HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ 1

Derlemeler
Compilations
DÜZELTME
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi’nin Yıl/Year: 17
Sayı/Issue: 53 olarak bildirilen bir önceki sayısı Kış (Ocak, Şubat,
Mart) Winter (January, February, March) olarak basılması gerekirken
yanlışlıkla Kış (Ekim, Kasım, Aralık) Winter (October, November,
December) şeklinde basılmıştır. Düzeltir, özür dileriz.
CORRECTION
The previous issue of Haci Bektash Veli Research Quarterly (Year:
17, Issue: 53) had been published as “Winter (October, November,
December)” in stead of “Winter (January, February, March).” We
would like to apologize for this mistake.
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 255
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ
MERKEZLERİ 1
Aydın DURDU
ÖZET
Bu çalışmada Hatay’da yaşayan Arap Alevileri ve Nusayrîlik kavramı ele alınmıştır. Hatay
Alevilerinin inanç merkezleri ve bu inanç merkezlerine yönelik inanışlara da çalışma içerisinde
yer verilmiştir. Çalışma süresince kaynak kişilerle görüşme yöntemi uygulanmıştır. Çalış-
mada elde edilen sonuçlardan en önemlisi, Arap Aleviliği ve Anadolu Aleviliği arasındaki kesişen
noktalardır.
Anahtar kelimeler: Nusayrîler, Hatay Arap Alevileri, Şıh
THE FAITH OF SAINT AND FAITH CENTER IN HATAY NUSAIRIS
ABSTRACT
In this study, it is informed about Arabic Alaouites lives in Hatay and term of “Nusayrî”. Also
belief centers of Hatay Alaouites and beliefs about these belief centers are considered. During
the study conversation method has been used. Findings and conclusions have been ranked
in study. One of the important conclusions of this study is the intersected points between
Arabic Alaouties and Anatolian Alaouities.
Keywords: Nusayrîs, Hatay Arabic Alaouities, Sheik
1 Bu çalışma Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Müdürlüğünün 22 Ekim-2 Kasım 2002
tarihleri arasında gerçekleştirdiği Alan Çalışmasından ve kaynak taramalarından yararlanılarak hazırlanmıştır.
Aydın DURDU
256 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
1-Giriş
Hatay Alevileri, eren inançlarını Kur’an-ı Kerim’in Münafikun suresinin 7. ayetine, Maide
suresinin 60. ayetine ve İsra suresinin 85. ayetlerine dayandırırlar.1
Münafikun suresinin 7.
ayetinde şöyle der: “Onlar öyle kimselerdir ki, “Resulullah’ın yanındakilere masraf etmeyin
ki dağılsınlar. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar anlamazlar.”
Maide suresinin 60. ayeti ise şöyle der: “De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size
haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve
tâğuta tapanlar çıkardığı kimseler. İşte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan
daha ziyade sapmış bulunanlardır.”, İsra suresi 85. ayette ise “Sana ruh hakkında soru sorarlar.
De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.” şeklindedir.
Yukarıda yazılı ayet ve surelerde işlenen konular eren inancıyla doğrudan bağlantılı değildir;
fakat bu ayetlerden bahsetmemizin nedeni, ayetlerin Hatay Alevilerindeki ruh görüşü ve eren
inancıyla yakın ilişkilidir. Bu nedenle Hatay Arap Alevilerinde eren inancı konusunu daha iyi
anlayabilmek için öncelikli olarak ruh görüşlerini ve cennet-cehennem kavramlarını incelememiz
gerekmektedir.
Hatay Arap Alevilerine göre dünya, bir sınav yeridir. Asıl olan beden değil ruhtur. Dünyaya
insan bedeninde gelen ruhlar Allah’a itaat eder, dinin gereklerini yerine getirirlerse ölümden
sonra bir daha insan bedeninde gelebilirler. Bu yeniden insan bedeninde geliş bazı Arap Hatay
Alevilerince 70-80 defa olarak ifade edilse de2
bazı Hatay Arap Alevilerince bu dünyaya
kaç defa gelindiği söylenememektedir. Ancak ruhların yeniden bedenleşeceği (reenkarnasyon)
mutlaktır; çünkü bir ruh bir defa dünyaya gelişinde cenneti ya da cehennemi hak edemez.
Ancak zorlu bir sınav sonunda, birçok geliş gidişten sonra cenneti ya da cehennemi hak
edebilir.3
Sınavını başaramayan ruhlar bu dünyaya ancak hayvan bedeninde gelebilirler. Bu,
dünyaya gelen ve kötülük eden ruhun cehennemidir. İyilik eden ruh, birçok defa insan bedeninde
geldikten sonra zorlu sınavını kazanır ve bedenden kurtulur. İşte bu, ruhun bedene iliş-
kin olan acı, keder, üzüntü ve sınırlanmışlıklarından kurtularak artık zamanın ve mekânın söz
konusu olmadığı cennetidir. Kaynak kişiye göre kutsal kitaplar cennetteki hurilerden, meyvelerden,
şaraptan vb. bahsederler; ancak bunlar insanları özendirmek içindir. Çünkü her ruh
bunları tatmıştır, bunları bilir, yoksa cennette bunların olması mümkün değildir.4
Cennete giren, yani bedenden kurtulan ruh artık nur hâline gelmiştir ki bunu ancak erenler
başarır.5
Bunu başarmış olan ruhlar, evliyalar için, insanlar için imkânsız olan imkânsız değildir.
Hatay Alevilerince kutsal kabul edilen bir kişilik de sadece Hz. Musa zamanında beşer sıfatında
gelen Hz. Hıdır (Hızır)’dır. Hz. Hızır bir evliya değil bir peygamberdir ve ölmemiştir.
Ölümsüzlüğü öyle ifade edildiği gibi ölümsüzlük suyundan içmesinden değil nurdan oluşundandır.6
Hz. Hızır, Allah’la görüşebilen nadir ruhlardan birisi olarak kerimdir, konuşandır.
