MEHMET ÂKİF ERSOY’DAN ARAP LATÎFELERİ

Gönderim Tarihi: 08.06.2015
Kabul Tarihi: 19.10.2015
SÜTAD, Güz 2015; ( 38): 131-138
ISSN: 1300-5766
Öz
Mehmet Âkif Ersoy, tahsili sırasında Arapça dersler alması ve Mısır’da yıllarca kalması
itibariyle, Arap dili ve edebiyatını çok iyi bilmektedir. Bu yüzden birçok Arapça tercümeler yapan
Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kahire'deki “Câmiat-ül Mısriyye" adlı üniversitede Türk Dili ve
Edebiyatı dersleri de vermiştir (1925-1936).
Mehmet Âkif, Arap latîfelerini kişizadeler, Harunürreşid ve bedevî, İhşidîler sultanı Kâfûr ve
Mütenebbî başlıkları altında işlemiştir.

Anahtar Kelimeler
Mehmet Âkif, Mısır, Arap latîfeleri

Abstract
Mehmet Âkif Ersoy, as taking Arabic lessons during the study and remain in Egypt for many
years, was good to arabic language and literature. Becaususe of this situation Mehmet Akif who
done many translations gave Turkish language and literature lessons at Câmiat-ül Mısriyye
university in Egypt years.
Mehmet Âkif committed arabic latif under the headings as "Kişizade, Harunürreşid bedouin,
Kâfûr and Mütenebbî".

Keywords
Mehmet Âkif, Egypt, Arabic waggery


* Prof. Dr., Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi. E-Posta: rdikici@selcuk.edu.tr
MEHMET ÂKİF ERSOY’DAN ARAP LATÎFELERİ
ARABIC WAGGERY FROM MEHMET ÂKİF ERSOY
Recep DİKİCİ*
SÜTAD 38
132 Recep DİKİCİ

GİRİŞ
Mısır’ın Osmanlı Tarihinde önemli bir yeri vardır. Nitekim tarihin kaydettiği
kadim medeniyetlerden biri olan Mısır, 642 yılında İslâm hâkimiyetine
geçmesinden itibaren yeni bir kültür ve uygarlığın dairesi içine girmiştir.
Türklerin bu ülkeyle olan ilişkileri Abbasiler dönemine kadar gitmektedir.
Özellikle erken zamanda bir kısmı lejyoner olarak bu ülkeye gelen Türkler, kendi
lisanlarıyla eser telif etmişlerdir. Yavuz Selim tarafından fethedildikten sonra
Mısır, Osmanlı eyalet sistemi içinde önemli bir yer işgal etmiştir. Sadece idari
olarak değil, aynı zamanda kültür ve medeniyet bakımından da ilerleme
kaydeden Mısır, Türk aydınları için bir bir çekim merkezi haline gelmiştir. Bir
yandan mutasavvıf hüviyetleriyle burada yerleşip tutunan Türk sûfiler, diğer
yandan bu ülkeye nispet edilen âlim ve şair bürokratlar Mısır’ın kültürel
ortamına önemli katkılar sunmuşlardır. Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve hanedanı
döneminde ise Mısır, Osmanlı aydınları için çok daha önemli bir merkez haline
gelmiştir. Mısır’ın yakın dönemde kültür ve edebiyatımız açısından ifade ettiği
diğer bir husus ise, Mehmet Âkif’in on yılı aşkın bir süre bu ülkede ikamet etmesi
ve entelektüel faaliyetlerini sürdürmesidir.1
Mısır Lozan Antlaşması’na kadar, şöyle veya böyle, şeklen de olsa bir
Osmanlı ülkesi idi. Tabiatıyla “Arap devleti” karakteri baskın değildi. Hatta
haneden Türk asıllı olduğu ve Türkçe konuştuğu için, askeri ve sivil bürokrasinin
üst kademelerinde bir hayli Türkçe konuşan bulunduğundan, Kahire’de böyle bir
yayın çok fazla tuhaf kaçmaz. Gölgeler’in Kahire’de yayınlanmasını
olağanlaştıran başka unsurlar da vardır. İlk Türkçe gazete Kahire’de
yayımlanmıştır. Vakaiyey-i Mısriye, yani Mısır valisi/ Hıdivi Kavalalı Mehmed
Ali Paşa’nın yayımladığı resmi gazete Türkçe ve Arapça’dır. Bu süreli yayın,
İslâm dünyasında bir ilktir. Osman resmî gazetesi Takvim-i Vakayi’den üç yıl
önce yayımlanmaya başlanmıştır. Bağdat valisi Davut Paşa’nın 1816’da
yayımladığı rivayet edilen Türkçe-Arapça Curnanu’l-Irak’ın varlığı
kesinleşinceye kadar 1828’de yayımlanmaya başlanan Vakaiyey-i Mısriye’nin
ilkliği devam edecektir.
Mehmed Ali Paşa önce âdeta “hizmete özel” denilebilecek bir mevkute daha
yayımlanmıştır: Curnanü’l-Hıdivî, 1826. Yine Türkçe-Arapça bu süreli yayın 100
adet basılıp sadece üst kademe idarecilere dağıtılmıştır. Vakaiyey-i Mısriye’nin
yazıları önce Türkçe olarak hazırlanmıştır, sonra Arapça’ya çevrilmiştir. Hatta

