ABDÎ'NİN GÜL Ü NEVRÛZ MESNEVÎSİ

ABDÎ'NİN GÜL Ü NEVRÛZ MESNEVÎSİ
Prof. Dr. Adnan İNCE∗
ÖZ: Abdî XVI. yüzyılda yaşamış bir şairdir. Tezkirelerde ve diğer kaynak
eserlerde hakkında bilgi yoktur. Bugünkü bilgilerimize göre onun Niyâznâme-i
Sa’d ü Hüma, Heft Peyker, Cemşîd ü Hurşîd ve Gül ü Nevrûz adlı mesnevîleri
bulunmaktadır. Makalemize konu olan Gül ü Nevrûz veya Nüzhetnâme
adıyla bilinen bu eserini Abdî, 1577’de yazarak Sultan III. Murad’a sunmuştur.
2291 beyit olarak tespit ettiğimiz eser, İranlı şair Celâl Tabîb’in aynı adlı
Farsça eserinden tercüme edilerek edebiyatımıza kazandırılmış alegorik bir
mesnevîdir. Bu makalede söz konusu eser incelenmiş ve metni verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Abdî, Gül ü Nevrûz, Nüzhet-nâme, mesnevî.
Gül-ü Nevruz Mesnevi of Abdi
ABSTRACT: Abdî is a poet who lived in the XVIth century. There is
no information about him in tezkires and other sources. In light of our presnt
day knowledge, he had written the mesnevi as Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hüma,
Heft Peyker, Cemşîd ü Hurşîd and Gü ü Nevrûz l . The mesnevi known as Gül
ü Nevrûz or Nüzhet-nâme is the subject of our article. This mesnevi was
written in 1577 and presented to Sultan Murad III. This allegorical mesnevi of
2291 couples is a translation from Persian work of Celal Tabîb by the same
name. The article investigates this mesnevi and contains its text.
Key Words: Abdî, Gül ü Nevrûz, Nüzhet-nâme, mesnevi.
XVI. yüzyıl şairlerinden Abdî'nin bu eserine daha önce yazdığımız ilgili
makalelerde kısaca değinmiştik (İnce 1986: 186-192; İnce 1987 I (2): 155-
206). Eser, edebiyatımızdaki aynı adlı diğer eserler gibi, İranlı şair Celâl
Tabib'in Farsça yazdığı Gül ü Nevrûz'unun tercümesidir. Edebiyatımızda Celâl
Tabib'in eseri esas alınarak yazılmış bulunan ve metni şimdiye dek ele geçmemiş
Muîdî'nin eseri dışında biri Lutfî tarafından Çağatayca, diğerleri Muhibbî,
Abdî ve Sâbir tarafından Anadolu Türkçesiyle olmak üzere dört Gül ü Nevrûz


DAÜ Eğitim Fak. Gazimağusa-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adnan.ince@emu.edu.tr
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
52
mesnevisi vardır. Bunlarla ilgili olarak da daha önce yazdığımız bir makalede
Celâl Tabib'in eserinden yapılan bu dört tercüme hakkında karşılaştırmalı bir
özet çıkararak bilgi vermiştik (İnce 1998: 103-131). Burada ise Abdî'nin eseri
üzerinde kısa bir inceleme yaparak metnini vereceğiz.
Esere geçmeden önce Abdî ve eserleri hakkında kısa bir hatırlatmada yarar
olacağı kanaatindeyiz. Abdî, XVI. yüzyılda yaşamış bir şair olmasına rağ-
men tezkirelerde ve dönemin diğer kaynaklarında hakkında herhangi bir bilgi
yoktur. Bugünkü bilgilerimize göre şairin dört mesnevîsi vardır, bunlar yazılış
tarihlerine göre Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hüma (1545), Heft Peyker (1550) ,
Cemşîd ü Hurşîd (1558), Gül ü Nevrûz veya Nüzhet-nâme(1577)’dir. İlk üç
eser şehzadeliği sırasında II. Selim’e, dördüncü eser III. Murad’a sunulmuştur.
Bazı kaynaklarda Lâmiî’ye atfedilen yukarıda belirttiğimiz Heft Peyker adlı
mesnevînin Abdî’ye ait olduğunu Hanzade Güzelova tespit etmiştir(Güzelova
2006: 35-49). Ayrıca bugüne kadar metni ele geçmemiş olmakla birlikte bir
divanının olduğu da V.M.Kocatürk tarafından bildirilmiştir (Kocatürk, 1970:
362-363).

