Arapça'da "İmmea" Edatının Anlamı

ARAPÇA'DA “İMMEA” إمَّعَةٌ EDATININ ANLAMI NEDİR?

İnsanları çok yakından ilgilendiren bir edat olan إمَّعٌ “imme’” ya da إمَّعَةٌ “immea” kelimeleri ne anlama gelmektedir? Önemine binâen bu kavram üzerinde biraz durmak istiyoruz.

Bu kelime, tâ’lı da tâ’sız da kullanılır ve “silik, düşük, fırsatçı, çıkarcı, eyyamcı, karaktersiz, kararsız, zayıf ahlâklı kişi” anlamlarındadır.

Bu kelimede; “kendisine ait bir görüşü ve irâdesi olmayan, onun bunun görüşüne uyan, başkalarının ağzına bakan, onları taklit eden” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla “immea” kelimesinde “toplumun genel davranış biçimini taklit ve başkalarına tâbi olma” anlamı bulunduğu için, bu kelimeyi “taklitçi, irâdesiz ve kendi görüşü olmayan” şeklince çevirmek mümkündür. Kısaca, لاَ رَأْىَ لَهُ “Hiçbir görüşü olmayan” denir. İnsan, hayat anlayışını, “El âlem ne der?” sual, tereddüt, endişe ve tedirginliği üzerine bina ederse, el âlemin ne dediğine kulak vermektedir. Böylelerinin ne kendilerine ne de başkalarına bir yararı dokunur. Zira onların ne azimleri vardır, ne bir şey üzerinde sebatları, ne de kendilerine ait fikirleri bulunmaktadır. Fikri olmayanın zikri de başkalarının ağzından duyduğunu ve amellerinden gördüğünü yapmak ve nakletmek olacaktır. Müslüman, Allah tarafından mükellef kılındığı sorumlulukları tereddütsüz yapmalıdır. “Eş dost, falan insanlar ne der?” diyerek İslâm’ı yaşamaktan kaçmamalıdır. İnsanın sahip olduğu ve olabileceği, gördüğü ve görebileceği, hatta göremediği nice varlıklar vardır ki, hepsinin yaratıcısı ve sahibi Allah Teâlâ’dır. Kul, Yüceler Yücesi Rabbimiz karşısında acizliğini ve muhtaçlığını bilmeli, kibirlenmekten, kendini beğenmekten ve Allah’ı zikretmekten asla gaflet etmemelidir. Allah’a kulluk etmenin büyük bir şeref olduğunu, yaratılan tüm insanların ve cinlerin iman etmeyeceğini bilerek, iman sahibi olduğu için Allah’a şükretmeli, huşu’ ve itminan ile O’na ibâdet etmelidir. Elinden geldiğince hayatın her kademesinde Allah Teâlâ’nın dediğine itibar etmelidir. Velev ki, tüm dünya Allah’ın dediğinin aksi üzerinde fikir birliğine varsalar dahi, insanların görüşlerine ve yaşam tarzlarına uymamalıdır. İnsanların hidâyeti ve ıslahı ile mükellef olup, âhirette bu hususta sorguya çekilecek olan insanın, toplumda bozulmalar artınca onları düzeltmek yerine onlara uyması katmerli günahtır. Birisi, kendi sorumluluğunu terk etmesi, diğeri ise insanları kötülükten sakındırma vazifesini terk etmesidir. İslâm’da “teklîf-i mâlâ yutâk” yoktur. Yani güç yetirilemeyen İlâhî teklîf bulunmamaktadır. (Bkz: Bakara: 286). Müslüman, bir münker (kötülük) gördüğünde eliyle değiştirir, buna güç yetiremezse diliyle değiştirir, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzeder.

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer (buna) gücü yetmezse diliyle, (buna da) gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu ise imanın en zayıf halidir.” (Müslim, Îmân, 78; Bkz: Tirmizî, Fiten, 11; Nesâî, Îmân, 17)

“İmme’” ve “immea” kelimesini küçük bir örnek ile ifade edelim: رَجُلٌ إمَّعٌ ، رَجُلٌ إمَّعَةٌ “Herkesin peşinden giden, her görüşü destekleyen taklitçi bir adam” demektir. Görüldüğü gibi, رَجُلٌ “racul/adam” müzekker (eril) olmasına rağmen, hem tâ’lı hem de tâ’sız haliyle bu edatımız, müzekker kelimeye sıfat olabilmektedir. Kelimenin çoğulu; إمَّعُونَ şeklindedir.

“İmmea” إمَّعَةٌ kelimesi, müennes (dişil) için değildir. Yani kelimenin sonundaki tâ harfi te’nîs (dişiliği belirtmek) için değil, mübalağa için gelmiştir. (Bkz: Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Meârif, Kâhire, C: 1, S: 131)

Dolayısıyla erkekler için إمَّعٌ “imme’”, kadınlar için “immea” إمَّعَةٌ denilmemektedir. Bu ikisi, hem erkekler hem de kadınlar için kullanılır.

