KUR’AN TİLÂVETİNDE ARAP VE TÜRKLER ARASINDAKİ FARKLILIKLAR

bilimname XXVI, 2014/1, 25-50
KUR’AN TİLÂVETİNDE ARAP VE TÜRKLER
ARASINDAKİ FARKLILIKLAR
Yavuz FIRAT
Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
yavuzfirat24@gmail.com
Öz
Kur’an’ı Kerim sesli olarak ilk defa Hz. Peygamber (a.s) tarafından okunmuştur. Hz.
Peygamber (a.s)’ın Arap olması ve Arap dilinin doğası gereği seslendirme işlemi de doğal
olarak bu dilin fonetiği içerisinde kalınarak gerçekleştirilmiştir. Öğrenmek ve okumak için
büyük bir gayret içerisine giren ashap, Hz. Peygamber (a.s)’ın okuyuş tarz ve keyfiyetini
elde etmeye çalışmıştır. Gelen nesiller gerek tescil ve gerekse eda anlamında sözü edilen
tarzı korumak için çabalarına rağmen yabancı toplulukların İslama girmeleriyle harfleri
seslendirme, kelimeleri telaffuz ve edada farklı tarzların ortaya çıktığı görülmüştür. Hasılı,
Kur’an’ın, Arap fonetiğini/luhûnunu dikkate almaksızın mûsikî’nin diğer melodi (şarkı-
türkü) vs. tarzlarına benzer şekilde seslendirilmesi, orijinalinden sapma anlamına geldiği
gibi onun kudsiyetiyle de bağdaşmamaktadır.
Anahtar kelimeler: Tilâvet, Fonetik, Tarz, Eda.
  
THE DIFFERENCIES BETWEEN TURKS AND ARABS IN RECITATION OF QURAN
Abstract
The Holy Qur’an was recited aloud for the first time by the Prophet Muhammad (pbuh).
Since the Prophet (pbuh) was an Arab and due to the nature of Arabic language this
recitation was realized within the limits of Arabic phonetics. The companions who did
their utmost to learn and recite the Qur’an tried to attain the nature and style of Prophet’s
recitation. Despite the efforts of forthcoming generations to maintain the above
mentioned style through recording and practice, by the entrance of non arabs into Islam
it is observed that various styles were invented in vocalisation of letters, pronunciation of
words and articulation. As a result it could be said that recitation of the Qur’an in a similar
style to musical melodies (songs, ballads) is a deviation from the original and contradicts
with its sacredness.
Keywords: Recitation, Phonetics, Style, Articulation.
  
Yavuz FIRAT
Giriş
Mîladî 610 yılında Hz Peygamber (a.s)’a vahyedilmeye başlanan
Kur’an, apaçık bir Arapça ile nazil olmuştur.1 Adının, “okunan kitap”
anlamında “Kur’an” olmasından anlaşılacağı üzere, ihtiva ettiği mananın
dışında bir de okunuş keyfiyeti vardır. Okuma dendiği zaman, sessiz ve
sözsüz özellikteki içsel okuma hariç, bu eylemde sesli sözlü harf ve
kelimelerin varlığı anlaşılmaktadır. Söz konusu okuma eylemi Kur’an için
düşünüldüğünde, ona ait harf ve kelimelerin seslendirilerek, metnin açık bir
şekilde ortaya konması kastedilmektedir.
Kur’an’ı sesle okuma işini ilk gerçekleştiren zât, vahyin kendisine
indiği Hz. Peygamber (a.s)’dır. Hz. Peygamber (a.s) okuduğu şekilde Kur’an’ı
arkadaşlarına da öğretmiş, bu keyfiyeti garantiye almak için zaman zaman
onlardan Kur’an okumalarını da istemiştir. Hatalar olduğunda düzeltmiş,
Kur’an harflerine verilecek sesleri öğretmiş ve böylece gelişigüzel
okumaların önü alınmıştır. Güzel okuma maharetine sahip kimseleri seçerek
yetiştirmiş ve diğer insanların Kur’an öğrenme isteklerini karşılamada onları
bu kimselere yönlendirmiştir. Ashap içinde okuyuşuyla seçilmiş kimseler,
Kur’an öğretiminde içtenlikle sorumluluk almışlar ve birbirlerine yardım
etmişlerdir. İşin başında Kur’an öğretiminde böyle bir sistem kurulmuş ve
süreklilik kazanmıştır. Kur’an kırâatinde güzel okuyuşuyla temayüz etmiş
kimseler hiç eksik olmamıştır. Dolayısıyla Arapların kırâatinde med, kasr ve
ses keyfiyeti gibi hususlarda hatalar olduğunda bunlar bilenlerce hemen
tashih edilmiştir. İlk devirlerde genellikle öğretim işi şifâhen/ağız yoluyla
yapılmış, görsellik ve sema/duyum, kırâat keyfiyetini ve verilen sesleri
icrada belirleyici unsurlar olmuştur. Ancak İslamiyet gelişme gösterip
fetihlerle etrafa yayılmaya başladığında Arap olmayan topluluklarla yüz yüze
gelinmiş ve pek çok topluluk İslamiyeti kabul etmiştir. Arap olmayan yabancı
unsurların Araplarla karışık hale gelmesinden sonra Kur’an kırâatine “lahn”
denilen hatalar, irab hataları, hatalı ve bozuk telaffuzlar girmeye başlamıştır.
Bilebildiğimiz kadarıyla okumaya yönelik hataların önlenmesine yönelik
yazılı çalışmalar Ebu’l-Esved ed-Duelî (v. 69/688) ile başlamış ve devam
etmiştir. Ebu’l-Esved ed-Duelî’nin Kur’an’a koydurduğu doğru okumayı
hedefleyen noktalar/işaretler,2 öğretim işindeki müşâfehe/telkin usulünün
yanına yeni bir unsurun katılması anlamını taşımaktadır. Bu işlem, alan
olarak Kur’an hattı üzerinde olsa da düzgün Kur’an öğretiminde kitâbet/eser
te’lîfinin nüvesini oluşturmuştur. Bundan sonra harfler, sayıları,
mühmele/noktasız, mu’ceme/noktalı olanları, mahreçleri ve telaffuzda
aldıkları seslere varıncaya kadar titizlikle üzerinde durulmaya başlanmıştır.
Sözünü ettiğimiz bu hususlar, hicri II. asırdan itibaren yazılmaya başlayan ilk
İslamî kaynakların hemen hepsinin paylaştığı bilgiler arasında yer
1 Şuarâ Sûresi 195.
2 Husnî Şeyh Osman, Keylâ Nuhtıe fi’l-İmlâ, Cidde 2005, s. 22-23.
|26|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
almaktadır. Halil b. Ahmed el- Ferâhidî (v. 175/791) harflerin mahreçleri
hakkında ilk çalışma yapanlardandır. Arapça ““ ”ذاق الحروفharfleri tattı” tabiri
Halil b. Ahmed için kullanılmıştır. Harfleri tatmaktan maksat, harflerin
mahrecini belirlemek için ağzı açarak fethalı/üstün bir hemze ile mahreci
belirlenmek istenen harfi açıkça söylemektir. Halil b. Ahmed, harfi adeta bir
cisim gibi ağzı içinde o tarafa bu tarafa dolaştırarak en sonunda yerini
belirlemiş ve mesela ( )أب، أت، أح، أع، أغdiyerek B harfinin mahrecinin
dudaklar, T harfinin dil ucu, H ve AYN harflerinin ise boğaz ortası olduğunu
söylemiştir. O, boğaz harfleri içinde AYN ( )عharfini boğazdaki harflerin en
derinlikli harfi olduğunu belirleyip kitabının başına koymuş, merkez kabul
edilen bu harfe uzaklık açısından en yakın harfleri belirleyip sıra halinde son
harfe kadar gelmiştir. Son harf ise MİM harfi olmuştur. Yazdığı kitabına da
“Kitâbu’l- Ayn” adını vermiştir.2F3
Ardından el- Ferâhidî’nin talebesi Sîbeveyh (v.180/796), hocasının
verdiği bilgileri de içeren “el-Kitab” adlı detaylı kitabını te’lîf etmiştir. Bu
kitapta Arap dili lehçeleri ile bunlar arasındaki mukayeseler ve çıkarımlar
yer almış, kırâatlara ilişkin hususlar ve bunların
söylenmesinden/okunmasından meydana gelen farklı seslerle ilgili bilgilere
yer verilmiştir. Mesela harflerden, hemze’nin tahkîkı, teshîli, beyne beyne’si,
imâle ve fethi gibi hususlar söz konusu edilmiştir. Yine kitabında Sîbeveyh;
harflerin sayısı, çıkış yerleri, mehmusu, mechûru, aslî ve fer’î olanları gibi, bu
konuda nahivci, dilci ve kurrâ’ nın alanlarında yapacakları çalışmalara bir
esas teşkil etsin diye “Arap ses sistemi” üzerinde durmuştur.4 Öyle ki bundan
böyle, kıraat, tecvid ve resmu’l-hat alimleri yazdıkları kitaplarda ses ve sesler
konusuna eğilmişler, nahiv ilmi içerisinde değerlendirilen bu konuya özel bir
yer vermeye başlamışlardır. Başlangıçta kitap te’lîf ve tedvîni olmaksızın
sadece muşâfehe ve telkîn üzere yetinilen ses ve sesler hususu, özellikle
kıraat ve tecvid kitaplarında mühim bir konuma sahip olmuştur.5 Nitekim
Avrupalı bilginler bile, ilk devirlerde Müslüman bilginlerin seslerle ilgili çok
yönlü araştırmalara girmiş olduklarını dile getirmekten kaçınmamışlardır.6
İlk dönem bilginlerinin te’lîf ettikleri sarf, nahiv, belağat, arûz, kırâat
ve tecvid gibi eserlerde ses ve telaffuz keyfiyetlerine yer vermiş
olmalarından maksat, Arap dilinin icrasında mevcut sesleri ortaya koymak
ve özellikle bu seslerin Kur’an kırâati söz konusu olduğunda eda’ya yansıyan
tonlarına dikkat çekmektir. Bu durum önem arzetmektedir. Yukarıda da
3 el- Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l- Ayn, (tahkîk: Mehdî el-Mahzûmî, İbrahim esSâmirâî), Beyrut 1988, I/47.
4 Sîbeveyh, Amr b. Osman b. Kanber, el- Kitab, (talîk: İmîl Bedi Yakup), Beyrut 1999,
IV/572 vd. Muhammed Hassan et-Tayyân, İlmu’l-Esvât İnde’l- Arab, Şam 1994, s. 3.