1. Nüsha Tanıtımı
Eserin müellifi tarafından yazılmış tek nüshası Manisa İl Halk Kütüphanesinde
2174 numarada Nüzhet-nâme adıyla kayıtlıdır. 80 yapraktan ibaret
yazma 216x165, 162x111 mm. ölçülerindedir ve her sayfada 15 satır bulunmaktadır.
Başlıklar Farsça olup sürh ile yazılmıştır. Nüsha, müellifin diğer iki
mesnevîsi gibi (Niyâz-nâme-i Sa'd ü Hümâ: Manisa İl Halk Kütüphanesi 2173;
Cemşîd ü Hurşîd: Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa 443) bozuk bir talikle
yazılmış ve yer yer hareke de kullanılmıştır. Nüshanın ilk sayfasında müellifin
sonradan çıkma yaparak eklediği beyitler vardır. Bu eklemeler ve bazen de
tashihler, başka sayfalarda da bulunmaktadır. Ayrıca kırmızı mürekkeple yazılmış
başlıkların siyah mürekkeple sayfa kenarlarına tekrar gelişigüzel yazıldığı
görülmektedir.

II. Dış Yapı Özellikleri
1. Nazım Şekli
Gül ü Nevrûz'un başında müellif tarafından sonradan yazıldığı anlaşılan
5 beyitlik "Hasb-i Hâl" başlıklı bir kıt'a bulunmaktadır. Burada eserin (III.)
Sultan Murad'a takdim edildiği ve adının Gül ü Nevrûz olduğu belirtiliyor.
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Abdî’nin Gül ü Nevrûz Mesnevisi...
53
Eserin sonuna yine aynı başlıkla eklenen diğer bir manzumede beyit sayısı da
2400 olarak veriliyor, fakat biz bu iki parça dışında eseri 2291 beyit olarak
tespit ettik.
Eser, yukarıda bahsi geçen ve asıl metne dahil etmediğimiz bu kıtadan
başka, metinde yer alan ve hikâye kahramanı Nevrûz'un dilinden Bülbül tarafından
söylenen gazel (847-851)1
dışında tamamen mesnevî biçimiyle yazılmıştır.

Eser, bir mesnevîde bulunabilecek bölümleri ihtiva etmektedir; ancak
hacmi ölçüsünde bunlar kısa tutulmuş manzumelerdir.
Mesnevî, Tanrı’nın övgüsünün yer aldığı, yaratılışa dair felsefî düşüncelerin
yanı sıra insanoğlunun meziyetlerinin de dile getirildiği 33 beyitlik bir
tevhid manzumesi ile başlar (1-33). Burada kün emriyle bu âlemin yaratıldığı,
insanoğluna emir ve yasaklar konduğu ve onun kalbine aşk duygusu verildiği;
dokuz erkekle (Âbâ-yı ulviyye: felekler) dört kadından (Anâsır-ı erbaa: ateş,
hava, su, toprak) üç varlığın (insan, hayvan, nebat) meydana getirildiği; bu
varlıklardan birine (insan) akıl ve bilgi verilerek diğerlerine üstün kılındığı
anlatılır. Ayrıca zatını göstermek için Tanrı'nın insanın kalbini sırlar hazinesi
yaptığı ve herşeyi onun emrine verdiği; insanın ise nefsini terbiye ederek yüksek
mertebeye erişeceği ve ona ibadetle şükredeceği de kaydedilir.
İkinci olarak yaratılmışın en şereflisi olan insanoğluna yol gösteren ve
onların içinden seçilmiş bulunan başta Hz. Muhammed olmak üzere Hz.
Âdem, Nuh, İbrahim. Musa ve İsa peygamberin anılarak dua edildiği bir manzume
yer alır (34-53).
Üçüncü manzume Hz. Muhammed'in övgüsünde bir na'ttir. Kur'an ve
hadislerden çeşitli iktibaslarla onun yüceliği anlatılır ve Mirac'a değinilir. Abdî,
ondan şefaat dileyip dua ederek bu bölümü bitirir (54-85).
Dördüncü manzume dört halife için dört beyitlik kısa bir na'ttir (86-89).
Beşinci manzume on iki beyitlik kısa bir münacattır (90-101).
Eserini nasıl yazdığını ise Abdî, Sebeb-i Nazm-ı Kitâb'da şöyle anlatmaktadır:
Kederler içinde günleri geçerken uyuyan bahtı uyanmış ve onun bu
hâli sultana arz edilmiş; sultan da onu çağırtarak bu bahar mevsiminde eski bir
hikâye olan Gül ü Nevrûz'u Türkçe yazmasını emretmiş. Bu buyruk üzerine

