GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ

Türkbilig, 2006/12: 134-142.
GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ
Ruhi ERSOY
Özet: Bu yazıda, gelenek kavramının tanımı, mahiyeti, toplumla dayalı
uğradığı gelişim,”değişim”,dönüşüm süreçleri ve yeni terkiplerin
oluşumundaki işlevleri üzerinde durulup; Türk Kültürü örneklemesinden
hareketle, geleneğin sürekliliği ve çağın şartlarına göre nasıl terkipler
oluşturabilme yeteneğine sahip olduğu gerçeği de göz önünde tutularak ve
Kıbrıs’ta asırlardır varlığını sürdüren, kaynağını erken dönem Türk
Kültürü’nün Anadolu Coğrafyası tecrübesi üzerinden Kıbrıs adasına taşıyan
geleneklerin adada var oluşundan ve yeniden kendi dinamiklerini oluşturma
sürecinden bahsedilecektir. Böylece geleneğin sürekliliği, Türk Kültürü’nün
Kıbrıs özelinde gösterdiği süreç üzerinden incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Gelenek, Değişim, Türk Kimliği, Terkip,Kıbrıs,
Tradition/Changing and Turkish Identity in Cyprus
Abstract: This article will focused on the description of the term “tradition,”
on its true nature, on its processes of improving-changing-converting which
are parallel to its society and its functions in forming the new compositions.
In the main part of the article, through sampling Turkish Culture, the
continuity of tradition will also be considered, the reality of its having the
ability to form new compositions according to the conditions of its time.
Traditions which have been available for centuries in Cyprus will be
discussed, by getting their source from the early times of the experiences of
Anatolian Culture and the process of forming their own dynamics again and
again. Therefore, I will make determinations about the continuity of tradition
and the ability of Turkish Culture to make the area, special to Cyprus, a
motherland by maintaining the tradition as both being a government and
social dynamics
Key words: tradition, cultural shift, Turkish Identity, synthesis, Cyprus
Gelenek kavramı, her sosyal bilim disiplininin kendi bağlamında tanımına
başvurduğu çok boyutlu bir kavramdır ve her sosyal bilim uzmanı bu kavram
aracılığı ile kendi alanıyla ilgili gelenekler üzerine değerlendirmeler yapar.
Antropolog Benedict geleneğin bu önemli özelliğine dikkat çekerek şunları söyler:
“Gelenekler, toplum kuramcılarının onlarsız hiçbir şey göremeyecekleri

 Yrd. Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi.
GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ
135
gözlükleridir.”(Benedict 1989: 9). Şimdi de çok yönlü özellik taşıyan gelenek
kavramıyla ilgili muhtelif tanım ve değerlendirmelere bir göz atalım.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde gelenek, bir toplumda, eskiden kalmış
olmalarından dolayı saygın tutularak kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi, töre, davranış,
alışkanlık ve kültürel unsurları ifade eder. (TDK 1988: 534) Nitekim kavramın
İngilizce karşılığı olan “tradition” da nakledilme ile alakalıdır. Roma kanunlarında
özel mülkiyet sahipliğinin bir başkasına aktarılmasının bir biçimi olarak kullanılan
Tradition1
, geçiş yoluyla devamlılık ve tekrarı ifade eden, yazılı ve sözlü olarak
tevârüs yoluyla nesilden nesile aktarılan ve toplumda kabul gören yönelimleri ifade
etmekte olup (Shils 1981: 16-17), geçmişten geleceğe doğru dinamik bir akışkanlığa
sahip olma özelliğinden dolayı, şimdi ile gelecek arasındaki evre olarak da kabul
edilmektedir (Sztampka 1993: 56-57).
Gelenekler çıkış noktasında bireysel karakterli olsalar da nakledilme yoluyla
toplumsal olma kapasitesine ulaşabilmektedirler. Nakledilme süreçlerinde ise,
geçmişten geleceğe doğru akıp giden dinamik zaman içinde toplumsal tecrübelerden
oluşan birikimle, toplumların bugününü ve yarınını şekillendirirken; aynı zamanda,
temsil ettikleri toplumlar için bütünleştirici, öteki için de farklılaştırıcı bir işleve
sahip olurlar. Gelenekler toplumsal yapıların farklılığını ve ait olduğu toplumların
yaşam biçimini anlamayı sağladıklarından veya büyük ölçüde yardımcı
olduklarından dolayı halkbilimciler için de önemli bir yol haritasıdırlar.
