ARAPÇA’YI DOĞRU KULLANMANIN KUR’AN’IN ANLAŞILMASINA OLAN ETKİSİ

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 34, 2012, ss. 29-50.
ARAPÇA’YI DOĞRU KULLANMANIN
KUR’AN’IN ANLAŞILMASINA OLAN ETKİSİ
M. Vehbi DERELİ
Yard. Doç. Dr., NEÜ İlahiyat Fakültesi
Arap Dili ve Belağatı Bilim Dalı Öğretim Üyesi
mvdereli@gmail.com
ÖZET
Arapça bir metin olarak indirilen Kur’an, bu dili en kapsamlı şekilde kullanmıştır.
İnsanlara yol göstermeyi hedefleyen Kur’an’ın gerçek işlevi, ancak doğru anlaşıldığı
takdirde gerçekleşmiş olacaktır. Kur’an’ın doğru anlaşılması ise, her şeyden önce Arap
dilini doğru kullanmaya bağlıdır.
Bu makale, Arap diline aykırı çeviri ve izahlardan örnekler sunarak, Arapçayı doğru
kullanmanın, Kur’an’ın doğru anlaşılması açısından önemini ortaya koymak amacıyla
kaleme alınmıştır. Nahiv, sarf ve lugat ilimleri açısından Arap dili ve gramerine uymayan,
bunun dışında Arap dilinin üslûbunu ve deyimsel anlam ihtimalini dikkate almayan
çeviri ya da izah örnekleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca metnin asıl anlamına ve
Kur’an’ın indiği dönem Arapçasına riayet etmemekten kaynaklanan yorumlara da dikkat
çekmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Arap Dili, Kur’an, nahiv (sentaks), sarf (morfoloji), tefsir, meal.
THE EFFECT OF USING ARABIC CORRECTLY TO UNDERSTAND THE HOLY QUR’AN
The Holy Qur’an, sent as an Arabic text, utilized this language comprehensively.
The real function of the Holy Qur’an, whose purpose is to guide people, will eventually
be understood accurately. Acccurate understanding of the Holy Qur’an, first of all, depends
on using Arabic correctly.
This article was written with the aim of revealing the importance of using Arabic
correctly in terms of accurately understanding the Holy Qur’an, demonstrating the examples
of translations and interpretations contrary to Arabic language. This article asserts
samples of translations and interpretations, which didn’t comply with Arabic language
and grammar in terms of nahw (syntax), sarf (morphology) and the dictionary,
other than this didn’t consider wording of Arabic and the possibility of idiomatic meaning.
Furthermore this article has tried to direct attention to the interpretations which
didn’t comply with the original meaning of the text and Arabic in the period of the null
of Holy Qur’an.
Key words: Arabic language, Holy Qur’an, nahw (syntax), sarf (morphology), tafseer,
Holy Qur’an meaning (meal).
30 M. Vehbi DERELİ
Giriş
Arapça bir metin olarak nâzil olan Kur’an, bu dili en kapsamlı şekilde
kullanmış ve muhataplarını irşâd etmiştir. Kur’an, aynı zamanda mu’ciz
(benzerini oluşturmaktan âciz bırakan) ve vecîz (özlü/özet ifadeler içeren)
bir kitaptır. “Manâsı açık bir Arapça ile”1
indirilmiştir ve muhataplarından
“âyetlerini iyiden iyiye düşünmelerini”2
istemektedir. Fakat insanları karanlıktan
aydınlığa çıkarmak için indirilen3
Kur’an’ın gerçek işlevi, ancak doğru
anlaşıldığı takdirde gerçekleşmiş olacaktır. Allah (c.c.) iyi anlaşılsın diye
Kur’an’ı Arapça indirdiğini belirtiğine göre,4
onu doğru anlamak da onun
muhatabı olan “anlayan özneler”e düşmektedir. Kur’an’ın doğru anlaşılmasının
yolu ise her şeyden önce Arap dilini doğru kullanmaktan geçer.
Bu makale, Arap Dilini doğru kullanmanın Kur’an’ın sahih bir şekilde
anlaşılmasına olan katkısını ele almaktadır. Geçmişte ve günümüzde Kur’an
meal ya da tefsirlerinde, Kur’an’ın anlaşılmasına yönelik kitap ve çalışmalarda
söz konusu olan Arap dili ve üslubuna aykırı çeviri ve izahlardan örnekler
sunarak, Arapçayı doğru kullanmanın Kur’an’ın doğru anlaşılması açısından
önemini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Konu, elbette hem Arap dilinin kuralları, hem de edebiyat-belagat
ilimleri açısından ayrı ayrı incelenebilecek bir niteliğe sahiptir.5
Ancak bu
çalışmada -genel olarak Arap diline hâkim olmanın Kur’an’ın anlaşılmasına
olan katkısına vurgu yapılmakla birlikte- özellikle nahiv, sarf ve lugat yönüyle
Arap dili ve gramerine uymayan, Arap dilinin üslûbunu yansıtmayan, deyimsel
kullanım ihtimalini göz ardı eden ve bir karine yokken böyle bir arayış
içerisinde olan çeviri ya da izah örnekleri üzerinde durulacaktır. Ayrıca
Kur’an’ın Arapça metninin ifade ettiği asıl anlam ile onun indiği dönemdeki
kullanımını esas almak da yine Arap dilinin bir gereği olduğundan, son bö-
lümde bu iki hususu göz ardı etmekten kaynaklanan tercüme ve yorumlara
da dikkat çekilmeye çalışılacaktır.
1 Şuarâ, 26/195. 2
Sâd, 38/29.
3 İbrahim, 14/1. 4
Bkz. Yûsuf, 12/2.
5
Kur’an’ın anlaşılmasında özel olarak Belağat ilminin önemini ortaya koyan çalışmalara şu iki makaleyi
örnek verebiliriz: Eren, Cüneyt, “Arap Belagatinin Kur’an-ı Kerim’in Anlaşılmasına Katkısı”, DEÜ İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XX, İzmir, 2004, s. 115–138; Coşkun, Ahmet, “Kur’an-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Belâ-
gat İlminin Önemi”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları-III, Ensar Nşr., İst., 2002, s. 269-283.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

31
1. Kur’an’ın Arapça Oluşu ve Arap Diline Olan Katkısı
Kur’an-ı Kerîm, Allah’ın insanlığa gönderdiği son ve evrensel mesajın
adıdır. Araplar arasından seçilmiş son Peygamber’e, Arapça bir kitap olarak
indirilmiştir.
Kur’an’ın Arap dili ile indirildiği ve bunun gerekçesi, bizzat Kur’an’da
şöyle belirtilir:
ُ َ إنا أنزلناه قـرآنا عربيا لعلكم تـعقلون
ِ
َّ ُ ْ ْ َ ْ
َ ً ً ّ
ِ
ََ ُ ُ َ َْ َ َّ” : ِBiz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki anlayasınız.”6

ِ َّوإنه َلتنزيل رب َ العالمين ََنز
: َ َ ْ َ َ ْ َ َ ُ َ ُْ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ٍ ُ َ َ ِ ُّ ُ َ َ َ َ ٍّ ُ ِ ِ ِ ِ ٍ ل به الروح الأمين على قلبك لتكون من المنذرين بلسان ِ ِ عربي مبين َ َ ُ ْ َ ُ ِّ َ َ
“Şüphesiz bu Kur’an, Âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Uyarıcılardan olasın
diye onu Güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık bir Arap dili ile
indirmiştir.”7
ِ َ ْ َ ْ ْ ّ َ وكذلك أوحينَا إليك ُ ً قرآنا ً عربيا
an’Kur bir Arapça böylece da Sana : “َ ِ َ ِ َ َ َ َ ْ َ
vahyettik…”8

