KÂDİRÎYYE TARÎKATI HÂLİSİYYE ŞUBESİNİN KURUCUSU ŞEYH ABDURRAHMAN HÂLİS KERKÜKÎ

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 159 ~ 
KÂDİRÎYYE TARÎKATI HÂLİSİYYE ŞUBESİNİN KURUCUSU
ŞEYH ABDURRAHMAN HÂLİS KERKÜKÎ
Sheikh Abdurrahman Halis Kerkuki The Founder Of Khalisiyya Branch Of
Qadiriyya Order
Dr. İsa ÇELİK♣
ÖZ
Abdurrahman Halis Kerkükî 1797-1858 yılları arasında yaşamıştır. Kadirî
tarîkatı Halissiye Şubesinin kurucusudur. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin ilk on
sekiz beytinin manzum olarak şerhini yapmıştır. Bu eser tasavvufî şiirleri ile
birlikte basılmıştır. Eserinin ismi: Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i Şerif’tir.
Bir diğer eseri ise, Behcetü’l-Esrâr Tercümesi’dir: Şeyh Abdülkadir Geylânî’nın
menkıbelerini anlatan bu kitap Şeyh Nur Ali Bahş tarafından Arapça olarak
yazılmış, Şeyh Abdurrahman tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Kadirî
tarikatının önde gelen simalarından Abdurrahman Hâlis Kerkukî’ye “Kurtlar
Vadisi Irak” Filminde yer verilmiş ve onun bakış açısı kısmen de olsa topluma
yansıtılmıştır. Uzlaştırıcı ve örnek kişiliğiyle öne çıkan bir Allah dostudur.
Kadirî tarîkatı Halissiye Şubesi bugün memleketimizin birçok ilinde, başta Irak
olmak üzere Avrupa ve Amerika’da hayatiyetini devam ettirmektedir.
Anahtar Sözcükler: Abdurrahman, Halis, Kerkükî, Kadiriye, Halisiyye,
ABSTRACT
Abdurrahman Kerkuki lived between 1797-1858. He is the founder of
Khalisiyya branch of Qadiriyya order. He made the interpretation the first
eighteen couplets in poem of Mathnawi of Saint Mevlana.
This work was published together with sufism poems. The name of the
work is “Kitabü’l-Maarif fi Şerh-i Mesnevi-i Şerif”; another work of him is
“Behcetu’l-Esrar Translation.” This book, the stories of Sheikh Abdulkadir
Geylani being told, was written by Sheikh Nur Ali Bahş in Arabic and was
translated in to Turkish by Shiekh Abdurrahman. Gived place to Abdurrahman
Halis Kerkuki, who is the Qadiriyya Order’s leading, in the film “Kurtlar
Vadisi Irak/ Iraq, The Valley of Wolves” and his viewpoint in partly reflected to
the society. He is a friend of Allah with his conciliatory and a leading
personality. The Khalisiyya Branch of Qadiriyya Order continues its presence in
many cities of our country in Europe and America especially in Iraq.
Key Words: Abdurrahman, Halis, Kerkukî, Qadiriyya, Khalisiyya

♣ Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
TAED 38, 2008, 159-184
~ 160 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

bdurrahman Hâlis Kerkükî, Kâdirîyye tarîkatı Hâlisiyye
şubesinin kurucusudur.1
Asıl adı Abdurrahman, lakabı Talebânî,
mahlası ise Hâlis’tir. 1212/1797 yılında Kerkük’te dünyaya
geldi.2
Hâlis Talebânî’nin dedesi Molla Mahmud, esasen “Zengene” aşireti
reislerinden Yusuf Ağa’nın oğludur. 1130/1718 yılında “Karadağ” kasabasında
doğmuş, bir müddet Zengene bölgesinde “Tekke” köyünde yaşamıştır. Bir aralık
Kerkük’e bağlı “Talebân” köyünde bulunmuş bu yüzden Talebânî lakabıyla
şöhret bulmuştur. Bu adı kendinden sonra gelen nesli, soyadı olarak
kullanmıştır.3

A
Molla Mahmud tahsil görmüş aydın fikirli bir insan olması dolayısıyla
vaktini her zaman bulunduğu yerlerde talebelere ders vermekle geçirmiştir.
1195/1781 yılında Irak’a gelen Hindistanlı Sûfî Şeyh Ahmed iki arkadaşı ile
birlikte önce Bağdat’a, sonra Tekke köyüne gelerek Molla Mahmud’a misafir
olurlar. Aralarında geçen ilmî tartışmaların sonunda Molla Mahmud, Şeyh
Ahmed’in bilgi seviyesini üstün görerek onu takdir eder ve birkaç ay evinde
ağırlar. Aynı zamanda bu fırsattan istifade ederek ondan yeni bilgiler öğrenmeye
çalışır. Daha sonra kendisinden meslekî icâzetnâme alarak Kâdirî tarîkatına girer.
Şeyh Ahmed tarîkatını başka ülkelerde yaymak üzere Süleymaniye sancağına
bağlı “Surdaş” kasabasına gider ve orada vefat eder. Bu haberi duyan Molla
1
Hafız Mustafa Özgür, Kadirî Yolu: Gerçekte Yaşayanlar ve Yaşatanlar, Emir Matbaacılık,
İstanbul 2007, s.17; Nihat Azamat, “Kadirîyye”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2001, XXIV,
134; İhsan Işık, Örnekli Türkiye Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ankara 2006, I, 30-31. 2
Bağdatlı İsmail Paşa. İzâhu’l-Meknûn fi’z-Zeyli Alâ Keşfî’z-Zünûn, Millî Eğitim Basımevi,
İstanbul 1972, I, 500; a.mlf., Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul 1951, I, 558; Ata Terzibaşı, Kerkük Şairleri, Cumhuriyet Basımevi,
Kerkük, 1968, II, 51; Suphi Saatçi, Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk
Edebiyatları Antolojisi, “Irak (Kerkük) Türk Edebiyatı”, Kültür Bakanlığı, Ankara 1997, VI,
349; a.mlf., Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul Araştırma Merkezi, İstanbul
1996, s.312; Sadık Vicdanî, Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye: Tarîkatler ve Silsileleri, Melâmiyye,
Kâdiriyye, Halvetiyye, Sûfî ve Tasavvuf, haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul 1995,
s.139. 3
C. J. Edmonds, Kürtler Türkler ve Araplar: Kuzey Doğu Irak’ta Siyaset Seyahat ve İnceleme
1919-1925, İngilizce’den çev: Serdar Şengül-Serap Ruken Şengül, Avesta Yayınları, İstanbul
2003, 354vd; Terzibaşı, a.g.e., s.49.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 161 ~ 

Mahmud Surdaş’a varır. Mürşidi Ahmed Efendi’nin türbesini yaptırır. Bu türbe
hala halk arasında önemli bir ziyaret makamıdır. Molla Mahmud, bir müddet o
bölgede kalarak halkın sevgi ve saygısını kazanır. Daha sonra hastalanarak
1215/1800 yılında 85 yaşında vefat eder. Kendi vasiyeti üzerine Kerkük’te Tekke
mezarlığına defnedilir.4
Bu zatın neslinden oğlu Şeyh Ahmed 1194/1780 senesinde dünyaya
gelmiştir. 1224/1809 yılında irşad makamına oturarak 1257/1841 yılında vefat
eder. Bu zat da tahsilini yaparak tedrisle meşgul olmuştur. Hayatının bir kısmını
Talebân’nın Kırık köyünde ve bir kısmını da Kerkük’te geçirmiştir. Şeyh Ahmed
on bir tane erkek çocuk yetiştirmiştir. Bunlar: Abdülkerim, Abdülfettah,
Muhyiddin, Abdülğafur, Muhammed Salih, Muhammed Ârif, Abdülaziz,
Hüseyin, Abdülkadir, Abdurrahman Hâlis ve adını bilmediğimiz bir oğlu.5
Kerkük ve civar köylerde yaşayan Talebânî aşiretinin bize; Şeyh Hâlis,
Şeyh Fâiz ve Şeyh Rıza gibi değerli şairler kazandırması edebiyat tarihimizde
önemli bir olay sayılır. Şeyh Abdurrahman Hâlis’in oğlu Şeyh Rızâ’nın şöhreti
bütün Irak’ı kaplamış ve daha da geniş bir sahaya İran ve Türkiye’ye kadar
yayılmıştır. Onun bu şöhreti şiirlerindeki kuvvetli bedahet ve hicivlerindeki
üstünlüğünden ileri gelmektedir. Babası Abdurrahman Hâlis ise, daha büyük bir
şöhretin sahibidir. Şu kadar ki, Şeyh Rızâ’nın şöhreti dili; babasının ise gönlü
sayesinde olmuştur. Bu da demektir ki, Şeyh Rızâ’nın tanınması, kullandığı
sözlerinde, babasınınki ise sözlere can vermesinde aranmalıdır. Abdurrahman
Hâlis’in gerçek hüviyeti söylediği şiirlerin lafızlarında değil, doğrudan doğruya o
şiirlerin içli bir gönülden fışkırmasıyla belirmektedir. Şeyh Hâlis, tasavvufun ince
vasıflarını taşıyarak, derin manasını parlak manzumeleriyle anlatmaya çalışmış ve
adını Türk eserlerine geçiren Kerkük’ün bu güne değin yetiştirdiği en büyük
mutasavvıfı sayılmıştır.6