Gelenek ve kültür kavramları, günlük hayatta her ne kadar birbirinin yerine
kullanılabilen kavramlar olsalar da, bunlar bilim dilinde ayrı ayrı kavramlardır. Bu
ayrıma burada kısaca temas etmek gerekir. Kültür, en genel tanımıyla, bir toplumu
diğerlerinden ayırt eden, maddî ve manevî unsurların tamamını içine alan ve
toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu tarafından kabul gören hayat tarzı (Turhan
1994: 45) diye tanımlanır. Gelenek ise, kültürün şartladığı davranış kalıpları olarak
ifade edilir ve herhangi bir topluma ait kültürün anlaşılmasını sağlayan ve o
toplumun kültürünün şartladığı davranışların anlaşılmasını mümkün kılan vasıtalar
gibi değerlendirilir (Erdentuğ 1977: 12).
Öte yandan gelenek ve kültür arasındaki ilişkide, gelenek; sanat, din, siyaset ve
hukuk gibi bütün kültürel alanları içine alan, kültürü meydana getiren parçaları
birleştiren bir unsur olarak işlev görür (Valliere 1987: 1). Bir başka ifade ile
gelenek, toplumsal yapı ve davranışlardaki kültürel simgelerin bir araya gelmesiyle
şekillenen; kültürel unsurların yayılmasını, genişlemesini sağlayan bir olgudur
(Eisenstadt 1973: 120). Kültür ise, maddesi ve üslubu ile hayatın bütünüdür.

1 İntikal etmeyle alakalı olan “Traditio”nun çoğulu “traditum”, tekili “Traditia” dır.
Kavram, Anthony Giddens’e göre “Tradere” den gelmektedir. bk. GIDDENS,
Anthony; Elimizden Kaçıp Giden Dünya, Çev. Osman Akınhay, İstanbul: Alfa Yay.,
2000, s. 53.
Ruhi ERSOY
136
Kültürel kimlik bu bütünün, gelenek, görenek ve eğitim yoluyla kişiye kazandırdığı
şuurdur (Köseoğlu 1996:31).
Toplumda mevcut maddî ve manevî kültür unsurlarının tamamı aynı zamanda
bünyesinde bir gelenek oluşturma gücü taşır (Shils 1891: 12–16). Bu gücün
toplumda oluşturduğu gelenek de, temsil ettiği ve bünyesinde bulunduğu toplumun
bireylerine, olaylar karşısında, her defasında yeni arayışlar, yeni çözümler arama
yerine, nasıl davranmaları gerektiğini belirten bir kılavuz olur (Tatar 2000: 200).
Hiç şüphesiz toplumsal hafızalar uzun bir sürecin neticesinde oluşur ve bu
oluşum esnasında temel kalıplar, geçmişten şimdi aracılığıyla geleceğe, geniş bir
toplumsal kabul ve katılımla; ritüeller, semboller, norm ve değerlerden meydana
gelen toplumsal pratiklerin oluşturduğu birikim vasıtasıyla yeni kuşaklara aktarılır
(Marshall 1999: 258–259).
Toplumlarda kuşaktan kuşağa yapılan gelenek aktarımları sırasında toplumsal
olma kapasitesine ulaşamayan ve tekrar yoluyla sürdürülebilirliği sağlanamayan
davranışlar, dualar, aklî hükümler, bilimsel öneriler, bireysel düşünceler, gelenek
hükmü taşımazlar (Shils 1981: 30).
Öte yandan geleneğin birikimiyle oluşan kültür ve onun dünya görüşü, anlamlar
sistemi, hayat öncelikleri, değer sıralamaları, anlayış ve duyuş biçimleri bakımından
bir başka kültürün aynısı olamayacağı gibi, kültürler arasında ortak olan insanî
değerlerin gerçekleştiriliş biçimleri ve dolayısıyla hayatın kazanacağı üslup da
birbirinin aynı olamaz. Bu durum, her kültürün aynı zamanda özgün bir kimlik
olduğunun ifadesidir (Köseğlu 1996: 92).
