ARAP EDEBİYATINDA ŞİİR KAVRAMI PROBLEMİ -MUKAYESELİ VE ANALİTİK BİR BAKIŞ-

T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
Cilt: 11, Sayı:1, 2002
ss. 103-120
ARAP EDEBİYATINDA ŞİİR KAVRAMI PROBLEMİ
-MUKAYESELİ VE ANALİTİK BİR BAKIŞ-
Mehmet YALAR*
ÖZET
Arap Edebiyatında Şiir Kavramı Problemi incelenirken önce “şiir”
kelimesinin sözlük anlamına yer verilmiş, sonra kavram olarak “şiir”in
özünde var olan karmaşa ile ilgili genel yaklaşımlar ve gerek klasik ve
çağdaş Arap literatüründe gerek batılılarca yapılmış olan çeşitli tanım ve
izahlar, mukayeseli bir şekilde analiz edilmiş ve sonuçları
değerlendirilmiştir.
SUMMARY
The Problem of Concept in the Arabic Poem
While studying “the Problem of Concept in the Arabic poem”, first the
meaning of poem was considered, and then; on the one hand the general
approches pertaining to the complication that has been in the essence of the
poem, on the other hand some assorted definitions and explanations both in
Arabic Literature and in the works written by westerner scholars have been
analyzied. At the end of the study, there is an evaluation of the results that
have been reached.
A) ŞİİRİN SÖZLÜK ANLAMI
“Şiir” kelimesi, Arapça شعر– ş-‘a-r- kökünden mastar olup sözlük
bakımından bilmek, sezmek, bilincinde olmak, hissetmek, algılamak ve
farkında olmak gibi anlamlara gelir. Özellikle bilmek ve bilgi anlamlarına
geldiğine vurgu yapmak gerekir. Zira, terimsel anlamının dışında ele
alındığında شعر– şiir- kelimesinin علم– ilim- kelimesiyle aynı anlamda
olduğuna dikkat çekilmiştir. Nitekim bir kimseye şair denilmesi, bilgi ve
sezgi sahibi olmasından dolayıdır. Bu yüzden Arapça’daki شعرى ليت
104
tabiri,علمت ليتنى- keşke bilseydim- demektir. 1 Kimilerine göre ise شعر
kelimesi, İbranice’deki ahenkli okuma veya zikir demek olan شير- şîrkelimesinden
alınmıştır.2
Ancak GAL’ın Arapça mütercimi Abdulhalim enNeccâr’ın
da dediği gibi, aslında Haupt ve Landburg adlı müsteşriklere ait
olup Selâme Musa (ö.1958) ve Ahmed Zeki Ebu Şâdî (ö.1955) gibi bazı
çağdaş Arap edebiyatçılarını da etkileyen bu görüş pek tutarlı
gözükmemektedir. Zira, İbranice’deki ش harfini Arapça’daki ش harfi değil,
س harfi karşılamakta, Arapça’daki ع harfini de İbranice’deki ى harfi
karşılamamaktadır.3

B) ŞİİR KAVRAMIYLA İLGİLİ GENEL YAKLAŞIMLAR
Şiir, sanıldığı gibi kolay ve sade bir olgu olmayıp aksine son derece
girift ve karmaşık bir kavramdır. Her şeyden önce o, her dilde bir yığın terim
ve geleneği olan bir sanattır. Araplar, şiiri tasvir ederken, onu en güzel ve en
değerli ipekli kumaşlardan yapılmış rengarenk işlemeli elbiselere
benzetmişlerdir.4
Hatta tıpkı Yunanlılarda olduğu gibi, Arapların da, şiiri bir
sanat olarak algıladıkları ve ifade ettikleri kaydedilmiştir. Sözgelimi, İbn
Sellâm el-Cumahî (ö.231/846), diğer ilim ve sanat türleri gibi şiirin de, ilim
ehlinin bildiği bir sanat ve beceri yönünün bulunduğunu vurgulamış,5
elCâhız
ise, (ö.255/869), Hz.Ömer (ö.23/644)’in: “Araplarda sanatın en iyisi,
ihtiyacı olduğu zaman bir kimsenin sunduğu birkaç beyittir” dediğini rivayet
etmiştir.6

Bu itibarla şiir, Yunanlılarda olduğu gibi, Araplara göre de bir
sanattır. Bu, aynı zamanda ince keskin kurallara bağlı girift bir sanattır. O
kadar ki, gerçek şiir erbabı olan şairler, şiirin gelişmesine paralel olarak hala
gelişmeye devam eden yeni bazı kurallar eklemek dışında, hiçbir sebeple bu
kurallardan ödün vermezler.7

Şiirin girift bir sanat olduğu gerçeği, başından beri bu alanın
uzmanlarınca fark edilmiş ve bu giriftliği çözme yönünde büyük gayret sarf
edilmesine rağmen tatmin edici bir sonuca ulaşılamamıştır. Arap şiirindeki
kavramsal problematiğin asırlardır sarf edilen çabaya rağmen

* Yard.Doç.Dr. U.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
1
ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsim Mahmud b. ‘Umar, Esâsu’l-Belâğah, Beyrut, 1412/1992, 331;
el-Fîrûzabâdî, Muhammed b. Ya‘kûb, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut, 1407/1987, 533; elFeyûmî,
Ahmed b. Muhammed b. ‘Ali el-Mukrî, el Misbâhu’l-Munîr fî Ğarîb’ş-Şerhi’l-Kebîr,
I-II, Mısır, 1325/1901, I, 152; İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâluddîn Muhammed, Lisânu’l-
‘Arab, I-XV, Beyrut, ts., IV, 409; Komisyon, el-Muncid fi’l-Luğa, Beyrut, 1987, 391 2
ez-Zeyyât, Ahmed Hasen, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, Kahire, ts., 29 3
Brockelmann, Carl, Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, trc. ‘Abdulhalîm Neccâr, I-V, Kahire, ts., I,
46, dipnot: 2
4
el-Câhız, ‘Amr b. el-Bahr, el-Beyân ve’t-Tebyîn, I-II, Kahire, 1968, I, 222 5
el-Cumahî, Muhammed b. Selâm, Tabakâtu’ş-Şu‘arâ, Beyrut, ts., 3 6
el-Câhız, age, II, 101
7
Dayf, Şevkî, el-Fennu ve Mezâhibuhu fi’ş-Şi‘ri’l-‘Arabî, Kahire, 13, 14
105
çözümlenemeyişi, bu uzun zaman dilimiyle orantılı olarak, hakkında bir çok
şeyin söylenmesine yol açmıştır. Hemen her devirde alanın otoriteleri, şiir
hakkında kendilerince daha isabetli gözüken görüşler dile getirmişlerdir.
Ancak bu görüşler, büyük ölçüde şiiri sadece bir veya birkaç yönüyle tasvir
etmekten öteye gidememiştir.
Konuya açıklık getirmesi bakımından şiir hakkında söylenenlere yer
vermek yararlı olacaktır:
-Muaviye(ö. 64/684) der ki: “Kişinin, çocuğunu eğitmesi gerekir. Şiir
ise, bunun en yüksek mertebesidir.”
-Kendisine şairler hakkında soru sorulan ilk devir alimlerinden biri:
“Düşün bir kere! Ölçülü olmak her kes için bir meziyettir, onlar hariç.
Yalancılık da her kes için kötüdür, onlar hariç.” 8
-Edebi tenkit alanında en eski otorite olarak kabul edilen el-Câhız ise,
çok ilginç bir yaklaşım sergileyerek şiirin Araplara özgü bir meziyet
olduğunu, başka milletlerin şiir söyleme yeteneğine sahip olmadıklarını
söyleyecek kadar ileri gitmiştir.9

