KUR’ÂN DİLİ ARAPÇA’NIN YAPISI VE BAZI ÖZELLİKLERİ*

Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014, p. 1793-1815, ANKARA-TURKEY
KUR’ÂN DİLİ ARAPÇA’NIN YAPISI VE BAZI ÖZELLİKLERİ*
Emannullah POLAT**
ÖZET
Arapça Kur’ân’ın dilidir. Bu sebeple ilgilenilmeye ve özellikleri
araştırılmaya değer bir dildir. Zira sarf ve nahvin yapıları,
kelimelerindeki çokanlamlılık, sahip olduğu geniş müfredatı ve Arap
kabilelerinin farklı lehçeler kullanması gibi daha nice özellik diğer diller
arasında Arapça’ya müstesna bir yer kazandırmıştır. Arapça’daki
iştikâk ve i’râb kaideleri ise ona anlam zenginliği sağlayan diğer önemli
özelliklerdendir. Arapça, İslâmiyet’in etkisiyle bu özelliklerini daha da
geliştirmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in bu dil ile gönderilmiş olması sebebiyle,
yeterli derecede Arapça bilmek, nassların anlaşılmasında gerekli olan
şartların en başında yer almaktadır. Zira yeterli derecede Arapça
bilmeyenler, dini esas mecrasından saptırabilmektedirler. Bununla
beraber Kur’ân ve hadis; anlam zenginliğine sahip, işaret ettiği
anlamları açık, süslü, anlaşılır ve fasih bir dil manasındaki “mübîn”
ifadesiyle methettikleri Arapça’nın güzelliklerinin sergilendiği bir ortam
oluşturmuşlardır. Ayrıca Araplar, Kitap ve Sünnet’in bu katkısının
yanında, “ta’rîb” usulüyle de Arapça’ya birçok kelime devşirip dillerini
zenginleştirmişlerdir. Arapça yapısından kaynaklanan bu özellikleri
sebebiyle, “et-Tattavuru’l-Lüğavî” olarak ifade edilen anlam zenginliğine,
çok ince manaları ifade edebilme ve somut manaları bile isimlendirme
özelliklerine de sahip olmuştur. Bu araştırmada, Arapçanın vaz’ının
kaynağı (tevkifî ya da ıstılahî oluşu) üzerinde durulmayacaktır. Sadece
onun bazı özelliklerini açıklamakla yetineceğiz. Ancak Arapça’nın bütün
özelliklerinin her birini hakkıyla incelemek bir makalenin sınırını aşar.
Bu sebeple biz, çalışmamızın sınırlarını zorlamadan özet bilgilerle
yetineceğiz.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân, Arapça, sarf, nahiv, iştikâk, iştirak ve
terâdüf

*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir.
** Yrd. Doç. Dr. Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: emanullah1968@hotmail.com
1794 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
SOME FEATURES OF THE ARABIC WHICH QURAN’S
LANGUAGE
ABSTRACT
Arabic is the language of Quran. Thus Arabic is a language worthy
of being studied on it. Arabic holds a special place among other human
languages owing to its morphosyntactic characteristics, polysemous
words, various linguistic constructs and different dialects spoken by
Arabian tribes etc. Moreover, the derivational and syntactic rules such
as derivation and expression are one of the characteristics of Arabic
which offers a great wealth of meaning. These characteristics of Arabic
have significantly improved under the influence of Islam. As the Quran
was sent in Arabic, it is a preliminary necessity to have a sufficient level
of knowledge of Arabic in order to understand the verses and hadiths
because those who do not have a sufficient knowledge of Arabic may
distort the religious facts. Quran and hadith approve that Arabic is an
elaborate, comprehensible and fluent language with a great wealth of
meaning and so they exhibit the beauty of Arabic. Furthermore, Arabs
have enriched Arabic by a process of making foreign words Arabic in
addition to the contributions of Quran and Sunnah. Due to the
linguistic characteristics, Arabic has a great wealth of meaning stated
as “et-Tattavuru’l-Lüğavî” (Language enrichment) and the capacity to
express very deep meanings and to name even concrete meanings. In
this research, it will not be dealt with the source of writing of Arabic. We
just attempt to highlight some characteristics of Arabic. Basically it
would be difficult to carry out a detailed examination of all
characteristics of Arabic within the scope of an article. Therefore we do
not extend the boundaries of our study and simply present brief
information about Arabic and its characteristics.
Key Words: Quran, Arabic, morphology, grammar, derivation,
polysemy and synonymous
Giriş
Arapça’nın, dünya dilleri arasında, üstün bir yere sahip olduğu inkâr edilemez. Aslında her
dil kendi yapısına uygun olarak çeşitli güzelliklere sahiptir. Ancak “Arapça kavramlarda olan
anlam zenginliği ve ince manaları ifade edebilme vasfı, başka hiçbir dilde yoktur.”1
İslâm’ı öğrenip bilmenin tek yolu Kitap ve Sünnet’e başvurmaktır. Bu iki kaynağımızın da
Arapça olması sebebiyle bu bilgiyi elde etmek, Arapça bilgisine dayanmaktadır. Dolayısıyla
herkesin gücü nisbetinde Arapçayı öğrenmesi farzdır. Zira farzı elde etmek için gerekli şartları
yerine getirmek de farzdır.2
İmam Malik (rh. a.)’in; “Arapça bilgisine sahip olmadan Kur’ân’ı tefsir
eden birisi bana getirilirse kesinlikle onu cezalandırırım” dediği rivayet edilmiştir.3

1
İbn Fâris, Ebü’l-Hasan Ahmed, es-Sâhibî fî Fıkhı’l-Lüğati’l-Arabiyeti ve Mesâilihâ ve Sünenü’l-Arabi fî Kelâmihâ,
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, I. Baskı, s. 19.
2 Râzî Fahrüddin, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, el-Mahsul fî İlmi Üsûli’l-Fıkıh, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, I.
Baskı, 2012, I, 59.
3
I’kk, Halid Abdurrahman, Usulü’t-Tefsir ve Kavâiduhu, Dârü’n-Nefâis, Beyrut, V. Baskı, 2007 s. 137.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1795
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Kur’ân’ı anlamanın yolu Arapçayı bilmekte geçtiği gibi Arapça da gelişmesini ve ilmî
temellere oturtulmasını Kur’ân-ı Kerim’e borçludur. Zira “nüzulünün üzerinden çok geçmeden
nahiv kuralları tamamen ayetlerin kurallarına dayandırılmıştır. Hatta Sibeveyhi eserinde nahiv ile
ilgili Kur’ân-ı Kerim’den üç yüz tane misal göstermiştir.”4
Bütün bu özelliklerinin yanında ayrıca Arapça; “ucu bucağı yoktur” ifadesiyle
anlatılabilecek kadar geniştir. Zira İmam Şafiî (rh. a.); “Arapça, ifade bakımından dillerin en genişi,
lafız sayısı itibariyle en zenginidir. Peygamber’den başka, Arapça’yı bütün yönleriyle bilen birinin
olduğunu bilmiyoruz”5 demiştir. Zaten İbn Fâris de; “Arapça tümüyle bize ulaşmamıştır.
Araplardan dil olarak bize intikal eden sadece çoğun azıdır. Çünkü Arapça, onu iyi bilenlerle
beraber kaybolup gitti” demiştir.6
İmam Şafiî ve İbn Fâris’in ifadeleri yan yana geldiğinde; “Arapça’nın ilâhî kaynaklı bir dil
olduğu” görüşü ağır basmaktadır. Bunun yanında birçok ulema ile beraber Ebü’l-Hasan elEş’arî’de
Arapça’nın ilahî kaynaklı bir dil olduğu görüşünü savunmuştur.7
Bu görüş sahiplerinin yanında, Ebu Ali el-Fârisî, talebesi İbn Cinnî ve bir gurup Mu’tezile
âliminin başını çektikleri karşıt görüş sahipleri de mevcuttur.8 Ancak konumuz dillerin kaynağının
tevkîfî ya da ıstılahî olduğu tartışmasını incelemek değil; Kur’ân-ı Kerim’in de dili olan
Arapça’nın, sadece bazı özelliklerini, bir makale çerçevesinde incelemektir. Bu sebeple biz, sadece
Arapça’nın bazı özelliklerini açıklamakla yetineceğiz. Zaten bir makaleye sığdırılamayacak kadar
geniş olan konumuzun yanında, dillerin kaynağı tartışmasını da incelemek; bir şey yapalım derken
hiçbir şey yapmamaya vesile olacaktır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki; yukarda isimlerini verdiğimiz âlimlerin, Arapça’nın
özellikleri olarak ifade ettikleri şeyler dayanaksız birer iddia değil; Kur’an-ı Kerim’in de açık seçik
ifadeleridir. Zira جٍ
ا َغْی َر ٖذى ِع َو
ی ً
ِ
نًا َع َرب
ٰ
ْرا
ُق” pürüzsüz ve Arapça bir Kur’ân”
َغْی َر ٖذى ayette meâlindeki 9
ٍوج َع ِifadesi, Kur’an’ın sıfatı olduğu gibi Arapça’nın da sıfatıdır. Demek ki, pürüzsüz bir kitabın
pürüzsüz bir dille yazılması gerekiyor. Ayrıca كَ ُتِل كَ
ِ
ب
ْ
ٰى قَل
ٖمی ُن َعل
ْْلَ
ِ ِه ال ُّرو ُح ا
ٖمی َن نَ َز َل ب
َعالَ
ْ
ي ُل َر ِّب ال
ٖ
و ََ ِم َن َواِنَّهُ لَتَنْز
ِ
ٍَ َع َرب
لِ َسا
ِ
ي َن ب
ٖ
ِذر
ُمنْ
ْ
ٍن ال
ی
ٖ
مب ُی” ٍّOnu Ruhu’l-Emin, uyaran nebîlerden olman için, senin kalbine açık ve vâzıh
bir Arapça ile indirmiştir”
10 ve یِ ٌّ
ِحُدو ََ اِلَ ْی ِه اَ ْع َج ِم ٌّى َو ٰه َذا لِ َسا َ َع َرب
ْ
ٖذى يُل
َّ
ُمهُ بَ َش ر لِ َسا َُ ال
ِّ
َما يُ َعل
ُو ََ اِنَّ
ُم اَنَّهُ ْم يَقُول
َولَقَ ْد نَ ْعلَ
ی ن
ٖ
مب” ُBiz onların, Peygamber hakkında: “Mutlaka ona öğreten bir insan vardır!” dediklerini pekiyi
biliyoruz. Hakikatten uzaklaşarak tahminle kendisine yöneldikleri şahsın dili, yabancı bir dildir,
hâlbuki bu Kur’ân, açık bir Arapça ifadedir”
11 meâlindeki ayetler Arapça’nın ن ی
ٖ
مب” ُmübîn” vasfını
ifade etmektedirler. Bu vasıf; يَعنْمَ
ْ
ُول 12”,anlamlı çok ve genişَ “وا ِض ُح ال
َمْدل
ْ
ا ِه ُر ال
َظ” işaret ettiği
َمفْهُوم 13 ”,açık anlamlar
ْ
ال يِ ُّجل” َcilveli ve süslü (edebî sanatlara müsait) bir dil olmakla beraber son

4 Corci Zeydan, Târihu Âdâbi’l-Lüğati’l-Arabiyeti, Dârü’l-Fikir, Beyrut, 2011, II, 15.
5 Şafiî, Ebu Abdillah Muhammed b. İdris, er-Risâle, (tah: Halid es-Seb’ü’l-İlmî ve Züheyr Şefik el-Kebbî), Dârü’lKitâbi’l-Arabî,
Beyrut, 2004, s. 62.
6
İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 36.
7 Câvî, Abdülhak b. Abdilhannân, Hâşiyetü Tedrici’l-Edânî alâ Şerhi’s-Sa’di’t-Taftazânî alâ Tasrîfi’z-Zencânî,
Mektebetü Seydâ, Diyarbakır, 2013, s. 12.
8 Mustafa Sadık er-Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, Dârü’l-Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2009, I, 45.
9 Zümer, 28 (Bkz. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Feza Gazetecilik, İstanbul, 2005) Çalışmamız
boyunca vereceğimiz ayet meallerini bu eserden nakledeceğiz. (E. POLAT)
10 Şuara, 192 – 195.
11 Nahl, 103
12 Beydâvî, Nasirüddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl, (tah. Muhammed
Abdurrahman Maraşlı), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, I. Baskı, 1418 (h), IV, 150; Ebussuud, Muhammed b.
Muhammed b. Mustafa, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ty, VI,
264; Kasımî, Muhammed Cemalüddin b. Muhammed Said b. Kasım, Mehâsinü’t-Te’vîl, (tah. Muhammed Bâsil Uyun esSûd),
Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 1418 (h), VII, 475
13 Ebussuud, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VI, 264.
1796 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
derece anlaşılır”
َصا َح ٍة ve 14
ٍَ َوفَ
“sahip fesahate ve belagat “ذُو بَیَا
15 olarak yorumlamaktadır. Yani,
“Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması onu fesahat, belagat ve manalarının câmiiyeti yönünden
mükemmel kıldığı gibi; kendisinden önce gönderilen ilâhî kitaplardan da daha mükemmel hale
getirmiştir.”16
İşte Kur’ân-ı Kerim Arapça’nın bu hususiyetlere sahip olduğunu ifade ettikten sonra “bu
dili şiirde maharetle kullandıklarını iddia eden Araplara karşı meydan okumuş”17 ve okumaya da
devam etmektedir. Evet, ن ی
ٖ
مب ُvasfı ile muttasıf olan Arapça, tavsif edilebilecek en üstün vasıflarla
tavsif edilmiştir. Zira bu vasıfları taşıyan Kur’ân dili; ََ اَیَب
ْ
َمهُ ال
َّ
َسا ََ َعل
ْْلِنْ
َق ا
ََ َخلَ
ٰ
ْرا
قُ
ْ
ال
َ
م
َّ
ل َّر ْح ٰم ُن َعل
Rahman “اَ
Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona beyanı (konuşmayı ve (Kur’ân’ı) anlamayı)18 öğretti”
19
meâlindeki ayetlerde ifade edildiği gibi bizzat Allah Teâlâ tarafından öğretilmiştir.
Böylece, “Allah Teâlâ tarafından kendisine “beyân” vasfı verilen Arapça’nın; diğer
dillerden daha geniş ve daha üstün olduğu anlaşılmıştır.”20 Bu sebeple Tevrat’ın ve İncil’in
Süryanice’den sâir dillere tercüme edilmesi gibi, Kur’an Arapça’dan diğer dillere tercüme
edilemez. Çünkü yabancıların dilleri Arapça kadar geniş ve mecâzî bir anlatıma sahip değildir.21
Şimdi Arapça’da ifade zenginliği sağlayan bazı özellikleri inceleyelim:
I. Sarfın Yapısı Sayesinde Lafızlarının Çoğalması
1.1. İştikâk إشتقاق
“Birkaçı hariç bütün lügatçiler; Arapça’nın kıyasî bir dil olduğunda müttefiktirler.”22
Arapça’nın bu hususiyetinden dolayı da iştikâk söz konusudur. Çünkü iştikâk; bu kıyasî
hususiyetin kuralları gözetilerek, “aslî manayı korumakla beraber, bu asıl manadan şekil
ve terkib yönüyle yeni bir mana elde etmek için, asıl siyganın harf sayısına ekleme
yaparak şeklinin değiştirilip yeni bir siyga elde etme ameliyesidir.”23 İşte bu eski ve yeni
siygalar arasında her zaman bir münasebet bulunur. Zira iştikakta asl olan bu siygalarla
manaları arasındaki münasebettir.24
Bir fiilin üç harfli yapısına; bir, iki ve üç harf ekleyerek “mezîd” denilen siygalar da
elde etmek mümkündür. Ancak bu siygaların muhatabın durumuna göre çekimlerinin
yapılması da söz konusudur.25 Kök siygadan değişik siygalar elde etmek iştikâkın konusu

