ARAP ŞİİRİNDE BİR NAZIM TÜRÜ: TAHMÎS

e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
54
ARAP ŞİİRİNDE BİR NAZIM TÜRÜ: TAHMÎS
ONE FORMS OF POETICAL WRITING IN ARABIC: TAHMÎS
Yrd. Doç. Dr. Yahya SUZAN
Dicle Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi
ÖZET
Bu makalede, Arap şiirinin nazım türlerinden olan tahmîs, gelişim ve biçim
yönünden incelenmeye çalışılmıştır. Tahmîsin hangi tarihte ortaya çıktığı ile ilgili
ayrıntılı bilgi verilmiştir. Ayrıca şairleri bu nazım türünde şiirler nazmetmeye iten
nedenler üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Arap şiiri, şair, tahmîs, nazım türleri
ABSTRACT
In this article, tahmîs, one forms of poetical writing in Arabic, was dealt with in
terms of evolution and form. Detailed information about when tahmîs appeared was
given and focused on the factors leading poets to poetize this kind of poetry.
Key Words: Arabic poetry, poet, tahmîs, forms of poetical writing
Giriş
Arapların İslâm öncesinden geriye kalan en büyük sanat eserleri şiirleridir.
Câhiliyye dönemi olarak adlandırılan İslâm öncesinde yazı kullanılmadığı için şiirler
sözlü yolla sonraki nesillere aktarılmıştır. ‘Abbâsîler döneminde derlenip yazıya
dökülen ve böylece günümüze ulaşan İslâm öncesi Arap şiiri, daha o dönemde olgunluk
düzeyine erişmiş görünmektedir. Arap şiirinin ne kadar geriye gittiği ve başlangıçtaki
biçiminin nasıl olduğu hususunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bize ulaşan klasik
kasîdelerin VI. yüzyıl başlarına kadar geriye gittiği bilinse de şiirin başlangıcıyla ilgili
bir zaman tespiti yapılamamaktadır. Ancak bütün edebiyat tarihçileri, Arap şiirinin en
eski biçiminin kendi aralarında kâfiyeli birer mısralık beyitlerden ibaret olan recez
olduğu konusunda hemfikirdirler.
Gerek beyit, vezin ve kâfiye gibi biçimsel yönleri ve gerekse muhtevanın işlenişi
gibi içerik yönüyle olsun Arap şiirinin en gelişmiş formu ise kasîdedir. Kasîdelerde
beyitler iki mısralıdır. İlk beytin her iki mısrası arasındaki kâfiye birliği, diğer beyitlerin
ikinci mısralarıyla da sağlanmakta, böylece oluşan aa, ba, ca, da… biçimindeki kâfiye
yapısı, tüm beyitlerin aynı tef‘ile düzeninden oluşan yapısıyla (vezin) birlikte kasîdenin
organik bütünlüğünü gerçekleştirmektedir. Muhtevası itibariyle üç bölümden oluşan
klasik kasîdenin birinci bölümü bir tür gazelden meydana gelmektedir. Burada şair,
sevgilisinin bir zamanlar konakladığı yere uğrar, sevgilisinin geride bıraktığı izler
karşısındaki duygularını ve acısını dile getirir. Nesîb adı verilen bu bölümden sonra şair
yoluna devam eder. Rahîl adı verilen ve kasîdenin ikinci bölümünü oluşturan bu
yolculuk kısmında şair, daha çok, betimleme becerisini ortaya koymaya çalışır. Burada
sıklıkla betimlenenler, birlikte yolculuk yapılan develer ve yolculuk sırasında
karşılaşılan yaban hayvanlarıdır. Zorlu yollardan geçen şair, kasîdesini söylemekteki
asıl amacına, yani kasîdesinin ana konusuna gelmek istemektedir. Böylece kasîdenin
üçüncü ve son bölümü başlar. Kasîdenin türünü de belirleyen bu bölüm ise övgü
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
55
(medih), yergi (hicâ) övünme (fahr) veya kahramanlık taslama (hamaset) gibi bir içerik
üzerine kurulu olmaktadır.
Klâsik kasîdenin giriş bölümünü oluşturan gazel bölümü, Emevîler döneminden
itibaren bağımsız bir şiir türü olarak gelişmeye başlayınca, klâsik kasîde formundan
uzaklaşmalar görülmüştür. Bu bağlamda özellikle methiye ve hicviye, bağımsız şiir
türleri olarak işlenmiştir. ‘Abbâsî dönemi ile birlikte içeriğinin yanısıra klasik kasîdenin
biçimsel özellikleri de değişime uğramaya başlamıştır. Bu bağlamda şiirin kâfiye birliği
ve beyit yapısı, hem Arap doğusu, hem de Endülüs’te değişime uğramıştır. Kasîdenin
organik bütünlüğünü oluşturan unsurlardan kâfiyenin muzdevic türü şiirde
çeşitlendirilmesiyle başlayan klâsik kasîdenin biçimsel geleneğinden kopuşun, bir
derece daha ilerleyerek beyit yapısına da sıçradığı görülür. Dokuzuncu yüzyılda
Endülüs’te ortaya çıkan ve muvaşşaha adı verilen şiir türü, kâfiye yapısının yanı sıra
beyit yapısında da çeşitliliğe gitmiştir.
‘Abbâsî döneminin başlarında kâfiyede ihdâs edilen bir yenilik olarak ortaya
çıkan bir diğer nazım türü musammatlardır. Her biri üçten az ve ondan fazla olmayan
mısralardan meydana gelen kıtalar ile oluşan musammatlar, mısra sayısına göre
murabba‘, muhammes, müseddes, müsabba‘, müsemmen, mu‘aşşer şeklinde
isimlendirilmişlerdir. Daha sonraki dönemlerde musammat nazım türü, başka şairlerin
şiirine mısralar eklenerek oluşturulmaya başlanmıştır. Bu şekilde oluşturulan
manzûmelere de tasmît adı verilmiştir. Mısra sayısına göre bu tasmîtler de teslîs, terbî‘,
tahmîs, tesdîs, tesbî‘, tesmîn, tetsî‘ ve teş’îr ile adlandırılmışlardır1
. Bunlardan yaygın
olarak kullanılanı tahmîslerdir. Bunun için bu çalşmamızda tahmîsler incelenecektir.
1. Tahmîsin Tanımı ve Yapısı
Tahmîs, beş sayısını ifâde eden hams/hamse sözcüğünden türemiş mezîd bir
mastar olup beş parçalı yapmak ve beşlemek anlamına gelmektedir2
. Tahmîsin terim
anlamı, onun bu sözlük anlamından mülhemdir. “Bir beytin önüne birinci mısra ile
kâfiyeli üç mısranın getirilmesi ve daha sonra söz konusu beyit eklenerek toplamından
beş mısraın meydana gelmesiyle oluşan nazım türüne tahmîs adı verilmektedir”3
.
Önceden yazılmış bir manzûmenin her beytinin önüne o beyitle aynı vezinde
olan üçer mısra ilâvesiyle meydana gelen tahmîste, sonradan yazılan ve eklenen
mısraların eklendikleri beytin ilk mısraı ile ve beşinci mısraların da ilk beşinci mısra ile
kâfiyeli olması gerekir 4
. Buna Bahâ Zuheyr (ö.656/1258)’in aşağıda parantez içine
alınan beyitlerine yazılan tahmîs örnek olarak verilebilir5
:
بدا يختالُ عجباً بِالتثَني وأَعرض مائلاً عني كَأَني
فَقُلْت وبِالْملاَحة قَد فَتني (إِلَى كَم ذَا الدلاَلُ وذَا التجني)
(شفَيت بِهجرِك الْحساد مني)
أَراك تجولُ في عقْلي وفكْرِي وأَنت تزِيد في بعدي وهجرِي
فَيا قَمرِي ويا شمسِي وبدرِي (لَعلِّي قَد أَسأْت ولَست أَدرِي)