ِ إنا ْجعلنَاه ُ ً قرآنا ً عربيا َّ لعلكم ُ َ تعقلون
ِ َ ِ ُ ْ َ ْ َّ َ َ ُ ّ َ َ ْ
: “Düşünesiniz diye Biz onu Arapça bir Kur’an
kıldık.”9
Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesi gayet tabiîdir. Zira Hz. Peygamber’in
(a.s.) o günkü ilk muhatap çevresi Arabistan’dır. Kur’an, öncelikle o
bölgede yaşayan insanlara hitap etmiştir. Çünkü her Peygambere kendi
kavminin dili ile kitap verilmesi yine Kur’an ile sabit genel bir yasadır.10 Ancak
bu, Kur’an’ın yalnızca o dönemin Araplarına yönelik bir kitap olduğu
anlamına da gelmez. Kur’an, kelâmın sahibi olan Allah tarafından, iyi anlaşılsın
diye açık, anlaşılır, sağlam ve düzgün bir Arapça ile indirilmiştir.11 Dolayı-
sıyla ona dair bir tercüme ya da yorumun geçerli olabilmesi için, Arap dili ve
üslûbuna uygunluk, en önemli kriter durumundadır.12
Arapça, Kur’an’ın en temel unsurlarından biridir. Allah’ın son elçisinin
Araplar içerisinden seçilmesi gibi Kur’an-ı Kerîm’in Arapça indirilmesi de,
elbette Allah’ın bir tercihidir. O’nun her işi hikmetle olduğundan, son ve
6
Yûsuf, 12/2.
7 Şuarâ, 26/192–195. 8 Şûrâ, 42/7. 9 Zuhruf, 43/3.
10 Bkz. İbrahim, 14/4. 11 Yûsuf, 12/2; Nahl, 16/103; Şuarâ, 26/195. 12 Krş. Işıcık, Yusuf, Kur’an’ı Anlamada Temel İlkeler, Esra Yay., Ank., 1997, s. 97.
32 M. Vehbi DERELİ
evrensel mesajın bu dilde indirilmesinde herhalde Arapçanın engin bir ifade
gücüne sahip oluşu da inkâr edilemez.
Arapça, ifade tarzı ve edebî sanatlar yönüyle oldukça zengin bir dildir.
Bu özellik, verilecek mesajın, istenilen boyutlarda sunulmasını sağlar. Bu
sebeple, Kur’an-ı Kerîm’in en önemli özelliği, Arap dilini mükemmel bir şekilde
kullanmış olmasıdır. Bunu yaparken de Kur’an, eski Arap üslûbunu
aşan bir tarz ve harika bir nazım örgüsü olan i’câzî yönü ortaya koymuştur.
Kur’an, lafzı, nazmı, üslûbu ve içeriğiyle de insanları ve cinleri kendisine
benzer bir metin ortaya koymaktan âciz bırakmıştır. Ele aldığı konuları kendine
has bir üslûp ve ahenk içerisinde işlemiştir.13
Kur’an’ın indiği dönemde Arap diline ait yazılı belgeler son derece azdı.
Bu sebeple fasîh bir Arapça olarak indirilen Kur’an, aynı zamanda Arap
diline dair en önemli yazılı metin durumundadır. Bu dilin korunmasının yanı
sıra, dilbilgisi kuralları itibariyle sistematik bir yapıya bürünmesinde de
Kur’an’ın katkısı büyüktür. Arap dilindeki kelimelerin farklı formlardaki kullanımı,
fiillerin hangi harf-i cerler ile hangi anlamlar kazandığı gibi pek çok
alanda Kur’an, en büyük mu’cemdir. Dolayısıyla Arap dilinin gelişmesi büyük
oranda Kur’an sayesinde olmuştur.
Müslüman olan insanların Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlama ihtiyaçları
kaçınılmazdır. Bu sebeple, Arap dilinin yaygınlaşarak dünyanın dört bir yanında
konuşulan bir dil olmasında, yani yerellikten evrenselliğe dönüşmesinde
o, en büyük payın sahibidir.
Ayrıca Kur’an, Arap diline ait lehçe ve şiveleri Kureyş lehçesi etrafında
birleştirerek, Arap dili ve kültürünün dünya durdukça varlığını sürdürmesinde
de önemli bir işlev gerçekleştirmiştir.
2. Kur’an’ı Anlamada Arap Dilini doğru kullanmanın Önemi
Bilindiği üzere Kur’an vahyinin nâzil olduğu Câhiliye döneminde Araplar,
edebiyat ve hitabette son derece ileri bir düzeyde idiler. Kendilerini, dili
en güzel konuşan, meramını en güzel ifade eden kavim olarak görüyorlardı.
Bu sebeple ‘Arab’ kelimesi Arapçada, akıcı olarak konuşan, meramını en
güzel ve net bir şekilde anlatabilen kimseye denirdi. Araplar, diğer milletlere
13 Krş. Eren, Cüneyt, a.g.m., s. 118.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

33
de dili rahat konuşamayan, ifadeleri kapalı olan kimse anlamında ‘acem’
ismini veriyorlardı.
14
İşte böyle bir ortamda Arapça bir kitap olarak indirilen Kur’an’ın, dil
ve üslûp açısından en üstün özelliklerle donatılmış olması kaçınılmazdı. Bu
sebeple, Kur’an’ı anlamak için Arap dilinin inceliklerine hâkim olmak şarttır.
“Hattâ İslâm ilimleri tarihine göz attığımızda, itikâdî ve amelî ihtilâfların
temelinde, Kur’an’ın edebî inceliklerini anlamadaki farklılıkların önemli bir
tesiri olduğunu görmekteyiz.”15
el-Asma‘î’nin (ö. 216/831), el-Halîl b. Ahmed’den (ö. 175/791) naklettiğine
göre, Ebû Amr b. el-A’lâ (ö. 154/771), dili iyi bilmenin önemine dikkat
çekmiş ve Arap dilinin inceliklerini iyi bilememeleri sebebiyle Irak’ta pek çok
kimsenin sapkınlığa düştüğünü/zındıklaştığını ifade etmiştir.16 İbn Cinnî (ö.
392/1001) ise, bu dilin bütün yönleriyle yeterince bilinememesinin,
Muşebbihe ve Mucessime gibi birçok fırka ve sapmaların oluşumundaki
etkisine işaret etmiş; mecâzî üslûp ve ifadelere hâkim olmanın, Arap dilinin
doğru kullanımı açısından önemine vurgu yapmıştır.17
Arapça, oldukça zengin bir dil olduğu için, her türlü duygu ve düşünceyi
en ince detayına kadar ifade etme gücüne sahiptir. İştirâk, terâduf,
vucûh-nazâir ve ezdâd kitaplarında bunlara dair sayısız örnek mevcuttur.
Ayrıca Arap dilinde bir objeyi ifade eden onlarca isim olabildiği gibi, bir kelime
ya da fiilin onlarca karşılığını bulmak da mümkündür. Özellikle dilin
geliştiği coğrafyada yaygın bir kullanım alanı olan deve, çöl ve yağmur gibi
bazı kelimelerin pek çok karşılığı vardır. Mesela deve için kullanılan seksenden
fazla isme rastlamak mümkündür. Yine yaş, tür ya da renk gibi özelliklerine
göre atlara verilen onlarca isimden söz edebiliriz. Sözlüklerde geçmiş-
ten bu yana olay, haber, yenilik, bid’at, belirti, kötü emare, pislik, ahlaksızca
davranış, delikanlı, görüngü ve fenomen gibi onu aşkın anlamını gördüğü-
ََ الحدث müz
ْ َ kelimesi de, bu dilin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyan bir
14 ‘Arab’ ve ‘Acem’ kelimeleri hakkında bkz. el-Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammad, Tâcu’l-Luğa ve
Sıhâhu’l-‘Arabiyye (Thk. Ahmed Abdulğafûr Attar), Dâru’l-‘İlmi li’l-Melâyîn, Beyrut, 1987, I, 179, V,
1981; İbn Fârîs, Ebu’l-Huseyn Ahmed, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa (Nşr. Abdesselâm Muhammed Hârûn),
Mısır, 1969–1972, IV, 299–300. 15 Eren, a.g.m., s. 118-119. 16 İbnu’l-Enbârî, Ebu’l-Berakât Kemâluddîn Abdurrahman b. Muhammed, Nuzhetu’l-Elibbâ fî Tabakâti'lUdebâ
(Thk. İbrahim es-Samerrâî), Mektebetu’l-Menâr, Ürdün, 1985, s. 31. 17 İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, el-Hasâis (Thk. Muhammed Ali en-Neccâr), el-Mektebetu’l-‘İlmiyye,
Beyrut, tsz., III, 245.
34 M. Vehbi DERELİ
başka örnektir.18 Buna bir de حدث kökünden türeyen diğer isimler ve mezid
bablarda ortaya çıkan anlam zenginliği eklendiğinde, karşımıza çok büyük
bir anlam kümesi çıkacaktır.19 Bu durum aslında pek çok fiil kökü için söz
konusudur.
3. Arap Dili AÇISINDAN SORUN ARZ EDEN Çeviri ve YORUM
Örneklerİ
Bu bölümde objektif bir bakış açısıyla nahiv ve sarf ilimlerinin ortaya
koyduğu dil kurallarını ihlal eden örneklerin yanı sıra; Arap dilinin üslûbunu,
mecâzî anlam ihtimalini, metnin asıl anlamını ve bu dilin Kur’an’ın indiği
dönemdeki durumunu dikkate almayan bazı çeviri ve yorum örneklerine
işaret etmek istiyoruz.
3.1. Nahiv İlmine Aykırı Çeviri ve İzahlar
Kur’an’ın bir âyeti hakkında yapılan bir izah ya da yorumu, bir âyet
çevirisini değerlendirmede en temel esas, Arap dilinin kurallarıdır.
ِ ِ َََ كلا لو تـعلمون علم اليقين لتـرون الجحيم) âyetleri. 6 ve 5 nin’Sûresi Tekâsur
َ َ
َّ ْ
( َ َّ ْ َ َْ َ ْ ْ ِ ِ َ ََ ُ ُ
bazı meallerde şöyle tercüme edilmiştir: “Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile
bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz.”20
Hâlbuki doğru tercüme şu şekilde olmalıydı: “(Durum, sandığınız gibi
değildir). Eğer kesin olarak bilseydiniz... (böyle yapmazdınız.) Yemin olsun,
cehennemi mutlaka göreceksiniz.”21 Ya da “Keşke gerçeği tam olarak kavramış
olsaydınız!” şeklinde bir çeviri de düşünülebilir.22
18 Bu kelimenin tüm anlamları için bkz. el-Cevherî, es-Sıhâh, I, 278 vd.; İbn Fârîs, Mu’cemu Mekâyîsi’lLuğa,
II, 36; ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa (Thk. Muhammed Bâsil
‘Uyûnu’s-Sûd), Beyrut, 1998, I, 172-173; İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed, Lisânu’l-
‘Arab, Dâru Sâdir, Beyrut, 1414, II, 131-134; Enis, İbrahim vd., el-Mu’cemu’l-Vesît, Çağrı Yay., İst., 1989,
s. 159-160; Komisyon, el-Mu'cemu'l-Arabiyyu'l-Esâsî, el-Munazzamatu'l-‘Arabiyyetu
li’t-Terbiyeti ve’s-Sekâfeti ve’l-‘Ulûm, Tunus, 1988, s. 295-297. 19 Bu kökten türeyen isim ve fiillerin Kur’an’daki kullanımı ve anlamları için bkz. el-Isfehânî, Râğıb, elMufredât
fî Ğarîbi’l-Kur’ân (Thk. Safvân Adnân ed-Dâvudî), Dâru’l-Kalem-ed-Dâru’ş-Şâmiye, DımeşkBeyrut,
1412, s. 222-223.
20 Özek, Ali vd., Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali, Suudi Arabistan, 1992, s. 599; Yılmaz, Hakkı,
Necm Necm Kur’an’ın Türkçe Meali, İşaret Yay., İst., 2011, s. 48. 21 Benzer çeviriler için bkz. Koçyiğit, Talat, Kur’an-ı Kerîm ve Türkçe Meâli, Nükte Yay., Konya, 2005, s.
600; Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, Işık Yay., İst., 2004, s. 600. 22 Böyle bir çeviri için bkz. Şener, Abdulkadir vd., Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumlu Meali, TDV Yay.,
İzmir, 2009, s. 600.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

