TOKATLI EBUBEKİR KÂNÎ EFENDİ’NİN MENSUR LETÂİFNÂME VE HEZLİYYÂTINDAKİ ŞERHLER

TOKATLI EBUBEKİR KÂNÎ EFENDİ’NİN MENSUR LETÂİFNÂME VE
HEZLİYYÂTINDAKİ ŞERHLER
H. Dilek BATİSLAM∗



Özet
18. yüzyıl Divan edebiyatı şair ve yazarlarından Tokatlı Ebûbekir Kânî'nin Letâifnâme
ve Hezliyyât adıyla bilinen eseri manzum ve mensur olmak üzere iki ayrı bölümden
oluşur. Eserin mensur bölümü, divan edebiyatında görülen, bilinen letâifnâme ve
hezliyyât türünden daha farklı özellikler taşımaktadır. Eserde değişik türlerde yazılmış
çeşitli metin örnekleri bulunmaktadır. Metinlerin ortak özelliği, tamamında farklı
boyutlarda kişisel ya da toplumsal hicve, mizaha önemli ölçüde yer verilmiş olmasıdır.
Kânî’nin Mensur Letâifnâme ve Hezliyyâtı’nda beş şerh metni ile “şerh eyle” redifli
bir hicviye bulunmatadır. Bu metinleri içerik, biçim, dil ve anlatım açısından inceleyip
değerlendirerek farklı şerh örneklerinin özelliklerinin tespitine ve tanıtımına katkıda
bulunmayı amaçlıyoruz.
Anahtar Kelimeler: Kânî, Letâifnâme, Hezliyyât, Şerh, Mensur

Abstract
The Commentaries in Tokatlı Ebûbekir Kânî’s Prose Letâifnâme and Hezliyyât
One of the 18th century Classical Turkish Literature poets and authors Tokatlı Ebûbekir
Kânî’s book, named “Letâifnâme ve Hezeliyyât”, consists of two different parts: verse
and prose. These book’s prose part has different characteristics from classical
characteristics of letâifnâme and hezeliyyât. In this book there are some examples of
texts written in different forms. But all texts have satirizing and humor.
Kânî’s prose “Letâifnâme ve Hezeliyyât” book has five commentary text and a poem
rhymed “şerh eyle”. We try to introduce his book by the view of content, form,
language, and expression.
Key Words: Kânî, Letâifnâme, Hezelliyât, commentary, prose
18. yüzyıl Divan edebiyatı şair ve yazarlarından Tokatlı Ebubekir Kâni'nin1
Letâifnâme ve Hezliyyât adıyla bilinen eseri manzum ve mensur olmak üzere iki ayrı
bölümden oluşur. Çeşitli kütüphanelerde sadece manzum, sadece mensur ya da manzum
ve mensur bölümleri içeren yazma nüshaları vardır
2
. Eserin mensur bölümünde değişik
türlerde yazılmış 29 ayrı metin bulunmaktadır. Bunlar: 1 tevliyet beratı, 11 mektup, 1
latîfe, 1 tam 1 yarım fıkra, 1 şiir, 2 beyit şerhi, 2 tezkire şerhi, 4 yarım mektup, 2 mektup
kenarı, 1 vakfiye, 1 borç senedi ve 1 mektup başlığıdır. İçinde bulunan metinlerden de
anlaşılacağı gibi eser, divan edebiyatında görülen, alışılmış letâifnâme ve hezliyyât
türünden farklı özellikler taşımaktadır. Mensur letâifnâme ve hezliyyâtta bulunan çeşitli

∗ Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi. batislam@cu.edu.tr
1 Kânî hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. H.Dilek Batislam, Kânî’nin Mensur Letâifnâmesi ve Hezliyyâtı,
(Basılmamış Doktora Tezi), Adana 1997, s.28-38; İsa Kayaalp, “Kânî” mad. Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ans., c.24, İst. 2001, s. 306-307.
2 İstanbul Kitaplıkları Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, c.I-V, MEB. Kütüphaneler Katalogları Yay. İst.
1947, s. 862-866.
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi’nin Mensur
Letâifnâme ve Hezliyyâtındaki Şerhler
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
149
metinlerin içeriğinde dikkati çeken özellik ise, kişisel ya da toplumsal hicvin, mizahın
önemli yer tutmasıdır. Hiciv öğeleri kadar çok olmamakla birlikte yer yer mizah
öğelerinin de kullanılması metinlerin temel ortak yönleridir. Kullanılan hiciv öğelerinin
niteliği ve yöneldiği hedef her zaman açıkça belirtilmediği gibi bu tür ifadelerde
kullanılan dil de zaman zaman oldukça kaba, müstehcen diyebileceğimiz özellikler
taşımaktadır. Diğer taraftan Letâifnâme'nin dili münşeâtların dili gibi ağır olup zaman
zaman Arapça, Farsça, Türkçe karışık mülemmâ şeklindedir.
Kânî’nin Mensur Letâifnâme ve Hezliyyâtı'nda beş şerh metni ile “şerh eyle”
redifli bir şiir bulunmaktadır. Şerh metinlerinden ikisi beyit şerhi, diğer ikisi ise tezkire
şerhidir. Şerhlerin bir beyit bir tezkire şerhi olmak üzere ikisi ile “şerh eyle” redifli şiir
Allâme3
lakaplı bir kişiye yazılmıştır. Diğer iki şerhten biri Kânî’nin Şevket’in bir
kasidesinde yer alan beyite yazdığı şerhle bir tezkire şerhidir. Fakat söz konusu tezkire
şerhi yarımdır. Ayrıca bu şerh metinlerinin dışında eserdeki 8. mektupta da bir başka
şerh metni vardır. Mektup metni içinde yer alan bu şerhte yazar, beğendiği bir eserden
söz etmekte ve bu eserde bulunan anlaşılması zor ibarelerin içeriğini ve gizli anlamlarını
açıklayarak eseri okuyacak olanlara yararlı olmaya çalıştığını söylemektedir.