Ancak bu niteliğine rağmen onun nuru Hz. Musa’dan üstün, Hz. Muhammed’le aynı olsa da
tüm evliyaların sultanı olan Hz. Ali’nin nurundan aşağıdır.
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 257
Hatay Alevilerine göre yaşanılan her çağda mutlak bir evliya bulunur; çünkü yer (dünya) evliyalarla
döner. Evliyalar olmasa yer dönmez. Yani her çağda dünyanın nizamından sorumlu
olan bir eren vardır.7
2-Nusayrî İnanç Merkezleri
Hz. Hıdır (Hızır) Makamları
Hatay Arap Alevilerine göre, Muaviye ile Hz. Ali arasındaki uyuşmazlık sonucunda
Muaviye’nin Hz. Ali taraftarlarının baş kaldırmaması için camilerde hutbe okutarak Hz. Ali’yi
kötülemesi ve Alevilerin camilerden uzaklaşması gibi konumuzla direkt ilişkisi bulunmayan
sebeplerle camilerden uzaklaşmış, kendilerine alternatif ibadet merkezleri oluşturmuşlardır.
Hatay Arap Alevilerinde bu alternatif ibadet merkezleri ziyaret olarak nitelendirebileceğimiz,
evliya olarak kabul edilen kişilerin mezarları (türbeler) ve Hz. Hıdır (Hızır) makamlarıdır.
Bu inanç merkezleri, öncelikli olarak sayılarının fazlalığı ile dikkat çekmektedir. Bu merkezlerin
sayısal çokluğunun nedenleri hakkında halk arasında iki ayrı düşünce bulunmaktadır.
Bu düşüncelerden birine göre Hz. Hızır’ın makamları para kazanmak için uydurmadır; çünkü
“Hz. Hızır ölmemiştir ki mezarı olsun.”8
Diğer bir düşünceye göre ise Aleviler nur düşen
yerlere Hz. Hızır makamları veya türbeler yaparlar. Sayısal çokluğun nedeni budur. Bu dü-
şünceyi savunanlara göre nuru ancak saf, temiz insanlar görebilirler. Ancak o mekâna türbe
ya da makam yapılabilmesi için nurun bir defa görülmesi yeterli değildir, en az 5-6 defa gö-
rülmesi gerekir.9
Türbe ve hızır makamlarının yapılmasıyla ilgili olarak diğer bir olgu da bazı kimselerin örne-
ğin Hz. Hızır’ı rüyalarında gördüklerini iddia ederek yeni makamlar yapmasıdır. Çünkü çalış-
mamız sırasında henüz iki yıl önce yapılmış Hızır Makamlarına rastladık.
Her ne sebeple olursa olsun söz konusu inanç merkezleri günlük hayatın ve dinî hayatın kesiştiği
noktada bulunması, büyük bir kutsallığa sahip olması, hemen hemen her yerleşim alanında
bulunması gibi çeşitli nedenlerle Hatay Arap Alevilerinin dinsel ve günlük hayatları
açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle Hatay Alevilerinin dinî ihtiyaçlarını kar-
şıladıkları belli başlı inanç merkezleri hakkında bilgi vermeyi gerekli görüyoruz.
Hatay Arap Alevilerinin inançları gereği en çok rağbet ettikleri inanç merkezleri Hz. Hızır
Makamlarıdır. Hz. Hızır Makamı olarak hemen hemen tüm yerleşim birimlerinde bulunmasına
rağmen kaynak kişilerden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda özellikle iki makamdan
söz etmek istiyoruz. Bunlardan birincisi Samandağ merkezinde bulunan ve en çok rağbet
edilen Hz. Hızır Makamı’dır. Bunun nedeni Hz. Hızır’ın beşer olarak insanlara gözüktüğü-
ne dair Hz. Musa zamanında geçen söylencedir. Bu söylenceyi şu şekilde özetlemek mümkündür:
“Söylenceye göre Asi Irmağı Hızır’ın ölümsüzlük suyunu içtiği Âb-ı Hayat kayna-
ğından gelmekteymiş. Hz. Hızır Âb-ı Hayat kaynağını bulmak arzusuyla yanıp tutuşurken bir
ihtiyar dervişe rastlamış. (Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi bazı kaynak kişiler Hz. Hızır’ın ölmezliğinin
kaynağını Âb-ı Hayat’tan içmesine değil nur olmasına bağlamışlardı. Bu söylence-
Aydın DURDU
258 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
de ise Hz. Hızır’ın ölmezliğinin kaynağı Âb-ı Hayattan içmesine bağlanmaktadır.) Bu ihtiyar
derviş, aslında İlyas Peygambermiş. Hz. Hızır, İlyas Peygamber’e niyetini açıklamış ve İlyas
Peygamber’den Âb-ı Hayat’ın yerini sormuş. Hz. Hızır’ın ısrarı üzerine İlyas Peygamber Hz.
Hızır’a “Gözünü yum ve aç” demiş. Öyle demesiyle Hz. Hızır kendisini Samandağı’nda bulmuş.
“Artık gerisi sana kaldı.” diyerek kaybolmuş. Hz. Hızır henüz üzerindeki şaşkınlığı atamadan
bir insan topluluğu görmüş. İnsanlar bir tahtırevan üzerinde ay gibi güzel bir kız taşı-
yorlarmış. Hz. Hızır kim olduklarını sorunca tahtırevanı taşıyanlar “Ey delikanlı, bu kız bizim
kralımızın kızıdır. Şu dağda bir ejderha suyumuzun başında oturur ve bize su vermez, bunun
için herkes her sene bir kız seçip kurban vermedi mi suyumuz kesiliyor. Bunun için sırası gelen
prensesimizi ejderhaya götürüyoruz.” demişler. Hz. Hızır hemen peşlerine takılarak prensesi
vermeyeceğini, ejderhayı öldüreceğini söylemiş. “Gelme bu yolda nice yiğitler öldü.” dedilerse
de Hz. Hızır ısrar etmiş. Nihayet Hz. Hızır’la kız yalnız kaldıklarında dağın derinliklerinden,
mağaranın içinden ejderha görünmüş. Hz. Hızır hemen kızı bir yana çekerek kılıcı-
nı ejderhanın kalbine saplamış. Ejderha “ Ya yiğit, bir daha vur da kolay öleyim.” demiş. Ama
Hızır bir daha vurmamış. Meğerse ejderhanın tılsımı böyleymiş. Sevdiklerini kurtarmak isteyen
delikanlılar o güne kadar ejderhanın dediğini yaparak bir daha vuruyorlarmış ve ejderha
ölmüyormuş. Ejderha can havliyle yerleri eşeleyerek toprağa dalmış, Lübnan dağlarındaki
sert bir kayaya başını vurmuş ve başını vurmasıyla bir mağara açılmış, mağaranın açılmasıyla
bir su fışkırmaya başlamış. Su hızla akarak Hz. Hızır’ın yanına gelmiş, oradan da Akdeniz’e
karışmış. İşte bu su Âb-ı Hayat imiş. İlk defa içen ölümsüzlüğe kavuşacakmış ve ilk defa Hz.