1
Suzan, Yahya, Arap Şiirinde Muhammes ve Tahmîs (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 2008, s. 1 vd.
2
İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1419/1999, IV, 215.
3
el-Hâşimî, es-Seyyid Ahmed, Mîzânu’z-Zeheb fî Sinâ‘ati Şi‘ri’l-‘Arab, Beyrût, 1415/1995, s. 120;
Altûncî, Muhammed, el-İtticâhâtu’ş-Şi‘riyye fî Bilâdi’ş-Şâm fî’l-‘Asri’l-‘Usmânî, Menşûrâtu İttihâdi’lKuttâbi’l-‘Arab,
1993, s. 514; Van Dyck, Cornelius, Muhîtu’d-Dâire fî ‘İlmeyi’l-‘Arûdi ve’l-Kâfiye,
Beyrût, 1857, s. 121.
4
Bâşâ, ‘Umer Mûsa, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî (el-‘Asru’l-‘Usmânî), Dımaşk, 1409/1989, s. 597.
5
Van Dyck, a.g.e., s. 122.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
56
(فَقُلْ لي ما الَّذي بلِّغت عني)
Salınıp yürüyerek kendini ve kibirlenmeye başladı. Benden hoşlanmayarak yüz
çevirdi. Sanki ben… Güzelliğiyle beni büyüleyene dedim ki: Bu işlemediğimle
suçlanmak ve bu nazlanmalar nereye kadar? Terk etmekle, beni kıskananları
sevindirdin.
Bakıyorum sen aklımda ve düşüncemde dolaşıyorsun. Oysa sen, gurbetimi ve
hicranımı da artırıyorsun. Ey ayım, ey güneşim ve ey dolunayım, bilmeyerek belki ben
bir kötülük yapmışım. O hâlde söyle bana benden sana ne haber ulaşmış?
Daha önce yazılmış beyitlerin önüne üçer mısra getirmek suretiyle oluşan
tahmîsler (tahmîs ‘alâ’l-asl)in yanı sıra başka tür tahmîsler de bulunmaktadır. Bu
tahmîslerde her beyte eklenen üç mısra, esas beytin önüne getirilmeyip birinci ve ikinci
mısraların arasına yerleştirilmektedir (tahmîs beyne’l-mısra’ayn)
6
. Meselâ, Bağdat’ın elKasr
câmisinde vâiz olan Ebû ‘Abdillah Muhammed ed-Dîbâcî’nin aşağıda parantez
içine alınan beyitlerine Ahmed b. ‘Abdillah el-Berrî (1069/1656’da sağ) tarafından
yazılan tahmîs bu türdendir7
:
(دع جفُونِي يحق لي أَنْ تبوحا) يا نصوحي فَقَد عصيت النصوحا
لاَ تلُمنِي فَالْحالُ زاد وضوحا إِنَّ عندي لمتنِ قَلْبِي شروحا
(لَم تدع لي الذُّنوب قَلْباً صحيحا)
(أَخلَقَت بهجتي أَكُف الْمعاصي) يا لَقَومي ولاَت حين خلاَصِ
كَيف أَصبو من بعد شيبِ النواصي واللَّيالي قَد شمرت لاقْتناصي
(ونعانِي الْمشيب نعياً فَصيحا)
Bırak göz kapaklarımı… Onların sırrımı ortaya çıkarmasını hak ediyorum. Ey
bana nasihat veren, sen öğüt verene karşı gelmişsin. Beni kınama. Zaten durumum,
daha da ortaya çıkmış. Bende, kalbimin üzerinde yaralar vardır ve günahlar bende
sağlam bir kalp bırakmamış.
İşlediğim günahlar neşemi yok etti. Ey halkım, artık kurtuluş vakti de kalmadı.
Perçemlerimin ağarmasından sonra, saçımın ağarmışlığı bana açıkça ölüm haberini
verirken ve geceler de beni avlamaya hazırlanmışken eğlenceye nasıl yönelebilirim?
Tahmîslerde yaygın olan yapı, eklenecek mısraların asıl beytin önüne
yerleştirilmesiyle oluşan yapıdır. Tahmîs için verilen tanım da bu yapı göz önünde
bulundurularak verilmiştir. Ancak yukarıdaki ikinci örnekte de görüldüğü gibi, bu
biçimde tahmîs yapmayıp daha zor bir yola başvuran, eklenecek mısraları asıl beytin iki
mısrası arasına yerleştiren şairler de bulunmaktadır. Bu şairlerden biri olan Muhammed
b. Ahmed el-Masmûdî, el-Bûsîrî (ö.695/1296?)’nin el-Bürde adlı kasîdesini bu biçimde
tahmîs etmiştir. Onun bu tahmîsinin ilk kıtası şu şekildedir8
:
(أَمن تذَكُّرِ جِيران بِذي سلَمِ) وساكنِ الْغورِ قُرب ذلك الْعلَمِ

6
Bir beytin mısraları arasına üç mısra eklemek biçiminde oluşan tahmîslere Türk edebiyatında tahmîs-i
mutarraf adı verilmektedir (bkz. el-Mevlevî, Tâhir, Edebiyat Lügatı, neşr. Kemal Edip Kürkçüoğlu,
İstanbul, 1994, s. 141).
7
İbn Ma‘sûm el-Medenî, es-Seyyid Sadruddîn ‘Alî Hân, Sulâfetu’l-‘Asr fî Mehâsini’ş-Şu‘arâ bi Kulli
Mısr, Mısır, 1324, s. 265-266.
8
Sa‘îd b. el-Ahreş, Bürdetu’l-Bûsîrî bi’l-Mağribi ve’l-Endelus Hilâle’l-Karneyn es-Sâmin ve’t-Tâsi‘,
Matba‘atu’l-Fadâle, Mağrib, 1419/1998, s. 154. Ka’b b. Zuheyr’in “Bânet Su‘âd” kasîdesine bu şekilde
yazılmış bir tahmîs için bkz. es-Serrâc, Ebû ‘Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr Şemsuddîn, Tahmîs
Kasîde Bânet Su‘âd Mâ beyne’l-Mısra‘ayn, İzmir Milli Kütüphanesi, no: 1623, v. 180b-184a.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
57
لَبِست ثَوب الضنا من شدة الأَلَمِ أَمن خيالٍ بدا في غَيهبِ الظُّلَمِ
(مزجت دمعاً جرى من مقْلَة بِدمِ)
Zî Selemli9
dostları ve şu dağın yakınındaki mağarada oturanı anmaktan mı,
acının şiddetinden mi hasta elbisesini giyindin? Yoksa kapkaranlıkta beliren karaltıdan
mı gözünden kanlı yaş akıtıyorsun?
Araştırmalarımız esnasında derlediğimiz bazı tahmîs örneklerinin ise daha da
farklı bir yapıda olduklarını gördük. Şair bunlarda, tahmîsini ünlü bir şaire ait tek tek
mısralar (şatr) üzerine kurmuştu. Meselâ İbn Ebî’l-Hısâl (ö.540/1146), ‘Amûriye’nin
fethi üzerine bir kasîde yazan Ebû Temmâm (ö.231/846)’ın bu ünlü kasîdesini tahmîs
etmiştir. O bu tahmîsini, asıl şiirin iki mısralı beyitleri yerine tek tek mısraları üzerine
kurmuştur10:
الحمد اللهِ أَضحى الدين معتلياً وبات سيف الْهدى الظَّمآنُ قَد روِيا
إِنْ كُنت ترتاح للأَمرِ الَّذي قَضيا فَسلْه نشرا ودع عنك الَّذي طَويا
(فَالسيف أَصدق انباءً من الْكُتبِ)
Allah’a hamd olsun. Din yükseldi. Susamış olan hidayet kılıcı, kandı. O kılıcın
yerine getirdiği vazifeye sevindiysen, onun sıyrılmış olmasını dile ve kınında gizli olan
kılıcı kendinden uzaklaştır. Çünkü kılıç, verdiği haberler bakımından (müneccimlere ait)
kitaplardan daha sadıktır.
Şairler, daha çok, kendilerinden önce gelen ya da çağdaşları olan ünlü kişilerin
beğenilen güzel şiirlerini tahmîs etmişlerdir. Bunun yanı sıra bazı ünlü kasîdeler birden
çok şair tarafından tahmîs edilmiştir. Örneğin el-Bûsîrî’nin ünlü el-Bürde adlı
kasîdesine elli sekiz tane tahmîs yazılmıştır11
.
Daha önce yazdıkları manzûmeleri, bazen tahmîs ederek muhammes durumuna
getiren şairler de vardır. Buna göre, tahmîsin mutlaka bir başkasının şiirini tahmîs
etmek suretiyle meydana gelebileceği biçiminde bir kural bulunmamaktadır12. Meselâ
döneminde tahmîs sanatının önderi olan ve yazdığı tahmîslerin sayısı elliyi bulan Emîn
el-Cundî (ö.1257/1841)’nin13 bazı tahmîsleri bu şekildedir. el-Cundî bu tahmîslerini
daha önce nazmettiği bazı beyitlerin üzerine kurmuştur. Aşağıdaki iki kıtalık övgü bu
türdendir14:
يا كَوكَباً حاز فَوق النيرينِ مدى مجلاَك أَهدى لَنا بعد الضلاَلِ هدى
ويا سراج جمالٍ للشهود بدا (لَو قَابلَ الْبدر بعضاً من سناك غَدا)
(حيرانَ ذَا كَلَف بِالنورِ مبهوتا)
جنات وجنتك الْخلاَّق صورها فَكَانَ من مبسِميك الريق كَوثَرها