Sıraladığımız şerh metinlerinin taşıdığı özellikler bakımından en dikkat çekici olanı
Zileli Abdullah Efendi adlı bir kişiye Niş müftüsü Abdurrahman Efendi’nin yazdığı
tezkire dolayısıyla Kânî’nin yazdığı şerhtir. Kânî’nin eserindeki şerhleri beyit ve tezkire
şerhleri olmak üzere iki ayrı grupta değerlendirip inceleyerek söz konusu şerhlerin
özelliklerini vereceğiz.
BEYİT ŞERHLERİ
Kânî’nin Mensûr Letâifnâme ve Hezliyyâtı’nda iki beyit şerhi yer almaktadır.
1. beyit şerhinde (İ-5b / 9a)4
“Beyt-i Kânî Efendi” başlığıyla Kânî'nin,
Olmaz mukâbil-i rûh-ı dilber her âyine
Çeşmân u ebrûvân da ister her âyine
beyti verilmiştir. Beytin altında “Beyt-i Mezkûrı Allâme’nün Şerhidür” başlıklı
Allâme'nin beyite yazdığı şerh yer almaktadır. Allâme beyti: “Her âyineye ruh-ı dilber
mukâbil olmaz dimekden şâirün murâdı yani her bir âşıkun âyinesi saf ve musaykal
degildür ki o mahbûbun ruh u ebruvânı görine mısra-ı sânisi dahı güzellik ol rütbe
münevver ü musaykaldur ki olur olmaz âşıkun âyinesinde görünmek emr-i muhâl
gibidür” (İ-5b/ 5-9) şeklinde şerh etmiştir. Bu şerhten sonra da “Allâme’nün iş bu

3 Allâme hakkında Ali Emiri Efendi Manzum Eserler (Millet Ktp.), 1125/1’deki nüshanın manzum
bölümünde bazı bilgiler verilmektedir. Ayrıca Allâme’ye ilşkin diğer bilgiler için bkz. Batislam,
a.g.e.., s. 79-82.
4 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T. 5604/1 no’lu yazma esas alınmış olup İ kısaltmasıyla verilen
şerhlere ait varak ve satır numaraları bu yazmaya aittir.

H. Dilek Batıislam
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
150
şerhini Kânî Efendi gördükde der akab altına tahrîr itdikleri latîfedür” başlığıyla Kânî
şerhini beğenmediği Allâme'ye yönelik eleştirilerini yazmıştır. Ancak, Kânî'nin
yazdıkları her ne kadar latife başlığını taşısa da, latife türüyle herhangi bir ilgisi yoktur.
Çünkü latife denildiği zaman, ilk akla gelen daha çok küçük güldürücü hikâyeler, fıkralar
ya da şakalardır. Letâifnâme adıyla bilinen eserlerde de bu tür metinler yer almaktadır.
Beyit şerhinin altında yer alan metnin içeriğinin de bilinen anlamda latifeyle bir ilgisi
yoktur. Metnin içeriği tamamıyla hiciv ve eleştiri ağırlıklıdır. Hicvin hedef aldığı kişi ise
Allâme'dir. Kânî, Allâme'yi câhilliği, kendini bilmezliği, şerh yapma konusundaki
beceriksizliği yüzünden eleştirmektedir. Allâme Yeğen Mehmet Paşa'nın sadrazam
olduğu günlerde Reisü'l-küttâb Mehmet Hayri Efendi aracılığıyla uyarılmış,
davranışlarının yanlışlığı kendisine bildirilmiş cezalandırılacağı anlatılmıştır. Metindeki
fetvâ (İ-8b/6-15) bir müteşâirin, başka bir şâirin şiirini kötüleyip yanlış yorumlamasının
nasıl cezalandırılacağı konusunda hüküm bildirilmekedir. Bu fetvâyla Allâme'ye
anlatılmak istenen kendisinin de aynı şekilde cezalandırılacağıdır. Allâme'nin cehâleti,
bilip bilmediği herşeye karışması, şerh konusundaki yetersizliği ve beceriksizliği eleştiri
konusu olmakla birlikte, Allâme'nin kişiliğinde gerçek anlamda şâir olmayıp da şâirlik
taslayan, usta şâirlerin şiirlerini taklit eden, onları doğru anlamadğı halde yorumlamaya
kalkışan müteşâir diyebileceğimiz kişiler de dolaylı olarak hicvedilmektedir.
Beyit şerhi bilinen şerh metinlerine benzemekle birlikte bazı farklı özellikler
taşımaktadır. Şerhin amacı açıklamak olduğundan şerhlerde genellikle ayrıntılı bir
şekilde şerh edilen metinle ilgili açıklama yapılır. Allâme'nin yaptığı söylenilen bu şerhte
ise, sadece iki dizede şâirin söylemek istedikleriyle ilgili çok kısa bir açıklama yapılmış,
ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Açıklamanın kısa olması şerh yapan kişinin bu konudaki
bilgi ve becerisinin yeterli olmadığını göstermektedir. Kânî’nin eleştiri yazmasının
nedeninin bu olduğu düşünülebilir. Ancak, Kânî'nin lâtife başlıklı yazısında şerhin
kendisinden çok şerh yapanı eleştirdiği dikkat çekmektedir. Beklenen şârihin değil şerhin
eleştirilmesidir. Oysa burada hiciv doğrudan kişiye yani Allâme'ye yöneltilmiştir. Şerhi
yapan kişi, şerh kuralları gereği yapması gereken açıklamayı yeterince ayrıntılı bir
şekilde yapamamış, onu eleştiren kişi de şerh metnini eleştirmesi gerekirken metnin
yazarını eleştirmiştir.