“Mecmeu’l-Luğati’l- Arabiyye”, Cilt: 69, sayı: 4, Teşrînu’l- evvel 1994, s. 777-802.
5 Muhammed Hessan et-Tayyân, age, s.11-12.
6 Muhammed Hessan et-Tayyân, age, s. 2.
|27|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
değinildiği üzere tabiiler döneminde özellikle Kur’an kelimelerinin irabı
konusunda hatalar yapıldığı bilgisine sahibiz. Ancak harflerin harekelerine
göre almaları gereken sesler konusunda da kaçınılmaz olarak hatalar
olmuştur. Nitekim kaynaklarda harflerin mahreçlerine ve sıfatlarına yer
verilmiş olması bu gerçeğe işaret etmekte ve verilen bilgilerin tümü, fesahatı
bozulmamış bir Arap’ın seslendirmesi gibi Arap harflerini doğru
seslendirmekten başka şeye hizmet etmemekteydi. İslama giren topluluklar
ise sadece Arap değildi, yabancı pek çok kavimden oluşuyordu. Biz Türkler
bu kavimlerden sadece birini oluşturuyorduk. Her bir kavmin kendine özgü
alfabesi vardı. Harfleri ve kelimeleri seslendirmede farklı sesler çıkaran
hançereye sahiptiler ve Arap alfabesinde olan bazı harfler onların
alfabesinde yoktu. Böylece İslam’a giren toplulukların, bir Arap’ın bile
eğitime muhtaç olduğu Kur’an harflerini seslendirme konusunda aşmaları
gereken bir çalışma yapmaları gerekmekteydi. Nitekim öyle de oldu. Hz.
peygamber (a.s) zamanında Medine’de Mescid-i Nebevî’nin yanında Kur’an
öğretimi için teşkil edilen Suffe örnekleri medrese ve Dâru’l- Kurrâ’lar İslam
topraklarının her tarafına yayıldı. Kur’an öğretiminde uzman kişilerden
Kur’an ta’lîm edildi. Hatta buna o kadar önem verildi ki, kırâat formlarının
bir uzmandan alınması dışında tecvidin inceliklerinin de ancak “fem-i
muhsin” denilen bir uzmanın ağzından/öğretiminden alınabileceğine karar
verildi.7 Anladığımız kadarıyla tarihi süreçte bu usûle olabildiğince özen
gösterildi. Ancak zamanımızda yüce kitabımızı okuma konusunda İslam
âlemini bir bütün olarak düşündüğümüzde mesela, Kur’an’ın kendi dilleriyle
nazil olduğu Arapların okuyuşuyla Türklerin okuyuşu arasında harfleri
seslendirme, tecvid kurallarını icra ve tilâvet esnasında icra edilen nağme ve
makamlar arasında bariz bir farkın olduğuna şahit olmaktayız. Tilâvet edilen
Kur’an aynı fakat icrada sanki iki ayrı Kur’an dillendirilmiş olmaktadır. Bu
hususiyet acaba daha ilk dönemlerden beri gelen bir durum mu, yoksa bu
ayrımın izleri yakın geçmişte mi belirmiştir bilemiyoruz. Zira kitabet dışında
bu işin sesli icrasının kaydına son yarım yüz yıldan biraz daha fazlası hariç,
sahip değiliz. Aslında tarihi sürece baktığımızda Araplarla iç içe olmasak da
onlardan bağlantısız da değildik. Osmanlı devletinin kuruluşunu takip eden
yıllarda kırâat ilminde büyük bir usta olan İbn Cezerî (v. 833/1429) ’nin
797/1394 yılında Bursa’ya geldiğini ve orada önemli eserlerini kaleme
almakla birlikte pek çok talebe yetiştirdiğini bilmekteyiz.8 Yine Şeyh
Nasıruddin Tablâvî (v. 966/1558)’nin damadı ve en özel talebesi olan Şeyh
Ahmed el- Mesyerî el- Mısrî (v.1006/1597), 9. asır ortalarında Mısır’dan
hilafet merkezi İstanbul’a getirilip Eyüp Sultan Camiine imam tayin edilmiş,
1006 hicri tarihine kadar mezkûr camide Teysîr, Dürre, Tayyibe ve Takrib
tariklerini okutmuştur. Sonra şeyh Ali el-Mansûrî (v.1134/1721), hicri 1088
7 Muhammed Mekkî Nasr, Nihâyetu’l- Kavli’l- Müfîd, Beyrut 2003, s. 13.
8 Mustafa Atilla Akdemir, “Zübdetu’l-İrfân” Adlı Eserin Metodolojik Tanımı ve Tahlili,
(Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul
1999, s. 26.
|28|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
yılında Mısır’dan İstanbul’a gelmiş ve Mısır tarikini okutmuştur.9 Kırâatte
uzman olan bu zatlar milletimizin evlatlarına kırâatı ta’lîm etmekle birlikte,
herhalde okuma esnasındaki tarzlarını da vermişlerdir. Bütün bunlara
rağmen Kur’an tilavetinde Araplar ve Türkler arasında söz konusu icrada
bazı farklılıklar meydana gelmiş ve bugün bu ayrıma dikkat çekmek için Türk
usûlü, İstanbul tarzı vs. gibi ayırımlara gidilmiştir.10
Buna bir akademisyenin ifade ettiği gibi belki “mahalli okuyuş”
denmesi daha doğru olur.11 Çünkü her milletin mahalli okuyuşunda bile
9 Muhammed Emin Efendi, Umdetu’l-Hullân fî İzâhi Zübdeti’l-İrfân, İstanbul 1287 Hicri, s.
5-6.
10 Faruk Beşer Yeni Şafak Gazetesinde “Dinde Milliyetçilik” isimli peş peşe yazdığı bu
konuya dair iki makalesinde Türk usûlü veya İstanbul tarzı Kur’an okuyuşlarını
sanatsal/artistik ya da şov okuyuşlar olarak isimlendirir, Kur’an’ın anlamını örtmeye
yönelik bu okuyuşlarla İslam’ın kültürleştirilmesinin ve millileştirilmesinin
hedeflendiğini söyler. Cumhuriyet dönemi ulusçuluğun kendine özgü bir din oluşturmak
istemesinin hedeflerinden birinin de Türk usûlü Kur’an tilaveti olduğunu iddia eden
yazar, bu okuyuşlarda sergilenen makamların ruhu değil nefsi tatmine yönelik olduğunu
vurgular. http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/dinde-milliyetcilik/, (02-
04.11.2012).
Yazarın yazılarında yer verdiği iddialarında haklılık tarafları olmakla beraber, Kur’an
okuma tarzı meselesinde bizce kastetmek istediği şeyi biraz aşmış bulunmaktadır. Zira
yazarın cumhuriyet dönemi Kur’an okuma tarzı olarak ifade ettiği bu Türk tarzının
tamamen cumhuriyet döneminin ürünü olduğunu söylemek oldukça zordur. Eğer böyle
olsaydı yazar nispeten haklı olabilirdi. Ancak bunu söylemek kolay değil. Yani
cumhuriyetle birlikte bir okuma tarzı sonlandırılmış ve başka bir tarz başlatılmış değildir.
Çünkü bu birden bire sağlanabilecek bir şey de değildir. Kanaatimce, sanata ve onun
icrasına ağırlık veren bir millet olarak bu okuma tarzı (Allah bilir ya) sanatsal bir icra
olarak son dönem Osmanlı geleneğinden gelmektedir.
11 Mehmet Akif Koç, “Kur’an Kıraatinde Türklere Özgü Mahalli Okuyuş Sorunu”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2 (2010), s. 82.
Mehmet Akif Koç, Mekke’de gerçekleşen uluslararası Kur’an-ı Kerim’in hıfzı, tilaveti ve
tefsiri yarışmasında jüri üyesi olarak bulunmuş, çeşitli ülkelerden katılan yarışmacıların
arasında Türk yarışmacıların da yer aldığı bu yarışmada Türklere özgü “mahalli
okuyuş”un prim etmediğini görmüştür. Bu konuda bize özgü “mahalli okuyuş”tan yakınan
yazar, “diğer okuyucular arasında tarz bakımından nitelik, bizim hafızlarla onlar arasında
ise neredeyse mahiyet farkı vardı” demektedir. Yazar, evrensel kabul edilmesinde
tereddüt gösterilemeyecek Arap tarzı karşısında bizim kendimize özgü mahalli
okuyuşumuzdaki ısrarımızın siyasî ve psikolojik iki temel sebepten kaynaklandığını
söylemektedir. Bunlar; tarihte tüm müslümanlara önderlik yapan bir millet olarak, hiç
değilse Kur’an’ı öğretmede önderliğimizi devam ettirerek, salt ilmî bir meselede siyasî bir
duruşu tercih etmemiz, bir de, (herhalde) evrensel kimliğimize zarar verecek endişesiyle
“büyük oranda sanal tehdit algıları yüzünden” bize özgü mahallilikten kurtulamamaktır.
(Bkz, ilgili makale, s. 82, 85-87).
Yazara katılmamak mümkün değil. Zira zikredilen sebeplerin izlerinin içimizde
bulunduğunu söylemezsek doğru davranmış olmayız. Bu gibi durumlarda içimiz, bize ait
olanın doğru görülmesi ve kabul edilmesinden yana tavır alıyor. Ancak bundan
kurtulmamız lazım. Yazarın bahsettiği bu yarışmaya geçmişte yarışmacı olarak katılan
ben de, dile getirdiği şeylere aynen şahit oldum. Balkanlardaki bazı ülkelerin İslam
topluluklarını temsilen yarışmaya katılan yarışmacıların hepsi, okuyuş tarzında biz
|29|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
neredeyse farklılıklar olabilmektedir. Mesela mahalli okuyuşla Türk
okuyuşunu kastettiğimizde, kendi okuyuşumuzun içerisinde ses, nağme ve
makam bakımından farklı tonları duyabilmekteyiz. Yani milletimizin
okuyuşu arasında bile bir birlik mevcut değildir. Bunların tümü Türklere
özgü mahalli okumalar olmaktadır. Dolayısıyla kendi okuyuşumuzla
Arapların okuyuşunu kıyaslamaya kalktığımızda ise kendimize has
tarzımızla onlardan bariz bir şekilde ayrılmaktayız.