Şeyh Abdurrahman Hâlis ilk tahsilini bu şehirde yaptıktan sonra
Süleymaniye’li meşhur Şeyh Kâk Ahmed ile birlikte medrese tahsiline
başlamıştır. Daha sonra Bağdat’a giderek orada tanınmış âlim Şeyh Ruzbihânî
yanında tahsilini bitirerek ilmî icazet almış ve Kerkük’e dönerek babasının
hizmetinde ibadetle meşgul olmuştur. Şeyhin henüz genç yaşta olgun bir tahsil
4
Terzibaşı, a.g.e., s.49-50. 5
Yunus Ayten, “Şeyh Ahmed et-Talebânî el-Kerkükî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şule
Yayınları, İstanbul 1996, IX, 91-92; Terzibaşı, a.g.e., s.50-51. 6
Terzibaşı, a.g.e., s.47-48.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 162 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

gördüğünü, ilmî ve edebî başarısını 1231/1816 yılında daha on dokuz yaşlarında
iken Arapça bir eseri mükemmel olarak Türkçe’ye çevirmesinden anlıyoruz.
Şiirde Hâlis mahlasını kullandığı halde lakabının “müfevvid billah” (işlerini
Allah Teâlâ’ya havale eden) olduğunu kendi eserlerinde belirtmektedir. Hanefi
mezhebine salik olan Şeyh Hâlis, ayrıca Kâdirî tarîkatına mensup oluşu ve
Hâlisiyye şubesinin kurucusu olarak da tanınmıştır.7
Kâdirî tarikatının esmâ-i
seb’a ile icrâ edilen seyr ü sülûk usulünü kelime-i tevhid ve lafzâ-i celâl’e hasr
ettiği bilinmektedir.8
Öte yandan iki meşîhat makamına oturmakla da zülcenaheyn unvanını
almıştır: Babasının samimi dostu olan Şeyh Ma’rûf Köse şöyle demiştir: “Ya
Şeyh! Allah Teâlâ bizi bu dünyada evlattan mahrum bıraktığı halde size on bir
tane erkek evlat ihsan buyurmuş, şeran zekât lazım gelmez mi?” Şeyh Ahmed,
şeyhinin ne demek istediğini anlayarak oğlu Şeyh Abdurrahman’ı hizmetine
verir. Şeyh Ma’rûf vefatının yaklaşması üzerine şeyhlik hırkasını Şeyh
Abdurrahman’a giydirerek şeyhliği ona devreder. Bunun üzerine Abdurrahman
Hâlis babasının yanına döner. Vefatının akabinde irşad makamına oturur. Bundan
sonra bütün ömrünü Kerkük’te geçirir. Şeyh Ahmed devrî Kerkük şairlerinden
Kasımî yazdığı bir kasidesinde hem Şeyh Ahmed’i, hem de oğlu Şeyh Hâlis’i
uzun uzadıya meth etmiştir.9
Kerkük’ün en tanınmış mutasavvıfı olan şeyhimizin şöhreti ve nüfuzu
mahallî sınırları aşarak, imparatorluk topraklarına yayılmıştır. Mensup olduğu
Kâdirî tarikatının Kerkük’te önderliğini yapan Abdurrahman Hâlis’in temiz
kalpli, ince görüşlü, şeyhlik makamını hakkıyla dolduran ve pek olgun bir mürşid
olarak halkın üzerinde olağanüstü tesir bırakan bir kişiliğe sahip olduğu
bilinmektedir. Tekkesinde her gün yüzlerce fakir, yoksul ve kimsesiz insanı
doyurmuştur. Taşıdığı önemli vasıflardan biri de, meclisine gelen insanların varlıklısını
ve yoksulunu aynı gözle görmesi idi. Bu bakımdan mensubu olan kişiler
arasında valiler, paşalar ve üst düzey kimseler çoktu. Sultan Abdulmecid’in
haremi Sultâne Hatun, gördüğü rüyaların tesiriyle Şeyh Abdurrahman Hâlis’in
7
Yunus Ayten, “Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis Talebânî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları,
IX, 129; Hüsamüddin b. Molla Ömer, “el-Enfâsu’r-Rahmaniyye fî Silsileti’l-Kadirîyyeti’tTalebâniyye,
Kerkük 1973’ten naklen; Terzibaşı, a.g.e., 51. 8
Vicdânî, a.g.e., s.136; Abdülbaki Gölpınarlı, “Hâlisiyye”, Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim
Basımevi, Ankara 1970, XVIII, 391. 9
Terzibaşı, a.g.e., 52, 54.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 163 ~ 

mürîdesi olmuş, ona karşı büyük bir sevgi ve hürmet beslemiştir. Nitekim
İstanbul müzelerinde saklı bulunan bir Buhârî-i Şerif kitabını mühürleyerek
aralarında Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in mübarek sakal-ı şerifinin de bulunduğu
hediyelerle birlikte Kerkük’e göndermiş ve irâde-yi seniyye ile Şeyh’e yüz kuruş
aylık bağlamıştır.10
17 Zilkade 1264 Cemâziye’l-Ahir 1262 Rûmî tarihli irade-i seniyyede
belirtildiğine göre Şeyh’in postnişîni bulunduğu Gavsiyye Hângâhının fakirlere
ve yolculara açık bulunur ve her akşam tekkede birkaç yüz derviş ve seyyah eksik
olmazdı. Bu vesile ile Şeyh Abdurrahman tarafından verilen dilekçe üzerine
“taamiyye” namıyla Bağdat Şeyh Abdülkadir Geylânî vakfı bakiyesinden ayda
beş yüz kuruş şairimizin emrine tahsis edilmiştir. Aynı iradeden anlaşıldığına
göre Şeyh’in önceden aylığı bin beş yüz kuruşa iblağ edilmiş ve camiin hizmeti
için de beş yüz kuruş maaş bağlanmıştır. Bu tahsisler Sultan Mecid devrinden
başlayarak çeşitli münasebetlerle yapılmıştır. Bütün bunlardan başka tekkeye
devamlı olarak halk tarafından nezir ve bağış yoluyla hayli para ve eşyalar
verilmiştir.11
Şeyhliği maddî bir hayat sürmeye vesile saymayan Abdurrahman Hâlis
taşıdığı mahlasın hakiki sahibidir. O, halkın tekkeye bağışladığı ihsanları
yoksullar arasında pay eder, tekkeye devlet tarafından tahsis edilen para ile de aç
ve perişan kimseleri doyururdu. Kendisinin tam bir kanaat içinde yaşadığı
herkesçe bilinirdi.12
Şeyh Abdurrahman hakkında halk arasında olağanüstü menkıbeler
yayılmıştır. Bunlar çok olmakla beraber Haydarîzâde İbrahim Efendi’nin
“Tasavvuf Mecmuası”nda dile getirdiği bir hadiseyi burada zikredeceğiz: Bu olay
Şeyh Hâlis’in ne kadar açık görüşlü ve fikir hürriyetine saygı gösteren münevver
bir insan olduğunu yakinen göstermektedir. Tekkede sabah ve akşam
yemeklerinde her zaman din ve fırka gözetilmeden birçok muhtaç kimseler
bulunurdu. Bir defa tekkeye misafir olarak gelen bir Mecusî’nin kendine has dinî
merasimi tekke içerisinde yaptığını görenler, onu tekdir ederek tekkeden
çıkarmak istediklerinde Şeyh Hâlis mani olur ve onun istediği gibi dinî ayinini
yapmasını temin eder. Şeyhin tarikattaki nüfûz sahası Kerkük’ten başka Irak’ın
birçok şehir ve kasabalarına ve hatta Anadolu’nun birçok yöresine yayılmıştır.
10 Saatçi, a.g.e., VI, 350.
11 Terzibaşı, a.g.e., s.53. 12 Terzibaşı, a.g.e., s.53-54.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 164 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Nitekim Sivas, Amasya ve Tokat vilayetlerine Kâdirî tarîkatını ilk yayan zat Şeyh
Mur Ali Baba Kerkük’te Abdurrahman Hâlis’ten icazet almıştır.13
Şeyh Hâlis her sene Bağdat’a gider, Kâdirî Hângâhı’nda icra edilen devrân
zikrini idare eder, diğer Kâdirî tekkelerinde yapılmadığı halde, Geylânî’nin
tekkesinde alışılmışın dışında kudüm ve benzeri mûsikî aletlerini çaldırırdı. Bazı
mutaassıp tarikat mensupları rahatsız olup, Bağdat Seccadesi İrşad Şeyhine
başvurup: “Abdurranman Hâlis’in Hz. Pîr’in makamında kudüm çaldırmasına
niçin izin veriyorsunuz? Büyük dedenizin aziz ruhunun rahatsız olmasından
endişe etmiyor musunuz?” demişler, Geylânî’nin torunu ve aynı zamanda Kâdirî
Şeyhi olan Nakîbü’l-Eşrâf Seyyid Ali Efendi’den şu cevabı almışlardır: “Ben
sultan ile veziri arasına giremem.”14
Şeyh Hâlis’e özel bir kurye ile mektuplar göndererek, tarikatının yayılması
için halifelerinden birisinin Sivas’a görevlendirilip gönderilmesini istemişler ve
isteklerini defalarca tekrarlamış iseler de, Hz. Şeyh halifelerinden hangisine teklif
etse: “Biz şeyhimizin huzurunda hizmetten ayrılmayız. Bizi bu şereften mahrum
etmemesini de kendisinden istirham ederiz” demişler. Şeyh kendisine aşk
derecesinde bağlı olan halifelerini üzmek istemediğinden Sivas’lıların isteklerini
tehir etmiş, isteklerini tekrar ettikleri bir sırada, bir gün Kerkük’te kıyafet ve
meşrebi itibariyle kalender karakterli bir zat görmüş: “Buraya gel!” demiş ve onu
o anda irşad edip hilafete eriştirerek, Sivas’ta hizmetle görevlendirmiştir. O
kalender meşrep kişi Mûr Ali Baba’dır. Şeyhinin emri üzerine bu kişi: “Peki
Efendim. Fakat Sivas’ın neresinde tarikatı yaymaya çalışacağım?” diye sormuş,
O da “Neresi rast gelirse orada.” cevabını vermiştir. Sivaslılar tekrar Şeyhe halife
göndermesi için başvurunca, “Gönderdim, arayın bulun” cevabını almışlar ve
sonunda Mûr Ali Baba’yı bulmuşlardır. Hz. Şeyhin emri üzere, çalışkanlığı
sebebiyle Farsça’da karınca anlamına gelen “Mûr Ali” ismi “Nûr Ali” şeklinde
değiştirilmiş ve bu isimle meşhur olmuştur. Türbesi Sivas’ta yapımına muvaffak
olduğu Hângâhın içindedir.15
Şeyh Hâlis 1262/1846 yılında Kerkük’te bulunan tekke içindeki minareli
camiyi yaptırır. Bir ibadet yuvası olan bu tekkeyi aynı zamanda o bölgenin
13 Vicdanî, Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye, s.60, Tarîkatler ve Silsileleri, haz. Gündüz, s.138-139;
Terzibaşı, a.g.e., s.54. 14 Vicdanî, a.g.e., s.58; Tarîkatler ve Silsileleri, haz. Gündüz, s.136-137. 15 Vicdanî, Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye, s.60; a.mlf., Tarîkatler ve Silsileleri, haz. Gündüz, s.138-139.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 165 ~ 