35
Buna göre 6. âyet, لو
ْ
َ şart edatının cevabı değildir. لو
ْ
َ‘in cevabı
hazfedilmiştir.23 Bilindiği gibi لو
ْ
َ harfi Arapçada, cezm etmeyen şart
edatlarındandır. Kendisinden sonra أن َّ َ harfi dışında sadece fiil alabilen ve
الشرط لامتناع الجواب امتناع) kendinden sonraki şart cümlesinde yer alan fiilin ifade
ettiği manâ mevcut olmadığı için, cevabında gelen manânın da var
olmadığını) ifade eden bir harftir.24 Bu kural uygulandığında, yukarıdaki
çevirilerde olduğu gibi “Siz kesin olarak bilseydiniz, cehennemi görürdünüz.”
şeklinde bir anlam ortaya çıkmıştır. Bu da “Bilmediğiniz için cehennemi
görmeyeceksiniz.” demek olur. Hâlbuki onların bilmedikleri için cehennemi
görmedikleri ifadesi, doğru bir anlam olamaz. Onlar kesin olarak bilseler de
bilmeseler de, inansalar da inanmasalar da cehennem görülecektir.
Dolayısıyla 5. ve 6. âyetler, birbirinden bağımsızdır. Bu âyetin takdîri
şöyledir: “Eğer kesin olarak bilseydiniz, dünya malıyla uğraşmaktan ve
övünmekten vazgeçer, âhirete hazırlanırdınız.” Yahut manâ, “Ne olurdu
bilseydiniz!” şeklinde de ifade edilebilir. Buna göre 6. âyetteki ل harfi, 5.
âyetteki şart cümlesinin cevabı olmayıp, yemin ifade etmektedir.25
Tekâsur Sûresi’nin bu bölümü ile ilgili bir başka çeviri ise şöyledir:
“Yoo, eğer bu (tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız, elbet
(dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz.”26
Bu çeviride de 6. âyet, öncesindeki şart cümlesinin cevabı olarak dü-
şünülmüştür. Ayrıca parantez arasındaki tasarruflar, metni anlam itibariyle
tamamen bir başka şekle dönüştürmüş ve burada deyimsel bir anlam ortaya
çıkmıştır. Bu ise Arap dilinin gerektirdiği asıl anlamdan uzaklaşma olup, karî-
neden uzak bir te’vîldir. Yukarıdaki çeviriye gerekçe olarak, Saffât Sûresi 97.
âyette Hz. İbrahim’in atıldığı ateş için الجحيمِ
َ
ْ isminin kullanıldığı ifade
edilmiştir. Ancak Kur’an’da âhiret ateşi için de bu ismin kullanıldığı yerler
vardır. Dolayısıyla bu genelleme doğru değildir. Mesela Nâziât Sûresi 39.
âyette dünya hayatını tercih edenlerin sığınağı olarak bu kelime
َ ََ فأما من طغى وآثـر الحياة الدنـيا فإن الجحيم هي المأوى :kullanılmıştır
ْ ْ َ
ِ
َ َ ِ
َ َ ََ َ
ِ َّ ْ ْ
ََّ ْ ََ َ َ ُّ ْ َ َ
23 el-Beğavî, Ebu Muhammed Huseyn b. Mes’ûd, Meâlimu’t-Tenzîl, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 2002, s.
1430.
24 Bkz. es-Sîbeveyh, Ebû Bişr Amr b. Osman b. Kanber, el-Kitâb (Nşr. Abdu’s-Selâm Muhammed Hârûn),
Mektebetu’l-Hancî, Kahire, 1982, III, 139-140.
25 Yazır, M. Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, Azim Dağıtım, Sadeleştirilmiş bs., İst., tsz., IX, 413; Ateş, Süleyman,
Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Nşr., b.y.y., tsz., XI, 72. 26 İslâmoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay, İst., 2008, s. 1297.
36 M. Vehbi DERELİ
Hac Sûresi’nin 15. âyetinin baş tarafında yer alan أن
منكان يظن َ ْ
لن ْ َ َ َ َ ُ ُّ
الله َُُصره َْ َ يـن ْ
ُ
َّ ifadesindeki ه ُzamirinin Allah Rasûlü’ne gittiği düşüncesinden hareketle
birçok meal ve tefsirde “Kim Allah’ın, Rasûlünü dünyada ve âhirette desteklemeyeceğini
zannederse…” çevirilerine rastlıyoruz.27 Ancak yine bir dil kuralı
olarak, kelâmın sibakı (bağlam) açısından bunu kabul etmek oldukça güç-
tür.28 Çünkü âyetin öncesinde Hz. Peygamber ile ilgili bir bahis geçmiş değildir.
Zamir ise bilindiği üzere ancak daha önce geçmiş bir isme dönebilir.
Dolayısıyla buradaki zamiri, âyetin başındaki من
ْ َ
‘e göndermek de yine Arap
dilinin bir gereği olacaktır.
ُُ ُ ََ ْ ِ ْ َّ َ ْ ْ َ َ ْ ُ ًَ ََ ْ َ َ َ َ ِ ويوم يحشرهم كأن لم يلبثوا إلا ساعة من النَّهار َ ُ َ َ َ َ َْ ُ ْ يتعارفون بينَهم ْ َ َ َّ ِ ِ َقد خسر َ الذين َ َُّ كذب ِِ وا َ بلقاء االلهِ َ َوما َ ُكانوا
ِ ْ َ مهتدين
َ ُ âyetinin29 ilk bölümü bazı meallerde şöyle çevrilmiştir:
“Sanki gündüzün bir saatinden başka durmamışlar gibi hepsini mah-
şere sevk edeceği gün, beynlerinde (aralarında) tanışacaklar…”30
“Allah’ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zanneder
vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün, aralarında birbirleriyle tanışırlar…”31
“Onları huzuruna toplayacağı gün, gündüzün bir saatinden başka,
dünyada durmamış gibidirler; aralarında tanışırlar…”32
“Gündüzün bir saatinden başka kalmamışlar gibi onları bir araya topladığımız
günde onlar birbirlerini tanırlar…”33
Kanaatimizce böyle bir çevirinin oluşmasında, بـيـنـهم يـتـعارفون َ ُ َ َ ََْ َ ُ َ ْ cümlesinin
kaynaklarda genellikle ya يحشرهم
ْ ُُُ َْ fiiline muteallik ya da يـلبثوا ُ لم كأنَ َ
ْ ْ ْ َ َ cümlesi
gibi ikinci bir hal cümlesi olarak i’rab edilmesi etkili olmuştur.34 Ayrıca böyle
düşünüldüğünde, mahşer günü insanların birbiriyle tanışacakları gibi yanlış
bir anlam da ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki بـيـنـهم يـتـعارفون َ ُ َ َ ََْ َ ُ َ ْ cümlesi, hemen öncesindeki
النـَّهار من ساعة إلا َ ًَ َ َ ِ َّ ِ ifadeleri ile ilgili olmalıdır. ً
ساعة َ َkelimesine sıfat
olarak düşünüldüğünde, âyetin anlamı çok daha uygun bir hal almaktadır.
Dolayısıyla ilgili kısmın şöyle çevrilmesi mümkündür: “Onları toplayacağı
27 Altuntaş Halil-Şahin Muzaffer, Kur’an-ı Kerim Meâli, TDV Yay., Ank., 2010, s. 332; Koçyiğit, Talat, age.,
s. 332; Yıldırım, Suat, age., s. 332. 28 Krş. Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı (Çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk), İşaret Yay., İst., 2002, s. 670;
Bayındır, Abdulaziz, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yay., İst., 2006, s. 69. 29 Yûnus, 10/45.
30 Yazır, M. Hamdi, Kur’ân-ı Kerîm ve Meâl-i Şerîfi (Haz. Ertuğrul Özalp), İşaret Yay., İst., 2000, s. 215 31 Karaman, Hayreddin vd., Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV Yay., Ank., 2006, s. 213. 32 Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yeni Boyut Yay., İst., 1994, s. 213. 33 Toptaş, Mahmut, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Cantaş Yay., İst., 2004, s. 213. 34 Örnek olarak bkz. er-Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut, 1420, XVII,
259.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