Söz konusu durumu, gelenek hükmü taşıyan ve kültürde sürekliliği yeni
terkiplerle sağlama yeteneğine sahip Türk kültüründen bazı örneklerle desteklemek
mümkündür:
Türk kültürünün gelişim sürecine bakıldığında, bu sürecin erken dönem Türk
tarihinden günümüze sürekli gelişim ve değişime açık bir yapıda olduğu görülür.
Türk kültürü, yarı yerleşik esnek devlet anlayışının hakim olduğu dönemle, yerleşik
esnek devlet anlayışının hakim olduğu dönem aralığında, çevre kültürleri potasına
dahil etmiş ve kendi bünyesinde yeni terkipler oluşturabilmiştir.
Bu konuda kültür tarihçisi Bahaeddin Ögel, Orta Asya’nın ilk ve büyük
devletleri olan Hun ve Göktürkler’in birer imparatorluk olduklarını, bünyelerinde
doğal olarak değişik kavimlerin bulunduğunu; ama, bu iki imparatorluğun Orta
Asya’da müşterek bir kültür yaratabildiği ve bu kültürel yaratma sürecinin diğer
Türk kavimlerinde de devam etmiş olduğu tespitinde bulunmuştur (Ögel 1984: 43).
Ögel, “Hun Devleti’nin siyasi vahdeti, bir yandan Orta Asya’daki kültür birliğini
sağlarken, diğer taraftan da, dış temaslar sayesinde, kendi topraklarındaki insanların
GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ
137
günlük hayatlarına ve zevklerine dışarıdan yeni gelen zevkleri de katmaktaydı”
ifadeleriyle, yeni terkipleri milli üslûba dönüştürme tecrübesinin Türk kültürünün
erken dönemlerinden kaynaklı bir tecrübe olduğunu ifade etmektedir
(Ögel1984:43,44).
“Dedem Korkut’tan Ozan Barışa Dönüşüm” adlı incelemesinde Dursun Yıldırım
bu tespiti destekleyen ve kültürde sürekliliğin çok erken dönemden modern zamana
gelişim, değişim ve terkip oluşturma süreçlerini ele alır (Yıldırım1999); Umay
Günay,
“Cumhuriyet Terkibi ve Barış Manço” (Günay 1999: 237-239)
makalesinde “Türk devlet geleneğindeki süreklilikle devrin şartlarına uygun
sanat anlayışı arasındaki paralellikten hareketle, beş bin yıllık devlet geleneği
nasıl bir terkip oluşturarak modern cumhuriyeti kurduysa, ozanlık geleneği de
buna paralel kendi dinamiğini oluşturup çağın terkibini Barış Manço şahsında
oluşturmuştur.”
yaklaşımı için kültürde sürekliliğin, gelişimin, değişimin ve oluşan yeni terkibin
açıklamasını yapmıştır.
Belirtilen son iki yaklaşımdan hareketle geleneğin, geçmişi anlatan tarihî bir
vakıa olmaktan çıkartılıp toplumların geçmişini, halini ve geleceğini tanımlayan bir
“kimlik” belirleyicisi olarak algılanması gerektiğini ve köklü kültürlere ait
geleneklerin komşu kültürel unsurlarla etkileşerek temsil ettikleri toplumların, kendi
farklılıklarını yeni terkiplerle ortaya koyma gücüne sahip olduğunu
görebilmekteyiz.
Türk kültürünün tarihî tecrübeleri bu hususa dair en canlı örneklerdir. Türk
kültürü, coğrafyayı vatanlaştırabilme ve vatanla göç edebilme (Yıldırım 1998: 134-
144) yeteneğine sahip olduğunu, tarihî coğrafyasıyla ispat edebilmiş bir kültürdür.
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni yeni terkipler ışığında kuran Türk kültürü, coğrafya
olarak Misak-ı Millî ile sınırlı coğrafya üzerinde siyasi sınırları çekmiş olsa da
kültür sınırları yine üç kıtada milyonlarca kilometrede varlığını korumaktadır.