edebiyat ve dinî mûsikî merkezi haline getirmiştir. Nitekim Kerkük’ün tanınmış
makam-şinasları burada dinî havalar ve yerli hoyratlar terennüm ederler. Başka
illerden gelmiş olan sanatkârlar da yine burada kendilerini gösterilerdi. Usta bir
oyuncu olan Molla Veli ve masum hoyratlarıyla tanınan Hame Pîr gibi eski ses
sanatkârlarımız hep şeyhin himayesinde yetişmişlerdir. Şeyh Hâlis 1275/1858
yılında 63 yaşında olduğu halde vefat etmiş, vasiyeti üzerine Tekke’de aile
mezarlığına defn edilmiştir.16
Abdurrahman Hâlis Talebânî’nin, Ali, Abdülkadir, Abdülvâhid, Rızâ ve
Hasan isminde beş erkek evladı; Fatma Han, Esmâ Han, Amîne Han, Hanife Han,
Kibriyâ Han ve Halime Han olma üzere altı da kız evladı olmuştur.17
Şiiri ve Tesiri:
Abdurrahman Hâlis Talebânî Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere üç
dilde şiir yazmıştır. Arapça şiirleri pek az olmakla beraber üslup ve eda
bakımından tanınmış şair Fuzûlî’nin Arapça şiirleri ile aynı seviyededir.
Şiirlerinin hemen hepsi istisnasız olarak tasavvufî mahiyette olup edebî sanat
bakımından büyük bir kıymet taşımakla beraber manevî tesiri itibariyle halk
kitleleri arasında geniş bir yankı uyandırmıştır. Nitekim şiirinin büyük bir kısmı
halk tarafından sevilerek ezberlenmiştir. Fuzûlî ve Hâfız gibi tanınmış büyük
şairlerin edebî; akide bakımından da Celâleddîn Rûmî ve başka İslâm sufilerinin
tesiri altında kalarak yazdığı şiirleriyle fenâfillah nazariyesini belirtmeye
çalışmıştır. Şiiri kalite bakımından Kerkük şiir tarihinde birinci sınıf şairlerin
şiirleriyle aynı seviyededir ve kendinden sonra gelen şairler üzerinde derin izler
bırakmıştır. Şiirini tahmis, tanzir ve taklid eden şairlere her zaman rastlandığı gibi
hakkında medhiyeler yazmış birçok şairlere de tesadüf edilmektedir. Bu arada
yukarıda adı geçen Abdülkadir Gulamî, şairimiz hakkında bir medhiye yazmış ve
Farsça bir şiirini de tahmis etmiştir. Şeyh Hâlis’in kendi yazdığı şiirleri, yaptığı
tahmislerinden daha parlak sayılır. Nitekim tahmisleri külfetli olup tahmis
edeceği şiirlerin seviyesine ulaşamamaktadır. Dil bakımından Osmanlı
Edebiyatının kuvvetli tesiri altında kalan Hâlis aynı zamanda Fars Edebiyatının
tesirine fazlaca kapılmıştır ki, bu sebepten şiirlerinde yerli şivenin izleri pek
görülmemektedir.18
16 Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, çev., Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1990,
I, 130; Terzibaşı, a.g.e., 52-53; Azamat, “Kadirîyye”, DİA, XXIV, 134. 17 Ayten, “Ziyâüddin Abdurrahman Hâlis Talebânî”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, IX, 131. 18 Terzibaşı, a.g.e., s.55.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 166 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Hayderî-zade İbrahim Efendi, Tasavvuf isimli mecmuaya yazdığı makalede
şunları kaydetmektedir:
“Şeyh Abdurrahman Hazretleri, meâliyyât-ı sofiye ile meşgul oldukları
zaman o kadar teâlî ederlerdi ki lisân-ı hakikat-beyanları:
‘Ben o kuşum ki her akşam ve seher vakti sesim arşın dâmından gelir’
fahriye-i ârifânesiyle terennüm-sâz olur, bir yüce mertebeye yükselirdi. Yârânıyla
hem-bezm-i sohbet oldukları zamanlar dahi o kadar rind ve hoş-beyâna ve o
kadar fesahât-ı lisan ve hürriyet-i vicdana mâlik idiler ki, “Ey Örfî iyi ve kötülerle
öyle arkadaşlık et ki, Müslüman ölümünden sonra seni zemzemle yıkasın, Hindû
ise seni yaksın.” Düstûr-i ahlakiyesiyle âmil olduğu her hal ve tavrından nümayân
olurdu. Hângâhlarında nevâle-çîn-i âtâyâ olan birkaç fakir meyanında gayr-i
müslimlerden de birçok muhtaçlar bulunurdu. Sehâ ve keremde, “Nazar
sahiplerinin önünde Süleyman’ın mülkü ayak bağı oldu, belki de mülkten azâd
olan o Süleyman’dır” beytini mısdâk alıp nazarlarında mal ve dünya metaının
zerre kadar meziyet ve kıymeti yoktu. Fakr u zaruret sahiplerine verecek parası
bulunmadığı zamanlar esbâb-ı alâyıktan saydığı elbiseden bile tecerrüdle ihsan
ederlerdi.
Fenn-i şiirde dahi fevkalade bir kudrete malik idiler. Şiir mecmuasının
mütalaasından anlaşılabileceği üzere meslek-i şiirde en ziyade Mevlânâ
Celâleddîn Rûmî, Nûr-i Ali ve Mağribî gibi büyük sufî şairlerinin mesleklerine
ittibaı daha ziyade tercih eylediklerinden şiirleri baştanbaşa hakikat zevkiyle
doludur. Şeyh Abdurrahman Efendi’nin, âlem-i hakikatin ne kadar büyük bir
merd-i kâmili olduğunu anlayabilmek için vaktinin büyük âlim ve ediplerinden
Kadı Hüseyin-i Berzencî’nin müşarunileyh hakkında Kerkük’ten Süleymaniye’ye
yazdığı aşağıdaki beyitlerle istişhâd ederim: “Gördük ki, tekkenin sedirine
yoksulluk mesnedi üzerindeki bir emir gibi bir pîr oturmuş. Onun mum gibi
parlayan güzelliğinden bütün cemiyet aydınlanmış. O baştan ayağa kadar Zühre
gibi nurdur; sanki mutluluk mayasıdır. Onun yüzünü yas tutar gibi görseler, onun
gönlü ve canı üzerine mutluluk oturur. Ay, elinde kâse olan Hindûlar gibi onun
kapısı eşiğinde dilencilik yapar. Bugün dost ve düşmanın önünde açıktır ki
Talebân’ın Şeyhi odur.”19
19 Hayderî-zâde İbrahim Efendi, “Şeyh Abdurrahman Hâlis Talebânî”, Tasavvuf Cerîde-i
Usbuîyyesi, Sayı: 4-5; İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri (Kemâlü’ş-
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 167 ~ 