37
layısıyla ilgili kısmın şöyle çevrilmesi mümkündür: “Onları toplayacağı gün,
onlar sanki birbirleriyle tanışmak için bir araya geldikleri gündüzün bir saati
kadar kalmış olduklarını zannedecekler…”35
Diğer taraftan, Kur’an’da konuyla ilgili âyetler incelendiğinde يـتـعارفون ََ َ َُ َ بـيـنـهم
ْ ُ ََْ
ifadesinin “Her hangi bir zaman diliminde insanların oturup tanışmalarından”
bahsetmediği anlaşılacaktır. Şöyle ki inkârcılar, kıyamet günü yeniden
diriltildiklerinde onlara, “Yeryüzünde ne kadar kaldınız?” diye soruldu-
ğunda, onlar, “Dünyada az bir süre kaldık, yani ya akşam vakti kadar veya
sabah vakti kadar” diyeceklerdir.36 Hatta gündüzün bir saati kadar kaldık
diye zamanı iyice daraltacaklardır. Bunun karşısında onlara az bir süre kaldıkları
ifade edilirken,37 bu zaman, Yunus Sûresi 45. âyette gündüzün bir
saatinden “kendi aranızda tanışacak kadar kısa bir süre” şeklinde takyit
edilmektedir. Dolayısıyla âyette kıyamet günü insanların oturup birbirleriyle
tanışmasından söz edilmemektedir.38
3.2. Sarf ve Lugat İlimlerini İhmal Eden Çeviri ve Yorumlar
Bazı meallerde Nisa Sûresi’nin 34. âyetindeki واضربوهن َِّ ُ
ْ َ
ifadesi, buradaki
fiilin lugat manâlarından biri kullanılarak, “Kadınlarınızı terk edin!” şeklinde
çevrilmiştir.39
Hâlbuki fiiller, ancak belli kullanımlarla farklı anlamlar kazanırlar. - في
الأرض ضرب -ضربه gibi kullanımlar hep farklı anlamlar ifade ederler.40 Bunları
dikkate almadan, gelişigüzel bir şekilde, fiillere onların farklı formlarındaki
anlamlarından herhangi birini yüklemek söz konusu olamaz.
Benzer bir yaklaşıma, hırsızlığın cezasından bahseden Mâide Sûresi’nin
38. âyetinde rastlıyoruz. وال والسارق ِ ُ َ َ َّ أيديـهما فاقطعوا سارقةَ ُ ُ
ِ
ْ
َ َ ْ َ َُ
ِ َّ” : Hırsız erkek ile
hırsız kadının ellerini kesin…”
“38. âyetteki “yed” (el) kelimesini, Kur'an'da farklı mânalarda kullanıldığını
dikkate alarak yorumlamak gerekiyor. “Yed” kelimesi, Fetih Sûresi’nin
10. âyetinde “kudret” mânasını ifade etmektedir: “Allah'ın eli onların
35 Elmalı, Hüseyin-Dumlu, Ömer, Ayet Ayet Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Ensar Nşr., İst., 2006, s. 212. 36 Naziat, 79/46.
37 Mu’minûn, 23/114.
38 Hocaoğlu, İsmail, “Meal Yanlışları-I”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, I
(Rize, 2012), 109-110.
39 Öztürk, age., s. 83 ; Yüksel, Edip, Mesaj: Kur’an Çevirisi, İst., 2000, s. 83. 40 Bkz. el-Cevherî, age., I, 168–170.
38 M. Vehbi DERELİ
ellerinin üzerindedir” denirken, Allah'ın kudretinin onların kudreti üzerinde
olduğu amaçlanmaktadır. Böylece işi yapan gücü temsil ettiği için “el”in, güç
anlamına gelen “yed” ile mânalandığı ortaya çıkmaktadır. Buradaki elin, güç
mânasını 38. âyete götürürsek şöyle bir anlam ortaya çıkar: ‘Hırsızların, hırsızlık
yapma güçlerini ortadan kaldırınız, kesiniz, engelleyiniz.’ Hırsıza, hırsızlık
yapacak fırsatın verilmemesi, öyle bir ortamın oluşmasına müsaade edilmemesi
demek olur… Hırsızlığı engelleyecek ne varsa, âyetteki قطع kelimesinin
içine girmektedir.”41
Buradaki hırsızın elini kesme emrini, “onun hırsızlıktan elini kesin!”
şeklinde Türkçemizdeki bir deyimle karşılamaya çalışması, Arap dilinin gereklerine
uygun bir yaklaşım değildir.
Kevser Sûresi ile ilgili bazı çevirilerde de Arap dili açısından sınırların
dışına çıkıldığını müşahede ediyoruz. Bunlardan birinde sûrenin ikinci âyetinin
meali şu şekildedir: “Öyleyse Rabbin için salât et (mali yönden ve zihinsel
açıdan destek ol) ve karşılaşacağın zorlukları göğüsle!”42
فصل
وانحْ ر ve ِّ
َْ ifadelerinin bu şekilde çevrilmesi, Arap dili açısından kabul
edilemez. “Salât” ve “nahr” ifadeleri dilde elbette birden çok anlama gelir.
Özellikle rivâyet tefsirleri bu anlamlar ve bunların gerekçesi olan rivayetlerle
doludur.43 Ancak yukarıda geçtiği şekliyle bir tasarrufta bulunmak, her şeyden
önce Arap dili açısından mümkün değildir.
Meryem Sûresi’nin 71. âyetindeki م وإنِ ْ ِ
ُ َ نكم إلا واردها َ
ِ
َ َّ ْ ُ ْ ِifadesini şöyle
çevirenler olmuştur:
“İçinizden oraya girmeyecek hiç kimse yoktur…”44 “Sizden ona girmeyecek
hiç kimse yoktur…”45
Sûrenin bundan önceki âyetlerinde cehennemden bahsedilmektedir.
Dolayısıyla bu tür çevirilerden, herkesin cehenneme mutlaka gireceği sonucu
çıkıyor. Hâlbuki âyette دخل değil ورد fiili kullanılmıştır. Bir yere uğramak,
oraya girmek anlamına gelmez. وارد kelimesi, bir yere varıp gireni değil, uğ-
rayıp geçen kimseyi ifade eder. Çünkü Arapların, “Falanca suya vardılar an-
41 Bkz. Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yay., İst., 2002, VI, 23. 42 Yılmaz, Hakkı, age., s. 47. 43 Örnek olarak bkz. el-Beğavî, age., s. 1439 44 Kocaoğlu, Sami, Apaçık Kur’an ve Türkçe Hikmetli Meali, Zafer Matbaası, İst., 2009, s. 310. 45 Bulaç, Ali, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Bakış Yay., İst., tsz., s. 310. Bazı mealler ise açıkça “girmek”
ifadesini kullanmasalar da yine farklı anlaşılmaya müsait “varmak/gitmek” anlamlarını tercih etmişlerdir.
Örnek olarak bkz. Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kit., Ank., tsz., s. 309; Toptaş,
age., s. 309.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