Kur’an tilâvetinde tarz meselesi konuşulduğunda, (bizde) ilgili ilgisiz
herkes bir kanaat ifade etmekte, doğruyu araştırıp bulmak yerine çoğunlukla
kulakların âşina olduğu yerel tarzlar savunulmaktadır. Bazılarımız ise,
eskiden böyle bir şey yoktu, bu mesele nereden çıktı, öyleyse şimdiye kadar
bizim okuyuş keyfiyetimizin hükmü..? gibi sorularla bu işle uğraşmanın
doğru olmadığını söylemektedir. Hatta kendi tarzımızdan Arap tarzına
geçildiği takdirde bize ait bir değerden mahrum kalacağımız bile dile
getirilmektedir. Evet! Alışık olduğumuz şeyleri korumaya yönelik
duygularımızın harekete geçmesi açısından meseleye bakıldığında
savunmacı tavırları anlayabiliriz. Ancak tarzımızın, egemen ve orijinal
görülebilecek Arap tarzına uzaklığı bu işle uğraşan bizleri rahatsız etmekte
ve bizleri buna en azından yakınlaşmaya zorlamaktadır. Böyle olması
gerektiğinin birçok sebepleri bulunmaktadır. Zira eskiden dünya
milletlerinin birbirleri ile ilişkileri şimdiki gibi değildi. Milletler birbirlerini
her yönüyle bilme imkânına sahip olamıyorlardı. Şimdi ise pek hızlı iletişim
araçlarının varlığıyla küçülen dünyamızda herkes birbirinden haberdar
olabiliyor. Örneğin Kur’an tilâvetiyle ilgilenen bir Türk, hem ülkemiz hem de
diğer İslam ülkeleri kârî’lerinin okuyuşlarına çok rahat ulaşıyor ve bir
değerlendirme yapabiliyor. Kendi okuyuş tarzımız ile diğer okuyuş tarzları
arasında bariz farkları görünce, farklılığın nereden geldiğini, hangisinin daha
sahih ve orijinal olduğunu düşünmekten edemiyor. Bu konuda kaynakları
kim daha iyi anlıyor ve bu dilin fonetiği hangi tarzı destekliyor? gibi sorulara
mecburen cevap bulmaya çalışıyor.
İşte tam da bu noktada bizleri bu münakaşadan kurtaracak ve bu
konularda imdad edecek köklü gerçekler, (bereket ki) kaynakların
vurguladığı hususlar arasındadır: Bunlar, “Kur’an okuma işinin ilk etapta
Arabistan bölgesinde ortaya çıktığı, Arap dili içerisinde kalınarak
gerçekleştiği, yine Hz. peygamber (as)’ın kendilerine ta’lîm ederek icrada
referans gösterdiği bazı kişilerin öğretimiyle ekolleştiği, bu anlamda
sistemleşmeye gidilerek gelenekleştiği ve zaman içerisinde inkıtasız
akıcılığını elde ettiği” gerçekleridir. Anlaşılacağı üzere bunlar sapmalardan
bizleri koruyacak yönlendirici sabitelerdir. Buna göre okuma eyleminde
Türkleri taklit ettikleri ve sesleri Arap fonetiğine uymadığı için dereceye giremediler.
Mahreç tespiti iyi yapılamayan ve birbirine benzer olarak telaffuz edilen harflerin yanı
sıra, ötrelerde harflere “Ü” sesi verilmesinin büyük dikkat çektiği bu okuyuş tarzı
Arapların gülmesine sebep oluyordu. Anlaşılan tilavette tarz meselesi önemlidir ve
üzerinde durulması gerekmektedir.
|30|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
şahit olunacak dikkat çekici bir farklılığın/sapmanın olması halinde,
belirleyiciliğin, kaynakların yanı sıra bu konuda bilgi ve beceriyi almış bir
Arap veya onun gibi birisine ait olduğu kendiliğinden açığa çıkmaktadır.
Öyleyse elbette eksende olması ve kendisine uyulması gereken/mukteda bih
okuma tarzı, gelenekte var olan icazet usulünden nasiplenmiş ve böylece
Kur’an kırâatinde uzmanlaşmış, anadili Arapça olan biri ya da onun gibi
birinin okuyuşu olacaktır. Yani bizim gibi Arap olmayanların gerekli usûl ve
eda biçimini almadan, sadece mahalle Kur’an Kursunda veya camiinde
hafızlık yapmış olmaları sebebiyle kendi fonetik ve seslerine dayanarak bu
konuda Araplara nispetle belirleyici olamayacaklardır. Çünkü her dilin
fonetiği diğerlerinden farklılık arz etmektedir. Biz ancak kendi dilimizle
alakalı bir hususta belirleyici olabiliriz. Aksi takdirde böyle bir şey
yaptığımızda birilerine; “kendilerine ait malumları olan şeyleri” onlara ta’lîm
kabilinden yakışıksız bir şey yapmış oluruz.
Kısacası, Kur’an okuma işinde Arap dili kullanılacağından, her milletin
tilâvet hususunda biraz Araplaşması gerekecektir. Bu cümlenin delalet ettiği
Arap fonetiği gerçeği de dahil olmak üzere bu makalede Araplarla bizim
okuyuşumuz arasındaki farklara değinilecektir. Yukarıda da bahsettiğim
üzere bu farklılıklar; “sıra ile harflerin hareke sesleri, incelik kalınlıkları,
harfler arası kurallardaki keyfiyetler/sıfatlar, bir de uygulanan nağme
ve makamlardan” oluşmaktadır. Sıraladığımız bu ana konulara ilişkin
bağımsız başlıklarla değerlendirmeler yapılacaktır. Böylece Arapların
okuyuşuna nispetle okuyuşumuzda gözlenen farklılıklar tashih edilebilirse
birlik sağlamış ve evrensel olana ulaşmış olacağız. En azından okuma
konusunda onlarla aramızdaki mahiyet farkını gidermiş olacağız.12 Şimdi
sırası ile bahsettiğimiz bu farklılıklara değineceğiz. Bu hususta düzeltilecek
ilk iş harflere verilen sesler olacaktır.
1. Arap Harfleri Ve Aldıkları Seslere Riayet Edilmesi
Arap alfabesinde lam elif ile birlikte 29 harf bulunmaktadır. Bir şeyin
ucu kıyısı anlamına gelen harf, sesin bir tarafı veya onun bir parçasıdır. Eğer
insan nefesi iradeli olarak bir mahrece dayandırılırsa ses meydana gelir ve
bu da bir harf olur.13 Dolayısıyla harflerin resimleri sadece onları tanımak
içindir. Bizim ilgileneceğimiz harflerin isimleri değil, o isimleri meydana
getiren ve telaffuzunu sağlayan harflerin hareke ve sükûn halleriyle
okunuşlarıdır.14 Harflerin harekelerine göre aldıkları sesler ise, o harflerin o
dildeki ses yapı ve özelliklerini gösterir. İşte bu, ses ilmi/ fonetiktir. Çünkü
fonetikte, bir dilin ses özellikleri, harflerin sahip olduğu sesler, seslerin rengi
12 Mehmet Akif Koç, agm, s. 82.
13 el-Kârî, Molla Ali b. Sultan, (Aliyyu’l-Kârî), el- Minehu’l-Fikriyye alâ Metni’l- Cezeriyye, ts,
s. 12.
14 Ali Rıza Sağman, Sağman tecvidi, İstanbul 1958, s. 8-9.
|31|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
ve tonu gibi hususlar incelenmektedir.15 Seslerin hava ile nakledilmeleri
esnasında beliren fizyolojik özellikler ve telaffuz keyfiyetleri olan fonetik,
Kur’an-ı Kerim’in kırâatı için söz konusu olduğunda, bu özellikler kırâatların
eda keyfiyetlerinde kendini göstermektedir. Zira bu eda biçimleri daha çok
ses görüntülerinden ibarettir. Örneğin hemzenin vurgulanması, teshîl, ibdâl
ve hazfedilmesiyle okunması gibi hususlar, çeşitli ses görüntüleri ve bugün
fonetik/ ses ilmi başlığı altında etüt edilmesi gereken hususlardır.16
Tabii ki, bu konuda öncelikle harflerin harekelerine göre bağımsız
olarak aldıkları sesler ele alınmalı ve uzman kişilerin harflere verdikleri
sesler dikkatle izlenmelidir. Ayrıca sadece Arap alfabesinde yer alan bazı
harflerin telaffuz keyfiyeti de yine önem arz etmektedir. Bu konuda harfler
arasında hareke seslerine göre bir ayırım yapmak gerekirse harfler iki kısma
ayrılmaktadır. Harfler aslî ve fer’î olmaları bakımından veya sıfatları
itibariyle pek çok ayırıma tabi tutuldukları gibi yine sıfat dairesi içerisinde
kalınlık ve incelik bakımından da ayırıma tabi tutulmuşlardır. Kalın sesli
harfler kalınlık sıfatını haiz olan isti’lâ ( )استعلاharfleridir. Bunlar ( خص ضغط
)قظibaresini oluşturan harflerden oluşmaktadır. Bunlar fetha halinde (A
sesi), kesre halinde (I ile İ arası) bir ses ve damme halinde ise kalınca (U sesi)
almaktadırlar. Yani bu harflerin seslendirilmesinde dil kökü kabarıp sesler
üst çeneye yükselmektedir. Harflerin ses doğrultusunda okun ucu yukarı
doğrudur. Tabiî ki harekelere göre değişebilmektedir. Mesela fetha halinde
harfin sesi daha dik iken diğer iki harekede biraz eğimlidir. Aynı durum
harfin uzatılması durumunda da gözlenen bir keyfiyettir. Özetle kalın sesli
harflerde harf telaffuz edilirken ses üst çeneye doğru yükselmektedir. Mesela
Kur’an’ın nüzûlü döneminde Arap, kalın sesli harfi telaffuz ederken ( )صharfi
için SA deyip SE demiyordu, ya da Peltek ( )ظharfi için ZA deyip ZE
demiyordu. Aynı durumu diğer kalın sesli harflerde de gözetiyordu.
Kalın sesli harflerin dışında kalan diğer harfler ise ince sesli istifâle
( )استفالةharfleridir. Bunlar ( )انشر حديث علمك سوف تجهز بذاharfleri olup, fetha
halinde E sesi, kesre halinde İ sesi, damme halinde ise U sesinin ince tonunu
almaktadır. İnce sesli bir harfin damme halindeki ses tonu kalın sesli harfin
ses tonundan farklıdır. İnce ve kalın sesli harflerin dammeli hallerinde
aldıkları U sesinin tonları farklı olmaktadır. Tabiri caiz ise U sesinin bir ince
bir de kalın tonu vardır. İnce sesliler U sesinin ince tonu noktasından, kalın
sesliler ise kalın tonu noktasından seslendirilmektedirler. Kısaca bizim
seslendirmelerimizde çok yaygın olan ve bize has tarzıyla dikkatleri çeken Ü
15 Alican Dağdeviren, “Kur’an’ın fonetik İ’câzı”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, sayı: 20(2009/2), s. 51.
