmesi ve okunmasını
kolaylaştırdığından dolayı Sâmî dillerinin bilinmesi Arkeoloji açısından
da şarttır.
4. Sâmî milletlerinin, tarih, sosyoloji ve bilim ile sanatın diğer dalları
hakkında şu ana kadar elde edilen belgeler ile ileride bulunacak belgelerden
elde edilecek bilgiler, adı geçen milletlerin tarih, sosyoloji ve bilim ile sanatının
aydınlatılmasına hizmet ettiğinden ve edeceğinden, bu açıdan da Sâmî
dilleri çok değerli bir vasıtadır.
Şimdi bir yandan doğrudan doğruya bizi ilgilendiren saydığımız sebepler,
diğer yandan memleketimize ilmin girmesi prensibi dikkate alınırsa,
Sâmî dilleri dersi, Darü’l-Fünûn’umuzda lâyık olduğu yeri almaktır. Farz-ı
muhâl olarak bu ders doğrudan doğruya bizimle ilgili olmasa bile, mâdemki
adı geçen dilleri konuşmuş ve hâlen konuşan milletler, Osmanlı topraklarında
yaşamış ve hâlen yaşamaktadırlar ve mâdemki bilimsel anlamda ileri ülkeler
arasına girmeye niyetliyiz, bu dil gurubuyla uğraşmamız hem millî, hem ilmî
bir görevdir. Millîdir; çünkü vatanımızdaki Sâmî milletlerini tanımış oluruz.
İlmîdir; çünkü Sâmî dillerini bilmekle, adı geçen milletlerin geçmişe ait birikimlerini,
kısmen de olsa doğrudan doğruya, yani sürekli yabancı âlimlerin
yayınladıklarından ödünç almaksızın, öğrenmiş oluruz.
Sonuç olarak diyebilirim ki, dünyada Sâmî dilleriyle her yönden ve en
çok ilişki hâlinde olan bir memleket var ise, o da Türkiye’dir.

1 Tekvîn, Mahlûkât, 10. bölüm.
2 C. Brockelmann, Semitische Sprachwissenschaft, s.15.
3 Sâmîlerin göçlerine dair K. C. Benzold’un Die Kulturwelt des Alten Orients adlı eserinin
ön sözüne bakınız.
4 B. Meisher, Die Keilschrift, s.16-17
5 O. Weber, Die Literatur der Babylonier und Assyrer, s. 27-29.
6
İstanbul Dârü’l-Fünûn’u medreselerinden olup, Müze-i Hümâyûn’daki Asurca kitaplarla
uğraşan Dr. Eckghard
Bey, Müzede bulunan en meşhur kitabeleri açıklamaktadır. Şimdiye kadar bu konuda beş
risâle yayınlamıştır.
7 Levililer kitabı.
8 M. Lidzbarski, Handbuch des Nordsemitischen Epigraphik, s. 97-164.
9 Yeşaya kitabı, 22. bölüm.
10 Mührün metni “Şem‘a Yerûbûâm’ın kölesi”dir.
11 Bkz. A. Ungnad, Aramäische Papyrus aus Elephantine.
12 Sâmirîler dillerinden başka Arapça da konuşurlar. Arapça, İbrânice ve Sâmirîce Sâmî
dillerinden oldukları ve adı geçen dilleri oluşturan harflerin telaffuzları aynı olduğu hâlde,
Sâmirîler Aramcanın (‘ayn) harfini Araplar gibi telaffuz ederler; fakat İbrânicenin (‘ayn)
harfini Arapçanın (‘ayn) harfi gibi telaffuz etmezler. Bu telaffuz farkı oldukça ilginçtir.
13 İstanbul Dârü’l-Fünunu müderrislerinden Bergsträsser Bey, Suriye’ye yaptığı seyahati
sırasında bu lehçeyle de ilgilenerek iki ciltten ibaret Neuaramäische Märchen adlı bir kitap
yazmış ve yayınlamıştır.
14 Cebel-i Şarkî yeni Aramca lehçesi, gerek konuşanlarının azlığından ve gerekse başka bir
dilin etkisi altında bulunmasından dolayı kaybolmaya yüz tutan veya şekil yönünden
değişikliğe uğrayan lehçelere iyi bir örnektir. Bugün bu lehçe Araplaşmaya başlamış ve
zamanla bugünkü şeklini kaybederek, yeni bir Arapça lehçe meydana gelecektir. Bu
TÜRKİYE VE SÂMÎ DİLLERİ
106 NÜSHA, YIL: IV, SAYI: 15, GÜZ 2004