1
Rakamlar metindeki beyit numaralarını gösterir.
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
54
Abdî eserini kaleme almıştır; ancak eserini kimden etkilenerek yazdığını belirtmez
ve tercüme olup olmadığı konusunda da bilgi vermez (102-136).
Asıl hikâyeye geçmeden önce bu bölümdeki son manzume, eserin sunulduğu
(III.) Murad için medhiyedir. Abdî divan şiiri geleneğinde alışılagelmiş
kalıplarla memduhunu över. Onu tarihteki ünlü hükümdarlarla karşılaştırır;
yiğitlikte, bilgide üstünlüğünü ve cömertlikte, adalette eşsizliğini dile getirip
onun sayesinde ülkede insanların refah ve huzur içinde yaşadıklarını söyler.
Sultana ve şehzadeleri olan Mehmed'e ve Mahmud'a dua ederek medhiyeyi
bitirir (137-201).
Esas hikâye kısmı mesnevînin ana bölümüdür ve aşağı yukarı olayın ana
hatlarının özetlendiği Farsça olarak yazılmış başlıklar altında yer alır. Söze, bu
alt başlıklarda genellikle sakiye hitapla girilir. Bu kısımlarda tasvirler daha
sıklıkla yer alır fakat bunların çok başarılı tasvirler olduğunu söyleyemeyiz.
Âdeta olaylar bir sis perdesi arkasından seyredilir gibi siliktir. Anlatımda bazen
geriye dönüşler akıcılığı keser; bununla ilgili olarak Gül’ün Aden sultanına
getirilmesinin anlatıldığı bölümü örnek olarak verebiliriz (1637 vd.). Mesnevî-
lerde şeklin ve veznin monotonluğunu kırmak için arada farklı nazım şekilleriyle
konuya münasip şiirler serpiştirmenin hemen bütün mesnevîlerde çok
görülen bir uygulama olduğu malumdur; fakat Abdî eserinde farklı bir nazım
şeklini sadece bir kez kullanmıştır ve üstelik vezin de mesnevîninkiyle aynıdır.
Eser, esas hikâye kısmından sonra Sultan Murad'ın ve daha sonra birisi
tahta geçecek olan (III. Mehmed) şehzadelerinin övgüsünün tekrar yapıldığı ve
dua edildiği Hatime bölümü ile son bulur. Abdî bu bölümde eserini 985'te
Cemaziyelahir (1577 Ağustos-Eylül) ayında on iki günde yazarak cuma günü
bitirdiğini de kaydetmektedir (2251-2291).

2. Vezin ve Kafiye
Eserde hikâye kahramanı Nevrûz'un dilinden Bülbül tarafından söylenen
gazel (847-851) de dahil olmak üzere baştan sona mefâ'îlün mefâ'îlün fa'ûlün
kalıbı kullanılmıştır. Şair aruzu kullanmakta pek başarılı sayılmaz. Diğer mesnevîlerinde
de görüldüğü gibi hece düşmeli ulamalara sıkça baş vurur (7, 8, 13,
18, 20, 21, 22).
Genellikle aruz kusuru olarak kabul edilen imaleler dışında vokalle baş-
layan hecelerden önce yapılan imale-i memdudeleri de sıklıkla görürüz (122,
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Abdî’nin Gül ü Nevrûz Mesnevisi...
55
243, 379, 384, 450, 506, 509, 853, 1023), hatta Türkçe kelimelerde bile böyle
imale-i memdudeler vardır (1013).
Eserde ahengi sağlayan unsurlardan olan kafiye ile ilgili olarak şunları
tespit ediyoruz. Kafiye daha çok alıntı kelimelerle yapılmaktadır: kemend-bend
(Farsça-Farsça 182), tezyîn-temkîn (Arapça-Arapça 186), itmâm-câm (ArapçaFarsça
195). Türkçe ve Türkçe-yabancı kelimelerle kafiyeler az da olsa görülmektedir:
girdüm-dirdüm (Türkçe-Türkçe 135), başarış-sipâriş (Türkçe-Farsça
801), gün-magbûn (Türkçe-Arapça 105). Hatta alıntı kelimelerin telaffuzlarında
bile kafiye zorlaması sebebiyle tasarrufta bulunduğu da olur: kîl-sîl (709, 1589).
Kafiye çeşitlerinden hemen hepsi kullanılır. Halk şiiri için değil ama
klasik şiirimiz için bir zaaf olarak kabul edilen tek sesten oluşan yarım kafiyelere
ve hatta kafiyesiz rediflere rastlanmaktadır. Kafiyesiz: dürler- dilekler
(381), yirinden-mavtınından (753), hâle lâyık-mahbûba lâyık (846), bilmez
idüm-anmaz idüm (934), olupdur-hûbrakdur (2166). Yarım kafiye: oldı-aldı
(64), müşevveş-hoş (108), irişdüm-düşdüm (528). Müreddef kafiye: endâm-
ârâm (359), tîz-engîz (450), ferâmûş-medhûş (515). Müesses kafiye: şâgilmâyil
(8), musâhib-mülâ'ib (27), merâtib-mekâsib (41). Mukayyed kafiye:
pest-dest (501), teng-seng (730), halk içinde-delk içinde (731). Cinaslı kafiye:
lâlâ-lâ lâ (727), revâne-revâ ne (787), yâkût-kût (825).
Ahengi sağlayan diğer bir unsur olarak alliterasyonlar için de şu beyitleri
örnek olarak verebiliriz: 615 (d), 146 (f), 419, 1181 (g), 675 (k), 134 (m).