Şerhi yapılan Kânî’nin beytiyle beytin şerhi, dil ve üslup açısından, çok farklı
özellikler taşımamakla birlikte hiciv konulu bölümün kendine özgü, farklı bir dili ve
üslûbu vardır. Hiciv amaçlı olması nedeniyle zaman zaman yazar, çok kaba bir dil
kullanmıştır. Kaba ya da argo olarak nitelendirilebilecek kimi kelimelerin yanı sıra
yazar, söz oyunlarına, cinas ve secilere, benzetmelere de yer vermiştir. Metin içinde
birbiriyle kafiyeli kelimeler sıkça kullanılmıştır. Kânî, bu tür müsecca kullanımlar
aracılığıyla dilde ahenk ve akıcılık sağlamıştır.
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi’nin Mensur
Letâifnâme ve Hezliyyâtındaki Şerhler
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
151
İşin içinde iş var (İ-6b / 12), ise pasa bakmamak (İ-6a / 9), lisâna getürmek (İ-
5b / 14-15), el virmek (İ-5b / 15), dil uzatmak (İ-6b / 9), dîde-i mazmunun çapagını
silmemek (İ-6a / 11), gibi deyim ya da halk söyleyişi diyebileceğimiz kimi ifade
biçimlerinden ve benzetmelerden yararlanarak yer yer renkli, canlı ve ilginç bir anlatım
yakalamıştır. Yazarın eleştirdiği kişiye yönelik benzetmelerde kullandığı kelimelerin
anlamları ve özellikleri de dikkat çekicidir.
Beyit şerhi ve şerhe yönelik hicivlerin ardından Kânî, Allâme hakkındaki
olumsuz görüşlerini belirtmeye devam etmiş “şerh eyle” (İ-9a / 9b) redifli 14 beyitlik bir
hicviye yazmıştır.
Bire Allâme turma gördigün eş‘ârı şerh eyle
Bırakma dilden ammâ lafza-i eş‘ârı şerh eyle
beytiyle başlayan şiirde de Kânî Allâme’nin şerh konusundaki başarısızlığını,
beceriksizliğini ortaya koyarak onu yermektedir. Ancak, şiirde eleştirilen ya da hiciv
konusu yapılan, sadece Allâme'nin şerh yapmadaki yeteneksizliği, gördüğü her şiiri şerh
etmeye çalışması değildir. Soyu, davranışları ve diğer kişisel özellikleri de ağır bir dille
hicvedilmektedir. Şiirde yabancı kelime kullanımı az olmakla birlikte, hicviye olması
dolayısıyla kaba, müstehcen, argo ya da küfür olarak kabul edilebilecek kelimelere sıkça
yer verildiği dikkati çekmektedir.
Beyit şerhlerinden ikincisi (İ-32b / 33b) “Şerh-i in beyt-i meşhûr” başlığı
altında verilen Farsça,
Keşîde gevher-i hûrşîdrâ be-târ-ı kemer
Nihâde mühr zi ‘anber be-hırmen-i kâfûr
beyitle başlamaktadır. Beytin altında Kânî’nin söz konusu beyte yazdığı şerh
bulunmaktadır. Yazar, bu beyitin şerhini yapmaktaki amacının, beyitte geçen “mühr-i
zi-anber”, “anberden mühr” ile “be-hırmen-i kâfûr”, “kâfûr harmanı” kelimelerinin nasıl
açıklanması ve ne şekilde yorumlanması gerektiğini araştırmak olduğunu belirtmektedir.
Bu konuda bilgi sahibi olanların fikirlerini öğrendiğini, ancak, bu fikirlerin tamamına
katılmadığını anlatmaktadır. Kânî beytin anlamına ilişkin diğer şerhleri verdikten sonra
kendi yaptığı şerhe ve bunun doğruluğunu kanıtlayıcı bazı bilgilere yer vermektedir.
Gerekli açıklamaları yaptıktan sonra, şerhin sonunda anlayış sahiplerinin anlatmak,
düşünmek ve anlama konusunda başarılı olmalarını dileyip dua ederek sözlerini
bitirmektedir.
Sözü edilen beyit şerhinde yazar, dönemin aydın, bilgili, şerhi yapılan beyitte
olduğu gibi anlam verilmesi güç ibare ve kelimeleri açıklamakta usta şairlerinin yaptığı
şerhleri duyduğunu belirterek, bu şerhlerin çok mantıksız olmadığını, ancak dikkat
edilirse tam anlamıyla doğru kabul edilemeyeceğini söyler. Ardından da kendi yaptığı
şerhi verir.
Kânî, burada doğrudan belirli kişileri hedefleyen hicve yönelmemekle birlikte,
dolaylı olarak dönemin bilgili, anlayışlı ve aydın kişilerini ve bunların şiir şerh etmede,

H. Dilek Batıislam
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
152
hayal inceliklerini sezmekte yetersiz kaldıklarını söyler. Kendisinin yaptığı şerh de
müstehcen kabul edilebilecek bazı çağrışımlarla yüklü olması nedeniyle tartışmaya
açıktır. Metnin sonundaki Arapça duada da ince bir alay olduğu hissedilmektedir. Yazar,
anlayış sahiplerinin düşünmek ve anlamak konusunda başarılı olmalarını isterken bir
bakıma onlarda bu özelliklerin yeteri kadar bulunmadığını îmâ ederek eleştiri yapar.
