ARAP DĠLĠNDEKĠ DĠĞER KULLANIMLARIYLA KARġILAġTIRMALI OLARAK KÂME FĠĠL KÖKÜ VE TÜREVLERĠNĠN KUR‟ÂN‟DAKĠ ANLAM BOYUTLARI 

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:32, Erzurum 2009
ARAP DĠLĠNDEKĠ DĠĞER KULLANIMLARIYLA KARġILAġTIRMALI
OLARAK KÂME FĠĠL KÖKÜ VE TÜREVLERĠNĠN KUR‟ÂN‟DAKĠ ANLAM
BOYUTLARI 
Necdet ÜNAL
ÖZET
Bu makalede özellikle Arap edebiyatı kaynakları ve Kur‟ân tefsirlerinden
istifade edilerek “kâme” fiili ve türevlerinin Arap dili ve Kur‟ân‟da hangi anlamlarda
kullanıldığı örneklerle gösterilmeye çalışılmıştır. Söz konusu kavramın Kur‟ân‟a ilk
olarak hangi anlamda girdiği, Arap dilindeki kullanımları ile Kur‟ân‟daki kullanımları
arasında bir anlam kayması olup olmadığı üzerinde durulmuştur. Sonuçta içinde
“kâme” fiili ve türevlerinin geçtiği âyetleri anlamaya çalışırken, bu kökte hangi
anlamın ortak bir payda olarak mevcut olduğu ve gözden kaçırılmaması gerektiği
hususunda bir sonuca varılmaya gayret edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kur‟ân, Tefsir, Arap dili, ayakta durmak, sabit kalmak,
mutedil olmak, bakıp gözetmek, kararlı olmak.
ABSTRACT
Quranic Dimensions of The Sense of The Root Verb of Kame and Its
Derıvatıves in Comparision with Their Other Usages in Arabic Language
In this paper, it has been tried to show what senses have the verb kâme and
its derivatives in Arabic Language and Qur‟an by referring to the Qur‟an Exegesises
(tafseer) and the sources of Arabic Literature and by giving some examples from
them. It has been focused on that in what sense the concept in question is used for
the first time in Qur‟an, and whether or not there is a semantic change between its
usages in Arabic Language and Qur‟an. Consequently, while trying to comprehend
the meanings of the verses of Qur‟an including the verb kâme and its derivatives, it
has been strived to draw a conclusion about which one of the various senses of the
root verb kâme is shared by its other derivatives and thus should not be overlooked.
Key Words: The Qur‟an, Exegesis, Arabic Language, to stand, to remain
unchanged, to be moderate, to watch over, to be determined.


Bu makale, büyük ölçüde, Necdet ÜNAL’ın “Kur’an’ı Kerim’de Ġstikamet Kavramı” adlı basılmamıĢ
doktora tezinin birinci bölümünden faydalanılarak kaleme alınmıĢtır. Tezdeki yeri için bkz. Ünal,
Necdet, Kur’ân'ı Kerim'de Ġstikamet Kavramı (YayınlanmamıĢ Doktora Tezi), Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ġzmir, 2005, s. 23-52, ve 70-74. sayfalar arası.
Dr., Gazi ilköğretim Okulu, Din K. A. B. Öğretmeni, Çanakkale, E-posta:doktornecdet@gmail.com
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------54
GĠRĠġ
Kur’ân’da geniĢ bir kullanım alanına sahip olan Kâme fiili ve türevlerinin
Kur’ân’da hangi anlamlarda kullanıldığının tesbiti tefsir ilmi açısından önemlidir. Tabii
ki bir fiil veya türevinin Kur’ân’da hangi anlamlarda kullanıldığını anlamak için
öncelikle onun Arap dilindeki kullanımlarına bakmak gerekir. Dolayısıyla bu
çalıĢmamızda biz, Kâme fiili ve türevlerinin Kur’ân’da hangi anlamlarda kullanıldığını
tesbit etmek için öncelikle bu fiil ve türevlerine sözlüklerde ve Ģiir divanlarında hangi
anlamın yüklendiğine, daha sonra da Kur’ân ve dolayısıyla tefsirlerdeki anlam
boyutuna ve bu kullanımlarla ilgili örneklere bakacağız.
Kâme fiili derken onun mazi, muzari ve emir sıygalar Ģeklinde fiil olarak
kullanıldığı yerleri; türevleri derken de “kâim”, “makâm”, “kayyûm”, “kavvâm”,
“kayyim”, “kıyâm” ve “kavâm” gibi aynı kökten türeyen isimleri kastettiğimizi ifade
etmeliyiz.
Bu fiilin, Arap edebiyatı kaynaklarında ve Kur’ân’da beĢ ayrı anlamda
kullanımı vardır:
1. Ayakta Durmak
2. Sabit Kalmak
3. Mutedil Olmak
4. Bakıp Gözetmek
5. Kararlı Olmak
ġimdi bu anlamlar üzerinde ayrı ayrı duralım:
1. Ayakta Durmak
“Kâme” fiilinin, oturmanın zıddı olarak kalkmak, ayağa kalkmak, ayakta
durmak1 ve dikilmek2 anlamı vardır. Bu manadaki bazı örnekler Ģunlardır:
a. Arap Dilinde:
, ”Gözlerimin ağrısı beni ayağa kaldırdı” ve
“sırtımın ağrısı beni ayağa kaldırdı” ifadelerinden, kiĢinin elem ve acı sebebiyle
rahatsız olduğu ve oturamadığı için ayakta durduğu anlaĢılmaktadır. Buna göre به قام

1
Ġbn Manzûr, Ebu Fazl Cemâlüddin b. Mükerrem, Lisânu‟l-Arabi‟l-Muhît, Beyrut-1955, XII, 496.
2 Ubeyd b. el-Abras, Ubeyd, Dîvânu Ubeyd b. el-Ebras, (ġerh: EĢref Ahmed), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabiyy,
Beyrut 1994, 123; ez-Zebîdî, Muhammed Murtadâ el-Huseynî el-Vâsıtî, Tâcu‟l-Arûs min Cevâhiri‟lKâmûs,
Beyrut ts., IX, 35; Âsım Efendi, Ebu’l-Kemâl Ahmed, Okyânûsu‟l-Basît fî Tercemeti‟lKâmûsi‟l-Muhît,
Ġstanbul-1304h, IV, 457.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------55
ifadesi, herhangi bir uzvun ağrı ve acı vermesi sebebiyle insanı ayağa kaldırmasını
ifade etmektedir.3
Fiilin bir diğer kullanımı : “O kişi mezarından kalkıp dikilir”
Ģeklindedir. Burada ölünün kabirden kalkıp ayağa dikilmesi bu fiille ifade edilmiĢtir.4
Arap Ģiirinde, sevgiliyi methetmek için kullanılmıĢ olan bu ifadede; “eğer o, ölüye bir
şeyler söylese, ona can verir, hayat katar ve böylece ölmüş olan kişi mezarından
kalkar” anlamı vardır.
Fiilin bir baĢka kullanımı “Bir kişi, diğerinin yerine geçti, dikildi”5
Ģeklindedir. Bu kullanımda bir kiĢinin, diğer bir kiĢinin yerine geçerek artık onun yerini
alması, onun yerinde durması ve dikilmesi kastedilmektedir.
Yine “Mal, sana kaça mal oldu” ifadesinde malın fiyatının
kaçı bulduğu, kaça ulaĢtığı anlamı vardır. Mesela ifadesinden,
kölenin fiyatının yüz dinara vardığı, yani yüz dinarı bulduğu anlaĢılır.6 Burada da bir
ayakta durma hali vardır ve mecazi olarak fiyatın belli bir noktaya gelip orada ayakta
durması anlatılmaktadır.
Bir vecizede : “Beni
alma. Çünkü ben acıkınca yerimden kalkıp ayağa dikilmeyi istemem, doyunca da
uyumak isterim” denilmektedir. Bu sözü, bir köle kendisini satın almak isteyen adama
söylemiĢtir.7 Buradaki kullanımda söz konusu kelimenin “yerinden kalkmak, ayağa
kalkmak, ayakta durmak” anlamları açıkça görülmektedir.
Bir Ģiirde : “Kızartılmış
et (kebap) yemekten kalktığımızda ellerimizi atların yelelerine sileriz”8
ifadesi
geçmektedir. Burada da söz konusu fiil “kalkmak” anlamındadır.
SavaĢ durumunu açıklayan bir deyimde ise : “Savaş
kızıştı (ayağa kalktı, savaş çıktı)”9 denilmektedir. Bu ifade, Araplar arasında, savaĢın

3 el-Ezherî, Ebu Mansur Muhammed b. Ahmed, Tehzîbü‟l-Lüga, ed-Dâru’l-Mısriyye, Kahire ts., IX, 361-
362; Ġbn Abbâd, Ġsmail, el-Muhît fi‟l-Luğa, Beyrut-1994, VI, 59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 506;
Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35; Âsım, Okyânûs, IV, 457.
4 Antere b. ġeddâd, Dîvânu Antere b. Şeddâd, (ġerh: Ömer Faruk et-Tabbâ), Dâru’l-Kalem,Beyrut ts,
s.130.
5 el-Hansâ, Dîvânu‟l-Hansâ, (ġerh: Ömer Faruk et-Tabbâ), Dâru’l-Kalem, Beyrut-ts., s. 72; el-Ġsfehânî,
er Râgıp, Ebu’l-Kasım el-Huseyn b. Muhammed, el-Mufredât fî Garibi‟l-Kur‟ân, (Tahk.:Muhammed
Seyyid Keylânî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut- ts., s.417.
6 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 500; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35; Âsım,
Okyânûs, IV, 458.
7
Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 496.
8
Ġmrüü’l-Kays, Dîvânu İmri‟i‟l-Kays, (ġerh: Ömer Faruk et-Tabbâ), Dâru’l-Kalem, Beyrut ts, s. 25; esSendûbî,
Hasen, Şerhu Dîvâni İmrii‟l-Kays, el-Mektebetü’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, 5. Baskı, Mısır ts,
s.57.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------56
kızıĢtığı yani mecazi olarak, savaĢın ayakları üzerine dikildiği anlamında
kullanılmıĢtır.
Bu kökten türemiĢ olan lafızlarda da, “ayakta durmak” anlamını rahatlıkla
görebiliriz. Mesela “kâime” lafzı masa, karyola ve hayvanın ayağı anlamına
gelmektedir.10 Dolayısıyla o, bir eĢyayı veya hayvanı ayakta tutmaktadır. “Kuvâm”
lafzı Arapça’da koyunlarda görülen bir hastalığı ifade eder.11 Onun verdiği acı
sebebiyle hayvan, oturup yatamaz ve neticede o acı hayvanı ayakta durdurur.12 Yine
“kavme” lafzı namazda iki rekat arasında ayakta durmaktır.13
Bir diğer lafız “kıvâm” ise “kendisiyle ayakta durulan, dengeli olunan şey”
14
,
“bir şeyin ortası”
15, “düzeni, nizamı ve direği” demektir.16 Buna göre kıvâm, bir Ģeyi
veya kiĢiyi en sağlıklı noktada ayakta durdurmaktadır.
“Kıyâm” lafzında da söz konusu anlamı görmekteyiz. Bu kelime “bir şeyin
kendisi sayesinde ayakta durduğu, sabit olduğu direk, sütun gibi bir şey”17
anlamındadır. Ayrıca buna “dikilmek, dik durmak, ayakta durmak”
18, “oturmanın
zıddı”, “durmak, sabit olmak”
19, “insanın boyu, boyunun uzunluğu”
20 gibi karĢılıklar da
verilmiĢtir.