Bugün bu olağanüstü tarihi yeteneği ile o, zamanının küresel gücü olma özelliğini
göstermiş bir müktesebata sahiptir.
Bu bağlamda, Türk kültürünün en canlı varlığını gösterdiği coğrafyalardan birisi
de Kıbrıs adası olmuştur. II. Selim zamanında adanın Türk nüfuzuna girmesi ve
yerleşmesinin sembolü, sadece adaya yapılan imaret ve ibadethaneler olmamıştır.
Aynı zamanda adanın manevi bir halatla ana yurda bağlanmasının sembolü olarak
da, Edirne Selimiye camisi Kıbrıs’ın fetih nişanesi olarak yaptırılmıştır.
Coğrafyanın vatanlaşmasının sembolik atılımlarına eş zamanlı bir süreçte Kıbrıs
adası, aynı zamanda Türk kültür tecrübesinin de taşındığı bir ada olmuştur. Türk
kültür tecrübesinin de nasıl ki Uzak Asya’dan Anadolu’ya, hakim olduğu
Ruhi ERSOY
138
coğrafyaları yaşam tarzıyla vatanlaştırarak gelmişse, Kıbrıs adasına da aynı
heyecanı ve yaratıcılığı taşımıştır.
Bu geliş dönmemek üzere olan bir geliştir; anaları, bacıları, kadınlarıyla
kültürün asıl taşıyıcısı ana dilleri Türkçe’nin asıl mimarlarıyla (Karaağaç 2002:114),
yaşam tarzlarıyla adayı vatanlaştırmak üzere gelinen bir geliştir.
Adada Türkler ve dolayısıyla, Türklerin yaşam tarzının yönlendiricisi olan
gelenek ve görenekleri, asırlar süren varlık mücadelesinde çok çeşitli badireler
atlatmıştır. Söz konusu bu badirelerden birisi de, 1974‘te yaşanan acılı olaylar olup,
anayurdun müdahalesiyle atlatılmış ve adadaki Türk varlığı, kendi dinamikleri
üzerinde devletleşme sürecine girmiştir.
Türk kültürünün coğrafyayı vatanlaştırmasının göstergesi olan vatan toprağının
kutsallaştırılması, şehit kanlarıyla sulanması, kahramanların etrafında efsanelerin
(Sakaoğlu 1992:104-108) ve ağıtların oluşması, ulusal varlık mücadelesinin
verildiği dönemde destanlarından güç alınması gibi kültür pratikleri üzerinden resmi
devlet organizasyonuna dönüşüm koşulları adada 1974 mücadelesinde fazlasıyla
görülmüştür (Paksoy 2005:17-23).
Bu sözel metin oluşumu yanı sıra savaş yılları içinde yazılı edebiyatta da şiirler,
gazeller, rubailer ve muhtelif nazım ve nesirlerle de Kıbrıs Türk kimliği bir kez
daha işlenmiştir. Arif Nihat ASYA’nın Kıbrıs coğrafyası ve Türk kültürü ile ilgili
268 rubaisi vardır (Argunşah 2006: 166).
Barışta, savaşta ve günlük hayatta; destan ve efsaneler yaratmasıyla Türk kültürü
her bağlamda bu coğrafyada varlık göstermiş ve adanın Türk kimliğini
pekiştirmiştir. Kıbrıs adasının mezarlıklarından imaret ve ibadethanelerine kadar,
Türk kimliğinin somutlaşmış göstergeleri olmalarının yanı sıra bu toplantıda
sunulacak olan her bir bildiride de görüleceği üzere doğumdan ölüme hayatın geçiş
dönemi pratiklerinden, sözlü anlatılara kadar uzanan geniş bir yelpazede somut
olmayan kültürel kimliği oluşturmaktadır.
Somut ve somut olmayan kültürel kodlar, sadece miras değil; başka kültürler
için bir deniz feneri iken, bu kodlara sahip olan kültür için pusula işlevi görür.
Dünyadaki kültürler üretim tarzlarına göre kültür kodlarını oluşturmuş, toprağa
dayalı üretim yapılan çağlardaki ulaşım ve iletişim şartları ile sanayileşme süreci ve
günümüzün elektronik kültür ortamına dayalı üretim tarzı ulaşım ve iletişim
vasıtalarını değiştirmiş ve böylece coğrafya olarak birbirine uzak olan kültürler
arasındaki mesafe ortadan kalkmış, kültürel etkileşim ve iletişim hızlanmıştır.