Mensur olarak yazılan beyit şerhinde, yazar önce her iki dizeyi nesre
çevirmiştir. Ancak, asıl anlatılmak istenenin, “anberden mühr” ile “kâfûr harman”
sözleriyle güzelin hangi organlarının kastedildiğinin araştırılması olduğu söylenerek,
şerh bu kelimeler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Beyitte geçen diğer kelimelerle ilgili
açıklamalar sınırlı kalmıştır. Kânî, beyiti bilinenin dışında, kendine özgü bir anlayışla
yorumlamaktadır. Çok uzun olmayan beyit şerhinin sonunda Arapça dua bulunmaktadır.
Duadan sonra şerh bitirilmiştir.
Beyit şerhinde kullanılan dil Arapça ve Farsça kelimelere yer verilmiş olmasına
rağmen çok ağır değildir. Yazar, önce beyitin iki dizesinin de anlamını kısaca vererek
şerhi “anberden mühr” ile “kâfûrdan harman” kelimeleri üzerinde durarak geliştirmiştir.
Ancak bu kelimelerle ilgili şerh bilinen anlamlardan farklı anlamlara yönelik açıklamalar
içermektedir. Çünkü yazar, söz konusu kelimelere çok farklı anlamlar yükleyerek,
müstehcen kelimeler kullanarak yorum getirmektedir (İ-33a / 11-15; 33b / 1-6). Beyit
şerhinin dilinde dikkati çeken özellik müstehcen kelimelerin kullanılmasıdır.
TEZKİRE ŞERHLERİ
Birinci tezkire şerhinin (İ-9b / 17a) başlangıcında yer alan açıklamaya göre
Allâme, Kânî Efendi'ye Hak Subhanehu ve Te‘âla diye başlayan bir tezkire göndermiş.
Kânî de hemen bu tezkireyi şerh etmiş, fakat şerhi tamamlayamamıştır. Tezkire şerhi
Kânî'nin Allâme'ye yönelttiği hicivlerle Allâme'nin yazdığı tezkirede bulunan bazı
kelimelerin mizahî bir dille hiciv ağırlıklı olarak şerh edilmesine dayanır. Kânî,
Allâme'nin gönderdiği tezkiredeki “Hak Subhanehu ve Te‘âla Hazretleri” kelimeleriyle
“mübârek ve mes‘ûd vücûd-ı pür-cûd merâhim ü ‘inâyet-âlûd lâzımü'l-mevcûd-ı
‘ârifâne” kelimelerini şerh etmiştir.
Tezkire şerhinde Kânî, mübârek kelimesinin şerhine geniş bir yer ayırmış,
kelimenin kökenine ilişkin çeşitli yorumlar yapmıştır. Ancak, yapılan bu yorumların
çoğu gerçeklere dayanmamaktadır. Yazarın gerçekçi olmayan yorumları mizah ve şaka
yüklüdür. Mübârek kelimesi açıklanırken kelimenin gerçek anlamı verilmemekte, mizahî
bir şerh yapılmaktadır. Kelimenin şerhini yazar üç dilde; Arapça, Farsça ve Türkçe
yapar. Kelimenin kökenine ilşkin açıklamalardan biri “börke lafzından me'huzdur
dinilse” sözleriyle başlar (İ-14b / 9-15; 15a / 1-8). Diğer açıklamada ise, kelimenin
Farsça berg kelimesiyle ilgili olduğu yönünde bilgi verilir (İ-16a / 11-15;16b / 1-4).
Üçüncü bir açıklama da bürümek kelimesiyle ilgilidir. Yazar kendince mübârek
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi’nin Mensur
Letâifnâme ve Hezliyyâtındaki Şerhler
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
153
kelimesinin Arapça, Farsça ve Türkçe hangi kelimelerle ilgisi olabileceği konusunda
çeşitli yorumlarda bulunmaktır. Ancak bu yorum ve açıklamaların kelimenin gerçek
anlamıyla hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur.
Yazar, Allâme'nin yazdığı tezkirede bulunan kelimeleri kullanmakla ne
söylemeye çalıştığını, kendi yorumuyla birlikte mizah ve hiciv ögelerinden yararlanarak
şerh eder. Kânî, bu açıklamaları Allâme'nin yaptığı ihtimaline dikkat çekip Allâme’ye
mal ederek onun cahilliğini, Arapça, Farsça ve Türkçe konusundaki bilgisizliğini ortaya
koyar. Allâme’yi hem eleştirir hem de alay eder (İ-15a /7; 16a / 8). Allâme'nin
bilgisizliğini, yersiz işlerini, ahmaklığını kınar. Onun uygunsuz, kaba ve kötü kelime
kullanmada oldukça ileri gittiğini, vurgular. Allâme'nin söylediklerinin hezl ve mizah
konusu olabilecek nitelik taşıdığını anlatır.
Kânî, şerh örneklerinin çoğunda olduğu gibi Allâme'nin gönderdiği tezkirede
yer alan kelimeleri sırasıyla açıklamaktadır. Şerhi yapılan kelimelerin bilinen
anlamlarından çok, yazarın yorumuna dayalı, farklı anlamları dikkate alınarak açıklama
yapılmıştır. Mensur olan metinde zaman zaman Arapça ibarelere de yer verilmiştir.