Eserleri:
Abdurrahman Hâlis’in bildiğimiz bütün eserleri basılmıştır. Bu eserler
şöylece sıralanabilir:
Dîvân: Dostlarının teşvik ve arzusu üzerine 1250/1834 yılında Türkçe ve
Farsça şiirlerinden oluşmuş bu Dîvân iki defa basılmıştır. Birinci basımı Bağdat
Valisi Gözlüklü Reşid Paşa’nın oğlu Sadâret Mektubî Kalemî hulefasından Rüştî
Beyin yardımıyla Zilhicce 1284 yılında Hattat Ali Sadık Hoca tarafından
yazılarak İstanbul’da Rıza Matbaası’nda basılmıştır. Dîvân’ın sonunda basım
tarihini gösteren Farsça bir manzume vardır. Abdurrahman Hâlis’in Dîvânı ile
Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i Şerif isimli eseri birlikte basılmıştır. 1-25
sayfalar arası Mesnevî Şerhi; 25-65. sayfalar arası ise Dîvân’ından ibarettir. Bu
Dîvân ikinci defa Kerkük’lü Şeyh Muhammed Cemil Talebânî’nin yardımıyla
Rebiü’l-Ahir 1367/1948 yılında Tahran’da Âftâb Matbaasında “Cezbe-i Aşk”
adıyla basılmıştır.
Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i Şerif: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin
Mesnevî’sinden on sekiz beytin Farsça olarak nazmen şerhinden ibarettir. Buna
sonradan iki beyit daha ilave edilerek yirmi beytin şerhi yapılmıştır. Kitap, şairin
Dîvân’ı ile birlikte yayımlanmıştır. Bu risale 1326 yılında vefat eden Musul
Mektupçusu Hasan Tevfik tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Henüz
yayımlanmamış olan tercüme mütercimin aile efradı yanında bulunmaktadır.
Behcetü’l-Esrâr Tercümesi: Şeyh Abdülkadir Geylânî’nın menkıbelerini
içine alan bu kitap aslen Şeyh Nur Ali Bahş tarafından Arapça olarak yazılmış,
Şeyh Abdurrahman tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Tercümeyi, babasının
arzusunu yerine getirmek gayesiyle yaptığını açıklayan Şairimiz kitabın
önsözünde 1231/1816 yılının Rebiü’l-Evvel ayında tercümeye başladığını
söylemektedir. Kitabın sonunda ise, tercümenin Rebiü’l-Ahir 1230/1815 tarihinde
bittiğini kayd etmektedir ki bu herhalde matbaa yanlışlığından ileri gelmiş olsa
gerektir. Hakikatte 1231/1816 yılını kabul etmek daha doğru olur. 186 sayfadan
ibaret olan bu kitap 1302/1885 yılında Kerküklü Müderriszâde Muhammed Said
Efendi tarafından İstanbul’da Mahmud Bey Matbaasında bastırılmıştır. Son
zamanlarda Mustafa Necati Akın’ın yeni harflerle yayımladığı Behcetü’l-Esrâr’ın
tercümesi tamamen Şeyh Abdurrahman Hâlis’in yapmış olduğu tercümenin bir
Şuarâ), Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000, II, 800vd; Vassâf, a.g.e., I,
130.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 168 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

tıpkı basımı olup bazı Arapça ve Farsça sözcük ve deyişlerin değiştirilmesi veya
kısaltılması suretiyle meydana getirilmiştir. Mustafa Necati, kitabın önsözünde,
Şeyh Abdurrahman’nın eserini gördüğünü ve anlaşılması güç bir dille yazıldığını
ifade ederek bu yüzden tercümeyi yaptığını belirtir.20
Nesri ve Örnekleri:
Hâlis’in bugün elimizde bulunan Türkçe ve Arapça nesirlerinden
anladığımıza göre o her iki dilin ana kaidelerini ve edebî hususiyetlerini kavramış
seyyal bir kaleme sahip bir yazardır. Türkçe Behcetü’l-Esrâr tercümesini yazdığı
çağda henüz on dokuz yaşına varmış olan Hâlis’in üslubu bu bakımdan zaman ve
zemine göre sade ve kuvvetli sayılabilir. Şiirinin aksine olarak nesri yerli şive
deyişlerinin tesirinden kurtulamayarak bu bakımdan da ayrı bir özellik taşır. Bir
fikir edinmek üzere Türkçe nesirlerinden örnek bir parçasını aşağıya alıyoruz:
Türkçe nesrinden: Şeyh Şemsüddin b. Abdülvahid’den ve bazı meşayıhtan
mervidir ki, bir avrat Şeyh Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin huzuruna çocuğunu
getirip “Ya Seyyidî! Bu benim oğlumdur. Cenab-ı devlet-meabınıza kesret-i
muhabbeti derkâr olduğundan ben kendi hakkımdan fî sebilillah keff-i yed edip
onu sana bahş eyledim” dediğinde, Cenab-ı Şeyh ol ferzendeyi takbil ederek
halvet-nişin edip sülûk-i mücadeleye tayin buyururlar. Bir gün kaid-i şevk o
acuzenin 'inân-ı iradetin didâr-ı ferzendine cezb etmekle dâhil-i halvet olup
oğlunu tesir-i cu’den zaif ve nahif olarak ve yanında bir arpa ekmeği vaz olunmuş
müşahede etmekle o ekmeği ahz ederek huzur-ı şeyhe varıp, gördü ki, Şeyh
Horoz kebabı tenavül etmekle üstühuvanları tabakta cem olmuş. Ol acuze, “Ya
Şeyh! Ben ferzendemi sana böyle mi siparis kıldım ki, sen Horoz büryanı ekl
edip, benim oğlum hubz-ı şağr tenavül ederek elem-i cu’dan bu resme zerd ve
lâgar (zayıf ve solgun) ola” dedikte, Cenab-ı Gavsiyyet-penâh Hazretleri ol
üstühuvanlara nazar ederek “kum biiznillah” demegin Horoz zinde olarak kalkıp
sayha çekmeye başladı. Ol zaman Şeyh Acûzeye, ne zaman senin ferzendin bu
20 İnal, Son Asır Türk Şairleri, II, 799; Bursalı Mehmed Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i
Amire, İstanbul 1333, I, 131; Tuman, a.g.e., I, 243; Terzibaşı, a.g.e., s.57-58; Abdullah
Develioğlu, Büyük İnsanlar (3000 Türk ve İslâm Müellifi), Demir Kitapevi, İstanbul 1973, s.23;
Bayram, Ali-Sadi Çöğenli, Seyfettin Özege Bağış Kitapları Kataloğu (Kitap Adına Göre), I-VI,
Atatürk Üni. Basımevi, Erzurum, 1980. II, 369; V, 19; VI, 50.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 169 ~ 