el-Kadî Ebu’l-Hasen ‘Ali el-Curcânî (ö. 393/1001) ise şöyle der:
“Şiir, Araplara ait ilimlerden biridir. Bu ilmi, karakter, zevk ve zeka
ortaklaşa sağlarlar. Sonra kavrama yeteneği, onun diğer araçlarına güç
katar.” 10
Kimisi, şiiri eşildiği zaman akan, eşilmediği zaman ise kuruyan bir
pınara benzetirken, kimi alimler de onu şöyle tasvir etmişlerdir: “Şiir,
hikmetli söz, kusursuz istiare ve benzetme içeren sözdür. Bunların
gerçekleşmemesi halinde ise, sahibi sadece vezinli söz söylemiş olur.” 11
Şiir ile ilgili olarak bunlara benzer daha pek çok şey dile getirilmiştir.
Ancak bütün bu söylenenler, dikkatle incelendiğinde ortaya çıkan kesin
sonuç, ilk devirlerden beri bu konuda kavramsal düzeyde ortak bir görüşün
oluşmaması ve bu konuda fikir serd etmeye çalışan herkesin şiir kavramını
sadece bir yönüyle anlatmış olmasıdır. Örneğin Hz. Ömer, onu ihtiyaç
halinde geçim vesilesi dahi olabilecek bir meslek olarak nitelemekte,
Muaviye, eğitimle ilgili yönünü dile getirmekte, bir başkası ise şiirde
aşırılığın ve yalan söylemenin normal olduğunu ileri sürmektedir. Bu alanın
tartışılmaz otoritesi el-Câhız, şiiri Arapların tekeline sokmaya çalışarak
Arapça dışındaki bir dille şiir söylenemeyeceğini iddia etmekte, el-Kâdî Ebû

8
el-Kayrevânî, İbn Reşîk, Ebu ‘Ali el-Hasen, el-‘Umde, fî Mahasini’ş-Şi‘ri ve âdâbihi ve
Nakdihi, I-II, Kahire, 1955, I, 78,79 9
el-Câhız, Kitâbu’l-Hayevân, Beyrut, 1955, I, 60 10 el-Curcânî, Ebu’l-Hasen ‘Ali, el-Vesâtah Beyne’l-Mutenebbî ve Husûmihi, Kahire, ts., 22
11 eş-Şâyib, Ahmed, Usûlu’n-Nakdi’l-Edebî, Kahire, ts., 296
106
‘Ali el-Curcânî de, şiirin Araplara ait bir ilim olduğunu söylemek suretiyle,
onun kavramsal düzeydeki karmaşıklığını gözler önüne sermektedirler.
Bu tablo karşısında; şiir nedir? sorusuna sırayla şu yanıtlar verilebilir:
- Şiir, geçim kaynağı olan bir sanattır.
- Şiir, en ideal eğitim yöntemidir.
- Şiir, Araplardan başka kimsede bulunmayan bir meziyettir .
- Şiir, Araplara özgü bir ilim dalıdır.
- Şiir, aşırılığın ve yalanın normal karşılandığı bir anlatım biçimidir
- Şiir, eşildiği zaman akan, eşilmediği zaman ise kuruyan bir pınardır.
- Şiir, hikmet, istiare ve benzetme içeren sözdür.
Görüldüğü üzere, bu yanıtlardan hiç biri, şiir kavramını tanımlayacak
nitelikte değildir. Aslında bu konudaki belirsizlik, ilk dönemlere özgü bir
durum da değildir. Günümüzün çağdaş yaklaşımları da, bu karmaşık kavramı
standart bir tanım çerçevesine oturtmaktan uzak gözükmektedir. Zira fiili
durum, şiiri, herkesin ittifakla kabul edeceği şekilde tanımlamanın imkansız
olduğunu göstermektedir. Bu nedenle olsa gerektir ki, İbn Kuteybe
(ö.276/889), şiiri tanımlamak yerine onu, lafız ve anlamının kalitesine göre
kısımlara ayırmış,12 İbnu’l-Esîr de, şiirin amacına vurgu yapmıştır.13 Buna
rağmen ta baştan beri şiiri tanımlamaya yönelik çabalar süregelmiş ve zaman
içerisinde pek çok tanım ortaya çıkmıştır.
Bu çerçevede şiirin uzun süre kabul gören ve lehte veya aleyhte
eleştiriye konu olacak ölçüde ilgi uyandıran başlıca terimsel tanımlarına yer
vermek ve bu tanımları, hem kendi aralarında hem de batılıların şiir
anlayışıyla karşılaştırmak suretiyle irdelemek, kaçınılmaz olmaktadır.

C) BAŞLICA TANIMLAR
Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, şiir kavramı,
ilk dönemlerden günümüze dek Arapça literatürde tartışmalı bir konu
olmaya devam etmiş ve çeşitli tanımları yapılmıştır. Görüş birliğiyle kabul
edilebilecek ortak bir tanımının bugüne kadar ortaya konulamamış
olmasında, duygu merkezli oluşu nedeniyle şiirin, biçim ve içerik
bakımından özünde taşıdığı karmaşa önemli rol oynamış olmalıdır. Nitekim
bugüne kadar yapılan tanımların bir kısmında şiirin sadece biçimsel yanı
esas alınırken bir kısmında da bu tür bir tanımın eksik bir tanım olduğunun
farkına varılarak duygusal içeriğe de yer verilmeye çalışılmıştır. Böylece