Hızır içmiş. Suyun oluşturduğu iz ise Asi Nehri’ni meydana getirmiş.
Yukarıdaki söylencenin mitolojik kökleri, hatta derlemiş olduğum bir Zümrüd-ü Anka
masalıyla benzerliği konumuzun dışında olduğundan ayrıntısına girmiyorum; ancak
Samandağ’daki Hz. Hızır Makamının en çok rağbet gören inanç merkezi olması bu söylenceden
kaynaklanmaktadır. Diğer bir kaynak ise Hz. Hızır’ın Hz. Musa ile olan ve Kuran-ı
Kerim’de bahsi geçen söylencedir.
Hz. Hıdır’ın ismi hem Kuran’da hem de Tevrat’ta anılır ve ölümsüz kabul edilir. Halk inanç-
larında peygamber kabul edilip başı sıkışanların yardımına koştuğuna inanılır. İslam inancı-
na göre Hızır, ermiştir ve Allah tarafından Müslümanlığı korumakla görevlendirilmiştir. Bazı
anlatımlara göre Hazret-i İlyas’la kardeştir ve Hazret-i Hıdır karada, Hazret-i İlyas denizde
Müslümanların koruyucusudur. Yöre halkı tarafından da buna yakın bilgiler verilmekte ve
Hazret-i Hıdır’ın denizlerin karayı basmasına engel olduğuna inanılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinin 65. ayeti ve onu izleyen ayetler ondan “Bilim öğrettiğimiz
kullarımızdan biri” diye söz eder. 65. ayet ve onu izleyen ayetler şöyle der: “O sırada kulları-
mızdan öyle birini buldular ki, biz ona kendi esirgeyiciliğimizi eriştirmiştik, kendi katımızdan
bir bilim de öğretmiştik. Musa ona: ‘Ben de seninle gelsem olmaz mı?’ diye sordu. O ise
‘Senin bana katlanmaya gücün yetmez, dedi. Musa, ‘Allah dilerse katlanırım.’ dedi, ‘Hiçbir
işte de sana karşı durmam.’ O da pekala, dedi, ama sakın ben söz etmedikçe sen bana hiçbir
şey sorma. Birlikte yola koyuldular. Bir gemiye bindiklerinde o kimse gemiyi deldi. Musa ‘Ne
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 259
yapıyorsun?’ dedi. ‘İçindekiler boğulsun diye mi deldin gemiyi? Doğrusu çok korkunç bir iş
yaptın.’ O ise ‘Senin bana katlamaya gücün yetmez dememiş miydim?’ dedi. Musa unuttuğunu
söyleyerek özür diledi. Gene yola koyuldular ve bir oğlan çocuğuyla karşılaştılar. O kimse
çocuğu hemen öldürdü. Musa dehşetle, ‘Suçsuz bir cana nasıl kıyarsın. And olsun ki bu yaptı-
ğın çok ağır bir suçtur.’ O ise şöyle dedi: ‘Ben sana dememiş miydim benimle birlikte katlanmaya
senin gücün yetmez diye? Musa, bir daha yaparsan benimle arkadaşlık yapmaktan vazgeçersin.’
dedi. Bunun üzerine kalkıp gittiler.
Bir kente vardıklarında, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. O kimse duvarı hemen onardı.
Musa dayanamayıp isteseydin bu iş için emeğinin karşılığını alabilirdin dedi. O ise, işte artık
senden ayrılmak zorunlu oldu, diye karşılık verdi. ‘Şimdi sana katlanmaya gücümün yetmediği
bu işlerin iç yüzünü bildireyim. O gemi yoksul gemicilerindi, o ülkenin öyle bir hakanı
vardı ki gemileri zorla sahiplerinin elinden alıyordu. Delik bir gemiyi ise almazdı. Öldürdüğüm
o oğlan, inanan kimseler ona ana ve babasını azdırmak ve baştan çıkarmak üzereydi.
Allah onun yerine daha iyi bir oğlan verecekti. Kentteki duvar ise iki öksüz çocuğundu, altında
da babalarının onlara bıraktığı bir gömü (hazine) vardı. Esirgeyici olan Allah, o çocukların
erginlik çağına gelince gömülerini bizzat çıkarmalarını istiyordu. Ben bu işleri kendiliğimden
yapmadım. İşte katlanmaya gücünün yetmediği işlerin iç yüzü budur.’
Buhari’nin Übey İbn Ka’b’tan naklettiği bir hadisinde peygamber şöyle demiştir: “Hazret-i
Musa’ya, insanların en bilgini kimdir? diye soruldu. O da benim karşılığını verdi. Allah bilir
demediği için Musa’ya vahyedip onu azarladı. Denizlerin birleştiği yerde bir kulum vardır ki
o senden bilgindir. Allah’ın sözünü ettiği bu kul Hızır’dır.”