mertebeye vasıl olur ise, ne hâhiş (isterse) ederse tenavül etsin (yesin) deyü
buyurdular.21
Oğluna hitap ederek yazdığı Arapça nasihatnamesinden çıkarabildiğimiz
netice onun bu dilde eski bir üslup kullanmakla beraber, yazısının lekesiz ve
yanlışsız olduğunu göstermektedir. Secîye22 yakın kısa cümleleriyle yazısı hutbe
usulünü andırır.23 Abdurrahman Hâlis’in vefatına yakın oğlu Şeyh Ali’ye yazmış
olduğu nasihâtnâmesinin tercümesi aşağıdadır:
“Ey Evladım, senin Allah Teâlâ’dan sakınman ve ona itaat etmen gerekir.
Allah’tan başka hiç kimseden korkma ve ondan başkasından bir şey bekleme.
Bütün ihtiyaçlarını ona havale et ve ondan iste. Allah’tan başkasına ülfet etme.
Ondan başkasına itimad etme. Din-i İslâm’ın sınırlarını muhafaza etmeni sana
tavsiye ediyorum. Allah Teâlâ seni ve bütün Müslümanları muvaffak kılsın.
Bilesin ki, tarîkatımız Kur’ân-ı Kerim ve sünnete, gönlün selametine; nefsin ve
elin cömertliğine; yüzün güleçliğine; hayrı yayıp çoğaltmaya; cefayı defetmeye;
eziyetlere katlanmaya ve ihvanın hatalarını görmemeye dayanmaktadır. Sana
fakrı korumanı, kardeşlerinle iyi geçinmeni, din işlerini terk etme hususu hariç
husumeti terk etmeni ve başkalarını kendi nefsine tercih etmeni tavsiye ediyorum.
Tasavvuf, kîl u kâl değildir, ancak o açlığa sabır, dünyayı terk, şehvetleri
kesmektir. Sana ihlâs gereklidir, o da halkı unutup devamlı olarak Hakk’ı
görmektir. Fakirlere hizmet etmelisin. Bu da üç şeyle olur: tevazu, güzel ahlak ve
cömertlik. Bunlar benim, sana, kardeşlerine, mürid ve fakirlerden (Allah Teâlâ
bunların sayılarını çoğaltsın) bunu işitenlere vasiyetimdir. Allah Teâlâ bizleri ve
sizleri burada açıklanan hususları yerine getirmeye muvaffak kılsın. Amin.”24
21 Terzibaşı, a.g.e., s.59-60; Şeyh Şemseddin bin Abdülvahid ve bazı şeyhlerden rivayet edilir ki:
Bir kadın, Hazret-i Şeyh Abdulkadir’e oğlunu getirip, “Ey efendim, bu benim oğlumdur. Yüce
yaradılışınıza, sevgisinin şiddeti bilindiğinden ben kendi hakkımdan Allah için vazgeçip, onu
sana bağışladım” deyince şeyh hazretleri çocuğu öperek yalnız bıraktı ve nefsini köreltmesini
istedi. Bir gün oğlunu görmek arzusuyla onun yanına varan kadın, onu açlıktan zayıflamış ve
güçsüzleşmiş, önünde de bir parça arpa ekmeği olduğu halde bulur. O ekmeği alarak, şeyhin huzuruna
varınca onu kemikleri bir tabakta yığılmış horoz kebabı yerken bulur. Kadın, “Ey şeyh,
sen horoz kebabıyla doyarken, oğlum arpa ekmeği yiyerek, açlıktan sararıp solsun diye mi, onu
sana emanet ettim” der. Bunun üzerine şeyh hazretleri o kemiklere bakarak “Allah’ın izniyle
kalk” deyince horoz canlanıp ötmeye başlar. O zaman şeyh, kadına “Ne zaman senin oğlun bu
mertebeye erişir ise, o zaman ne isterse yesin” diye buyururlar. (Saatçi, a.g.e., VI, 351.) 22 Nesirde yapılan kafiye 23 Terzibaşı, a.g.e., s.60. 24 Terzibaşı, a.g.e., s.61.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 170 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Türkçe Şiirlerinden Örnekler:
“Safây-ı kalbe hüsn ü âlem ârâdan cilâ göster
Cefâ-yı derd-i hicre nur-i vaslından devâ göster
Cemâlin saykalından sil gubâr-ı dîde-i kalbin
Visâlin görmeye âyine-i gîtî-nümâ göster
Vefâda ben ezelden etmişim peyvendini mîsâk
Kerem kıl sen inâyet kûşesinden bir vefâ göster
Kemâl-i sırr-ı hüsnün devr ider zerrâtı âlemde
Bize ol sırrı görmekçün likâdan bir ziyâ göster
Harabât ehlinin bezminde câm-ı vasldan cânâ
Bu gamlı müflîse bir cürâdan nur-i likâ göster
Vücûdum lücce-i esrâr-ı aşkından fenâ görmüş
Likânın pertevinden ol fenâdan bir bekâ göster
Eritmiş pûte-i aşkında Hâlis kalbinin mîsin
Haber vermek için iksîr-nazardan kimyâ göster.”25
“Aşk olub rûz-i ezelden sâkî-i peymânemiz
Âlemi kavgâya salmış na’râ-ı mestânemiz
Âlem-i cândan şarâb-ı vasldan mest olmuşuz
Sırr-ı vahdetdir hemîşe bâde-yi meyhânemiz
Mazhar-ı nûr-i cemâlin kıbledir âşıklara
Ol cemâlin pertevinden ka’bedir puthânemiz
25 Abdurrahman Hâlis Talebânî el-Kerkükî, Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i Şerif-Dîvân, Rızâ
Efendi Basımhânesi, İstanbul 1284, s.60; Terzibaşı, a.g.e., s.64.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 171 ~ 

Matla’ı her zerreden tâbân olubdur âfitâb
Aşk çeşmiyle temâşâ eyleriz cemhânemiz
Rind ü rüsvây-ı kalender-meşreb olduk aşkdan
Âlemi baştanbaşa tutmuş bizim efsânemiz
Şem’a vü gül çünkü mazharlardır ol cânâneye
Gönlümüz bülbül olub cânlar olub pervânemiz
Dâm-ı zülfün dâne-yi hâlin olub zincîrimiz
Yoksa yokdur âlem-i dünyâda âb u dânemiz
Nice yıllardır ki Hâlis hicr ile zulmettedir
Şimdi feyz-i vasldan rûşen olub kâşânemiz.”26
“Bu kimdir şevketiyle rahş-ı nâr üzre suvâr olmuş
Sanursun cilvesinden kim kıyâmet âşikâr olmuş
Külahın kec koyub perçemlerin ruhsâra dağıtmış
Gül üzre sünbülistânda aceb bir nev-bahâr olmuş
Kadi bir servdir kim gülşen-i hüsne safâ vermiş
Ana erbâb-ı aşkın gözyaşından cûy-bâr olmuş
26 Kerkükî, Dîvân, s.58; İnal, Son Asır Türk Şairleri, II, 802-803; Saatçi, a.g.e., VI, 350; Terzibaşı,
a.g.e., s.64-65; Saki (içki dağıtıcısı), yaratılış gününden beri aşk, şarap kadehimiz olup,
sarhoşluk naralarımız âlemi kavga içinde bırakmış. Can âleminden (ruhlar dünyasından)
kavuşma şarabından sarhoş olmuşuz. Meyhanemizin şarabı her zaman birlik sırrıdır.
Güzelliğinden saçan ışığın görüntüsü âşıkların kıblesidir. O güzelliğin aydınlığından ka’be
ibadet yerimiz olmuş. Güneşin doğuşu her zerreden parlak olur. Toplantı evimizi aşkın gözüyle
seyrederiz. Aşktan rind ve kalender yaradılışlı serseri olduk. Bizim efsanemiz bütün cihana
yayılmış. Mum ve gül, o sevgilinin ortaya çıkış şeklidir. (Ona) gönlümüz bülbül, canımız da
pervane olmuştur. Saçının tuzağıyla beninin tanesi zincirimiz olmuş. Yoksa dünyâ-âlem içinde
ne suyumuz ne de başka bir şeyimiz vardır. Nice yıllardır Hâlis, ayrılığıyla acı çekmektedir.
Şimdi feyz ışığının dolmasıyla kulübemiz aydınlanmıştır. (Saatçi, a.g.e., VI, 350.)
TAED 38, 2008, 159-184
~ 172 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Alıp meydân-ı hüsnü tuğ-i sancâğ-ı melâhatle
Sipâh-ı hûbîler üzre emîr-i nâmdâr olmuş
Seni Hâlis ne tenhâ sûz-i aşkın kalbi dâğ etmiş
Bu âteş içre çok erbâb-ı himmet dâğdâr olmuş.”27
“Hûblar rûyinde aşkın âşikârâ eylemiş
Âşıkın çeşminden öz hüsnün temâşâ eylemiş
Rûyî üzre zülfü meşkînin selâsil bağlayıp
Âlemî dîvâne-i zincîr-i sevdâ eylemiş
Mevkib-i hüsnün sığınmaz âlem-i âfâkta
Ben acip kaldım gönülde nice mevâ eylemiş
Mâh-veşler suretinden gösterir ruhsârını
Her bakan âşıkları mecnûn u rüsvâ eylemiş
Aşk sevdâsında Hâlis ilm ü aklından geçip
Âferîn olsun bu kânûna ki inşâ eylemiş”28
“Vuslat-ı yâr isteyen hicrâna katlanmak gerek
Merhem-i yâr isteyen peykâna katlanmak gerek
27 Kerkükî, Dîvân, s.60; Terzibaşı, a.g.e., s.65-66; “Heybetiyle ateşten at üzerine binici olmuş olan
kimdir. Onun görünüşünden kıyamet günü gelmiş sanırsın. Külahını eğri koyup, saçının
perçemini yanağına dağıtınca, gül üzerinde sümbüllerden bir ilkbahar oluşmuş. Boyu, güzellik
bahçesine safa vermiş bir servidir. Ona, âşıkların gözyaşından bir dere oluşmuş. Güzellik
meydanını, güzellik sancağının tuğuyla alıp, güzeller ordusu başına şanlı bir komutan olmuş.
Hâlis, aşkın ateşi, yalnız senin kalbini dağlamamış, bu ateşle pek çok himmet sahibi
yaralanmıştır.” Saatçi, a.g.e., VI, 351. 28 Kerkükî, Dîvân, s.61; Terzibaşı, a.g.e., s.66; İnal, Son Asır Türk Şairleri, II, 803.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 173 ~ 

Her kim ister aşk meydânında erlik göstere
Başını top eyleyip çevgâna katlanmak gerek
Gün gibi çekmek gerek her dem bulutlar kahrını
Ay gibi bedr olmaya noksâna katlanmak gerek
İster isen bir Züleyhâ-tal’at ile yâr ola
Yûsuf-ı Mısrî gibi zindâna katlanmak gerek
İster isen Hâlisâ kâmınca ola her işin
Yâr-ı tab’-ı câhilü nadâne katlanmak gerek”29
“Buhâr-ı âteş-i gamla gönül mirâtı jeng30 oldu
Hayâl-i tîr-i müjgânım dile zahm-ı
31 frenk oldu
Cebîninde nedir çîn-i32 sitem Ey Rüstem-i âlem
Boyanmış gamzeler kana acep kimlerle cenk oldu
Nice tozlar kopardı rüzigâr-ı fitne-i devrân
Açılmaz çeşm-i giryânım cihan başıma teng33 oldu
Nedir sende bu şerm u mestlik ey gözleri şehlâ
Kızarmış gül ruh u lâ’lin şarab-ı lâle-renk oldu
Ricâlar eyleyip kılsa niyâz-ı bûs-ı ruhsârın
Terahhüm eylemez Hâlis dil-i dildâr senk oldu.”34
29 Terzibaşı, a.g.e., s.66-67; Terzibaşı, bu gazelin Abdurrahman Hâlis’in Dîvân’ında bulunmadığını
bir yazma mecmûâ’dan alındığını ifade etmektedir. 30 Pas, kir, küf
31 Yara, tazyik
32 Kırışıklık, çatlak 33 Dar, sıkıntılı 34 Terzibaşı, a.g.e., s.68; Terzibaşı, bu gazelin Abdurrahman Hâlis’in Dîvân’ında bulunmadığını bir
yazma mecmûâ’dan alındığını ifade etmektedir.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 174 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