16 et-Tayyan, age, s. 12; Necdet Çağıl, Kıraat Olgusu Çerçevesinde Kur’ân’ın Belağat ve
Fonetik Yapısı, İlahiyat Yayınları Ankara 2005, s. 17, 22.
|32|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
sesi Arap dili fonetiginde bulunmamaktadır. Bir Arap asla ( )مؤمنونkelimesini
telaffuz ederken bizim gibi (MÜ’MİNÜN) demez. ( )مستهزؤنkelimesini
(MÜSTEHZİÜN) diye seslendirmez.
İnce seslilerin fetha halindeki uzatılma hallerine gelince, bir Arap ince
sesli bir harfi fetha işareti ile uzatırken bazılarımızın yaptığı gibi ne sırf A sesi
ne de E sesi ile uzatır. Gözlemlediğimiz kadarıyla E ile A arası bir sesle
uzatmaktadır. Yani ( )ماderken MÂ ya da MÊ demez. Orta bir sesle uzatır.
Mesela eğer doğru telaffuz eder ve uzatırsak LÂLE kelimesindeki LÂ sesine
benzer bir sesle uzatır. İnce sesli harflerde harfin ses yönü ağzın alt kısmı ve
dışa yöneliktir. Anlatımdan ziyade bunlar bir uzmanın seslendirmesinden
duyulmalı, taklit edilerek alınmalı ve öylece nakledilmelidir.16F17
Yine Arap dili fonetiğinde, bizim ve İranlıların telaffuz ettikleri “O” sesi
bulunmamaktadır. Mesela “Hoca veya Kova” derken seslendirdiğimiz “O”
sesini bir Araptan Kur’an kırâatinde duymamız mümkün olmaz. Halbuki
Kur’an okuyan İranlı veya Türklerden bazen “O” sesine benzer bir ses veya
aynısını duyabilmekteyiz. Mesela, “ta’lemûn” ( )تعلمونyerine “ta’lemon” diye
seslendirmek gibi. Sakınmamız gereken bu durum, Kur’an fonetiğinde dikkat
edilmesi gerekenlerden biridir.
Kur’an fonetiği ile ilgili bahsettiğimiz bu hususlar, harflerin
seslendirilmesi meselesinde basit hususiyetler gibi dursa da öyle değildir ve
fonetiğine uygun Kur’an kırâatinde işin alt yapısını oluşturan temel şeylerdir.
Zira fonetiğine uygun sesler verilmediğinde harfler birbirleriyle karışmakta,
biri diğerinin yerine geçmekte ve lafızların bozulmasına sebebiyet
vermektedir. Sıradan Arapça bir metni bile bozan uyumsuz sesler, Kur’an
kırâatinde kulakları tırmalayan daha kötü bir hata haline gelmektedir.
Harflerin doğru seslendirilmesi, onlardan şekillenen kelimelerin doğru
anlaşılmasını sağlamakta ve lafızların işaret ettiği anlamları göstermektedir.
Dilde bir kural haline gelmiş ““ ”ألالفاظ قوالب المعانىlafızlar/sözcükler manaların
kalıplarıdır” kuralının gereği böylece doğru seslerle gerçekleşmiş
olmaktadır.
2. Hızlı Okuma Alışkanlığının Terkedilmesi
Kur’an kırâatinde diğer İslam ülkeleri okuyucularından ayrılan bir
yönümüz, Kur’an’ı çok hızlı okumamızdır. İnternet ortamından ve çeşitli
vesilelerle bazı Arap ülkelerine gittiğimizde gördüklerimizden hareketle
17 Bir üstadın ağzından duymak ve görmek için Eymen Rüşdî Suveyd’in videolarına
bakınız: İnternet ortamında Eymen Hoca ( )المقدمة الجزرية فى علم التجويدisimli programının 6.
bölümü- 4 ila 9. dakikaları arasında bu hususlara yer vermektedir.
http://www.youtube.com/watch?v=y9wXxAW5HX8 (Erişim tarihi: 16 Mart 2013).
|33|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
diyebiliriz ki, hızlı Kur’an okuma alışkanlığı sadece bize ait bir özellik gibi
durmaktadır. Zira Araplar çocuklarına Kur’an öğretiminde çok dikkatli
davranmakta ve asla harflerin birbirine karıştırılmasına fırsat
vermemektedirler. Bir hata meydana geldiğinde hemen düzeltmektedirler.
Hatta hafızların ders dinletmelerinde hadr tarzı içerisinde kalarak her bir
harfi açıkça telaffuz etmelerine ve medleri asgari ölçülerde uzatmalarına
tanık olmuşuzdur. Biz de ise, hızlı Kur’an okumak sanki bir fazilet gibi
algılanmakta ve hızlılıkta insanlar adeta birbiriyle yarışa girmektedirler. İşin
kötüsü bu alışkanlık Kur’an’ı çok iyi biliyor anlamında değerlendirildiğinden
özellikle çocuklara Kur’an öğretilirken özendirilmekte ve bir defa alışıldı mı
artık ister hafızlık çalışmaları isterse diğer okumalarda terk
edilememektedir. Bu alışkanlık terk edilmesi gereken bir sorun olarak
karşımızda durmaktadır. Zira Yüce Allah Kur’an’ı tertîl ile/ tane tane açıkça
okumamızı bize emretmektedir. Tertîl okuyuşunda harfler adeta birer inci
dizimi gibi sıralanmalıdırlar. Kaynaklar hızlı okumanın isim ve keyfiyetini
ifade ederken duruma açıklık getirmektedirler. Okuma en hızlı olarak hadr
kavramıyla adlandırılmakta ve bunda keyfiyet olarak hiçbir harfin
kaybolmasına ve hiçbir tecvid kuralının ihmaline fırsat verilmemektedir.
Dolayısıyla hadr’da harf kaybolması ve tecvid kuralı ihmali gibi kırâatın sahih
olmayacağı ve tilâvet diye isimlendirilemeyeceği aşırılıklardan sakınmak
gerekmektedir.18 Hafızlık yapan kimselerin çalışma esnasındaki hızlı
kırâatları sadece kendilerini ilgilendirdiği için “zemzeme” adı verilen ve bir
tür hadr okuyuşu sayılan okuma biçimi ile çalışmalarına izin verilmektedir.19
Bunun ötesinde hadr okuyuşundan daha hızlı okumaların hezrame veya
tahlît olduğu ve bu özellikteki okuyuşların haram olduğu kaynaklarda
vurgulanmaktadır.20 Zira bu okuyuşta bazı harfler kaybolmakta, med
miktarlarına asgari ölçülerde bile riayet edilmemekte, öyle ki bu tarzda
okuyanların bazen ilk söyledikleri kelime anlaşılmakta gerisi bir ses ve
uğultudan ibaret kalmaktadır. Memleketimizde, ölen kimseler için adet
haline getirilmiş hatim indirme merasimlerinde, hafızlık çalışmalarında ve
ramazanda teravih namazı kırâatlarında sözünü ettiğimiz okuma
örneklerine sıkça rastlanılabilir. Vefat törenlerinde hatim okumak için
Kur’an cüzleri dağıtıldığında, bazılarının on dakika içerisinde bir cüz’ü
bitirdiği törene katılanların malumudur. Yine ramazan ayında ya maç saatine
yetiştirmek veya başka amaçlarla teravih namazını yirmi dakikadan daha az
zaman içinde kıldıran ve namazda ne okuduğu belli olmayan jet imamların
varlığı bir başka olumsuz gerçektir. Teravih namazlarında bu vasıfta
imamların camilerinde namaz kılmanın tercih edilmesi ise diğer
düşündürücü bir gerçektir. Bu tür dînî etkinlik ve vecibelerin içeriği olmadığı
18 İbn Cezerî, Ebi’l-Hayr Muhammed b. Muhammed ed-Dımeşkî, en-Neşr fi’l-Kırâati’l-Aşr,
(tah: Ali Muhammed ed-Dabba’), Beyrut ts, I/207.
19 Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 19.
20 Mehmet Zihni Efendi, el- Kavlu’s-Sedîd fî İlmi’t-Tecvîd, İstanbul 1316, s. 27; Muhammed
Mekkî Nasr, age, s. 19.
|34|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
gibi fizikî/zahiri şartları da gerçekleşmemektedir. Manevî vebalden başka bir
sonuç getirmeyen bu tür olumsuzluklar birer sorun olarak çözüm
beklemektedir. Başta Kur’an’ı Kerim’i öğreten biz öğreticiler olmak üzere
ilgili herkesin bu sorunlara çözüm noktasında katkı vermesi gerekmektedir.
3. Ğunne Sıfatını Haiz Harflerde Bu Sıfatın Belirtilmesi
Ğunne sıfatının ilgili yerlerde belirtilmesi, memleketimizde ta’lîm ve
tashih-i hurûf dersi almış az sayıdaki okuyucu hariç, dikkat etmediğimiz bir
eksikliktir. Bu eksiklik yine, yukarıda sözünü ettiğimiz hızlı okuyuşumuzdan
kaynaklanan bir kusurdur.
Ğunne, harf telaffuz edilirken hayşum/genizden çıkan bir sestir.
Ğunne inilti sesine benzer ve tecvid ilminde bir sıfat olarak geçer. Bu sıfat
ister harekeli, ister sakin, ister açık/izhar ister gizli/ihfa, isterse idğam
edilmiş olsun mîm ve nûn harfine özgü, onlardan asla ayrılmayan lazım bir
sıfattır.21 Sıfat mıdır harf midir tartışması da yapılmıştır. Mîm ve nûn
harfinin bir cüz’ü/parçası olması itibariyle harf, sesinin uzaması kısalması
sebebiyle de bir sıfat olarak kabul edilir. Onun için terim olarak, mîm ve nûn
harflerinin cismine bitişik uzayan bir sesten ibarettir denilmiştir. Bu sesin
genizden çıkışında dilin bir işlevi de söz konusu olmamaktadır.22 Mîm ve
nûn harflerinin şeddeli, idğamlı, ihfalı, iklablı () َّ أم ِ ا، م ْ ن َّ �ر، اَنْ َ ت ِ ، م ْ ن بـَْ ع ِ د
okunuşları vardır. Okunuşlarında ğunne sıfatının en mükemmel hali
öncelikle şeddeli okunuşlarında, sonra idğam edilişlerinde, sonra ihfa ve
iklab hallerinde, sonra da izhar ve harekeli okunuşlarında bulunur.