1 Ayaz, Hayrettin, “ Osmanlı Aydınlarının Mısır Algısı: Mehmed Âkif Örneği”,
www.Mehmedakifersoy.com

SÜTAD 38
133 Mehmet Âkif Ersoy’dan Arap Latîfeleri
1847-1851 yıllarında tamamen Türkçe yayımlanmıştır. Daha sonra tamamen
Arapça yayımlanan bir resmi gazete oalrak devam etmiştir. Demek oluyor ki,
Mısır’ın basın tarihimizin başlangıcında gözden kaçırılan mühim bir yeri olan bu
ülkenin sadece basın tarihimizde değil, “basım” yani “tab”- matbaacılık
tarihimizde de mümtaz bir yeri vardır. Yayıncılık tarihimizin efsanevi matbaası,
Kahire’deki “Bulak” matbaasıdır. Diyebiliriz ki, en güzel, en kaliteli, eski harfli
Türkçe eserler bu matbaada basılmıştır. Bulak, Kahire’de bir semttir. Matbaa
1819-1820’de inşa edilmiş ve 1821’de açılmıştır. Vakaiyey-i Mısriye de,
başlangıçta 5 yıl sürekli bu matbaada basılmıştır. İlk kitap Türkçe bir eser,
Şânizade Ataullah Efendi’nin tercüme ettiği, Prusya kralı Fredrick’in
generallerine talimatıdır. Matbaa, kısa süre sonra genişletilmiş ve 1848’de 169
çalışanı olan büyük bir basımevi haline gelmiştir. Bastığı kitapların büyük
çoğunluğu Türkçe ve Arapça olup, az sayıda Farsça ve diğer dillerde kitap
basılmıştır.2
Bu yüzden Mehmed Âkif’in Mısır’da bulunması sebepsiz değildir.
Mehmet Âkif Ersoy, tahsili sırasında Arapça dersler alması ve Mısır’da
yıllarca kalması itibariyle, Arap dili ve edebiyatını çok iyi bilmektedir. Bu yüzden
birçok Arapça tercümeler yapan Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kahire’deki
“Câmiatü’l-Mısriyye” adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri de
vermiştir (1925-1936).
Mehmet Âkif Ersoy
Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Âkif, 1873 yılında İstanbul’a doğmuştur.
Annesi Emine Şerife Hanım, babası ise Tahir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhari
Mahalle Mektebinde başlayan Mehmet Âkif, ilk ve orta tahsilinden sonra,
Mülkiye mektebine devam etmiş, fakat babasının vefatı ve evlerinin yanması
üzerine Baytar Mektebini bitirmiştir. Babasından Arapça dersleri alan Mehmet
Âkif, Fransızca ve Farsça dersleri de almıştır.
Mehmet Âkif, Baytarlık vazifesi yapmış, üç dört sene Rumeli, Anadolu ve
Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedavisi için bir hayli dolaşmıştır.
Memuriyetinin yanı sıra Ziraat Mektebi’nde ve Darülfünun’da edebiyat dersleri
okutmuştur.
1893 yılında İsmet Hanımla evlenen Âkif, tahsil bilgileriyle yetinmeyerek,
dışarıda kendini yetiştirmiştir. Memuriyet hayatına başladıktan sonra,
öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak, edebiyat sahasındaki çalışmalarını devam