III. İç Yapı Özellikleri
1. Hikâyenin Özeti
Nevşad ülkesinin sultanı Ferruh, adaletli bir padişahtır ancak yerine ge-
çecek bir oğlu yoktur. Tanrı'ya dualar eder, sonunda bir oğlu olur. Çocuğa nevruz
gününde doğduğundan Nevrûz adını koyarlar. Nevrûz iyi yetiştirilir; yiğit,
yakışıklı bir delikanlı olur. Bir gün rüyasında gördüğü ve kendisine içki sunan
Ferhar'ın sultanı Müşgin Şah'ın kızı Gül'e âşık olur. Bir kervanda rastlayıp dost
olduğu Ferharlı Bülbül vasıtasıyla Gül'e mektup gönderir.
Bülbül'ün Gül'e Nevrûz'u anlatmasıyla Gül de Nevrûz'a âşık olur. Gül'ün
âşıklığı, annesi Susen tarafından öğrenilir. Susen buna sebep olan Bülbül'e
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
56
kızar ve kızına da bundan vaz geçmesi için nasihat eder, fakat Gül'ün buna
aldırdığı yoktur, aşk onu hasta eder. Susen bu duruma bir çare aramaktadır.
Bu arada Nevrûz, Bülbül'den bir haber alamayınca babasından zorla da
olsa izin alarak Ferhar'a doğru yola çıkar. Babası tarafından eşlik etmesi için
yanına katılan Behmen, bir gece onu bırakıp adamlarıyla kaçar. Nevrûz bin bir
zorlukla yoluna devam ederek Ferhar'a ulaşır, Bülbül'ü bulur, ondan olanları
öğrenir. Gül ile buluşurlar ve iki âşık birbirlerine sadık kalacaklarına dair yemin
ederler.
Öte yandan Çin hakanı Gül'ü istetmek üzere babasına elçiler ve hediyeler
göndermiştir. Müşgin Şah, kızının istememesine rağmen onu hakana verir.
Gül gelin alayıyla yola çıkarılır. Nevrûz da kervanı gizlice takip etmektedir.
Karanlık, fırtınalı, yağmurlu bir gece fırsat bularak Gül ile Nevrûz kaçarlar;
fakat Yelda adlı hakanın bir sınır muhafızı onları yakalayarak hakana gönderir.
Hakan bunların kim olduklarını bilmediğinden alelade esirler gibi çalıştırılmak
üzere bir puthaneye gönderilmelerini emreder.
Gelin alayından Gül'ün kaybolduğu haberi hakana ulaşır. Hakan bu olay
üzerine kederinden ölür, Gül ile Nevrûz, hakanın ölümü üzerine oradan da bir
gece kaçarlar, çeşitli tehlikelerle karşılaşırlar. Bindikleri gemi fırtınada batınca
iki sevgili birbirlerinden ayrı düşerler. Gül'ü Aden sultanı Bedî'in Gevher adlı
bir inci avcısı denizden kurtarır ve sultana getirir. Nevrûz'u Yemenli bir balıkçı
bulur ve Nevrûz'un isteği üzerine onu Yemen sultanı Rebî’in vezirine satar.
Vezir de Nevrûz'u sultan Rebi'e hediye eder. Böylece Nevrûz da Gül de bulundukları
yerlerde kabiliyetleri, yiğitlikleri, güzellikleri sebebiyle sevgi ve saygı
görürler, yükselirler.
Yemen ve Aden ülkeleri arasında öteden beri bir düşmanlık vardır, aralarında
savaş çıkar. Gül ile Nevrûz birbirlerinden habersiz rakip taraflarda yer
almaktadırlar. Savaş meydanında iki sevgilinin karşılaşmaları savaşı sona erdirir
ve barış yapılır. Bu sırada hac mevsimi gelmiştir, Kabe'yi ziyarete giderler.
Bu sırada babalarını da orada bulurlar. Orada iki sevgilinin nikahları kıyılır,
düğünleri yapılır. Dört sultan ülkelerini onlara bırakmak istemektedirler. Nevrûz
ile Gül’ün her mevsimi farklı bir ülkede geçirmelerine dair Sultan Ferruh-
'un teklifi makul bulunarak anlaşmaya varılır. Buna göre Gül ile Nevrûz,
Nevşad'a gelirler. Dört sultanın ölümünden sonra da bu dört ülkeyi adaletle
yönetirler.

TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Abdî’nin Gül ü Nevrûz Mesnevisi...
57
2. Şahıslar
Eser alegorik bir mesnevîdir. Eserin konusunu oluşturan aşk, Nevrûz ile
Gül arasında geçer. Onları tanıştıran ve kavuşmalarına vesile olan ikinci derecedeki
kahraman Bülbül'dür, Genellikle aşk hikâyelerindeki iki sevgiliyi kavuşturan
ikinci derecedeki kahramanlar hemen hemen olayın başından sonuna
dek bulunurlarsa da burada bu roldeki Bülbül, Gül ile Nevrûz'un karşılaşıp
buluşmalarından sonra artık vak'ada görülmez.
Hikâyenin her iki ana kahramanı da güçlü karakterler olarak karşımıza
çıkıyor. Erkek kahraman Nevrûz, bu tür pek çok mesnevîde olduğu gibi her
konuda iyi yetiştirilir. Ancak kayda değer bir özellik olarak annesinden pek söz
edilmez. Çocuğu olmayan Ferruh'un güzel bir cariyesi ile yatması sonucunda
doğan Nevrûz'u güzel bir dadı (süt anne) besleyip büyütür. Dadının rolü bu
hikâyede âdeta anneden önemlidir. Nevrûz kararlı, güçlü, inançlı, fedakâr bir
karakter olarak beliriyor.
Genellikle hikâyelerin birinci derecedeki erkek kahramanı, kadın kahramanından
daha aktif ve daha mücadeleci olarak öne çıkarsa da bu eserdeki
kadın kahraman Gül, farklı olarak bir erkek kadar yiğit, savaşçı ve mücadeleci
kimliğiyle tanıtılır. Bu durum İslâmiyet öncesi Türk sosyal hayatındaki kadının
konumunu yansıtması açısından dikkate değer.
İlk iki derecedeki kahramanlardan sonra şahıs kadrosunda Nevrûz'un
babası Ferruh, Gül’
ün Babası Müşgin Şah ve annesi Susen, Nevrûz'u yolculuğu
sırasında koruyup gözetmesi için babası tarafından görevlendirilen Behmen,
Gül'ü isteyen Çin hakanı ile onun sınır muhafızlarından Yeldâ, Aden sultanı
Bedî ve Gül'ü denizden kurtaran sultanın inci avcısı Gevher, Nevrûz'u denizden
çıkaran ihtiyar balıkçı, onu balıkçıdan satın alıp Yemen sultanına hediye eden
vezir ve sultan Rebî, Rebî'in komutanlarından Behrâm bulunmaktadır.
Mesnevîde bu kahramanlardan Nevrûz'a itaatsizlik eden korkak ve hain
Behmen, Gül ile Nevrûz'u yakalayıp getiren merhametsiz ve zalim bir zenci
olan Çin hakanının muhafızı Yeldâ, Nevrûz'a rakip olan ve savaş sırasında Gül
tarafından bir kılıç darbesiyle öldürülen Yemen sultanının komutanlarından
Behrâm, olumsuz tipler olarak karşımıza çıkıyor.

3. Motifler ve Temalar
Gül ü Nevrûz mesnevîsi, kendisinden önce yazılan İslâmî şark hikâyelerinin
pek çoğunda da bulunan çocuğu olmayan padiş ş ah, a k rüyası, kılık deği -ş
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
58
tirme, olağan üstü yaratıklar ve hayvanlarla savaş gibi motifleri içerisinde bulundurmaktadır.