“Şâh-ı iklîm-i velâyettir gürûh-ı Kâdirî
Râh-ı aşkda zü’l-keramettir gürûh-ı Kâdirî
Cümle erbâb-ı tarîkat bülbül-i şûrîdedir
Anlara bağ-ı letâfettir gürûh-ı Kâdirî
Dâmenin tutmuş bular Sultân Abdülkâdir’in
Mazhar-ı lutf u hidâyettir gürûh-ı Kâdirî
Gavs-i Muhyi’d-dîn ihya eylemiş dîn-i nebî
Revnâk-ı din-i risâlettir gürûh-ı Kâdirî
Küntü kenzen kapısını men aref miftâh ile
Feth eden şâh-ı velâyettir gürûh-ı Kâdirî
Dâhil ol var ol gürûha bî-teemmül Hâlisâ
Sâhib-i emn ü emânettir gürûh-ı Kâdirî”35
Abdurrahman Hâlis’in İki Farsça şiirinin çevirisi şöyledir:
“Her nereye baksam gerçek maksadım senin yüzündür.
Fakat gözyaşı ile dolu iki gözümde hayalinden başka bir şey bulamam.
Hangi toprağa ibadet kasdı ile alnımı koysam
Taptığım ve maksadım sen, varlığım ve secde ettiğim sensin.
İster Mescid-i Aksa’da, ister rahiplerin kilisesinde olayım.”36
“Sevgilinin cilvesi âşıkların yüzünü örtmüş değildir.
Fakat onun cihan halkına açıklanmasına izin yoktur.
Âşıklara her zerrenin cephesi bir Tûr dağı olur.
Sevgilinin güzelliğinin cilve yeri has Tûr dağı değildir.
Onun zat ve sıfatı cihanın güneşi gibi parlaktır.
Gerçi kendi uzaktır, ama ışığı uzak değildir.
Aşk sırrı virâne gönülde karar bırakmaz,
35 Kerkükî, Dîvân, s.64; Terzibaşı, a.g.e., s.69. 36 Vassâf, a.g.e., I, 131.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 175 ~ 

Mâmûr evin ortasında gizli hazine değildir.
Sevgilinin yolunda çok âşıklar canlarını kaybettiler.
Onun yoluna başını koyan yalnız Mansûr değildir.
Her kim ki, onun aşkından bir yudum içti,
Onun iltifatı gılmânın yüzüne ve hûrînin güzelliğine değildir.
Hâlis kendi kendine cân ile canân arasında perdedir.
Yoksa sevgilisi cândan ve onun cânı ondan uzak değildir.”37
Abdurrahman Hâlis Talebânî’nin Şeyh Safvet Efendi tarafından tahmis edilmiş
olan Türkçe dervişâne gazeli aşağıdadır:
Muhabbet âleminde kendi kendimden hicâb ettim
Açıldım cism ü cân-ı kalbime, bir bir itâb ettim
Tarîk-i aşkda bünyâd-ı hestîyi bî-türâb ettim
“Nigârâ! Mülk-i cismim kenz-i aşkın çün harâb ettim
Anı cânım yerine kalpden nâib-i menâb ettim.”
Açıldı perde-i zulmet nigârın tâb-ı rahşından
Gönül kandı tecellâ-yı cemâl-i feyz-i bahşından
Tecerrüd eyledim yek-ser cihânın arş u ferşinden
“Derûn-i sînemi pâk eyledim ağyâr nakşından
Gönül kâşânesin aşk-ı râhın îçün müsteâb ettim”
Fenâ-yı aşka erdim cezbe-i vaslın semâından
Serâpâ gark-ı nûr oldum hicâbın irtifâından
Tutuştum serteser berk-ı cemâlin iltimâından
“Beyâbân-ı talebde pertev-i hüsnün şu’âından
Tenim baştanbaşa cevvâle-i mevc-i serâb ettim”
Şuûn-ı hilkati ser tâ be ser makdûr tut zâhid
Bu âlemde harâbât ehlini mağfûr tut zâhid
Şarab-ı nâba ger meyl eylesem ma’zûr tut zâhid
“Beni ol zümre-i mestânede mecbûr tut zâhid
Ki ben meyhânede pîr-i mugâna intisâb ettim”
37 İnal, Son Asır Türk Şairleri, II, 804.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 176 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Bahâristân-ı dehri kapladığı âvâze-i gulgul
Ki yoktur ravzâ-i imkânda zülfün gibi sünbül
Gülistân üzre aksin gördü, şeydâ oldu hep bülbül
“Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir gül
Anın-çün âlem içre aşk-ı hüsnün intihâb ettim”
Tutarsa âlem-i imkânı sît ü şöhretim n’olâ
Tasarrufta te’âlî etse feyz ü kuvvetim n’olâ
Rumûz-ı arş u ferşe vâkıf olsa fikretim n’olâ
“Cenâb-ı sakf-ı gerdûne erişse himmetim n’olâ
Ki ömrüm sarf-ı râh-ı bir şeh-i âlî-cenâb ettim”
Hakikatten cenâb-ı Pîr mey sundukda sahbâsın
Bitirdi safhâ-i hâtırda kîl ü kâl kavgâsın
Gözetme anda (Safvet) zevk-ı rûhânî temâşâsın
“Medâris içre (Hâlis) görmedim ben âşk sevdâsın
“Anın çün ilmimi meyhânede rehn-i şerâb ettim.”38
Abdurrahman Hâlis, Fuzûlî’nin aşağıdaki şiirlerini tahmis etmiştir:39
38 Kerkükî, a.g.e., s.57-58; Muhammed Sâdık Vicdânî, Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye, haz. İrfan Gündüz,
s.142.
“Nigârâ! Mülk-i cismim kenz-i aşkın çün harâb ettim
Anı canım yerine kalbde nâib menâb ettim
Derûn-i sînemi pâk eyledim ağyâr nakşından
Gönül kâşânesin aşk-ı râhın îçün müsteâb ettim
Beyâbân-ı talebde pertev-i hüsnün şuaından
Tenim baştanbaşa cevvâle-i mevc-i serâb ettim
Şarâb-ı nâbe ger meyl eylesem ma’zûr tut zâhid
Ki ben meyhânede pîr-i mügâna intisâb ettim
Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir gül
Anınçün âlem içre aşk-ı hüsnün intihâb ettim
Cenâb-ı sakf-ı gerdûne erişse himmetim n’ola
Ki ömrüm sarf-ı râh-ı bir şeh-i âl-i cenâb ettim
Medâris içre Hâlis görmedim ben aşk sevdâsın
Anınçün ilmimi meyhanede rehn-i şerâb ettim.” (Terzibaşı, a.g.e., s.67-68.) 39 Tahmis: Bir şairin, başka bir şairin 2 mısradan oluşan beyitlerini, vezni ve manayı bozmadan,
üslup özelliklerini de koruyarak 3 mısra ilave etmek suretiyle beşlemesidir. İktidarı ve şiir
kudreti yetenler bir gazele olduğu gibi tahmis yazabilecekleri gibi, zevk icabı ya da takati
yetmediğinden gazelin bir kısmına da tahmis yazabilir.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 177 ~ 

“Hayli demdir kim gam-ı âh-ı nedâmet bekleriz
Hânedân-ı aşkta künc-i selâmet bekleriz
Şâm-ı firkatte düşüp subh-i kıyâmet bekleriz
“Nice yıllardır ser-i kûy-i melâmet bekleriz
Leşker-i sultân-ı irfânız velâyet bekleriz”
Bahr-ı aşkında gönül emvâceden itme hazer
Aşkta her kimse baştan geçmese bulmaz zafer
Bağlarız meyhânede sevdâ-yı hüsnünde meğer
“Sâkin-i hâk-i der-i meyhâneyiz şâm u seher
İrtifâ-ı kadr için bâb-ı saâdet bekleriz”
Râhat olmaz giceler gamdan dili-i meklûbumuz
Kan döküp sahrâ-yı gamda dide-yi meskûbumuz
Zevk-i aşk-ı yârdan gayrı değil mahbûbumuz
“Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz
Bir bölük ankâlarız kâf-ı kanâat bekleriz”
Şükrulillah mahrem olduk mahzen-i esrârdan
Rûşen oldu dîde-i giryânımız dîdârdan
Uyku görmez çeşmimiz sevdâ-yı aşk-ı yârdan
“Hâb görmez çeşmimiz endişe-i ağyârdan
Pâsbân-ı genc-i esrârız muhabbet bekleriz”
Kays edip sahrâya saldı gayret-i aşkın bizi
Mest-i şeydâ eylemiştir şiddet-i şevkin bizi
Dûr edip zevk-i cihândan lezzet ü zevkin bizi
“Nice yıllardır ser-i kuy-i melâmet bekleriz
Leşker-i sultan-ı irfanız velayet bekleriz.”
iken, muhammes neticesinde
“Hayli demdir kim gam-ı ah-ı nedamet bekleriz
Hanedan-ı aşkta künc-i selamet bekleriz
Şam-ı firkatte düşüp subh-i kıyamet bekleriz
Nice yıllardır ser-i kuy-i melâmet bekleriz
Leşker-i sultan-ı irfânız velâyet bekleriz.” (Bkz: Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lügât, Aydın Kitapevi, Ankara 1995, s.1021.)
TAED 38, 2008, 159-184
~ 178 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