Allâme'nin yazdığı tezkirenin sadece küçük bir bölümü verildiği için bu metnin
dili ve üslubu konusunda fikir yürütmek mümkün değildir. Çünkü, Kânî'nin şerh ettiği
kısım, tezkire metninin sadece başlangıç kısmıdır. Diğer şerhlerde olduğu gibi burada da
önemli olan metnin Kânî'ye ait olan kısmında yazarın kullandığı dildir. Kânî'nin şerhte
kullandığı dil ağırdır. Aslında şerhin amacı şerh edilen metnin anlaşılmasını sağlamak
olduğundan dilin fazla ağır olmaması gerekir. Oysa elimizdeki metinde aksine ağır bir dil
kullanıldığı gibi, iç kafiyelere, benzetmelere, Arapça ibare ve dualara da yer verilmiştir.
Bu şekliyle, tezkire şerhinin amacının üstü kapalı yermek ve alay etmek olduğu
anlaşılmaktadır. Bütün bunlar bilinenin dışında bir şerh metniyle karşı karşıya
olduğumuzu göstermektedir.
İkinci tezkire şerhi (İ-46b / 65b) oldukça uzun bir şerhtir. Şerh metninin
başında şerhin yazılış nedeni anlatılmaktadır. Anlatılanlara göre, Zileli Abdullah Efendi
adlı câhil ve mutaassıp bir vâiz görevli olarak, nasihat vermek ve konuşma yapmak
amacıyla Niş'e gitmiştir. Niş'te aslında Zileli olan, bir süredir Niş'te oturan hemşehrisi
Abdulkadir Efendi'yle hemşehrisi olduğu için ilgilenip dostça davranması gerekirken,
Abdulkadir Efendi'ye düşmanca davranmış, hattâ daha da ileri giderek Abdulkadir
Efendi'nin bir kulağını kestirmiştir. Niş Müftüsü Abdurrahman Efendi bu durumdan
haberdar olunca Abdullah Efendi'ye hemşehrisine karşı davranışının yakışıksız olduğunu
anlatan ve bu davranışından dolayı onu azarlayan bir tezkire yazmıştır. Kânî'nin şerh
ettiği tezkire, Niş Müftüsü Abdurrahman Efendi'nin, Abdullah Efendi'ye yazdığı bu
tezkiredir. Kânî, söz konusu tezkirede bulunan kelimelerin tamamını birer birer
açıklamaktadır. Metinde şerhi yapılan tezkire ile şerh birarada verilmiştir.
Şerhi yapılan tezkirede, kulak kesme olayı ve bunun yanlışlığı üzerinde
durulmaktadır. Müftü Abdurrahman Efendi, Abdullah Efendi'nin davranışı konusundaki

H. Dilek Batıislam
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
154
düşüncelerini, bu davranışın sonuçlarını, uygunsuzluğunu yazdığı tezkire aracılığıyla
anlatmaktadır. Ancak metinde ve şerhte kulak kesme olayının nedenine ilişkin herhangi
bir bilgi bulunmayışı dikkati çekmektedir.
Kânî'nin yaptığı şerhte, tezkirede geçen kelimelerin tezkirenin yazıldığı kişiye
yönelik olarak, olumsuz anlamlarda yorumlandığı, hiciv ağırlıklı bir biçimde açıklandığı
görülmektedir. Şerhin amacı özellikle Abdullah Efendi'nin daha şiddetli ve ağır şekilde
eleştirilmesini sağlamaktır. Kânî, Zileli Abdullah Efendi'yi yazdığı tezkire şerhinde çok
olumsuz sıfatlarla eleştirir.
Tezkire şerhinde açıkça görülebilen çeşitli hiciv ögeleri vardır. Bu hiciv
ögelerini iki ayrı grupta değerlendirebiliriz. Çünkü hiciv ögelerinin bir bölümü Niş
Müftüsü Abdurrahman Efendi'nin Abdullah Efendi'ye gönderdiği şerhi yapılan tezkire
metninde yer almaktadır. Tezkire yazarı Abdurrahman Efendi, Abdullah Efendi hakkında
söylenenlerden söz ederek, uyarı amacıyla tezkire yazmak zorunda kaldığını belirtir.
Örnekler yardımıyla insanlar arasında dedikoduya, fitneye neden olacak sözlerden ve
davranışlardan kaçınması gerektiğini anlatır. Asıl çirkin davranışının ise hemşehrisi
Abdulkadir Efendi'yle aralarında geçen olayda ortaya çıktığını söyler. Tezkire yazarı,
Abdullah Efendi'yi davranışının âlim insanlara yakışmadığını söyleyerek hicveder.
Böylesi bir olayın âlimler değil câhiller arasında bile görülmemiş olduğunu belirtir.
Şeriatın emirlerinden de söz ederek, hemşehrisinin kulağını suçsuz yere kesmesinin ne
biçim bir davranış olduğunu sorar. Alimlerin bu tür davranışlarda bulunmakla kendilerini
küçülttüklerini, câhilleri eleştirme haklarını kaybettiklerini söyler. Sonuçta, bu tür
davranışların gerektiği şekilde cezalandırılacağını, onaylanmadığını, olumsuzluklara
neden olduğunu belirterek tezkireyi bitirir.