Bunlardan ğunne sıfatının güçlü/en mükemmel olarak gösterilmesi gereken
üç grup örnek aşağıda verilmiştir.22F23
 Mîm ve nûn harflerinin şeddeli örneği : () َ همَّ ْ ت( ,)النَّعِيم
 İdğam edilmiş örneği: ( ْ)ِم ْ ن َّ م ٍ ا ل( ,)اِ ْ ن نَّ َ شأ
 İhfa, dudak ihfası ve iklab örnekleri: ()يـُْنبِ ُ ت( ,)يـَْ عتَ ِ صْ م ِّ با لله ( ,)َ مْن ُ ضود
Ğunne, harfin kuvvetli oluşunun alametlerinden olup, şeddeli
olduğunda bu sıfatın uzatılarak/tutularak gösterilmemesi okuyuşta bir
eksiklik sayılmaktadır. Dolayısıyla şeddeli veya o vasıfta sayılan durumlarda
harfin ğunnesinin iki hareke/bir elif miktarınca tutulması kırâatın
gereklerindendir.24 Bazı Arap okuyucuları ise, imamların, ğunne sesinin belli
21 el- Gîsî, Mekkî b. Ebî Tâlip, er-Riâyeh, (tah: Dr. Ahmed Hasan Ferhat), Ürdün 1996, s.
131; el-Kârî, age, s.69.
22 Suâd Abdulhamid, Teysîrurrahman fî Tecvîdi’l-Kur’an, 2003, s. 103.
23 Muhammed es-Sadık Kamhâvî, el- Burhân fî Tecvîdi’l- Kur’an, Beyrut ts, s. 9-10; Ebû
Muhammed, Mahmud b. Rafet b. Zulet, Ahkâmu’t-Tecvid ve’t-Tilâveh, Endülüs 2004.
24 Safâkusî, Ali b. Muhammed en-Nûrî, Tenbîhu’l- Ğâfilîn ve İrşâdu’l- Câhilîn, (tashih:
Muhammed eş-Şâzelî en-Nîfer), s. 78-79; Kamhâvî, age, s. 9;
|35|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
bir miktar uzatılmasını ifade eden hareke veya med ölçüsünün
belirlenmediğini söylerler. Sadece, şeddeli ve idğamlı olan, ihfa olandan; ihfa
olan izhar olandan; izhar olan da harekeli olandan uzundur, derler. Ölçü
ancak bir uzman/fem-i muhsin’den öğrenilerek alınır ve ğunnenin uzatılması
okuma hızı ile uyumlu bulunur. Tahkîk okuyuşunda daha uzun, tedvîrde
biraz az, hadr’de ise daha da azdır.25 Arap okuyucuların özenle dikkat ettiği
bu durumlara birliği sağlama açısından bizim de dikkat etmemiz
gerekmektedir.
4. İhfa Harfleri Öncesindeki Tenvin Ve Sakin Nûn’un Sesine
Dikkat Edilmesi
Sakin nûn; harekesi olmayan lafız, yazı, vasıl ve vakıf halinde var olan
harftir. Fiil, isim ve harflerde, kelime ortası veya sonunda bulunur. Tenvin
ise, ismin sonuna bitişen zaid/fazladan olan sakin nûn’dur. Tenvindeki sakin
nûn telaffuz ve geçiş halinde var olup, yazı ve vakıf halinde ise
bulunmayandır.26
Sözünü ettiğimiz sakin nûn’un okuma esnasında ihfası/gizlenmesi
esnasında sesinin ince ve kalın oluşu ile ilgili Türk ve Arap okuyucuları
arasında farklılık bulunmaktadır. Türk okuyucuları sakin nûn’un ihfası
halinde ittifakla onu hep ince seslendirmektedirler. Türkler dışında Arap ve
diğer Kur’an okuyucularını dinlediğimizde sakin nûn’dan sonra istifâle harfi
gelirse “onu” ince, isti’la harfi gelirse bu takdirde de kalın olarak
seslendirdiklerini görmekteyiz. Buna yönelik bilgi -benim görebildiğim
kadarıyla- memleketimizde Türkçe yazılmış tecvid kitaplarında
bulunmamaktadır. Her ne kadar ulaşabildiğim eski kaynaklarda mezkur
uygulamaya dayanak olacak bilgiye rastlamış olmasam da, yeni kaynaklarda
böyle bir bilgi yer almaktadır. Öyle ki bu bilgi geçtiğimiz asırda yazılan
Arapça manzum eserlerde bile nazmedilmiştir.27
5. İklâb ve Dudak İhfası’nda Dudakların Formu
İklâb; tenvin ya da sakin nûn’dan sonra (“ )بba” harfi gelirse, tenvin
ya da sakin nûn’un (halis/gizli) bir mîm harfine dönüştürülmesine denir. Bir
telaffuz işlemi olan iklab’ta şedde bulunmaz. Bu işlemde yer alan ilk harf
(sakin nûn veya tenvin) de ğunne sesi vardır. Dolayısıyla kendisinde ğunne
sıfatı olan bir harf yine ğunneli bir harfe dönüştürülmektedir. Sözü edilen
ikinci harf ise ( )مmîm’dir. Bu sebeple, hem dönüşen hem de dönüştürülende
25 İnternet ortamında Eymen Rüşdî Suveyd’ ( )المقدمة الجزرية فى علم التجويدisimli programının
10. bölümü- 40 ila 43. dakikaları arasında bu hususlara yer vermektedir.
http://www.youtube.com/watch?v=_4hSi9ilIlI (Erişim tarihi: 2 Nisan 2013).
26 Muhammed Mekkî Nasr, age, s.117.
27 Atiyye Kâbil Nasr, Ğâyetu’l- Murîd fî İlmi’t-Tecvîd, Kahire 2000, s. 72; Abdulhamîd, age,
2001, s. 105; Ebû Muhammed, age, s. 28;
|36|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
ğunne gerekli olup, her halde ğunnenin belirtilmesi lazımdır.28 Mesela ( َ هنِيئًا
) ْ أن بُ ِ ورَ ك( ,)ِبمَاörneklerinde olduğu gibi.
İlk tecvid eserlerinden biri olan Qîsî’nin (H.437/1045) “Riâye” sinde
iklab bu şekilde anlatılmakta ve tenvin ya da sakin nûn’un “ba” harfi yanında
( )مmîm harfine dönüştürülmesinin gerekçesi verilmektedir. Hemen
ardından aynı eserde bu işlemin bir idğam ameliyesi olmadığı ve bir
dönüştürme/iklâb işlemi olduğu vurgulanmaktadır. Mahreçleri birbirine
uzak olması sebebiyle nûn ve tenvînin “ba” harfine idğam edilememesi bir
tarafa, mahreçleri birbirine yakın mîm ve “ba” harfi bile yan yana geldiğinde
yine mîm “ba” ya idğam edilmemektedir. Mesela ( )َ وُ هْ م بَِرِّ بهِْ مörneğinde olduğu
gibi.28F29 Bu ikinci örnek, “ihfâ-i şefevî” diye isimlendirilen kuralın örneğidir.
Tenvin ya da sakin nûn’un dönüşümünden sonra ğunnenin belirtilmesi
gerekir. Zira ihfa işlemi, ne izhar ne de idğam olup, ikisi arasında şeddesiz
ğunneli bir durumdur.29F30 İklâb da ihfanın bir çeşidi30F31 olduğuna göre bunda da
ğunne ile harfin ihfâsı gerekmektedir. Aynı şey “ba” harfinden önce gelen
sakin mîm’de de (yani ihfâ-i şefevîde) geçerlidir.31F32 Mîm harfi yazıda açıkça
bulunmasına rağmen ğunne ile ihfa olup/gizlenmektedir. Mîm harfinin
gizlenmesi/ihfâsı demek, tamamen yok olması demek değildir. Mahreci olan
dudaklara az dayanması sebebiyle mîm’in biraz zayıflayıp gizlenmesidir.32F33
Zira ihfa’nın; harfin dönüştürülmesi veya dönüştürülmemesi gibi kısımları
vardır.33F34 “Ba”’harfinden önce sakin mîm’in gelmesi durumu ikinci ihfa
şekline bir örnektir. Yani bu işlemde harfin dönüşmesi olmayıp, zayıflayıp
gizlenmesi söz konusudur. Sonuçta yukarıda verdiğimiz her iki örnek
grubunda da telaffuz bakımından bir fark bulunmamaktadır.34F35 Yani iklâb’ta,
telaffuz anında dönüşümden kaynaklanan gizli mîmi veya dudak ihfasında
gerçek sakin mîm’i gizleyerek okumaktan dolayı dudaklar basitçe kapalı
bulunur. Bu esnada mim harfinin ğunnesinin belirtilmesi anlamında genizde
ğunne sesi biraz uzatılır. Kısaca iklâb ve dudak ihfası (harfi dudakta gizleme)
meselesi budur.
Memleketimizde öğrenip uyguladığımız kadarıyla iklâb ve dudak
ihfâsı yukarıda anlatılandan farklı değildir. Yani iklâb, dudaklar basitçe
kapalı halde yapılmaktadır. Ancak Araplardan duyduğumuz televizyon ve
internet ortamında da gördüğümüz kadarıyla, onların birçoğu bizim gibi
28 el- Gîsî, age, s. 266.
29 el- Gîsî, aynı yer.
30 Safâkusî, age, s. 101.
31 Tablâvî, Nâsıruddîn Muhammed b. Salim, Murşidetu’l-Muşteğilîn fî Ahkâmi’n-Nûni’sSâkineti ve’t-Tenvîn, (tah: Yahya Hilal es-Serhân), Bağdat 2002, s. 89-90.
32 İbn Cezerî, age, I/222.
33 Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 122.
34 Safâkusî, age, s. 100,
35 Safâkusî, age, s. 101.
|37|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
dudaklarını basitçe kapatmıyor, hem tenvin ve sakin nûn hem de sakin mîm’i,
dudaklar açık şekilde telaffuz ediyorlar. Memleketimizden bir akademisyen
konuştuğu Kâbe imamlarının birinden; “iklâb’ta dudakların biraz açık,
arasına bir defter sahifesi yatay vaziyette sığacak şekilde yapılması gerektiği”
bilgisini nakletmektedir.36 Benzer şekilde hocalarımız bize, iklâb’da, iki
dudak arasında bir sigara kağıdının kalınlığı ölçüsünde bir açıklığın
olmasından bahsederlerdi. Bunun anlamı, iklâb ve dudak ihfasında
dudakların birbirine sıkıca bastırılmaması demektir. Fakat yukarıda da
bahsedildiği üzere, Arapların birçoğunun iklâb ve dudak ihfasında
dudaklarını açmaları ve neredeyse nohut tanesi sığacak kadar bir boşluk
bırakmaları gerçeği, iklâb kuralının uygulaması konusunda insanı ikileme
götürmektedir. Tabii böyle bir uygulamanın şu sakıncasını da dikkate almak
gerekir. Dudaklar açık konumda iklâb veya dudak ihfasında, dönüştürülen
gizli veya dudak ihfasındaki sakin mîm, telaffuzda hiç yer almamakta,
kaybolup gitmektedir. Öyleyse iklâb ameliyesi de gerçekleşmemektedir.