9 ZemahĢerî, Ebu’l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı‟t-Tenzîl ve Uyûni‟l-Ekâvîl
fî Vücûhi‟t-Te‟vîl, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabiyy, Beyrut-ts., I, 40; er-Râzî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer
Fahruddin, et- Tefsîru‟l-Kebir, Dâru’l- Fikr, 3. Baskı, Beyrut 1985, II, 32.
10 Ġbn Cendel, Selame, Dîvânu Selame b. Cendel, Sana`atü Muhammed b. el-Hasen, Dâru’l-Kitâbi’lArabiyy,
Beyrut 1994, 15; Ka’b b. Züheyr, Dîvânu Ka‟b b. Züheyr, San’atü’l-Ġmam Ebi Saîd el-Hasen
b. el-Huseyn el- Askerî, Dâru’l-Kitâbi’l Arabiyy, Beyrut-1994, 131-132; el-Halîl b. Ahmed, Ebu
Abdirrahman el-Ferâhidî, Kitâbü‟l-Ayn, Beyrut 1988, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Ġbn Abbâd,
el-Muhît, VI, 58; el-Cevherî, Ġsmail b. Hammad, es-Sihâh fî‟l-Luğati ve‟l-Ulûm, 2.Baskı, Beyrut 1979,
V, 2018; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 501; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
11 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59.
12 Gezgin, Ali Galip, Tefsirde Semantik Metod, Ötüken NeĢriyat, Ġstanbul 2002., s. 212.
13 Halîl, El-Ayn, V, 231; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 356; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 497; ez-Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
14 Ġbn Fâris, Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Zekeriyya el-Luğavî, Mu‟cemü Mekayîsi‟l-Luğa, Dâru’l-Cîl, Beyrut
1991, V, 43; Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, III, 293.
15 Cevherî, es-Sihâh, V, 2018; ez-Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
16 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Ebu’l-Bekâ, Külliyâtü Ebi‟l-Bekâ, Byy.-ts., 526; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 499.
17 el-Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Ya’kub, Besâiru Zevi‟t-Temyiz fî Letâifi‟l-Kitâbi‟l-Aziz,
(Tahk: Muhammed Ali en-Neccâr, Abdülhalim Tehânevî), el-Mektebetü’l-Ilmiyye, Beyrut ts, IV, 307.
18 Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, 528; Ġbnü’l-Cevzî, Cemâlüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahmân, Nüzhetü‟l-A‟yüni‟nNevazır
fî Ilmi‟l-Vücûh ve‟n-Nezâir, (Tahk.:Muhammed Abdülkerîm Kâzım er-Râzî), Müessesetü’rRisale,
2. Baskı, Beyrut 1985, 504; et-Tehânevî, Muhammed b. Ali b. Ali, Kitâbü Keşşâfi Istılâhati‟lFünun,
Dâru Kahraman, Ġstanbul 1984, II, 1225.
19 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 496-497.
20 Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, 504.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------57
“Kâme” fiilinin normalde “baĢlamak” diye aktarılan Arapça’daki anlamlarında
da aslında “ayakta durma” manası görülmektedir. Mesela “Kadın
ağlamaya başladı”
21 ifadesi böyledir. Arapların çoğu ölülerin arkasından ayakta
ağlarlardı ve bu ifade bunu anlatmaktadır. Nitekim ifadesi
satrancın22 ve ifadesi de namazın baĢladığını23 ifade etmektedir. Bu
örneklerde her ne kadar fiil, “başlamak” olarak ifade edilse de aslında bu
kullanımlarda bir ayakta duruĢ hali vardır. Mesela kadınların yukarıda sözü geçen
ağlamaları, ağlama halinin mevcudiyetini ve ayakta olan bir feryadı anlatmaktadır.
Yine satrancın veya namazın baĢlaması anlamının altında, bu iĢin ve fiilin bizzat
yapılmakta olduğu hal yani mecazi olarak onun bizzat ayakta olduğu, faal olduğu
durum anlatılmaktadır.
Sonuç olarak “kâme” fiili Arap dilinde ayakta durmak, ayağa kalkmak ve
dikilmek anlamında kullanılmıĢtır. Bu tespitlerden sonra söz konusu fiilin “ayakta
durmak” anlamında Kur’ân’daki kullanımlarına geçebiliriz.
b. Kur‟ân‟da
Burada, Kur’ân-ı Kerim’de geçen kâme, yekûmü, kâim, kâime, kıyâm, makâm,
mukâm, akvâm gibi kelimeleri teker teker ele alarak ifade ettikleri anlamlar üzerinde
durmaya çalıĢacağız.
“Kâme” fiilinin Ģu iki âyetteki kullanımı, fiilin anlamı açısından oldukça
önemlidir: “Geceleyin kalk (namaz kıl); yalnız gecenin birazında (uyu)”.24 Sure,
iniĢ sırası itibarıyla üçüncü sure25 ve bu âyetler de, Kur’ân’ın Mekke’de indirilen ilk
âyetlerindendir.
“Kalk, uyar”.26 Âyetteki ayağa kalkıĢ “yatağından kalkmak”, “kararlı ve azimli
olarak kalkmak”
27, “davet için harekete geçmek”
28 diye izah edilmiĢtir. Bu sure,
Mekke döneminde ve Ġslam’ın ilk yıllarında hatta sure olarak ilk indirilen suredir.
Dolayısıyla “kâme” fiilinin, hem Müzzemmil suresinin ilk âyetlerindeki kullanımı hem

21 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 498; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
22 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
23 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 505; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
24 Müzzemmil, 73/2.
25 AteĢ, Süleyman, Yüce Kur‟an‟ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar NeĢriyat, Ġstanbul 1988, X, 121.
26 Müddessir, 74/2.
27 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb,XXX, 190; Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur‟an Dili, Eser NeĢriyat ve
Dağıtım, Ġstanbul-1982, VIII, 5449.
28 Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, s.504-506.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------58
de Müddessir suresinin hemen baĢındaki bu kullanımı, bize, bu fiilin Kur’ân
literatürüne hangi anlamla girdiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Buna
göre fiil, “ayakta olmak, uyanık durmak, faal durumda olmak” gibi olumlu manaları
kapsamakta ve gaflet, uyuĢukluk, tembellik, tedbirsizlik gibi olumsuz manaları da
dıĢlamaktadır.
Kâme fiilinin Kur’ân’daki kullanımlarında “ayakta olmak” anlamı açıkça
görülebilmektedir. Mesela,“Ayağa kalktığın zaman Rabbini övgüyle an”29 âyeti
bunun en açık kanıtlarından bir tanesidir. Tefsirlerde, âyetteki kalkıĢın; yerinden30
,
herhangi bir yerden31, herhangi bir meclisten32, uykudan33 veya gündüzleyin34 kalkıĢ
olduğu söylenmekle birlikte bunun, namaz35, farz kılınan namaz36, herhangi bir iĢ,
özellikle kavmiyle mücadele için37 kalkıĢ veya ayağa kalkıĢ olduğu da ifade
edilmektedir.
Faiz yiyenlerin durumunu anlatan Ģu âyette de kâme fiili muzari olarak
kullanılmaktadır:
“Faiz yiyenler ancak Ģeytanın çarpmıĢ olduğu kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar”.38 Burada fiil “kalkmak”39
, “ayakta durmak”
40 anlamındadır. Tefsirlerde bu
kalkıĢın, kıyamet günü41 ve kabirden kalkıĢ olduğu söylenmektedir.42

29 Tûr, 52/48.
Âyetteki fiil için Ģu karĢılıklar verilmiĢtir:
“Ayağa kalkmak” KuĢeyrî, Ebu’l-Kâsım Abdulkerîm Ġbn Hevâzin, Letâifü‟l-İşârât, Byy. ts, III, 479.
“Kalkmak ” Elmalılı, Hak Dini, VII, 4559; Dumlu, Ömer- Elmalı, Hüseyin, Kur'an-ı Kerim‟in Türkçe
Anlamı (Meal), Ġzmir Ġlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, Ġzmir 2001, s. 484; AteĢ, Çağdaş Tefsir, IX,
87; er-Râzî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr, (Çev.: Suat Yıldırım,
Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, C. Sadık Doğru), Akçağ Yayınları, Ankara 1988, XX, 469.
30 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVIII, 275.
31 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf , IV, 415.
32 Elmalılı, Hak Dini, VII, 4566.
33 ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf , IV, 415; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVIII, 275.
34 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVIII, 275.
35 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVIII, 275.
36 KuĢeyrî, Letâif, III, 479.
37 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVIII, 275.
38 Bakara, 2/275.
39 Râzî, Tefsîr-i Kebîr, VI, 5; Elmalılı, Hak Dini, II, 951; AteĢ, Çağdaş Tefsir,I, 477.
40 Dumlu-Elmalı, Meal, s.43.
41 Mücâhid, Ebu’l-Haccâc Mücâhid b. Cebr, Tefsîru Mücâhid, (Tahk. Ebu’n-Nîl Muhammed
Abdusselâm), Dâru’l-Fikri’l-Ġslâmiyyi’l-Hadise, Byy. 1989, s. 245.
42 Mücâhid, et-Tefsîr, 245; et-Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Câmiu‟l-Beyan an Te‟vili Âyi‟lKur‟ân,
Mustafa el-Bâbî el-Halebî Matbaası, 2. Baskı, Mısır 1954, III, 103; el-Vâhıdî, Ebu’l-Hasen Ali
b. Ahmed, el-Vasît fî Tefsîril-Kurâni‟l Mecîd, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut-1994, I, 394; el-Beğavî,
Ebu Muhammed el-Huseyn b. Mesûd, Meâlimü‟t-Tenzîl, Dâru’l-Marife, 2.Baskı, Beyrut 1987, I, 261;
Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, I, 320; Ġbnü’l-Cevzî, Cemâlüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahmân, Zâdü‟l-Mesîr fî
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------59
Kozmik bir gerçeği ifade eden “Emri ile göğün ve yerin ayakta durması,
O‟nun âyetlerindendir”43 âyetinde, göğün ve yerin Allah’ın buyruğuyla direksiz bir
Ģekilde44 ayakta durmasından ve sabit olmasından45 bahsedilmektedir. Allah’ın
âyetlerinden birisi olarak bahsedilen husus, kaynaklarda da geçtiği gibi gök ve yerin
ayakta durmasıdır. Yani buradaki fiil, gök ve yerin yapı ve varlığının ve bunlardaki
dengenin, düzenin ve mükemmelliğin devam etmesini, ayakta durmasını
anlatmaktadır. Dolayısıyla âyet, gök ve yerin inĢa edilip yaratılmasından, varlık
âlemine getirilmesinden değil, varlık âlemine getirildikten sonra yaratıldıkları hal
üzere devam ederek ayakta durmalarından, sabit bir denge içerisinde olmalarından
bahsetmektedir.46
BaĢka bir âyette de Ģöyle denilmektedir: “O gün ruh ve melekler sıra sıra
dururlar”.47 Âyette geçen ve meleklerle birlikte saf halinde duracağı haber verilen
ruhun ne olduğu hakkında tefsirlerde farklı görüĢler vardır.48 Âyette geçen ruh ile
kastedilen, insan ya da Muhammed Esed’in (v. 1413/1992) de dediği gibi49 insanların
ruhları olabilir. Burada önemli olan nokta, fiilin, ister melek isterse ruh olsun manevî
boyutu olan bir varlığın mecazi olarak ayakta duruĢunu ifade etmesidir.