Dünyadaki bu gelişmelerden Kıbrıs Türk kimliği de payına düşeni almıştır (Aça
2004:58-87). Küreselleşmenin dünyadaki kültürleri, hakim kültüre dönüştürme
GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ
139
çabası etkilerini adadaki Türk kimliği özelinde uyguladığı taktiklerle daha da
derinleştirmiştir.
Siyasal anlamda adada Türk kimliğinin bağımsız bir devlet olarak varlığından
rahatsızlık duyan güçler, KKTC’yi yok saymanın yolunun devletin dayandığı
kimliği tahrip etmekten, onu yozlaştırmaktan geçtiği bilgi ve tecrübesine sahip
olduklarından dolayı adada çeşitli stratejiler uygulamışlardır.2

2 Toplamın Yarısı (T ½ Testi) Teorisi
100 adet fare, cinsiyet ayrımı yapılmadan bir tel kafes içerisine konur. Kafes 10 metre
yükseklikteki içi su dolu bir yüzme havuzunun dalma köprüsünün uç kenarına
yerleştirilir. Farelere, su ve yiyecek eksiksiz ve düzenli aralıklarla verilir.
İlk 10 gün kafesin kapağı açık bırakılır. Fareler, çok meraklı hayvanlar olduğundan
devamlı surette açık kafes kapağından etrafta keşif yaparlar. Bu yükseklikten suya
atlamanın “ölümle” sonuçlanacağını saptar ve hafızalarına kaydederler. Ayrıca,
katiyetle aşağıya yani suya atlamazlar.
10 gün boyunca bu sistematik içerisinde uygulama devam eder. 10. günün sonunda
şartlar değiştirilir:
1- Kafesin kapağı kapatılır ve siyah bir bezle kafes tamamen örtülür. Böylece, karanlık
bir ortam yaratılır.
2- Su ve yiyecek düzensizleştirilerek, yani bazen çok bazen az verilerek yaşamsal
problemler yaratılır.
3- Değişik aralıklarla kafese bir hoparlörle ‘tehditkar kedi sesleri’ verilir.
Bu uygulama, 15 gün devam ettirilir. 15 gün sonra kafesin örtüsü kaldırılır ve fareler 2
saat “normalleşmeye” bırakılır. 2 saatten sonra kafesin kapağı açılır ve deneyin
sonunda iki sonuç fonksiyonu ortaya çıkar:
1. Farelerin yarısından azı, önce “uyum sorunu” yaşar; ancak bir süre sonra “yeni”
duruma uyum sağlamaya başlarlar.
2. Farelerin diğer yarısı, hatta daha fazlası hiç tereddüt etmeden süratle kapaktan
dışarıya fırlar ve intihar ederler.
Bu deney hiç şaşmaz. Kaç defa tekrarlanırsa tekrarlansın, hep aynı netice alınır.
Farelerin en az yüzde 50’sinden fazlası, kapaktan dışarıya fırlamanın ölümle
sonuçlanacağını bilmelerine rağmen dışarıya fırlarlar. Buna “İntihar Sendromu”da
denilmektedir.
Peki fareler bu tür bir davranışa neden girerler?
Profesörün deyişine göre: “Çünkü psikolojileri bozulmuştur. Ne yaptıklarını
bilmemekte; hafızaları silinmiş, neticeyi de düşünememekte ve umursamamaktadırlar.
Kurtuluş vadeden ne olursa olsun, ona doğru gözleri kapalı hiç düşünmeden öne
atılmaktadırlar”. Başka bir ifade ile algıların sınırlarının kalktığı bu durumda
“kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı” hissine kapılan, ölümle yaşam arasındaki nirengi
noktalarını tümüyle yitirmiş olan denekler, intiharı bir kurtuluş olarak görmekte ve hiç
tereddüt etmeden ölüme atlamaktadırlar.
T ½ Testi’nin insanlar, daha geniş bir açılımla, toplumlar üzerinde uygulanmasının ise
daha karmaşık sorunlara ve sonuçlara yol açtığı görülür.