Neticede, hangi uygulama daha doğru, sorusunu akla getirmektedir? Sonuç
olarak varılan bu ikilemde uygulamaların hangisinin daha doğru olduğunu
düşünürken gönlüm Arapları taklitten yanaydı. Çünkü Kur’an onların diliyle
nazil olmuştu ve bu bir dil meselesiydi. Bu uygulamaya alışmam gerekir diye
düşünüyorken şu gerçeğe rastladım.
Kırâat uzmanı Eymen Rüşdi Suveyd,37 internette İbnu’l-Cezerî’nin
“Mukaddime” isimli tecvidini şerh ederken konuya ilişkin şu enteresan olayı
nakletmektedir:
“Kırk yıl veya daha uzun zaman önce Mısır’da kurrâ imamlardan
birinin aklına bir şüphe gelir. Şöyle ki, (ٍ )َتـْرِم ِ يهْ م ِِ بح َ ج َ ارةderken mîm’i açıkça
okuyoruz. Mesela ( )اَِْ لانْ َ س ُ انveya ( )اَْنـُ ف َ س ُ كْ مderken ihfâ halinde dil bir eylemde
bulunmaz. Dil ucu, nûn harfinin mahrecinden uzaklaşır ve sesi de gider.
36 Mehmet Akif Koç, agm, s. 83.
37 Kendisine yer yer referansta bulunduğumuz Eymen Ruşdî Hoca aslen Suriyeli olup
1955 yılında Şam’da doğmuştur. Geçtiğimiz asrın ünlü kârîlerinden olan Suriyeli
Abdulazîz Uyûn es-Sûd, Muhyiddîn el-Kürdî, Kahireli İbrahim Ali Şehâte es-Semennûdî,
Âmir es-Seyyid Osman başta olmak üzere pek çok zevattan kıraat okumuş, Aşere Suğra ve
Aşere Kübra ilimlerinde icâzet almıştır. Tecvîd ilminde uzmanlığına dair icâzetini Kahire
Kırâât Enstitüsü (Ma’hedu’l-Kırâât)’ nden 1981 yılında almıştır. İbn Ğalbûn (vef. H. 399)
’ un “et-Tezkire fi’l-Kırââti’s-Semân” isimli önemli eserini tahkîk etmiştir. 1978 yılından
itibaren Suudi Arabistan’da olup Cidde şehrinde ikamet etmektedir. İkra’ ()اقرأ
Televizyonunda tecvid ve kıraat dersi programları yapmaktadır. Kıraat-ı Aşere ilminde
doktora ünvanına sahiptir. Rabıtâtu’l-Alemi’l-İslamî’ye bağlı “Uluslar arası Kur’an’ı
Kerim’i Ezberletme Organizasyonu”nda müsteşardır. Kırâât ilminde en güvenilir
senedlere (isnad) sahiptir. Eymen Hoca ile Hz. Peygamber (as) arasında 27 kişi mevcut
olup bu sened zamanımızın en güvenilir (yüce) senedidir. Tanıtımını yapan internet sitesi
onu zamanımızın İbn Cezerî’si saymaktadır. Bak: (http://ar.wikipedia.org/wiki/رشدى أيمن
)سو�د
|38|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
Sadece geride ğunnesi kalır. Ancak ( )ترميهم بحجارةderken mîm harfini dudakta
açıkça okuyor ve bu sebeple dudakları kapatıyoruz. Kalkıp buna ihfâ diyoruz.
Bu nasıl ihfâ ? Demek ki böyle ihfâ olmuyor. O zaman nûn harfinde ihfâ
yaptığımız gibi mîm harfinde de yapmalıyız. Nûn’un ihfâsında dil ucunu
kullanmadığımız gibi mîm’in ihfâsında da dudakları kullanmamalıyız” der
kendi kendine. İlk etapta bu zatın fikrine karşı çıkan alimler olsa da sahip
olduğu ilim ve mevki ve de Kahire Radyosundaki Kur’an kayıt ve yayın
işlerinden sorumluluğu sebebiyle muhalefetten etkilenmez. Sesi güzel
kârîlerin radyodan Kur’an okuma istekleri halinde onları kendi fikrine
zorlaması ve ancak öğreteceği üzere okumaları halinde izin vereceğini
söylemesi ve birçok talebesi aracılığıyla bu uygulamanın yayılmasını sağlar.
Abdulbasıt, Husari, Mahmud Ali Benna ve Mustafa İsmail’i bu konuda eğitir
ve öylece radyoda okutturur. Körfezde artık bu şekilde okuma ve öğretme
keyfiyeti yaygınlaşır, herkes iklâb ve dudak ihfâ’sının bu şeklini duyar. Yani
dudaklar kapatılmadan biraz boşluk (furce) bırakılır.
Eymen Hoca, “alimler bu durumu hoş karşılamadılar. Lübnanlı Tahir
el Fişnî “bu ne biçim ihfa diye mezkur zatın okuyuşuna karşı çıktı” diyor ve
devamla, “ben de tam yirmi yıl bu okuyuş biçiminin doğruluğuna inandım ve
öyle okudum. Sonra kendi kendime neden başka bir tarikte değil de sadece
bu zat tarikiyle bu böyle geliyor dedim ve araştırmaya koyuldum. Okuyucular
ve ilgili alimlerle görüşmem sonucu ( ) ُْ أن هذا الامر مح َ د ٌ ثbu işin yeni bir iş
olduğunu anladım. Bana bu konuda yeterli ve ikna edici cevabı ise Trablus
kârîsi Şeyh Salahaddin Kebbâre verdi” demektedir.38 Salahaddin Kebbâre
1950’li yıllarda mezkur düşüncenin sahibinden kırâat-ı seb’a okumuş. Bu zat
o zamanlar herkesin okuduğu eski usul üzere iklâb ve dudak ihfâsını
yapıyormuş. Mesela ( ) ِ ترميهم بحجارة، م ْ ن بـََ ع ِ دderken, dudaklar kapalı halde
telaffuz ediyormuş. Aradan 10 yıl kadar bir zaman geçmiş. Bir fırsat doğmuş,
Salahaddin Kebbâre kırâat-ı aşereyi mezkur zattan okumak için tekrar
Mısır’a gittiğinde, ona ihfâ yaparken dudaklar arasında bir boşluk (furce)
bırakacaksın demiş.
Eymen Rüşdi Hoca, dudaklar arasında bir boşluğun olmayacağının
gerekçesini şöyle açıklıyor: ( )ترميهم بحجارةderken birinci kelimenin sonu mîm
harfi ile bitiyor. Bu halde dudaklar tabiî olarak kapalı hale geliyor. Ardından
henüz dudaklar açılmadan be harfi telaffuz edilmeye başlanıyor ve bu esnada
dudaklar açılıyor. Şimdi hangisi daha kolay? Boşluk koyarak okumak mı
38 Şeyh Muhammed Salahaddîn Kebbâre 1921 yılında Lübnan’ın Trablus Şam şehrinde
doğmuştur. Dindar bir ailenin çocuğudur. 1941 yılında hıfzını ikmal etmiş, 1945 yılında
Mısır/Kahire’de kârî’ es-Seyyid Osman’dan Şatıbiyye Tariki üzere Kıraâtı Seba’yı okumuş
ve aynı zattan 1960 yılında Kıraâtı Aşereyi ikmal etmiş ve icâzet almıştır. Salahaddîn
Kebbâre Lübnanlı bir kârîdir. İnternet ortamında tilâvet örnekleri mevcuttur. Bak:
(http://ar. wikipedia.org/wiki/).الشيخ محمد صلاح الدين كبارة
|39|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
yoksa dudaklar kapalı iken okumak mı? Dili bozulmamış fasih konuşan
Arapların haberler anlamına gelen (ُ ) ْ ألاْنـبَاءveya koku anlamına gelen () َ عْنـَبـْر
kelimesini telaffuz ederken dudaklarda boşluk bıraktıkları görülmüş müdür?
Halbuki onlar nûn harfini mîm’e kalbederek telaffuz etmektedirler. Öyleyse
iklâb ve dudak ihfâsının telaffuzunda dudaklarda bir boşluk olacak
görüşünün bir temeli yoktur. Buna bir temel bulmaya çalışılsa sözü edilen
kârî’in yaptığı gibi bu ancak kıyas-ı fasid/ yanlış kıyas olabilir. Kaldı ki şimdi
insanlar furce/boşluk konusunda da birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Kimi şu
kadar, kimi bu kadar kimi de orta yolu bulmaya çalışarak bir tutarsızlık
içerisinde bulunmaktadırlar. Eymen Hoca bu anlamda, bizim de makalemizin
başında ifade ettiğimiz öğrenim ve öğretimde yazılı kaynaklar ve onların
gelenekten gelen doğru uygulamalarının birlikteliğinin önemine vurgu
yapıyor ve okuma işinde nevzuhur oluşumların temelini ise şöyle
gerekçelendiriyor:
)اِ ْ ع ُ مال ِّ الذ ْ ه ِ ن فى نُ ُ ص ِ وص ْ الأ ّ ئمِ ة بَعيداً َ ع ِ ن ّ التـلَِّ قى اَلَْ مْنطُ ِ وق(
“Okuma işinde yeni çıkarımlar; gelenekten gelen eda yönünü
dikkate almadan imamların koydukları kurallarda i’mal-fikir/fikir
jimnastiği yapmaktan kaynaklanmaktadır” diyor.39 Konuyla ilgili özel bir
araştırma yapan diğer bir akademisyenin nihaî olarak vardığı sonuç da,
“iklabta dudakların birbirine azıcık değmesi, dil ucunun serbest kalarak,
genizden gelen ğunne sesinin en az bir elif uzatılması, maklub olan mim’in
zatının tamamen kaybolmayıp birazcık gizlenmesidir” şeklinde olup Eymen
Hoca’nın söylediğine uygun düşmektedir.40 Ancak yukarıda zikri geçen bu
nevzuhur icat, sadece telaffuz edilmekle kalmamış, Arap aleminde yeni
yazılan bazı tecvid kitaplarına da bir kural gibi girmiştir. Mesela bu
kitaplarda İklâb’ın keyfiyeti anlatılırken, “ba harfinin yanında dudaklar
kapatılmaksızın yahut sıkıca bastırılmaksızın mîm’in ihfâsı/gizlenmesi ve
küçük bir delik/furce bırakılması” bilgisi yer almaktadır.41 Arap aleminde
üstelik otoriter bir kârî tarafından ihdas edilen bu durum gibi okuyuş
sapması olarak nitelendirilebilecek yanlış yönelimler, herkesin daha dikkatli
olmasını zorunlu hale getiriyor. Kırâat örfünün tespitine önem verilmesini ve
kuralların icrasının keyfiyeti konusunda özen gösterilmesini gerekli kılıyor.