Ilmi‟t-Tefsîr, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1994, I, 272; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 95; en-Nesefî,
Ebu’l-Berekât Ömer, Medârikü‟t-Tenzîl ve Hakâiku‟t-Te‟vîl, Byy. ts., I, 133; es-Seâlibî, Abdurrahmân
b. Muhammed, el-Cevâhiru‟l-Hısân fî Tefsîri‟l-Kur‟ân, Müessesetü’l-a’lemî, Beyrut ts, I, 224; Suyûtî,
Celaluddin, Abdurrahmân b. Ebi Bekr, ed-Dürrü‟l-Mensûr fi‟t- Tefsîr bi‟-Me‟sûr, Dâru’l-Fikr, Beyrut
1983, II, 102, 104; es-Suyûtî, Celaluddin, Abdurrahmân b. Ebi Bekr, Tefsîru‟l-Celâleyn (Muhammed
b. Ahmed ve Abdurrahmân b. Ebi Bekr el-Mahallî ile beraber), Dâru’l-Hadis, Kahire ts, I, 61.
43 Rum, 30/25.
44 Suyûtî, ed-Dürrü‟l- Mensûr, VI, 490.
45 Taberî, Câmiu‟l-Beyân, XXI, 34; Beğavî, Meâlim, III, 481; Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf , III, 475; Ġbnü’lCevzî,
Zâdü‟l-Mesîr, VI, 154; Ġbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ Ġsmail b. Ömer, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-Azîm, Dâru
Ġhyâi’t-Turâsi’l-Arabiyy, Beyrut 1969, III, 430; Seâlibî, Cevâhir , III, 201; Suyûtî, ed-Dürrü‟l-Mensûr,
VI, 490; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XVIII, 101; Elmalılı, Hak Dini, V, 3810.
46 Ebu’s-Suûd, Muhammed b. Muhammed el-Imâdî, İrşâdü‟l-Akli‟s-Selim ilâ Mezâye‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm,
Dâru’l-Mushaf, Beyrut ts., VII, 57-58; el-Alûsî, Ebu’l-Fadl Mahmûd, Rûhu‟l-Meânî fî Tefsîri‟l-Kur‟âni‟lAzîm
ve‟s-Sebi‟l-Mesânî, Dâru Ġhyâi’t-Turâsi’l-Arabiyy, Beyrut-ts., XXI, 34; Elmalılı, Hak Dini, VI,
3815.
47 Nebe, 78/38.
Fiile “durmak” Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, 504-506; AteĢ, Çağdaş Tefsir, X, 293; “kıyama durmak”;
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5544; “dizilmek” Dumlu-Elmalı,Meal, 546; “ayakta durmak” Râzî, Tefsîr-i
Kebîr, XXII,443 anlamları verilmiĢtir.
48 Üzerinde durduğumuz fiilin faili olan ruhun; göklerden ve dağlardan daha büyük bir melek, meleklerin
en büyüğü, insan Ģeklinde yiyip içen bir varlık, insan, insanların ruhları ve Cebrail meleği olduğu
söylenmiĢtir. Bkz. Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXXI,24-25; AteĢ, Çağdaş Tefsir, X, 293-294.
49 Esed, Muhammed, Kur‟ân Mesajı Meal- Tefsîr, (Çev.: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk), ĠĢaret Yayınları, 6.
Baskı, Ġstanbul- 1999, s.1227-1228.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------60
Ahirette insanların durumunu anlatan “O gün insanlar alemlerin Rabbinin
divanında dururlar”50 âyetinde ise, onların, Allah’ın huzurunda kalkıp dikilecekleri
haber verilmektedir. Âyette altı çizilen nokta, bir gün insanların Allah’ın huzurunda
ayakta duracakları, dikilecekleri ve hazır bulunacaklarıdır.
“Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünya hayatında, hem de
Ģahitlerin Ģahitliğe duracakları günde yardım ederiz”51 âyetinde Ģahitlerin ayakta
duracakları günden bahsedilmektedir. Âyetteki fiilin faili olan Ģahitler; melekler,
peygamberler ve müminlerdir.52 Nitekim peygamberlerin53 ve müminlerin54 Ģahitlik
yapacağına âyetler delildir. ġahitlik yapacak melekler, gördüklerine tanıklık yapacak
“kiramen katibin” melekleri gibi meleklerdir.
Dua makâmında sıkça okunan “Rabbimiz beni, anamı, babamı ve bütün
müminleri hesabın görüleceği gün bağıĢla”55 âyetinde hesabın gelip
çatmasından, insanların hesap vermelerinden bahsedilmektedir. Âyetin üzerinde
durduğumuz kısmı “kullarını hesaba çektiğin gün”56, “ hisab başa dikileceği gün”
57
“hesabın görüleceği gün”
58, “hesap günü”
59 Ģeklinde anlaĢılmıĢtır.
Âyetin bu kısmı, tefsirlerde de değinildiği gibi60 iki Ģekilde anlaĢılmaktadır:
1. “Yekûmu” fiilinin faili hesap kelimesidir. Buna göre ayağa kalkan, dikilip
çatan hesaptır. Her ne kadar kulağa ve dile hoĢ gelmese de âyetteki görüntü bu
Ģekildedir. Her yönüyle hesap vermenin hâkim ve ayakta olduğu gün anlatılmaktadır.
2. Hesap kelimesi mecazi bir faildir, aslında gerçek fail hesap verecek
olanlardır. Bu durumda âyet, “insanların hesap vermek için ayağa kalktıkları gün”
diye anlaĢılmalıdır. Netice olarak, her iki anlaĢılma biçiminin de doğru olduğu ve her
iki anlaĢılmada da ayakta durmak anlamı görülmektedir.

50 Mutaffifîn, 83/6.
51 Ğâfir, 40/51.
52 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf , IV, 172; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXVII,77; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4168.
53 Nisa 4/41.
54 Bakara 2/143.
55 Ġbrahim, 14/41.
56 Ġbn Kesîr, et-Tefsîr, II, 541.
57 Elmalılı, Hak Dini, V, 3028.
58 Esed, Kur‟ân Mesajı, s.509; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XIV, 25; AteĢ, Çağdaş Tefsir,V, 29.
59 Dumlu-Elmalı, Meal, s.228.
60 Taberî, Câmiu‟l-Beyân, XIII, 236; Beğavî, Meâlim, III, 39; Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, II, 562; Ġbnü’lCevzî,
Zâdü‟l-Mesîr, IV, 282; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XIX,143; el-Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b.
Ahmed el-Ensârî, el-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-Kur‟ân, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1987, IX, 375.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------61
“Onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, onun kabri baĢında da
asla durma”61 âyetinde bu fiilin bizzat “namaz kılmak” anlamına gelmediği ve bu
anlamdaki fiilin “sallâ” fiili olduğu anlaĢılmaktadır. Çünkü bu iki fiil âyette birkaç
kelime arayla geçmekte ve farklı anlamlarda oldukları görülmektedir.
Âyetin bu kısmıyla ilgili olarak Râzî’de Ģu iki izah geçmektedir62:
1. Zeccâc Ģöyle der: Hz. Peygamber ölüyü defnedince onun kabri baĢında
durup dua ederdi. ĠĢte burada bundan men edilmiĢtir. Bu da bizi, yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi âyeti, “kabri başında durma” Ģeklinde anlamaya götürür.
2. Kelbî, söz konusu âyeti, “onun kabriyle ilgili işleri düzenleme” Ģeklinde
anlar.
Bu anlam Araplar arasındaki “falan, filanın işini yaptı”
sözünden alınmıĢtır. Bu söz, bir kiĢinin diğer bir kiĢinin iĢini gördüğünü ifade
etmektedir. Bu da o iĢin yüzüstü bırakılarak heder edilmediğini ve yapıldığını
anlatmaktadır.
Kıyamet gününde mücrimlerin durumunu beyan eden “Kıyamet kopup
insanlar yeniden diriltildikleri zaman suçlular umutsuzluk içinde susarlar”63
âyetindeki kullanımında fiil, saatin gelip çatmasını, vuku bulmasını, meydana
gelmesini anlatmaktadır.64 Âyetteki saat ile kıyamet kastedilmektedir.65 Âyetin bu
kısmı “saatin geldiği gün”
66
, “insanların Allah‟ın huzurunda tekrar toplandıkları
vakit”
67, “o saat çattığı gün”
68 diye anlaĢılmıĢtır.

61 Tevbe, 9/84.
Âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak bkz. Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, II, 297 vd.; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb,
XVI,155; Esed, Kur‟ân Mesajı, s.374; AteĢ, Çağdaş Tefsir, IV,121.
62 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XVI, 156-157.
63 Rum, 30/12.
64 Fiilin saat ile kullanıldığı diğer Âyetler için bkz. Rum, 30/14.
Rum, 30/55.
Ğafir, 40/46.
Casiye, 45/27.
Kaime lafzının saatle kullanıldığı yerler için bkz.
Kehf, 18/36.
Fussılet, 41/50. … …
65 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf , III, 486; Nesefî, el-Medârik, III, 278; Ebu’s-Suûd, el-İrşâd, VII, 66.
66
Taberî, Câmiu‟l-Beyân, XXI, 27.
67
Ebu’s-Suûd, El-İrşâd, VII, 53; Alûsî, Rûhu‟l-Meâni, XXI, 25.
68 Elmalılı, Hak Dini, VI, 3806.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------62
Burada geçen fiilin faili görünüĢte saattir. Buna göre anlam “saatin gelip
çattığı veya kıyâmetin kopup âhiret gününün geldiği zaman” Ģeklindedir.
Aynı kökten gelen “kâim-kâime” kelimelerinin de âyetlerde “ayakta olan,
ayakta duran” anlamında kullanıldığı görülmektedir: Nitekim “Herhangi bir hurma
ağacını kesmeniz, yahut onu kökleri üzerinde dimdik bırakmanız Allah‟ın
izniyledir…”69 anlamlı âyette “kâime” lafzı, kesilmemiĢ olan bir ağacın, kökleri
üzerindeki duruĢunu, yani onun dik ve sağlıklı halini anlatmaktadır.
Bir baĢka âyette de “Kitap ehlinden öyleleri vardır ki, ona, dünya servet
emanet etsen, sana onu iade eder. Yine onlardan öyleleri vardır ki, kendisine
bir dinar emanet etsen, baĢında durup dikilmediğin sürece onu sana vermez”70
buyrulmaktadır.
Âyette geçen “kâim” kelimesinin ayrılmamak, ısrarlı, devamlı ve sabit olmak
anlamları özellikle lugatlarda vurgulanmaktadır.71 Borcunu veya bir emaneti
vermeyen kiĢinin baĢından, alacaklılar ayrılmaz ve sürekli onları isterler. Dolayısıyla
alacağını tahsil edemeyen, verdiğini alamayan kiĢi, alacaklı olduğu kiĢinin peĢindedir.
Gerek bizzat diyalog, gerekse hukuki süreçler ile talebinde ısrar eder, adeta onun
tepesindedir. ĠĢte âyette de alacaklı kiĢinin bu devamlı mücadelesi, “onun baĢında
dikilip durmadığın sürece” diye anlatılmaktadır. Görüldüğü gibi “kâim” lafzı burada,
davasında, mücadelesinde iĢin peĢini bırakmamayı, kararlı, ısrarlı ve devamlı olmayı
anlatmaktadır.
Aynı kökten gelen “kıyâm” kelimesi ise; bir Ģeyin kendisi sayesinde ayakta
durduğu, sabit olduğu direk, sütun gibi bir Ģey anlamındadır.72 Bu lafız için dikilmek,