12 ed-Dîneverî, İbn Kuteybe, eş-Şi‘r ve’ş-Şu‘arâ, Leiden, 1902, 7-11 13 el-Cezerî, İbnu’l-Esîr Dıyâuddîn b. Muhammed, el-Meselu’s-Sâir fî Edebi’l-Kâtibi ve’ş-
Şâ‘ir, (I-II), Beyrut, 1411/1990, II, 348
107
şimdiye kadar yapılmış olan tanımları şu başlıklar altında toplamak
mümkündür:
1. Aruzcuların Klasik Tanımı
Aruz alimleri, şiiri, Halil b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö.175/786)’nin
kurucusu olduğu Aruz İlmi’nin vezinleri ile kafiyeden oluşan biçimsel
öğelerini esas alarak tanımlamayı tercih etmişlerdir. Onlara göre şiir: الكلام
ىّالمقف الموزون” vezinli ve kafiyeli sözdür.”14 Bu görüşte olanlar, tanımı
değişik şekillerde ifade etmiş olsalar bile, ölçü ve kafiyeden başka bir kritere
yer vermemişlerdir. Ancak daha ilk bakışta bunun, şiirin değil, nazmın
tanımı olması gerektiği gözden kaçmamaktadır. Şiir ile nazmın ise aynı
şeyler olmadığına daha sonra değinilecektir.
Bu nedenledir ki, daha sonra pek çok dil alimi, yapılan bu tanımın şiir
için yeterli olmadığının farkına vararak içeriğini ve duygusal derinliğini de
yansıtacak şekilde bir takım tanımlar ortaya koymuşlardır ki bunların
başlıcaları şöyle sıralanabilir:
2. Kudame b. Ca’fer ve İbn-i Reşîk ’in Tanımı
Aruzcuların klasikleşmiş olan şiir tanımında yetersizlik sezenlerin
başında Kudame b. Ca‘fer (ö. 337/948) ’in geldiği anlaşılmaktadır. Ahmed
Bedevî’ye göre, Kudâme, şiiri mantık ölçülerine göre tanımlama girişiminde
bulunan ilk kişidir.15 Taha Hüseyin (ö.1973)’e göre ise bu zat, Aristo (ö.MÖ
384)’nun الخطابة– Retorika- adlı eserini görmüş, ondan etkilenerek şiiri
yeniden tanımlamaya çalışmış ve yaptığı tanımı isabetli bir felsefi analize
tabi tutmuştur.16 Kudame’nin sözü edilen tanımı şöyledir: ىّمقف موزون قول هّإن
معنى علىّ یدل” o, bir anlam ifade eden ölçülü ve kafiyeli sözdür.” 17
Kudame’nin, bu tanımında aruzcuların geleneksel tanımına eklediği
şey, “bir anlam ifade eden” kaydıdır ki, bu da, tanıma yeni bir şey
katmamak, şiiri diğer ifadelerden ayırd etmemek ve anlamdan ne
kastedildiğini açıklamamakla eleştirilmiştir. Çünkü her söz bir anlam ifade
eder. 18 Ancak Kudame’nin, kastettiği anlam, herhangi bir sözün ifade
edeceği anlam olmasa gerektir. O, bu anlamdan şiirdeki içerik ve duygu
derinliğini amaçlamış olmalıdır. Nitekim kendisi de, tanımını analiz ederken,
bu tanıma uyan her sözün kaliteli olmayabileceğini, bu nedenle kaliteli ile

14 el-Fîrûzabâdî, age, 533; İbn Manzûr, age., IV, 410; Tabâne, Bedevî, en-Nakdu’l-Edebî,
Riyad, 1403, 76; el-Muncid, 391 15 Bedevî, Ahmed Ahmed, Ususu’n-Nakdi’l-Edebî ‘Inde’l-‘Arab, Kahire, 1979, 113 16 Huseyin, Taha, Temhîd fi’l-Beyâni’l-‘Arabî, Beyrut, 1403/1983, 17 17 Kudame b. Ca‘fer, Nakdu’ş-Şi‘r, tah. S.A. Bonebakker, Leiden, 1956, 3,7 18 Tabane, age, 76; Bedevî, Ahmed Ahmed, age, 114
108
kalitesizi birbirinden ayırt edecek bilgiye ihtiyaç bulunduğunu
söylemektedir. 19
Kudame’nin bu tanımının, edebiyat ve edebi tenkit çevrelerinde uzun
süre egemen olduğu görülmektedir. Nitekim İbn-i Reşîk (ö. 463/1071) de,
şiiri bu çerçevede tanımlamaya çalışarak şöyle der: “Şiirin yapısı, lafız,
vezin, kafiye ve anlamdan ibaret olan dört şeyden oluşur ki, bu aynı
zamanda şiirin tanımıdır.” 20
Ancak o, bu çerçevede söylenen sözün aynı zamanda şiir niyetiyle
söylenmiş olmasını da şart koşmaktadır. Bu şartı ileri sürerken dini bir
kaygıdan hareket ederek, tesadüfen şiir biçiminde ortaya çıkan ayet ve
hadisleri şiirin dışında tutmak istemektedir.21
Dördüncü yüzyıl dilcilerinden İshak b. İbrahim (ö.372/982) de, klasik
tanımı yetersiz bularak “şair”den söz ederken onun, başkalarınca
sezilemeyen anlam derinliklerini sezip isabetle anlatan kişi olduğu için bu
sıfatla anıldığını söyledikten sonra sözünü şöyle tamamlamıştır:”Bir kimse,
ancak bu niteliğiyle şair olmaya hak kazanır. Bu niteliğin dışında kalan her
kim olursa olsun, ölçülü ve kafiyeli söz söylese bile, şair değildir.”22
3. İbn-i Haldun’un Tanımı
Şiiri vezin ve kafiye ile tanımlamanın yetersizliğini sezenlerden biri
de İbn-i Haldun (ö. 808/1406)’dur. Zira o, önce başta vezin ve kafiye olmak
üzere, şiir hakkında bir miktar teknik bilgi verdikten sonra, aruzcuların daha
önce yer verdiğimiz tanımını aynı ifadelerle aktarır ve yetersizliği konusunda
: “Aruzcuların bu tanımdaki sözleri, ele aldığımız şiir kavramını
tanımlayamamaktadır” der. Ardından da mantık kurallarını gözeterek şu
tanımı yapmaya çalışır: “Şiir, istiare (metafor) ve betimlemeye dayalı,
vezinde ve beytin son harfinde (kafiyede) birbiriyle uyumlu bölümler
(beyitler)le bölümlenen, her bölümü, konusu ve amacı bakımından bağımsız
olan ve Arapların şiire özgü üsluplarına uygun belagatlı sözdür.”23
İbn-i Haldun, yaptığı bu tanımı mantık ilminin tümellerine göre
analiz ederek bu yönden ne denli yeterli olduğunu kanıtlamaya çalışır. İbn-i
Haldun’un, yalnız aruzcuların değil, İbn-i Reşik’in tanımından da haberdar
olduğu ve onu da yeterli bulmadığı anlaşılmaktadır. Zira sözlerinin
devamında şiir söylemeye sevk eden faktörlerden söz ederken İbn Reşik ve
eseri el-Umde’ye övücü sözlerle referansta bulunur.24