39 İnternet ortamında Eymen Hoca ( )المقدمة الجزرية فى علم التجويدisimli programının 10.
bölümü- 16 ila 30. dakikaları arasında bu hususlara yer vermektedir.
http://www.youtube.com/watch?v=wGypTG6g8yU (Erişim tarihi: 16 Nisan 2013).
40 Ali Çiftçi, “Kur’an Okuyucularının Uygulamasında İttifak Sağlayamadıkları Bir Konu
Olan İklâb’ın Değerlendirilmesi”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 32, 2011, s.
253.
41 Husnî Şeyh Osman, Güzel Kur’an Okuma, (Hakku’t-Tilâveh), (çev, Yavuz Fırat), Ankara
2005, s. 248; Ğanim Kaddûrî el-Hamed, Ebhâs fî İlmi’t-Tecvîd, Ürdün 2002, s. 143- 144;
Abdulhamid, age, s. 173.
|40|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
6. Ra Harfinin İncelik ve Kalınlığına Dikkat Edilmesi
Kur’an kırâatinde dikkat edilmesi gereken hususlardan bir tanesi de
Râ ( )رharfinin kalın ya da ince okunması meselesidir. Gerek balkanlarda
yaşayan müslümanların okuyuşlarında gerekse memleketimizde Ra harfinin
sesine fazla dikkat edilmemektedir. Sıradan insanlar değil, Kur’an
öğretmekle sorumlu kimselerin bile bu harfin hakkını vermemesi, küçük
hata/lahn-ı hafî olarak kabul edilen bu hatanın yaygınlığını göstermektedir.
Öyle ki pek çok imam, müezzin ve ilgili kurumlardaki Kur’an Kursu
öğreticileri, Râ harfinin incelik ve kalınlığına dikkat etmeden
seslendirmektedirler. Genellikle kalın okunduğu yerlerde hep ince
okunmaktadır. Ses bozukluğu, haliyle şekil ve kalıp bozukluğunu da
beraberinde getirmektedir. Bunun için İngiltere’de “Râ Harfinin Telaffuzunu
Koruma Cemiyeti adlı bir teşkilat kurulmuş, cemiyetin tüm üyeleri “râ”
harfinin doğru telaffuz edilmesini sağlamak amacıyla kendilerini görevli
kabul etmişler, (okuyucu), konuşmacı ve spikerleri denetleyerek bu harfi
yanlış telaffuz edenleri sürekli uyarmışlardır.41F42 Haiz olduğu sıfatları, nasıl
telaffuz edileceği, incelik ve kalınlığının keyfiyyeti her tecvid kitabında
anlatılan bu harf için kaynaklara başvurmak ve egzersiz yapmak özellikle
okuyucu ve öğreticiler için kaçınılmazdır.
7. Harekelerde Dudakların Formu/ Dudak Talimi
Harekelerde dudakların formu meselesi, tilâvet esnasında dudakların
alması gereken şekille ilgilidir. Her işin yapıldığı bir şekli olduğu gibi Kur’an
okuma esnasında harflerin harekeleriyle alakalı dudakların alması gereken
biçimler vardır. Bunları usulünce yapmak, tilâvetin adabından olup, her
harfin yerinde ve harekesiyle telaffuz edilmesine imkan sağlar. Sözü edilen
hususlar memleketimizde yazılan tecvid kitaplarında daha çok “Dudak
Ta’lîmi” başlığı altında ele alınır ve incelenir.43 Ulaşabildiğim Arapça
kaynaklarda bu konuda özel bir bölüme rastlamış değilim. Bir kitapta konu
ile ilgili olarak, harflere verilen harekelerin isimlerinden hareketle kısaca şu
bilgi verilmektedir. Özetle yazar, “harfin üzerine konan işaret/fetha/üstün’e,
fetha denmesinin sebebini bir harf bu işaretle seslendirildiğinde ağzın biraz
açılıp dudakların normal görünümde olması şeklinde açıklamaktadır. Harfin
önüne konan işaret/damme/ötre’ye damme denmesi bu işarette dudakların
ileriye doğru yumuk olmasındandır. Bu halde dudaklar normal değildir ve
şekli değişmiştir. Bunun gibi harfin altına konan işaret/kesra/ esre’ye kesra
denmesi ise, alt dudağın biraz alçalması ve alt çenenin biraz kırılması
sebebiyledir. Ancak dudakların görünümü yine normaldir. Araplar gerek
harekeleri ve gerekse uzatılan harfleri telaffuz ederken dudakların alması
42 Yasin Kahyaoğlu, Arap Dili Fonetiği ve Telaffuz Problemi, s. 6.
http/www.onlinearabic.net/forum/RTE
43 Ali Rıza Sağman, Sağman Tecvidi, İstanbul 1958, s. 38. Bu konuda yazı yazanlar
genellikle Ali Rıza Sağman Hoca’nın eserinden iktibas ederler.
|41|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
gereken formda bir selika ile bunları doğru yaparlar. Fakat Arapçayı konuşan
pek çok kimse özellikle damme ve kesra’dan sonra gelen sakin bir harfi doğru
düzgün yapamamaktadırlar. Bu konuda alıştırma yapmaları gerekmektedir.”
sözleriyle bizim dudak ta’lîmi dediğimiz hususa işaret etmekte ve bunun
önemi üzerinde durmaktadır.44 Burada dikkatleri çeken husus, damme
işareti olan harfte dudakların formunun normal olmayışıdır. Mesela, Ke-SuRa ( )كثرdediğimizde dammeli harf olan peltek Se’de dudaklar öne doğru
yumulmakta ve normalliği bozulmaktadır. Bu tür örneklerde farklılık yoktur.
Ancak “sakin harfte dudaklar önceki harfin harekesinin doğrultusuna
tabiidir” ve “bütün izhar ve dil ihfaları da bu hükme göre icra edilir” diye
bizde kurallaştırılmıştır.45 Mesela, ( )نَِبيٌّ َ كِ ريمٌ( ,) ُ كْنـتُْ م( ,) َ غُ ف ٌ ور َ حلِ ٌ يم( ,)َ لهُْ مgibi
örneklerde kurala göre (lehum) deki sakin mîm He harfinin dammesiyle,
(ğafûrun) kelimesinde sondaki tenvin yani sakin nûn Ra harfinin
dammesiyle, (kuntum) kelimesindeki sakin nûn damme sesiyle ve gelen
harfte dammeli olduğu için dudaklar yumulu olarak damme sesiyle ve yine
(nebiyyun) kelimesindeki tenvinden bedel sakin nûn yine damme sesiyle
ُ ) gibiسْنـُبـلٍَ ة( ,)ِم ْ ن بُطُ ِ ون( ,)لَِ م ْ ن يـُْقتَ ُ ل( ,) َ علَْيِ هْ م ُ مْؤ َ ص َ دةٌ( ,)َ م ْ ن يـُْؤِم ُ ن( ,)ِم ْ ن نُ ٍ ور( bitmelidir. Yine
kelimelerde idğam ve iklâb olan yerlerde sakin harften sonra gelen harfin
dammesine uyum sağlamak için dudaklar yay gibi ileri doğru uzatılarak
telaffuz edilmektedir. Örneklerdeki harf ilişkileri kesradan dammeye,
fethadan dammeye ve dammeden dammeye diye değerlendirilmekte ve bu
halde dudaklar normal değil yumuk haldedirler.46 Bizler dudak ta’lîmi dersi
aldığımızda hocalarımız tarafından böyle öğretildi ve dudaklarımız buna
göre alışkanlık kazandırıldı. Söz konusu uygulamaları İstanbul’daki bazı
hocalar bilir ve onlardan ders almış olanlar da böylece öğrenmiş olur ve
gittikleri yerlerde öğretirler. Ancak televizyon ve internet ortamında verilen
Kur’an öğretimi ders halkalarında izlediğimize göre Arap aleminde örneğini
verdiğimiz yerlerde dudakların aldığı formlara izin verilmemektedir. Öyle ki
okuyucu, mesela ilgili örneklerdeki sakin nûn veya sakin mîm harfini telaffuz
edip ğunnesini uzatırken şayet dudakları dammeye kaçarsa, hoca onu ikaz
etmekte ve sakin harfe damme sesi/işareti verme diye ikazda
bulunmaktadır. Yani örneklerdeki gibi yerlerde sakin nûn veya sakin mîm
harfinin ğunnesi, dudaklar normal/düz halde iken uzatılmakta ve sadece
gelen dammeli harfte dudaklar ileri doğru yay haline getirilmektedir. İşte bu
ve buna benzer uygulamalar Arap okuyucularla Türk okuyucular arasında
dudak ta’lîmindeki uygulama farklılıklarıdır. Vav ( )وhariç her hangi bir harfi
sakin okuduğumuzda dudaklarımızın biçim olarak normal olduğunu tecrübe
44 Husnî Şeyh Osman, age, s. 47-48. Bu kitap, tarafımdan “Güzel Kur’an Okuma” adıyla
Türkçeye tercüme edilmiştir. Bak: (Güzel Kur’an Okuma, (Hakku’t-Tilâveh), (çev, Yavuz
Fırat), Ankara 2005.
45 Ali Rıza Sağman, age, s. 40.
46 Ali Rıza Sağman, age, s. 40-43.
|42|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
ile tespit ettiğimize göre, dudakların biçimi meselesinde Arapların
uygulamasının külfetsiz ve dolayısıyla benimsenen şekil olması daha uygun
görünmektedir.
8. Kur’an Tilâvetinde Sesi Kullanma Biçimleri
Genellikle insanlar; seslendirecekleri sözleri ait oldukları topluluklar,
aşina oldukları sesler, dinledikleri ya da duydukları müziksel formlar ve
makamlara göre seslendirirler. Seslendirilecek metin Kur’an olduğunda,
okuyucunun alışık olduğu tavır ve tarzlar nispeten ona da yansır. Nitekim
Kur’an’ı Araplar kendi tarzlarına göre, diğer milletler, mesela Sudanlılar,
Mağripliler veya biz Türkler kendi üslup ve tarzımıza göre kırâat ederiz.