69 HaĢr 59/5.
70 Âl-i Ġmrân, 3/75.

71 Âyetin bu kısmı için verilen bazı karĢılıklar Ģöyledir:
“Bir Ģeye ısrarla devam etmeyi arzulamak” Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59,
“Bir Ģeye ısrarla devam etmek” Ezherî, et-Tehzîb, IX,358-359,
“Devam etmek” Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, s.504-506,
“Talep etmekte sabit olmak” Ġsfehânî, Mufredât, 417; el-Fîrûzâbâdî, Besâir,IV, 307,
“BaĢında dikilip ondan ayrılmadıkça, devamlı durdukça” , “emanet ettiğin malı ondan geri istemekte
ısrar ettiğin ve devamlı olduğun sürece” Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VIII, 112,
“Ayrılmamak ve muhafaza etmek” Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37,
”Tepesine binmedikçe” Elmalılı, Hak Dini, II, 1138,
“Tepesine dikilmedikçe” Dumlu-Elmalı,Meal, s.53,
“Devamlı olarak baĢına dikilmedikçe” AteĢ, Çağdaş Tefsir, II, 64.
72 el-Fîrûzâbâdî, Besâir, IV, 307.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------63
dik durmak, ayakta durmak73, oturmanın zıddı, durmak, sabit olmak74, insanın boyu,
boyunun uzunluğu75 karĢılıkları verilmiĢtir. Nitekim “Onlar ayakta, oturarak ve
yanları üzerine yatarken Allah‟ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılıĢı üzerinde
düĢünürler…”76 âyetinde kıyâm lafzı ayakta olmak manasında kullanılmıĢtır.
Âyetle ilgili olarak Râzî (v. 606/1209) Ģu değerlendirmeyi yapar:
“„Allah‟ı anarlar‟ ifadesi dil ile yapılan ibadete, „ayakta, otururken, yanları
üstünde iken‟ ifadesi uzuvlarla yapılan ibadete, „göklerin ve yerin yaratılışı hakkında
düşünürler‟ ifadesi kalbin, ruhun ve düşüncenin kulluğuna işaret eder. İnsan, ancak
bunların toplamıdır. Bir kul bütün yönleri itibarıyla kulluğa ancak dili zikre, uzuvları
şükre ve kalbi tefekküre daldığı zaman gark olur”.77
“Kıyâm” lafzının Kur’ân’daki Ģu kullanımının önemli olduğunu düĢünüyoruz:
“Allah Kâbe‟yi, haram ayı, kurbanı ve boynu bağlı kurbanlıkları insanlar için
varlık sebepleri kıldı”.78
Âyetteki kıyâm lafzı “insanların dünya ve ahiretinin dayalı olduğu, kendisiyle
ayakta durduğu direk”
79, “kendisiyle yaşanabilen zaruri ihtiyaçlar”
80 veya “kendisiyle
işlerin düzgün ve güzel olduğu şey”
81, “emniyet ve güven”82 diye izah edilmektedir.
Âyette zikredilen dört Ģeyin, insanlar için nasıl varlık sebebi olduğu hususunda
Ģu değerlendirmeleri yapmanın ve böylece “kâme” fiilindeki “ayakta olmak” anlamını
ortaya koymanın uygun olacağını düĢünüyoruz.83
Kâbe, çevresindeki Mekke ve Mekkeliler açısından bakıldığında onlar için bir
kaç yönden varlık sebebidir:
Özellikle hayvancılık ve tarım imkanlarının kısıtlı olduğu Mekke’de halk bu
kutsal yapı, haram aylar ve kurbanlıklar münasebetiyle oraya gelip giden insanlar
sayesinde ticaret yapma ve böylece ihtiyaçlarını karĢılayabilme imkanı bulmuĢtur. Bu
durum onlar için elbette ki bir ayakta kalma yani hayatlarını devam ettirme sebebidir.

73 Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, 528; Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, 504; et-Tehânevî, Keşşaf, II, 1225.
74 Ġbn Manzûr, Lisanü‟l-Arab, XII, 496-497.
75 Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, 504.
76 Âl-i Ġmrân, 3/191.
77 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, X, 140.
78 Maide, 5/97.
79 Ġsfehânî, Mufredât, 417.
80 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
81 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XII, 106.
82 Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, s.504-506.
83 Bu konularla ilgili olarak bkz. Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XII, 106- 108; AteĢ, Çağdaş Tefsir, III, 67.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------64
Yerine göre birbirleriyle savaĢıp, birbirlerine saldıran Araplar, harem
bölgesinde güvenlik içinde olurlardı. En yakınının katilini bile görse hiç kimse
haremde diğerine saldırmazdı. En büyük cinâyetleri bile iĢlese, bir kiĢi hareme
sığındığında, ona dokunulmazdı. Emin olunan bir yer olması hasebiyle, Kâbe, bu
yönden insanlar için bir varlık sebebidir.
Mekkeliler, Kâbe sebebiyle saygıya layık görülmüĢler ve herkes onlara saygı
duymak ve yakın olmak ihtiyacını hissetmiĢtir. Onların diğer toplumlar nezdindeki bu
saygınlıkları Kâbe sebebiyledir ve onları ayakta tutan bir unsurdur.
Âyetle ilgili bu değerlendirmeler Kâbe’nin Mekkeliler açısından bir ayakta
kalma, varlık ve bekâ vesilesi oluĢuyla ilgilidir. Ama Kâbe’nin insanlar için ayakta
kalma vesilesi oluĢu, gerçekte bütün dünya Müslümanları için geçerlidir. Zira Kâbe,
Allah’a ibadet amacıyla, yeryüzünde ilk olarak yapılmıĢ ve Allah’ın evi olarak bilinen
son derece kutsal bir mekândır. Burası bütün dünya Müslümanları için Ġslam’ın ve
Müslümanlığın sembolüdür. Bu gerçek, tarihte de, bugün de yarın da geçerlidir.
Dolayısıyla Kâbe demek aynı zamanda Ġslam’dır, Allah’ın dinidir. Allah’ın dini ise,
uyulduğu sürece insanlar için ayakta kalmaya vesile olur.
Âyette geçen haram ay, kurban ve boynu bağlı kurbanlıkların daha çok o
bölge insanına hitap ettiği düĢünülebilir. Zira Arapların, haram aylar dıĢında
birbirlerine saldırdıkları, savaĢtıkları ve birbirlerini öldürdükleri olurdu. Ama haram
aylar gelince onlar bütün bunlardan vazgeçerlerdi ve artık güven ortamı olurdu.
Böylece can ve mal güvenliği olur, rahatlıkla ticaret yapılır, yıllık ihtiyaçlar toplanırdı.
Böylece haram aylar, onların ayakta kalabilmek için zaruri olan ihtiyaçlarının
halledildiği günler olurdu. Eğer bu aylara saygı olmasaydı hepsi açlık ve yokluk içinde
helak olup gidebilirlerdi. Dolayısıyla bu aylar onlar için ayakta kalma ve varlık vesilesi
olmuĢtur.
Âyette geçen ( ) lafzı, Kâbe’ye hediye olarak gönderilen, orada kesilen ve
eti fakirlere dağıtılan hayvanları, yani kurbanları anlatmaktadır. Böylece bu kurbanlar
oradaki fakirlerin karnını doyurmakta ve onlar için ayakta kalma vesilesi olmaktadır.
Âyette zikredilen diğer bir husus da boynu bağlı kurbanlıklardır. Araplarda,
boyunlarına harem ağacının kabuğundan takılmıĢ olan kurbanlıklara ve sahibine,
açlıktan ölecek olan birisi bile saldırmazdı. Bir kiĢi, üzerinde kurban olduğuna dair
süsleri olan bir hayvan ile Kâbe’ye yöneldiği zaman haram aylar dıĢında bile güven
içinde olduğuna göre, haram aylarda da o kimse kurbanlığıyla birlikte dokunulmazdı.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------65
Adı geçen fiilin bir diğer türevi olan “makâm” lafzı da Kur’ân’da masdar,
mekân ve zaman ismi olarak kullanılmaktadır. Makâm lafzı, üzerinde durulan,
üzerine ayak basılan yeri anlatmaktadır. Bu lafız Arapça’da yer, mevki84, ayak
basılan yer85, ikâmet
86, ikâmet yeri87 anlamlarına gelmektedir.
Yunus 10/71. Âyette, “Onlara Nuh‟un haberini oku. Hani O kavmine Ģöyle
demiĢti: „Ey kavmim! Eğer benim konumum ve Allah‟ın âyetlerini hatırlatmam,
size ağır geliyorsa, ben Allah‟a tevekkül ettim…“
88 buyrulmaktadır.
Âyetteki makâm lafzı, kelime olarak “mekân”89
, âyetteki durumu itibarıyla da
“Nuh peygamberin kavmi arasında durması ve kalması”90 Ģeklinde mastar olarak izah
edilmiĢtir. Kavminin gösterdiği Ģiddetin bir gün sona ereceği hususunda Hz.
Muhammed’e, muhtemelen bir teselli olarak indirilmiĢ olan91 bu âyette makâm lafzı,
Nuh peygamberin özellikle bir peygamber olması hasebiyle üstlendiği görev ve
sorumlulukların neticesinde bulunduğu konumu anlatmaktadır.
“Rabbinin dîvânında dur(up hesap ver)maktan korkan kimseye iki
cennet vardır”92 âyetinde, “Rabbinin makâmı” ifadesi geçmektedir.93

84 Antere, Dîvân, 192; Hansâ, Dîvân, 72; eĢ-ġâfiî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ġdris, Dîvânu‟l-İmâm eş-
Şâfiî, (ġerh: Ömer Faruk et-Tabbâ), Dâru’l-Erkâm b. Ebi’l-Erkâm, Beyrut-ts., s.39, 68; Cevherî, esSihâh,
V, 2017; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 498; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
85 Halîl, el-Ayn, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 357; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI; 58; Cevherî, es-Sihâh, V,
2017; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 498; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
86 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 498; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
87 Tehânevî, el-Keşşâf, II, 1228.
88 Yunus, 10/71.
Âyetin bu kısmı için verilen bazı karĢılıklar Ģöyledir: “Ey kavmim! Eğer benim duruĢum ve Allah’ın
Âyetlerini ihtar ediĢim size ağır geliyorsa…”. Elmalılı, Hak Dini, IV, 2738. “Eğer benim (aranızdaki)
konumum ve Allah’ın Âyetlerini size bildirmem zorunuza gidiyorsa…”. Esed, Kur‟ân Mesajı, 409.
“Eğer benim kalkıp size Allah’ın Âyetlerini hatırlatmam size ağır geldiyse…”. AteĢ, Çağdaş Tefsir,
IV, 242. “Ey kavmim! Eğer aranızda bulunmam ve Allah’ın Âyetlerini hatırlatmam size ağır
geliyorsa…”. Dumlu-Elmalı, Meal, 188. “…eğer benim aranızda duruĢum, Allah’ın Âyetleriyle öğüt
veriĢim size ağır geliyorsa…”. Râzî, Tefsîri Kebir, XII, 435.
89 ZemahĢeri, el-Keşşâf, II, 359.
90 Râzî, Mefatihu’l-Gayb, XVII, 142.
91 Bkz. KuĢeyri, Letâif, II, 108.
92 Rahman 55/46.
93 Aynı kullanım için bkz. Naziat 79/40.
Buna benzer baĢka bir kullanım için bkz. Ġbrahim 14/14.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------66
Âyetteki makâm lafzı, mimli mastar veya ismi mekân olabilir. Mastar olunca
ya failine ya da mefulüne muzaf olur.94 Eğer failine muzaf olursa “Rabbinin makâmı”
anlamına gelir. Yani Allah’ın bütün her Ģey üzerindeki mutlak hakimiyetini ve
koruyuculuğunu ifade eder.
Eğer âyetteki makâm lafzı mefulüne muzaf olursa, kulun, Allah’ın huzurunda
duruĢunu ifade eder. Kulun, Allah’ın huzurunda duracağı makâm ise “ibadet ettiği
makâm”
95 veya “Allah‟ın huzurunda kıyamet günü hesap vermek için duracağı yer”
96
olarak düĢünülmüĢtür.
Yine eğer âyetteki “makâm” lafzı ismi mekân olarak kabul edilirse, âyeti,
“insanın Allah‟ın huzurunda duracağı yer” diye anlamak gerekecektir. Bu da biraz
önce bahsettiğimiz gibi özel manada Ahiret gününde hesap vermek için Allah’ın
huzurunda durulan ya da ibadet için durulan yer, veyahut da genel manada hayatın
her anı diye anlaĢılabilir.
“Makâm” lafzı “…Siz de Ġbrahim‟in makâmından bir namaz yeri edinin
(orada namaz kılın)…”97 âyetinde “Ġbrahim‟in makâmı” Ģeklinde geçmektedir.98
Âyetteki “makâmı İbrahim”, Hz. Ġbrahim’in, Kâbe’yi yaparken ya da insanları hacca
davet ederken üzerine ayak bastığı taĢı ifade etmektedir ve tavaf namazı da burada
kılınmaktadır.99 ZemahĢerî (v.537/1142), “makâmı İbrahim‟i”, “üzerinde Hz. İbrahim‟in
iki ayağının izi olan taş”
100 diye tarif eder ve söz konusu makâmın, arafe, müzdelife
ve haremi Ģerifin tamamı olduğuna dair rivâyetlerden bahseder.101 Görüldüğü gibi
makâm lafzında üzerine basılıp ayakta durulan yer anlamı açıktır.
“Kıyâm” mastarından olan “kavm” lafzı da Kur’ân’da bir hayli geçmektedir.102
Kavm lafzı lugatlarda “kadınların olmadığı erkekler topluluğu” diye ifade edilmiĢtir. Bu
anlam “Ey inananlar, hiçbir topluluk baĢka bir toplulukla alay etmesin. Olur ki