39
cak ona girmediler.” sözü meşhurdur. Yine bir beldeye ulaşmak ile ilgili olarak
da –oraya girilsin ya da girilmesin- و
َ
ر
َ
بـ ْ ُت د
َد َ
İbn. kullanılır ifadesiَ ذا َ َك ل
Mes’ud (ö. 32/652), Hasen el-Basrî (ö. 110/729) ve Katâde’nin (ö. 117/735)
görüşleri de bu yöndedir.46
Arap dilinde fiillerin hangi harf-i cerlerle hangi anlamlar kazandığı hususuna
ve kelimelerin lugavî anlamlarına dikkat etmek kaçınılmazdır.
3.3. Arap Dilinin Kendine Özgü Üslûbunu Dikkate Almayan Çeviri
ve İzahlar
Arapçanın kendine mahsus birtakım ifade tarzları vardır. Kur’an, onun
üslubuna yönelik farklı özelliklerini büyük bir ustalıkla kullanmıştır. Ancak
dilin zenginliğinin bir sonucu olan bu özel ifade tarzlarına dikkat edilmedi-
ğinde, kabul edilemez yanlışlıklar ortaya çıkmıştır.
Türkçe mealler olanca hızıyla yazılmaya devam etmekle beraber göz
ardı edilen birçok mesele de kendini hissettirmektedir. Hemen hiç dikkat
edilmeyen hususlardan biri de ibâha (yapılabilir/izin) anlamına gelen emir
formunun hedef dil Türkçeye çeviri problemidir. İbâha ifade eden emir
formlarının, yerine getirilmesi gereken mutlak emir olarak dilimize çevrilmesi,
dikkate alınmayan bir üslup özelliği durumundadır. Diğer taraftan, söz
konusu emirler, mutlak emir olarak zorunluluk ifade ediyorsa, yapmadığı
veya yerine getirmediği zaman mükellef, günah işliyor sayılacaktır.47
Örneğin, Maide Sûresi’nin 2. âyetindeki فاصطادوا حللتم وإذاَ َ ُْ ْ َ ْ َ َ ُ
ِ
َ ifadesi, bazı
meallerde şöyle tercüme edilmiştir: “İhramdan çıktığınızda avlanınız!”48
Âyetteki ifade her ne kadar emir kipinde olsa da, bunu Türkçeye yalın
bir emir kipiyle çevirmek doğru olmayacaktır. Çünkü Arap dilinde, daha önce
yasaklanmış bir hususun artık serbest olduğunu belirtmek için kullanılan
ifade tarzlarından biri de emir kipidir. Kur’an bu üslûbu mesela Cuma namazı
vaktinde alışverişin yasak olduğunu belirttikten sonra da kullanmıştır.49
Ancak Türkçede genel anlamda bu tarz bir anlayış söz konusu olmadığından;
emir kipiyle belirtilen hususun sanki bir gereklilikmiş gibi telakki edilmemesi
46 Bkz. el-Ezherî, Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu'l-Luğa (Thk. Yakub Abdunnebî), ed-Dâru’lMısriyye
li’t-Te’lîf ve’t-Tercume, Kahire, 1964, XIV, 164–165. 47 Krş. Durmuş, Zülfikar, “Kur'an-ı Kerim’de İbâha İfade Eden Emir Siygalarının Çeviri Problemi”, İnönü
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, I (2010), 2, s. 7. 48 Toptaş, age., s. 105. 49 Bkz. Cumu’a, 62/9–10.
40 M. Vehbi DERELİ
için, âyetin çevirisinde pek çok mealde haklı olarak “dilerseniz avlanın” ya da
“artık avlanabilirsiniz” gibi ifadeler tercih edilmiştir.
Bu başlık altında dikkat çekmek istediğimiz bir husus da zıt anlamlı
sözcükler ve bunların yanlış çevirisidir.
ٍ والمطلقات يـتـربصن بأنفسهن ثلاثة قـروء
ِ ِ َّ َ َ ََ ُ َ ُ َُ َ
َّ ُ ََ َّ ْ َ َِ ُ
َ ْ âyeti50 bazı meallerde şöyle tercüme edilmiş-
tir: “Boşanan kadınlar üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler.”51
Arap diline dair önemli hususiyetlerden birisi de birtakım kelime ve fiillerin
yerine göre iki zıt anlamı barındırdığı gerçeğidir. قـروء
قـر ,lafzıَُُ
ء ُْ
kelimesinin çoğulu olup, ezdâd/zıt anlamlı lafızlardandır. Hayız müddetinin
başlangıcı için de bitişi için de kullanılır. Hicaz ve Medine halkına göre
temizlik, Irak halkına göre ise hayız anlamındadır.52 Fıkıh mezheplerince
farklı anlaşılmasının sebebi de budur. Ancak bu anlamlardan birini tercih
etmeden, aynı anda iki anlam da ifade edildiğinde -maksat bu olmasa da- üç
hayız dönemine ilave olarak üç temizlik süresi denilmiş olacak, bu ise iddet
süresinin uzaması anlamına gelecektir.
O halde, çeviri yapılırken, her iki dile ait üslûp ve ifade tarzlarını iyi
etüt etmek esastır. Böylelikle, hedef dilin muhataplarının da asıl mesajı almaları
için gerekli hassasiyet gösterilmiş olacaktır.
3.4. Deyimsel Kullanımı Göz Ardı Etmekten Kaynaklanan Problemler

Kur’an’ın anlaşılmasında çok büyük katkıları olan deyimler, Kur’an
tercümelerinde en çok hata edilen hususların başında gelmektedir. Bu başarısızlığın
birinci nedeni mütercimin, Arapçanın söz sanatlarına yeterince
vakıf olmamasıdır. İkincisi, başka bir dile aktarılırken genelde metne sadık
kalmak amacıyla deyimlerin literal olarak çevrilmesi, üçüncüsü ise, mütercimin
kendi anadilini (Türkçeyi) iyi bilmemesi veya kullanamamasıdır. Bu
durum, âyetin ne dediğini anlatmaktan çok, ifadeyi anlamsız kelime yığını
haline getirmektedir. Hiç unutmamak gerekir ki, her dilin kendine has bir
ifade biçimi, deyimleri, rengi ve dokusu vardır. Kur’an’ın anlaşılmasında
bunları da hesap etmek son derece önemlidir.53
50 Bakara, 2/228.
51 Toptaş, age., s. 35. 52 el-Halebî, Ebu’t-Tayyib Abdulvahid b. Ali el-Luğavî, Kitâbu’l-Ezdâd fî Kelâmi’l-‘Arab (Thk. İzzet Hasen),
Dâru Talâs, Dımeşk, 1996, s. 359. 53 Bkz. Işıcık, Yusuf, Kur’an-ı Kerîm’in Terceme Edilmesi ve Âyetlerin Sıhhatli Anlaşılması Konusunda Bazı
Mülâhazalar”, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XI (Konya, 2001), 51; Cündioğlu, Dücane, Kur’an Çevirileri-
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

41
ْ وأشربوا في قـلوđم العجل بكفرهم Mesela
ِِ ِ ْ ُ ِ
َ ْ
ِ ِ ْ ُ
ِ ُُ ِ ُ ْ ُ
َ cümlesi bazı meallerde şöyle çevrilmiştir:
“İnkârları yüzünden gönüllerine (kalplerine) buzağı içirildi.”54 Böyle
bir mealin, doğru bir anlam ortaya koymaktan uzak olduğu aşikârdır. Hâlbuki
buradaki deyimsel kullanımı şöyle yansıtmak daha doğru olacaktır. “Buza-
ğı tutkusu küfürleri yüzünden kalplerine iyice işlemişti.”55
Buna göre, Kur’an’ın üslûp ve ifade farklılığı çerçevesinde dikkate
alınması gereken hususlardan birinin, mecaz ya da deyimsel kullanım ihtimali
olduğunu söyleyebiliriz.
Bu bağlamda, yukarıda nahiv ilmine aykırı yorumlar çerçevesinde de-
ğindiğimiz Hac Sûresi’nin 15. âyetini de incelemek istiyoruz. Âyetin metni
şöyledir:
َ ُ ْ ْ ِ َ ُ ْ ُ َ َّ ْ ُ َ َ نظر هل يذهبن كيده ما َ َ ِ ِ ِ ُّ ْ ُ ِ ٍ َِ َ ُ َ ْ َ َّ َ َّ َ ُ ْ َ ْ َ ْ ُ ْ ْ َ َ ْ ْمن كان َ ُّ يظن أن ْ لنَينْ ُصره االلهَُّ في َ الدنيا َوالآخرة َ ْ فليمدد َ بسبب إلى السماء ثم َ ْ ليقطع َ فلي
ِ ُ يغيظ
َ
Bu âyet, dildeki mecaz ya da deyimsel kullanım ihtimali dikkate alınmadığı
için, çeviri ve izahında en çok zorlanılan, farklı şekillerde tercümesi
yapılan âyetlerin başında yer alır. Bu çevirilerden bazılarına göz atalım:
“Allah'ın ona dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse
hemen yukarıya bir ip uzatsın, sonra (kendini intihar edip) boğsun da baksın
bu hilesi kendisini öfkelendiren şeyi giderecek mi?”56
“Her kim ona (Muhammed’e) Allah’ın dünyada ve âhirette asla yardım
etmeyeceğini zannediyorsa hemen tavana bir ip çeksin, sonra kendini
assın da bir baksın; başvurduğu (bu yöntem), öfkelendiği şeyi giderecek
mi?”57
“Kim Allah’ın, bu dünyada ve ötekinde ona yardım etmeyeceğini sanı-
yorsa, göğe bir ip uzatsın, sonra kessin de baksın, acaba düzeni kendisini
öfkelendiren şeyi, ne olursa olsun ortadan kaldırabilecek mi?”58
nin Dünyası, Kitabevi Yay., İst., 1999, s. 47; Koçak, Süleyman, “Açık ve Anlaşılır Bir Kur’an Çevirisinin
Temel İlkeleri”, CÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXII (2008), 1, s. 314. 54 Öztürk, age., s. 13; Toptaş, age., s. 12. 55 Örnek olarak bkz. Koçyiğit, age., s. 13. 56 Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, V, 477. 57 Altuntaş-Şahin, age., s. 332. 58 Hamîdullah, Muhammed, Aziz Kur’an (Çev. Abdülaziz Hatip-Mahmut Kınık), Beyan Yay., İst., 2003, s.
480.
42 M. Vehbi DERELİ
“Her kim Allah’ın, dünya ve âhirette Peygamberine asla yardım etmeyeceğini
zannediyorsa, kendini asmak için göğe bir ip uzatsın, sonra da kessin.
Bakalım bu hilesi, kendisini öfkelendiren (yardımı) giderecek mi?”59
“Kim Allah’ın, Resûlünü dünyada ve âhirette desteklemeyeceğini zannederse,
haydi öfkesinden bir ip alıp tavandan uzatsın, boğazından geçirsin.
Sonra nefesini kessin de bir baksın, bulduğu bu tedbiri, bu çırpınışları öfke
duyduğu şeyi, Allah’ın Resulüne yardımını engelleyecek mi?”60
Âyetle ilgili çevirilerden sadece birkaç tanesine yer verdik. Bu meallerin
oluşumunda, önceki tefsirlerin rolü büyüktür. Pek çok rivâyet ve dirâyet
tefsirinde âyete yüklenen ilk anlam, genellikle bu yöndedir.61
Hâlbuki âyette geçen سبب ََkelimesi dilde yalnızca “ip” anlamına gelmez.
Bu kelimenin ayrıca طريق yani “yol” anlamı da vardır.62 Ayrıca âyette ipi
boğaza geçirme ifadesi var mıdır? Boğazına ipi geçirip boğulan kimsenin, bu
yaptığının, öfkelendiği şeyi giderip gidermediğine bakması nasıl mümkün
olacaktır? Bu çevirilere daha pek çok itiraz getirilebilir.63 Bütün bunlar göz
önüne alınırsa, âyetin mecâzî bir ifade taşıdığı sonucu açığa çıkmış olur.
Me’ânî ilmi açısından şunu söyleyebiliriz: İnşâî bir talep ifadesi olan emir
cümleleri, bu âyette ta’cîz anlamı taşımaktadır. Gerçekleşmeyecek bir istekte
bulunmakla, muhatabın âciz bırakılması söz konusudur. Âyetin manası ile
ilgili olarak da şöyle söyleyebiliriz: İnkâr, günahkârlık ve ahlâksızlığın oluş-
turduğu psikolojik buhranlar içerisindeki bir insan, hangi yollara başvuruyor
olsa da yaptıklarından bir fayda elde edemeyecektir. Hem dünyada hem de
âhirette kaybedenlerden olacaktır.
Âyetteki mecâzî kullanımı dikkate alan çevirilere ise şu örnekleri verebiliriz:

59 Koçyiğit, age., s. 332. 60 Yıldırım, Suat, age., s. 332. 61 Örnek olarak bkz. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer el-Kuraşî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’t-Turâs,
Kahire, 1980, III, 210; el-Beydâvî, Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ali, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’tTe’vîl,
İhlas Vakfı Yay., İst., 1994, III, 377. Âyetin bu şekilde anlaşılmasının sebebi büyük ölçüde İbn Abbas
(ö. 68/687), Mucâhid (ö. 103/721), ‘İkrime (ö. 107/725) ve Katâde (ö. 117/735) gibi bazı isimlerden
nakledilen birtakım tartışmalı rivayetlerdir. 62 Bkz. el-Ferâhidî, el-Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn (Tertib: Davud Sellûm), Mektebetu Lubnan Naşirûn,
Beyrut, 2004, s. 346.
63 Bu âyetle ilgili geniş bir değerlendirme için bkz. Bayındır, age., s. 64–79.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

43
“Kim ki Allah’ın kendisine bu dünyada da, âhirette de yardım etmeyeceğini
düşünüyorsa, göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol kat etsin
ve böylece görsün, bakalım, bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı?”64
“Kim Allah’ın dünyada da âhirette de kendine yardım etmeyeceği kanaatine
varmışsa bir sebebe tutunup göğe (Allah’a) yönelsin, diğer ilişkiyi
derhal kessin ve baksın ki, bu yol kendini bunaltan şeyi gerçekten giderecek
mi yoksa gidermeyecek mi?”65
Gerek lafzın ilgili âyette hangi anlamda kullanıldığını doğru bir şekilde
belirleyebilmek, gerekse mecâzî ya da deyimsel anlamları fark edebilmek,
Arap dilini ve kültürünü bütün yönleriyle tanımaya ve dili doğru kullanmaya
bağlıdır.
3.5. Mecâzî Anlam Arayışının Yol Açtığı Sorunlar
Önceki maddede ifade edilen durum, aksi düşünüldüğünde de aynı
şekilde önem arz eder. Bir karine yokken, yani gerekli bir hal almadıkça,
mecâzî ya da deyimsel anlam arayışında olmak da bir tür zorlama ve dil açı-
sından uygun olmayan aşırı tasarruf doğurmaktadır. Duhâ Sûresi’nin baş
tarafı, bir mealde şöyle tercüme edilmiştir:
“Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örtüşün, Allah’a
ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni
terk etmeyecek ve sana darılmayacak…”66
Sûrenin Arapça metni ile bu ifadeler karşılaştırıldığında, bu çevirinin
bu âyetler için yapıldığını anlamak pek kolay olmayacaktır. Üstelik bu ifadeler,
sûrenin tefsiri değil, bir tür çeviri sadedinde kaleme alınmıştır.
3.6. Arap Dilinin Gereği Olan Temel Anlama Aykırı İzahlar
Arapçanın gerektirdiği temel anlamı bir yana bırakıp, ikincil anlam
arayışında olmak da Kur’an’ın indirildiği dilin kabullenemeyeceği pek çok
sakıncalar doğurmuştur. Kur’an’ın anlamlandırılmasında, yalnızca Arap dilinin
öngördüğü temel anlamın esas olduğu konusunda teorik açıdan herkes
64 Esed, age., s. 669. 65 Bayındır, age., s. 64. 66 Yılmaz, Hakkı, age., s. 44. Müellif, bu mealle ilgili 45. dipnotta (s. 602) şöyle diyor: “Âyetin orijinalindeki
sözcükler, ‘şu kuşluk vakti ve karanlığı büsbütün bastırdığı zaman gece’ anlamındadır. Burada da
mecâz anlamlar tercih edilmiştir.”
44 M. Vehbi DERELİ
görüş birliği içinde ise de; bu anlayış, pratikte her zaman kendini gösterebilmiş
değildir.
Buna dair Nûr Sûresi’nin 35. âyeti ile ilgili izahları örnek verebiliriz.
Âyet şöyledir:
ا
االلهَُّ نور السماوات والأرض َمثل نوره كمشكاة فيها مصباح َ
ا َ ِ ُ َّ َ ْ َ ُ ْ ُ ُ ِ َ ْ َ ِ ِ ِ ٍ ِ ِ َ َ َ ْ َ ٌ َ
ُّ ُ َ َ َ َ َ َ َ َّ ْ ٌ ُِّ ٌّ ْ لزجاجة كأنها كوكب دري ِ ْ َ ُ ُ َ َ ِ ٍ لمصباح في زجاجة َ
ََ َُ َ َ َ ٍ ٍ َُ شجرةمباركة ِ ُ ْ يوقد من
Meşhur sûfî Sehl b. Abdillâh et-Tusterî (ö. 283/896), bu âyetle ilgili
olarak şunları ifade eder: “Allah, gökleri ve yeri nurlarla süsleyendir. Muhammed’in
nuru, bir kandil yuvası gibidir.”67
Her şeyden önce şunu belirtelim: نوره ِ مثلََ ُ ُ
ifadesindeki zamirin Hz.
Peygamber’e döndüğünü kabul etmek güçtür. Çünkü bu âyetin öncesinde
onunla ilgili bir bahis geçmiş değildir. Kur’an’da Peygamberimizden doğrudan
övgüyle söz eden çok sayıda âyet vardır. Bu tamamen ayrı bir husustur.
Ancak Allah’ın göklerin ve yerin nuru olduğunu belirten âyetten sonra Peygamberimizin
nurunun misalini açıklamaya çalışmanın Arap dili açısından
kabulü söz konusu olamaz.
Bu âyetin izahı bağlamında yine ona izafe edilen ancak kendi tefsirinde
rastlayamadığımız pek çok yorum daha vardır: “Allah, gökteki ve yerdeki
varlıkların yol göstericisidir. Muhammed’in nurunun misali, insanların zürriyetine
emanet edildiğinde, özelliği burada belirtilen şekilde olan bir kandil
yuvası gibidir. “Lamba” ile onun kalbini, cam fanus ile de göğsünü kastetmiştir.
Yani sanki o, içerisinde iman ve hikmet bulunduğu için inciden bir
yıldız gibidir. “Mübarek bir ağaçtan tutuşturulmuştur” ifadesi, İbrahim’in
nurunu ifade eder. Mübarek ağaç ile darb-ı mesel yapmıştır…”68
Bu âyetle ilgili olarak böyle yorumların yapılması ilginçtir. Allah (c.c.),
Kur’an’ı apaçık bir Arapça ile indirdiğini69 kesin bir dille ifade eder. Dolayısıyla,
onun muradı bu olsaydı, elbette onları herkesin anlayabileceği bir tarzda
ortaya koyabilirdi.
Konuyla ilgili bir başka örnek de şudur: Muhyiddîn b. el-‘Arabî (ö.
638/1240), Bakara Sûresi’nin 6. âyetinde geçen كفروا الذين إنَ َ َُ
ِ َّ َّ” : ِ Allah’ı inkâr
edenler” ifadesini, “Allah sevgisiyle dolup taşan gönüllerini dış dünyaya
67 et-Tusterî, Ebû Muhammed Sehl b. Abdillâh, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (Thk. Taha Abdurraûf Sa’d-Sa’d
Hasen Muhammed Ali), Dâru’l-Haram li’t-Turâs, Kahire, 2004, s. 206. 68 Kâdî ‘Iyâz, Ebu’l-Fadl b. Mûsa el-Yahsubî, eş-Şifâ bi Ta’rîf-i Hukûki’l-Musdafâ, Mektebetu’l-Ğazâlî-
Dâru’l-Feyhâ’, Dımeşk-Beyrut, 2006, s. 59. 69 Şuarâ, 26/195.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