Yukarıda incelenen şartlar göreli bir şekilde, kurgulanmış bir sistematik içerisinde, Orta
Doğu, Türkiye ve KKTC halkı üzerinde “başarıyla” uygulanmaktadır. Düpedüz bir
Ruhi ERSOY
140
Söz konusu bu güçler, küreselleşme hedefi doğrultusunda, karşılarına çıkan ve
sağlam bir ulusal kimlik gösteren her siyasal organizmayı değişik taktiklerle yok
etmeye çalışmaktadırlar. Yine bu güçler geleneğin gücünün farkında olarak,
küreselleşme ideolojisine bağlı bir homojen kültür oluşturma idealiyle uyguladıkları
politikaların temeline, gelecekte dünyaya hakim olabilecek “geleneği” oluşturma
düşüncesini koymuşlardır. Bu nihai hedefe ulaşmak için küreselleşme, “hali
efsaneleştirmekte, istikbali ise halin mevcut seyrinin devamlılığına bağlı olarak
yüceltmektedir.”
“Efsaneleşmiş halin, küreselleşme gövdesinde serpilmiş bulunan bazı
dallar vardır. Özellikle kültürel homojenlik, zaman ve mekânın yok olması,
yeni dünya düzeni... Burada ihmal edilen husus ağacın köklerindeki
zayıflıktır. Derinlere kök salamamış olan ağacın köklerinin söz konusu
gövdeyi ve dalları besleyemeyeceğini, hattı zâtında gövdenin niteliğinin de

“bilinç kontrolü” olmasa da, ortaya çıkan ve çıkacak olan sonuçlar, Orta Doğu ve Türk
toplumları üzerinde psikolojik bir savaş yürütüldüğünü gözler önüne sermektedir.
Yürütülen bu savaş, örtülü bir biçimde farklı alanlardan topluma nüfuz ettirilen, hatta
doğrudan damardan enjekte edilen “arada kalmışlık” paranoyasının yaratılmasında ne
yazıktır ki özellikle son dönemlerde- oldukça başarılı olmuştur.
Bu örtülü savaşta oluşturulan şartlar, sözü edilen “arada kalmışlık” hissini, doğal bir
süreç gibi yansıtmış ve bu koşullar üzerinde kurulan döngü ile “intihar sendromu”na
gidilen yol haritası çizilmiştir. Bu noktada oluşturulan şartlar şu şekilde oluşmuştur:
1. Kapalı Kafes: Hapis olma hissi, ilişkilerin kesilmesi tehdidi, (kapalı mekan)
izolasyon, yalnız kalma korkusu...
2. Su Problemi: Bazen var bazen yok veya her bireye yetecek kadar değil (IMF)...
3. Yiyecek Problemi: Bazen var bazen yok veya her bireye yetecek kadar değil (IMF)...
4. Kedi Tehdidi: Süleymaniye’de kafalara torba geçirilmesi, yani “güç bizde, siz
zayıfsınız, sizi mahvedeceğiz, yok olacaksınız. Bakın! sizi de Irak gibi yaparız…”
5. Ambargolar: Küçük düşürücü uygulamalar, ekonomik izolasyon, (Batı’nın
Türkiye’ye uyguladığı 1974 ambargosu) yok sayılma, tanınmama (KKTC örneği) ve
vize uygulamaları...
6. Kafes Kapağının Açılışı: Bunalımdan çıkış yolu, tek çare ABD’nin söylediklerini
yapmak, Annan Planı’nı kabul etmek ve/veya tek kurtuluş yolu AB’ye giriş vs...