14 Kasımî, Mehâsinü’t-Te’vîl, VII, 475
15 Mahallî, Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed ve Süyutî, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebibekir, Tefsîrü’l-Celâleyn,
Dârü’l-Hadîs, Kahire, I. Baskı, ty, s. 361
16 İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, (tah. Sami İbn Muhammed Sellâme), Dârü’t-Tayyibe,
II. Baskı, 1999, IV, 603.
17 Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn, (tah. Seyyid İbn Abdilmaksud
İbn Abdirrahim), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty, IV, 187.
18 İbn Atiyye, Ebu Muhammed Abdulhak b. Ğâlib b. Abdirrahman b. Temmam, el-Müharrarü’l-Vecîz fî Tefsiri’lKitabi’l-Azîz,
(tah. Abdüsselam Abdüşşafi Muhammed), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 1422 (h), V, 223 ve
Se’âlibî, Ebu Zeyd Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf, el-Cevâhirü’l-Hisân fî Tefsiri’l-Kur’ân, (tah. Muhammed Ali
Muavviz ve Adil Ahmed Abdulmevcud), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, I. Baskı, 1418 (h), V, 345.
19 Rahman, 1 – 4.
20 Kannûcî, Muhammed Sıddîk Hasan Han, el-Bülğa fî Üsûli’l-Lüğa, (tah. Nezir Muhammed Mektebî), Dârü’l-Beşâiri’l-
İslâmiyye, Beyrut, 1988, s. 185.
21 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 20.
22 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 35; Süyutî, el-Müzhir fî Ulûmi’l-Lüğati ve Envâ’ihâ, (tah. eş-Şirbînî Şerîde), Dârü’l-Hadîs,
Kahire, 2010, I, 284 ve Kannûcî, el-Bülğa fî Üsûli’l-Lüğa, s. 197.
23 Süyutî, el-Müzhir, I, 284; Kannûcî, el-Bülğa fî Üsûli’l-Lüğa, s. 198.
24 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 139.
25 M. Halil Çiçek, Serâü’l-Ma’nâ fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Dârü’s-Selâm, Mısır, 1999, s. 31–32.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1797
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
iken bu çekim ameliyesi iştikâkın değil sarfın konusudur. Bu iki durumu karıştırmamak
lazımdır.
Sarfın tef’îl babından olan “tasrîf” siygası için “tahvîl” de denilmiştir. Zira tasrîf; تحويل
مقصودةَ لمعا مختلفة أمثلة إلي الواحد األصل” hedeflenen manayı elde etmek gayesiyle; asl-ı vâhid
olan fiilin kök siygasını, belli kurallara uyarak tahvil etmek yani değiştirmek suretiyle çeşitli
siygalar elde etme”
26 ameliyesidir.
İştikâktan daha genel olan tasrîf için “tad’îf” ifadesi de kullanılmaktadır. Zira tad’îf;
dili zenginleştiren ve geliştiren en önemli kaynaklardan olan iştikâkın sebeplerindendir.27
Mesela, lazım olan ve “sevindi” manasındaki فرح fiilini tad’îf usulüyle tef’îl babına
nakledince, müteaddî durumuna geçer ve manası “sevindirdi” olur.
İşte Arapçayı lafız ve mana yönünden geliştiren önemli hususlardan biri olan
iştikâk; “aralarında mana ve terkip bakımından uygunluk bulunması ve siygaları arasında
farklılık bulunması şartıyla bir lafızdan başka lafızların türetilmesi”28 ve “bu lafızların
birbirleriyle ve asıllarıyla olan münasebetleri”29 şeklinde tarif edilmiştir. Bu kelimelerin,
birbirleriyle ve asıllarıyla olan münasebetlerinin yanında manalarıyla da münasebetleri
َ َو َشقَقْ ُت لَهَا ِم ْن ا ْس ِمي de Kudsî i-Hadis bir nın’Teâlâ Allah. vardır
نَا ال َّر ْح َم ُن َخلَقْ ُت ال َّر ِحم
َ
ََّّللاُ َوأ
نَا
َ
أ هَا
َم ْن َو َصلَ
فَ
َعهَا بَتَتُّهُ
َو َم ْن قَطَ
تُهُ
ْ
صل َو” َBen Allah’ım! Ben Rahmân’ım! Rahmi de Ben yarattım! Onun ismini
kendi ismimden türettim. Kim akrabaya iyilik ederse, Ben de ona iyilik ederim. Kim de
ondan ilgiyi keserse, Ben de ondan iyiliği keserim”
30 buyurmuş olması bunun en güzel
misalini teşkil etmektedir. Bu münasebet diğer diller için de söz konusu olabilir. Nitekim
Farsça’da “taş” manasında olan ) غْ
َغا
ِذْ
إ ) lafzı sorulunca bazı Mu’tezile âlimleri; “bu lafzın
telaffuzunda çok aşırı ve sert bir kuruluk vardır. Bunun taş olduğunu zannederim”
demişlerdir.31
Bu usulle, yukardaki gibi bir filden birçok kelime türetilebileceği gibi, aslî mana ve
isim korunarak da birçok isim türetilebilir. Mesela; إنس” ins” kelimesinde aşikârlık
manasının bulunması ve bu manaya uygun olarak gözle görünmesinden dolayı
Âdemoğluna “insan” adı verilmiştir.32 جن” cin” kelimesinde de bir gizlilik manasının
bulunmasından dolayı gözle görülmeyen ruhanî varlıklara “cin” adı verilmiştir.33 Nitekim
Kur’ân’daki ً
نَ ْس ُت ناَرا
َ
ِن ِّى آ
إ” bir ateş ilişti gözüme”
نَ ْس ُت ayetindeki 34
َ
آ” göze ilişmek”
ُم ْح َض ُرو ََ Yine 35.anlamındadır
اِنَّهُ ْم لَ
ِجنَّةُ
ْ
َولَقَ ْد َعلِ َم ِت ال
َسبًا
ِة نَ
ِجنَّ
ْ
َوبَ ْی َن ال
ُوا بَ ْینَهُ
عل َج َو” َBir de tutup Allah ile
cinler (melekler) arasında bir soy bağı uydurdular! Ama o cinler (melekler), bunu iddia
eden müşriklerin yargılanıp cehenneme tıkılacaklarını pekiyi bilirler”
36 meâlindeki ayette
de ifade edildiği gibi, görülememelerinden dolayı melekler için de “cin” tabiri

26 Bkz. Câvî, Hâşiyetü Tedrici’l-Edânî, s. 12 – 26.
27 Müştak Abbas Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 2001, s. 65.
28 Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali, Ta’rîfât, (tah. İbrahim el-Ebyârî), Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, III. Baskı, 1996,
“iştikâk madd., s. 43 ve Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 42.
29 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, Şifa Yayınevi, I. Baskı, İstanbul, 2012, “iştikâk” madd. s. 115.
30 Tirmizî Ebu Davud ve Elbânî bu hadisi sahîh olarak değerlendirmişlerdir. (Bkz. Buhârî, Muhammed b. İsmail b.
İbrahim, el-Edebü’l-Müfred, (tah. Muhammed Fuad Abdulbaki), Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, III. Baskı, 1989, s.
33; Tirmizî, Ebvâbü’l-Birri ve’s-Silati, 1907; Ebu Davud, Zekât, 1694)
31 Bkz. Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 139 – 140
32 Râzî, Muhammed b. Ebî Bekir b. Abdilkadir, Tefsiru Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azim, (tah. Hüseyin Elmalı), Ankara, 1997, “in-s”
madd.
33 Zebîdî, Ebü’l-Feyz Mürtedâ Muhammed b. Muhammed, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Dârü’l-Hidâye, ty. “i-n-s”
madd.
34 Tâhâ, 10.
35 Bkz. Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Feza Gazetecilik, İstanbul, 2005, s. 311.
36 Saffât, 158.
1798 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
kullanılmıştır.37 Ahiretteki mükâfatlar için ُةَّجنَ
ْ
ل
َا tabirinin kullanılması da, bu nimetlerin bizim
tarafımızdan bilinemeyip gizlenmiş olmasından dolayıdır. Ayrıca her tarafı ağaçlarla kaplı
olup altındaki bitkileri gizleyen ormanlık yerlere “cennet” denmesinin sebebi de “cin”
kavramındaki bu manasından dolayıdır.38
Türkçede fayda olarak telaffuz ettiğimiz “دةِ َائَف” fâide” kelimesinin, gönülde bir infial
ve ferahlık oluşturmasından dolayı, gönül manasındaki ؤادَ
ُف” fuâd” kelimesinden türediği
bildirilmiştir. Nitekim bu iddia şiirde şöyle dile getirilmiştir:
َذا َشا ِه َدهْ
ِ
ب
ِ
ُس يَا َصاح
فَائِ َدْة َوالنَّفْ
ْ
ِت ال
َؤا ِد ا ْشتُقَّ
فُ
ْ
ِم َن ال
ِ ِه فَائِ َدْه
ْرب
َمالَ ْت لِ َم ْن فِي قُ
ِس قَ ْد
ا
ئِ َدةَ النَّ
فْ
َ
َرى أ
َذا تَ
لِ
“Ey dostum! Nefis şahitlik ediyor ki; fayda, fuaddan türemiştir. Bu sebepten
dolayı yakınında faydayı görünce hemen ona meylettiğini görürsün.”39
İştikâk; “lafızların manalarını bilmenin en önemli yolu”40 ve Arapça’nın en üstün bir
vasfı olarak “vaz’ının da tevkifî olduğunun önemli delillerindendir.”41
İştikak küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrılır.42 Küçük iştikak; kök (masdar)
siygadan mazi, muzari, emir, ism-i fail ve ism-i meful gibi değişik siygalar elde etme
ameliyesine denir. Bu iştikaka küçük iştikak denmesinin sebebi; siygalar yeni manalar elde
etmek için vezin itibariyle değiştikleri halde harf sayısı ve şekil itibariyle
يضرب ، ضربا ، ضارب ، مضروب ، اضرب ,kökünden” darbَ “ض ْرب ;Mesela. değişmemektedirler
siygalarının türetilmesi gibi…43
Büyük iştikak ise; fiilin harf sayıları yani maddesi aynı olmakla birlikte şekil itibariyle
değişmesine denir. Bu ameliyeye “kalb” da denilmiştir. Zira kalb bir kelimenin harflerinin
yerlerini değiştirmek suretiyle yeni bir kelime elde etme ameliyesidir.44
Bu usulle elde edilen yeni kelime eski kelime ile aynı manayı ifade edebileceği gibi;
bazen de yeni bir mana ortaya çıkabilmektedir. Zira karıştırdı manasındaki بكل fiilinden
kalb yoluyla elde edilen لبك fiili aynı şekilde karıştırdı manasında iken; yendi manasındaki
جذب fiilinden yine kalb yoluyla elde edilen جبذ fiili fırlattı manasına gelmektedir. Yani bu
usulle “sülâsî bir kök fiilin harfleri değiştirilerek altı ayrı fiil elde edilebilir. Mesela, ) ل و ق)
) ل ق و ( ، ) و ل ق ( ، ) و ق ل ( ، ) ق ل و ( değiştirilerek yerleri harflerinin fiilin oluşan harflerinden
ve ) ق و ل ) fiilleri elde edilmiştir.45 İlk fiil söyledi manasında iken; diğerleri sırasıyla kovdu,
dağa çıktı, çabuk gitti, yüzünden felç geçirdi ve yumuşattı manalarına gelmektedir.
Bazı âlimler ise iştikâkı, küçük, büyük ve en büyük olmak üzere üç gurupta
toplamıştır.46 Mesela ب ر ْض َve ب َر َض َlafızlarında olduğu gibi; iki lafzın harf ve terkipleri