9
Zî Selem: Arap edebiyatında sevgilinin yaşadığı hayali ülkedir. Burada kastedilen Hz. Peygamber ve
Sahâbedir (bkz. Kaya, Mahmut, Kasîde-i Bürde’yi Türkçe Söyleyiş, İstanbul, 2004, s. 17).
10 ‘Abbâs, İhsân, Târîhu’l-Edebi’l-Endelusî ‘Asru’t-Tavâif ve’l-Murâbıtîn, Beyrût, 1985, s. 247.
11 Kaya, “Kasîdetü’l-Bürde”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV, 568; Kasîde-i Bürde’yi Türkçe Söyleyiş, s. 14.
12 Kendisine ait bir manzûmeyi daha sonra tahmîs eden şairin bu tür tahmîslerine Türk edebiyatında tahmîsi
gazel-i hod başlığı ile dîvânlarda yer verilmiştir (bkz. Dilçin, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara,
2005, s. 223; Cengiz, Halil Erdoğan, “Divan Şiirinde Musammatlar”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II
Divan Şiiri, sayı: 415-416-417, 1986, s. 350).
13 Bâşâ, el-‘Asru’l-‘Usmânî, s. 566.
14 el-Cundî, eş-Şeyh Emîn b. Hâlid b. Muhammed, Dîvân, Matba‘atu’l-Me‘ârif, Beyrût, 1321, s. 255.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
58
كَم ظُلْمة وجهك الْوضاح نورها (أَو لَو مشيت علَى الْحصباءِ صيرها)
(شعاع خديك مرجاناً وياقُوتا)
Ey ay ve güneşin üstünde bir yere çıkmış yıldız! Sîmân, dalâletin ardından bizi
hidayete erdirdi. Ey görünmek için ortaya çıkmış güzellik kandili, şayet dolunay,
ışığından birazı ile karşılaşsaydı hayran kalacak, nuruna âşık olacak ve afallayacaktı.
Cennet gibi olan yanaklarına, Yaratan Allah biçim vermiş. Senin ağzından akan
su, o cennetin Kevser ırmağıydı. Senin nurlu yüzün, nice karanlıkları aydınlatmıştır. Sen
şayet çakıllı bir yerde yürümüş olsaydın, yanaklarının ışıltısı, o çakılları inci ve yakuta
çevirirdi.
Tahmîslerdeki kıta sayısı, tahmîs edilen manzûmenin beyit sayısıyla bağlantılıdır.
Ancak şair, tahmîsinin başına veya sonuna tamamı kendi mısralarından oluşan bir ya da
birden fazla kıtayı ekleyebilmektedir. Meselâ el-Ûşî (ö.575/1179)’ye ait ünlü Yakûlu’l-
‘abd adlı kasîdeye Şihâbuddîn Ebû’l-‘Abbâs Ahmed b. İsmâ‘îl el-İbşîtî tarafından
yazılan tahmîsin ilk üç kıtası, tahmîs yazan şair tarafından eklenmiştir15. Aynı şekilde,
el-Bûsîrî’nin el-Bürde adlı kasîdesine yazılan bir tahmîsin son kıtası, bütünüyle, tahmîsi
yazan eş-Şeyh Şemsuddîn Muhammed el-Feyyûmî’ye aittir 16
. Bundan başka, şairin
tahmîsindeki kıta sayısının tahmîs ettiği manzûmedeki beyit sayısından daha az olması,
bazı beyitlerin tahmîs edilmeyerek atlandığı ile açıklanabilir. İbn Dureyd (ö.321/933)’in
el-Maksûresine Abdullah b. ‘Umer el-Ensârî (ö.677/1276) tarafından yazılan tahmîs ile
İbn Zeydûn (ö.463/1071)’un Nûniyyesine el-Hillî’nin yazdığı tahmîs buna birer örnek
olarak verilebilir. Çünkü bu tahmîsler asıl manzûmelerin bütün beyitlerini içine
almamaktadırlar17
.
Arapça bir manzûmedeki her beytin önüne başka dilde yazılmış üçer mısra
getirmek suretiyle meydana gelen şiirler, tahmîslerin bir başka çeşidini oluşturmaktadır
ki bu, telmî‘ ile ifâde edilmektedir. Mısraları farklı dillerden oluşan bu manzûmelere de
sözlükte “çubuklu ve alacalı dokunmuş kumaş” anlamına gelen mulemma‘ adı
verilmektedir18. Bu nazım türünü, İran şairleri ortaya çıkarmıştır. Bir mısrası Arapça, bir
mısrası Farsça olarak yazdıkları bu manzûmelere mulemma‘ adını da onlar
vermişlerdir19. İbnu’n-Nahvî (ö.513/1119)’nin el-Munferice kasîdesine yazılan Türkçe
tahmîs bu türe örnek olarak verilebilir. İki dilli muhammes (mulamma‘ muhammes)
türünden olan bu tahmîsin/telmî‘in ilk ve son kıtaları şunlardır20:
اَى شاهد غَم اَى دلْ آليجِي سندك بولُورِز فَيض وفَرجِي

15 Bkz. el-İbşîtî, Şihâbuddîn Ebû’l-‘Abbâs Ahmed b. İsmâ‘îl, Tahmîsu Yakûlu’l-‘Abd fî Bed’i’l-Emâlî,
Süleymaniye, bölüm: Laleli, no: 3701, v. 177b.
16 Bkz. el-Feyyûmî, eş-Şeyh Şemsuddîn Muhammed, Mevlidu Şerefi’l-‘Âlemîn ve Mecmû‘a (Tahtavî ‘alâ
Tahmîsi Bürdeti’l-Ebûsîrî) fî’l-Medhi’n-Nebevî, el-Matba‘atu’r-Rahmâniyye, Mısır, 1350, s. 49.
17 Bkz. el-Ensârî, Muvaffakuddîn ‘Abdullah b. ‘Umer, Tahmîsu Maksûreti İbn Düreyd el-Ezdî fî Risâi’l-
İmâm Ebî ‘Abdillah el-Huseyn b. ‘Alî, tah. ‘Abdussâhib ‘Umrân ed-Duceylî, Beyrût, 1977, s. 348; elHillî,
Ebû’l-Mehâsin Safiyuddîn ‘Abdülazîz b. Serâyâ, Dîvân, Dâru Sâdır, Beyrût, tsz., s. 359-363.
18 Dayf, Şevkî, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî (‘Asru’d-Duvel ve’l-İmârât), Kâhire, 1990, s. 566; el-Mevlevî,
a.g.e., s. 106, 158; Dilçin, a.g.e., s. 506; Pala, İskender, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, İstanbul,
2003, s. 352.
19 el-Mevlevî, a.g.e., s. 158.
20 Yer, tarih ve kime ait olduğu belirtilmeden basılan bu eser A.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesinde
892.71 SUB.K 1290 numara kaydı ile bulunmaktadır. el-Bûsîrî’nin ünlü el-Bürde adlı manzûmesine de
Türkçe tahmîsler yazılmıştır bkz. el-Hâc Muhammed el-Fevzî ibnu’l-Hâc Ahmed Edirnevî, Miftâhu’nNecât
fî Teslîsi’l-Lügat ve Tahmîsu Kasîdeti’l-Bürde, 1284; Nahîfî Efendî, Tahmîs Kasîde-i Bürde, elCevâib
Matbaası İstanbul, 1297; Mustafa Maksûd Resâ ibn İbrâhîm b. Mustafa, Tahmîsu’l-Kasîde elMevsûme
bi’l-Bürde, Matbaa-i Âmire, 1262.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
59
مصباحِ فَرجدر هر خرجي (اشتدي أَزمةُ تنفَرِجِي)
(قَد آذَنَ لَيلُك بِالْبلَجِ)
.......
دشدم يا رب سن طُوت اَلمى يا رب كيدر بندن اَلَمى
رفْع اَيلَه ديلمدنْ غَم وهمى (يا رب بِهِم وبِآلهِمِ)
(عجلْ بِالنصرِ وبِالْفَرجِ)
Ey şâhid-i gam, ey dil alıci, senden buluruz feyz u fereci. Misbâh-i ferecdır her
haraci. İşteddî ezmetu tenfericî. Kad âzene leyluki bi’l-beleci.
Düştüm. Yâ Rab, sen tut elimi. Yâ Rab, gider benden elemi. Ref‘ eyle dilimden
gam u hemmi. Yâ Rabbî, bi-him ve bi-âlihimi ‘accil bi’n-nasri ve bi’l-fereci21
.
İki mısralı beyit esasına dayalı manzûmelere yazılanların dışında tahmîslerin bir
başka bölümünü, “dört mısralı kıtalardan meydana gelen, ilk kıtasının dört mısrası
birbiriyle ve sonraki kıtaların son mısrası da ilk kıta ile kâfiyeli bir nazım türü olan
murabba‘ kasîdelere”
22 nâdiren de olsa yazılan tahmîsler oluşturmaktadır. Bu dört kıtalı
mısraların sonuna sadece bir mısranın eklenmesiyle tahmîs meydana gelmektedir.
Meselâ el-Hillî, bir manzûmesinde bu yola başvurmakta ve kendisinden önce hiç
kimsenin murabba‘ bir manzûmeye tahmîs yazmadığını söylemektedir. Ancak bu
tahmîste, asıl beyitleri oluşturan kasîde, yukarıda açıklamasını yaptığımız
murabba‘ türüne tam uymamaktadır. Bu kasîdede, birinci kıtadan sonra gelen kıtaların
son mısrası ilk kıta ile kâfiyeli değildir. Murabba‘ muzdevic diyebileceğimiz bu
manzûmenin kâfiyesi aaaa-bbbb-cccc-… biçimindedir. Bu manzûmeye yazılan
tahmîsten iki kıta aşağıdadır23:
من غَيرِ ذَنبٍ كَسبت يداه غَير هوى نمت بِه عيناه
شوقاً إِلَى رؤية من أَشقَاه كَأَنما عافَاه من أَبلاَه
(إِذْ كَانَ أَصلَ نفْعه والضر (
.......
لَم يبق منه غَير طَرف يبكي بِأَدمعٍ مثْلِ نِظَامِ السلْك
يخمد نِيرانَ الْهوى ويذْكي كَأَنها قَطْر السماءِ تحكي
(هيهات هلْ قيس دم بِقَطْرِ)
Gözlerinin açığa vurduğu sevdasından başka işlediği bir suç olmaksızın… ve
kendisini sıkıntıya sokanı görmeye duyduğu arzu nedeniyle… Onu belaya maruz
bırakan, onu sanki iyileştirmektedir ve o birdenbire fayda ve zararın kaynağı
oluvermektedir.