2 Doğan, D. Mehmet, “Şairin Mısırdaki Gölgesi”, Mehmet Âkif ve Gölgeler Sempozyumu Bildirisi,
Türkiye Yazarlar Birliği Yayını, Ankara, Mart 2014, s.34 vd.
SÜTAD 38
134 Recep DİKİCİ
ettirmiştir. Akif, neşriyat âlemine daha fazla 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilânıyla
başlamış ve bu tarihten itibaren şiirlerini Sırat-ı Müstakim’de yayınlamıştır.
1920 senesinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçilen
Mehmet Akif, 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazmış ve Meclis ise 12 Martta
bu marşı kabul etmiştir.
Mehmet Âkif’in okuduğu başlıca kitaplar ise, Mesnevî, Hafız Divanı,
Gülistan, Leyla ve Mecnun (Fuzuli), Victor Hugo, Lamartine, Zola ve Dauet’tir.
İstiklâl madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Akif, 1922 yılında sağlık
gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etmiştir. 1923 yılının Mart ayının son
günlerinde ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü
Bey’in öldürülmesi üzerine, kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetmiş
ve bir süredir kendisini Mısır’a davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın
davetine uymuştur. Böylece kışlarını Mısır’da geçirmeye başlamıştır.
Mehmet Âkif, 1926 yılından itibaren Mısır Üniversitesi’nde Türkçe dersleri
vermiş ve fakat döndükten sonra Siroza tutulmuştur. Bu hastalığının hava
değişimiyle geçeceğini zanneden bu zat, Lübnan’a gitmiş, 1936’da Antakya’ya
gelmiş ve Mısır’a hasta olarak dönmüştür. Hastalıktan sonra bir deri bir kemik
kalan Akif, İstanbul’a gelip tedavi görmesine rağmen, 27 Aralık 1936 senesinde
vefat etmiş ve Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiştir.
Mehmet Akif, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şairi
olup, İstiklâl şairi olması bakımından da “Millî Şair” ismini almıştır. Şairin en
büyük eseri Safahat (İstanbul, 1924), genel adı altında toplanan şiirleri, 7 kitaptan
ibarettir:
1. Kitap: Safahat (1911), 2. Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912), 3. Kitap:
Hakkın Sesleri (1913), 4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914), 5. Kitap: Hatıralar
(1917), 6. Kitap: Asım (1924), 7. Kitap: Gölgeler (1933)3
.

3 Okay, M. Orhan - Düzdağ, Ertuğrul, Mehmet Âkif Ersoy, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul, 2003, cilt: 28, s. 432-439; Yücebaş, Hilmi, Bütün Cepheleriyle Mehmet Âkif, İstanbul, 1958, s.
171-172. Ayrıca Mehmet Akif Ersoy’un hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için bk. Eşref
Edib, Mehmed Âkif, Abdullah Işıklar Kitabevi, İstanbul, 1960; Ebuzziya Yeni Osmanlılar Tarihi,
Kervan Yayınları, İstanbul, 1973; Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, II. Cilt, Türk Tarih
Kurumu yayınları, Ankara, 1983; Karakoç S., M. Akif, İstanbul, Diriliş Yayınları, 1985; Doğan M.,
Camideki Şair-M.Akif, İstanbul, İz Yayın, 1989; Okay M. O., M. Akif- Bir Hareket Heykelinin
Anatomisi, İstanbul, Akçağ yayınları, 2000; Çetin N., Günümüze Işık Tutan Münevver Aydın
Mehmet Akif Ersoy, Ankara, Millî Eğitim Basımevi, 2006; Timurtaş F.K., Mehmed Akif ve
Cemiyet, Ankara, Akçağ Yayınları, 2006; Yetiş K., Bir Muzdarip Mehmet Akif Ersoy, Ankara,
Akçağ Yayınları, 2006; Kuntay M. C., Mehmed Akif, İstanbul, Leyla ile Mecnun Yayımcılık, 2007.