Bir Hadîs’te: اُغْدُ عَالِمًا أوْ مُتَعَلِّمًا وَلاَ تَكُنْ إمَّعَةً “Ya âlim ol ya müteallim (öğrenen) ol. Ama ‘immea’ (taklitçi) olma” diye geçmektedir. (Bkz: Lisânu’l-Arab, 1/131)

"İmmea"; dinini, imanını insanların anlayışlarının peşine takan, delil sormadan ve aramadan körü körüne onların görüşlerine tâbi olan kimsedir. İşte Hadîs, bize bunu yasaklamaktadır! Allah daha iyi bilir, bu Hadîs’te “taklitçi olma!” diye yasaklanan şey; bazı Hadîs kitaplarında geçen: “Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya seven ol. Sakın beşinci olma; helâk olursun” buyruğundaki “beşinci olma” uyarısı yapılan durum olsa gerektir. Bu Hadîsi, Beyhakî Şuabu’l Îmân’da, Ebû Nuaym Hilyetu’l Evliyâ’da, İbn-i Abdilberr Câmiu Beyâni’l-İlm ve Fadlihi’de, Bezzâr el-Bahru’z Zehhâr’da nakletmiştir. Bazı Hadîslerde ise “dördüncü olma” uyarısı bulunmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla öğrenmek, öğretmek, dinlemek ve sevmek dışında kalan şey ya da şeyler insanı helâke sürüklemektedir. Bu helâk; insanın, hakkında bilgisi olmayan meselelerde sormadan ve araştırmadan, insanlardan birinin ya da birçoğunun görüşlerini taklit etmektir. İlmi ve ilim ehlini sevmek ve onları güzelce örnek almak bile insanı helâkten koruyan güzel bir ameldir. İnsanın yaşam tarzı halka değil, Hakka dönük olmalıdır. İnsan, kendisi gibi olan zayıf varlıkları râzı etmek için değil, kendisini yaratan Yüce Allah’ın rızâsını kazanmak için çalışmalıdır. Kaldı ki, Allah’a kulluğu terk ederek, insanları, kendisine kulluğa çağıran kişi ve kişilerden daha zâlim kimse olamaz! Haddizatında böyle bir istek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Aykırılıklardan hayır ummak ise cehl-i mürekkebdir.

Kelimenin aslının: إنِّى مَعَكَ “Ben seninleyim” demek olduğunu ve zamanla bu şekle dönüştüğünü söyleyenler olmuştur. (El-Müncid fi’l-Lüğati ve’l-A’lâm, Luvîs Ma’lûf, S: 18)

“İmmea” إمَّعَةٌ kelimesi bazı Hadîslerde geçmektedir. Huzeyfe radıyallâhu anh’ın rivâyetine göre, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

لاَ تَكُونُوا إِمَّعَةً ، تَقُولُونَ : إِنْ أَحْسَنَ النَّاسُ أَحْسَنَّا ، وَإِنْ ظَلَمُوا ظَلَمْنَا ، وَلَكِنْ وَطِّنُوا أَنْفُسَكُمْ ، إِنْ أَحْسَنَ النَّاسُ أَنْ تُحْسِنُوا ، وَإِنْ أَسَاءُوا فَلا تَظْلِمُوا

“İmmea (taklitçi ve irâdesiz) olmayınız! ‘Eğer insanlar iyilik ederse, biz de iyilik ederiz. Eğer zulmederlerse biz de zulmederiz’ demeyiniz! Fakat kendinizi, iyilik yapanlara iyilik yapmaya, kötülük edenlere de zulüm etmemeye alıştırınız.” (Tirmizî, Birr, 63, H. No: 2007)

İyiliğe iyilikle, kötülüğe de kötülükle karşılık vermek fazilet değildir. Çünkü bunu herkes yapar. İnsan fıtratı ve nefsi, iyiliğe iyilikle, kötülüğe de kötülükle karşılık vermeye müsaittir. Fazilet olan ise, kötülüğe de iyilikle karşılık vermeye nefsi alıştırmaktır. Bu yapılmazsa, kötülükler son bulmaz, bilâkis her kötülük başka kötülükleri doğurarak çoğalmaya devam eder. Zulme gelince; her ne gerekçeyle olursa olsun, başkalarına zulmetmek haramdır!

Kudsî bir Hadîs'te Allah Sübhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

يَا عِبَادِى إنِّى حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِى وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّمًا فَلاَ تَظَالَمُوا

“Ey kullarım! Ben kendi zâtıma zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Bu sebeple birbirinize zulmetmeyin!” (Müslim, Birr, 55)

Şanı Yüce olan Allah hakkında zulüm imkânsızdır. Her şeyin mülkü ve tasarrufu elinde olan Rabbimiz, kullarına da zulmü kesin olarak haram kılmıştır.

“Taklitçi olma, güzel örnek ol” diyerek satırlarımıza son verelim...

Konumuzla alâkalı Arapça olarak son söz söylemek gerekirse:

لاَ تَكُنْ إمَّعَةً ، قُلِ الْحَقَّ وَلَوْ كُنْتَ وَحْدَكَ

“Taklitçi olma, yalnız bile olsan hakkı söyle” diyebiliriz.

Konular