21 Ey dertlere şâhit olan, ey gönülleri yapan, ihsânı ve kurtuluşu sende buluyoruz. Bütün çıkışlar, kurtuluş
kandilinedir. Ey sıkıntı, şiddetlen ki kurtulasın. Senin gecen, şafağı haber vermiş bile.
Yâ Rab, düştüm, sen elimi tut ve acımı dindir. Gönlümden gam ve kederi uzaklaştır. Yâ Rab, onların ve
ailelerinin hürmetine yardım ve kurtuluşu âcilen ihsân eyle.
22 el-Mevlevî, a.g.e., s. 103; Pekolcay, Necla - Eraydın, Selçuk - Tahralı, Mustafa - Uzun, Mustafa - Subaşı,
M. Husrev, İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nev‘îlere Giriş, İstanbul, 1994, s. 39.
23 el-Hillî, a.g.e., s. 443.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
60
İpte dizili boncuk tanelerine benzer gözyaşı akıtan gözlerden başka ondan bir
şey kalmadı. O yaşlar, sevda ateşini söndürüp alevlendiriyor ve gökyüzünden yağan
yağmuru andırıyordu. Nasıl olur, kanlı gözyaşı yağmura hiç benzetilebilir mi?
‘Abdurrahîm el-Bura‘î (ö.803/1401)’ye ait ve kâfiyesi aaaa-bbba-ccca-…
şeklinde tam murabba‘ olan bir manzûmeyi, en-Nebhânî (ö.1350/1932), bir mısra
eklemek suretiyle tahmîs etmiştir. Bunun ilk iki kıtası şunlardır24:
قف بِذَات الطَّلْحِ من إِضمِ وانشد السارِين في الظُّلَمِ
هلْ رووا علْماً عنِ الْعلَمِ أَم رأَوا سلْمى بِذي سلَمِ
(ومشوا في ذلك الْحرمِ)
لَيت شعرِي بعد ما رحلُوا أَي أَكْناف الْحمى نزلُوا
أَبِذَات الْبان أَم عدلُوا ينشدونَ الْقَلْب في الْخيمِ
(وهو في الزوراءِ لَم يرِمِ)
İdam’da,25 muz ağaçlarının bulunduğu bölgede dur ve karanlıkta yürüyenleri
ara. Acaba el-‘Alem dağından ilim almışlar mı ya da Zî Selem’de Selma’yı görmüşler
mi ve bu kutsal yerde yürümüşler mi?
Göç ettiklerinden sonra keşke bilseydim bu korunan yerin hangi tarafına
kondular? Sorgun ağacının yanına mı? Yoksa vazgeçip çadırlarda kalan kalbi mi
arıyorlar? Oysa o kalp, Zevrâ’da/Bağdat’ta ikamet etmemiş.
Kıta esasına dayalı manzûmelere yazılan tahmîslerin bir bölümünü, mu‘aşşarât
ile ‘işrîniyyât nazım türlerinin tahmîsleri oluşturmaktadır. Meselâ Ebû Sa‘îd Yahluften
b. Ahmed el-Fâzâzî el-Endelusî’nin 604/1206’da yazdığı ‘işrîniyyâtını, Ebû Zekeriyya
Muhammed b. el-Muheyyeb (ö.654/1256) tahmîs etmiştir. Bu kasîdenin hemze ile
başlayıp yine hemze ile kâfiyeli olan ilk beytinin tahmîsi aşağıdadır
26:
خليلَي عوجا بِالْمحصبِ وانزِلاَ ولاَ تبغيا عن خيفه متحولاَ
فَأَكْرِم بِه مغنى تحراه منزِلاَ (أَحق عباد االلهِ بِالْمجد والْعلاَ)
(نبِي لَه أَعلَى الْجِنان مبوأُ)
Dostlarım, el-Muhassab dağında durup inin. Onun eteklerinden ayrılıp başka
bir yer aramayın. Orası arayıp bulduğun ne güzel bir yerdir! Allah’ın kullarından şeref
ve üstünlüğe en yakışır olanı, kendisine en yüksek cennetlerin yurt olduğu peygamberdir.
Söz konusu kasîdenin yâ harfi ile başlayıp yine yâ ile biten son beytinin tahmîsi
şudur27:
فَيا ربنا في أَرضه وسمائه أَمتنا على تصديقنا بِاصطفَائه
فَإِنا وذُو الأَشواقِ يعيا بِدائه) يشق علَينا الْعيش دونَ لقَائه (
(إِذَا الدين لَم يكْملْ فَلاَ كَانت الدنيا)

24 en-Nebhânî, Yûsuf b. İsmâ‘îl, el-Mecmû‘atu’n-Nebhâniyye fî’l-Medâihi’n-Nebeviyye, el-Matba‘atu’lEdebiyye,
Beyrût, 1320, IV, 354; Dîvânu’l-Medâihi’n-Nebeviyye (el-‘Ukûdu’l-Lu’luiyye fî’lMedâihi’n-Nebeviyye),
Beyrût, 1329, s. 270.
25 İdam, Medîne çevresinde bulunan bir dağın adıdır (Kaya, Kasîde-i Bürdeyi Türkçe Söyleşi, s. 18).
26 el-Fâzâzî, Ebû Zeyd ‘Abdurrahman Ebû Sa‘îd Yahluften b. Ahmed, Dîvânu’l-Vesâ’ili’l-Mutekabbele
ma‘a Tahmîsihi fî Medhi’n-Nebî, Mısır, 1322, s. 3; Sa‘îd b. el-Ahreş, a.g.e., s. 141.
27 el-Fâzâzî, a.g.e., s. 158.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
61
Ey yer ve gökteki Rabbimiz, O’nun peygamber olarak seçilmişliğine inanıp
tasdik etmemiz üzere canımızı al. Biz özlem çekenler onun derdi ile hastalanmışız. Onu
bulmaksızın yaşamak bize zor geliyor. Din kemale ermeyince, dünya da olmaz olsun.
Muhammed b. el-Muheyyeb’in bu tahmîsi, beş yüz seksen kıtadan oluşmaktadır.
Kıta esasına dayalı manzûmelere yazılan bu tahmîsin dışında, el-Fâzâzî (604/1206’da
sağ)’ye ait el-Mu‘aşşerât fî Medhi’n-Nebî adlı esere de Muhammed b. el-Muheyyeb bir
tahmîs yazmıştır28
.
Tahmîs nazım türünde en önemli nokta, eklenen mısraların anlam ve anlatım
gücü bakımından asıl beyitler ile kaynaşabilmiş olmasıdır. Aksi takdirde, eklenmiş
mısralar sırıtır, birer yama gibi kalır ve tahmîs başarılı sayılmaz. Bu ise bir “edebiyat
kuyumculuğudur” ki herkesin işi değildir29. Asıl ve eklenen bölümlerin arasındaki uyum
gerekliliğinin yanında tahmîsin ustaca yapılmasının ikinci şartı, asıl beyitler ile verilen
anlamın tahmîs ile tekrar edilmemesidir30
.
Yapılan tanımlarda, tahmîs ile eklenen mısraların önceden yazılmış manzûme ile
aynı vezinde olması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Ancak incelenen tahmîsler içinde
bu konunun şairler tarafından bazen göz ardı edildiği görülmüştür. Örneğin İbn Gânim
el-Makdisî’ye ait bir şiire yazılan tahmîste asıl beyitler ile tahmîsleri arasında vezin
uyumsuzluğu görülmüştür. Tahmîsle eklenen mısralar mütekârib veznindeyken tahmîse
esas olan beyitler serî‘ bahrindedir31:
زمانَ الْمصيف ووقْت الشتا فَتاةُ الْحمى تنجلي والْفَتى
وهذَا الْحبِيب لَنا قَد أَتى (إِلَى م يا قَلْب وحتى متى)
(يكْفيك من أَمرِك ما قَد جرى)
لَقَد وقَف الْكُلُّ إِلاَّ أَنا فَسيرِي هو الْقَصد وهو الْمنى
ويا صب مهلاً ملأْت الإِنا (وأَنت يا نوق براك الْونا)
(وخالَف الأَجفَانَ طيب الْكَرى)
Yaz mevsiminde ve kış zamanında… Yöremizin genç erkekleri ve kızları ortaya
çıkıp dolaşmakta. İşte bu sevgili de bize gelmiş. Ey gönül, nereye ve ne zamana kadar?
Yaşadıkların sana yeter.
Benden başka herkes durup vazgeçmiş. Benimse yürümek tek gayem ve isteğim.
Ey sevdalı, hele dur tabağı doldurmuşsun. Ey develer, bitkinlik takatinizi kesmiş ve
güzel uyku gözlerinizden ayrı kalmış!
2. Tahmîsin Diğer Nazım Türleriyle İlişkisi
Tahmîsin, diğer nazım türleri ile olan ilişkisi ve onların bir alt bölümü olup
olmadığı konusu, bazı şartların oluşmasına bağlıdır. Benzerlikler ve farklılıklar üzerinde
yürüyen bu ilişki aşağıdaki başlıklar altında incelenebilir.
2.1. Tahmîs-Tasmît İlişkisi