SÜTAD 38
135 Mehmet Âkif Ersoy’dan Arap Latîfeleri
Arap Latifeleri
Kişizadeler:
Haccac (661-714)4
, zabıta memuruna yatsıdan sonra şehri dolaşarak kimi
sarhoş görürsen boynunu vurmasını emretmiş.
Ne kadar fazla kafa keserse efendisinin yanında o kadar fazla itibar
kazanacağını bilen bu haydut, hemen o akşamdan paçaları sığayarak bucak
bucak sarhoş aramaya başlamış.
Herif memleketin ötesini berisini dolaşırken bir de bakmış ki: Üç delikanlı iki
tarafa yalpa vurarak gidiyor; bir mahalle çocuğu da bunları dalga gbi her taraftan
kuşatmış yuh sesiyle teşyi ediyor!
Memur hemen delikanlıları tevkif ederek: “Siz kim oluyorsunuz ki, emir
hazretlerinin fermanına isyan cüretinde bulunuyorsunuz? Söyleyin bakalım!”
deyince içlerinden biri şu beyiti okumuş:
ان ابن من دانت الرقاب له - ما بين مخزومها و ها )اشمها(
تأتيه بالرغم و هى صاغرة - يأخذ من مالها ومن دمها
“Haşimilerden olsun, Mahzumilerden olsun, kimse yoktur ki, gelip de
babamın önünde boyun eğmesin. Ben bütün eşrafın ve kabilelerin malına, canına
tasarruf eden bir adamın oğluyum.)
Anlaşıldı: Bu oğlan mutlaka emirülmüminin pek yakın akrabasından
olacak…
Ya sen kim olursun bakalım diye ikincisine sorunca o da şu kıtayı okumuş:
انا ابن لمن ال تنزل الدهر قدره - وان نزلت يوما فسوف تعود
ترى الناس افواجا الى ضوء ناره - فمنهم قيام حولها وقعود
“Ben inâmı hiç tükenmeyen bir adamın oğluyum. Babamın tenceresi her
zaman kaynar. Bir gün ocağından inse ertesi gün yine çıkar. Gece gündüz yanan
bu ocağın zıyasına doğru halk akın akın gelir. Bir kısmı ayakta, bir kısmı oturmuş
olduğu halde ateşin etrafını kuşatır.”
Galiba bu da asil bir hanedana mensup olacak. İlişmeye gelmez. Bunları
anladık. Fakat sen kimsin sualini üçüncüsüne tevcih edince, o da şu beyiti söyler:
انا ابن لن خاض الصفوف بعزمه - وقومها بالسيف حتى ستقامت
وركباه ال ينفك رجاله منهما - اذا الخيل يوم الكريهته ولت

4 Bu zat, İslâm tarihine "zalim" lâkabıyla girmiş ve bu lâkabıyla meşhur olmuş Emevî valisidir.
SÜTAD 38
136 Recep DİKİCİ
“Ben o adamın oğluyum ki, dönmez bir azim ile safların içine dalar, kılıcıyla
onlara istediği istikameti verir. Muharebe meydanında atlar geri dönmek istese
bile babamın ayakları üzengiden asla ayrılmaz.”
Mutlaka bu oğlan da serdarın çocuğudur… Zabıta memuru sarhoşların
üçünü de bir yere kapayarak sabahleyin vakayı Haccac’a anlatır. Haccac üçünün
de huzuruna çıkarılmasını emreder. Meğerse bunların birincisi hacamatçı oğlu,
ikincisinin babası baklacı (Arapların sırf kuru bakla pişiren aşçıları vardır).
Üçüncüsününki de, çulha imiş!
Haccac, çocukların fesahatine hayran olarak meclistekilere demiş ki:
Gördünüz ya, evladınıza edebiyat öğretiniz. Vallahi edip olmasalardı, şimdi
bunların üçünün de boynunu vururum5
.
Harunürreşid ve Bedevî:
Meşhur Asmaî6
, bir gün Harunurreşid’in yanında imiş. Çölden bir Arap
halifenin huzuruna çıkarak bir şiir söylemiş. Halife, şiiri takdir ederken veciz,
fakat secili iki üç cümle söyledikten sonra, “Sana şu kadar altın versinler.” demiş.
Fakat Arap, “ Bir tanesini bile kabul edemem.” cevabını vermiş. Halife
karşısındaki küpeli Arab’ın bu istiğnasını görünce hayrette kalmış; sebebini
sormuş.
Ya ben okuduğum şiir için nasıl para alabilirim ki, sizin o okuduğunuz,
benim zavallı şiirimden bin kat parlak düştü?
Artık Harunurreşid’in gurur ve kalp ferahı, tasvirlerin hatta tasvirlerin
üstüne çıkacağı, Arabın caizesini yüz katına çıkaracağı söylemeye lüzum yoktur
değil mi?
Asmaî diyor ki:

5 Ersoy, Mehmet Akif, Sırat-ı Müstakim, İstanbul, 4 Teşrinisani 1326, cilt: V, sayı: 115, sayfa, 181-
182.
6 Bu zat, 122'de (740) Basra'da doğmuş ve dedelerinden Asma'a nisbetleAsmaî nisbesini almıştır.
Basra dil okulunun en önde gelen temsilcisi Ebû Amr b. Ala'dan başka İsa b. Ömer es -Sekafi.
Halil b. Ahmed ve Halef el-Ahmer gibi tanınmış alimlerden tahsil görmüştür. İmam Şafii'nin de
talebesi olmuştur. Fevkalade hafızası ve tenkitçi fikir yapısıyla dikkati çeken Asmaî, hacası Ebû
Amr gibi. Şiir dinlemek. gramer ve lugat konusundan bilgi toplamak için bedevilerin arasında
dolaşmıştır. Aralarında Ebû Ubeyd el- Kasım b. Sellam. Ebû Hatim es-Sicistani, Riyaşi, Sükkeri ve
bütün eserlerini rivayet etmiş olan Ebû Nasr Ahmed b. Hatim el- Bahili gibi tanınmış sirnaların da
bulunduğu birçok talebe yetiştirmiştir. Harunürreşid zamanında Bağdat'a giderek halifenin ya kın
ilgisini kazanmış ve oğlu Emin'in eğitimiyle meşgul olmuştur. ikamet etmekte olduğu Basra'da
216 (831 ) yılında vefat etmiştir (bk. Uylaş, Sait, II. Abbâsî Asrı’nda Edebî Çevre, Erzurum, 2001, s.
27; Tülücü, Süleyman, Asmaî, Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansilopedisi, İstanbul, 1991, cilt: 3, s. 499-
500).

SÜTAD 38
137 Mehmet Âkif Ersoy’dan Arap Latîfeleri
Bu kadar yaş yaşadım, bu kadar emirler ile halifeler ile zenginler ile düşüp
kalktım da bahşiş avı hususunda şu baldırı çıplak bedevî kadar bile maharet
gösteremedim. Yazıklar olsun!
İhsidîler Sultanı Kâfûr ve Mütenebbî:
Seyfüddevle Al-i Hemedan padişahlarının en faziletlisi, en edibi olduktan
başka pek büyük bir askerdir. Bu muhterem zatın müessiri irfan ve şecaatı,
Mütenebbi’ye7 büyük büyük şiirler söyletmiştir. Zaten şâirin en güzide eserleri,
vaktiyle Mısır’da hüküm süren Kâfur İhşidi ile Seyfüddevle hakkındaki
kasideleridir.
Arap edipleri, Mütenebbi’nin Kâfur için söyledikleri şiirleri daha parlak
buluyorlar. Zaten şairin kendisi de, “Ben o kasideleri Kâfur için söylemedim;
Mısır ulemasına beğendirmek için söyledim.” dermiş.
Mütenebbi, Kâfur’a takdim ettiği kasideleriyle kendisine bir vilayet
verilmesini ister. Kâfur da, zavallıyı oyalar dururmuş. Nedimlerinden biri,
“Efendimiz, bu adamcağızın istediğini is’âf buyurursanız, olmaz mı?” demiş.
Kâfur da: “Ne söylüyorsun! Bu herifin dünyada bir dikili ağacı yok iken
peygamberlik davasına kalkıştı. Ben tutar da bir memleketi eline verirsem
ilahlığını ilan etmeyeceğine nasıl emin olabilirim?” cevabını vermiş8
.