19 Kudame, age, 3
20 İbn-i Reşîk, age, I, 77
21 a.es., I, 77
22 İshak b. İbrahim b. Vehb, el-Burhan fi Vucûhi’l-Beyân, tah., Taha Huseyin-‘Abdulhamîd
el-‘Abbâdî, Kahire, 1928, 95
23 İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, Kahire, ts., 538 24 a.es., 539
109
Ancak Çağdaş Arap Edebiyatı eleştirmenleri, İbn-i Haldun’un,
aruzcuların tanımına göre oldukça detaylı olan bu tanımının da, klasik
tanıma veya Kudame’nin tanımına bir yenilik getirmediğini, çünkü nesirde
de bir takım güzel istiareler ve zevk alınan betimlemelerin bulunabileceğini
ileri sürmüşlerdir.25 İbn-i Kudame’den söz etmemesi, İbnu Haldun’un, onun
tanımından haberdar olmadığı izlenimini vermektedir ki, Ahmed Bedevî de
aynı kanıyı dile getirmektedir.26
Ayrıca, İbn Tabataba el-‘Alevî (ö.322/933), Ebû Mensûr el-Ezherî
(ö.370/980) ve Ebu’l-Kâsim el-Âmidî (ö.371/981) gibi diğer dil ve edebiyat
alimleri de, şiiri ağırlıklı olarak lafız ve biçim yönüyle, kısmen de içerikten
söz ederek tanımlamaya çalışmışlardır.27
Netice itibariyle pek çok şiir erbabı kimseler, çerçevesi vezin ve
kafiyeyle belirlenen bir tanımın, şiirde saklı bulunan gizemli vasıflara, onu
söylemeye sevk eden faktörlere, duygular ve gönüllerde bıraktığı etkinin
sırlarına değinmemesi sebebiyle, yetersizliğine dikkat çekmişlerdir.
4. Çağdaş Yaklaşımlar ve Tercihe Değer Gözüken Tanımı
Çağdaş Arap edebiyatçıları ve eleştirmenleri, büyük ölçüde batılı
edebiyatçıların etkisiyle şiir ile ilgili yeni yaklaşımlar geliştirerek onu bu
çerçevede yeniden tanımlamaya çalışmışlardır. Her şeyden önce şiirin,
öteden beri düşünüldüğü gibi, sadece vezin ve kafiye unsurlarıyla
tanımlanamayacağının farkına vararak tanımlanmasındaki zorluğu anlamaya
başlamışlardır. Konuyla ilgili anlayışın bu radikal değişime uğraması
sonucu, kimi Arap edebiyatçıları, şiirin tanımında vezin ve kafiyeden hiç söz
etmezken, kimileri de, vezin ve kafiyeye yeni bazı unsurlar ekleyerek hem
biçim hem de içerik yönünü göz önünde bulundurmak istemişlerdir.
Örneğin, çağdaş Arap şiirinde açılım döneminin öncülerinden ve
Divan Grubu’nun kurucularından olan ‘Abbâs Mahmûd el-‘Akkâd (ö.
1964)’ın : “Şiir, içten bir sezginin estetik anlatımıdır” 28 şeklindeki
tanımında vezin ve kafiyeden söz edilmemiştir. Halbuki ‘Akkâd, şiirlerini
hayatının sonuna dek vezinli ve kafiyeli yazan, vezinsiz ve kafiyesiz şiire
şiddetle karşı çıkan ve bu konudaki aşırı duyarlılığı bilinen bir şair ve
eleştirmendir. Yaptığı bu tanımın ise, iyi şiirin meziyetlerinden birini dile
getirmekten öteye gidemediği ileri sürülmüştür. 29
İlk bakışta ‘Akkâd’ın tutumu, çelişkili gibi gözükse de, yaptığı
tanımda vezin ve kafiye tabirlerine bilinçli olarak yer vermediği, böylece

25 Tabane, age, 77
26 Bedevî, age, 116
27 İbn Tabataba el‘Alevî, ‘Iyâru’ş-Şi‘r, tah. el-Hacirî, Taha – Sellâm, Muhammed Zeğlûl,
Kahire, ts., 3; Vehbe, Mecdî-el-Muhendis, Kâmil, el-Mustalahâtu’l-‘Arabiyye fi’l-Luğati
ve’l-Edeb, Beyrut, 1984, 211 28 el-‘Akkâd, ‘Abbâs Mahmûd, Mukaddimetu Dîvani Vahyi’l-Arba‘în, Kahire, 1933, 3 29 Tabâne, Bedevî, age, 78
110
şiiri sadece biçimsel yönünden ibaret sanmanın yanlışlığını ortaya koymak
istediği, tanımının bütününden kolayca anlaşılabilir. O, “içten sezgi”
kaydıyla şiirin içerik ile ilgili duygusal yönünü, “estetik anlatım” tabiriyle
de biçimsel yönü olan vezin ve kafiyeyi zımnen dile getirerek şiiri hem
içerik hem de biçim bakımından tanımlamaya çalışmış olmalıdır.
Edebi tenkit ve analizlerinde batıcı yaklaşımlarıyla tanınan Taha
Huseyin ise: “Şiir, vezin ve kafiyeyle kayıtlı, kendisiyle sanat estetiği
amaçlanan sözdür”30 şeklindeki tanımıyla klasik ve çağdaş anlayış arasında
sentez kurmaya çalışmış gözükmektedir.
Görüldüğü üzere, çağdaş Arap edebiyatçılarının şiir için yeterli bir
tanıma ulaşma çabaları hep devam etmiştir. Bu kesintisiz çabalar sonucunda,
ortak kesin bir tanıma ulaşmak yerine, şiirin mantık ilminin ölçülerine uygun
bir tanımının adeta imkansız olduğu hususunda neredeyse görüş birliğine
varıldığı anlaşılmaktadır.31
Bununla birlikte, çağdaş Arap edebiyatçıları ve eleştirmenlerinin,
şiirde bulunmasını öngördükleri temel nitelikler ve unsurlar konusunda
benzer şeyler söyledikleri de gözden kaçmamaktadır. Sözgelimi, şiirin
estetik bir sanat olduğu ve bünyesinde biçim, ses, tını ve ritim unsurlarını
taşıdığı, bu karmaşık yapısıyla da geleneksel nesirde ifade edilebilen açık
fikirlere sığdırılmaları mümkün olmayan bir takım gizemli duyuşlar, sezgiler
ve benzeri şeyler ilham ettiği, yaygın bir biçimde dile getirilmektedir. 32
Bu çerçevede, şiirin çağdaş anlamda tanımı yapılırken ondaki şu temel
iki unsuru göz önünde bulundurmak gerekir:
a) İç yapısını oluşturan ve düşünceyle de desteklenen duygu ve
sezgisel vizyon
b) Dış yapısını oluşturan ve aynı zamanda iç yapısının da yeterli bir
taşıyıcısı olan vezinli ve kafiyeli dil33
Bu noktadan hareket eden ünlü eleştirmen eş-Şâyib, tercihe değer
gözüken şu tanımı ortaya koymuştur:
“Şiir, duyguyu ve aklı betimleyen vezinli ve kafiyeli sözdür.”34