37 Bkz. Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn, V, 71.
38 Bkz. Emanullah Polat, Kur’an-ı Kerim’e Göre Ruhî Hastalıklar, (Basılmamış Doktora Tezi), Sakarya, 2010, s. 163-
167.
39 Ekînî, Muhammed Rahmî b. Ahmed, Hâşiyetü’l-Akdi’n-Nâmî ala’l-Fevâidi’z-Ziyâiyye (Mecmû’atü Havâşiyyi Molla
Câmî), (haz. Ali Rıza Kaşlı ve Bekir Sırmabıyıkoğlu), Mektebetü Yasin, İstanbul, 2010, I, 18.
40 Râzî Fahrüddin, Mefâtîhü’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, III. Baskı, 1420 (h), I, 29.
41 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 36
42 İbn Cinnî, Ebü’l-Feth Osman, el-Hasâis, (tah. Muhammed Ali en-Neccâr), Âlemü’l-Kütüb, Beyrut, III. Baskı, 2010, s.
395.
43 Süyutî, el-Müzhir, I, 285 ve Subhî İbrahim es-Sâlih, Dirâsât fî Fıkhi’l-Lüğa, Dârü’l-İlim, XVI. Baskı, Beyrut, 2004, s.
174
44 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 143 ve Süyutî, el-Müzhir, I, 385.
45 İbn Cinnî, el-Hasâis, 395.
46 Cürcânî, Ta’rîfât, “iştikâk” madd., s. 44 ve Subhî es-Sâlih, Dirâsât fî Fıkhi’l-Lüğa, s. 173 – 242
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1799
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
arasında uygunluğun bulunması küçük iştikâk ذَ
َجب َve ب َذَج َlafızlarında olduğu gibi; iki lafzın
harfleri arasında herhangi bir tertip olmaksızın aralarında mana bakımından uygunluğun
bulunması büyük iştikâk ve ق َعَ
َن ve قَ َهَن lafızlarında olduğu gibi; iki lafzın harflerinin
mahreçleri arasında uygunluğun bulunması da en büyük iştikaktır.47
İştikâkın çeşitlerini zikreden diğer bazı âlimler ise, “İştikâkü’l-A’cemî األعجمي اشتقاق “
şeklinde başka bir çeşit daha bildirmişlerdir. Zira Farsçadaki الباشق fiilinden; küçük doğan
kuşu manasındaki بشق isminin iştikâk metoduyla türetilmesi mümkündür.48
Ancak İbn Serrâc bu iddialara itiraz ederek; “Arapçadan herhangi bir şeyin başka
bazı dillerden türetildiğini iddia etmek son derece sakınılması gereken bir iddiadır. Zira
böyle bir iddiada bulunmak “balinalar kuşlardan doğmuştur” iddiası gibidir” demiştir.49
1.2. İbdâl إبدال
İbdâl; “bir harfi, başka bir harfle değiştirmek suretiyle yeni bir kelime elde etme
ameliyesidir.”50 Meselâ; övdü manasındaki مدح fiili başka bir kabile tarafından ibdâl yoluyla, aynı
manada fakat مده şeklinde telaffuz edilmektedir. Ayrıca َف قَ
بَ ْح َر فَانْفَلَ
ْ
ِ َع َصا َك ال
َِ ا ْض ِر ْب ب
ٰى ُمو ٰسى اَ
فَاَ َكا ََ ْو َحْینَا اِل
ِم
َع ٖظی
ْ
ْو ِد ال
َّكالط َق ٍرِ ْف ل ُّك” ُBiz Mûsâ’ya: “Asânı denize vur!” diye vahyettik. Vurur vurmaz deniz yarıldı,
öyle ki birer koridor gibi açılan yolun iki yanında sular büyük dağlar gibi yükseldi”51 meâlindeki
ayette geçen قَ
َلَف fiilindeki ل” lâm” harfinin yerine ر” râ” harfi de kullanılabilmektedir. Nitekim
َرقُهُ Araplar
َوفَ
ِ
52.kullanmaktadırlar ifadesini فَلَ ُق ال ُّصْبح
Âlimler ibdâl hadisesini iki guruba ayırmışlardır. Bunlardan birincisi; يِن
َّ
َعل
نِي yerine لَ
َّ
َْ veَ ألل
ِ
إ
َع َل
َع َل yerine فَ
َف ن ْه ِgibi harf değişikleri yaparak lafzı telaffuz etmekle olur ki, bu farklılıklar Arap
kabileleri arasındaki farklı lehçeler sebebiyle oluşmaktadır.53 Çünkü “bir kabilenin kullandığı bir
fiili başka bir kabile kullanmamaktaydı.”54 Buna delil olarak da; “iki adamın السقر” es-Sakar”
kavramının telaffuzundan dolayı tartıştıkları, birinin س” sîn” ile diğerinin de ص” sâd” ile olduğunu
iddia ettikleri, bundan dolayı başka birinin hakemliğine başvurduklarında da, hakemin bu lafzı الزقر
“ez-Zakar” şeklinde telaffuz ettiğini gördükleri”55 hadisesi anlatılmaktadır. İkincisi ise; aynı kabile
tarafından kullanıldıkları ve yakın manalar ifade ettikleri halde birbirlerinin yerlerine
kullanılamayan lafızlardır. Çünkü bu manalar az da birbirlerinden farklıdırlar. Mesela; َ
tokat “لَطَم
vurmak”, َ
ذمَ َل” ses çıkaracak şekilde ağır bir cisimle vurmak”, َ
manalarına” vurmak yumruk “لَثَم
gelir.56
1.3. İtba’ إتباع
İtba’; “vezni aynı olan iki kelimeyi, düşünmeye sevk etmek ve manayı te’kîd etmek için
ِغ ب Mesela. tekrarlamaktır
ifadelerinde” kurmak pusu yapmak hileَ “خ ٌّب َض ٌّب ve” bitkin açَ “سا ِغ ب ْلَ
itba’ yapılmıştır. İtba’ Araplar tarafından yapıldığı gibi Arap olmayanlar tarafından da
yapılmaktadır.57 Tariften de anlaşılacağı gibi itba’; tedebbür ve manayı te’kîd için yapılır. Nitekim
Araplara bunu neden yaptıkları sorulunca; “onunla konuştuklarımızı düşünelim diye yapıyoruz”
şeklinde cevap verilmiştir.

47 Cürcânî, Ta’rîfât, “iştikâk” madd., s. 44.
48 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 44 (Halil İbn Ahmed, el-Ayn, V, 46’dan naklen)
49 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 44 (İbn Serrâc, el-İştikâk, s. 41’den naklen)
50 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 154 ve Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 147.
51 Şuara, 63
52 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 154
53 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 147.
54 Süyutî, el-Müzhir, I, 374.
55 Süyutî, el-Müzhir, I, 384.
56 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 148.
57 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 209.
1800 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Bazı âlimler itba’ ile teradüfü aynı kategoride değerlendirmişlerdir. Hâlbuki müterâdif
lafızlar tek tek zikredildiklerinde, her biri kendi başlarına bir mana ifade ediyorlarken; itba’
gayesiyle söylenen lafızlardan ikincileri tek başlarına herhangi bir mana ifade etmiyorlar. Mesela,
بسن حسن” güzel müzel” ifadesinde bir itba’ vardır. حسن” hasenün” lafzı tek başına “güzel”
manasında iken; بسن” besenün” lafzı tek başına hiçbir mana ifade etmemektedir.58
Yukarıdaki örneklere baktığımızda; itba’ ile terâdüf hemen hemen aynı görünmektedir.
Çünkü وسیم قسیم ifadesindeki قسیم ve وسیم lafızlarının her ikisi de “güzel” manasındadırlar. ب غ ِساَ
ِغ ب
ِغ ب ;iken manasında” aç “lafzıَ سا ِغ ب misalindeْ لَ
َل ْlafzı tek başına “bitkin ve yorgun”
manasındadır. بسن حسن misalinde ise حسن lafzı “güzel” manasında iken بسن lafzı tek başına bir mana
ifade etmiyor.59 Bu sebeple itba’; “birinci lafzı ile ikinci lafzı aynı manada olan, ikinci lafzı ile
birinci lafzı ayrı manada olan ve birinci lafzı belli bir mana ifade ediyorken ikinci lafzı tek başına
bir mana ifade etmeyen şeklinde üç kısma ayırmak mümkündür. Birinci ve ikincisinde te’kîd
manası varken üçüncüsünde bu hususiyet yoktur.
1.4. Ta’rîb تعريب
Ta’rîb; “yabancı lafız ve siygaların, Arap dil felsefesi ve ölçülerinin gerektirdiği şekilde
dizgi ve düzenlemelerinin yapılarak, harflerin sıfatları ve telaffuzlarında; tağyir, tebdil ve hazf gibi
Arapçanın kaide ve kurallarına uyularak bazı ameliyelerin yapılmasına”60 yani yabancı olan bu
lafız ve siygaları, “Arapçaya alıp kabul etmeye”61 denir.
Süyutî; Ebu Ubeyde, Fahreddin er-Râzî, İbn Cinnî ve Se’âlibî’nin bu görüşü
benimsediklerini ve bu durumu “tevâfükü’l-lüğat” olarak gördüklerini ifade etmektedir.62 Bununla
beraber Süyutî, Kur’ân-ı Kerim’de yabancı kelimelerin varlığıyla alakalı olarak ihtilafları
zikrettikten sonra, Ebu Ubeyde Kasım b. Selâm’ın نِ
لَ ْی
، ِم ، الفِ ْرَد ْوس ، القِ ْسطاس ، ال ِّصراط ، الطور ، الی م ْش ِكف كاة ْ
ve طه gibi lafızların, menşeleriyle ilgili olarak şöyle dediğini nakletmektedir: “Bana göre en
doğrusu bu iki görüşü de tasdik etmektir. Zira fakihler bu lafızların yabancı menşeli olduklarını
söylemişlerdir. Ancak bu lafızlar Arapçaya geçmiş, Araplar da onları “ta’rîb” usulüyle değiştirerek
Arapçalaştırmış ve bu lafızlar da Arapça olmuşlardır. Daha sonra da Kur’ân, bu lafızların karışmış
olduğu Arapça ile nazil olmuştur. “Bu lafızlar Arapçadır” diyen doğru söylediği gibi; “Arapça
değildir” diyen de doğru söylemiştir.”63
1.5. Müsellesât
Müsellesât; “aynı harflerden oluştukları ve aynı siygayı oluşturdukları halde bazı
kelimelerin, ilk harflerinin fetha, kesre ve zamme şeklinde üç ayrı şekilde okunabilmeleri
sonucundaki farklılık sebebiyle farklı manaların ortaya çıkmasına”64 denir. Meselâ iyi adam
manasında olan رَ ٌّب” berrün”, iyilik manasında olan رٌّ
ِ
ب” birrün” ve buğday manasında olan رُ ٌّب
“bürrün”65 lafızları aynı siyga ve aynı harflerden oluştukları halde sadece fâü’l-fiillerinin yani ilk
harflerinin üç değişik hareke ile harekelenmesi sonucunda farklı manalara sahip olmuşlardır.
Arapça’yı zenginleştiren özelliklerden biri olan müselles lafızlar şiirde de kullanılmıştır:

58 Süyutî, el-Müzhir, I, 340.
59 Süyutî, el-Müzhir, I, 340.
60 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 67.
61 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “ta’rîb” madd. s. 421.
62 Süyutî, el-Müzhir, I, 224 – 225
63 Süyutî, el-Müzhir, I, 226
64 İbrahim Muklâtî, Şerhu Müsellesâti Kutrub, yy, ty, s. 10.
65 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “b-r-r” madd.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1801
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
َملت دموعي َحجري وق َّل فیه ِحجري لو كنت كابن ُحجري لضاع مني أدبي66
“Gözyaşlarım gömleğimi kapladı. Bu sebeple aklım azaldı. Eğer ben de İmrüü’lKays’in
babası İbn Hucerî gibi olsaydım edebim zayi olurdu”
Bu şiirde geçen ve mütekellim ي” yâ”sına muzâf olan حجر” h-c-r” maddesinin ilk harfinin
fethalı olunca “gömlek” manasında, kesralı olunca “akıl” manasında ve zammeli olunca da bir
şairin ismi olmaktadır.67
َّمة Yine
َل” lemmetün” kelimesi, “korku ve cünun sebebiyle insanda oluşan bir hâl”, مةِ َّل
“limmetün” kelimesi, “baştaki kıllar” ve مةَّ
ُ
ل” lümmetün” kelimesi de “insan topluluğu”
manasındadır.68
1.6. Naht
Lügatte “tahta, taş vb. sert cisimleri yontmak”69 manasına gelen bu kelime, Arapça
mefhumlarda “bir çeşit kısaltma”70 faaliyetini ifade etmektedir. Bu kavram اًوتُیُب لِ
ِجبَا
ْ
ِحتُو ََ ِم َن ال
َوتَنْ
ِر ٖهی َن
اَف” dağlardan yontarak lüks evler yapıyorsunuz”
71 meâlindeki ayette de bu manasıyla
kullanılmıştır. Istılahta ise “Arapların âdetinden olan iki kelimeyi kısaltıp bir çeşit kısaltma ile bir
kelime halinde kaynaştırarak”72 “birkaç kelime ile ifade edilen manaları, tek bir kelimede
toplamak”73 demektir. Diğer bir ifadeyle naht, “bir kelime ya da cümleyi alıp, onun harflerinden o
kelime ya da cümlenin taşıdığı anlamı ifade eden tek bir kelime oluşturma anlamına
gelmektedir.”74 Meselâ; الشمس عبد isminden, عبشم lakabının türetilmesi gibi…
Klasik ve modern dilcilerin naht olgusuna bakışları farklıdır. Mesela, “klasik dilciler daha
çok naht üzerinde durup, onu örneklerle açıklarken; çağdaş dilciler, bu olgunun bir kelime türetme
yöntemi olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunu ele almışlardır.”75 Nitekim Subhî es-Sâlih,
naht olgusunun Araplar tarafından çok az bilindiğini, zira iştikakın kelime türetmede yeterli
olduğunu, var olan az miktardaki menhût kelimelerin ise iştikakın kurallarını ortadan
kaldırmadığını, bu sebeple nahtın iştikakın bir çeşidi olduğunu, hatta bazı çağdaş dilcilerin nahtı
“en büyük” ) الكبار ) iştikâk olarak adlandırdıklarını belirtmiştir.76
Naht, cahiliye döneminde görülmekle beraber, daha çok İslâmî dönemde kullanılmıştır.77
قال أحمُد بسم َّللا الرحمن ;mana kastedilen cümlesinden بسملة أحمُد oluşturulan üslubuyla naht; Meselâ
الرحیم” Ahmed Bismillahirrahmanirrahim dedi” ve حیعلة cümlesinden kastedilen mana da; حي قال
الصالة على”Hayye alâ’s-Salâ dedi” manasındadırlar. Nitekim Halil b. Ahmed bir şiirinde bu kelimeyi
şu şekilde kullanmıştır:
أقول لها ودمع العین جار ألم تحزنك حیعلة المنادي