28 Brockelmann, Carl, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, terc. ‘Abdulhalîm en-Neccâr ve diğerleri, (I-IX), Mısır, 1993,
III, 132-133.
29 el-Mevlevî, a.g.e., s. 142; Dilçin, a.g.e., s. 223; Erdoğan, Mustafa, Türk Edebiyatında Muhammes,
Ankara, 2002, s. 17.
30 İbn Ma‘sûm el-Medenî, Tahmîsu Kasîdeti’l-Bürde, tah. Habîb Âl Camî‘, Beyrût, 1417/1996, s. 10.
31 en-Nâblusî, ‘Abdülğanî b. İsmâ‘îl, Dîvânu’l-Hakâik ve Mecmû‘u’r-Rakâik, tah. Muhammed ‘Abdulhâlik
ez-Zenâtî, Beyrût, 1421/2001, s. 230.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
62
Bir kasîdenin beyitlerine başka bir şair tarafından mısralar eklenerek oluşturulan
manzûme olan tasmît, mısra sayısına göre, terbî‘, tahmîs, tesdîs,… şeklinde
adlandırılmaktadır. Bir manzûmedeki her beytin önüne, aynı vezinde ve usulüne göre
kâfiyeli dörder mısra eklenerek oluşturulan ve altıya çıkarma, altılama anlamına gelen
tesdîse, İbn Zeydûn’un ünlü Nûniyyesine yazılan aşağıdaki tasmît/tesdîs örnek olarak
verilebilir32:
ما للْعيون بِسهمِ الْغنجِ تصمينا وعن قطَاف جنى الأَعطَاف تحمينا
تأَلُّف كَانَ يحيِينا ويضنِينا تفَرق غَاثَ في شملِ الْمحبينا
(أَضحى التنائي بديلاً من تدانِينا) (وناب عن طيبِ دنيانا تجافينا)
.......
ما للأَحبة دانوا بِالنوى ورأَوا تعرِيض عهد اللِّقَا بِالْبعد حين نأَوا
رعاهم االلهُ كَانوا للْعهود رعوا فَغيرتهم وشاةٌ بِالْفَساد سعوا
(غيظَ الْعدا من تساقينا الْهوى فَدعوا) (بِأَنْ نغص فَقَالَ الدهر آمينا)
Bizi naz okuyla vuran ve endamın güzelliklerini devşirmekten bizi engelleyen
gözlere ne oluyor! Bir birliktelikti bize hem can veriyor hem de hasta edip bizi yatağa
düşürüyordu. Bir dağılmaydı sevenlerimizin birliğine yağdı. Uzaklaşma
yakınlaşmamızın yerini aldı. Güzel birlikteliğimizin yerini ayrılık aldı.
Uzaklığa borçlu kalan ve uzaklardayken kavuşma zamanının uzakta olduğunu
îmâ eden dostlara ne oluyor! Allah onları korusun. Sözlerinde duruyorlardı, fakat
kötülük yaymaya çabalayan arabozanlar onları değiştirdiler. Sevgi suyunu
alışverişimizden bu düşmanlar öfkelendiler ve boğazımızda kalmasını dilediler. Kader
de âmîn dedi.
Bir manzûmenin her beytinin üzerine, aynı vezinde ve usulüne göre kâfiyeli
beşer mısra ekleyerek oluşturulan tesbî‘ örnekleri de görülmektedir. es-Safedî
(ö.764/1362-3)’ye dayandırılan bir el-Bürde kasîdesinin tesbî‘ine burada yer verilebilir.
Bu tesbî‘in ilk kıtası şudur33:
أَاللهُ يعلَم ما بِالْقَلْبِ من أَلَمِ ومن غَرامٍ بِأَحشائي ومن سقَمِ
علَى فراقِ فَرِيقٍ حلَّ في حرمِ فَقُلْت لَما همى دمعي بِمنسجِمِ
علَى الْعقيقِ عقيقاً غَير منسجِمِ (أَمن تذَكُّرِ جِيران بِذي سلَمِ)
(مزجت دمعاً جرى من مقْلَة بِدمِ)
Allah Harem’de oturan dost cemaatinin ayrılığı nedeniyle kalpte oluşan acıyı,
içteki aşk yangınını ve hastalığı biliyor. Ahenkli bir biçimde, düzgün bir vadi olmayan
Akîk’e göz yaşlarım akarken dedim ki: Zî Selem’deki komşuları hatırladığın için mi
gözlerden akan göz yaşını kan ile karıştırdın?
Tahmîs, tesdîs ve tesbî‘ için söz konusu olan yollardan oluşturulan sekize
çıkarma, sekizleme anlamına gelen tesmîne, Endülüslü Ebû ‘Abdillah Muhammed b.

32 el-Makkarî, Ahmed b. Muhammed, Nefhu’t-Tîb min Ğusni’l-Endelusi’r-Ratîb ve Zikr vezîrihâ Lisânuddîn
b. el-Hatîb, tah. Muhammed Muhyiddîn ‘Abdulhamîd, Matba‘atu’s-Se‘âde, Mısır, 1367/1949, IV, 259.
33 es-Safedî, Salâhuddîn Halîl b. Aybek, Tesbî‘u’l-Bürde, İ.Ü. Merkez Kütüphanesi, bölüm: Arapça, no:
3144, v. 1b-2a.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
63
Câbir (ö.780/1378)’in ünlü bazı beyitlere yazdığı tasmîtten/tesmînden aşağıdaki iki kıta
örnek olarak verilebilir34:
كَانوا من الْود أَهلي ما عاملُونِي بِعدلِ
أَصموا فُؤادي بِنبلِ يا بين بينت ثُكْلى
يا روح قَلْبي قُلْ لي أَهم دعوك لقَتلي
(وحرموا لَك وصلي) (وحلَّلُوا لَك هجرِي)