lehçenin günümüzdeki hâli, Arapça kelimeleri de içeren Aramca bir lehçe olup, gelecekteki
şekli itibariyle, Aramca kelimeleri içeren Arapça bir lehçe olacaktır.
15 Talmûd veya Telmûz Yahudîlerin dinî ve medenî ahkâm kitabı olup, Mîşnâ ve Gemârâ
kısımlarından ibarettir. Mişnâ, Tevrat’ın tefsirinden bahseden ve altı kısımdan oluşan bir
külliyât olup, miladî II. asrın sonlarına doğru Taberiye’de kaleme alınmıştır. Gemârâ ise
Mîşnâ’nın tefsirlerinden oluşur.
16 Bu iki lehçenin en önemli farkları telaffuzdadır. Meselâ Nastûrîler, bir kelimede bulunan
a, o, e gibi uzun seslileri, bazen de bu seslilerin orijinal telaffuzları gibi telaffuz ederlerse
de, Ya‘kûbîler, onları uzun o, u, i olarak telaffuz ederler, Nastûrîcede ekmek “lahma”,
Ya‘kûbîcede “lahmo”dur.
17 S. Fraenkel, Arapçada kullanılan Arapça kelimeleri bir araya getirerek Die Aramäischen
Fremdwörter im Arabischen adıyla bir eser ortaya koymuştur.
18 Eserleri Kitâbu Cezireti’l-‘Arab ve el-İklîl ‘dir.
19 İstanbul Dârû’l-Fünûn’u müderrislerinden Profesör Murthman Bey, adı geçen kitabeleri
inceleyerek tarihleri ve sanat değeri ile ilgili bir kitap yazmıştır.
20 Güney Arapçası yazısıyla yazılmış Kuzey Arapça kitabelerinin bazılarında harf-i ta‘rîf,
bazen İbranice harf-i ta‘rîfi olan (he) ile bazen (el) ile gösterilmiştir. Bu, lehçe farkıdır.
Kuzey Arapçasının harf-i ta‘rîfi ise (nûn) olup, kelimenin sonuna konulur.
21 C. Brockelmann, Grundriss der Vergleichenden Grammatik der Semitischen Sprachen, I,
22.
22 C. Brockelmann, I, 22.
23 Arapçada “Sen ne yaptın?” cümlesi “Mâ ‘amilte?” veya “Eyye şey’in ‘amilte”
şekillerinden biriyle ifade olunur. Mısır lehçesinden aynı cümleyi ifade etmek için ikinci
şekildeki “şey” atıldıktan ve “eyy” kelimesindeki “y” telaffuzdan düşürüldükten sonra
kalan “elif”, “‘amilte” kelimesinin sonuna konularak “‘amilte e” şeklini alır. Mevcût
Arapça lehçelerinden hiçbirinde olmayan bu takdim-tehir durumu Kıptîceden etkilenerek
meydana geliyor. Arapçada “yekûlu” kelimesi “muzâri” müfred, gâ’ib kipindedir. Suriye
lehçesinde bu kelimenin önüne fazla bir “bi” eklenerek “bi yekûl” olur. Telaffuzda bu
kelimenin “kaf”ı düşer. Bu ya Kürtçedeki ya da Aramcada ki istemek anlamına gelen
“be‘a” fiilinden alındığı düşünülmektedir.
24 Bu problemlere işaret eden birkaç örnek veriyorum:
1.Örnek: Yukarıda bahsi geçen Ponice kitabeler arasında, M.Ö. IV. ve II. asırlara ait
Marsilya şehri kurban tarifesini içeren bir kitabeden bahsedilmişti.
Bu kitabede kazınmış kurban hükümlerinin, Tevrat’ta zikredilen kurban ahkamıyla ilişkisi
vardır. Dinler tarihi açısından oldukça önemli olan bu ilişkiyi açıklayan vasıta Sâmî
dilleridir.
2.Örnek: Aynı şekilde Ahd-i Atîk’in “Ezra” kitabında, Acem hükümdarlarının hazırladığı
bazı belgeler vardır. Birkaç yıl öncesine kadar bu belgelerin aslında Acemce yazıldığı ve
ardından tercümelerinin “Ezra” kitabına sokulduğu kabul edilmekteydi. Fakat 1904-1908
arasında Mısır’da Asvân civarında bulunmuş olan Aramca papirüslerin muhtevâlarının dil
ve üslûbunun, “Ezra” kitabında bulunan belgelerin dil ve üslûbuna benzediği ortaya çıkınca
“Ezra” kitabındaki belgelerin aslında Aramcada yazıldığı ortaya çıkmıştır. Bu papirüsler,
M.Ö. beşinci asırda Acemistan hükümdarı olan II.Dârâ’ya bağlı Mısır, Acem memurları ile
Asvân civarında yer alan bir Yahudî cemaati arasında yapılan yazışmadan oluşur.
Doğrudan doğruya Mısır, Acem ve İsrailoğulları tarihlerine ve papirüslerin çeşitlilik
gösteren içerikleri sebebiyle, başka konulara ait bu papirüslerin dili Sâmî dillerindendir.
3.Örnek: Arapça imlânın bazı şekilsel özellikleri Nabatçadan gelmektedir. Arapçada (Amr)
dışında Munsarif isimlerin sonunda (vav) yoktur. Bu istisnanın sebebi Nabatçada
aranmalıdır. Nabatçada munsariflerin sonunda (vav) vardır. İşte Sâmî dillerinin kelime
bilgisinin karşılaştırılması bu istisnanın sebebini açıklamaktadır.

Konular