94 Konuyla ilgili izah için Bkz. Elmalılı, Hak Dini, VII, 4687; AteĢ, Çağdaş Tefsir, IX, 198.
95 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXIX, 123.
96 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, IV, 451; Elmalılı, Hak Dini, VII, 4687.
97 Bakara, 2/125.
98 Aynı kullanımın olduğu diğer bir Âyet için bkz.
Âl-i Ġmrân, 3/97: …ًا
99 Elmalılı, Hak Dini, I, 493.
100 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, I, 185.
101 Ez-ZemahĢerî, el-Keşşâf, I, 185.
102 Kavm lafzı Kur’an’da toplam olarak 383 yerde geçmektedir. Bu Âyetler için bkz. Abdülbâkî,
Muhammed Fuad, el-Mu‟cemü‟l-Müfehres li Elfâzı‟l- Kur'âni‟l- Kerîm, Çağrı Yayınları, Ġstanbul-1986,
s.582-587.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------67
alay edilenler onlardan daha iyi olabilirler. Kadınlar da baĢka kadınlarla alay
etmesinler. Alay edilenler kendilerinden daha iyi olabilirler” âyeti
103 ile tekid
edilmektedir.
104 Hiç kimsenin, karĢısındakini hafife alıp onunla alay etmemesi
gerektiğini, küçük görülen böyle bir kiĢinin Allah katında daha değerli olabileceğini
anlatan bu âyetten anlaĢıldığına göre, eğer “kavm” lafzı kadınları kapsayan bir
kavram olsaydı, âyette ayrıca kadınlardan söz edilmesine gerek yoktu. Çünkü âyette
“ricâl” diye ayrıca erkeklere seslenilmemekte fakat “nisâ” diye kadınlardan
bahsedilmektedir. ĠĢte bu sebeple, kavm lafzı, kadınların olmadığı erkekler topluluğu
Ģeklinde anlaĢılmıĢtır.
ġu beyit de bu anlamı destekleyen güçlü bir delildir:
“Bilmiyorum ama öğreneceğim, hısn ailesi erkeklerden mi yoksa kadınlardan
mı?”.105 Beyitte, hısn ailesi erkeklerden mi (kavim mi) yoksa kadınlardan mı (nisa mı)
derken, Ģair, kavm lafzını erkekler topluluğu olarak kullanmıĢtır.
Bu isme, “kadın ve erkeklerin birlikte oluşturduğu topluluk” anlamı da
verilmiĢtir.106 Çünkü her peygamberin kavmi, erkek ve kadınlardan oluĢmaktadır.107
Nitekim Ġsfehânî “Kur‟ân‟ın genelinde bu lafız, erkek ve kadınları birlikte
anlatmaktadır, ama gerçekte bu lafız erkekler içindir” der.108 Elmalılı, yukarıda geçen
âyetle ilgili olarak, buradaki “kavm” lafzının, dolaylı olarak kadınları da kapsadığını
ifade etmektedir.109
Kavm lafzının, sadece erkekler topluluğunu ifade ettiği yönündeki görüĢlerin
ağır bastığı görülmektedir. Ama Kur’ân’daki kullanımlar açısından bakıldığında bu
lafzı, sadece erkekler topluluğu olarak ele alıp kadınları dıĢarıda bırakmak, sağlıklı
bir yaklaĢım olmayacaktır. “Bir kişinin kavmi” denildiği zaman onun aĢireti ve
taraftarları anlaĢılmaktadır.110
Dolayısıyla “Nuh kavmi” veya “Firavun kavmi” derken

103 Hucurat, 49/11.
104 Halîl, el-Ayn, V, 231; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 356; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 57; Cevherî, es-Sihâh, V,
2016; Ġbn Fâris, el-Luğa, V, 43; Ġsfehânî, Mufredât, 418; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 505; Zebîdî,
Tâcu‟l- Arûs, IX, 34; Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, 526.
105 Ka’b b. Züheyr, Dîvân, s.15.
106 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 505; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 34.
107 Cevherî, es-Sihâh, V, 2016; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 505; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 34.
108 Ġsfehânî, Mufredât, s.418.
109 Elmalılı, Hak Dini, VI, 4469.
110 Halîl, El-Ayn, V, 231; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 356; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 57; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-
Arab, XII, 505; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 34.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------68
de, aslında o kiĢilere taraftar olup onların yanında yer alan kadın ve erkeklerin,
doğrudan veya dolaylı olarak111 bu manaya birlikte dahil olduklarını düĢünüyoruz.
“Kavm” kelimesinde “ayakta durma” anlamı oldukça barizdir. Çünkü, bir kiĢinin
kavmi, aynı zamanda onu ayakta tutan yani onu yaĢatan bir çevredir, topluluktur.
Yani kavim, kiĢinin, ayakta kalmasına yardım eden sosyal bir yapıya sahiptir.
Genelde toplumda erkekler fiziki yapı olarak daha güçlü olduğu, cephede ve savaĢta
daha çok onlar olduğu için, ayakta tutan asıl kesim, sanki onlar olmaktadır.
Dolayısıyla kavm lafzına, sadece erkeklerden oluĢan bir toplum denilmesi, bu fiziki
güce iĢaret ediyor olabilir.
Sözü geçen fiil kökünden gelen ve “diriliş günü, yaratıkların yaratanın
huzuruna kalktıkları gün”
112 anlamındaki “kıyamet” lafzı da Kur’ân’da sıkça
geçmektedir.113
Kur’ân âyetlerinden anlaĢıldığına göre kıyametle ilgili bilgi Allah
katındadır114 ve bu olay yakındır.115 Ama bu yakınlığın ne kadar olduğu
bilinmemektedir. Sura üflendikten sonra, Allah’ın diledikleri dıĢında yerde ve göklerde
olan herkes hemen ölecek ve ikinci üfleyiĢten sonra hepsi ayağa kalkıp
bekleyeceklerdir.116 Sura ilk üfleniĢle baĢlayan kıyametin kopması anında güneĢin
dürüleceği, yıldızların kararacağı, dağların yerlerinden yürütüleceği117, denizlerin
kaynayıp kabaracağı118, göğün yerinden oynatılacağı119 gibi olağanüstü olan,
dünyadaki düzenin son bulduğunu gösteren bir görüntünün hâkim olacağı
anlatılmaktadır. Bu ve benzeri âyetlerde, kıyamet lafzındaki “ayakta olma” anlamı

111 Elmalılı, Hak Dini, VI, 4469.
112 Halîl, El-Ayn, V, 233; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 360; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 506; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37. Ayrıca Bkz. Elmalılı, Hak Dini, VI, 4137.
113 Kıyamet lafzı Kur’an'da 70 yerde geçmektedir. Bu Âyetler için bkz. Abdülbaki, el-Mu’cemü’lMüfehres,
s.581-582.
114 Ahzab, 33/63: …
115 Ahzab, 33/63: …
ġûrâ, 42/17: …
116 Zümer, 39/68:
117 Tekvîr, 81/1-3: 2 1
118 Tekvîr, 81/6:
119 Tekvîr, 81/11:
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------69
açık olarak görülmektedir. Ġkinci üfleyiĢten sonra insanların tekrar ayağa kalkıp
beklemeleri durumunda da ayağa kalkıĢ ve ayakta oluĢ anlamı zaten ortadadır.
2. Sabit Kalmak
“Kâme” fiilinin diğer bir anlamı da sabit kalmaktır. Bu anlamın örneklerini de
hem Arap edebiyatından hem de Kur’ân-ı Kerim’den örneklerle ayrı ayrı ele
alacağız.
a. Arap Dilinde:
Kâme fiilinde “sabit olmak” ve “varlığında devam etmek”
120 anlamı da vardır.
Bu manadaki kullanımlara ait bazı örnekler Ģöyledir:
GüneĢin tam tepeye kalktığı, dimdik olduğu ve artık neredeyse meyledeceği
anı ifade etmek için “Öğle vakti oldu” denilmektedir.121
Yine
“Gün yarı oldu” ifadesi de bu anlamdadır.122 Bu ifadeler; güneĢin tam zeval
noktasına geldiğini123 yani güdüzün yarı olduğunu124 ve sanki gölgenin çakılıp
kaldığını125, yani sabitleĢtiğini anlatmaktadır.
Pazarın, insanların alıĢ veriĢ yapmalarına uygun, canlı ve verimli olduğunu,
diğer bir ifadeyle bir Ģeyin rağbet görmesini, alıcısının ve piyasasının olmasını
anlatmak için veya : “Çarşı ve pazarın alış verişi bol oldu” 126
deyimi vardır. Burada, fiyatı ne üreticiyi ne de tüketiciyi ezdiği için pazarın ve
piyasanın yerinde ve sabit olduğu, ticaretin canlı olduğu anlamı göze çarpmaktadır.
Bunun tam zıddı deyimidir. Bu da çarĢının durgun, sakin, sönük,
hareketsiz ve kesat olmasını ifade eder.127

“Onlara göre gerçek ortaya çıktı, sabit oldu”128 anlamındaki veya
ifadesi ile “su durdu”129
, dolanıp dönüp gidecek bir yer
bulamadı”130 ifadelerinde de fiilin sabit olmak anlamı göze çarpmaktadır.

120 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497.
121 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 499.
122 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 499; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.

123 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.

124 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 499.

125 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58.
126 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Antere, Dîvân, 116; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 39; Râzî, Mefâtîhu‟lGayb,II,
32; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
127 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 87; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb,II, 88; Ġbn
Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37; Alûsî, Rûhu‟l-Meânî, I, 176.
128 Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, 526; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------70
Bir hayvanın yorulup da yürüyememesini, sabit olmasını anlatmak için قاهت
“Falanın hayvanı yoruldu ve yürüyemeyip yerinde kalakaldı” ifadesi
kullanılmıĢtır.131 Zira ifadesi, bir insanın bir iĢe güç yetirememesini ifade
eder.132
Soğuk, bir ağacı veya bitkiyi vurduğu, onun bir kısmı bozulup bir kısmı
sağlam kaldığında bu durum “Onun bir kısmı çürüyüp gitti, bir
kısmı hala yerinde sabittir” Ģeklinde ifade edilmiĢtir.133
Bu kullanıma yakın olan bir diğer ifade “yerinde sabit olan göz”
ifadesidir. Bu ifadeden anlaĢıldığına göre sözü geçen gözün görme özelliği yoktur
ama gözbebeği hala yerindedir, sabittir.134 Bütün bu örneklerden anlaĢılan, “kâme”
fiilinin Arap dilinde “sabit olmak” anlamında kullanıldığıdır.
b. Kur‟ân‟da
Kâme fiili ve kıyâm mastarından türeyen farklı kelimeler, “yerinde kalmak”
yani “sabit olmak” anlamında Kur’ân âyetlerinde de geçmektedir. Bu âyetlerden
birisinde, “ĢimĢek, neredeyse onların gözlerini alır. O, onlara ıĢık verdikçe
yürürler, üzerlerine karanlık çökünce yerlerinde dikilip kalırlar”
135
buyrulmaktadır.