İşte bu söylenceye göre Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştukları yer Samandağ’da makamı-
nın bulunduğu yerdir. Türbenin bulunduğu yörenin insanları, özellikle dükkân sahipleri, minibüs
şoförleri makamın etrafında üç defa dönmedikçe işe başlamazlar. Ayrıca yöre halkı ziyaretin
deniz hizasına düşen kısmında denize girmezler; çünkü buradan denize girdiklerinde
boğulacaklarına inanırlar. Ziyarete gelen kişi “Hz. Hızır’ın kerameti için” duvarları ve sandukayı
üç kez öper.
Ziyaretçiler tarafından Hz. Hızır’ı temsil ettiklerine inandıkları yeşil bezler getirirler. Çocuklarının
boyunlarına veya bileklerine bu bezden bağlayarak onları kötülüklerden korumaya çalışırlar.
Türbe ziyaret edildiği takdirde hastalıkların geçeceğine inanılır. Makamda puhur da
yakılır. Türbeye girerken kadınların başlarını kapatmaları istenir. Diğer bir inanca göre çocu-
ğu olmayan, hasta olan çocuğun ileriki hayatında esenlik kazanması için 7 yıl saçları kesilmez
ve 7 yıl sonunda bu saçlar adak olarak makamda kesilir, kesilen saç çocuğun hayatı boyunca
saklanır. İnanca göre Hz. Hızır’ın geldiği gün olan her cuma günü deniz suyu yükselir, türbenin
etrafını kaplar ve geri çekilir. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi Hz. Makamı olarak rağ-
bet gören inanç merkezlerin bir diğeri ise Harbiye’deki Hz. Hızır Makamı’dır ki bu makam da
aynı inançlar doğrultusunda ziyaret edilmektedir.
Aydın DURDU
260 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
Şeyh Yusuf-İl Hakim Türbesi
Hatay Arap Alevilerince en çok rağbet edilen inanç merkezlerinden bir diğeri de Şeyh Yusuf-
İl Hakim’in Harbiye, Demirtaş Mahallesi’ndeki türbesidir. Halk arasındaki yaygın inanışa
göre burada yatan Şeyh Yusuf-İl Hakim her derde deva bulan bir hekimdir.
Diğer bir anlatıma göre ise Yusuf-İl Hakim yoksul bir ailenin çocuğu olup evsizdi ve geç-
miş yıllarda türbenin yerinde bulunan mezarlığa öğrendiği kumaş dokumayla geçinebilmek
için tezgâh kurdu. Halk arasında, Yusuf-İl Hakim ile ilgili anlatılan söylenceye göre Yusuf-İl
Hakim ermişlik niteliklerine sahip, keramet ehli bir velidir. Bundan çok zaman önce köyde
Şeyh Yusuf isminde, fakir, Allah’a inancı olan, evinde ekmeği olduğunda yiyen, olmadığında
Allah’a hiçbir şekilde isyan etmeyen iyiliksever bir insan yaşarmış. Bir gün başka bir köyden
fakir bir yabancı gelir. Buğday zamanı olduğu için köylülere buğday aradığını ve nerede bulabileceğini
sorar. Köylüler bu kişiyle alay etmek amacıyla köyün en fakiri olan Şeyh Yusuf ’a
gönderirler. Bunun üzerine Şeyh Yusuf ’un yanına gelen adam, “Herkes beni senin yanına
gönderdi, senin bana verebileceğin kadar çok buğdayın varmış.” der. Şeyh Yusuf evine kadar
gelen adama “hoş geldin” der ve içeriye davet eder. Adamın karnını doyurduktan sonra hanımını
yanına çağırarak boş bir çuval uzatır ve “Git buna buğday doldur” der. Hanımı buna
çok şaşırır; çünkü evlerinde yarım çuval buğday kalmıştır ve bu da ancak kendilerine yetecektir.
Hanımı Şeyh Yusuf ’un kulağına eğilerek “Nereden dolduracağım bu çuvalı. Bizde yarım
çuval buğday var. O da ancak bize yeter.” der. Şeyh Yusuf da “Git bismillah çek ve doldurmaya
başla” der. Karısı tekrar “Bizde bu çuvalı dolduracak kadar buğday yok.” der. Şeyh Yusuf
tekrar eder, “Git Bismillah çek ve doldurmaya başla” der. Karısı tekrar itiraz edince Şeyh
Yusuf karısından gidip çuvalı doldurmasını ister. Bunun üzerine karısı kilere giderek Bismillah
çeker ve çuvalı doldurmaya başlar. Adamın çuvalı sonuna kadar doldurulur; ancak Şeyh
Yusuf ’un buğdayından bir tane dahi eksilmez. Adamın yükünü eşeğine yükleyip gönderirler.
Adamı gören köylüler hemen yanına gelirler ve ona buğdayı nereden bulduğunu sorarlar.
Adam köylülere “Sağ olun dediğiniz yere gittim ve oradan aldım.” der. Köylüler buna inanmazlar,
kendisini oraya alay etmek için gönderdiklerini; çünkü Şeyh Yusuf ’un köyün en fakiri
olduğunu söylerler. Daha sonra köylüler hemen Şeyh Yusuf ’un yanına giderek bu olayı anlatırlar
ve elini öperek ondan özür dilerler. Şeyh Yusuf ’un kerametini gören köylüler bu olaydan
sonra hastalarını ona götürmeye ve ona dua etmeye başlarlar; çünkü velilik niteliği olan
birisi hastalıkları da iyileştirme gücüne sahiptir. Başka bir söylencede ise Şeyh Yusuf-İl Hakim
yine bu bölgede, dere yakınında bulunan bir evde oturmaktaymış. Günlerden bir gün
çok fazla yağmur yağdığında kardeşleri korkmuşlar ve koşarak Şeyh Yusuf-İl Hakim’in evine
gelmişler. Ancak kardeşleri gördükleri manzara karşısında oldukça şaşırmışlar. Yağmur suları
sel olup evin dört bir yanını sardığı hâlde evin içerisine bir damla su girmemekteymiş. Tüm
bu kerametlerinden sonra bir veli olarak ölen Şeyh Yusuf-İl Hakim’in mezarı köylüleri tarafından
türbe hâline getirilmiştir. Köylüler arasında, sandukanın üzerini örten yeşil örtünün
Hz. Hızır’ın bayrağı olduğuna inanılmaktadır. Hasta olan kişiler türbeye gelerek dua eder,
sanduka etrafında dönerek Şeyh Yusuf ’tan yardım isterler. Bazı hastalar günlerce türbede yatarak
rüya görmeyi arzularlar; çünkü hastalar rüyalarında Şeyh Yusuf ’u aksakallı, uzun boylu
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 261
ve beyaz elbiseler içerisinde bir kişi olarak gördüklerini ve Şeyh Yusuf ’un beyaz bir ata binerek
geldiğini ve “Seni iyileştirmeye geldim” diyerek parmağını ağrıyan yere bastırdığını söylemektedirler.