66 Muklâtî, Şerhu Müsellesâti Kutrub, s. 51. Müsellesât ile ilgili ilk eser yazanın, Hicrî 206’da vefat eden Ebu
Muhammed Ali b. Müstetîr b. Ahmed el-Kutrub olduğu rivayet edilmiştir. (Bkz. Muklâtî, Şerhu Müsellesâti Kutrub, s. 9)
67 Fîrûzâbâdî, Şerhu Nazmi Müsellesi Kutrub, v. 1 ve Muklâtî, Şerhu Müsellesâti Kutrub, s. 51–52 ve 64.
68 Fîrûzâbâdî, Şerhu Nazmi Müsellesi Kutrub, v. 1 ve Muklâtî, Şerhu Müsellesâti Kutrub, s. 48–49 ve 72.
69 İsfehânî, Râğıb Ebü’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredâtü fî Ğarîbi’l-Kur’ân, (Safvân Adnan Dâvudî),
Dârü’l-Kalem, Beyrut, I. Baskı, 1412 (h), “n-h-t” madd. ve Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “n-h-t” madd.
70 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 149.
71 Şuara, 149
72 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 209.
73 İnci Koçak, Arapça’nın Gelişme Yolları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih–Coğrafya Fakültesi Yayınları, No: 346,
Ankara, 1984, s. 100.
74 Yakup Civelek, “Arap Dilinde Naht ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin Kullanımı”, Şarkiyat Araştırmaları
Dergisi, 2003, cilt: III, sayı: 10, s. 99.
75 Civelek, “Arap Dilinde Naht ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin Kullanımı”, s. 100.
76 Subhî es-Sâlih, Dirâsât fî Fıkhi’l-Lüğa, s. 243
77 Koçak, Arapça’nın Gelişme Yolları, s. 100.
1802 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
“Gözlerimden yaşlar akarken ona (sevgilime) dedim ki; müezzinin “Hayye ala’sSala”
demesi seni hüzünlendirmedi mi?”78
Naht, bilimsel terimlerin türetilmesinde de başvurulan bir yöntemdir. Zira “pek çok Arap
bilim adamı, Batı dünyasının ulaştığı ileri düzeyi yakalamanın bir parçası olarak da, bilimsel ve
teknolojik alanlardaki gelişmeleri karşılayacak kelime varlığının türetimini gerekli görmüştür.”79
II. Nahvin Yapısı Sayesinde Farklı Manaların Elde Edilebilmesi
Sibeveyhi’den itibaren sarf ve nahiv ilimleri, nahiv kitaplarında birlikte
değerlendirilmelerine ve çağdaş ilim adamlarının da her iki ilmi birlikte “gramer” kelimesiyle ifade
etmelerine” karşın80 biz bu başlık altında, cümledeki kelimelerin dizilişi, zamir, sıfat ve i’râb gibi
sadece birkaç konuyu inceleyeceğiz. Zira Arapça gramerinin iki kısmından biri olan nahiv, sarftan
ayrı olarak; “cümlelerin i’râbı ile meşgul olan ilim”81 şeklinde tarif edilmiştir.
Diğer dillerde bulunmayan bir tarzda, bir cümle Arapça’da çok değişik şekillerde
dizilebilir. Bu değişik diziliş şekli de, cümlede vurgulanan lafzın değişmesine vesile olur. Meselâ;
ضرب زيد عم ًرا أمس ، زيد ضرب عم ًرا أمس ، عمرو ُضرب من زيد أمس ، زيد ضارب cümlesi ضرب زيد عم ًرا امس
عم ًرا أمس ، الضارب عم ًرا أمس زيد ، الضارب زيد أمس عمرو ، الذي ضرب عم ًرا أمس زيد ، الذي ضربه زيد أمس عمرو
şeklinde sekiz ayrı değişik şekilde sıralanabileceği bildirilmiştir.82 Bu cümlelerin her birinde anlam
aynı olmakla birlikte, vurgulanan lafız değişmektedir.
Şimdi de Arapça cümlelerde manayı etkileyen bazı unsurları görelim:
2.1. Zamirlerin Merciî
Âlimler, Arapçadaki zamirlerin merciî hususunda birçok kaide ortaya koymuşlardır.83
Bunlardan en önemli olanı; “cümlede iki şey zikredildikten sonra zamirin merciî bunlardan
birisidir. Ancak genellikle zamir ikincisini işaret eder. Zira merciin yakın olanı işaret etmesi
gerekir”84 kaidesidir. Fakat bu kaide her zaman için geçerli olmayıp zamirin merciinin
zikredilenlerin her ikisi olabileceği gibi daha uzak olanı da olabilir. Mesela, ةِو
ٰ
ِر َوال َّصل
ال َّصْب
ِ
ٖعینُوا ب
َوا ْستَ
ی َرة
ٖ
كبَ َل اَهَّنِوا” َSabır göstererek, namazı vesile ederek Allah'tan yardım dileyin! Gerçi bu çok zor bir
iştir”
85 meâlindeki ayette اَه” hâ” zamirinin merciî en yakın lafız olan ةِو
ٰ
صل َّال lafzı iken; buna
َر ُكو َك قَائِ ًما,mukabil
َوتَ
ْو لَ ْهًوا انْفَ ُّضوا اِلَ ْیهَا
ْوا تِ َجا َرةً اَ
َذا َراَ
ِوا” َOnlar bir ticaret veya bir eğlence görünce oraya
doğru sökün edip, seni hutbe verirken ayakta bırakıverdiler”
86 ayetindeki اَه” hâ” zamirinin merciî
daha uzak olan ًرة َجاِ َت lafzıdır.
Her ne kadar İbn Enbârî; “zamirin merciinin yakın değil; uzak olduğu durum sadece bu
ayette mevcuttur. Bundan başka herhangi bir misal yoktur. Buradaki اَه” hâ” zamiri de zaten إلیهما
“ileyhimâ” manasındadır”87 demişse de bu çok zorlama bir yorumdur. Zira “Araplar bazen عبدكَ إ
عاقل وجاريتك cümlesindeki gibi birinciyi bazen de عاقلة وجاريتك عبدكَ إ cümlesindeki gibi ikinciyi
işaret etmişlerdir.”88

78 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 210.
79 Civelek, “Arap Dilinde Naht ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin Kullanımı”, s. 110.
80 Bkz. Abduhu er-Râcihî, Fıkhü’l-Lüğa fi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Dâru Nehdati’l-Arabiyye, Beyrut, 1979, s. 144.
81 İbn Manzur, Ebü’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim, Lisânü’l-Arab, Dârü Sadr, Beyrut, III. Baskı, 1414 (h),
“n-h-v” madd.
82 Bkz. Çiçek, Serâü’l-Ma’nâ, s. 32 – 33.
83 Zerkeşî, Ebu Abdillah Bedrüddin Muhammed b. Abdillah b. Bahadır, el-Bürhan fî Ulûmi’l-Kur’ân, (tah. Muhammed
Ebü’l-Fadl İbrahim), Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, I. Baskı, 1957, IV, 23 – 42.
84 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 30
85 Bakara, 45
86 Cuma, 11
87 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 31.
88 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 31.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1803
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Aslında İbn Enbârî’nin dediklerinin aksine; zamirin merciinin yakın değil; uzak olduğu
duruma misal teşkil edebilecek başka ayetler de mevcuttur. Mesela, فىٖ
نَا
ْ
َو َوهَ ْبنَا لَهُ اِ ْس ٰح َق َويَ ْعقُو َب َو َج َعل
تَ ْینَاهُ
ٰ
ِكتَا َب َوا
ْ
َوال
ِّريَّتِ ِه النُّبُ َّوةَ
ِم َن ال َّصالِ ٖحی َن ُ
ْ ْٰل ذ ِخ َرِة لَ
َواِنَّهُ فِى ا
یَا
ْدنُّال ىِفُ ره َجَ ْا” Biz ona (İbrahim’e) İshak ile Yâkub’u
ihsan ettik. Onun neslinin içinden (bazılarıyla), peygamberliği ve vahyi devam ettirdik. Ona
dünyada mükâfatını verdik. O âhirette de elbette salihlerden olacaktır”
89 mealindeki beş yerde
geçen ) ُه” ) hû” zamirlerinin mercileri daha önceki ayetlerde ismi geçen Hz. İbrahim (a.s.)’dır.
Bununla beraber son dört ) ُه” ) hû” zamirlerinin mercileri Hz. İbrahim (a.s.) olabileceği gibi; Hz.
İshak (a.s.) ve Hz. Yakup (a.s.) da olabilirler.
2.2. Sıfatların Merciî
Arapçada, nekre isimler haber cümlesiyle tavsif edilirler.90 Yani nekre isimden sonra gelen
lafız veya cümle o nekre ismi tavsif ederler. Mesela, جٍ
ا َغْی َر ٖذى ِع َو
ی ً
ِ
نًا َع َرب
ٰ
ْرا
ُق” her türlü eğrilik ve
büğrülükten uzak, dosdoğru ve Arapça bir Kur’ân”91 meâlindeki ayette geçen
eğrilikَ “غْی َر ٖذى ِع َوجٍ
ve büğrülükten uzak” olma vasfı hem Kur’ân-ı Kerim’in hem de Arapçanın vasfıdırlar. Zira hem
Kur’ân hem de Arapça lafızları nekre durumundadırlar.
2.3. Siyak – sibak
Kur’ân-ı Kerim’de, çeşitli manalarda kullanılan müşterek lafızlar mevcuttur. “Bir
kelimenin bir ayette ifade ettiği mana ile yine aynı kelimenin diğer ayetlerde ifade ettiği manalar
aynı olmamaktadır.”92 Mesela, َِ
ْجُم َوال َّش َج ُر يَ ْس ُجَدا
َّوالن” َotlar ve ağaçlar”93 ayetindeki مُجْ
َّالن” en-Necm”
lafzı, bulunduğu bağlam sebebiyle “ot” manasını ifade ediyorken;94 ر َمَ
قَ
ْ
ْی َل َوالنَّهَا َر َوال َّش ْم َس َوال
َّ
َو َس َّخ َر لَ ُكُم ال
ُجو ُم ُم َس َّخ َر
ُو ََ َوالنُّ
ْوٍم يَ ْعقِل
يَا ٍت لِقَ
لِ َك َْلٰ
ٰ
ََّ ٖفى ذ
ِرٖه اِ
ْم
اَ
ِ
ب ت ا” Hem geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin
hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da O’nun emriyle size râm edilmiştir. Elbette aklını çalıştıran
kimseler için bunda alınacak nice dersler var”95 ayetindeki مُجْ
َّالن” en-Necm” lafzı da yine
bulunduğu bağlamda sebebiyle “cins isim olarak “yıldız” manasındadır.”96
ِهْم ٖحیتَانُهُ ْم Yine
ٖتی
ْ
تَا
يَ ْعُدو ََ فِى ال َّسْب ِت اِذْ
بَ ْح ِر اِذْ
ْ
ٖتى َكانَ ْت َحا ِض َرةَ ال
َّ
قَ ْريَ ِة ال
ْ
هُ ْم َع ِن ال
ْ
ْبتِ ِه َْل يَ ْو ْم ُش َّر َو َم َس ْسئَل
َ
َويَ ْوم
ًعا
ِهْم
ٖتی
ْ
تُو ََ َْل تَا
ِ
سبَ ْي” Bir de onlara o deniz kıyısında bulunan şehrin başına gelenleri sor. Hani onlar
Cumartesi gününün hükmüne saygısızlık ediyorlardı. Cumartesi gününün hükmünü gözettiklerinde
balıklar yanlarına akın akın geliyordu; bu günün hükmüne riayet etmediklerinde ise gelmiyordu”97
mealindeki ayette Allah Teâlâ, “önce deniz kıyısında bulunan şehrin başına gelen işlerden
يَ ْعُدو ََ فِى ال َّسْب ِت .başlamıştır bahsetmeye
ْذِا” Cumartesi gününün hükmüne saygısızlık ettikleri zaman”
ifadesiyle Allah Teâlâ; şehir halkını kastetmiştir. Zira şehir, ne Cumartesi günü ne de başka bir
gün; ne düşmanlık yapabilir ne de fasıklık… Burada Allah Teâlâ, َوا َدْع” ُhükmüne saygısızlık
etmek” kavramıyla; fâsıklıkları sebebiyle imtihan ettiğini söylediği şehir halkından bahsetmiştir.”98
2.4. Lafızların İ’râbı
Arapçada i’râb; amillerin değişmesiyle kelimelerin sonlarının değmesi demektir.99
Lafızların cümledeki görevlerini, terkiplerin maksatlarını ve metinlerin manalarını bilmek ve açığa