129 el-Mütenebbî, Ebu’t-Tayyib, Dîvânu Ebi‟t-Tayyib el-Mütenebbî bi ġerhi’l-Allameti’l-Ġmam el-Vâhıdî,
(ġerh: Ömer Faruk et-Tabbâ), Dâru’l-Erkâm b. Ebi’l-Erkâm, Beyrut ts, I, 298; Cevherî, es-Sihâh, V,
2016; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 87; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, II, 88; Nesefî, El-Medârik, I, 25; Ġbn
Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35; Âsım, Okyânûs, IV, 457.
130 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497.
131 Mutenebbî, Dîvân, I, 73-74; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Cevherî, es-Sihâh, V, 2016; Ġbn Manzûr,
Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35; Âsım, Okyânûs, IV, 457-458.
132 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, IV, 404; Ġbn Manzûr,
Lisânu‟l-Arab, XII, 501; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
133 Halîl, El-Ayn, V, 232.
134 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 357; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 500; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37; Âsım, Okyânûs, IV, 459.
135 Bakara 2/20.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------71
Âyette geçen “kâmû” fiili için verilen “yerinde durmak”
136, “dikilip kalmak”
137
,
“olduğu yerde çakılıp kalmak”
138 ve “yerinde kalakalmak”
139 “ gibi anlamlar fiilin “sabit
olmak” anlamını açıkça ortaya koymaktadır.
ġu âyetteki “kâim” lafzı eski medeniyetlere ait olup da hala kaybolup gitmemiĢ
olan kalıntıları, izleri ifade etmektedir. “Bu sana anlattıklarımız, kasabaların
haberlerindendir. Onlardan kimi hala ayakta, kimi de ortadan kalkmıĢtır”.
140
Nitekim yapılan kazılar sonunda toprak altından nice kentlerin harabeleri
çıkmaktadır.141
Âyetten anlaĢılan, tefsirlerde de belirtildiği gibi142, Hz. Peygamber’e bazı
kasabaların haberlerinin anlatıldığıdır. Bu kasabaların bazılarının duvarı, izi, kalıntısı
vb. hala sabittir, yerinde durmaktadır, bazıları ise biçilmiĢ ekin gibi helak olup yok
olup gitmiĢlerdir. ĠĢte onlardan geriye kalan ve hala sabit olanların bu durumu, قائن
lafzıyla ifade edilmiĢtir.
“Onlardan ölmüĢ olan hiç birine asla namaz kılma ve kabri baĢında da
durma”143 âyetindeki fiil144, kabir baĢında durmayı, bir süre de olsa orada sabit
olmayı ifade etmektedir. Nitekim buradaki fiile, kaynaklarda “durmak” karĢılığının
verildiğini görüyoruz.145

3. Mutedil Olmak

136 Beğavî, Meâlim, I, 54; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 87; Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, I,47; Râzî,
Mefâtîhu‟l-Gayb, II, 85; Kurtubî, et-Tefsîr, I, 223; el-Beydavî, Nasıruddin Abdullah b. Ömer el-Kâdî,
Envâru‟t-Tenzîl ve Esrâru‟t-Te‟vîl, Dersaâdet, Ġstanbul ts., I, 208; Nesefî, El-Medârik, I, 25; Ġbn
Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Ġbn Kesîr, et-Tefsîr, I, 56; Seâlibî, Cevâhir, 37; el-Mısrî,
ġihabüddin Ahmed b. Muhammed, et-Tibyan fî Tefsîri Ğaribi‟l-Kur‟ân, Dâru’s-Sahâbe li’t-Turâs,
Kahire-1992, 64; Ebu’s-Suûd, El-ĠrĢâd, I, 55; Alûsî, Rûhu‟l-Meâni, I, 175-176.
137 Elmalılı, Hak Dini, I, 260; AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, I, 112.
138 Esed, Kur‟ân Mesajı, s.7.
139 Dumlu-Elmalı, Meal, s.5.
140 Hûd, 11/100.
141 AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, IV, 330.
142 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , II, 426-427; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XVIII 56-57; Elmalılı, Hak Dini, IV,
2819-2820.
143 Tevbe, 9/84.
144 Âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak bkz. Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , II, 297 vd.; Râzî, Mefâtîhu‟lGayb,
XVI,155; Esed, Kur‟ân Mesajı, 374; AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, IV,121.
145 Elmalılı, Hak Dini, IV, 2597; Esed, Kur‟ân Mesajı, 373; Dumlu-Elmalı, Meal, 173; AteĢ, ÇağdaĢ
Tefsir, IV, 120; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, XII, 118;
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------72
Kâme fiilinde mutedil, orta, doğru ve düzgün olmak manaları da vardır.146 Bu
manalardaki kullanımlara gerek lugatlarda ve gerekse Kur’ân’da rastlamak
mümkündür. ġimdi biz önce Arap dili ve sonra da Kur’ân-ı Kerim’de bu manalardaki
kullanımlara bazı örnekler vermek istiyoruz.
a. Arap Dilinde
Arap dilinde mızrağın düz, pürüzsüz, dosdoğru olduğu “Mızrak
düzgün oldu”
147
, “eğrisi giderilmiş düz mızrak”
148
Ģeklinde ifade
edilmektedir. Görüldüğü gibi “tekavvame” fiili ve “mükâme” lafzı “mızrak” ile
kullanıldığında bu manayı vermektedir.
“Kavîm” lafzı da düzgün, mutedil anlamında kullanılmaktadır.149
Örneğin
ifadesi “güzel, orta boylu kişi”150 ve ifadesi de “düz, dosdoğru
mızrak”
151 demektir.
“Kendisiyle denge ve düzen kurulan, ölçü belirlenen”
152
, “mutedil olunan
şey”
153, “bir şeyin ortası”
154 manalarına gelen “kıvâm” kelimesinde de itidal ve
düzenlilik anlamı göze çarpmaktadır.
“Fiyatlandırmak suretiyle bir malın değeri”
155, “bir şeyin yerine konulan
değer”
156 diye ifade edilen “kîmet” lafzında da mutedil olmak vardır. Buna göre
fiyatlandırma adaletle yapılmıĢsa buna kıymet denir. Adaletten yoksun olan bir fiyat
tayinine kıymet denilemez.
Adalet, denge157, kendisiyle yaĢanan zaruri ihtiyaçlar anlamına gelen158
“Kavâm” lafzının da Arapça’da bazı kullanımları vardır:

146 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35; Âsım, Okyânûs, IV, 457.
147 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
148 Ubeyd, Dîvân, s.108.
149 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Râzî, Tefsîru‟l-Kebir, V, 123; Ġbn Manzûr,
Lisânu‟l-Arab, XII, 503; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
150 Halîl, El-Ayn, V, 232; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 499.
151 Halîl, El-Ayn, V, 232; Râzî, Tefsîru‟l-Kebir, V, 123; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 503.
152 Ġbn Fâris, el-Luğa, V, 43; Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, III, 293.
153 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504.
154 Cevherî, es-Sihâh, V, 2018; ez-Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
155 Halîl, El-Ayn, V, 233; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 361; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟lArab,
XII, 500; ez-Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
156 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Ġbn Fâris, el-Luğa, V, 43; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 500; ezZebîdî,
Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
157 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 499; Âsım, Okyânûs, IV, 459; Çetin,
Mustafa, Kur‟an‟ı Kerim‟e Göre Ölçü ve Denge, Anadolu Matbaacılık, Ġzmir-1996, s. 3.
158 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------73
: ġair burada159, süratli olan ve beğenilen bir devenin, zayıf
karınlılığını anlatmaktadır. Burada lafzı, dengeli ve mutedil anlamındadır. Yani
sözü edilen deve, ne güçsüz kalacak kadar zayıftır, ne de hareket kabiliyetini
kısıtlayacak derecede ĢiĢmandır. Yani onda dengeli bir zayıflık vardır.
Yine Arapça’daki ifadesi, kiĢinin güzel boylu olduğunu ifade eder.160
Bu da ne çok uzun ne de çok kısa, aksine bu ikisinin ortası olan mutedil bir boydur.
“Akvâm” lafzı da aynı kökten gelmektedir. “En doğru ve dengeli”, “daha adil”
anlamında ifadesinde geçmekte161 ve bir kiĢinin sözünün
diğerinden daha adil olduğunu belirtmektedir.
b. Kur‟ân‟da
“Kıyâm” mastarından lafızların, Kur’ân-ı Kerim’de mutedil, orta, düzgün ve
doğru olmak manalarında kullanıldığını da görüyoruz.
Bu lafızlardan bir tanesi olan “kıyem”; lugatlarda “dosdoğru”
162, “kendisinde
eğrilik bulunmayan”
163 ve “düzgün olan”
164 diye ifade edilmiĢtir. Bu kavram Kur’ân’da
“Rabbim beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah‟ı birleyen Ġbrahim‟in
dinine…”
165 âyetinde geçmekte ve bu yolun doğru, dengeli olduğunu anlatmaktadır.
Âyetteki lafzı, kıyâm manasında ve mübalağa ifade eden bir mastardır.166 Bu
lafız, bazı kıraatlerde “kayyim” diye de okunmuĢtur.167
Dengeli bir toplumu anlatan “ümmetün kâime” ifadesi de Kur’ân-ı Kerim’de,
“Onların içerisinde dürüst davranan, geceleri Allah‟ın âyetlerini okuyan ve
secdeye kapanan bir grup da vardır”168 âyetinde geçmektedir.

159 Antere, Dîvân, s.110; el-Inânî, Muhammed, ġerhu Dîvâni Antere b. ġeddâd, el-Matbaatu’lHuseyniyye,
Kahire 1329 h. s.51.
160 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Ġbn Fâris, el-Luğa, V, 43.
161 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 362; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 505; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
162 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Hassan b. Sâbit el-Ensârî, Dîvânu Hassan b. Sâbit el-Ensârî, Beyrutts.,
s. 223; Ka’b b. Züheyr, Dîvân, s. 70; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 499; ez-Zebîdî, Tâcu‟lArûs,
IX, 37.
163 Ka’b b. Züheyr, Dîvân, s.70.
164 Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58.
165 Enam 6/161.
166 Elmalılı, Hak Dini, III, 2114.
167 Kurtubî, et-Tefsîr, VII, 152; Beydavî, Envâru‟t-Tenzîl, I, 329; Elmalılı, Hak Dini, III, 2114.
168 Âl-i Ġmrân 3/113.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------74
Âyetteki lafzı “Allah‟ın emirlerine göre hareket edip hiç onları terk
etmeyen”, “namazdaki ayakta duruş”, “hiçbir rahatsızlık duymadan hak dine sımsıkı
sarılmakta devamlı olmak”
169, “adil ve doğru olan”
170 Ģeklinde açıklanmıĢtır.
Âyette dengeli ve doğru olan bir ümmetten, topluluktan bahsediliyor ve kitap
ehlinin tümünün böyle olmadığı anlatılıyor. Ayakta durabilenlerin âyette geçen
özellikleri, geceleri Allah’ın âyetlerini okumaları ve bu arada secde edip ibadet
yapmalarıdır.
Buna göre, ayakta kalmak için ilahi mesajlara kulak vermek ve kulluk yapmak
kaçınılmazdır. Çünkü ilahi mesajlar, insanın aĢırı yanlarını törpüler, onu çalıĢmaya,
araĢtırmaya ve yararlı olmaya iterek her türlü kötülük ve çirkinlikten alıkoyar. Böyle
bir kiĢi, dengeli olur. Dengesi yerinde olan kiĢi de ilahi mesajlara riâyet edemediği
ölçüde, dengesinden bir Ģeyleri ve sonuçta baĢarıyı kaybeder. Bu durum fert için de
toplum için de böyledir ve kaçınılmazdır.
“Akvam” lafzının geçtiği Ģu âyette, “Az olsun çok olsun onu süresine kadar
yazmaktan üĢenmeyiniz. Bu, Allah katında daha adaletli, Ģahitlik için daha
sağlam ve Ģüpheye düĢmemeniz için daha uygundur”171 buyrulmaktadır. Âyette
geçen lafzı, “eğri büğrü olmanın zıddı”, yani “doğru ve düzgün olan şey” diye
izah edilmiĢtir.172
Bir diğer âyet ise “…eğer onlar „iĢittik ve itaat ettik‟, „dinle ve bize bak‟
deselerdi, elbette kendileri için daha iyi, daha doğru olurdu”173 denilmektedir.
Görüldüğü gibi âyetteki lafzı 174 yani daha adil, 175 yani daha doğru
anlamındadır.
Bir baĢka âyette ise “Gerçekten bu Kur‟ân, en doğru yola iletir ve yararlı
iĢler yapan müminlere, kendileri için büyük bir ödül olduğunu müjdeler”176