Türbede bulunan zeytinyağının kutsal olduğuna ve vücudun çeşitli yerlerinde
oluşan yaralara sürüldüğünde yaranın iyileştiğine inanırlar. Ayrıca türbede bulunan ve sü-
tun veya çok değişik şekillerde olabilen, bir yetişkin insanın kaldırabileceği ağırlıktaki taşları
ağrıyan yerlerine, sırtlarına sürdüklerinde vücut ağrılarının geçtiğine inanılır. Nusayrîlerin
ziyaret ettikleri tüm türbelerde mutlaka buhur denilen bitki yakılarak koku salması sağlanır.
Habib-i Neccar Türbesi
Hatay Arap Alevilerince en çok ziyaret edilen inanç merkezlerinden birisi de Habib-i Neccar
Türbesidir. Habib-i Neccar’ın Türbesi Hatay merkezine hâkim bir tepede, halkın Silpiyus
dediği yüksek bir dağın zirveye yakın noktasındadır. Habib-i Neccar, M.S. 40’lı yıllarda
Antakya’da yaşamıştır. Habib-i Neccar ile ilgili olarak çeşitli halk anlatıları vardır. Bazıları-
na göre Habib-i Neccar ilk Hristiyanlardandır, bazılarına göre ise Müslüman bir cengâverdir.
Halk anlatılarından birisine göre Antakya’nın eski ismi Aramice dilinde Karya (karie) idi ve
Habib-i Neccar burada putperestler için put yapardı. Çünkü o çağlarda Karya halkı putlara
inanırdı. Hazreti İsa, Hristiyanlığı yaymak için Saint Pierre’i (Butrus) ve Lukas’ı görevlendirerek
Karya’ya gönderdi. Kimse onlara yemek vermedi, yalnızca Habib-i Neccar onları evine
alarak misafir etti. Habib-i Neccar onların düşüncelerini öğrenince benimsedi ve Hristiyan
oldu. Habib-i Neccar dışındaki halk ise Resullere inanmayarak onları taşlayıp öldürmeye
karar verdiler. Butrus ve Lukas Karya’da kalarak Habib-i Neccar’ın evinde Luka İncili’ni yazdılar
ve hem de halkı inandırabilmek için keramet gösterdiler. Habib-i Neccar ise halka, resullerin
doğru söylediklerini ve onlara inanmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine putperest
halk “Bunlar seni kandırmışlar, ya dinine geri dönersin ya da ölürsün.” diyerek Habib-i
Neccar’ı öldürdüler. Halkın anlattığına göre Habib-i Neccar’ın başı, Silpiyus Dağı’nda vücudundan
ayrılır. Vücuttan ayrılan baş yuvarlanarak bugün cami ve türbesi bulunan yere gelir.
İnanca göre bugün, vücudu şehit edildiği dağda bulunan mağarada, başı ise Habib-i Neccar
Camii bitişiğinde bulunan türbededir.
Habib-i Neccar’ın Müslüman bir cengâver oluşuyla ilgili söylenceye göre Habib-i Neccar
638 yılında Antakya’yı alan Ebu Übeyd’in bayraktarıdır. Habib-i Neccar bir elinde sancak
bir elinde kılıç düşmana dehşet verir. Antakya’yı almak için geldiklerinde Habib-i Neccar
düşman saflarını yararak sancağı burçlara diker; ancak bu sırada bir kılıç darbesiyle başı uçurulur.
Uçurulan baş bir mızrağa yerleştirilerek Antakya surlarına dikilir. Bu sırada Habib-i
Neccar’ın kesik başı dile gelerek arkadaşlarına yol gösterir. Bunun üzerine kale fethedildikten
sonra Ebu Übeyd Habib-i Neccar’ın kesik başını surlardan alarak şehrin ortasına Türbesini
yaptırır. Başka bir anlatımda ise Habib-i Neccar, kopan başını koltuğunun altına alır,
Kuran’dan ayetler okuyarak bir süre dolaşır ve sonunda bugün türbesi bulunan yere gelerek
ölür. Söylencenin başka bir varyantında Habib-i Neccar’ın yuvarlanan başı, kralın tahtının
önüne kadar gelir. Dile gelen baş, krala “Seni dine davet ediyorum, yoksa felaket yakındır.”
der. Fakat ona yine inanılmaz. Bunun üzerine bütün Antakya yerle bir olur. Diğer bir söylen-
Aydın DURDU
262 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
ceye göre ise Antakya’nın geçmişteki kumandanı Melek Harkal’a İslam’ı kabul ettirmek için
gelen Habib-i Neccar Melek Harkal tarafından öldürülmüştür. Başka bir anlatıya göre ise Melek
Harkal, Habib-i Neccar’ı öldürmek isteyince Habib-i Neccar Silpiyus Dağı’nda bulunan
ve bugün türbesinin bulunduğu Habib-i Neccar Mağarasına kaçmıştır. Ancak mağaraya ka-
çan ve mağaradan bir daha çıkmayan Habib-i Neccar orada sır olmuştur.