89 Ankebut, 27
90 Meylânî, Muhammed b. Abdirrahim, Hâşiyetü Şerhi’l-Müğnî li’l-Meylânî, Şifa Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 102.
91 Zümer, 28
92 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 2009, s. 184.
93 Rahman, 6
94 Mahallî ve Süyutî, Tefsirü’l-Celâleyn, s. 709
95 Nahl, 12
96 İbn Cüzey el-Kelbî, Ebü’l-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed, et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, (tah. Abdullah elHalidî),
Şirketü Dâri’l-Erkam İbn Ebi’l-Erkam, Beyrut, I. Baskı, 1416 (h), I, 423 – 424.
97 Araf, 163
98 Şafiî, er-Risâle, s. 73.
99 Meylânî, Hâşiyetü Şerhi’l-Müğnî, s. 46.
1804 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
çıkarmak için, Arapçanın hususiyetlerinden olan i’râbı bilmek ve uygulamak çok önemlidir. Zira
Arapçada “i’râb” açıklamak manasındadır. Bu sebeple nahiv ve i’râb bilgisi tefsir için gerekli olan
bilgilerdendir. Çünkü Kur’ân’ın mana ve maksatları ancak bu bilgiyle anlaşılabilir.100
Kur’ân’ın harekelenmesine sebep olan hadisenin, Arapçanın olmazsa olmazı olan i’râbı
bilmeyen birinin Kur’ân okurken yaptığı hatadır. Zira ُهُ
ُم ْش ِر ٖكی َن َو َر ُسول
ْ
ٖی ء ِم َن ال
َ بَر
,da Allah “اَ ََّ َّللا ٰ
Resulü de müşriklerden beridir”101 mealindeki ayette ُهُ
سول ُر َو َkelimesi merfudur. Eğer mecrur
okunsa, meâli “Allah, –haşa– Resulünden de müşriklerden de beri ve uzaktır” şeklinde olur.
III. Dilin Zenginliği
Sarfın yapısından dolayı, bir kelimeden birçok kelime türetilebilmektedir. Bu özelliğinin
yanında, Arapça’da bir mananın birçok ismi de bulunmaktadır. Şimdi bu özellikleri görelim:
3.1. İştirâk إشتراك
Mana yönünden Arapçaya en çok zenginlik sağlayan kaynaklardan biri olan iştirak;102
“terâdüfün zıddı olup”103 “birçok manaya ortak bir isim olarak vaz’ edilmiş ینْعَ
ْ
ل
َا” el-A’yn” gibi
lafızların”,104 “her biri ayrı bir vaz’ ile olmak üzere”105 “tarifleri ve hakikatleri ayrı olan şeylere
isim olması”106 ve “lafızların birden fazla manaya sahip olmasıdır.”107 Yani kelimeler arasındaki
iştirak; lafzı bir, manaları farklı olan isim, fiil ve harflerdir.
Diğer bir tarifle iştirak; “başlangıçta bir mana için vaz’ edilen bir lafızdan, zamanla birçok
mananın elde edilmesi” şeklinde tarif edilebilir. Dilciler zamanla tedricî olarak manalarda meydana
gelen bu gelişmeyi “tattavurü’l-ma’nâ” المعني تطور olarak isimlendirmişlerdir.108 Meselâ; “الخال lafzı
yirmi yedi, العین lafzı otuz beş ve العجوز lafzı da altmış değişik manalara gelmektedirler.”109 Yine
birçok lafız gibi رُّ
ِ
ب
ْ
ل
َا” el-Birru” lafzı da müşterek lafızlardandır.110 Bu lafız Kur’ân-ı Kerim’de;
Dünya ve ahiretin bütün iyilik ve güzellikleri,111 itaat,112 sılâ-i rahim,113 çokça iyi şeyler yapmak114
ve denizin zıddı olan kara115 manasındadır.116 Kur’ân-ı Kerim’deki bu kullanımlarının dışında رُّ
ِ
ب
ْ
ل
اَ
“el-Birru” lafzı Arapça bir isim olarak da “doğruluk, koyunları sevk etmek,117 fare,118 tilki yavrusu
ve gönül manasında kullanılmaktadır.”119

100 I’kk, Usul’ü-Tefsir, s. 156.
101 Tevbe, 3
102 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 42.
103 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 154.
104 Cürcânî, Ta’rîfât, “İştirâk madd., s. 274.
105 Zekiyüddîn Şaban, Usûlü’l-Fıkıh, (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2001, s. 360.
106 Gazalî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İlmi’l-Üsul, (tah. Abdullah Mahmud Muhammed
Ömer), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2010, s. 47.
107 İbn Fâris, es-Sâhibî fî Fıkhı’l-Lüğati’l-Arabiyeti, s. 207.
108 Abdülâl Sâlim Mükrim, el-Müşterekü’l-Lafzî fî’l-Hakli’l-Kur’ânî, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 1996, s. 9.
109 Corci Zeydan, Târihu Âdâbi’l-Lüğati’l-Arabiyye, I, 48.
110 İbn Şecerî, Ebü’s-Se’âdât Hibetüllah b. Ali b. Muhammed b. Ali, Mâ İttefeka Lafzuhu ve İhtelefe Ma’nâhu, (tah.
Ahmed Hasan Besc), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2009, s. 45.
111 Âl-i İmrân, 92.
112 Meryem, 14.
113 Mümtehine, 8
114 Tur, 28
115 Rum, 41
116 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “b-r-r” madd.; İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, “b-r-r” madd. ve Müneccid, Muhammed Nureddin,
el-İştirâkü’l-Lafzîyyi fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Dârü’l-Fikir, Dımaşk, I. Baskı, 1999, s. 108 – 109.
117 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “b-r-r” madd.
118 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “b-r-r” madd.
119 İbn Şecerî, Mâ İttefeka Lafzuhu ve İhtelefe Ma’nâhu, s. 37.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1805
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
“İbn Dürüstveyhi,120 Se’âlibî, Ebherî ve Belhî dışında bütün âlimler müşterek lafızların
varlığını kabul etmişlerdir. Zahirîlerden bir gurup ise; sadece Kur’ân-ı Kerim’de müşterek lafızların
olmadığını iddia etmişlerdir.”121 Bunların dışında hem dilciler122 hem de fıkıhçılar123 iştiraki kabul
etmiş hatta bazıları zarurî görmüşlerdir. Zira onlara göre; “manalar sınırsız, bu manaları ifade
edecek lafızlar ise sınırlıdırlar.”124 Bu sebeple lafızlarda iştirak zaruridir.
3.1.1. İştirakin Çeşitleri
Arapça’da iki çeşit iştirak bulunmaktadır:
3.1.1.1. Lafzî İştirak
Lafzî iştirak; bir lafzın iki ya da daha fazla mana için vaz’ edildiği iştirak çeşididir.125
Mesela, نحو” nahv” lafzı; “yol, yön (taraf – cihet), bazen zarf bazen de isim olarak kasıt, Arap diline
mahsus gramer ilmi, çeşit, miktar, benzer, dönmek126 ve kabile127 gibi birçok manaya gelmektedir.
Nitekim şiirde de bu manalar dile getirilmiştir:
ٍف ِم ْن َرقِی ِب
ْ
ل
َ
ِي لَقِینَا نَ ْح َو أ
یب
ِ
ِر ِك يَا َحب
نَ َح ْونَا نَ ْح َو َدا
َو َج ٍب ْدنَاهُ
ی
ِ
ا نَ ْح ًوا ِم ْن َزب
ْوا ِمنَّ
َمنَّ
ٍب تَ
ْ
ِري ًضا نَ ْح َو ِكل
َم
ْم
ُعبَّا ِد ال َّصلِی ِب
ِ
ْم ِم ْن نَ ْحو
ِ ي َوهُ
یب
ِ
ِدي فِی ِك يَا َحب
ْ
نَ َح ْو ُت ُخل
“Sevgilim! Senin eve doğru gelmeye niyetlendiğimiz vakit, rakiplerimizden bin kadar
kişiyle karşılaştık. Bizden bir çeşit üzüm isterlerken onları köpek gibi hasta halde gördük.
Onlar Hıristiyan kabilelere mensuptular. Ey sevgilim! Ben de kalbimi sana çevirdim.”
Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda sayılamayacak kadar müşterek lafızları bulmak
mümkündür. Mesela, Kevser suresinde geçen ve “göğüs” manasında olan حرَ ْن” nahr”128 kelimesi,
“kurban bayramı günlerinde hediy ve udhiye kurbanlarının kesilmesi”,129 “namazda sağ elin sol el
üstüne konarak ikisini de göğsün üstüne konması, tekbir getirirken ellerin göğsün hizasına
kaldırılması”130 ve “namaz kılarken göğsün kıbleye döndürülmesi”131 demektir. Bu sebeple,
“kurban bayramı günlerinde hediy ve udhiye kurbanlarını kesmek, namazda sağ eli sol elin üstüne
ve ikisini de göğsün üstüne koymak, tekbir getirirken elleri göğsünün hizasına kaldırmak ve namaz
kılarken göğsü kıbleye döndürmek şer’î gereklerdendir.
Kelimenin kısımları olan isim, fiil ve harflerin kendilerinde müştereklik olduğu gibi;
fiillerin mazi ve muzari siygalarında da müştereklik vardır. Ancak isimlerdeki müşterekliğe oranla
fiillerde müştereklik daha çoktur. Çünkü fiillerin lafzındaki müşterekliğin yanında siygalarında da

120 Mükrim, el-Müşterekü’l-Lafzî fî’l-Hakli’l-Kur’ânî, s. 12.
121 Mahallî, Celâlüddîn Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Bedrü’t-Tâlı’ fî Halli Cemi’l-Cevâmi’, (tah. Ebü’l-Fidâ
Mürtedâ Ali b. Muhammed el-Muhammediyyi’d-Dâğıstânî), Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, I. Baskı, 2012, I, 240.
122 Sibeveyhi, Ebu Bişr Amr b. Osman b. Kanber, el-Kitâb, (tah. Abdüsselam Muhammed Harun), Mektebetü’l-Hancî,
Kahire, III. Baskı, 1988, I, 24.
123 Mahallî, el-Bedrü’t-Tâlı’ fî Halli Cemi’l-Cevâmi’, I, 241.
124 Süyutî, el-Müzhir, I, 304.
125 I’kk, Usulü’t-Tefsir, s. 392.
126 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “n-h-v” madd.
127 Bkz. Meylânî, Hâşiyetü Şerhi’l-Müğnî, s. 9.
128 İbn Cüzey, et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, II, 517
129 Cevzî, Ebü’l-Ferec Cemalüddin Abdurrahman b. Ali b. Muhammed, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsir, (tah. Abdurrezzak
el-Mehdî), Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, I. Baskı, 1422 (h), IV, 498. ve İbn Cüzey, et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, II, 517
130 Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, IV, 498 ve İbn Cüzey, et-Teshîl li Ulûmi’t-Tenzîl, II, 517;
131 Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, IV, 498
1806 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
müştereklik söz konusudur. Mesela; mazi siygası hem dua hem de geçmiş zamanı bildirir. Ayrıca
muzari siygası da hem hâl hem de istikbâli ifade eder.132
Arapça’da harfler (edatlar) ise; kendisinin dışındaki kelimede bulunan manalara delalet
eden kelimeler olup133 farklı manalara gelebilme hususiyetlerine sahiptirler.134 Meselâ, cerr
لَي olan harflerinden
ِ
إ” ilâ” harfi hem ةِ
ْ ُكوفَ
لَي ال
ِ
بَ ْص َرِة إ
ْ
lügat kendi gibi cümlesindekiَ خ َر ْج ُت ِم َن ال
manasında hem de مْكُ
ْمَوالِ
ٰى اَ
ْمَوالَهُ ْم اِل
ُوا اَ
ْ ُكل
اَت لَْو” َOnların mallarını kendi mallarınızla beraber
yemeyin”135 ayetinde ifade edildiği gibi, ع َم َmanasındadır.136
Bunun yanında vücuh ve nezâir kitaplarında, ) ما ) edatının anlam yelpazesinin ne kadar
geniş olduğunu görmekteyiz. Zira ) ما ) hem harf hem de isim olarak çok çeşitli manalara
gelmektedir.137 Harf olduğu zaman bu lafız ( ل,( ْ138 ( لیس ( ve 139 ( لم(
140 manalarını ifade eder.
Ayrıca bu harf masdariye görevini yapar,141 amilin amelini engeller142 ve lafzı te’kîd eder.143 İsim
olduğu zaman ise bu lafız ( الذي,( 144 ( كما(
145 ve ( من(
146 manalarını ifade eder. Yine bu isim
istifhâm bildirir,147 taaccüp ifade eder,148 cümlenin başında şartiye olarak gelir, ( شئ ( manasında
nekre olur.149 Bunun yanında bu isim bazen muzmar olurken150 bazen de açıklamada herhangi bir
mana ifade etmeden bağlaç olarak gelir.151
3.1.1.2. Lafzî İştirake Yol Açan Sebepler152
1. Arap kabilelerinin kullandıkları farklı lehçeler. Bir kabile bir lafzı bir mana için
kullanırken başka bir kabile aynı lafzı başka bir manaya daha başka bir kabile de apayrı bir mana
için kullanabilmektedir.
Bir arada yaşayan insanların birbirlerinden etkilenmeleri gibi, dillerin de birbirlerini
etkilemeleri ve birbirlerinden etkilenmeleri bir hakikattir. Nitekim diller arasında etkilemek ve
etkilenmenin bir kural olduğu belirtilmiş ve bu kurala “et-Tattavuru’l-Lüğavî” ) اللغوي التطور ) isimi
verilip “yeni bir lafzın ortaya çıkması” şeklinde tarif edilen “el-İhtikâk” ) اإلحتكا ) denilmiştir.153
2. Bir lafzın iki ayrı mana için ortak olarak vaz’ edilmiş olmasından sonra aralarındaki
ortak mananın zamanla unutulması sebebiyle bu lafız müşterek lafız sayılmıştır. Mesela, القرء” el-