169 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VIII, 112, 205.
170 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , I, 402; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VIII, 206; Elmalılı, Hak Dini, II, 1159.
171Bakara, 2/282. …

172 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 126.
173 Nisa, 4/46.
174 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 518; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, X, 123.
175 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, X, 123.
176 Ġsra, 17/9.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------75
buyrulmaktadır. Âyetteki lafzının geçtiği kısma genelde “doğru yol”, “dosdoğru
yol” karĢılıkları verilmiĢtir.177

Denge kelimesinin Arapça karĢılığı olarak gözüken ve yine aynı kökten gelen
kavâm lafzı, Kur’ân’da, “Onlar, harcama yaptıklarında ne israf ederler ne de cimri
davranırlar. Bu ikisi arasında dengeli olurlar“
178 âyetinde geçmektedir. Âyetteki
lafzı; iki tarafı denk olduğu için, iki Ģey arasındaki adaleti, dengeyi ve ahengi
ifade etmektedir.179
Aynı kökten gelen diğer bir kelime de “kayyim” lafzıdır. Bu lafız dosdoğru, düz,
düzgün180, pek doğru ve sabit181, baĢkasının menfaatine iĢ yapan182, çeliĢki ve
tutarsızlıktan koruyan183, kendisi dıĢındakini tamamlayıp onu mükemmel yapan184

ve “kayyime” lafzı da doğru185, “Hak dine inanan millet”
186 demektir.187
“Kayyim” lafzının geçtiği bir âyette, “Gökleri ve yeri yarattığı gündeki
yazısına göre Allah‟ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü
haramdır. ĠĢte doğru din budur”188 buyrulmaktadır.

177
KuĢeyrî, Letâif, II, 338.
178 Furkân, 25/67.
179 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, III, 293.
180 Halîl, El-Ayn, V, 233; el-AhfeĢu’l-Evsat, Ebu’l-Hasen Saîd b. mesade el-MücaĢî el-Belhî el-Basrî,
Meâni‟l-Kur‟ân, (Tahk: Fâiz Fâris), 2.Baskı, Kuveyt-1981, II, 292; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 359; Ġbn
Abbâd, el-Muhît, VI, 58,59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 502; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37; Âsım,
Okyânûs, IV, 459.
181 Elmalılı, Hak Dini, III, 214.
182 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXI, 75.
183 KuĢeyrî, Letâif, II, 376.
184 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XXI, 76.
185 Halîl, El-Ayn, V, 233; AhfeĢ, Meâni‟l-Kur‟ân, II, 292; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 359; Ġbn Abbâd, elMuhît,
VI, 59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 502; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37; Âsım, Okyânûs, IV,
459.
186 Cevherî, es-Sihâh, V, 2017; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
187 Bu lafızla ilgili olarak Arapça’daki Ģu iki kullanımı vermek istiyoruz: : “Bir
topluluğun işlerini idare eden, düzenleyen kişi, başkan” anlamındadır. Halîl, El-Ayn, V,
232; Ezherî, et-Tehzîb, IX, 358; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab,
XII, 502; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37. : “Kadının kocası” anlamındadır. Çünkü o,
kadının iĢlerini görür ve ihtiyaç duyduğu Ģeyleri karĢılar. Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 502-
503; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
188 Tevbe, 9/36.
Kayyim lafzının din ile birlikte diğer kullanımları için bkz. Yusuf, 12/40:

Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------76
Âyetteki lafzı için doğru olan anlamında müstakim; değiĢmeyen,
değiĢtirilemeyen, yok olmayan ve devamlı olan anlamında “kâim” manası
verilmiĢtir.189
Âyette ayların sayısının on iki ve bunların dördünün haram aylar olduğu ifade
edilmekte, bu bilgilerin, dosdoğru olan dine ait bilgiler olduğu vurgulanmaktadır. Bu
haram aylara Araplar zaten sımsıkı sarılmıĢlar, onları Hz. Ġbrahim ve Hz. Ġsmail’in dini
olarak kabul etmiĢlerdi. Onlar bu aylara saygı duyuyor, onlarda savaĢmayı haram
kabul ediyorlardı. Hatta onlardan birisi, bu aylar içinde babası veya kardeĢinin katiline
bile rastlasa ona saldırmıyordu.190
“Kayyim” lafzı, “Allah‟a hamdolsun ki kuluna kitabı indirdi ve ona hiçbir
eğrilik koymadı. Onu dosdoğru bir kitap olarak indirdi…”191 âyetlerinde Kur’ân’ın
dosdoğru bir kitap olduğunu anlatmaktadır.
Râzî’ye göre âyetteki “kayyim” den murat, Kur’ân’ın, yaratılmıĢların hidâyete
ulaĢmalarına sebep olmasıdır. Bu noktada Kur’ân, çocukların bakımını üstlenen ve
kendisine kayyim denilen kiĢi gibidir. BeĢeri ruhlar da tıpkı çocuklar gibidir. Böylece
Kur’ân, çocukların menfaatini gözeten son derece Ģefkatli ve merhametli bir kayyim
gibidir.
Yine Râzî, ifadesinin, “Kur‟ân‟ın bizzat tam ve noksansız”
olduğunu, ifadesinin de “kendisinin dışındakini tamamlayan” anlamında
olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla âyette herhangi bir takdire gerek yoktur ve âyet,
diziliĢ sırasına göre anlaĢılmalıdır.192

Rum, 30/30:
Rum, 30/43:
Beyyine, 98/5:
189 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XVI, 54-55.
190 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , II, 269; Elmalılı, Hak Dini, IV, 2524.
191 Kehf 18/1-2.
192 Âyetteki “kayyim” lafzının irabı ile ilgili olarak Ģunlar söylenmektedir:
1. ZemahĢerî’ye göre bu lafzın, kitabın hali olması caiz değildir. O’na göre Âyetin takdiri
Ģeklindedir.
2. Ragıb’a göre haldir, قيوا ise diğer bir haldir.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------77
“…O sahifelerde doğru, değerli kitaplar vardır”193 âyetinde de söz konusu
kelime geçmekte ve bunun için kaynaklarda “hakkı ve adaleti konuşan…”194
,
“düzgün, kendisinde eğrilik olmayan”
195, “yani doğru sabit kitaplar, bozulmaz, paydâr
hak yazıları…”
196 gibi karĢılıklar verilmiĢtir.
Eğriyi doğrultmak, kıvâma ve nizama sokmak197, bir Ģeyi uygun biçime
koymak198 gibi anlamlara gelen “takvîm” lafzı da “Biz insanı en güzel biçimde
yarattık”199 ayetinde insanın yaratılıĢındaki mükemmelliği anlatmaktadır. Ayetten
anlaĢıldığına göre insanın en güzel ve en mükemmel olarak yaratılması hem
bedenen hem de ruhendir. Zira diğer canlılar yüzüstü sürünüp dört ayak üzerinde
gezerlerken insan sadece doğrulup endamı güzelleĢmekle kalmamıĢ aynı zamanda
akıl, irfan ve ahlak ile de donatılmıĢtır200
. Görüldüğü gibi “takvîm” kelimesi, hem
maddî hem de manevî yönden insanın en güzel, en mükemmel, en doğru, en düzgün
ve en uygun bir biçimde yaratıldığını anlatmaktadır.
Yukarıdaki âyetlerde de görüldüğü gibi kıyâm kökünden gelen lafızlar
Kur’ân’da mutedil, düzgün ve doğru olmak anlamlarında kullanılmıĢtır.
4. Bakıp Gözetmek
“Kıyâm” kökünden gelen diğer önemli bir anlam grubu da muhafaza etmek,
ıslah etmek
201, yönetmek202 ve bakıp gözetmektir.203 Buna dair Arap dilindeki bazı
kullanımları Ģöyle sıralayabiliriz:
a. Arap Dilinde

3. Ġfadesi ifadesinden bedeldir. Buna göre sanki Âyette Ģöyle denilmiĢtir:
4. Âyetteki kayyim lafzı ifadesindeki zamirin halidir. Bkz. Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb,
XXI, 76-77.
193 Beyyine, 98/3.
194 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, IV, 782.
195 KuĢeyrî, Letâif, III, 753.
196 Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5935.
197 Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5935.
198 AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, X, 533.
199 Tîn, 95/4.
200 Daha fazla bilgi için bkz. Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5935 vd.; AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, X, 533.
201 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
202 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
203 Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------78
“Kâme” fiilinin Arapça’da “bakıp gözetmek” ve idare etmek anlamlarına
geldiğini de görüyoruz. : “Yönetici halkı yönetti, idare etti”
قام ;204
اهله” :Ailesinin ihtiyacını karşıladı, bakıp gözetti”
205; : “Bir şeyi gözetti,
korudu, muhafaza etti”
206; : “Bir kişinin geçimini üzerine aldı, ihtiyacını
karşıladı”
207 ifadelerinde bu anlam gözükmektedir.
Yine : “Bir işi üstlendi, sorumluluğunu aldı ve korudu208 ifadesinde de
bakıp gözetmek anlamı vardır. Bu ifade “kendini işe iyice vermek” anlamında da
kullanılır. Bu kullanımın zıddı ise - ve ifadeleridir ki bu da “bir
işe karşı gevşeklik göstermek, bir işi yapmaktan geri durmak” demektir209 ki,
Türkçe’mizde emekli anlamında kullanılan “takaüd” kelimesi de buradan gelmektedir.
“Bir işi icra edip yürüten kişi” anlamındaki halife için de
söylenmektedir.210 Yine ifadesi de “bir malı vb. koruyup
muhafaza eden” demektir.211 Nitekim dilimizde, mülki idarenin ilçe biriminin baĢında
bulunan idari amire verilen “kaymakâm” yani “kâimü makâm” veya “kayyimü makâm”
unvanı da buna iĢaret etmektedir.
b. Kur‟ân‟da
Burada “bakıp gözetmek”, “idare etmek” anlamlarında kullanılan “kavvâm” ve
kayyûm” lafızlarından örnekler vereceğiz. “Kıyâm” mastarından gelen “kavvâm”,
lugatta “bir işi üstlenen kişi”, “alâ“ harfi ceri ile kullanıldığında, “bir kişinin geçimini
üzerine alan kişi”
212 anlamına gelmektedir.
Nitekim “Allah üstün kıldığı ve mallarından harcayıp kadınların
geçimlerini sağladıkları için erkekler kadınlar üzerinde yöneticidirler”213
âyetinde bu lafız, erkeklerin bir özelliği olarak geçmektedir.