Günümüzde Silpiyus Dağı’nda, bir mağarada bulunan türbesinde (gövdesinin bulunduğu
türbe) dilek tutulmaktadır. Dilek tutmak amacıyla önce yerden bir taş alınmakta, daha sonra
bu taş mağaranın pürüzlü duvarına yapıştırılmaktadır. Eğer taş, duvara yapışırsa dilek kabul
olmuştur, eğer yapışmamış ise dilek kabul olmamıştır. Dilek gerçekleştiği takdirde dilek
sahipleri Türbeye yeniden gelerek kurban keserler. Kadir Bayramı adağı olanlar ise Silpiyus
Dağı’na tırmanarak çıkarlar ve çileli bir yolculuktan sonra buraya çıkar kurban keserler.10
Şeyh Hasan Sincari Türbesi
Şıh Hasan Sincari Türbesi de Hatay Alevilerince, özellikle merkez ilçeye bağlı Serinyol
Beldesinde yaşayan Alevilerce ziyaret edilen bir inanç merkezidir. Türbe, geçmiş yıllarda
Nusayrîleri düşmanlara karşı savaşarak koruduğuna inanılan ve H.583 yılında doğup H.638
yılında ölen Şıh Hasan Sincari’ye aittir. Gerçek adı El- Emir Hasan İbin Mekzün Sincari,
Irak’ta bir yerleşim olan Sincar’dan 2500 askeriyle buraya gelerek İsmaililere karşı Nusayrîleri
koruduğuna inanılmaktadır. Türbeden herhangi bir şeyi izinsiz dışarı çıkaranın başına mutlaka
bir yıkım geleceğine inanılır. Hatta halk anlatılarına göre geçmiş yıllarda türbenin elektriğini
uzatmayla dere kenarına götürüp balık tutmaya çalışan bir kişi daha dereye inemeden
elektriğe çarpılmış. Günümüzde türbe, çocuk sahibi olmak isteyenlerce ve çeşitli hastalıkları-
na şifa arayanlarca ziyaret edilir. Çocuk sahibi olacak kişiler beşik maketi yaparak türbeye bı-
rakır, buhur yakarak sandukanın etrafında üç defa dolanarak sandukanın üzerine havlu, örtü
bırakır. Türbeye hayır almak amacıyla yatak-yorgan getirenler de vardır. Türbeye yine aynı
amaçla Kuran da getirenler bulunmaktadır. Bırakılan bu Kuran, yine türbeyi ziyaret eden ki-
şilerce hatmetmek amacıyla ve yerine para bırakmak koşuluyla eve götürülür. Türbede bulunan
ve çeşitli boyutlarda olabilen mermer veya taş sütunlar bel ağrılarının şifa bulması amacıyla
türbedar tarafından ziyaretçinin belinde gezdirilir. Türbede bulunan kükürtlü suyun deriye
sürüldüğünde cilt hastalıklarını iyileştireceğine inanılmaktadır. Kaynak kişinin ifadesine
göre kendisi tarafından da görülen nur inmektedir. Bu nur özellikle kutsal gecelerde görülmekte,
yıldız şeklinde görülen ışık huzmesi türbenin üzerine inerek 1-2 saat sonra yavaş yavaş
gökyüzüne doğru çekilmektedir.11
Mıkdat Türbesi
Harbiye’de, Defne (Şelaleler), dere kenarında bulunan Mıkdat Türbesi Hatay Alevilerince
kutsal kabul edilen bir diğer inanç merkezidir. Tarihte bu bölge Teselya olarak da geçer. Mıkdat
isminin kaynağı bilinmemekle birlikte bazı kaynak kişilere göre Mıkdat bu bölgede yaşamış
velilik özelliklerine sahip yüce bir kişidir.12 İç içe iki kubbeden oluşan türbenin dış kubbesi
iç kubbenin mermer kaplamasıyla birlikte 6-7 yıl önce yapılmış olup geçmişte iç kubbe
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 263
kesme taştan imiş. Dış kubbenin dere kenarındaki duvarı içerisinde bulunan çınar ağacı yaklaşık
950 yaşında olup 5 yıl önce devrilmiştir. Halk anlatılarına göre çınar ağacının devrilmesi
tam bir mucize imiş; çünkü çınar ağacı eğimli olduğu yöne değil tam tersi ve beklenmedik
bir yöne doğru devrilerek dereye yuvarlanmış. Çünkü eğimli olduğu yönde o anda onlarca ziyaretçi
varmış. Günümüzde türbe daha çok çeşitli hastalıklarına şifa arayanlarca ziyaret edilmekte,
iç kubbenin etrafında sanduka tavaf edilmekte, bez bağlanmaktadır. Türbede bulunan
zeytinyağının şifalı olduğu inancıyla bademcikleri şişenler veya vücudun herhangi bir yerinde
yarası olanlarca kullanılmaktadır.
Şeyh Hasan Türbesi (Samandağ Tavuklu)
Samandağ, Tavuklu köyünde, yüksekçe bir tepe üzerinde bulunan Şıh Hasan Türbesi salt
bölge halkı tarafından ziyaret edilen bir inanç merkezi olmakla beraber Hatay Arap Alevilerinin
türbe ziyaretlerinde önemli bir yer tutan zeytinyağının kutsallığı ve hastalıkları tedavi
edici bir özelliğe sahip olduğu inancının kaynakları açısından bize ipucu sunmaktadır.
Şıh Hasan’ın kimliği hakkında bir bilgi bulunmamakla birlikte geçmiş yıllarda burada yaşamış
bir din önderi, şıh olduğu düşünülebilir. Türbenin alt kısmında bulunan yaşlı çınar ağacı
ve kuyu Evul Temmuz (Hz. Musa’nın Firavundan kurtulduğu zaman) bayramına ev sahipliği
yapmaktaymış; ancak günümüzde bu uygulama yapılmamaktadır. Şıh Hasan Türbesi’nin eş-
yalarının izinsiz olarak dışarı çıkaranın bu eyleminin mutlaka cezalandırılacağı inancı bulunmaktadır
ki bununla ilgili bir söylence de anlatılmaktadır.