30 Huseyin, Taha, Fi’l-Edebi’l-Câhilî, Kahire, 1975, 312, 313 31 ‘Abdunnûr, Cebbûr, el-Mu‘cemu’l-Edebî, Beyrut, 1984, 148; eş-Şâyib, age, 296; Tabane,
age, 73 32 Ya‘kûb, Emîl Bedî‘-‘Asî, Mişal, el-Mu‘cemu’l-Mufassal fi’l-Luğati ve’l-Edeb, I-II, Beyrut,
1987, II, 737, 738; Vehbe, Mecdî-el-Muhendis, Kâmil, age, 210-212; el-Fâhûrî, Hannâ, elMûcez
fi’l-Edebi’l-‘Arabî ve Târihihi, I-VI, Beyrut, 1411/1991, IV, 42; eş-Şâyib, age, 296;
Tabane, age, 73; Abdunnûr, age, 148 33 Abdunnûr, age, 148, 149 ; eş-Şâyib, age, 298 34 eş-Şâyib, age, 298
111
Bu tanımla nazım ile şiir de birbirinden ayrılmış olmaktadır. Zira
vezinli ve kafiyeli olduğu halde, duygusal etkisi olmayan söz şiir değil,
sadece nazımdır. Örneğin, İbn Malik (ö.672/1274)’in nahiv ilmine dair
Elfiyye’si ile mantık ilmine dair es-Sullem metni gibi. Şayet herhangi bir
söz, duygusal etkisi olduğu halde vezin ahengine sahip değilse, bu da şiir
değil, edebi nesir olur.35
Çağdaş bir yazar olan eş-Şâyib’in tanımı, diğerlerine kıyasla tercihe
değer gözükmesine rağmen, geçen yüzyılın ortalarından itibaren Iraklı şairler
Nâzik el-Melâike’nin “ا- Kolera-” ve Bedir Şakir es-Seyyâb (ö.1964)’ın آولير
“اّحب آان هل– O sevgi miydi-” şiirlerinde ilk bilinçli ve sistematik örnekleri
görülen ّالحر عرّالش) serbest şiir), daha sonra ise Unsî el-Hacc, Adonis, Yusuf
el-Hâl (ö.1986) ve benzerlerinin öncülük ettikleri ثرّالن قصيدة veya المنثور عرّالش
(düz yazı şiiri)ni kapsamamaktadır.36
Esasen Arap şiirinde vezin ve kafiyeyi hala şart koşan büyük
çoğunluğa göre, düz yazı şiiri şöyle dursun, serbest şiir bile şiir
sayılmamaktadır. Nitekim Mısır Sanat ve Edebiyat Yüksek Kurulu’nun Şiir
Komitesi de, bu görüşü teyit etmek üzere: “Vezinli ve kafiyeli olmayan şiir,
şiir değildir” demiştir.37
Modern Arap şiirinin teorisyenlerinden olan Suriyeli Nusayrî şair
Adonis (Ali Ahmed Said), “ الحداثة بيان– Modernitenin Manifestosu-” başlıklı
deklarasyonunda, kavramsal düzeyde şiirin, kelimenin tam anlamıyla bir
problem olduğunu itiraf etmektedir. Ona göre şiir, kesintisiz bir savaşımdır.
Bu savaşım, şair ile iç dünyası, şair ile dil ve şair ile varlıklar alemi arasında
geçen çok yönlü bir savaşımdır. Ayrıca, Arap şiiri, biçimsel olarak vezin ve
kafiye kalıpları içerisine hapsedilirken, içerik ve amaçları bakımından da
kutsal nitelikte bir takım fonksiyonlara sahip kılınmıştır.38
Adonis, bu noktadan hareket ederek Arap şiirinin tarih bilincinden
yoksun ve ölü olduğunu ileri sürmektedir. Adonis’in Arap şiiri ile ilgili
klasik yapıya ve anlayışa bu denli olumsuz bakmasının temelinde ideolojik
faktörün bulunduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Bu arada serbest Arap şiirinin kurucusu olan Nâzik el-Melâike,
Adonis ve Unsi el-Hacc’ın Fransız edebiyat tarihçisi ve eleştirmen Suzan
Bernard’ın “Baudelaire’den Günümüze Düz Yazı Şiiri” adlı eserinde yer

35 a. es, 299
36 Ya‘kûb, Emîl Bedî‘-‘Asî, Mişal, age, II, 742, 743, 864, 984; el-Melâike, Nâzik, Kadaya’ş-
Şi‘ri’l-Mu‘âsır, Beyrut, 1981, 35 vd.; La‘îbî, Şâkir, Beyân min Ecli Kasîdeti’n-Nesr,
http://www.jehat.com/14.06.2002
37 Hafacî, M. ‘Abdulmun‘im, el-Kasîdatu’l-‘Arabiyye Beyne’t-Tetavvuri ve’t-Tecdîd,
Beyrut, 1414/1993, 14; el- Ehram, Kasım 1961, S: 24 38 Adonis (Ahmed Ali Said), Beyânu’l-Hadâse, http://www.jehat.com/14.06.2002
112
alan Fransızca “Le Poem en Prose” tabirini Arapça’ya ثرّالن قصيدة) düz yazı
şiiri) şeklinde tercüme edip Arapça şiire aynen adapte etme çabalarına
şiddetle karşı çıkmıştır. Ona göre, قصيدة ve ثرّن sözcükleri, birbiriyle çelişen
iki terim olup bir araya getirilmek suretiyle şiir kavramını karşılamaları
mümkün değildir.
Böylece el-Melâike, Arap şiirinde modernleşmenin öncülerinden
olmasına karşın, Arapça düz yazı şiirinin varlığını kabul etmemekte ve bu
tür bir anlatıma edebi nesir demek gerektiğini savunmaktadır.39 Bu durum,
klasikler arasında olduğu gibi, çağdaş Arap şiirinin teorisyenleri arasında da
şiir kavramı konusunda uzlaşmaz çelişkilerin sürdüğünü gözler önüne
sermektedir.
5. Batılılara Göre Şiir
İnsanların, duygularını dile getirmede kullandıkları ilk anlatım aracı
olduğuna inanıldığı için şiir hakkında çok eski tarihlerden beri çeşitli
görüşler dile getirilmiştir. Bu konuda ilk sözü söyleyenlerin, eski Yunan
filozofları oldukları anlaşılmaktadır. Bunlardan Sokrat (MÖ 469-399)’a
göre, bizzat şairler de, söyledikleri şiirin mahiyeti hakkında bir şey
bilmemektedirler. Zira şiir, onların kalbine ilham olunan, bilinçsizce ve
kavramadan tekrarladıkları bir şeydir.
Platon (MÖ 427-347)’un konuyla ilgili görüşü daha ilginç
gözükmektedir. Ona göre şiir, realiteden uzak, bozuk ve değersiz, insan
zekasına yakışmayan , aynı zamanda da son derecede bozucu etkiye sahip
sahte bir olgudur.
Şiir ile ilgili görüşleri, en çok etkili olan ve uzun süre dikkate alınan
filozof Aristo (MÖ 384-322)’dur. O şiir hakkında: “Şiir, yaradılışı (doğayı)
örnek alma çabasıdır (taklittir). Biz, bu yolla öğrenme ve zevk vermeyi
sağlamış oluyoruz” derken, şairi ise “söylediklerini keşfeden bir mucit
(maker)” olarak nitelemektedir.
Son tahlilde Aristo’nun bu konudaki ayrıntılı açıklamalarından şu
sonuç çıkarılabilir: “Şiir, vezinli ve melodik kalıplar içerisinde olması
koşuluyla, orijinal söz söyleme sanatıdır.”40 Şiirde ilk olarak vezinli ve
melodik olma niteliklerini öngören kişinin Aristo olduğu anlaşılmaktadır ki,
bu konudaki görüşlerini Poetika (Şiir Sanatı) adlı ünlü eserinde toplamıştır.41
Batılı edebiyatçılar da, tıpkı Müslümanlar gibi, yüzyıllar boyunca şiir
hakkında düşünce üretmeye ve görüş serd etmeye devam etmişlerdir.
Özellikle İngiliz edebiyatçılar, Aristo’nun, şairi mucit, hatta yaratıcı olarak
nitelediği tanımından etkilenerek şiiri, yaratıcılık ve vezin özellikleri