132 Kiylânî, Ebü’l-Hasan Ali b. Şihâb, Şerhu’l-Kiylânî li Tasrîfi’z-Zencânî, Dârü’l-Meşâri’, I. Baskı, 2010, s. 74 ve 101.
133 Meylânî, Hâşiyetü Şerhi’l-Müğnî, s. 210
134 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 67.
135 Âl-i İmrân, 52
136 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 92.
137 Bkz. Emanullah Polat, Tîn Suresi’nin Tefsiri ve Sure Işığında Kutsal Zaman ve Mekân Mefhumu, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul, 2001, s. 100 – 102
138 Mukatil b. Süleyman b. Beşir, el-Vücûh ve’n-Nezâir, (haz. Ali Özek), İstanbul, İSAV Yayınları, 1993, s.117. (Bkz.
Sâd, 86)
139 Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s.117. (Bkz. Hûd, 61)
140 Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s.118. (Bkz. En’âm, 23)
141 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 407. (Bkz. Tevbe, 77)
142 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 408. (Bkz. Nisa, 171)
143 Zerkeşî, el-Bürhan, IV, 409. (Bkz. Bakara, 115)
144 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yüni’n-Nevâzir fî İlmi’l-Vücûhi ve’n-Nezâir, (tah. Muhammed Abdulhakîm Kazım er-Râzî),
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, III. Baskı, 1987, s. 566; Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s.117. (Bkz. Leyl, 3)
145 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yün, s. 567; Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s. 118. (Bkz. Ya Sin, 6)
146 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yün, s. 567. (Bkz. Şems, 5 – 7)
147 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yün, s. 567; Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s.118 (Bkz. Bakara, 133)
148 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yün, s. 566 (Bkz. Abese, 17)
149 Zerkeşî, el-Bürhân, IV, 404. (Bkz. Nisa, 58)
150 Zerkeşî, el-Bürhân, IV, 405. (Bkz. En’am, 94)
151 Cevzî, Nüzhetü’l-A’yün, s. 565; Mukatil b. Süleyman, el-Vücûh ve’n-Nezâir, s. 118 (Bkz. Bakara, 26)
152 Bkz. I’kk, Usul’ü-Tefsir, s. 393 – 394.
153 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 35 ve Râcihî, Fıkhü’l-Lüğa, s. 123.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1807
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Kur’” lafzının asıl manası “belli bir şeyin vaktinin yaklaşması”154 iken; “humma nöbeti gibi
tekrarlanan nöbet vakti, yağmurun sürekli yağdığı vakit”155 ve “kadınların hem hayız hem de
temizlik vakti”156 manaları için de kullanılmaktadır.
3. Bir lafız bir mana için vaz’ edildikten sonra da bu mana ile başka bir mana arasındaki
herhangi bir alaka sebebiyle, mecâz yoluyla başka bir manada kullanılıp daha sonrada bu mecâz
yönünün unutulup hakikat zannedilmesiyle farklı manaları olan lafızlar oluşmaktadırlar. Meselâ
Arapça’da “el-Keffü” ) ف ُّكَ
ْ
ل
َا” ;) elin içi, tokat olarak vurulan kısım” demektir. Bu maddeden
türetilmiş “keffe” ف َّك َfiili ise; “eli ile defetmek, menetmek” manasındadır. Burada “el-keff”
lafzının manası, lâzımı olan “keffe” fiiline intikal ettirilmiş ve ismin manası mecâz yoluyla fiile
geçmiştir.157
4. Bir lafzın asıl manasından alınıp ıstılahî manada kullanılabilmektedir. Zamanla ilk
manası lügavî ikinci manası da örfî (ıstılahî) olarak kullanılmakta ve bize her iki manası da hakikî
mana olarak intikal etmekte ve müşterek lafız sayılmaktadır. Meselâ; الةَص َlafzı başlangıçta “dua”158
َو َص ِّل ْم lafız bu Nitekim. manasındadır
وتَ َك َس َك ن لَهُ
ٰ
ََّ َصل
ِهْم اِ
یَ ْعل” َOnlar için dua da et! Çünkü senin onlar
lehine duan, onlar için büyük bir huzur ve tatmin kaynağıdır”159 meâlindeki ayette de bu manasıyla
kullanılmıştır. Ancak bu lafız, İslamiyet’in gelişiyle başlayan süreçte; belli vakitlerde ve belli
fiillerle yapılan ibadete ıstılahî isim olmuştur.
2.3.2. Ma’nevî İştirak
Ma’nevî iştirak; “bir lafzın küllî bir mana için vaz’ edildiği iştirak çeşididir. Meselâ, المولى
“el-Mevlâ” lafzının asıl manası “yardım eden” olduğu halde; hem efendi hem de köle için
kullanılmaktadır.”160
Ma’nevî iştirak, lafızda değil cümlenin yapısından kaynaklanmaktadır. Yani lafızların
manaları tek olduğu halde cümlenin içinde üstlendikleri görev itibariyle değişik manalar ifade
Teâlâ Allah hem Fakat. hâldir lafzıَ و ٖحیًدا ayetindekiَ ذ ْرٖنى َو َم ْن َخلَقْ ُت َو ٖحیًدا ,Mesela. edebilmektedirler
hem de yaratılan mahlûk için “hâl” olması söz konusudur.161 Bu durumu göz önünde bulundurarak
iki türlü meâl vermek mümkündür:
1. “Benim tek başına yarattığım o adamı bana bırak”
2. “Benim tek başıma yarattığım o adamı bana bırak”
3.2. Terâdüf ترادف
Dili zenginleştiren kaynaklardan biri olan terâdüf162 lügatte; “bir kimsenin diğer bir
kimsenin terkisine binmesi”163 demektir. Istılahta ise; “iki veya daha fazla lafzın aynı müsemmayı
(manayı) ifade etmelerine denir.164 Burada mana binit ise, manayı ifade eden lafızlar o binite arka

154 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, “k-r-e” madd.
155 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, “k-r-e” madd. ve I’kk, Usul’ü-Tefsir, s. 393.
156 Ebu Tayyib Abdülvahid b. Ali el-Lüğavî, el-Ezdâd fî Kelâmi’l-Arab, (tah. İzzet Hasan), II. Baskı, yy, 1996, s. 359.
157 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 145.
158 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, “s-l-v” madd.
159 Tevbe, 103
160 I’kk, Usul’ü-Tefsir, s. 392.
161 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 208.
162 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 63
163 Cürcânî, Ta’rîfât, “müterâdif” madd., s. 253.
164 Gazalî, el-Mustasfâ, s. 47; Râzî Fahrüddin, el-Mahsul fî İlmi Üsûli’l-Fıkıh, I, 79; Süyutî, el-Müzhir, I, 331; Mahallî,
el-Bedrü’t-Tâlı’ fî Halli Cemi’l-Cevâmi’, I, 224; Cürcânî, Ta’rîfât, “terâdüf” madd., s. 77; Sebt, Halid Osman, Kavâidü’tTefsir
Cem’an ve Dirâseten, Dârü İbnü’l-Kayyım; Riyad, II. Baskı, 2008, I, 459 ve Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 150.
1808 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
arkaya binmiş biniciler demektir. Yani binit bir ama biniciler birden çok olabilirler. Bu vasıftaki
lafızlardan her birisine de müterâdif lafızlar denir.
Bu manasıyla müterâdif müşterekin zıddıdır. Mesela لیث ve أسد arasında bir terâdüf söz
konusudur.165 Burada önemli olan her bir lafzın aynı müsemmaya hakikaten delâlet etmesidir. Yani
lafızlardan biri hakiki isim diğeri de mecâz kullanım veya sıfat olursa terâdüf söz konusu olmaz.
Başta İbn Dürüstveyhi olmak üzere lügat âlimlerinin çoğunluğu terâdüfün varlığını kabul
etmişlerdir. Bununla beraber bu guruptaki bazı âlimler terâdüfün kabulünü; “yakın anlamlı olup
birbirlerinin yerlerine kullanıldıklarında mananın değişmemiş olması” şartına bağlamışlardır.
Mesela; الفاسد أصلح” bozuk olanı ıslah etti”, ث َع َش َال م َّل” dağınık işleri toparladı(ıslah etti)”, قَ
َرتَ َق الفَتْ
“ayrılıkları düzeltti (ıslah etti)” ve صدع َّال ب َع َش” َyarığı onardı (ıslah etti)” cümlelerinde de görüldüğü
َّم , أصلح gibi
َل , قَ َرت َve ب َع َش َfiilleri birbirlerinin yerlerine kullanıldıklarında yine de mana
bozulmamaktadır. Ancak bu görüşe sahip olanlara göre ثْ
َسْد ve لَ ْی
َ
أ gibi isimler aynı müsemma için
kullanıldıklarında bu lafızlara müterâdif değil; “mütevârid” denir.166
Çoğunluğun bu kabulü karşısında –az da olsa– bir gurup âlim terâdüfün varlığını
reddetmişlerdir. Bunlardan İbnü’l-A’râbî, Se’âlibî ve İbn Fâris gibi bazı âlimler; “müterâdif olarak
bilinen kelimelerin hiçbirinin diğeri ile aynı manada olmadığı” görüşünü benimseyerek terâdüfü
kabul etmemişlerdir. Onlara göre; “oturmak” manasında olan دَعَ
َس ve قَ
َجل َlafızları aralarında az da
olsa bir fark vardır. Çünkü دَعَ
َق” ,ayakta duran birinin bu pozisyonundan oturma pozisyonuna
َس ;“geçmesine
َجل َise, “yatan birinin bu pozisyonundan oturma pozisyonuna geçmesine” denir.167
Ayrıca bu iki lafzın ifade ettikleri “oturma” fiilinin şekli arasında da bir fark vardır.168
Çünkü قعد” ka’ade”; “iki uyluğu karın ile birleştirerek her iki eli dizlerinin üzerine koyarak
oturmak”169 manasında bir isim iken; جلس” celese”, “mutlak manada oturmak” manasında170 diğer
bir isimdir.
Bu guruba mensup Ebu Ali el-Fârisî ve İbn Cinnî gibi bazı âlimler ise; “müterâdif olarak
bilinen kelimelerin biri isim diğerlerinin de onun sıfatları olduğu”171 görüşünü benimseyerek
terâdüfü kabul etmemişlerdir. Onlara göre; السیف kelimesi “kılıç” manasında bir isim iken; مهند
“Hint kılıcı”, حسام ise, “keskin kılıç” manasında172 birer sıfattırlar.
Lügat âlimlerinin bu görüşlerinin yanında fıkıh âlimleri de terâdüf hakkında görüşlerini
ortaya koymuşlardır. Özellikle İmam Şafiî (rh. a.)’in; “Araplar, bir şeye birçok isimler kullandıkları
gibi birçok manalar için de tek bir kelime kullanmaktadırlar”173 ifadesi hem terâdüfü hem de
iştiraki kabul ettiğini göstermektedir.
Tacüddin es-Sübkî ise; Se’âlibî ve İbn Fâris’in lafızlarda, Fahrüddin er-Râzî’nin ise şer’î
ıstılahlarda terâdüfü kabul etmediklerini ifade ederek onlara muhalif olarak terâdüfü kabul ettiğini
belirtmiştir.174

165 Gazalî, el-Mustasfâ, s. 47
166 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 151 – 152.
167 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 151.
168 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 60.
169 Se’âlibî, Ebu Mansur Abdülmelik b. Muhammed b. İsmail, Fıkhü’l-Lüğa ve Esrârü’l-Arabiyye, (tah. Yasin elEyyubi),
el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2008, s. 228 – 229.
170 Bkz. Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa, s. 228
171 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 59 ve Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 151.
172 Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa, s. 276 – 277.
173 Şafiî, er-Risâle, s. 67.
174 Sübkî, Abdulvahhab b. Ali b. Abdilkâfî, Cemu’l-Cevâmi’, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut, 2012, I, 236 – 237
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1809
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
Süyutî ise Sübkî’nin “bazı âlimlerin terâdüfü kabul etmeyerek, aralarında terâdüf var
zannedilen kelimelerden birinin isim diğerlerinin sıfat olduğunu ileri sürmüşlerdir” dediğini ve İbn
Fâris’in de bu görüşte olduğunu belirttiğini ancak kendisinin İbn Fâris’in kendi hattıyla yazılmış
mezkûr kitabını gördüğünü ve kitapta “bir şey السیف ، مهند ve حسام gibi birçok isimle isimlendirilir”
ibaresini okuduğunu bildirmektedir.175
2.3.3. Tezâd تضاد
Arapçada تضاد” tezâd”; “iştirakin bir çeşidi olup”176 “bir kelimenin, birbirine zıt iki manayı
ifade etmesidir.177 Bir isim olan ضد” zıd” ın çoğulu olan أضد” ezdâd” ise; “birbirine muhalif
şeylerin bir yere toplanması”178 manasındadır. Bu sebeple ezdâd iştirâkin bir çeşidi sayılmıştır.179
Arapçada zıt kelimelerin bulunup bulunmadığı hususunda; müşterekte olduğu gibi, ihtilaf vardır.
Sadece األضداد إبطال” İptâlü’l-Ezdâd” adında bir kitab yazan İbn Dürüstveyhi180 ve diğer birkaç
kişinin dışında bir kelimenin zıt anlamlara gelebileceğini kabul etmeyen kimse yoktur.181
Birbirine tamamen zıt iki şeyi tek lafızla isimlendirmek Arapların adetlerindendir. Nitekim
َالجو” el-Cevn” lafzı, hem siyah hem de beyaz manasındadır.182 Koyu siyah deveye de َو ْج” َcevn”
denilmiştir.183 Bu lafzın dışında; مُريِ
غ َال” borçlu (hem alacaklı hem de ödemek zorunda olan)”, ىَولْمَ
ال
“hem köle hem de efendi (yardımcı/dost)”, ج ُو ْز َّال” eş (hem karı hem de koca)”, ع ُیَ ْالب” satmak (hem
alış hem de veriş)”, ء ُرا َوَ
ال” yön (hem ön hem de arka)”, مُري ِص َّال” vakit (hem sabah hem de akşam)”,
ُل
َجل َال” ölçü/miktar (hem az/küçük hem de çok/büyük)”, َُ و ْج َال” renk (hem siyah hem de beyaz) ve
ب ُشی ِخ َال” kılıç (hem parlak hem de paslı)” gibi daha birçok lafız da تضاد” tezâd” lafızlardan
sayılmışlardır.184
3.3. Tadmîn تضمين
َضُّم ْن olan masdarı veznindeki” ul’tefe “تَفَ ُّع ْل kavramın Bu
َت” tadammün; “içermek ve şâmil
olmak, sâir şeyler meyanında bir şeyi ihata”185 ve ifade etmek manasındadır. Nitekim “kelâmın
ifâde ettiği mana” cümlesi yerine, “kelâmın tadammün ettiği mana” cümlesi kullanılabilmektedir.
Maddemizde kullandığımız عیلِ
ْفَت” tef’îl” veznindeki ن ْمی ِضَ ْت” tadmîn” kavramı ise; “şiirdeki beytin
manasının kendinden önceki beyte bağlanmasıdır.”186 Yani “birinin söylediği bir söz ya da şiirini
yine kendi söz veya şiirine derç etmeye187 ve bir lafzın manasını diğer bir lafza yüklemeye denir.
ُكْم ,Mesela
ْموالِ
َ
لى أ
ِ
ْموالَهُ ْم إ
َ
ُوا أ
ُكل
ْ
أَت لْو” َOnların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin”188 ayetinde
َك َل
َ
أ fiiline hem bir araya katmak hem de yemek manaları إلي harf-i cerri ile kazandırılmıştır.189
Bir de “tadmînü’l-müzdevec” şeklinde ifade edilen bir tadmîn çeşidi vardır ki o da; “nazım
veya nesir bağlamında, aslî kafiyelerin ve secîlerin kurallarına uyulduktan sonra secîli iki lafzın