45
kapatanlar” şeklinde açıklamakta ve böylelikle âyetin anlamı büyük ölçüde
farklılaşmaktadır.70
Kur’an-ı Kerim, Arap dili ile indirildiğine göre, âyetleri anlamada bu dilin
gerekleri esas olacaktır. Âyetten çıkarılacak manâ -ikincil/yan anlam olsa
dahi- her şeyden önce fasih Arap dilinin gereklerine uygun olmalıdır.
3.7. İlk Dönem Arapçasını Dikkate Almayan Çeviri veya Yorumlar

Kur’an-ı Kerim, Sami dil ailesine mensup olan bir dilde (Arapça) nazil
olup, mesajını bu dilin imkânlarıyla ifade ettiğinden, Kur’an âyetlerinin anlamını
belirlemede, bilhassa o dönemde konuşulan dilin ve kendine özgü
hususiyetlerin, onu ortaya çıkaran sosyal çevrenin ve kültürün bilinmesi,
kaçınılmaz bir zorunluluktur.71 Kur’an dilinin sözcük hazinesi, nazil olduğu
dönemdeki ilk muhataplarınca bilinen anlamlarıyla tespit edilmelidir. Dil ve
kültürün zaman içindeki değişimi dikkate alınmalı ve bunlar, sonradan kazandığı
anlamlara göre değil ilk kullanıldıkları anlamlara göre tercüme edilmelidir.72
Bu sebeple Kur’an’ın anlaşılıp yorumlanmasında esas olan, Arapça
lâfızlardan o günkü insanların ne anladığıdır.
Her ne kadar evrensel bir kimliğe sahip olsa da, kendi döneminin insanlarının
anlamadığı bir mesajın etkili olması ve taraftar bulması mümkün
değildir. Dolayısıyla âyetlerin ilk dönem diliyle anlaşılması esastır. Kur’an’ın
bir âyetini anlarken, o âyetteki anahtar lâfzın, Kur’an’ın indiği dönem Arap-
çasındaki mânâsına değil de, sonraki dönemlerde gelişen ıstılahî ve teknik
anlamlarına itibar etmek yanlış sonuçlar doğuracaktır. Bu sebeple âyetleri
anlamlandırmada Kur’an’ın hitap ettiği ilk dönem Arapçasına riayet etmek
de Arap Dilini doğru kullanma kapsamında değerlendirilmelidir.
Bir kelimenin lugavî anlamı dışında kazandığı farklı manaları (ıstı-
lah/terim anlamı) elbette olabilir. Bazı kelimeler, dilin tarihî seyrinde belli
dönemlerde farklı terminolojik anlamlar kazanmışlardır. Bu manalarla asıl
konuluş anlamları arasında –çoğunlukla temelde bir irtibat bulunsa da- bü-
yük farklılıklar dahi oluşabilir. Bundan dolayı lâfızların lugavî ve ıstılahî ma-
70 el-Futuhâtu'l-Mekkiyye, Kahire, 1972, I, 49, 161. 71 Koçak, Süleyman, a.g.m., s. 312. 72 Cündioğlu, Dücane, “Bir Kur’ân Terminolojisi Oluşturmaya Doğru”, III. Kur’an Haftası Kur’ân Sempozyumu,
Ank., 1998, s. 160-161.
46 M. Vehbi DERELİ
naları arasındaki farkı bilmek, önemlidir.73 Bilhassa dinî metinlerde yer alıp
tarih boyu çeşitli anlamlar kazanan lâfızların saf, hâlis hallerini dikkate almak,
onları doğru yorumlamanın olmazsa-olmaz şartlarındandır. Bu hususta
şu meşhur örneği hatırlatmakla yetinmek istiyoruz.
Bazı meallerde Bakara Sûresi’nin 217. âyetindeki القتل ِ من أكبـر والفتـنةَ ْ ْ ُ َ ْ ْ
ِ َُْ َ َ
ِ
َ cümlesi, şu şekilde tercüme edilmiştir: “…Çünkü fitne (çıkarmak ve
mü’minleri inkâra zorlamak), öldürmekten daha büyük bir günahtır.”74 Hâlbuki
bu kelimenin asıl anlamı “imtihan ve sınama”dır.75
“Fitne” kelimesi Kur’an’da özgürlüğün, din ve vicdan hürriyetinin kısıtlanması
anlamındadır. Katilden daha büyük olan hadise de böyle bir fitnedir.76
el-Halîl b. Ahmed (ö. 175/791), âyette adam öldürmekten daha şiddetli
olduğu belirtilen fitne kelimesini azap/işkence manâsı ile karşılamıştır.77 Bu
da yine “imtihan” anlamını desteklemektedir. Çünkü kendilerine eziyet ve
işkence uygulanan kişilerde onları deneme, tutumlarından vazgeçirme ve
iradelerini sınama niyeti vardır. Özellikle ٌ
َْ وقاتلوهم حتى لا تكون فتـنة
ُ ُ ْ َ َّ َ َ ُ َ ِ
ِ
ِ ويكون الدين للَّ ََ
ه ََ ُ َ ِّ ُ
ِ
âyetinde78 bu anlam çok daha net olarak açığa çıkmaktadır. Kelimenin savaş,
anarşi ve kargaşa çıkarmak gibi anlamları ise onun sonraki dönemlere ait
karşılıklarıdır.
Kelimelerdeki bu değişimler o kadar yaygın ve önem arz eden bir husustur
ki, onların zaman içerisinde kazandıkları farklı anlamları inceleyen
müstakil bir bilim dalı (ilmu’l-meânî/ semantik) oluşmuştur. Kur’an-ı Kerim,
milâdî 610–632 yılları arasında Mekke ve Medine’de kullanılan dil ile ifade
edildiğinden; onu doğru anlamak için, Kur'an öncesi döneme ait kelime ve
kavramların o dönemde hangi anlamlarda kullanıldığına dikkat edilmelidir.
SONUÇ
Arap dilini doğru kullanmak, Kur’an’ın doğru anlaşılması için gerekli
olan en önemli husustur. Zira Arap dilinin gereklerine riayet etmemek,
Arapçanın hakemliğini, önemini, kelimelerin anlam zenginliğini dikkate almamak,
Kur’an’ın anlaşılmasında birçok sorunu da beraberinde getirmiştir.
73 Işıcık, Yusuf, Kur’an’ı Anlamada Temel Bir Problem (Te’vîl), Esra Yay., İst., 1997, s. 21. 74 Bkz. Heyet, Kur’an-ı Kerim ve Karşılıklı Muhtasar Meali, Hayrat Nşr., İst., 2010, s. 33. 75 Bkz. el-Cevherî, age., VI, 2175. 76 Bkz. İbn Kesîr, age., I, 254. 77 Kitâbu’l-Ayn, s. 622.
78 Bakara, 2/193. Enfâl, 8/39’da ise aynı âyet, كلهُ
ُّ
ُ ilavesi ile yer alır.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