39 el-Melâike, age, 213 vd.
40 Tabâne, age, 74
41 Daha fazla ayrıntı için bkz.:Aristoteles, Poetika, çev. İsmail Tunalı, İstanbul, 1963, 11, 16
vd.
113
çerçevesinde tanımlamışlar ve üstünlüğünü bu iki özelliğine
dayandırmışlardır. Örneğin, ünlü İngiliz şairi John Milton (ö.1674) da, şiirin
özelliğinin çoğunlukla biçimine bağlı olduğunu ileri sürmüştür.42
Rönesans sonrası batılı edebiyatçılar arasında şiirin tanımı konusunda
görüş birliğine varılamadığı ve bunlardan kimisinin biçim yönüne, yani
sanatsal vurgusuna, kimisinin de içeriğindeki hayal ve duygu unsurlarına
ağırlık verdiği görülmektedir. İkinci görüşün savunucularından ve aynı
zamanda çağdaş romantik şiirin öncülerinden olan ünlü İngiliz şairi William
Wordsworth (ö. 1850), şiirle ilgili görüşünü: “Şiir, duygu aracılığıyla
olağanüstü bir mükemmellikte kalbe ulaşan realitedir” şeklinde dile
getirirken, yine çağdaş İngiliz edebiyatçı ve eleştirmen John Ruskin (ö.
1900) şiiri şöyle tanımlar: “Şiir, asil faktörlerin, hayal aracılığıyla asil
duyguları sergilemesidir.”43 Ne var ki bu tanımlardaki nitelemeler, şiirin
yanı sıra, diğer estetik sanatlar için de geçerlidir.
Bazı batılı çağdaş edebiyatçılar ise, şiiri kapalı bir takım ifadelerle
tanımlamaya çalışmışlardır. Örneğin büyük İngiliz romantik şair P.B.
Shelley (ö.1822) şiiri: “Şiir, hayalin anlatımıdır” 44 sözleriyle tanımlamıştır
ki, buradaki kapalılık gözden kaçmamaktadır.
Görüldüğü üzere, konunun tabiatından kaynaklanan zorluk nedeniyle,
batılılar da, şiirin mantık ölçülerine uygun bir tanımını yapamamışlardır. Bu
konuda söyledikleri, büyük ölçüde şiirin nitelikleri, etkileyici yönleri, başlıca
sanatsal özellikleri ve yaşamdaki fonksiyonundan ibaret gözükmektedir.
Bedevî Tabâne’ye göre, batılılarca bu konuda yapılmış olan en açık ve
en kapsamlı tanım, Stadman’ın, şiiri hem biçim hem de içerik bakımından
ele alan şu ifadesidir: “Şiir, kaliteli anlamı, zevki, düşünceyi, duyguyu ve
insan ruhunun gizemini dile getiren, hayal gücüne dayalı ölçülü bir
anlatımdır.”45
D) PROBLEMİN YOL AÇTIĞI SONUÇLAR
Arap şiirinin kavramsal problematiği, tarihi seyir içerisinde şu
sonuçlara yol açmış gözükmektedir:
1. Tarih boyunca mantıksal ve bilimsel bir tanımının
yapılamaması ve bunun imkansızlığına dair genel bir kanının
gerçekleşmiş olması.

42 eş-Şâyib, age, 296; el-Muncid fi’l-A‘lâm, 545 43 el-Muncid, 269, 611; eş-Şâyib, age, 297
44 el-Muncid, 335; eş-Şâyib, age, 297 45 Tabâne,age. , 75
114
Bu nedenle çağdaş kaynaklar, artık şiirin tanımıyla uğraşmak yerine
onun özelliklerine yer vermeyi tercih etmekte ve bu özellikleri şöyle
sıralamaktadırlar:
a ) Güçlü bir duyuş ve derin bir etkilenmeyi vurgulaması
b) Hayata, sadece mantık ve akli delilleri kullanma yoluyla kavranıp
ifade edilemeyecek bir açıdan bakılması
c) Şiirde kullanılacak sözcüklerin doğru seçilmesi
Sözgelimi aşk şiirinde en ince ve en tatlı sözcüklerin seçilmesi gerekir
ki, bu üç özellikle ilgili görüş birliği vardır.
d) Özel melodik bir yapıya sahip olması (vezinli olması)
e) Kafiyeli olması
Düz yazı şiiri taraftarları hem vezne hem de kafiyeye, serbest şiir
savunucuları ise sadece klasik vezinlere ve kafiyeye karşı çıkmaktadırlar.46
2. Tercümesinin imkansızlığı iddiası
Arap şiirinin klasik yapısını esas alanlar, başka dillere tercüme
edilmesinin imkansız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Esas itibariyle el-Câhız’a
ait olan bu görüş, ortaya atıldığı günden itibaren belagat ve edebi tenkit
çevrelerinde egemen hale gelmiştir. el-Câhız, ortaya attığı bu iddiayı şöyle
gerekçelendirir: “ Şiir tercüme edilemez ve nesre dönüştürülemez. Aksi
halde düzeni parçalanır, vezni bozulur ve beğeni sağlayan yönü yok olur.
Arapların hikmeti olan şiir, bu şekilde değiştirildiği takdirde onun mucizesi
olan vezni ortadan kalkmış olur.” 47
Görüldüğü üzere, el-Câhız’ın bu konudaki kaygısı şiirin biçimsel
yanıyla ilgilidir. Günümüzde de şiirin klasik yapısına taraftar olanlar, aynı
görüşü savunmaya devam etmektedirler. Ancak serbest ve modern şiir
taraftarları, bu görüşü reddederek şairin yaşadığı şiirsel iklimin başkalarınca
da yaşanabileceğini, dolayısıyla şiirinin, aynı şiirsellikte tercüme
edilebileceğini savunmaktadırlar.48
3. İlimle Bağdaşmazlığı
Özellikle cahiliye döneminde Arapların, şiiri bir ilim, şairi de en
büyük alim olarak algıladıkları bilinmektedir. Bu nedenledir ki, o dönemde
“ilim ve bilgi sahibi kimse” demek olan “şair” sözcüğünü şiir söyleyen
kimseye özgü bir unvan haline getirmişler ve şairin, söylediklerini kendisine