Müftü Abdurrahman Efendi, vâiz Abdullah Efendi'yi hemşehrisi Abdulkadir
Efendi'ye yönelik olumsuz, şeriat kurallarına uygun olmayan davranışları, müfritlik,
mutaassıplık v.b. özellikleri nedeniyle kınamakta, yermektedir. Buradaki yergi daha çok
kişiseldir ve hedef alınan kişi de vâiz Abdullah Efendi'dir. Ancak vâiz Abdullah
Efendi'yle birlikte dolaylı olarak din adamlarının dinî kuralları uygulamaktaki
eksikliklerinin, yanlışlıklarının ve mutaassıplıklarının da yerildiğini düşünmek yanlış
olmaz.
Kânî'nin tezkireye yazdığı şerhte de eleştirilen özellikler hemen hemen
yukarıda sözünü ettiğimiz özelliklerle aynı özelliklerdir. Ancak Kânî, eleştirilerinde
tezkire yazarından daha da ileri gitmiş, çok ağır eleştiriler yapmıştır. Eleştirilerini de
sadece Abdullah Efendi'ye yöneltmekle kalmamış, kimi zaman yazdıkları için tezkire
yazarı Abdurrahman Efendi'yi de eleştirmiştir. Abdurrahman Efendi'nin Abdullah Efendi
için kullandığı hitapları sadece âlimlerin değil, câhillerin bile uygun görmeyeceğini
söyleyen Kânî, Abdurrahman Efendi'yi övüyormuş gibi görünmekle birlikte hem alay
etmekte hem de hicvetmektedir (İ-47a-15; 47b-1).
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi’nin Mensur
Letâifnâme ve Hezliyyâtındaki Şerhler
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
155
Abdullah Efendi'nin eleştirilen özelliklerine gelince, her şeyden önce o, taşıdığı
isme lâyık değildir. Tezkire yazarı, Abdullah adını isim olarak söylememiş, mühtedi
anlamını kastetmiştir. Çünkü Kânî'ye göre, Abdullah Efendi'nin kulluk iddiası,
Müseylemetü'l-kezzâb'ın yani yalancı peygamberin peygamberlik iddiasına benzemekte
bu iddiadan geri kalmamaktadır (İ-48b / 3-4).
Kânî, şerhte Abdullah Efendi'nin giyimini de “...bu cehl-i merkûmuñ taklîd-i zî-
ulemâ ile başına giydigi günbed-i vaj-gûne ve ferrâce-i sûrâh-be-sûrâh ve şalvâr-ı ezrâkfâm
ve misvâk-ı ser-şikeste ve sâ'ir âlât-ı riyâsı kendüyi âhiren ol gürûha hem-reng itmiş
olmagla ....” (İ-48b-15 /49a-1-4) sözleriyle eleştirir. Çünkü Abdullah efendi âlimlere
benzemek için onlar gibi giyinmekle birlikte, sadece görünüş açısından onlarla kendisi
arasında benzerlik sağlayabilmiştir. Âlimler gibi giyinmekle cahilliğini gizlemesi
mümkün değildir.
Abdullah Efendi'nin hiciv konusu olan diğer özellikleri ise, soyu, müfsit
olması, mutaassıplığı, câhilliği, şeriata aykırı davranması, gerçekler karşısında duyarsız
olması v.b. özelliklerdir (İ-49a/5-7; İ-5Oa /13-15).
Kânî, yaşanan olayların nedenini şerhte; “....aslı ta‘assub-ı bî-sebeb ve in‘idâm-
ı resm-i edeb ve da‘va-yı teferrüd ve inkâr-ı ehl-i tecerrüd ve icrâ-yı havâss-tıynet ifâ-yı
hakk-ı mel‘anetdür.....” (İ-63a / 7-9) sözleriyle ifade etmiştir. Bu sözlerden de
anlaşılacağı gibi temel hiciv konusu taassuptur. Çünkü cahil din adamlarının ya da halkın
gereksiz taassubu yaşanan pek çok olumsuz olayın nedenidir.
Tezkire şerhi ise, iki ayrı metinden oluşmaktadır. Birinci metin şerhi yapılan
tezkiredir. İkinci metin şerh metnidir. Tezkire metninin biçimi mektuba benzemektedir.
Mektup gibi bir hitapla başlayan metinde, hitap kısmının arkasından tezkirenin yazılış
nedeninin anlatıldığı bölüm gelmektedir. Tezkirenin yazılmasına neden olan konuyla
ilgili açıklamaların yer aldığı bölümde yazar, Arapça ibareler ve beyitler yardımıyla
düşüncelerini açıklamaktadır. Düşüncelerin açıklanmasını kolaylaştırmak ve delil
göstermek için Kur'an'dan ayetlerle hadisler örnek verilmektedir.
Şerhi yapılan tezkire metninin dili ağırdır. Bu tezkirenin yazarı Kânî değildir.
Dolayısıyla tezkirede kullanılan dil Kânî'nin kullandığı dilin taşıdığı özelliklerden farklı
özellikler taşımaktadır. Örneğin Kânî'nin yazdığı metinlerdeki gibi ses tekrarları ve yer
yer nazma yaklaşan şiirsel ifade biçimi bu metinde görülmemektedir. Tezkire yazarı da
Arapça, Farsça kelime, beyit, mısra ve ibarelerden yararlanmıştır. Ancak, amaç sanat
yapmaktan çok belirli bir konudaki düşüncelerin anlatılması olduğu için tezkire yazarı
daha farklı bir üslup kullanmıştır.