حسبِي وماذَا عناد هم الْمنى والْمراد
وإِنْ عنِ الْحق حادوا أَو جاملُونِي وجادوا
يا من بِه الْكُلُّ سادوا والْكُلُّ عندي سداد
(فَلْيفْعلُوا ما أَرادوا) (فَإِنهم أَهلُ بدرِ)
Onlar sevdiklerimdi. Bana adaletle davranmadılar. Kalbimi ok ile vurdular. Ey
ayrılık, kimsesizliğimi ortaya çıkardın. Ey kalbimin ruhu, söyle bana: Beni öldürmek
için onlar mı seni çağırdılar, onlar mı sana kavuşmamı yasakladılar ve onlar mı beni
terk etmeni meşru saydılar?
Yeter! Bu inat niye? Haktan ayrılmış olsalar da veya bana güzel davranıp
cömertlik etmişlerse de onlardır arzulananlar ve istenenler. Ey herkesin kendisiyle
üstünlük kazandığı kişi, onların tümü bana göre doğruyu bulanlardır. Varsın
istediklerini yapsınlar. Onlar Bedir savaşına katılan (afolunmuş)lardır.
Tasmît ile tahmîs arasında, bütün ve parçası arasında olan türden bir ilişki vardır.
Ancak bundan farklı olarak tasmît, “şairin bir beyti aruzlu ve revîden farklı kâfiyesi olan
parçalara bölmesi” olarak da tanımlanmıştır 35
ve tasmît bu anlamıyla tahmîsi
kapsamamaktadır. Buna göre tasmît, her mısranın iki ve her beytin de dört eşit parçaya
bölünmesine imkân vermektedir. Böylece her beyitte, birinci mısraın sonu ile mısra
ortalarındaki sözcükler kâfiyelilı hâle getirilir ve ikinci mısraın sonunda bir önceki
beytin son mısraı ile kâfiye sürdürülür. Başka bir ifâdeyle tasmît beyit içinde ana
kâfiyeden ayrı bir iç kâfiye oluşturma tarzını belirtmektedir. Buna İmru’u’l-Kays (497-
545)’a atfedilen aşağıdaki beyit örnek olarak verilebilir36:
وحربٍ وردت وثَغرٍ سددت وعلْجٍ شددت عليه الحبالا
Nice savaşa katıldım, nice gediği kapattım ve nice güçlüyü esir aldım.
Yine başka bir deyişle tasmît, beytini şairin dört parçaya bölüp üçünü beytin
kâfiyesine aykırı bir kâfiyede getirmesidir. Aşağıdaki beyit bunun başka bir örneğini
oluşturmaktadır37:
هادي الْخلاَيِقِ محمود الطَّرايِقِ مأْ مونُ الْبوايِقِ خير الْخلْقِ كُلِّهِمِ
O, insanlara övülen yolu gösteren, şerrinden emin olunan ve bütün
yaratılanların en hayırlısı olandır.

34 es-Safedî, A‘yânu’l-‘Asr ve A‘vânu’n-Nasr, Ma‘had Târîhi’l-‘Ulûmi’l-‘Arabiyye ve’l-İslâmiyye,
Wiesbaden (Almanya), 1410/1990, I, 221; el-Makkarî, Nefhu’t-Tîb, III, 420.
35 el-Hâşimî, a.g.e., s. 119.
36 Aynı eser ve yer.
37 en-Nâblusî, Nefehâtu’l-Ezhâr ‘alâ Nesemâti’l-Eshâr fî Medhi’n-Nebiyyi’l-Muhtâr, Dimaşk, 1299, s.
190.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
64
İmru’u’l-Kays’ın beytinde geçen تدرو , تددس , تددش sözcüklerindeki ت ve
ikinci beyitte geçen قِالخَلاَئ , قِائالطَّر , ايِقِوالب kelimelerindeki ق harflerinde oluşan kâfiye ile
tasmît yapılmıştır. Ancak bunlardan farklı olan tasmît örnekleri de görülmektedir.
Örneğin aşağıdaki tasmîtte birinci ve ikinci kıtadaki beyitler dört parçaya bölünmüştür
ve ek olarak getirilen bir beşinci parça ile kıtalar birbirine bağlanmıştır. Manzûme bu
yapısıyla muhammes ve tahmîs yapılarına çok benzemektedir38:
أََهلاً بِطَيف طَارِقِ في جنحِ لَيلٍ غَاسقِ مرقَد صب عاشقِ مهاجِرٍ مفَارِقِ
قَد شفَّه طُولُ السقَم
يطْوِي علَى الأَيانِقِ صحايِف السمالقِ فَرداً بِلاَ مفَارِقِ من خوف واشٍ لاَحقِ
يطْمس آثَار الْقَدم
Göç edip ayrı düşen ve uzun süren sevda hastalığının zayıflattığı çok seven âşığa
yatak olan karanlık gecenin bir bölümünde gelen hayalet, hoş geldi.
O, güzel çayırları, bitkisiz yerlerin yüzeyini tek başına ve ara vermeksizin
katedip gelmekte ve peşi sıra gelen arabozucunun korkusundan ayak izlerini silmektedir.
مفَارِق , السمالق , الأَيانِق da kıtada ikinci مفَارِق ve عاشق , غَاسق , طَارِق kıtada Birinci
ve قلاَح sözcüklerindeki ق harfinde meydana gelen kâfiye ile tasmît yapılmıştır. Ayrıca,
her iki kıtanın son sözcükleri olan قَمالس ve مالقَد kelimelerindeki م harfi ile kıtalar
birbirine bağlanmıştır.
2.2. Tahmîs-Taştir İlişkisi
Başkasına ait beyitleri şairin alıp öndeki mısraların sonuna ve sondakilerin
önüne ekleyeceği birer mısra ile oluşturduğu nazım türü olan taştîre, İbnu’l-Fârıd
(ö.632/1235)’ın bazı beyitlerine yazılan aşağıdaki manzûme örnek olarak verilebilir39:
(غَيرِي علَى السلْوان قَادر (في حب وسنان الْمحاجِر
وأَنا الْوفي بِعهده) وسواي في الْعشاقِ غَادر (
(لي في الْغرامِ سرِيرةٌ) مكْنونةٌ طَي الضمائر
ما زِلْت أَكْتم سره) وااللهُ أَعلَم بِالسرائر(
Benden başkası, baygın bakışlının sevdasını unutabilir. Ancak sözünde duran tek
kişi benim. Âşıkların arasında benden başkası hiyânet eder.
Sevda konusunda gönlümün derinliklerinde gizlenmiş bir gizemim var.
Durmadan onun sırrını gizlemekteyim. Allah gönüllerdekini en iyi bilendir.
Genel olarak, bir beytin iki mısraının arasını açıp oraya başka mısralar ekleyerek
yeni bir nazım türüne döndürme yöntemi olan taştîr, bir şeyin önüne ve arkasına
getirmek anlamına gelen tasdîr ve ta‘cîz ifâdesiyle de karşılanmaktadır40. Hz. Fâtıma’ya

38 es-Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, bi-i‘tinâ’i Hellmut Ritter, (I-XXVII), Wiesbaden (Almanya), 1381/1962,
XIII, 49.
39 Van Dyck, a.g.e., s. 122-123; el-Hâşimî, a.g.e., s. 120.
40 İbn Ma‘sûm el-Medenî, Sülâfetu’l-‘Asr, s. 453.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
65
dayandırılan ve Hz. Muhammed’e ağıt olarak söylenen iki beytin tasdîr ve ta‘cîzi şu
şekildedir41:
(ما ذَا علَى من شم تربةَ أَحمدا) أَنْ لاَ يكُونَ عنِ الْمودة نائيا
ووددت قَلْباً قَد وهى لفراقه) أَنْ لاَ يشم مدى الزمان غَواليا)
(صبت علَي مصائب لَو أَنها) وردت علَى جبلٍ لأَصبح هاوِيا
ومصيبتي في الْمصطَفَى لَو أَنها (صبت علَى الأَيامِ صرنَ لَياليا)
Ahmed’in mezarını koklayanların, sevgiden uzak kalmamalarında ne olabilir ki?
Onun ayrılığı nedeniyle ve başka güzel kokuları ebediyen koklamayacağı için bitkin
düşmüş bir kalp sevdim.
Üzerime öyle musibetler yağdı ki onlar bir dağın üzerine gelseydi o dağ un ufak
olurdu. Mustafa için başıma gelen felâket gündüzler üzerine yağsaydı onlar geceye
dönüşürdü.
Daha önce yazılmış bir manzûmenin beyitlerindeki mısraların arasına aynı
vezinde ve çeşitli sayıda mısralar yerleştirilebilir. Bu, iki, üç veya daha fazla sayıda
mısra olabilir. Bunların hepsine teorik olarak taştîr adı verilebilir ve böylece taştîr
tahmîsi de kapsayabilir42. Ancak tasdîr ve ta‘cîz ifâdesiyle de karşılanan taştîre verilen
tanımdan anlaşıldığı kadarıyla taştîr, tahmîsten ayrı bir nazım türünü ifâde etmekte ve
sadece iki mısra eklenmesiyle meydan gelmektedir43
.
3. Tahmîsin Ortaya Çıkışı
Câhiliyye döneminden beri şairler kendi aralarında yarışmış birbirlerinin şiirine
nazîre (muâraza) yazıp söylemişlerdir. Daha sonraları, bir tür nazîre sayılan ve tezyîl adı
ile de karşılanan tahmîs ve taştîr gibi nazım türlerine yönelmişlerdir44. Bu yönelmenin
tam olarak ne zaman olduğunu ve tahmîsin hangi tarihte ortaya çıktığını gösteren kesin,
güvenilir ve ayrıntılı bilgiler henüz ortada yoktur. Ancak araştırmalarımız neticesinde,
kaynaklarda tahmîs yazdığı belirtilenlerin birinci sırasına eş-Şukrâtîsî (ö.466/1073)’nin
yerleştiği görülmüştür 45 . Derleyebildiğimiz en eski tahmîs ise Usâme b. Munkiz
(ö.584/1188)’a aittir. Bununla birlikte tahmîsin, özellikle Hulagu’nun Bağdat’ı
işgalinden ve ‘Abbâsî devletinin dağılmasından sonra, 8./14. ve 9./15. yüzyıllarda
Bağdat, Cezîre, Şam ve Mısır’da yaygın bir biçimde kullanıldığı bilinmektedir46
.
Tahmîsin ortaya çıkmasında çeşitli faktörlerin etkili olduğu görülmektedir.
Bunların başında edebî faktörler gelmektedir. Hırs, üstünlük iddiası, ileri geçme,
meydan okuma ve ünlü şairin derecesinde olduğunu gösterme arzusu, şairleri tahmîs
yazmaya iten bu faktörlerin bazılarıdır. Buna göre şairler, kendilerinden önce gelenlerin