204 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
205 Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
206 Ġsfehânî, Mufredât, 416; er-Râzî, Ebu Abdullah Zeynüddin Muhammed b. Ebi Bekr b. Abdullah,
Tefsîru‟r-Râzî‟l-Müsemmâ bi Enmûzecin Celîlin fî Esile ve Ecvibe min Ğarâibi Âyi‟t-Tenzil,
(Tahk.: Muhammed Rıdvan ed-Dâye), Dâru’l-Fikri’l-Muasır, Beyrut 1990, s.236; Fîrûzâbâdî, Besâir,
IV, 307.
207 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35.
208 Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, s.528.
209 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 40; Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb,II, 32.
210 Ezherî, et-Tehzîb, IX, 359; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 501.
211 Halîl, El-Ayn, V, 233; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 58.
212 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 35-37.
213 Nisa, 4/34.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------79
Âyetteki lafzı muhafaza ve ıslah ederler214, bir iĢi fazlasıyla ve
tastamam yaparlar215 diye anlaĢılmıĢtır. Âyette geçen “bazılarını bazılarına üstün
kıldığı hususlar sebebiyle” ifadesini sadece erkek cinsinin kadın cinsiyle olan
farklılıklarını değil, aynı cinsten olanların birbirlerine göre farklılıklarını da
kapsamaktadır.216
Kaynaklarda da temas edildiği gibi217 eĢi, kızı, anası gibi bakmakla yükümlü
olduğu kadınların rızkı, eğitimi, sağlığı vb. her türlü hak ve ihtiyaçları için koĢup
yorulmayan bir kiĢi, âyette sözü edilen erkeklerin özelliklerini taĢımamaktadır.
Kavvam lafzı Ģu âyette de Ģahitlik yaparken adaletin korunup gözetilmesini ve
hakkıyla yerine getirilmesini ifade etmektedir218: “Ey inananlar, adaleti tam yerine
getirerek Allah için Ģahitlik edenler olun…”.219 Âyetteki lafzı,
zulmetmeyecek Ģekilde adaleti gözetmeye çalıĢmak220, adaletle söyleyip
konuĢmak221, adaleti tam yerine getirmek222 anlamındadır.
Âyette, durum ne olursa olsun Ģahitliğin Allah rızası için ve adaletle yapılması
istenmektedir. Kendisi veya bir yakını ya da herhangi bir menfaat için adalet
sınırlarından çıkan bir Ģahitliği, inanan insanların kesinlikle yapmaması gerektiği
anlatılmaktadır. Dolayısıyla âyetteki emir, Allah’ın bütün mükelleflere adaleti tercih
etmek, zulüm ve sapmadan sakınmak hususunda fazla duyarlı olmalarına dair bir
emirdir.223
“Kıyâm” mastarından bir diğer lafız olan “kayyûm” da bakıp gözeten
anlamındadır ve vezninde bir mübalağa sigasıdır. “Kendisi ayakta duran ve
diğerlerini de ayakta tutan” demektir.224 Buna göre kayyûm, varlığı devam eden ve
kendisi dıĢındaki bütün varlıkların düzenli varlığını davam ettiren demektir. “Kayyûm”

214 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 497.
215 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, X, 90.
216 Âyetle ilgili geniĢ bilgi için bkz. Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, X, 90-91; Elmalılı, Hak Dini, II, 1348-1350;
AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, II, 274 vd.
217 Elmalılı, Hak Dini, II, 1350.
218 Kavvam lafzının buna benzer diğer bir kullanımı için bkz. Maide, 5/8:…
219 Nisa, 4/135.
220 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , I, 575.
221 Ġbnü’l-Cevzî, en-Nuzhe, 504-506.
222 AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, II, 377.
223 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, XI, 74.
224 Elmalılı, Hak Dini, II, 849.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------80
lafzı kayyâm ile aynı anlamdadır. Dolayısıyla rızık ve ecelleri sürekli kontrol eden,
eĢi, benzeri olmayan varlık anlamında Allah’ın isimlerinden bir tanesidir.225
Askerlere erzak dağıtan kiĢi, herkese hiçbir ihmal ve noksanlık olmadan
hakkını verdiğinde “kayyim” diye adlandırılır. Allah’a da “kâim” ve “kayyûm” denir.
Çünkü kullarına rızık vermesi devamlıdır.226
Bu lafız Kur’ân’da “hay” ile birlikte Allah için kullanılmaktadır. Bu
âyetlerden bir tanesi Ģudur227: “Allah ki O‟ndan baĢka tanrı yoktur, daima diri ve
yaratıklarını koruyup yöneticidir…”228
Âyette geçen lafzını Râzî “zatıyla ayakta duran ve kendisi dışındaki her
şeyi ayakta tutan”, “her şeyin üzerinde ayakta duran”, “yaratılışları ve
rızıklandırılmaları hususunda yaratıkların işlerinin yönetimini üstlenen”, “daima var
olan ve üzerinde herhangi bir değişme olmayan varlık” olarak izah etmiĢtir229
.
Lugatlarda ise kayyum, “yaratıkların rızık ve ecellerini sürekli kontrol eden, eşi,
benzeri olmayan varlık”
230 Ģeklinde de izah edilmiĢtir. Süryanice’de bu kavrama
“uyumayan kişi” anlamı verilmekte fakat Râzî, bunun uzak bir ihtimal olduğunu
söylemektedir.231 Aynı kavramı Ġsfehânî “her şeyi koruyan ve onlara gerekli olanı
veren”232, ZemahĢerî “yaratılmışları sürekli idare eden ve koruyan”233; KuĢeyrî (v.
465/1077) “kullarının işlerini gözeten ve her hareketi veren”
234; Elmalılı “daima
duran, tutan”, “fena ve zevalden münezzeh ”
235 Ģeklinde izah etmiĢlerdir.
“Kayyûm” lafzı, mübalağa ifade eder.236
“Kayyâm” veya “kayyim” kelimeleri ile
aynı anlamdadır.237 Nitekim Hz. Ömer (v. 23/643) âyette geçen “kayyûm” kelimesini
“kayyâm” diye de okumuĢtur.238 Buna göre “kâim” lafzı “ayakta duran” anlamında ise,
“kayyûm” lafzı, daha ileri boyutta bir ayakta duruĢu ve idare etmeyi anlatmaktadır. Bu

225 Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59; Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36.
226 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, II, 32.
227 Kayyum lafzının حي ile birlikte Kur’an’daki diğer kullanımları için bkz. Âl-i Ġmrân, 3/2:
Taha, 20/111:
228 Bakara, 2/255.
229 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 4.
230 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59.
231 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 8.
232 Ġsfehânî, Mufredât, s.417.
233 Ez-ZemahĢerî, el-KeĢĢâf , I, 300.
234 KuĢeyrî, Letâif, I, 196.
235 Elmalılı, Hak Dini, II, 840, 849.
236 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 8; Elmalılı, Hak Dini, II, 849; AteĢ, ÇağdaĢ Tefsir, I, 449.
237 Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XII, 504; Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 36; Ġbn Abbâd, el-Muhît, VI, 59.
238 Râzî, Mefâtîhu‟l-Gayb, VII, 8.
Arap Dilindeki Diğer Kullanımlarıyla Karşılaştırmalı Olarak Kame Fiil Kökü-----------------------81
lafzın Kur’ân’da üç âyette geçmesi ve bu âyetlerin hepsinde sadece Allah için
kullanılması anlamlıdır. Buna göre bu lafızla anlatılan ayakta duruĢ veya yönetmek,
yaratıkların ayakta duruĢ veya yönetmelerinden daha farklıdır.
Allah’ın sıfatlarından olan “kıyâm bi nefsihi” de, O’nun, varlığında baĢka bir
zata veya mekâna muhtaç olmayarak, bizzat kâim olması demektir.239 Bütün
bunlardan anlaĢıldığına göre âyette geçen “kayyûm” lafzı; Allah’ın var olmada,
varlığını devam ettirmede hiçbir Ģeye muhtaç olmadığını, zatıyla kâim olduğunu
vurgulamakta ve aynı zamanda O’nun, bütün kainattaki her türlü dengeyi, düzeni var
edip ayakta tutan, evrendeki canlı cansız tüm varlıklardan her yönüyle haberdar olup
onların varlıkta ve ayakta kalabilmeleri için her türlü ortamı yaratan ve yaĢatan
olduğunu anlatmaktadır.
5. Kararlı Olmak
Kâme fiili bir Ģeyde kararlı olmak, bir Ģeye niyetli olmak ve bir Ģeye
yönelmek240 anlamına da gelmektedir.
a. Arap Dilinde
Arapça’daki ifadesi, “Falan kişi filan işe kesin niyetli”
demektir. Burada fiil, bir kiĢinin bir Ģeye son derece ciddi bir Ģekilde kararlı ve kesin
niyetli olduğunu belirtmektedir.241
Yine : “Namaza özenle, dikkatle
yöneldi”
242 demektir.
SarhoĢun, bir tarafa yöneldiğinde, harekete geçtiğinde sağ sol yaparak
yürüdüğünü anlatan : “Sarhoş bir tarafa yöneldiğinde sağ
sol yaparak gider”
243
ifadesinde de fiilin “yönelmek” anlamına geldiği görülmektedir.
Görüldüğü gibi söz konusu fiil, Arapça’da kararlı, niyetli olmak ve bir tarafa, bir Ģeye
yönelmek manasında kullanılmaktadır.
b. Kur‟ân‟da
Burada “kâme” fiilinin, yönelmek, niyet etmek ve kesin kararlı olmak
anlamındaki kullanımına uygun olduğunu düĢündüğümüz iki âyeti örnek vereceğiz:

239 Gölcük, ġerafeddin, Toprak, Süleyman, Kelâm, Tekin Yayınevi, 2. Baskı, Konya 1991, s. 198.
240 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
241 Kurtubî, et- Tefsîr, X, 366; Seâlibî, Cevâhir, II, 371.
242 Zebîdî, Tâcu‟l-Arûs, IX, 37.
243 Ġmrüü’l-Kays, Dîvân, 45; Sendubi, ġerh, 86.
Necdet ÜNAL------------------------------------------------------------------------------------------------------82
“… Onlar, namaza kalktıklarında insanlara gösteriĢ yaparak tembel
tembel kalkarlar ve Allah‟ı çok az anarlar”244 âyeti ile “Ey iman edenler, namaza
kalktığınızda yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız”245 âyetlerindeki
kullanım böyledir. Burada geçen söz konusu fiile “kalkmak”
246, “azmetmek, kesin
niyet etmek”
247 anlamları verilmiĢtir.
Burada sözü geçen ilk âyette248 münafıkların namaz için ayağa kalkıĢlarından
yani ona yönelmelerinden ve bu iĢe niyetlenmelerinden söz edilmektedir. Ġkinci
âyette249 ise, müminlerin namaz kılmak amacıyla kararlı bir Ģekilde yerinden
kalkmaları ve bu iĢe yönelmeleri anlatılmaktadır. Dolayısıyla filolojik kaynaklardaki ile
bu âyetlerdeki kullanım arasında bir benzerlik görülmektedir.
Sonuç
Yaptığımız çalıĢmada “kâme” fiil kökü ve türevlerin Kur’ân âyetlerinde hangi
manalarda kullanıldığını anlamaya çalıĢtık. Bunun için de öncelikle Arap edebiyatı
kaynaklarına, ardından söz konusu lafzın ilk olarak Kur’ân’a hangi anlamda girdiğine
ve sonra da Kur’ân’daki kullanım alanlarına bakmaya çalıĢtık. Sonuçta bu fiilin, Arap
edebiyatı kaynaklarında ve Kur’ân’da ayakta durmak, sabit kalmak, mutedil olmak,
bakıp gözetmek ve kararlı olmak anlamlarında kullanıldığını gördük.
Her ne kadar “kâme” fiilinin “ayakta durmak” dıĢında farklı anlamlara sahip
olduğu ve bu anlamlarda kullanıldığı görülse de aslında bütün bu anlamların ortak
noktası “ayakta durmak” anlamıdır. Bu anlam, bu kökte ve bu kökten müĢtak olan
kavramlarda ortak bir payda olarak mevcuttur. Dolayısıyla “kıyâm” mastarından olan
lafızlar değerlendirilirken esas anlam olan “ayakta kalma” veya “ayakta tutma”
anlamının gözden kaçırılmaması gerekir. Bazen ilk bakıĢta bu mana fark
edilmeyebilir ama kısa bir tahlil sonucu onun mevcudiyeti hemen fark edilecektir.

244 Nisa, 4/142. …
245 Maide, 5/6.
246 Elmalılı, Hak Dini, III, 1494; Esed, Kur‟ân Mesajı, 172; Dumlu-Elmalı,Meal, 87; AteĢ, ÇağdaĢ
Tefsir, II, 383; Râzî, Tefsîr-i Kebîr, VIII, 377.
247 Ġsfehânî, Mufredât, s.417; Ebu’l-Bekâ, el-Külliyât, s.528; Fîrûzâbâdî, Besâir, IV, 307.
248 Nisa, 4/142. …
249 Maide, 5/6.

Konular