Kânî'nin yazdığı şerhte de ağır bir dil kullanılmıştır. Şerhin amacı şerh edilen
metnin anlaşılmasını sağlamak olduğundan şerhlerde kullanılan dil de bu amaç
doğrultusunda sade, açıklamaya ve metnin anlaşılmasını sağlamaya yöneliktir. Ancak,
Kânî'nin yazdığı şerhte sıraladığımız bu özellikler bulunmamaktadır. Aksine Kânî'nin
kullandığı dil açıklamasını yaptığı tezkirede kullanılan dilden daha ağır olup anlaşılması

H. Dilek Batıislam
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
156
zor kelimeler içermektedir. Şerhi yapılan kelimeler Arapça ibareler kullanılarak
açıklanmaya çalışılmıştır. Arapça ibareler arasında beyitlere, mısralara, hadislerle bazı
atasözü ve deyimlere de yer verilmiştir. Şerh metninde bulunan dua ve beddua
bölümlerinin de hemen hemen tamamı Arapça'dır. Ayrıca şerh metninde Farsça beyit ve
mısralara da yer verilmiştir.
Tezkire şerhinde, Arapça'nın ağırlıkta olduğu, şerhi yapılan metinde kullanılan
dilden daha ağır, şerh dili özelliklerini taşımayan bir dil kullanılmıştır. Tezkire şerhinde
kullanılan dilde görülen bu özelliklerin nedeni, tezkire şerhinin bilinen anlamda bir şerh
olmamayışı ve yazarın bilgisinin derinliğini kanıtlama amacıyla açıklanabilir. Çünkü,
Kânî'nin tezkireyi şerh etmekteki amacı, tezkirenin anlaşılmasını sağlamak değildir.
Tezkirenin ne anlatmak istediği ve ne amaçla yazıldığı bellidir. Kânî, tezkire yazarını ve
tezkirenin yazıldığı kişiyi hicvetmek, söz konusu kişilerle alay etmek amacıyla bu şerhi
yazmıştır. Tezkirede geçen kelimelere yazdığı şerhlerin bu kelimelerin gerçek
anlamlarıyla ilgisi yoktur. Kânî, kelimelere kendi amacı doğrultusunda çok farklı
anlamlar yükleyerek, hiciv ağırlıklı bir şerh yazmıştır. Bu nedenle de alışılmadık bir dil
ve üslup kullanmıştır.
Yukarıda verdiğimiz şerh metinleri dışında Kânî’nin Mensur Letâifnâme ve
Hezliyyâtı’ndaki mektuplardan sekizincisinde (İ-65b-75b) yer alan şerh örneği
5
diğerlerinden farklı özellikler taşımaktadır. Şerhi yapılan kelimeler ve ibareler alışılmışın
dışında olup “Yâ Hazret-i Morina”, “Bi’n-nehr”, “Ve’l-burku‘”, “Ve’l-bihâru”, “Elkulak”,
“Bi’z-zeher”, “Ve’n-nebât”, “Ve’s-sayd” v.b.’dir. Yazar, mektup içinde şerh
ettiği kelimelerle ilgili bazı bilgiler verir. Bu kelimeleri dinî, tasavvufî özellikleri, ariflere
tarikatta doğru yolu göstermekte yardımcı olması ve anlattıklarını çevreleyen geniş ilâhî
ilimlerden yararlanmaya teşvik amacıyla açıkladığını anlatır. Şerh edilen kelimelerin
mecazî anlamlarda kullanıldığı, tasavvuf ve tarikat öğretisiyle ilgili anlamlar yüklendiği,
herkesin kolaylıkla yorumlayıp açıklayacağı türden olmadığı, tasavvufî remizler olarak
görülmesi gerektiği verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla mektupta bulunan
şerhler tasavvufî özelliktedir. Mektubun şerh dışındaki bölümü de dinî-tasavvufî içerikli
olup mektubun genelinde dervişler topluluğu ve bunların özelliklerinden söz
edilmektedir. Diğer metin örneklerinde olduğu gibi bu örnekte de dervişlerin
özelliklerine ve davranışlarına dair bazı eleştirilere yer verilmiştir. Tasavvufî içerikli
şerhi yazar, başkalarını bilgilendirmek anlamalarını kolaylaştırmak için yazdığını
söylemesine rağmen şerhte kullandığı dil Arapça’dır.

5 Bu şerh konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Batislam, a.g.e.., s.53-54; 285-287.
Tokatlı Ebubekir Kânî Efendi’nin Mensur
Letâifnâme ve Hezliyyâtındaki Şerhler
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
157
SONUÇ
Kânî’nin Mensur Letâifnâme ve Hezliyyâtı’nda yer alan incelediğimiz şerh
metinleri yazılış amacı ve yöntem bakımından alışılmış şerh örneklerinden farklı
özellikler taşımaktadır. Şerh metinlerinin tamamını Kânî yazmamıştır. İlk beyit şerhi
örneğini Kânî’nin beytini açıklamak amacıyla Allâme yazmıştır. Kânî Allâme’nin
şerhiyle ilgili kendi görüş ve değerlendirmelerini dile getirmiş, Allâme’yi hicvetmek
amacıyla eserinde şerh metnine yer vermiştir. Divan edebiyatının hiciv anlayışı
konusunda ipuçları veren söz konusu metinde Kânî eleştirilerini şerhin kendisine değil
şerh yapana yöneltmiş hatta bu eleştirilerini daha da ileri götürerek şerh yapanın şerh
konusundaki beceriksizliğini, başarısızlığını bir manzum hicviye aracılığıyla da
eleştirmiştir. Şerhi yazan Allâme tipine yönelik hicivlerle benzer davranışlarda
bulunanlara belirli mesajlar verilmektedir. Bu mesajlar, toplumda her zaman kendini
şair sanan cahiller olduğu, bilmediği halde bilir görünüp gerçek şairlere zarar veren
kişiler bulunduğu, bunların yaptıklarının yanlarına kar kalmayıp cezalandırılacaklarıdır.