7 Peygamberlik iddiasında bulunan kimse anlamındaki “Mütenebbî” lakabıyla tanınan şâir Ebu’tTayyib
Ahmed b. el-Huseyn, 302 (915) yılında Kûfe’de doğmuştur. Şiir söyleme kabiliyeti
erkenden başlayan Ahmed, bilhassa Ebû Temmâm ve el-Buhturi’ye karşı hayranlık duyuyordu.
Kûfe’nin Karmatîler tarafından yağmalanması üzerine Bağdat’a, oradan da Suriye’ye gitmiş ve
bazı bedevî reislerine kasideler yazmıştır. Daha sonra Lazkiye’ye gitmiş ve burada Kelboğulları
arasında siyâsi ve dinî mahiyette bir isyanın başına geçerek peygamberlik iddiasında
bulunmuştur. Hemedâniler sultanı Seyfüddevle’yi, İhşidiler sultanı Kâfûr’u ve Büveyhîler veziri
İbn el-Amid’i methetmiştir. Mütenebbî, Deyr el-Akûl civarında 353 (965) tarihinde ölmüştür.
Divân’ı daha IV. (IX.) asırdan başlayarak İbn Cinnî, Ebu’l-A’lâ el-Ma’arrî, et-Tebrîzî ve İbn Sîde
gibi birçok dil ve edebiyet âlimi tarafından şerhedilerek İslâm dünyasında rahatlıkşla istifade
edilebilecek şekle sokuldu (Furat, Ahmet Suphi, Arap Edebiyatı tarihi, İstanbul, Edebiyat
Fakültesi Basımevi, 1996, I, 320-321).
8 Ersoy, Sırat-ı Müstakim, İstanbul, 29 Eylül 1326,
cilt: V, sayı: 110, sayfa: 88-89.
SÜTAD 38
138 Recep DİKİCİ
KAYNAKÇA
ÇETİN, N. (2006), Günümüze Işık Tutan Münevver Aydın Mehmet Akif Ersoy, Ankara:
Millî Eğitim Basımevi.
DOĞAN, M. (1989), Camideki Şair-M. Akif, İstanbul: İz Yayın.1989.
EBUZZİYA (1973), Yeni Osmanlılar Tarihi, İstanbul: Kervan Yayınları.
ERSOY, Mehmet Akif (1326), Sırat-ı Müstakim (Sebîlü’r-Reşad), İstanbul, 4 Teşrinisani
1326.
EŞREF Edib (1960), Mehmed Âkif, İstanbul: Abdullah Işıklar Kitabevi.
KARAKOÇ S. (1985). M. Akif, İstanbul: Diriliş Yayınları.
FURAT, Ahmet Suphi (1996). Arap Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Edebiyat Fakültesi
Basımevi, C I: 320-321.
KUNTAY, M. C. (2007), Mehmed Akif, İstanbul: Leyla ile Mecnun Yayımcılık.
OKAY, M.O. (2000), M. Akif- Bir Hareket Heykelinin Anatomisi, İstanbul: Akçağ
Yayınları.
OKAY, M. Orhan – Düzdağ, Ertuğrul (2003), “Mehmet Âkif Ersoy”, Türk Diyanet Vakfı
İslâm Vakfı, İstanbul, 2003.
TİMURTAŞ, F.K. (2006), Mehmed Akif ve Cemiyet, Ankara: Akçağ Yayınları.
TÜLÜCÜ, Süleyman (1991), Asmaî, İstanbul: Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansilopedisi.
UYLAŞ, Sait (2001), II. Abbâsî Asrı’nda Edebî Çevre, Erzurum.
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı (1983), Osmanlı Tarihi, II. Cilt, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
YETİŞ, K. (2006), Bir Muzdarip Mehmet Akif Ersoy, Ankara: Akçağ Yayınları.
YÜCEBAŞ, Hilmi (1958), Bütün Cepheleriyle Mehmet Âkif, İstanbul.

Konular