Bu söylenceye göre Ziyaretin ağacını toplayarak eve getiren bir kişi eve vardığında bir türlü
sırtından ağaçları indirememiş. Tüm çabalarına rağmen odunları sırtından indiremeyen
bu kişi sonunda hatasını anlayarak türbeye geri gittiğinde hiç zorlanmadan sırtındaki odunu
türbeye geri bırakmış. Aynı şekilde türbeden izinsiz olarak zeytinyağını alarak eve götüren
kişi de götürdüğü zeytin yağını geri türbeye getirmek zorunda kalmış. Bu kişinin evine gö-
türmeye çalıştığı zeytinyağı, köylülerin ürünlerinin bereketli olması dileğiyle işledikleri zeytinyağından
bir parçadır. Çünkü köylüler her yıl mutlaka elde ettikleri zeytinyağının bir kısmını
türbeye bırakırlar. Bunu tarih içerisinde, mabetlerin çevrelerindeki toprakların vergilerini
de toplamalarına bağlayabiliriz. Zaman içerisinde mabetlerin şekil değiştirmesiyle birlikte
Şıh Hasan Türbesi gibi kutsal mekânlara dönüşmekte ve vergi toplamalar zamanla türbeye
bereket amacıyla zeytinyağı bırakma uygulaması şeklinde devam etmektedir. Türbeye bırakılan
bu zeytinyağının kutsallık kazandığına inanılmakta ve çeşitli hastalıklarda şifa amacıyla
kullanılmaktadır. Türbe çeşitli hastalıklarına şifa bulmak amacıyla ziyaret edildiği gibi özellikle
erkek çocuk sahibi olmak amacıyla da ziyaret edilmekte eğer doğan çocuk erkek olursa
saçının bir tutamı 7-8 yıl kesilmemekte, bu sürenin sonunda kesilen saç türbeye bırakılarak
kurban kesilip dağıtılmaktadır. Dilek amacıyla mum yakma, mezara taş yapıştırma ve buhur
yakma da türbede görülen uygulamalar olup, bunun dışında türbede bulunan ve sütun şeklinde
olan mermer taşın sağlık verdiği inancıyla sırt ağrılarını iyileştirmek amacıyla hastalar
tarafından sırtlarına sürülmektedir.13
Aydın DURDU
264 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
İdris Aleyhselam Makamı
Hatay Arap Alevilerince kutsal kabul edilen diğer bir inanç merkezi de Harbiye’ye bağlı Gü-
müşgöze (Yakto) köyündeki İdris Aleyhselam Makamıdır. İdris Aleyhselam, kitap inen ilk
peygamberdir ve Şit Peygamber’in soyundandır. Adem ile Nuh Peygamber arasında gelmiş-
tir. Halk söylencelerine göre Hz. Adem ile Hz. Havva cennetten kovulduktan sonra ilk olarak
Harbiye’ye gelmişler ve Harbiye’nin güzelliğini görerek “Yarabbi bu yeryüzü cenneti için
sana şükürler olsun.” demişlerdir. Rivayete göre büyü ilk defa İdris Peygamber zamanında ya-
şamış olan Biüsrasp tarafından yapılmış. Biüsrasp, Hz. Adem’in sözlerinden bazılarını işitmiş,
bu sözleri sihir olarak kullanmış. Bir şey yapmak istediği veya bir hayvan ya da bir kadın ho-
şuna gittiği zaman, altından yaptırdığı boruya Hz. Adem’den işittiği sözleri mırıldanıp üflermiş.
Bunun üzerine isteği hemen olurmuş. Şeytanın Kavalı Rivayete göre şeytan düz arazide
yaşarmış. Kâbil kavminin arasına karışmış. Çoban kılığında birinin yanında çalışmaya başlamış.
Şeytanın ilk işi bir kaval yapmak olmuş. Yaptığı kavalla o güne kadar kimsenin işitmedi-
ği sesler çıkarmaya başlamış. Ünü kısa zamanda her tarafa ulaşmış. Herkes şeytanın kavalını
dinlemeye geliyormuş.
Daha sonra bunun şerefine yılın bir gününü bayram ilan etmişler. O gün çoban kılığındaki
şeytan kaval çalar halk da onu dinlermiş. İslam mitolojisine göre ilk bayram bu bayramdır.
Bu bayramda kadınlar erkeklere bütün süslerini gösterirlermiş. Erkekler her taraftan (özellikle
dağlardan) kadınların yanlarına gelirlermiş. İşte böyle bayramların birinde dağda yaşayan
Şit kavminden bir erkek de oraya gelmiş. Dönünce gördüklerini, özellikle kadınların gü-
zelliğini dağdakilere anlatmış. Bunun üzerine dağda yaşayanlar kimseyi dinlemeden kadınların
yanına düze inmişler ve Kabil kavminin arasına karışmışlar. İdris Peygamber bu durumu
önlemek için güneşin her burç değiştirmesinde, her yeni ay doğuşunda bayramlar yapılmasını
emretmiş. Günahlara neden olan yemeklerin yenilmesini içkilerin içilmesini yasaklamış.
Eski Yunanlılar Hz. İdris’e Hermes TriMagistos derlerdi ki bunun anlamı üç defa büyük Hermes
anlamına, yani “din adamı”, “Şeriat sahibi”, “Filozof ” anlamına gelirdi. Tevrat’ta ise Hz
İdris’le ilgili olarak şöyle denmektedir: “Ve Hanok’un bütün günleri 365 gün oldu. (365 yıl
oldu) ve Hanok (İdris) Allah ile yürüdü ve gözden kayboldu, çünkü Allah onu aldı.” Her türlü
dilekle daha çok Nusayrîler tarafından ziyaret edilen türbeye gelen ziyaretçiler türbede bulunan
ve ancak yetişkin insanların kaldırabileceği ağırlıkta olan sütun veya çok değişik şekillerdeki
taşları ağrıyan yerlerine sürdüklerinde, sırtlarında gezdirdiklerinde vücut ağrılarının
geçtiğine inanırlar.