Kânî de sözü edilen müteşairlerden biri olan Allâme’nin yazdığı şerhi hicvedip
aşağılamakla benzer durumda olanları da uyarmaktadır. Sadece kendi eleştirilerini yeterli
bulmayıp müteşairlere yönelik fetva örneğini de açıklayarak konunun önemini
vurgulamaka ve dönemin anlayışını sergilemektedir. Müteşairliğin fetva ile
cezalandırılabilecek nitelikte suç olduğuna dikkati çekmektedir.
İkinci beyit şerhi örneğinde ise, Kânî başka bir şaire ait Farsça beyti şerh
etmiştir. Bu şerhinde kendisinden önce aynı beyti şerh edenlerin şerhleriyle ilgili görüş
ve değerlendirmelere yer vermiştir. Daha önceki şârihlerin şiir şerhi yaparken hayal
inceliklerini yeterince fark etmediklerini söyleyerek şerhlerde incelikleri sezme
özelliğinin arandığına dikkati çekmiştir. Aksi takdirde şerhin istenilen şekilde
olmayacağını söylemiştir. Şerhte belirli yol ve yöntemin izlenmesi gerektiğini
vurgulamıştır.
Tezkire şerhlerine gelince; şerh örnekleri arasında bu tür mensur metinlerin
açıklanması ya da tezkirelerin açıklanıp şerh edilmesi bildiğimiz kadarıyla sık görülen
bir durum değildir. Birinci tezkire şerhi Kânî’nin kendine yazılan bir tezkirenin başında
yer alan birkaç kelime ve ibarenin açıklanmasına yöneliktir. Bu açıklamaları Kânî
kendisine tezkireyi yazanı eleştirmek amacıyla yapmış görünmektedir. Çünkü yapılan
şerhlerin gerçekle ilgisi yoktur. Yazarın şerh yapmaktaki amacı hiciv, mizah ve alaydır.
İkinci tezkire şerhi şerhler içinde en dikkati çekeni ve önemli olanı olarak kabul
edilebilir. Kânî bu şerhinde kendisinin yazmadığı, Niş Müftüsü Abdurrahman Efendi
tarafından Abdullah Efendi adlı bir kişiye yazılmış tezkireyi şerh etmiştir. Söz konusu
tezkirede bulunan kelimelerin tamamını birer birer açıklamıştır. Ancak yaptığı
açıklamalarda mizah ve hiciv unsurlarına sıklıkla yer vermiştir. Bu tezkirenin şerh
edilmesi divan şiirinin toplumsal yönünü de ortaya çıkarmaktadır. Tezkirede söz konusu

H. Dilek Batıislam
Turkish Studies / Türkoloji Araştırmaları
Volume 2/3 Summer 2007
158
edildiği gib yapılan yanlış bir uygulama şairler tarafından hicvedilebilmektedir. Şeriata
uymayan, müfrit ve mutaassıp davranışlar tezkire şerhi aracılığıyla eleştirilmektedir.
Mektup içindeki son şerh örneği ise hem dil hem de içerik bakımından
diğerlerinden farklı olup dinî-tasavvufî niteliklidir. Bu şerhte yazar din ve tasavvuf
kültürü konusundaki bilgilerini paylaşmayı amaçlamış, tasavvufî şerhlerde bulunan ve
remiz olarak değerlendirilebilecek kimi kelimelerin açıklamalarını yapmıştır.
Kânî, söz konusu şerhlerin büyük bir bölümünü açıklama yapmak ya da
anlaşılamayan kimi metinlerin anlaşılmasını sağlamak amacıyla yapmamıştır. Öncelikli
olarak şerhlerin yanlışlığından ve eksikliğinden çok şerhi yapanlar hedef seçilip ağır bir
dille hicvedilmiştir. Şerhlerin yazılması temelde yergi amaçlı olmakla birlikte yer yer
işin içine mizah da girmiştir. Hiciv ve mizah amaçlandığı için şerh metinlerinde
kullanılan dil amaçla bağlantılı olarak divan edebiyatı dönemine ait hiciv örneklerinin
çoğunda olduğu gibi estetikten uzak, kaba, argo olarak nitelendirilebilecek özelliklere
sahiptir.
Şerhlerde kullanılan açıklama yöntemi de bilinenin dışındadır. Bu anlamda
Kânî şerhi hiciv ve mizah amacıyla kullanmış olup okuyucunun beklentilerinin dışında,
farklı bir şerh yöntemi ve amacı uygulamıştır. Sıralanan özellikleriyle farklılık taşıyan bu
tür şerh örneklerinin incelenmesiyle divan edebiyatının hiciv ve mizah anlayışının yanı
sıra şerhin çeşitli amaç ve yöntemlerle nasıl kullanıldığı hakkında yeni bilgiler edinilmiş
ve konu farklı yönleriyle anlaşılmış olacaktır.
KAYNAKÇA
Batislam H.Dilek, Kânî’nin Mensur Letâifnâmesi ve Hezliyyâtı, (Basılmamış Doktora
Tezi), Adana 1997,
Kayaalp İsa, “Kânî” mad. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ans., c.24, İst. 2001, s. 306-307.
İstanbul Kitaplıkları Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, c.I-V, MEB. Kütüphaneler
Katalogları Yay. İst. 1947, s. 862-866.

Konular