46 Vehbe, Mecdî-el-Muhendis, Kâmil, age, 210; eş-Şâyib, age, 298 47 el-Câhız, Kitâbu’l-Hayevân, I, 60 48 Ya‘kûb, Emîl Bedî‘-‘Asî, Mişal, age, II, 741, 742
115
ilham eden şeytanları bulunduğuna inanmışlardır.49 Şairler hakkındaki bu
yüceltici bakışları nedeniyledir ki Araplar, olağanüstü üslubundan dolayı,
Kur’an’ı şiir, Peygamber’i de şair sanmışlardır. 50 Ancak Râğib el-
İsfahânî’nin yer verdiği bir görüşe göre, Arapların Kur’an’a şiir demelerinin
nedeni, onun gerçekten şiir olduğuna inanmaları değil, onu yalan olmakla
itham etmektir. Zira şiir ile yalan dile getirilir, şair de yalancı demektir.51
Daha önce yer verildiği üzere, Hz. Ömer’in şiiri geçim vesilesi olmaya
yarayan bir meslek, Muaviye’nin onu en yüksek eğitim mertebesi, Kadî
Ebu’l-Hasen el-Curcânî’nin ise, Araplara ait bir ilim olarak ifade etmeleri,
bu anlayışın kısmen İslamî döneme de yansıdığını göstermektedir. Ancak
aradan geçen uzun zaman süreci içerisinde şiirde gerçekleşen kavramsal
evrimleşmeye paralel olarak, ona yönelik bakış açısında da köklü değişimler
meydana gelmiştir.
Bu konudaki en köklü değişim, batı edebiyatının da etkisiyle şiirin
artık bir ilim değil, bir güzel sanat dalı olduğu yönünde gerçekleşmiştir. Zira
şiir, edebi nesirle birlikte kişinin iç dünyasındaki düşünce, bilinç ve sezgiyi
ifade etme özelliğine sahiptir. İlim ise, bunun tam zıddı bir konumdadır.
Şöyle ki, ilim objektif olup hayatı olduğu gibi ele alırken, şiir sübjektiftir ve
hayatı şairin gördüğü gibi işlemektedir.52
4. Şiirin Araplara Özgü Olduğu İddiası
Arap şiirindeki kavram kargaşasının yol açtığı sonuçlardan biri de, bu
sanatın Araplara ve Arap dilini konuşanlara özgü olduğu iddiasıdır. Bu
iddianın sahibi de el-Câhız’dır. O, bu konuda şöyle der: “ Şiire gelince o,
doğumu yeni ve yaşı küçük bir olgudur. Onu ilk kez metotlu kullanan ve ona
götüren yolu açanlar İmruulkays(ö. 560) ve Muhelhil bin Rabî‘a (ö.531)’dır.
Aristo, hocası Platon, Ptelomaios (ö.168), Démokritos (MÖ. V.YY) ve
diğerlerinin kitapları ise, şiirin başlamasından yüzyıllar önce ortaya
çıkmıştır. Şiirin ortaya çıkışını belirlemeye çalıştığımızda bunun İslam’dan
yüz elli yıl, daha dakik bir belirlemeyle en fazla iki yüz yıl önce olduğunu
görürüz. Şiir söyleme erdemi ise Araplara ve Arapların dilini konuşanlara
özgüdür...”53
Bu açıklamalarından el-Câhız’ın, şiire çok dar bir açıdan baktığı ve
eski Grek literatüründen haberdar olduğu halde şiirin bu literatürdeki
varlığını göz ardı ettiği anlaşılmaktadır. Bu dar açılı ve olumsuz yaklaşımın

49 el-Câhız, Kitâbu’l-Hayevân, I-VII, Beyrut, 1408/1988, I, 78; İbn şuheyd, Ebû ‘Âmir Ahmed,
Risâletu’t-Tevâbi‘ ve’z-Zevâbi‘, Beyrut, 1400/1980, 72 vd.; eş-Şâyib, age, 307; ‘Abdunnûr,
age, 1984, 149
50 Enbiyâ, 21/5, Saffât, 37/36; eş-Şâyib, age, 308 51 el-İsfahânî, Râğib Huseyn b. Muhammed, el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahire,
1381/1961, 262
52 a. es., 298
53 el-Câhız, age, I, 74, 75
116
temelinde yatan birden fazla nedenden söz edilebilir. Mişal ‘Asî ve Emîl
Bedî‘ Ya‘kûb’a göre o, bu konuda ırkçı bir yaklaşım sergileyerek bilim ve
aklın en basit bir kuralına dahi uymamıştır.54 Bedevî’ye göre ise, bunun
nedeni, yabancı edebiyat hakkındaki bilgi yetersizliğidir.55
Kanaatimizce ikinci görüş daha tutarlı gözükmekte, ancak bununla
birlikte, şiir ile ilgili bu yanılgıyı izaha yetmemektedir. Zira sözü edilen bilgi
yetersizliği belli bir zamana kadar sürmüş olmalıdır. Halbuki bu yanılgının,
İbn-i Haldun zamanına kadar, yani XV. Yüzyıla kadar sürdüğü kendi
ifadelerinden anlaşılmaktadır. Zira, şiiri tanımladıktan sonra yaptığı izahta:
“Arapların üsluplarına uygun...” kaydını koyarken, bu kaydın, Arap
olmayanlarda da şiir bulunduğu görüşünde olanlar için konulduğunu, Arap
olmayanlarda şiir bulunmadığı görüşünde olanlara göre ise “belli üsluplar
çerçevesinde...” demenin yeterli olacağını söyleyerek bu konuda hala iki
görüşün varlığından söz etmektedir.56
Kaldı ki Taha Huseyin, el-Ezher ve Dâru’l-‘Ulûm öncülüğündeki
muhafazakar ekolün, hala el-Câhız’ın görüşünü ısrarla savunduğunu
kaydetmektedir.57
Hal böyle olunca, şiirle ilgili bu önemli yanılgının, ne ırkçı bir
duygudan ne de ila nihaye sürmemesi gereken yabancı edebiyata ilişkin bilgi
yetersizliğinden kaynaklandığını, bunun gerçek nedeninin, Arap şiirinin
özünde var olan kavramsal karmaşada saklı olduğunu söylemek daha
gerçekçi bir görüş olsa gerektir.
Sözlerimizi, el-Câhız ve taraftarlarının iddiasının aksine, şiirin
Araplara veya Arapça konuşanlara özgü bir fazilet olmadığını, aynı zamanda
tercümesinin de mümkün olduğunu ortaya koymak üzere, önce Arapça
olarak aruzun vâfir ölçüsünde kaleme alıp sonra yine şiir formasyonunda
Türkçe’ye çevirdiğimiz lirik bir şiirimize yer vermek suretiyle, noktalamak
istiyoruz.

54 Ya‘kûb -‘Asî, age, II, 738
55 Bedevî, age, 131-133
56 İbn Haldun, age, 538
57 Huseyin, Taha, age, 314, 315
117
سعادى
Selamlar sana Suad’ım!
Yürekten bir sevgi ve özlemle
بحبّ واشتياق من فوءادى تحيّاتى اليك یا سعادى
Kapladı kalbi öyle bir sevgi ki
Haşre dek coşturur beni
یهيّجنى الى یوم التّنادى قداستولى على القلب غرام
Birer elçidir mesajlardaki sözcükler
İletir sevgimin haberlerini
وألفاظ الرّسالات رسول یبلّغ عنّى أخبار ودادى
Lakin yoksundur sözcükler
Muradımı iletecek vefadan
ولكن ليس للّفظ وفاء یراهننى بتبليغ مرادى
Yetmiyor harflerin sembolleri
Ve kuruyor mürekkebimin denizi
ولا تكفى تماثيل الحروف ویيبس بحر حبرى ومدادى
Çok çabaladım kavuşmak için
Başaramadım ve yoktur yol gösterenim
فلم أظفر وليس لديّ هادى وللوصل بذلت آثير جهد
Ele geçirdin ey sevgi sultanı
Kalbimin başkentlerini
Ve aştın ülkemin sınırlarını
أیا سلطانة الحبّ ملكت عواصم قلبى واجتزت بلادى
Hoş geldin ey aşk yurdumun melikesi
Hayat verdin ölü dünyama bu sevgiyle
فأهلا یا مليكة دار عشقى بذاك الحبّ أحييت جمادى
Sonra ateşe verdin benden ne varsa
Külümdedir onun bütün tanıkları
رمادى الشّهود فى لها آلّ وقد أضرمت فى الأحشاء نارا
Sanki ben ve sen yaratıldığımızdan beri
Ağlayarak sesleniyorum sana
beşiğimden
أنادیك وأبكى من مهادى آأنّى وأنت منذ قدخلقنا