“Sûret-i dîvâr ediptir hayret-i aşkın bizi
Gayr-i seyr-i bâğ eder biz künc-i mihnet bekleriz”
Âşıkız envâr-ı hüsnün mazhâr-ı dilde görüp
Mesken-i me’lûfumuzdan hüsnünü seyre gelüp
Tâlibân-ı genc-i aşkız cevher-i cândan geçüp
“Kârvân-ı râh-ı tecrîdiz hatar havfın çeküp
Gâhi Mecnûn gâhi biz devr ile nevbet bekleriz”
Sanma zahid bî-eserdir dîde-i giryânımız
Aşktan hali değildir sîne-i büryânımız
Âteş-i aşk ile yanmış hâtır-i nalânımız
“Sanmanız kim geceler bî-hûdedir efgânımız
Mülk-i aşk içre hisâr-ı istikâmet bekleriz”
Berk-i hüsnünden nigârâ şule dünyâyı tutup
Şöhret-i avâz âşıkın kûh-ı sahrâ-yı tutup
Hâlis-i şeydâ tarîk-ı aşkda kanlar içüp
“Yattılar Ferhâd u Mecnûn mest ü câm-ı aşk olup
Ey Fuzûlî biz olar yattıkça sohbet bekleriz.”40
“Öyle mahmûrum ki bilmem bâde-i hamrâ nedir
Cân nedir kendim neyim ibdâ-yı mâ inşâ nedir
Tâ ki medhûş olmuşam ben bilmezem uhrâ nedir
“Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir
Ben kimim sâkî olan kimdir mey-i sahbâ nedir”
Mürğ-ı ruha zülf-i leylâdan yine dâm isterim
Çeşm-i mestinden safâ-yı kalb içün câm isterim
Bilmezem ben kâmımı ger tab’ımı râm isterim
“Gerçi canândan dil-i şeydâ için kâm isterim
Sorsa canân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir”
40 Kerkükî, Dîvân, s.62-63; Fuzûlî, a.g.e., s.67; Fuzûlî, Fuzûlî Dîvânı, haz., Kenan Akyüz ve
Arkadaşları, Akçağ Yayınları, Ankara 1990, s.190; Terzibaşı, a.g.e., s.70-71.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 179 ~ 

Aşktan müstazhar eyler âşıka fikr-i visâl
Fark kılmaz sadmet ü izz ü cemâl ile celâl
Âşık-ı şeydâya yeğdir lezzeti hicr ü visâl
“Vasldan çün âşıkı müstağnî eyler bir hayâl
Âşıka ma’şûktan herdem bu istiğnâ nedir”
Vahdet içre kesret ü varlık gören ârif değil
Lezzet-i cânân içün tâat kılan ârif değil
İlm-i hikmetle riyazâtlı olan ârif değil
“Hikmet-i dünya vü mâ fîhâ bilen ârif değil
Ârif oldur bilmeye dünyâ vü mâ fîhâ nedir”
Hâlisâ sît ü figânın doldurupdür âlemi
Nâle-i dilsûz-i zârın titretüpdür âlemi
Âteş-i âhın serâser yandırüpdür âlemi
“Âh u efgânın Fuzûlî incudüpdür âlemi
Ger belâ-yı aşkta hoşnûd isen kavgâ nedir”41
41 Kerkükî, Dîvân, s.61-62; Fuzûlî, Leylâ İle Mecnûn, haz., Necmettin Halil Onan, Maarif Basımevi,
İstanbul 1956, s.262; Terzibaşı, a.g.e., s.62-63; “Öyle kendimden geçmişim ki ilahî feyz nedir
bilmem. Can nedir, kendim neyim, ibda-yı ma inşa nedir bilmem. Öyle şaşırmışım ki uhrâ
nedir bilmem. Öyle mest olmuşum ki, dünya nedir idrak edemem. Ben kimim, aşk şarabını bana
sunan kimdir, aşk şarabı nedir bilmem. Can kuşuna, sevgilinin zülfünden yine tuzak isterim.
Kalp sefası için, mahmur gözlerinden, muhabbet kadehi isterim. Her ne kadar nefsimi ona ram
etmek, istiyorsam da gönlümün arzusu nedir bilmiyorum. Sevgiliden, çılgın gönlümün arzusunu
yerine getirmesini istiyorum, ancak. Sevgili, çılgın gönlün arzusu nedir diye soracak olsa
bilemem. Kavuşma fikri, aşığa aşkından dolayı gelir. Âşık için, zillet ve izzet, cemal ve celal
arasında fark yoktur. Çılgın âşık, vuslat ayrılığının lezzetini tercih eder. Sevgilinin hayali, aşığı
sevgiliye kavuşmaktan müstağni kılar. Her zaman âşıka sevgiliden bu istiğna nedir. Vahdet
âleminde çokluk ve varlığı gören ârif değildir. Cennet nimetleri için ibadet yapan ârif değildir.
Felsefe ilmi ile meşgul olan ârif değildir. Dünya ve içindekilerin hikmetini bilen de ârif değildir.
Ârif odur ki dünya ve içindekiler nedir bilmeye. Ey Hâlis! Ah u feryâd edişin âlemi doldurur.
Ağlayan yanık gönlünün inleyişi âlemi titretir. Âhının ateşi baştanbaşa âlemi yandırır. Ey
Fuzûlî! Ah edişin ve inleyişin âlemi mest etmektedir. Aşkın Kerbelâ’sında bulunmaktan hoşnud
isen bu kavga nedir.” ttp://www.Halisiyye.com/kitaplar/Halis.pdf
TAED 38, 2008, 159-184
~ 180 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

“Âteş-i aşkın fürûzân olsa âşık nâr olur
Hüsnünü âyine-i dilde gören hûşyâr olur
Her zaman gördükçe âşık gözlerin humâr olur
“Hüsnün oldukça füzûn, aşk ehli artık zâr olur
Hüsn ne miktar olursa aşk ol mikdâr olur”
Cilve-i hüsnün gören âşıktır vü divânedir
Kâbe vü puthaneyi fark eylemez etvârdan
Zâhidâ men eyleme şeydâları dîdârdan
“Cennet içün men’ eden âşıkları didârdan
Bilmemiş kim cenneti âşıkların dîdâr olur”
Bilmemiş vâiz ne mazhârdır olur aşk ehlinin
Yoksa her lahzâ salardı ehl-i aşka mislinin
Düşmese sevdâya bilmez kadr-i zevk-i vaslının
“Zâhid-i bî-hod ne bilsin zevkini aşk ehlinin
Bir aceb meydir mahabbet kim içen hüşyâr olur”
Aşk ilminden olur esrârdan âşık fehîm
Ateş-i aşk içre toprak olmasa olmaz selîm
Eyleme âşıkların derdine dermân Ey Kerîm
“Aşk derdinden olur âşık mizâc-ı müstakîm
Âşıkın derdine dermân etseler bîmâr olur”
Âşık-ı rüsvâ çeker sevdâ-yı aşkın cevrini
Lezzet-i dîdârı bilmez çekmeyenler hicrini
Lücce-i aşkında Hâlis zâyi’ etti ilmini
“Aşk sevdâsına sarf eyler Fuzûlî ömrünü
Bilmezem bu hâb-ı gafletden kaçan bîdâr olur”42
42 Kerkükî, Dîvân, s.59; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, haz., Mustafa Tatçı, Cemal
Kurnaz, Bizim Büro Basımevi, Ankara 2000, I, 131; Fuzûlî, a.g.e., s.53; Terzibaşı, a.g.e., s.61-
62.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 181 ~ 