Şeyh Hasan Türbesi (Uydukent)
Hatay Alevilerince en çok ziyaret edilen ve özellikle yalan söyleyip söylemediğinden şüphe
edilen kişilerin götürülerek yemin ettirildiği ziyaret yerlerinden birisi de Güngör,
Uydukent’te bulunan Şıh Hasan Türbesi’dir. Eğer yemin eden kişi yalan söylüyorsa mutlaka
bir yıkımla karşı karşıya kalacağına inanılır.
HATAY NUSAYRÎLERİNDE EREN İNANCI VE İNANÇ MERKEZLERİ
TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54 265
3- Sonuç
Her ne kadar Arap Alevileri bilim çevrelerinde, özellikle Anadolu Aleviliği çalışanlarca, Anadolu
Aleviliğinden oldukça ayrı, hiçbir benzerliği bulunmayan iki anlayış olarak değerlendirilse
de, bize göre Anadolu Aleviliği ile Arap Aleviliği arasındaki benzerlikler, farklılıklarından
çok daha fazladır. Her ne kadar Arap Aleviliğinde yer alan ve belki de inanç temelini oluş-
turan reenkarnasyon (Yeniden doğuş) olgusu Anadolu Aleviliğinde bulunmadığı iddia edilse
de, hepimizin duyduğu ve bildiği Hz. Ali’nin ruhunun, Hacı Bektaş’ta, hatta Atatürk’te ortaya
çıktığı inancı bunun en iyi kanıtıdır. Bunun yanında, Anadolu Aleviliğinde ölen insan eğer
kötüyse, ruhunun yılanda, köpekte çıktığı inancı mevcuttur.14 Arap Alevilerinin inanç merkezlerinde
yaptıkları uygulamalar da biçimsel olarak farklılık arz etse de, özde benzerlikler ta-
şımaktadır. Örneğin Anadolu Aleviliğinde, ziyaret yerlerinde mum yakılmasının yerini Arap
Alevilerinde, yine kaynağını ateşin kutsallığından alan buhur yakma inancı almaktadır. Kaynağını
arkaik kültürlerden alan taş kültü ile ilgili uygulamalar ise her iki grupta da ortaktır.
Hepimizin Hacı Bektaş’ta gördüğü dilek taşına sarılmanın ve bu taşın sağlık verdiği inancı-
nın yerini Arap Alevilerinde, hemen hemen tüm ziyaret yerlerinde mevcut olan ve yine sağlık
verdiğine inanılan daha küçük ebatlardaki, çeşitli şekillerdeki taş kütleleri almıştır. Bez bağlama
ile ilgili uygulamalarla ilgili yaptığımız kaynak kişi görüşmelerinde bu uygulamaların yakın
tarihlerde başladığı ifade edilmiştir. Bu nedenle ziyaret yerlerindeki bez bağlama uygulamasını
belli başlı farklılık olarak değerlendirmekteyiz. Bunun yanında yaptığımız çalışmalarda,
Anadolu Aleviliğinde cöher olarak adlandırılan, mezar toprağının çeşitli şekillerde kullanılması
olgusuna da çok fazla rastlayamadık. Çocuk sahibi olmak amacıyla ziyaret yerlerine
gelen kişilerin beşik maketleri yaparak buralara bırakması olgusu ise arada hiçbir fark olmaksızın
ortaktır. İnanç merkezlerini ziyaret etme amaçları ise, buraların camiye gitmemelerinden
dolayı Arap Alevilerince birer ibadet merkezi olması dışında tamamen benzerlikler göstermektedir.
Son olarak Arap Alevilerine ait inanç merkezlerinde karşımıza çıkan ve özellikle
zeytinyağının buralara bırakılarak şifa amaçlı olarak kullanılması, her ne kadar farklı bir uygulama
olarak karşımıza çıksa da, bu inancın kaynağının ortak olması nedeniyle benzerlikler ta-
şır; çünkü her iki gruptaki inanç merkezleri de zaman içerisinde birer yönetim merkezi, ibadet
merkezidirler. Zaman içerisinde, çevresindeki halktan vergi toplayan ve yine onlara belli
hizmetler götüren bu merkezler, günümüzde, salt birer ziyaret yerlerine dönüşmüş; ancak
geçmişteki vergi toplama günümüzde, bu ziyaretlere dinsel amaçlarla, gönüllü olarak, yıllık
üretimin küçük bir bölümünü, ürününün verimli olması niyetiyle bırakmaya dönüşmüştür.
Aydın DURDU
266 TÜRK KÜLTÜRÜ ve HACI BEKTAŞ VELİ ARAŞTIRMA DERGİSİ / 2010 / 54
KAYNAK KİŞİLER
1 Tahsin Yılmaz, Şıh, 24 Yaşında, Lise mezunu, Küçük Karaçay Köyü, Samandağ
2 Zeynettin Yatkın, 44 Yaşında, İlkokul Mezunu, Şıh
3 Nasreddin Eskiocak, Şıh, 63 Yaşında, İlkokul Mezunu, Harbiye
4 Mahmut Reyhani, 82 Yaşında, Okuryazar, Gözcüler Beldesi, İskenderun
5 Zeynettin Yatkın, 44 Yaşında, İlkokul Mezunu, Şıh
6 Zeynettin Yatkın, 44 Yaşında, İlkokul Mezunu, Şıh
7 Mahmut Reyhani, 82 Yaşında, Okuryazar, Gözcüler Beldesi, İskenderun
8 Zeynettin Yatkın, 44 Yaşında, İlkokul Mezunu, Şıh
9 Zeynettin Yatkın, 44 Yaşında, İlkokul Mezunu, Şıh
10 Mustafa Gençoğlu, 78 Yaşında, okuryazar değil
11 Süleyman Altın, 70 Yaşında, okuryazar değil, Türbedar
12 Mehmet Karasu, Emekli Öğretmen
13 Tahsin Yılmaz, Şıh, Okuryazar, Salih Yılmaz, 40 Yaşında, Şıh, Okuryazar
14 Tahsin Yılmaz, Şıh, Okur-yazar, Salih Yılmaz, 40 Yaşında, Şıh, Okuryazar

Konular