Ey dağların ve çöllerin ayırdığı
İki bedene hayat veren can
بتفریق الجبال والبوادى أروحا ذات جسمين أصيبا
Gel yeniden kavuşmak için
Bunun içindir bütün çırpınışlarım
لذاك آلّ هذا الاجتهاد تعالي للوصال من جدید

Ve cömert ol aşkınla
Sonra her gün artan güzelliğinle
بحسن آل ّیوم فى ازدیاد وجودي بالغرام ثمّ جودي
118
BİBLİYOGRAFYA
ADONİS (Ahmed Ali Said), Beyânu’l-Hadâse, http://www.jehat.com/14.06.2002
ARİSTOTELES, (ö.MÖ 322), Poetika, çev. İsmail Tunalı, İstanbul, 1963
BEDEVÎ, Ahmed Ahmed, Ususu’n-Nakdi’l-Edebî ‘Inde’l-‘Arab, Kahire,
1979
BROCKELMANN, Carl (ö.1956), Târîhu’l-Edebi’l-‘Arabî, trc. ‘Abdulhalîm
Neccâr, I-V, Kahire, ts
CEBBÛR, ‘Abdunnûr, el-Mu‘cemu’l-Edebî, Beyrut, 1984
DAYF, Şevkî, el-Fennu ve Mezâhibuhu fi’ş-Şi‘ri’l-‘Arabî, Kahire, 1987
el-‘AKKÂD, ‘Abbâs Mahmud (ö.1964), Mukaddimatu Dîvani Vahyi’lArba‘în,
Kahire, 1933
el-CÂHİZ, ‘Amr b. el-Bahr (ö.255/869), Kitâbu’l-Hayevân, (I-VII), Beyrut, 1955
____el-Beyân ve’t-Tebyîn, I-II, Kahire, 1968
EL-CEZERÎ, İbnu’l-Esîr Dıyâuddîn b. Muhammed (ö.637/1239), elMeselu’s-Sâir
fî Edebi’l-Kâtibi ve’ş-Şâ‘ir, (I-II), Beyrut, 1411/1990
EL-CUMAHÎ, Muhammed b. Selâm (ö.231/846), Tabakâtu’ş-Şu‘arâ,
Beyrut, ts
el-CURCÂNÎ, Ebu’l-Hasen ‘Ali (ö.393/1001), el-Vesâtah Beyne’lMutenebbî
ve Husûmihi, Kahire, ts.
ED-DÎNEVERÎ, İbn Kuteybe, eş-Şi‘r ve’ş-Şu‘arâ, Leiden, 1902
el-FÂHÛRÎ, Hannâ, el-Mûcez fi’l-Edebi’l ‘Arabiyyi ve Târihihi, (I-IV),
Beyrut, 1411/1991
119
el-FEYÛMÎ, Ahmed b. Muhammed b. ‘Ali el-Mukrî, (ö.770/1369), elMisbâhu’l-Munîr
fî Ğarîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, (I-II), Mısır, 1325/1901
el-FÎRÛZABÂDÎ, Ebû Tâhir Muhammed b. Ya‘kûb,(ö. 817/1415), elKâmûsu’l-Muhît,
Beyrut, 1407/1987
HAFACÎ, M. ‘Abdulmun‘im, el-Kasîdatu’l-‘Arabiyye Beyne’t-Tetavvuri
ve’t-Tecdîd, Beyrut, 1414/1993
HUSEYİN, Taha, (ö. 1973) Temhîd fi’l-Beyâni’l-‘Arabî, Beyrut, 1403/1983
________Fi’l-Edebi’l-Câhilî, Kahire, 1975
İBN HALDUN, ‘Abdurrahman b. Muhammed (ö. 808/1332), Mukaddime,
Kahire, ts
İBN ŞUHEYD, Ebû ‘Âmir Ahmed (ö.426/1034), Risâletu’t-Tevâbi‘ ve’zZevâbi‘,
Beyrut, 1400/1980
İBN TABATABA el‘Alevî, ‘Iyâru’ş-Şi‘r, tah. el-Hacirî, Taha – Sellâm,
Muhammed Zeğlûl, Kahire, ts
EL-İSFAHÂNÎ, Râğib Huseyn b. Muhammed (ö.502/1108), el-Mufredât fî
Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahire, 1381/1961,
İSHAK b. İbrahim b. Vehb (ö.3727982), el-Burhân fî Vucûhi’l-Beyân,
Taha Huseyin-‘Abdulhamîd el-‘Ubâdî, Kahire, 1928
EL-KAYREVÂNÎ, İbn Reşîk, el-Hasen (ö. 463/1071), el-‘Umde fî
Mahsini’ş-Şi‘ri ve Âdâbihi ve Nakdihi, (I-II), tah. Muhammed Muhyiddin
Abdulhamid, Kahire, 1955
KOMİSYON, el-Muncidu fi’l-A‘lâm, Beyrut, 1987
KUDÂME b. Ca‘fer, (ö.337/948), Nakdu’ş-Şi‘r, tah. S.A. Bonebakker,
Leiden, 1956
120
LA‘ÎBÎ, Şakir, Min Ecli Kasîdeti’n-Nesr,
http://www.jehat.com/(çevirimiçi) 14.06.2002
EL-MELÂİKE, Nâzik, Kadaya’ş-Şi‘ri’l-Mu‘asır, Beyrut, 1981
EŞ-ŞÂYİB, Ahmed, Usûlu’n-Nakdi’l-Edebî, Kahire, 1973
TABÂNE, Bedevî, en-Nakdu’l-Edebî, Riyad, 1403
VEHBE, Mecdî-el-MUHENDİS, Kâmil, Mu‘cemu’l-Mustalahâti’l-
‘Arabiyye fi’l-Luğati ve’l-Edeb, Beyrut, 1984
YA‘KÛB, Emîl Bedî‘-‘ASÎ, Mişal, el-Mu‘cemu’l-Mufassal fi’l-Luğati ve’lEdeb,
I-II, Beyrut, 1987
EZ-ZEMAHŞERÎ, Ebu’l-Kâsim Mahmud b.‘Umar, (ö.538/1143), Esâsu’lBelâğah,
Beyrut, 1412/1992
EZ-ZEYYÂT, Ahmed Hasen (ö.1968), Târîhu’l-Edebi’l- ‘Arabî, Kahire, ts

Konular