47
Kur’an üzerine yapılmış çalışmalara bakıldığında, Nahiv, Sarf ve Lugat
ilimlerinin yanı sıra Arap dilinin üslûbu açısından fark edilebilen pek çok dil
yanlışı ile karşılaşılmaktadır. Ayrıca Kur’an metninde deyimsel anlam ihtimalini
göz ardı etmek de mecâzî anlam arayışı içerisinde olmak da birtakım
sorunlara yol açmıştır. Kelime ya da ifadelere verilen eksik ya da fazla tasarruf
içeren anlamlar, ilgili âyetleri yanlış yorumlama sonucunu doğurmuştur.
Bunlar dışında, Arapçanın doğru kullanılması bağlamında değerlendirilebilecek
iki husus daha vardır ki bunlar, metnin aslî anlamını esas almak
ve Kur’an’ın indiği döneme ait dili hesaba katmak şeklinde ifade edilebilir.
Zira âyetleri, indiği dönemin dili ve kültürü çerçevesinde hakiki anlamları ile
anlamaya çalışmak, Kur’an’ın Arap dilinde indirilmiş olmasının doğal bir
sonucudur. Arap dilinin onaylamadığı anlamlara değer vermek, Kur’an’ın
indirildiği dile saygısızlık olup, onun apaçık bir Arapça ile gönderilmiş olduğu
gerçeğiyle de bağdaşmayacaktır.
KAYNAKÇA
Altuntaş Halil-Şahin Muzaffer, Kur’an-ı Kerim Meâli, TDV Yay., Ank.,
2010.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Nşr.,
b.y.y., tsz.
________, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kit., Ank., tsz.
Bayındır, Abdulaziz, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye
Vakfı Yay., İst., 2006.
Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı
Yay., İst., 2002.
el-Beğavî, Ebu Muhammed Huseyn b. Mes’ûd, Meâlimu’t-Tenzîl, Dâru
İbn Hazm, Beyrut, 2002.
el-Beydâvî, Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ali, Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, İhlas Vakfı Yay., İst., 1994.
Bulaç, Ali, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Bakış Yay., İst., tsz.
el-Cevherî, Ebû Nasr İsmail b. Hammad, Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-
‘Arabiyye (Thk. Ahmed Abdulğafûr Attar), Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, Beyrut,
1987.
Coşkun, Ahmet, “Kur’an-ı Kerîm’in Anlaşılmasında Belâgat İlminin
Önemi”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları-III, Ensar Nşr., İst., 2002.
48 M. Vehbi DERELİ
Cündioğlu, Dücane, “Bir Kur’ân Terminolojisi Oluşturmaya Doğru”, III.
Kur’an Haftası Kur’ân Sempozyumu, Ank., 1998.
________, Kur’an Çevirilerinin Dünyası, Kitabevi Yay., İst., 1999.
Durmuş, Zülfikar, “Kur'an-ı Kerim’de İbâha İfade Eden Emir Siygaları-
nın Çeviri Problemi”, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, I (2010), 2.
Elmalı, Hüseyin-Dumlu, Ömer, Ayet Ayet Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı,
Ensar Nşr., İst., 2006.
Enis, İbrahim vd., el-Mu’cemu’l-Vesît, Çağrı Yay., İst., 1989.
Eren, Cüneyt, “Arap Belâğatının Kur’an-ı Kerim’in Anlaşılmasına Katkı-
sı”, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XX, İzmir, 2004.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı (Çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk),
İşaret Yay., İst., 2002.
el-Ezherî, Ebu Mansûr Muhammed b. Ahmed, Tehzîbu’l-Luğa (Thk.
Yakub Abdunnebî), ed-Dâru’l-Mısriyye li’t-Te’lîf ve’t-Tercume, Kahire,
1964.
el-Ferâhidî, el-Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn (Tertîb: Davud Sellûm),
Mektebetu Lubnan Naşirûn, Beyrut, 2004.
el-Halebî, Ebu’t-Tayyib Abdulvahid b. Ali el-Luğavî, Kitâbu’l-Ezdâd fî
Kelâmi’l-‘Arab (Thk. İzzet Hasen), Dâru Talâs, Dımeşk, 1996.
Hamîdullah, Muhammed, Aziz Kur’an (Çev. Abdülaziz Hatip-Mahmut
Kınık), Beyan Yay., İst., 2003.
Heyet, Kur’an-ı Kerim ve Karşılıklı Muhtasar Meali, Hayrat Nşr., İst.,
2010.
Hocaoğlu, İsmail, “Meal Yanlışları-I”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, I, Rize, 2012.
el-Isfehânî, Râğıb, el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân (Thk. Safvân Adnân
ed-Dâvudî), Dâru’l-Kalem-ed-Dâru’ş-Şâmiye, Dımeşk-Beyrut, 1412.
Işıcık, Yusuf, Kur’an’ı Anlamada Temel İlkeler, Esra Yay., Ank., 1997.
________, Kur’an’ı Anlamada Temel Bir Problem (Te’vîl), Esra Yay.,
İst., 1997.
________, Kur’an-ı Kerîm’in Terceme Edilmesi ve Âyetlerin Sıhhatli
Anlaşılması Konusunda Bazı Mülâhazalar”, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XI,
Konya, 2001.
İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, el-Hasâis (Thk. Muhammed Ali enNeccâr),
el-Mektebetu’l-Ilmiyye, Beyrut, tsz.
Arapça’yı Doğru Kullanmanın Kur’an’ın Anlaşılmasına Olan Etkisi

49
İbn Fârîs, Ebu’l-Huseyn Ahmed, Mu’cemu Mekâyîsi’l-Luğa (Nşr.
Abdusselâm Muhammed Hârûn), Mısır, 1969–1972.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer el-Kuraşî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm,
Dâru’t-Turâs, Kahire, 1980.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed, Lisânu’l-‘Arab, Dâru
Sâdir, Beyrut, 1414.
İbnu’l-‘Arabî, Muhyiddîn, el-Futuhâtu'l-Mekkiyye, Kahire, 1972.
İbnu’l-Enbârî, Ebu’l-Berakât Kemâluddîn Abdurrahman b. Muhammed,
Nuzhetu’l-Elibbâ fî Tabakâti'l-Udebâ (Thk. İbrahim es-Samerrâî),
Mektebetu’l-Menar, Ürdün, 1985.
İslâmoğlu, Mustafa, Hayat Kitabı Kur’an, Düşün Yay, İst., 2008.
Kâdî ‘Iyâz, Ebu’l-Fadl b. Mûsa el-Yahsubî, eş-Şifâ bi Ta’rîf-i Hukû-
ki’l-Musdafâ, Mektebetu’l-Ğazâlî-Dâru’l-Feyhâ’, Dımeşk-Beyrut, 2006.
Karaman, Hayreddin vd., Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, TDV
Yay., Ank., 2006.
Kocaoğlu, Sami, Apaçık Kur’an ve Türkçe Hikmetli Meali, Zafer Matbaası,
İst., 2009.
Koçak, Süleyman, “Açık ve Anlaşılır Bir Kur’an Çevirisinin Temel İlkeleri”,
CÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXII (2008), 1.
Koçyiğit, Talat, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meâli, Nükte Yay., Konya,
2005.
Komisyon, el-Mu'cemu'l-Arabiyyu'l-Esâsî, el-Munazzamatu'l-
‘Arabiyyetu li’t-Terbiyeti ve’s-Sekâfeti ve’l-‘Ulûm, Tunus, 1988.
Özek, Ali vd., Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali, Suudi Arabistan,
1992.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Yeni Boyut Yay.,
İstanbul, 1994.
er-Râzî, Fahruddîn, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrut,
1420.
es-Sîbeveyh, Ebû Bişr Amr b. Osman b. Kanber, el-Kitâb (Nşr. Abdu’sSelâm
Muhammed Hârûn), Mektebetu’l-Hancî, Kahire, 1982.
Şener, Abdulkadir vd., Yüce Kur’an ve Açıklamalı-Yorumlu Meali, TDV
Yay., İzmir, 2009.
Toptaş, Mahmut, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meali, Cantaş Yay., İst.,
2004.
50 M. Vehbi DERELİ
et-Tusterî, Ebû Muhammed Sehl b. Abdillâh, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm
(Thk. Taha Abdurraûf Sa’d-Sa’d Hasen Muhammed Ali), Dâru’l-Haram li’tTurâs,
Kahire, 2004.
Yazır, M. Hamdi, Hak Dîni Kur’an Dili, Azim Dağıtım, Sadeleştirilmiş
bs., İst., tsz.
________, Kur’ân-ı Kerîm ve Meâl-i Şerîfi (Haz. Ertuğrul Özalp), İşaret
Yay., İst., 2000.
Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meâli, Işık Yay., İst., 2004.
Yılmaz, Hakkı, Nüzul Sırasına Göre Necm Necm Kur’an’ın Türkçe Meali,
İşaret Yay., İst., 2011.
Yüksel, Edip, Mesaj: Kur’an Çevirisi, İst., 2000.
ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa (Thk.
Muhammed Bâsil ‘Uyûnu’s-Sûd), Beyrut, 1998.
تأثير الاستخدامالصحيح للغة العربية في فهم القرآن
لقد استخدم القرآن الذي أنزل نصا عربيا هذه اللغة في أشمل طريقة. ولا يمكن أن تتحقق الوظيفة الفعلية
للقرآن الكريم ـ الذي يهدف إلى إرشاد الناس ـ إلا إذا فهم فهما صحيحا. والفهم الصحيح للقرآن الكريم يتعلق
بتصحيح استعمال اللغة العربية قبل كل شيء.
ِ وقد ُكت
َ ْت هذه المقالة للتدليل على أن الاستخدام الصحيح للغة العربية يؤدي إلى فهم القرآن بشكل صحيح ب
من تراجم وتفاسير لا تتوافق مع اللغة العربية. وركزت على أمثلة ٍ وللتدليل على ذلك قامت هذه المقالة بتقديم أمثلة
الترجمة أو الشروح التي تتعارض مع منطق اللغة العربية وقواعدها من حيث النحو والصرف واللغة, والتي لا تأخذ
بعين الاعتبارأسلوب اللغة العربية وإمكانية المجازفيها أيضا . علاوة على ذلك, فقد حاولت المقالة أن تلفت الانتباه إلى
التعليقات الناشئة عن عدم امتثال المعنى الأصلي للنص وعن عدم التزام مستو￯ اللغة العربية في الفترة التي نزل القرآن
فيها.
الكلمات المفتاحية : اللغةالعربية, القرآن الكريم, علم النحو, علم الصرف, التفسير, معاني القرآن.

Konular