41 el-‘Uşârî, Huseyn b. ‘Alî el-Bağdâdî, Dîvân, tah. ‘İmâd ‘Abdusselâm Ra’ûf - Velid ‘Abdulkerîm elA‘zamî,
Bağdâd, 1397/1977, s. 475. el-Bûsîrî’nin el-Bürde kasîdesine yazılmış bir tasdîr ve ta‘cîz için
bkz. Aynı eser, s. 157-179.
42 Nitekim beyitlerin mısraları arasına yerleştirilen iki, üç veya daha fazla sayıda mısralar ile oluşan
manzûmelerin hepsine Türk edebiyatında taştîr adı verilmiştir. Ancak sadece iki veya üç mısra eklenerek
yapılan taştîrlere rastlanmıştır. Eğer beytin birbirinden ayrılan mısralarının arasına üçer mısra eklenir ve
manzûme bir beşli hâline getirilirse buna da taştîr ya da tahmîs-i mutarraf adı verilmiştir (bkz. Dilçin,
a.g.e., s. 225; Cengiz, a.g.e., s. 338; Erdoğan, a.g.e., s. 20).
43 Bazı Türk edebiyatçılarının da tahmîs ve taştîri birbirinden ayırdıkları görülmektedir. Örneğin Tâhirü’lMevlevî,
bir mutarraf tahmîsine Yahya Kemal’in taştîr adını vermesini, bir zühûl eseri olarak
değerlendirmekte ve bu iki nazım türünü birbirinden ayırmaktadır (bkz. el-Mevlevî, a.g.e., s. 142).
44 Sa’îd b. el-Ahreş, a.g.e., s. 146.
45 Brockelmann, a.g.e., III, 111.
46 İbn Masûm el-Medenî, a.g.e., s. 123.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
66
kullandıkları sözcüklere, cümlelere ve muhtevaya şiirlerinde yer vererek onlarda
bulunan yeteneğin benzeri bir kabiliyetin kendilerinde de bulunduğunu göstermek
istemişlerdir. Bunun için, edebî değeri üzerinde görüş birliğine varılmış ünlü kasîdelerin
ve eşi az bulunan beyitlerin tahmîsini yapmışlardır47
.
Arap şiirinin başyapıtlarına olan hayranlık, dostlarından gelen talepleri yerine
getirmek şairleri tahmîse iten diğer edebî faktörlerdir48. Meselâ dostlarını kıramayan
Emîn el-Cundî, onların taleplerini yerine getirmek üzere parantez içine alınan beyitleri
üç kez tahmîs etmiştir49:
بِأَبِي سعاد فَلَم أَكُن لأَصونها والظَّبي يعشق جِيدها وعيونها
يا سعد نفْسٍ لاَ يطيق شجونها (كَيف الْوِصالُ إِلَى سعاد ودونها)
(قُلَلُ الْجِبالِ ودونهن حتوف (
كَم جِئْتها أَسعى وما لي مأْرب إِلاَّ اللِّقَا ودموع عينِي تسكُب
أَنا في زِيارتها أَخي معذَّب) الرجلُ حافيةٌ وما لي مركَب (
(والْكَف صفْر والطَّرِيق مخوف(
Babam Su‘âd’a feda olsun, onu koruyamadım. O ceylanın boynuna ve gözlerine
âşık olunur. Ey onun kederli oluşuna tahammül edemeyen bahtiyar kişi, önünde
dağların zirveleri ve onların önünde de ölümler varken Su‘âd’a varmak nasıl mümkün
olabilir?
Ona defalarca koşarak vardım. Onunla buluşmaktan başka amacım da yoktu.
Ayrıca gözümün yaşları dökülüyordu. Ey kardeşim, onu ziyaret ederken acı
çekmekteyim. Ayaklar yalın, bineğim yok, elde var sıfır ve yol da tehlikeli…
Bazı ünlü kasîdelerin tahmîs edilmemiş olmasının bir eksiklik olarak görülmesi
ya da mevcut tahmîslerin şairi tatmin etmekten uzak olması, ayrıca kasîdeyi tahmîs
yoluyla şerh etme arzusu, tahmîsin başka edebî faktörleri arasında gösterilebilir. Meselâ
Hasan ‘Ârif el-Lâzikî, tahmîse değer bir kasîde olarak gördüğü için, ayrıca henüz bir
tahmîsinin de yapılmamış olmasını göz önünde bulundurarak İbn Zureyk el-Bağdâdî
(420/1029’da sağ)’nin ünlü kasîdesine bir tahmîs yazmıştır 50 . Başka bir şair, elBûsîrî’nin
el-Kasîdetu’l-Lâmiyyesi üzerinde hiç kimsenin bir çalışma yapmadığını
belirterek beyitlerindeki anlam kapalılığını gidermek için onu tahmîs ettiğini ifâde
etmektedir51. el-Busîrî’nin el-Bürde kasîdesine tahmîs yazanlardan biri olan Dâğıstânî
‘Abbâs Fevzî, bu manzûmeye sayısız tahmîs yazıldığını; ancak bunların tümünün kendi
arzusunu karşılamaktan uzak olduğu için ona yeni bir tahmîs yazdığını söylemektedir52
.
Öldükten sonra arkalarında bir eser bırakmak isteyen bazı şairlerin, eldeki bu
kadar çok şiir arasında kendi şiirlerinin unutulmamasını sağlamak için onu ünlü bir
eserle bağlantılı kılma yoluna gitmeleri de edebî faktörlerden sayılabilir. Meselâ

47 er-Râfi’î, Târîhu Âdâbi’l-‘Arab, III, 386; ‘Ulvân, ‘Alî ‘Abbâs, Tatavvuru’ş-Şi’ri’l-‘Arabî el-Hadîs fî’l-
İrâk, Menşûrâtu Vizâreti’l-İ’lâm, Irak, 1975, s. 66.
48 Bâşâ, el-‘Asru’l-‘Usmânî, s. 599-600; İbn Ma’sûm el-Medenî, Tahmîsu kasîdeti’l-Bürde, s. 125.
49 el-Cundî, a.g.e., s. 258-259. Parantez içine alınan beyitlere yazılmış diğer iki tahmîs için aynı yere
bakınız.
50 el-Lâzikî, Hasan ‘Ârif el-Edîb el-Mahmûdî, Tahmîsu Kasîdeti İbn Zureyk el-Bağdâdî, Matba‘atu Cerîde,
Beyrût, 1317, s. 2.
51 el-Mûsılî, ‘Usmân b. el-Hâcc ‘Abdillah el-Mevlevî, el-Ebkâru’l-Hisân fî Medhi Seyyidi’l-Ekvân,
Matba‘atu’l-Ehâlî ve’l-Bilâd, Mısır, 1313, s. 17-18.
52 Dâğıstânî, ‘Abbâs Fevzî, Enîsu’l-Vahde Tahmîsu’l-Bürde, İstanbul, 1300, s. 2-3.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
67
bunlardan biri olan Muhammed Farağlî el-Ensârî, şiirlerinin unutulmaması için İbnu’lFârıd’ın
şiirlerini tahmîs ettiğini söylemektedir53
.
Tahmîs nazım türünün ortaya çıkmasında etkili olan faktörlerden biri de idari ve
siyasi faktördür. Meselâ Bağdat’ın Hulagu tarafından işgalinden sonra iktidara
gelenlerin şiire önem vermeyip şairleri teşvik etmemeleri, yetenekli şairlerin yetişmesini
engellemiştir. Ayrıca bu dönemde genel olarak şiirde tekellüf, zayıflık ve geçmişi taklit
etme meydana gelmiştir. Yeni ürün vermekten âciz kalanlar da tahmîsi kullanarak eski
şairlere ait şaheserlere yönelmişlerdir 54 . Yine bu iktidarların döneminde, yabancı
kültürel akımların yaygınlaşmasıyla meydana gelen kültürel döllenme de tahmîsin
gelişmesinde etkili olmuştur. Bunun etkili olduğu düşüncesi, zecelin Berberî, dûbeytin
de Fars kültüründen Araplara geldiği varsayımına dayandırılmaktadır55
.
Tahmîs türünün ortaya çıkmasında din faktörü de etkili olmuştur. Özellikle
içeriği Hz. Peygamber’in övgüsü olan ünlü manzûmeler veya dindar bir kimliğe sahip
olan şairlerin üne kavuşan şiirleri, bazen âhirette sevap kazanmak gibi dini bir
gerekçeyle tahmîs edilmişlerdir. Bazı şairler de rüyada kendilerini ziyaret eden din
büyüklerinin isteklerini yerine getirmek üzere tahmîs nazmettiklerini söylemektedirler56
.
Bunlardan biri olan Muvaffakuddîn el-Ensârî, rüyada Hz. Hüseyin’in kendisine “elMaksûre’yi
uzat” dediğini, bu sözden aklına İbn Dureyd’in el-Maksûresi geldiğini,
bunun üzerine Hz. Hüseyin’e yakılmış bir ağıta döndürerek söz konusu kasîdeyi tahmîs
ettiğini söylemektedir57
. Ehl-i Beyt’in övgüsüne dair ünlü bir kasîdeye tahmîs yazan
başka bir şair, bunu Ehl-i Beyt sevgisine ve bu amel ile sevaba kavuşma arzusuna
dayandırmaktadır58. İbnu’n-Nahvî’ye ait el-Munferice adlı kasîdeyi tahmîs eden şair
bunun gerekçelerini adı geçen şaire yakın olmak, kabul gören kasîdesine bir hizmette
bulunmak ve içinde bulunduğu maddî-manevî musibetlerden ve belalardan kurtuluşa o
kasîdenin vesile olmasını dilemek biçiminde sıralamaktadır. Şair alçak gönüllülük
göstererek kendisinin bir edebiyat erbabı olduğunu kanıtlamak için bu tahmîsi
yazmadığını özellikle belirtmektedir59
.
Bazı eleştirmenler, Arap şiir tarihinde tahmîsin müspet bir yerde durmadığını
söylemektedirler. Onlara göre, şiir yazabilen bir kişi bütün duygularını, inandıklarını ve
söylemek istediklerini, başkasının bir şey eklemesine gerek kalmayacak biçimde şiirine
katmakta ve onu öyle nazmetmektedir. Dolayısıyla, şiirinde söylemesi gerekenleri şair
eksiksiz ifâde ettiğinden tahmîs yoluyla ona eklenecek her şey fazlalık olacaktır. Bu
yola koyulacak şairler de fayda vermeyecek bir işte zamanlarını ve yeteneklerini
harcayacaklardır60. Meselâ aşağıdaki kıtada söylemek istenen, tam olarak söylenmiş
olduğundan el-Hillî (ö.749/1348)’nin eklemiş olduğu son mısra bir fazlalık olarak
durmaktadır61:
من عاشقٍ ناءٍ هواه دان ناطقِ دمعٍ صامت اللِّسان