Eserde işlenen ana tema aşktır. Bu aşk, tasavvufla ilgisiz, tamamen
maddî ve beşerîdir. Hatta zifaf, temsilî ve mecazlı bir üslûpla da olsa ayrıntılı
olarak anlatılır. Aşk temasının yanı sıra ayrılık üzerinde de durulur.
IV. Dil ve Anlatım
Gül ü Nevrûz'da kullanılan dilin dönemin diğer eserlerinden pek farklı
olmayan bir çizgide bulunduğunu söyleyebiliriz. Ancak konuyla ilgili bazı
tespitlerimiz vardır.
Kesin bir rakam olmamakla birlikte metnin birkaç yerinden yaptığımız
taramalar sonucu Türkçe kelime oranının yüzde kırk civarında olduğunu,
Türkçeleşmiş kabul edebileceklerimizle bu rakamın yüzde altmışlara ulaştığını
belirledik. Geri kalanı dilcilikte prestij alıntısı olarak adlandırılan ve Tanzimat
ile başlayan dilde sadeleşme akımıyla çoğu kullanımdan düşen kelimelerden
oluşmaktadır. Aslında anlatılan konuyla ilgili olarak bu oran değişmekte; olayların,
hareketin anlatıldığı beyitlerde Türkçe kelime sayısı da artmaktadır.
Çok fazla olmamakla birlikte Abdî'nin alışılmamış (mesrÿó 22, esnÀ 34,
1761, vefıyyÀt 53, øay èÀ 59, óÀris 59, mülàaz 165, óaãıb 207, nühÿd 250,
aèkÀn 250, fütÿn 259, şÿşe 319, müzÀd 392, 977, òabÀyÀ 394, úÀã 408, mültef
479, escÀè 479, òuyÿl 668, 762, 1856, 1880, biàÀl 762, 1856, 1880, rubÀ 774,
şuàÿde 1069, ùÀlió 1557, cimÀl 1856, sÀ è 2286), hatta sözlüklerde yer almayan
(seyÀsin 530, çihr 1478, red-â-red 1903, nuósent 2250) kelimeleri kullandığını
görüyoruz.
Türkçe kelimelerin Farsça tamlamaya girmedikleri birkaç istisna dışında
bir kural olmakla birlikte eserde úat-ber-úat (81), úan-ı Ceyhÿn (674), tün-i
tenhÀ (1054), vaút-i yaylaú (2190), úır-gÿn (748) örneklerinde olduğu gibi, bu
teamüle aykırı kullanımlar da vardır.
Eserdeki edebî sanatların kullanılışı klasik anlayış çerçevesinde olmuştur
ve orijinallik arz etmez. Söz ve anlam sanatlarının hemen hepsi de görülmektedir:
İstiare (135, 222, 235), teşbih (125, 206, 207), beliğ teşbih (181, 182, 357),
mürsel mecaz (357), tenasüp (841,1155, 1164), hüsn-i talil (1222, 1577), teşhis
(314, 515, 516), telmih (174, 315, 316), iktibas (55, 67, 68), tecrid (847, 851),
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Abdî’nin Gül ü Nevrûz Mesnevisi...
59
mübalağa (264, 315, 640), nida (332, 326, 327), cinas (284, 615, 727, 787,
866), iştikak (38, 93, 130), tekrir (1057), tarsi (1038)...
Eski edebiyatımızda nazım biriminin beyit olduğu, anlamın beyit içinde
tamamlanmasının esas kabul edildiği malumdur (İpekten 1985: 12); hatta mısralar
da bu açıdan kendi başlarına anlama sahiptirler. Fakat beyitte bir birleşik
fiilin asıl morfeminin l. mısrada, yardımcı morfeminin 2. mısrada yer alması
çok sık rastlanan bir durum değildir. Böyle tasarruflar (692, 695, 697) bu eserde
çok görülmektedir. Eserde Türkçede kullanılan alıntıların veya Türkçe kalıplaşmış
yapıların, cümle öğelerinin vezin ve kafiye zorlaması sebebiyle yer
değiştirmesine de rastlıyoruz (748, 1548. 1549).
Gül ü Nevrûz'da tespit ettiğimiz bu tür dil özellikleri daha ziyade Eski
Anadolu Türkçesi metinlerinde görülür. Bu durumu A. Bîcan Ercilasun bir
kusur değil Türkçenin iki yüz yıl yazı dili olarak kullanılmadığı döneme bağlar
ve şikâyet yerine şükredilmesi gerektiği üzerinde durur (Ercilasun 1988: 39-45).
Ancak Bakî ve Fuzûlî gibi dehâların eser verdiği aynı yüzyılda bu bir kusur
sayılmalıdır.
Eş anlamlılıkla ilgili denir ki, eş anlamlı zannedilen kelimeler arasındaki
fark "ateş" ile "ateşböceği" arasındaki fark kadardır. Farklı coğrafyalarda da
olsa aynı kültür atmosferinde aynı kelime kadrosuyla aynı konular işlenmiş
olsa bile, her eserde farklı iç ve dış yapı özellikleriyle karşılaşılması olağandır.
Tarihî metinler için bu hüküm daha da geçerlidir.
Bizim burada hata olarak kabul ettiğimiz hususlar konusunda modern
edebiyat teorisyenlerinin "Şiir gramer kurallarından düzenli sapmalardır." şeklindeki
tanımı, yahut Arapçadaki "yecûzu li’ş-şâiri mâ-lâ-yecûzu li-gayrihi"2
deyimi akla geliyorsa da Abdî'nin bu yazımıza konu olan eserini, hem dil kullanımı
hem de konunun işlenişi bakımından savunulabilirlikten uzak gördüğü-
müzü belirtmeliyiz.
V. İmlâ Özellikleri ve Metin Tespiti Konusunda Açıklamalar
Eserin tek nüsha oluşu, metin kurmada bazı güçlükleri de beraberinde
getirmektedir. Bunlar yazının bazen okunamayışından kaynaklandığı gibi mü-
ellifin tasarrufu sonucu da ortaya çıkmaktadır.