T ½ Testi’nin genelde Orta Doğu halkları (Irak – Filistin gibi) özelde ise, Türkiye ve
KKTC üzerindeki uygulama şekli ve sayılan şartlar, son dönem Kıbrıs ve AB
konularında açıkça görülmektedir. tarafından bulandırılan, hatta işgal edilen zihinleri
uygulanmakta olan psikolojik savaşın zeminini oluşturmaktadır. Yani KKTC halkı
üzerinde olduğu gibi, oluşturulan “araf” (Cennet ile Cehennem arasında sıkışmak)
duygusu ile sıkıştırılarak ikileme düşürülen bireylere, “’Bu trene atla kurtul’, ‘bu
kamburdan kurtul’, veya ‘AB’ye gir kurtul’” mesajları örtülü ya da açık bir şekilde
verilmektedir. Başka bir ifade ile T ½ Testi, dar anlamda “birey” genel anlamda
“toplum” üzerinde sıcak savaştan çok daha yüksek tahrip gücü olan psikolojik savaşın
silahı olarak batı tarafından Türkiye’ye karşı kullanılmaktadır. (Kantarcı 2005:244-251)
GELENEK/DEĞİŞİM VE KIBRIS’TA TÜRK KİMLİĞİ
141
dallarının da sanal âlemin efsaneleri olarak, ortak tarihî geçmişe sahip
olamaması dolayısıyla, köklü gelenekler karşısında zafiyet göstermelerini
beklemek yanlış olmayacaktır” (Tatar, 2003: 48).
Bu gerçekten hareketle, köklü ve güçlü bir tecrübeye sahip Kıbrıs Türk kültürü
hiç şüphesiz kendi dinamikleri üzerinde tarihi akışını sürdürecektir.
Kaynaklar
AÇA. Mehmet, (2004), “Küreselleşmecilerin “Ulus Devlet”lere Son Verme ve Ulusal
Kimlikleri Yok Etme Girişimleri” Küreselleşen Dünya ve Türk Kimliği, İstanbul:
Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
ARGUNŞAH, Mustafa, (2006), Dil Yarası, Kayseri: Türk Ocakları Kayseri Şubesi Yayınları.
BENEDICT, Ruth, (1989), Patterns of Culture, Bosyon: Houghton Mifflin Company.
EISENSTADT, S.N,.(1973), Tradition, Change and Modernity, Wiley, New York
ERDENTUĞ, Nermin, (1977), Sosyal Adet ve Gelenekler, Ankara: Kültür Bak. Yay.
GÜNAY, Umay, (1999), “Cumhuriyet Terkibi ve Barış Manço”, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir
Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara: Akçağ Yay.
KANTARCI, Şenol, (2005), Kıbrıs Laboratuvarı, İstanbul: Aktüel Yay.
KARAĞAÇ, Günay, (2002), Dil,Tarih ve İnsan, Ankara: Akçağ Yay.
MARSHALL, Gordon, (1999), Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay – Derya Kömürcü),
Ankara: Bilim ve Sanat Yay.
ÖGEL, Bahaeddin, (1984), İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tarihi, Ankara.
ÖZBEK, Meral, (1991), Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul: İletişim
Yay.
PAKSOY, Hasan B,. (2005), Etnik ve Toplumsal Kimlikler Nasıl Oluşur?, (Çev.Osman
Karatay), Çorum: Karam Yay.
SAKAOĞLU, Saim, (1992), “1974 Kıbrıs Harekatıyla İlgili Efsaneler”, Efsane
Araştırmaları, Konya.
SHILS, Edward, (1981), Tradition, Chicago: The University of Chicago Press.
SZTAMPKA, Piotry , (1993), The Sociology of Social Change, Blackwell.
TATAR, Taner, (2003), “Küreselleşme ve Kültür”, Tabula Rasa, Isparta: Tuğra Matbaası.
…………., (2000), “Gelenek ve Gelecek”, Sosyoloji Konferansları, İstanbul: Yirmialtıncı
Kitap.
Ruhi ERSOY
142
TDK, (1988), Türkçe Sözlük, Ankara: TDK Yay.
TURHAN, Mümtaz, (1994), Kültür Değişmeleri, 2. baskı, İstanbul: MÜİFV Yay.
VALLIERE, Paul, “Tradition”, The Encylopedia of Religion, (Ed. Mircea Eliade), Vol.
XV., Macmillen Pub.,
YILDIRIM, Dursun, (1998),”Coğrafyadan Vatana Geçiş ve Vatan ile Göçediş Problemi”,
Türk Bitiği Ankara: Akçağ Yay.
………….., (1999), “Dede Korkut’tan Ozan Barış’a Dönüşüm”, Türk Dili, s. 570, Haziran.

Konular