53 et-Tahtâvî, Muhammed Farağli el-Ensârî, el-‘İkdu’n-Nefîs bi Taştîri ve Tahmîsi Dîvâni ‘Umer b. el-Fârıd,
Matba‘atu’t-Tevfîk, Mısır, 1316, s. 3.
54 İbn Ma‘sûm el-Medenî, a.g.e., s. 123 vd.; el-Bustânî, Butrus, Udebâ’u’l-‘Arab, Beyrût, 1997, III, 213-215.
55 İbn Ma‘sûm el-Medenî, a.g.e., s. 124.
56 ‘Ulvân, ‘Alî ‘Abbâs, Tatavvuru’ş-Şi‘ri’l-‘Arabî el-Hadîs fî’l-‘İrâk, Menşûrâtu Vizâreti’l-İ‘lâm, Irak, 1975,
s. 67.
57 el-Ensârî, a.g.e., s. 24.
58 el-Mûsılî, a.g.e., s. 2.
59 Bkz. en-Na‘îmî, ‘Abdulhamîd b. el-Hâcc ‘Umer, Tahmîsu’l-Munferice, A.Ü. İlahiyat Fakültesi
Kütüphanesi, No: 37397, v. 137b-138a.
60 İbn Ma‘sûm el-Medenî, Tahmîsu Kasîdeti’l-Bürde, s. 7; ‘Ulvân, a.g.e., s. 65.
61 el-Hillî, a.g.e., s. 443.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: III Nisan 2010
68
موثَقِ قَلْبٍ مطْلَقِ الْجثْمان معذَّبٍ بِالصد والْهِجران
(طَليقِ دمعٍ قَلْبه في أَسرِ)
Kendisi uzakta oysa sevdası yakın olan, dili suskun ancak gözyaşıyla konuşan,
bedeni özgür ama kalbi bağlı olan, yüz verilmemişlik ve terk edilmişlikle muzdarip olan,
kalbi esarette ancak gözyaşları serbest olup akan âşıktan…
Tahmîs yazan kişinin diğer şaire ait kâfiyeyi göz önünde bulundurmasını ve
getireceği üç mısrada da bu kâfiyeye uymak zorunda olmasını, bu eleştirmenler ayrıca
bir olumsuzluk olarak görmektedirler. Bunun dışında, tahmîs yoluyla şiirin fesahat ve
belâğatına bozukluk girdiğini, ek ve asıl mısraların anlamları arasında uyumsuzluğun
ortaya çıktığını, bu yüzden de şiirin orijinal hâliyle yani şairin seçtiği hâliyle kalmasının
tahmîs edilmesinden daha iyi olduğunu söylemişlerdir62. Ayrıca başkalarına ait şiirleri
ele alıp onları tahmîs etmenin güzel bir davranış olmadığını, çünkü bu nazım türünün bu
biçimde kullanılmak üzere ihdas edilmediğini, şiirin doğasında da böyle bir şeyin
olmadığını, sonuç olarak da tahmîsin şiire zarar veren türlerden olduğunu ve şiir
tarihinde bir zayıflık noktası oluşturduğunu belirtmişlerdir63
.
Başka eleştirmenler ise Arap şiir tarihinde tahmîsin müspet bir yerde durduğunu
söylemişlerdir. Onlara göre şairlerin birbirleriyle yarışması sonucunda edebî bir rekabet
ortamı oluşmuş, bu da Arap şiirini ileriye doğru götürmüştür. Şiirin zayıf
düşürülmesinde, bu yarışın sonucunda ortaya çıkan tahmîsin hiçbir etkisi olmamıştır.
Olumsuz etkisi şöyle dursun, çeşitli faydaları bile olmuştur. Meselâ tahmîs, toplumun
mâzisiyle olan kültürel bağını güçlendirmiştir. Arap şiirinin varlığını koruyup eski
dönemlere ait eşsiz edebî eserlerin kayıt altına alınmasını sağlamıştır. Şairler,
kendilerinden önce gelen ‘Abbâsî dönemi şairlerine ait şaheserlere pek çok şey
katmışlardır. Yeniden ele alarak onlara yeni içerik kazandırmışlardır. Bu yolla,
yaşadıkları dönemin gerçeklerine uygun olarak o şiirlerin içeriğini güncelleştirmişlerdir.
Tahmîs yazan şairlerin, kasîde yerine yaşadıkları gerçeklerden aldıkları ilhâm ile
hareket etmeleri, işin olumlu tarafını oluşturmuştur. Böylece tahmîs, iki şairin yaşadığı
gerçeklikleri yan yana getirme ve aralarında bağlar kurmaya çalışma sanatı olduğundan
ona ileriye dönük bir adım ve şiir alanında getirilen bir yenilik olarak bakılabilir64
.
S O N U Ç
‘Abbâsîler döneminin başında kasîdenin biçimsel özelliklerinin değişime
uğramaya başlamasıyla ortaya çıkan tahmîs, bir manzûmenin beyitlerinin üstüne veya
mısralarının arasına aynı vezin ve kâfiyede üçer mısra eklenerek nazmedilen şiirin
adıdır. Bir beytin iki mısrası arasına üç mısra getirmek suretiyle oluşan tahmîslere teorik
olarak taştîr denilebilse de Arap edebiyatında bunlara tahmîs adının verilmediği
görülmüştür. Tahmîs yazan şairler, genelde, eski şairlerde var olan yeteneğin benzeri bir
kabiliyetin kendilerinde de bulunduğunu göstermek istemişlerdir. Tahmîs aracılığıyla
şiirin fesahat ve belagatına bozukluk gireceğini, ek ve asıl mısraların anlamları arasında
uyumsuzluğun ortaya çıkacağını söyleyen bazı eleştirmenler bu nedenle tahmîse olumlu
yaklaşmazken, bazıları da tahmîs vasıtasıyla edebî bir ortam oluştuğunu, bunun da şiiri
ileriye götürdüğünü söylemişlerdir.

62 en-Nebhânî, el-Mecmû’atu’n-Nebhâniyye, I, 17.
63 er-Râfi‘î, Mustafa Sâdık, Târîhu Âdâbi’l-‘Arab, Beyrût, 1394/1974, III, 386.
64 İbn Ma‘sûm el-Medenî, a.g.e., s. 129-130.

Konular