2
“Başkalarının yapması câiz olmayan bir şey’i şâirin yapması câizdir.” (Tahirül Mevlevî
1994: Cevâz-ı Edebî 30)
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
60
Abdî, vezin zorlaması sebebiyle sık sık hece düşmeli ulamalara baş vurur.
Bunlar dilde alışılagelmiş nola, nitmek gibi kalıplaşmış yapılarsa metin
tespit edilirken olduğu gibi yazılmıştır. Kalıplaşmış yapılar dışında hece düş-
meli ulamaları metinde iki kelime arasına alt çizgi ( _ ) koyarak gösterdik. Hece
düşmeli ulamalar bazı örneklerde (Dil-ÀrÀlarla'çüp 483, ...olur m'ola 1069)
imlâya yansımışsa bunları da metinde vokalini düşürerek ve yerine kesme (')
koyarak tespit ettik.
Vezin zorlaması sebebiyle müellif, bazen Türkçe kelimelerde imale-i
memdudeye baş vurmuş ve bu kelimeleri vokalle yazmıştır. Metinde bu hecelerin
vokallerini, altını çizerek tespit ettik (úat 81, bir 1069, yaş 1295, dört 2093,
dörd 2108). Hatta imale-i memdude vav-ı meçhulede de görülmektedir (òoş
529).
Abdî, hem Türkçe hem de yabancı kelimelerin imlâsında, bazıları vezin
gereği de olmak üzere tasarruflarda bulunur. Aynı kelimenin değişik yerlerde
farklı imlâ edildiğini görürüz (od 1079, ot 348, 367, 1208; dörd 2108, dört
2093, dört 2207).
Türkçe eklerin yazılışında klasik imlâya aykırılıklar söz konusudur.
Çıkma ekinin Eski Anadolu Türkçesi imlâsının bir uzantısı olarak elif üzerinde
tenvinle gösterildiği (-den 65, 1876) örnekler vardır.
Yine Eski Anadolu Türkçesi imlâsının bir özelliği olarak iyelik ve yükleme
eklerinin yazılmadığını, buna mukabil Farsça izafet kesrelerinin bazen ye
bazen vav ile imlâ edildiğini (1005, 1126) tespit ediyoruz. Metinde bunları
olması gerektiği biçimde yazdık fakat dipnotta göstermedik.
Tamlayan ekinin dar düz vokalle ve nun ile yazıldığı örnekler (cânuñ
turagın>cânın turagın 1129, cumâduñ âhiri>cumâdın âhiri 2270) de görülmektedir.

Yuvarlak vokalli eklerin bazen düz vokalle yazılmış örnekleri vardır
(buldımsa 135, dilim 866, gülim 1213, elim 1304, úolım 1304). Bazı eklerin
dar düz vokallerinin dar yuvarlak biçimleri de görülmektedir (bozul- 1158,
yorul- 1476, dökül- 2132, tokun- 1387, bozıl- 1590, göril- 1622). Bu ikili yazımlar,
ünlü uyumlarının bu dönemlerde artık konuşma dilinde yerleştiği ve
bunun yazı diline yansıdığı kanaatini destekler niteliktedir. Hatta öñ-i-n (1492)
kelimesinin hem öñin biçiminde harekelendirilmesi hem de öñün olarak
vokalle yazılması bunun bir başka delilidir.
TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Abdî’nin Gül ü Nevrûz Mesnevisi...
61
Eşitlik ekinin uyuma aykırı olarak tonsuz konsonanttan sonra -ce, -ca bi-
çimleri varsa da biz bunları uyumlu olarak tespit ettik ve dipnotta belirtmeye
gerek görmedik.
Abdî, kimi yabancı kelimelerin imlâsında da tasarrufta bulunur. Bunlarla
ilgili olarak, uzun vokali bulunan kelimelerin vokalinin vezin zorlamasıyla
düşürülmesi (bìrÿn>birÿn 344, 858, dìn>din 184, hÿş>huş 759), bazen bunun
tam tersi olarak vokalsiz yazılması gereken heceye vokal konması
(sürÀà>sÿrÀà 462, 1928; ãaf ãaf>ãÀf ãÀf 500), yine vezin zorlamasıyla kelimenin
okunuşunda değişiklik yapılması (büzürg>büzrüg 341, 494, 889, 899,
2196), vav-ı ma'dulenin sadece vav olarak yazılması (òv
Àn> òon 281, 743),
kelime başında yuvarlak vokalli kısa hecelerin elif vav ile yazılması (ülfet
1822, üslûb 2171), bazı kelimelerin harekesinin değiştirilmesi (gencÿr>güncÿr
21, dünüv>denev 70, terÀne>tirÀne 194, úurbÀn úırbÀn 220, cüft>cift 226,
mevùın>mevùan 684), bazen benzer konsonantların değişimi (maóbÿs>maópûs
1395, óabs>óaps 1415, 1420, Àõer>Àzer 1892, dÀà>ùÀà 85, 1082, 1233) söylenebilir.