175 Süyutî, el-Müzhir, I, 331 – 332.
176 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 156.
177 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 65.
178 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “zıd” madd. s. 872.
179 Süyutî, Müzhir, I, 318.
180 Bu isim bazı eserlerde “Deresteveyh” veya benzeri şekillerde yazılmışsa da hatalı bir tesbittir. Çünkü Farsça’da elma
manasında olan “Sib” ve Arapça’da ef’alü’t-Te’accüb olan ه ِيْو َfiilinin terkib-i mezcî olarak birleşmesinden ve “çok güzel
elma” manasında “Sibeveyhi” isminin oluşması gibi; yine Farsça’da “dürüst” sıfatının, ه ِيْو َta’accüb fiili ile terkib
oluşturarak “çok dürüst adam” manasında “Dürüstveyhi” şeklindedir. (E. Polat)
181 Ma’n, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, s. 65.
182 İbn Fâris, es-Sâhibî, s. 60 ve Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa, s. 348.
183 Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa, s. 125
184 Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa, s. 348.
185 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “tadammün” madd., s. 417.
186 Cürcânî, Ta’rîfât, “tadmîn” madd., s. 84.
187 Bkz. Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “tadmîn” madd., s. 417.
188 Nisa, 2.
189 İbn Atiyye, el-Müharrarü’l-Vecîz, II, 6.
1810 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
oluşmasıdır.”190 Meselâ نٍ
نَبَاٍ يَ ٖقی
ِ
َك ِم ْن َسبَاٍ ب
تُ
ْجئ ِو” َsana Sebe’den önemli ve kesin bir haber getirdim”191
نَبَاٍ geçen ayetinde
ِ
بٍ اَسب َن ْم ِifadesinde “bedî’ olarak isimlendirilen bir lafzî güzellik ve üstünlük
vardır.”192
Bunun yanında bu ayette “hem lafzen hem de manen parlak bir belağat söz konusudur. Zira
بنبإ ifadesinin yerine بخبر ifadesi kullanılsaydı yine de mana bozulmazdı.”193 Bu şekildeki bir
ifadeye, “cinâsü’l-müzdevec” de denilmiştir. Yani bu cinas; طْ
َو يُ
ِذي هُ
َّ
َوال
ْشفِی
َو يَ
ِر ْض ُت فَهُ
َم
ِذا
ِن َوإ
ِن ِعُمنِي َويَ ْسقِی
“O’dur beni doyuran, O’dur beni içiren. Hastalandığımda O’dur bana şifa veren”194 ayetlerinde
olduğu gibi; “yazılışları aynı ama telaffuzları farklı iki kelime arasında bulunan cinas demektir.195
Bu cinas; “secîlerin oluşmasına riayet edildikten sonra, metin bağlamında vezin ve kâfiye itibarıyla
birbirine benzeyen iki lafzı bir araya getirilmesi”196 suretiyle oluşmaktadır. Efendimiz (s.a.s.)’in
َنوِّلیَ نوِّهیَ المؤمنو” Müminler, kolay ve yumuşak kimselerdir”197 hadisi buna en güzel bir misal
teşkil etmektedir.
3.4. Kinaye كناية
Kinaye lügatte; “gizlemek, gölgelemek, açık ifadeyi terk etmek”,198 lafzı “kullanırken
kendisinden kastedilen manayı örtmek”199 ve bir fikri “doğrudan doğruya söylenmeyip dolayısıyla
bir mana ifade etmek”,200 demektir. Istılahta ise; “her hangi bir maksat için, kastedilen manaya
açıkça delâlet etmeyen bir lafızla, bir şeyin lafzen ya da manen ifâde edilmesidir.”201
Diğer bir tarifle kinaye; “hakiki manayı düşünmeye engel olacak bir karine bulunmamak
şartıyla, bir sözü, gerçek manasına da gelebilecek şekilde, başka bir manada kullanma sanatıdır.”202
Bu sanat ise, “zamir, ism-i işaret ve ism-i mevsul ile mübhemat gibi bir manaya mahsus olmayıp
herkes ve her şey hakkında îrâd olunabilen kelimeler”203 ile yapılmaktadır. Mesela; سلم من المسلم
ويده لسانه منَ المسلمو” Müslüman o kimsedir ki; diğer Müslümanlar onun elinden ve dilinden zarar
görmezler”204 hadis-i şerifindeki “el” ve “dil” isimleri kinayeli lafızlardır. Çünkü bu isimlerden,
delalet ettikleri aslî mana olan el ile dövmek ve dil ile hakaret etmek manalarının yanında; el ile
hırsızlık yapmak, dil ile de yalan, gıybet, dedikodu ve iftira manalarının anlaşılmasına mani olacak
herhangi bir durum yoktur. Demek ki kinaye; bir sözün hem hakiki manasında hem de delalet
edebileceği mecazî manada kullanılmasıdır.

190 Cürcânî, Ta’rîfât, “tadmîn” madd., s. 84.
191 Neml, 22
192 İbn Acîbe, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Mehdi, el-Bahrü’l-Medîd fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, (tah. Ahmed
Abdullah el-Kırşî Raslân), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2002, IV, 189.
193 Zemahşerî, Ebü’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Ahmed, el-Keşşaf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî,
Beyrut, III. Baskı, 1407 (h), III, 360.
194 Şuara, 79, 80.
195 Bkz. İbn Âşûr, Muhammed Tahir b. Muhammed b. Muhammed Tahir, Tahrîrü’l-Ma’na’s-Sadîd ve Tenvîrü’l-Akli’lCedîd
min Tefsîri’l-Kiâbi’l-Mecîd, Dârü’t-Tunusiyye, Tunus, 1984, XIX, 252.
196 Cürcânî, Ta’rîfât, “müzdevec” madd., s. 270.
197 Elbânî, Ebu Abdirrahman Muhammed Nâsırüddin b. Nuh b. Necati, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sağîr ve Ziyâdâtihi, elMektebetü’l-İslâmiyye,
yy., 6669.
198 İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, “k-n-y” madd.
199 Cürcânî, Ta’rîfât, “kinaye” madd., s. 240.
200 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “kinaye” madd. s. 1207.
201 Cürcânî, Ta’rîfât, “kinaye” madd., s. 240.
202 Cüneyt Eren ve Vecih Uzunoğlu, Arapça Belağat, Cantaş Yayınları, İstanbul, 2012, s. 92.
203 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “kinaye” madd. s. 1207.
204 Buhari, İman, 3.
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1811
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
3.5. Mecâz مجاز
Mecâz lügatte; “hakikatin zıddı olarak205 yol ve meslek manasında olup lafzın vaz’ edildiği
manasının dışına geçilerek kullanılması”206 manasındadır. Istılahta ise; “bir ismin, aralarındaki
münasebetten dolayı –hakiki manasının kastedilmesine engel teşkil edecek bir münasebetin
bulunması sebebiyle– vaz’ edildiği manasının dışında kullanılmasıdır.”207
İştikakta var olan, lafızların birbirleri, asılları ve manalarıyla olan münasebetleri gibi;
mecâzda da lafızların hakikî manalarıyla mecâzî manaları arasında bir münasebet vardır. Bu
sebeple mecâz için; “manevî iştikâk” denilmiş208 ve “hakiki manasıyla kullanılmayıp münasebet ve
müşabeheti olan diğer bir manaya istiare yoluyla kullanılan söz”209 şeklinde bir tarif de yapılmıştır.
Maddî ve manevî her varlık için konulmuş bir isim vardır. İşte, o varlığa nisbetle bu isim
hakikattir. Tarifte de ifade edildiği gibi; bir isimin, hakiki manasının kastedilmesine engel teşkil
edecek bir münasebetin bulunması sebebiyle, bir başka varlık için kullanılmasına mecâz adı verilir.
İbn Cinnî, hakikatten mecaza üç sebepten dolayı geçilebileceğini ifade etmektedir. Bunlar
َسا ْع) zenginliği anlam
ِكی ْد) vurgu’”), ittisa “إتِّ
ْ
ی ْه) benzetme ve”) kîd’te “تَأ
ِ
شبَ ْت teşbîh) dir. Ona göre,
Efendimiz (s.a.s.)’in bir at için kullandığı بحر kelimesinde her üç husus da vardır.210
Mecâzda ayrıca istiare ve teşbih sanatları vardır. Ancak bunlar belagat ilminin konusu
olduklarından burada bahsetmeyi gerekli bulmuyoruz.
IV. İnce İfade Biçimi
Arapçayı diğer dillerden ayıran en önemli özelliklerinden bir tanesi de çok ince farkların
bile ayrı ayrı lafızlarla ifade edilebiliyor olmasıdır. Nitekim Arapçada günün her zaman dilimi için
ayrı ayrı isimler mevcuttur. Mesela; bir günde bulunan zaman dilimleri sırasıyla الذور , البزوغ ,
211.isimlendirilirler isimleriyle الغروب ve الحدور , الصبوب , األصیل , العصر , الزوال , الهاجرة , الغزالة , الضحى
Sonuç
Her dilin kendi yapısına göre çeşitli güzellikleri vardır. Ancak Arapça kıyâsî bir dil olarak
lafız ve mana yönünden kendisini geliştiren sarf ve nahvin yapısı sebebiyle dünya dilleri arasında
üstün bir yere sahip olup zengin, açık ve süslü bir dil olmuştur. Diğer dillerde bulunmayan bir
şekilde, Arapça’da bir cümlenin kelimeleri çok değişik şekillerde dizilip cümlede vurgulanan lafzın
değişmesine vesile olur. Yine aynı harflerden meydana gelip aynı siygayı oluşturdukları halde bazı
kelimelerin, ilk harflerinin fetha, kesre ve zamme şeklinde üç ayrı şekilde okunabilmeleri
sonucundaki farklılık sebebiyle farklı manaların ortaya çıkmaktadır.
İmam Şafiî (rh. a.)’in de dediği gibi; Araplar bir şey için birçok isimler kullandıkları gibi
birçok manalar için de tek bir kelime kullanmaktadırlar. Zira yukarda açıkladığımız Arapça’nın
birçok özelliklerinin yanında, bir kabilenin kullandığı bir lafzı başka bir kabile kullanmamaktaydı.
Böylece iştirâk ve terâdüf hadiseleri ortaya çıkmış oluyordu. Bal için seksen, aslan için altı yüz
yetmiş, yılan için beş yüz, taş için yetmiş, köpek için yetmiş, kılıç için bin, katır için bin, güneş için