Şair Hâkî (Kerkük, 1859) Abdurrahman Halis Talebânî için şu gazeli yazmıştır:
“Selâmet gülşeninin bir gül-i handânıdır Hâlis
Fesâhat bağçesinin bülbül-i nâlânıdır Hâlis
Tarîk-i Kâdirî revnak-nümâdır rûy-ı dünyâda
Gülistân-ı zamânın nergisi reyhânıdır Hâlis
Tarîkat tahtının şahı şerîat burcunun mâhı
Hakîkat mihrinin mutlak dürr-i galtânıdır Hâlis
Kemâlâtı dü ‘âlemde bulubdur feyz-i Rahmânı
Maârif dürrünün bir Rüstem-i meydânıdır Hâlis
O Muhyiddîn-i Geylânî anı himmet nümâ etmiş
Cihâna menba’-ı eltâf ile ihsânıdır Hâlis
Serâser bil Irak’ın derdinin dermânıdır Hâkî
Derâviş-i fakirin cân ile cânânıdır Hâlis.”43
Aşağıdaki Gazel de Şair Fevzî tarafından Abdurrahman Hâlis’in ünlü gazeline
nazire olarak yazılmıştır:
“Aşka dildâr olduğumçün sâkî-i meyhânemiz
Her zaman cûş ü hürûş etmektedir mestânemiz
Aşkına rûz-i ezel hem ahd ü peymân etmişüz
Haşre dek ol zevk ile devrândadır peymânemiz
43 Hâlîs, selâmet bahçesinin açılmış bir gülüdür; fesahat bahçesinin ağlayan, inleyen bülbülüdür.
Kâdirî tarîkatı yeryüzünde aydınlık gösteren bir yoldur; Hâlîs, zamane bahçesinin nergisi,
reyhanıdır. Hâlîs, tarikat tahtının sultanı, şeriat burcunun ayı, hakikat mührünün mutlak
yuvarlanmış incisidir. Hâlîs, bilgi ve ahlak güzelliğinin olgunluğu ile Allah’ın bereketini iki
âlemde bulmuştur; o bilimler, marifetler incisinin cesur Rüstem’idir. Muhyiddin-i Geylânî, onu
himmet gösteren yapmıştır; Hâlîs, Muhyiddîn-i Geylânî lütfunun kaynağıyla bu dünyaya
ihsandır. Hâlîs, fakir dervişlerin cân ile cânânıdır, tamamıyla bil; Hâkî, Irak’ın derdinin
dermanıdır. (Saatçi, a.g.e., VI, 365.)
TAED 38, 2008, 159-184
~ 182 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184

Fânî olmak lezzetiyle mahvolub sûzân eder
Pertev-i şem’-i cemâle bâl ü per pervânemiz
Restedir kayd-ı tekâlîf-i gîrân-ı akldan
Halka-yı zincîr-i aşka bend olub divânemiz
Sûretâ bir müflis ü genc-i harâbâtuz velî
Genc-i pür-nakd-i maarifdir velî virânemiz
Aşinây-ı nûr-i vahdet olmayan ahvel nigâh
Levh-i mir’ât-ı hakîkatde olur bîgânemiz
Aşk-ı Mecnûn muhtasar bir kıssa-yı Leylîye’dir
Bahsine Kays’ın kıyâs olmaz bizim efsânemiz
Pey-rev oldum Hâlis’e Fevzî reh-i ihlâsda
Hânkah-ı feyz-i Hak oldu misafirhânemiz.”44
Abdurrahman Hâlis Kerkukî, “Kurtlar Vadisi Irak Filminde Kültürel Ögeler ve
Kimlik Sunumları Üzerine Bir İnceleme” isimli makalede vurgulandığı gibi,
bütün toplum kesimleri tarafından sevilip sayılan, sözü dinlenen bir insan
olmasının yanı sıra, uzlaştırıcı kişiliği ve örnek tavırlarıyla öne çıkan bir tarikat
şeyhini temsil etmektedir.45
Kadirî tarîkatının Hâlisiyye şubesinin kurucusu olan Abdurrahman Hâlis
Kerkukî’nin tarîkatı bugün memleketimizin birçok ilinde, başta Irak olmak üzere
44 Saatçi, a.g.e., VI, 344; Terzibaşı, a.g.e., III, 194; “Sâkî, aşka gönül verdiğim için meyhanemizde
sarhoşlarımız her zaman coşup durmaktadır. Aşkına sadık kalacağımıza ta yaradılış gününde
söz verdiğimiz için, bu zevkle kıyamete kadar şarap kadehimiz elden ele dönüp durmaktadır.
Ölümlü olmak lezzetiyle, pervanemiz mahvolup kanatlarını yüzünün mumunun ışığına yakar.
Aklın yapmak zorunda olduğu işlerden kurtulan divânemiz aşk zincirinin halkasıyla
bağlanmıştır. Görünüşte iflas etmiş, içi boş, harabelerde bulunan hazineleriz. Ancak, aslında
viranemiz marifetlerle dolu bir hazinedir. Birlik ışığını görmeyen şaşı bakışlı, hakikat aynasının
levhasında bizim yabancımız olur. Mecnûn’un aşkı kısa bir Leylâ hikâyesidir. Bizim efsanemiz
Kays’ınki ile kıyas bile edilemez. Ey Fevzî, kurtuluş yolunda Hâlis’in ardından gidince,
misafirhanemiz Hak feyzinin tekkesi oldu.” 45 Ayhan Selçuk, “Kurtlar Vadisi Irak Filminde Kültürel Ögeler ve Kimlik Sunumları Üzerine Bir
İnceleme”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı 22 Kış-Bahar 2006, s.195, ss.183 -210.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 38, Erzurum 2008    ~ 183 ~ 
Avrupa ve Amerika’da hayatiyetini devam ettirmekte ve insanların dünyevî
sıkıntılardan, nefis ve şeytanın tasallutundan kurtulmasında, eğitim ve manevî
terbiyesinde önemli bir rol üstlenmektedir.
KAYNAKLAR:
Abdurrahman Hâlis Talebânî el-Kerkükî, Kitabü’l-Meârif fî Şerh-i Mesnevî-i
Şerif-Dîvân, Rızâ Efendi Basımhânesi, İstanbul 1284.
Abdürrezzak Kâşânî, Şerhu Fusûsi’l-Hikem, Matbaatu Mustafa el-Bâbî, Mısır,
1966.
AYTEN, Yunus, “Şeyh Ahmed et-Talebânî el-Kerkükî”, Sahabeden Günümüze
Allah Dostları, Şule Yayınları, İstanbul 1996.
AZAMAT, Nihat, “Kadirîyye”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 2001, XXIV.
BAĞDATLI, İsmail Paşa, İzâhu’l-Meknûn fi’z-Zeyli Alâ Keşfî’z-Zünûn, Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul 1972.
________, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, Millî
Eğitim Basımevi, İstanbul 1951.
BAYRAM, Ali-Sadi Çöğenli, Seyfettin Özege Bağış Kitapları Kataloğu (Kitap
Adına Göre), I-VI, Atatürk Üni. Basımevi, Erzurum, 1980.
Bursalı Mehmed Tahir Bey, Osmanlı Müellifleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1333.
________, Osmanlı Müellifleri, haz., Mustafa Tatçı, Cemal Kurnaz, Bizim Büro
Basımevi, Ankara 2000.
C. J. Edmonds, Kürtler Türkler ve Araplar: Kuzey Doğu Irak’ta Siyaset Seyahat
ve İnceleme 1919-1925, İngilizce’den çev: Serdar Şengül-Serap Ruken
Şengül, Avesta Yayınları, İstanbul 2003.
DEVELİOĞLU, Abdullah, Büyük İnsanlar (3000 Türk ve İslâm Müellifi), Demir
Kitapevi, İstanbul 1973.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügât, Aydın Kitapevi,
Ankara 1995.
Fuzûlî, Fuzûlî Dîvânı, haz., Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İst. 1961.
________, Fuzûlî Dîvânı, haz., Kenan Akyüz ve Arkadaşları, Akçağ Yayınları,
Ankara 1990.
TAED 38, 2008, 159-184
~ 184 ~  İ. ÇELİK:  Kâdirîyye Tarîkatı Hâlisiyye Şubesinin Kurucusu Şeyh Abdurrahman Hâlis
Kerkükî
TAED 38, 2008, 159-184
________, Leylâ ile Mecnûn, haz., Necmettin Halil Onan, Maarif Basımevi,
İstanbul 1956.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, “Hâlisiyye”, Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim
Basımevi, Ankara 1970.
Hayderî-zâde İbrahim Efendi, “Şeyh Abdurrahman Hâlis Talebânî”, Tasavvuf
Cerîde-i Usbuîyyesi, Sayı: 4-5.
http://www.Halisiyye.com/kitaplar/Halis.pdf
Hüsamüddin b. Molla Ömer, el-Enfâsu’r-Rahmaniyye fî Silsileti’l-Kadirîyyeti’tTalebâniyye,
Kerkük 1973.
Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, çev., Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Seha Neşriyat,
İstanbul 1990.
IŞIK, İhsan, Örnekli Türkiye Ansiklopedisi, Elvan Yayınları, Ank. 2006, I, 30-31.
İNAL, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri (Kemâlü’ş-Şuarâ),
Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 2000.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad, “Fuzûlî”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul 1964.
Muhammed Sadık Vicdanî, Tomâr-ı Turûk-ı Aliyye: Tarîkatler ve Silsileleri,
Melâmiyye, Kâdiriyye, Halvetiyye, Sûfî ve Tasavvuf, haz. İrfan Gündüz,
Enderun Kitabevi, İstanbul 1995.
ÖZGÜR, Hafız Mustafa, Kadirî Yolu: Gerçekte Yaşayanlar ve Yaşatanlar, Emir
Matbaacılık, İstanbul 2007.
SAATÇİ, Suphi, Başlangıcından Günümüze Kadar Türkiye Dışındaki Türk
Edebiyatları Antolojisi, “Irak (Kerkük) Türk Edebiyatı”, Kültür Bakanlığı,
Ankara 1997.
________, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul Araştırma
Merkezi, İstanbul 1996.
SELÇUK, Ayhan, “Kurtlar Vadisi Irak Filminde Kültürel Ögeler ve Kimlik
Sunumları Üzerine Bir İnceleme”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi,
Sayı 22 Kış-Bahar 2006, ss.183 -210.
TERZİBAŞI, Ata, Kerkük Şairleri, Cumhuriyet Basımevi, Kerkük, 1968.

Konular