Türkçe kelimelerde alışılagelmiş göçüşme örneklerini (toprak>torpak)
metinlerde görürüz. Ancak Abdî’nin yürük kelimesini yügür biçiminde imlâ
ederek alışılmamış bir tasarrufta bulunduğunu da tespit ediyoruz (786).
Metni kurarken yukarıda üzerinde durduğumuz hususlar, gerektikçe dipnotlarda
belirtildi. Anlamlarını tespit edemediğimiz ya da uygun bulmadığımız
kelimelerin yanına parantez içinde soru işareti (?) kondu. Metinde az da olsa
okunamayan kelimeler bulunmaktadır; eserin tek nüsha oluşu sebebiyle bu
eksikler giderilememiş ve okunamayan kelimelerin yerine ".......... " konarak
boş bırakılmıştır. Vezin zarureti ile aslî uzunluklardan zihaf yapılarak kısa
okunması gerekenlere uzatma işareti konmamıştır. Nüshada atıf vavının yazılı-
şında pek çok düzensizlik vardır. Atıf vavı bazen yazılmamış, bazen ye ile
tespit edilmiştir (127, 141). Metinde gerektiği yere nüshada yoksa parantez
içinde atıf vavı ekledik; fakat bunları dipnotta göstermedik. Vezin gereği böyle
eklenen diğer kelime veya heceler de parantez içine alınmıştır.
Metnin kuruluşunda alışılagelmiş transkripsiyon işaretleri kullanılmıştır.
Sayfanın sol tarafına nüshanın yaprak numaraları konmuştur. Beyitler beşer
sayı aralıklarla numaralandırılmıştır. Dipnotta yer alan N kısaltması nüshayı
ifade eder. Anlam ve vezin gereği metne müdahalelerimiz de dipnotta belirtilmiştir.
Bazı mısralarda vezin kusurları bulunmaktadır, bunlar da dipnotta gösterilmiştir.

TÜBAR-XXIII-/2008-Bahar/Prof. Dr. Adnan İNCE
62
Abdî'nin yukarıda tespit ettiğimiz tasarruflarını halk imlâsı ve telaffuzunun
yazı diline yansıması biçiminde düşünebiliriz; ancak edebi metinlerde pek
rastlanılmayan, alışılmadık ve hatta sözlüklerde bile bulunamayacak kelimelerin
kullanması bir tezat olarak görünüyor. Bütün bu yukarıda saydığımız dü-
zensizliği, ikili yazımları, imlâ üzerinde şahsî tasarruf ve tenakuzu, Abdî'nin
eserlerinin pek rağbet görmeyişinin sebebi olarak yorumluyoruz. Ayrıca sahibi
olduğu dört mesnevîden sadece birinin müellif hattı nüshasından başka ikinci
bir kopyasının bulunuşu da bizi bu kanaate götürmektedir.
Abdî'nin bu mesnevîsi hakkında özetle şunları söyleyebiliriz. Eser edebiyatımızda
kaleme alınmış pek çok mesnevî gibi orijinal değildir, tercümedir.
Ancak edebiyatımızda yazılmış Gül ü Bülbül, Hüsn ü Aşk gibi sayıca az olan
alegorik eserler içinde bir değeri olabilir. Yukarıda saydığımız hususları göz
önüne alarak mesnevînin pek başarılı bir eser olmadığı kanaatinde olduğumuzu
belirtmeliyiz.
KAYNAKLAR
Con ordance et Indices d la Tradition Musulmane c e , (1988), VIII C., Çağrı Yayınları İstanbul.

EL-ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed, (1988), Keşfü’l-Hafâ v Muzîlü l- e ’ İlbâs, Dârü’lKütübi’l-İlmiyye,
Beyrut-Lübnan.
ERCİLASUN, A. Bîcan, (1988), “Batı Türkçesinin Doğuşu”, Ulu lar Aras s ı Türk Dili
Kong esi r , Ankara.
GÜZELOVA, Hanzade, (2006), “Abdî’nin Bilinmeyen Bir Mesnevîsi: Heft Peyker Tercü-
mesi”, Bilig, Yaz/2006, sayı 38.
İNCE, Adnan, (1986), “XVI. Yüzyıl Şairlerinden Abdî ve Eserleri”, Türk Dili 410/Şubat,
186-192, Ankara.
İNCE, Adnan, (1987), “Abdî'nin Niyâz-nâme-i Sa'd ü Hümâ'sı", Fırat Üniversitesi Dergisi
(Sosy l Bilimler, a Elazığ.
İNCE, Adnan, (1988), “Gül Nevrûz Mesnevîleri ve Sâbir'in Eserinden Seçme Beyitler”,
Hasibe Mazıoğlu Armağanı II, TUBA 22, 1998, 103-131.
İPEKTEN, Halûk, (1985), Eski Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri, Ankara.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir, (1970), Türk Edebiyatı Tarihi, II. Baskı, Ankara.
Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, (1975), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.
Tahirül Mevlevî, (1994), Edebiyat Lugati, Enderun Kitabevi, İstanbul.

Konular