205 İbn Cinnî, el-Hasâis, II, 444
206 Zebîdî, Tâcü’l-A’rûs, “c-v-z” madd., XV, 78
207 Cürcânî, Ta’rîfât, “mecâz” madd., s. 257.
208 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 144.
209 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, “mecâz” madd., s. 1311.
210 İbn Cinnî, el-Hasâis, II, 444.
211 Corci Zeydan, Târihu Âdâbi’l-Lüğati’l-Arabiyye, I, 46
1812 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
elli iki, şarap için iki yüz ve su için yüz yetmiş isim olduğu söylenmiştir.212 Bir mefhum için vaz’
edilmiş olan bu çok sayıdaki lafızlar hakkında “bunlar birbirlerine yakın anlamlı fakat farklı
isimlerdir” ya da “bunlardan biri isim, diğerleri de bu ismin sıfatlarıdır” şeklindeki açıklamaları
isabetli kabul etmenin pek zor olduğunu belirtmek lazımdır.
Arapça, İslâmiyet’in etkisiyle bu özelliklerini daha da geliştirmiştir. Nitekim İslamiyet ile
birlikte bazı lafızlar asıl manasından alınıp ıstılahî manasında kullanılmışlardır. Meselâ; الةَص َlafzı
lügatte “dua” manasında iken; İslamiyet’in gelişiyle başlayan süreçte; belli vakitlerde ve belli
fiillerle yapılan ibadete ıstılahî bir isim olmuştur. Dil kurallarının kıyasî olmasının yanında,
lafızlarına yüklenen manalar ancak sıma’ yoluyla bilinebilir. Bu durum da Arapça’nın hadis ilminin
rivayet metodunu kullanmasına sebep olmuştur. Bunun yanında Kitap ve Sünnet, Arapça’nın
belağat ve fesahat yönlerinin sergilendiği bir ortam oluşturmuştur. Meselâ ٍاَبَن
ِ
َك ِم ْن َسبَاٍ ب
تُ
sanaَ “و ِجئْ
Sebe’den bir haber getirdim” ayetinde geçen ٍاَبَن
ِ
.vardır güzellik bir fevkalade ifadesindeِ م ْن َسبَاٍ ب
Ayrıca Efendimiz (s.a.s.)’in َنوِّلیَ نوِّهیَ المؤمنو” Müminler, kolay ve yumuşak kimselerdir” ifadesi
de buna benzer bir güzellik arz etmektedir.
Kitap ve Sünnet’in bu etkisinin yanında, İslâmiyet ile birlikte başka kavimlerle daha sıkı
bir ilişki içine giren Araplar, “ta’rîb” usulüyle de Arapça’ya birçok kelime devşirmişlerdir.
İnsanların birbirlerinden etkilenmeleri gibi, dillerin de birbirlerinden etkilenmeleri mümkündür.
İşte bu etkilenmenin bir kural olduğu belirtilmiş ve bu kurala “et-Tattavuru’l-Lüğavî” اللغوي التطور)
) ismi verilmiştir.
KAYNAKÇA
KUR’ÂN-I KERİM
BEYDÂVÎ, Nasirüddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’tTe’vîl,
(tah. Muhammed Abdurrahman Maraşlı), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, I.
Baskı, 1418 (h)
BUHÂRÎ, Muhammed b. İsmail b. İbrahim, el-Edebü’l-Müfred, (tah. Muhammed Fuad
Abdulbaki), Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, III. Baskı, 1989.
Sünen.
CÂVÎ, Abdülhak b. Abdilhannân, Hâşiyetü Tedrici’l-Edânî alâ Şerhi’s-Sa’di’t-Taftazânî alâ
Tasrîfi’z-Zencânî, Mektebetü Seydâ, Diyarbakır, 2013
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 2009.
CEVZÎ, Ebü’l-Ferec Cemalüddin Abdurrahman b. Ali b. Muhammed, Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsir,
(tah. Abdurrezzak el-Mehdî), Dârü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, I. Baskı, 1422 (h).
Nüzhetü’l-A’yüni’n-Nevâzir fî İlmi’l-Vücûhi ve’n-Nezâir, (tah. Muhammed Abdulhakîm Kazım erRâzî),
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, III. Baskı, 1987.
CİVELEK, Yakup, “Arap Dilinde Naht ve Kelime Türetmede “Naht” Yönteminin
Kullanımı”, Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, 2003, cilt: III, sayı: 10.
CORCİ ZEYDAN, Târihu Âdâbi’l-Lüğati’l-Arabiyeti, Dârü’l-Fikir, Beyrut, 2011.

212 Râfiî, Târîhu Âdâbi’l-Arab, I, 152 – 153. (Bu konuda yazılan eserlere müracaat edilirse birçok mefhum için çok
sayıda lafzın vaz’ edildiği görülecektir. (Bkz. Se’âlibî, Ebu Mansur, Fıkhü’l-Lüğa ve Esma’î, Abdülmelik b. Karîb, Mâ
İttefekat Elfâzuhu ve’t-Tefekat Me’ânîhi, (tah. Mâcid Hasan ez-Zehebî, Dârü’l-Fikir, Dımaşk, I. Baskı, 1986, s. 33 – 73)
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1813
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
CÜRCÂNÎ, Ali b. Muhammed b. Ali, Ta’rîfât, (tah. İbrahim el-Ebyârî), Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî,
Beyrut, III. Baskı, 1996.
ÇİÇEK, M. Halil, Serâü’l-Ma’nâ fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Dârü’s-Selâm, Mısır, 1999.
EBU DAVUD, Sünen.
EBU TAYYİB, Abdülvahid b. Ali el-Lüğavî, el-Ezdâd fî Kelâmi’l-Arab, (tah. İzzet Hasan), II.
Baskı, yy, 1996.
EBUSSUUD, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’lKerîm,
Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, ty.
EKÎNÎ, Muhammed Rahmî b. Ahmed, Hâşiyetü’l-Akdi’n-Nâmî ala’l-Fevâidi’z-Ziyâiyye
(Mecmû’atü Havâşiyyi Molla Câmî), (haz. Ali Rıza Kaşlı ve Bekir Sırmabıyıkoğlu),
Mektebetü Yasin, İstanbul, 2010.
ELBÂNÎ, Ebu Abdirrahman Muhammed Nâsırüddin b. Nuh b. Necati, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sağîr ve
Ziyâdâtihi, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, yy.
EREN, Cüneyt ve Uzunoğlu, Vecih, Arapça Belağat, Cantaş Yayınları, İstanbul, 2012.
ESMA’Î, Abdülmelik b. Karîb, Mâ İttefekat Elfâzuhu ve’t-Tefekat Me’ânîhi, (tah. Mâcid Hasan ezZehebî,
Dârü’l-Fikir, Dımaşk, I. Baskı, 1986.
FÎRÛZÂBÂDÎ, Şerhu Nazmi Müsellesi Kutrub.
GAZALÎ, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İlmi’l-Üsul, (tah. Abdullah
Mahmud Muhammed Ömer), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2010.
I’KK, Halid Abdurrahman, Usulü’t-Tefsir ve Kavâiduhu, Dârü’n-Nefâis, Beyrut, V. Baskı, 2007.
İBN ATİYYE, Ebu Muhammed Abdulhak b. Ğâlib b. Abdirrahman b. Temmâm, el-Müharrarü’lVecîz
fî Tefsiri’l-Kitabi’l-Azîz, (tah. Abdüsselam Abdüşşafi Muhammed), Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 1422 (h).
İBN ACÎBE, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Mehdi, el-Bahrü’l-Medîd fî Tefsîri’lKur’âni’l-Mecîd,
(tah. Ahmed Abdullah el-Kırşî Raslân), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
II. Baskı, 2002.
İBN ÂŞÛR, Muhammed Tahir b. Muhammed b. Muhammed Tahir, Tahrîrü’l-Ma’na’s-Sadîd ve
Tenvîrü’l-Akli’l-Cedîd min Tefsîri’l-Kiâbi’l-Mecîd, Dârü’t-Tunusiyye, Tunus, 1984.
İBN CİNNÎ, Ebü’l-Feth Osman, el-Hasâis, (tah. Muhammed Ali en-Neccâr), Âlemü’l-Kütüb,
Beyrut, III. Baskı, 2010.
İBN CÜZEY EL-KELBÎ, Ebü’l-Kasım Muhammed b. Ahmed b. Muhammed, et-Teshîl li Ulûmi’tTenzîl,
(tah. Abdullah el-Halidî), Şirketü Dâri’l-Erkam İbn Ebi’l-Erkam, Beyrut, I. Baskı,
1416 (h).
İBN FÂRİS, Ebü’l-Hasan Ahmed, es-Sâhibî fî Fıkhı’l-Lüğati’l-Arabiyeti ve Mesâilihâ ve Sünenü’lArabi
fî Kelâmihâ, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 1997.
İBN KESÎR, Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, (tah. Sami İbn Muhammed
Sellâme), Dârü’t-Tayyibe, II. Baskı, 1999.
İBN MANZÛR, Ebü’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim, Lisânü’l-Arab, Dârü Sadr,
Beyrut, III. Baskı, 1414 (h).
1814 Emannullah POLAT
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
İBN ŞECERÎ, Ebü’s-Se’âdât Hibetüllah b. Ali b. Muhammed b. Ali, Mâ İttefeka Lafzuhu ve
İhtelefe Ma’nâhu, (tah. Ahmed Hasan Besc), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı,
2009.
KOÇAK, İnci, Arapça’nın Gelişme Yolları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih–Coğrafya Fakültesi
Yayınları, No: 346, Ankara, 1984.
İSFEHÂNÎ, Râğıb Ebü’l-Kasım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredâtü fî Ğarîbi’l-Kur’ân, (Safvân
Adnan Dâvudî), Dârü’l-Kalem, Beyrut, I. Baskı, 1412 (h).
KANNÛCÎ, Muhammed Sıddîk Hasan Han, el-Bülğa fî Üsûli’l-Lüğa, (tah. Nezir Muhammed
Mektebî), Dârü’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, 1988.
KASIMÎ, Muhammed Cemalüddin b. Muhammed Said, Mehâsinü’t-Te’vîl, (tah. Muhammed Bâsil
Uyun es-Sûd), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I. Baskı, 1418 (h).
KİYLÂNÎ, Ebü’l-Hasan Ali b. Şihâb, Şerhu’l-Kiylânî li Tasrîfi’z-Zencânî, Şirketü Dâri’l-Meşâri’,
I. Baskı, 2010.
MA’N, Müştak Abbas, el-Mu’cemü’l-Müfassal fî Fıkhı’l-Lüğa, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I.
Baskı, 2001.
MAHALLÎ, Celâlüddîn Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Bedrü’t-Tâlı’ fî Halli Cemi’lCevâmi’,
(tah. Ebü’l-Fidâ Mürtedâ Ali b. Muhammed el-Muhammediyyi’d-Dâğıstânî),
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, I. Baskı, 2012.
Tefsîrü’l-Celâleyn, Dârü’l-Hadîs, Kahire, I. Baskı, ty.
MÂVERDÎ, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Habîb, en-Nüket ve’l-Uyûn, (tah. esSeyyid
İbn Abdilmaksud İbn Abdirrahim), Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, ty.
MEYLÂNÎ, Muhammed b. Abdirrahim b. Muhammed, Hâşiyetü Şerhi’l-Müğnî li’l-Meylânî, Şifa
Yayınevi, İstanbul, 2012.
MUKATİL b. Süleyman b. Beşir, el-Vücûh ve’n-Nezâir, (haz. Ali Özek), İstanbul, İSAV Yayınları,
1993.
MUKLÂTÎ, İbrahim, Şerhu Müsellesâti Kutrub, yy, ty.
MÜKRİM, Abdülâl Sâlim, el-Müşterekü’l-Lafzî fî’l-Hakli’l-Kur’ânî, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı,
Beyrut, 1996.
MÜNECCİD, Muhammed Nureddin, el-İştirâkü’l-Lafzîyyi fi’l-Kur’âni’l-Kerim, Dârü’l-Fikir,
Dımaşk, I. Baskı, 1999.
POLAT, Emanullah, Kur’an-ı Kerim’e Göre Ruhî Hastalıklar, (Basılmamış Doktora Tezi),
Sakarya, 2010.
Tîn Suresi’nin Tefsiri ve Sure Işığında Kutsal Zaman ve Mekân Mefhumu, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul, 2001.
RÂCİHÎ, Abduhu, Fıkhü’l-Lüğa fi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Dâru Nehdati’l-Arabiyye, Beyrut, 1979.
RÂFİÎ, Mustafa Sadık, Târîhu Âdâbi’l-Arab, Dârü’l-Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, II. Baskı, 2009.
RÂZÎ, FAHRÜDDİN Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, el-Mahsul fî İlmi Üsûli’l-Fıkıh,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, I. Baskı, 2012.
Mefâtîhü’l-Ğayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, III. Baskı, 1420 (h).
Kur’ân Dili Arapça’nın Yapısı ve Bazı Özellikleri 1815
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/2 Winter 2014
RÂZÎ, MUHAMMED b. Ebî Bekir b. Abdilkadir, Tefsiru Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Azim, (tah. Hüseyin
Elmalı), Ankara, 1997.
SE’ÂLİBÎ, EBU MANSUR Abdülmelik b. Muhammed b. İsmail, Fıkhü’l-Lüğa ve Esrârü’lArabiyye,
(tah. Yasin el-Eyyubi), el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, 2008.
SE’ÂLİBÎ, EBU ZEYD Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf, el-Cevâhirü’l-Hisân fî Tefsiri’lKur’ân,
(tah. Muhammed Ali Muavviz ve Adil Ahmed Abdulmevcud), Dâru İhyâi’tTürâsi’l-Arabî,
Beyrut, I. Baskı, 1418 (h).
SEBT, Halid Osman, Kavâidü’t-Tefsir Cem’an ve Dirâseten, Dârü İbnü’l-Kayyım; Riyad, II.
Baskı, 2008.
SİBEVEYHİ, Ebu Bişr Amr b. Osman b. Kanber, el-Kitâb, (tah. Abdüsselam Muhammed Harun),
Mektebetü’l-Hancî, Kahire, III. Baskı, 1988.
SUBHÎ, İbrahim, es-Sâlih, Dirâsât fî Fıkhi’l-Lüğa, Dârü’l-İlim, XVI. Baskı, Beyrut, 2004.
SÜBKÎ, Abdulvahhab b. Ali b. Abdilkâfî, Cemu’l-Cevâmi’, Müessesetü’r-Risâle, I. Baskı, Beyrut,
2012.
SÜYUTÎ, Celalüddin Abdurrahman b. Ebibekir, el-Müzhir fî Ulûmi’l-Lüğati ve Envâ’ihâ, (tah. eş-
Şirbînî Şerîde), Dârü’l-Hadîs, Kahire, 2010.
Tefsîrü’l-Celâleyn, Dârü’l-Hadîs, Kahire, I. Baskı, ty.
ŞAFİÎ, Ebu Abdillah Muhammed b. İdris, er-Risâle, (tah: Halid es-Seb’ü’l-İlmî ve Züheyr Şefik elKebbî),
Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 2004.
ŞEMSEDDİN SAMİ, Kâmûs-i Türkî, Şifa Yayınevi, I. Baskı, İstanbul, 2012.
TİRMİZÎ, Sünen.
YILDIRIM, Suat, Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Feza Gazetecilik, İstanbul, 2005.
ZEBÎDÎ, Ebü’l-Feyz Mürtedâ Muhammed b. Muhammed, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs,
Dârü’l-Hidâye, ty.
ZEKİYÜDDÎN ŞABAN, Usûlü’l-Fıkıh, (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, 2001.
ZEMAHŞERÎ, Ebü’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Ahmed, el-Keşşaf an Hakâiki Ğavâmidi’t-Tenzîl,
Dârü’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, III. Baskı, 1407 (h).
ZERKEŞÎ, Ebu Abdillah Bedrüddin Muhammed b. Abdillah b. Bahadır, el-Bürhan fî Ulûmi’lKur’ân,
(tah. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrahim), Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, I. Baskı,
1957.

Konular