Böylece harfler ve kelimeler aynı fakat seslendiriliş bakımından melodik
tarzlar ayrıdır. Alışık olunan tavır ve tarzlardan kaynaklanan ses renkleri
Kur’an’a yansımaktadır. İşte bu durum, yine birliktelik sağlamamız gereken
Kur’an kırâatinde ümmetin halklarını birbirinden ayırmaktadır. İşin arzu
edilmeyen tarafı da, tarzlar yarışı ve iddialarının insanları ihtilafa
sürüklemesidir. Nitekim Arapların, Türklerin okuyuşunu, Türklerin de
Arapların okuyuşunu önemsiz gördüklerine dair değerlendirmelere zaman
zaman şahit olmaktayız. Artık günümüzde bu anlamda olumsuzlukları
gidermenin vasıtaları çoğalmıştır. Dolayısıyla Arapların okuyuşlarını diğer
İslam toplumlarındaki okuyucuların çoğunlukla taklit ettiği şekilde ya taklit
etmek ya da en azından Arap tarzıyla kendi tarzımızı birleştirmek suretiyle
bir senteze gitmek bizim için birleştirici bir yol olarak görünmektedir.
Bu sözlerimizle orijinallikten kaçtığımız ve taklitçiliği önemsediğimiz
anlaşılmamalıdır. Çünkü Kur’an kırâatinde iyi okuyanı taklit gerekir. Bu
işlem ister karşımızda okuyuşunu dinleyip kendisinden öğrendiğimiz canlı,
isterse sadece dinlediğimiz ama yanımızda olmayan biri olsun fark etmez.
Eğer amaç bir tarz dahilinde sesi kullanma becerisi elde etmek ise usta birini
sürekli dinleyerek ve ona katılarak taklit etmek, nağmeli seslendirmeler için
kaçınılmazdır.47 Taklit, düz okuyuşlar için de gereklidir. Zira onda da yine bir
tarzı elde etmek amaçtır. Bütün bu çabalar orijinallikten kaçış değil, aksine
her hangi bir tarzda okunan ve orijinal olanı elde etmek içindir. Zaman
zaman tekrar ettiğimiz ve bir kural haline gelen “Kur’an, ancak bir fem-i
muhsinden alınır” sözü tüm ifadelerimizi içinde barındırmaktadır.
Önemli olan Kur’an tilâvetini düzgün yapmak ve sesi ölçülü
kullanmaktır. Çünkü Kur’an’ı güzel okumakla ilgili Hz. Peygamber (a.s)’ın pek
çok sözü vardır.48 Burada ayrıca Kur’an makamla okunabilir mi okunamaz
47 el- Akrabâvî, Zeydan Mahmud Sellâme, Esâlîbu’t-Ta’lîm İndel-Kurrâ ve’l- Mukriîn, Ürdün
ts, s. 70.
48 Buharî, Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahîhu’l- Buharî, İstanbul ts, Tevhid, 31, 32, 44,
52; Fedâilu’l-Kur’an, 19, 31. Müslim, Müslim b. Haccac el- Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, İstanbul
ts, Müsafirîn, 232, 233, 234, 235, 236. İbn Mace, Ebî Abdillah Muhammed b. Yezîd elKazvînî, Sünenu İbn Mace, İstanbul ts, İkame 176. Nesâî, Ali b. Bahr en- Nesâî, Sünenu’nNesâî, İstanbul ts, İftitah 83. Ebû Dâvûd, Süleyman b. el- Eşas, Sünenu Ebî Dâvûd, İstanbul
|43|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
mı meselesinin derin ayırımına da girmeye gerek yoktur. Zira bu konudaki
ihtilaf yine kaynaklarımızda mevcuttur.49 Kur’an düz olarak makamsız da
makamlı da okunabilir. Şunu ifade etmek gerekir ki, Kur’an’ı makamla
okumaya karşı çıkanların temel gerekçeleri, makamla okuyan kimselerin
kırâatlarının lahn denilen hatadan beri olmadığı düşüncesine
dayanmaktadır. Böyle bir okuyuşta alışılmış kırâat tarzından çıkılarak onun
belirlenmiş nitelikleri terk edilmekte ve bir takım yapmacık seslere yer
verilmektedir. Böyle okuyan kimseler, tilâvetin gereklerine bağlı kalırlarsa
kendi uydurdukları yapmacık seslerinden vaz geçecekler, kendi yapmacık
seslerine uyarlarsa o zaman da kırâatın gerektirdiği şeyleri
yapamayacaklardır. Sonuçta bunlar, uzatılması gerekeni kasretmekte, kısa
okunması gerekeni de uzatmakta, sakin harfi harekelemekte ve harekeliyi
sakin yapmakta, idğam edilmesi gerekeni izhar ve izhar yapılması gerekeni
de idğam yapmaktadırlar. Özetle yapmacık seslerle Kur’an okuyanlar,
kırâatte caiz olmayan pek çok şey icat etmekte ve nağmelerde aşırılık
yapmakla insanların dikkatini tilâvetten ziyade kendi güzel seslerine
çekmektedirler. Halbuki bu okuyuş sakıncalıdır.50 Güzel ses Kur’an’ı daha da
güzelleştirir ve güzelliğine güzellik katar. Ancak bunun da yine aşılmayacak
bir çerçevesi vardır. Kur’an okuyucu sesini kullanma ve makam
icrasında/musikîde büsbütün serbest değildir. Mesela Kur’an, musikî
kalıpları içerisine dökülerek besteli olarak icra edilen diğer musikî ezgileri
gibi okunamaz. Hicri dördüncü asırda mevâli denen kimselerden bunu
gerçekleştirmeye uğraşanlar, hatta musikî aletleri eşliğinde mizmarlar ile
okumak isteyenler olmuştur. Bu tür eylemler kişinin -rical ilminde yer bulanadaletini yok eden ve şahitliğinin kabul edilmesine engel olan durumlar
olarak nitelenmiş ve yasak bid’atler olarak kabul edilmiştir.51
Kur’an, tecvid kurallarına uymak şartıyla musikî unsurlarına yer
verilmeksizin düz olarak okunabileceği gibi, belli bir makamın ses dizisini
esas alarak serbest, irticalî/ doğaçlama ile de okunabilir. Kur’an, tilâvet
esnasında doğaçlama olarak onu okuyan kimse tarafından tecvid sistemleri
dahilinde bestelenir.52 Dinî musikî içerisinde yer almakla birlikte, kaside,
ilahi, mevlid hatta birçoklarının okuduğu ezan okunuşundan farklılık
arzeder. Çünkü diğerlerinde tecvid ilmi kurallarının icrası beklenmez. Bunlar
Kur’an’ın okunuşuna nispetle doğaçlama olarak daha serbest bestelenirler.
Sesi kısa tutma, uzatma, kıvır kıvır yapma, renklendirme gibi kullanımlara
daha müsaittirler.
ts, Vitr 20. Ayrıca Kur’an’ı güzel okumayı ifade eden hadislerin değerlindirmesi için bak:
(Abdulmecit Okçu, Kur’an Tilâvetinde Ezgi, Dînî Araştırmalar Dergisi, cilt 10, sayı 28,
Mayıs Ağustos 2007, s. 213…).
49 Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 21; Ahmet Madazlı, Tecvid İlmi, Kayseri 1994, s. 166.
50 İbn el- Bennâ, Ebî Ali el-Hasen b. Ahmed, Beyânu’l-Uyûb Elletî Yecibu En Yectenibehâ elKurrâu, (tah: Ğanim Kadûrî el- Hamed), Ürdün 2001, s. 44; el- Akrabâvî, age, s. 64.
51 Ebû Zeyd, Bekir b. Abdullah, Bideu’l-Kurrâ el- Kadîme ve’l-Muasırah, S. Arabistan 1990,
s. 11- 12.
52 Nuri Uygun, Kur’an’ın Musikî ile Okunması, http://www.dinvehayatdergisi.com
|44|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
Her şeyden önce makam eşliğinde sesi kullanırken Arap fonetiği/
luhûnu kırâatte hakim olmalıdır.53 Çoğul kalıbındaki “luhûn”, kırâatte hata
yapmak anlamını taşıdığı gibi, okunan kelamı süslemek anlamına da
gelmektedir. Yeter ki elhân yani nağme ile kırâat, Kur’an’ı başkalaştırmasın.
Çünkü elhân mubah olup, kırâatın güzelliğini artırmaktadır.54 Öyleyse Arap
luhûnu ile kırâattan amaç olarak, insanın tabiatı ve seciyesi gereği
kendiliğinden gelen okuma biçimi kastedilmekte, Kur’an’ın yücelik ve
parlaklığını, güzelliğini gideren nağmeler kastedilmemektedir.55 Burada söz
konusu okuma ile Kur’an tilâvetini kastettiğimize göre, insan tabiatından
gelen okuma ile de bir Arabın tabiî okuyuşu yahut onun gibi okuyan birinin
okuyuşu eşitlenmiş olmaktadır. İşte buna bağlı olarak alimler, okuyucuların,
“kırâatı Arab tarzından çıkarıp Arap olmayan/a’cemin tarzında okumayı”
onların icat ettiği bid’atlerden biri olarak kabul eder ve bundan sakınmayı
öğütlerler.56 İbn Kuteybe: “İnsanlar (Araplar) önceleri Kur’an’ı kendi dilleri
ile okurlardı. Sonra şehir halklarından ve Arap olmayan kimselerden bazı
nesiller geldi. Bunlar Arap selikasına sahip değillerdi. Pek çok harfi hatalı
telaffuz ettiler, değersizleştirip bozdular” demektedir.57
Arapların Kur’an okuyuş tarzına biraz aşina olunduğu takdirde bize
has veya Arap tarzında olmayan eda tarzı o kadar garip oluyor ki, Arapçayı
Türkçe ile okuyor veya duyuyor gibi oluyoruz. Bir de kırâatımızı aşina
olduğumuz sesler ve makamlara göre icra ettiğimizde, sanki bir musikî
yapıtımızın seslendirilişine göre seslendirmiş olmaktayız. Sözü edilen tarzı
53 Luhûn, lahin kelimesinin çoğulu olup birkaç manaya gelmektedir. Lahin, sözün fehvası,
yani söylenme üslubu anlamındadır. “Sen onları (ehli kitabı) sözlerinin üslubundan
tanırsın. (47/ Muhammed, 30) ayetinde bu manadadır. Sözü terennüm ederken nağme
yapılması, uzatılmayacak yerde uzatılması, ifadenin bozulması anlamına gelen
Tadrîb/ تطريبveya okuma esnasında sesi defalarca yükseltip alçaltma anlamına gelen
tercî’/ ترجيعanlamındadır. Kırâatte tercî’ ise harfleri tekrarlamaktır. Bir tecvid terimi
olarak “okuyuşta hata yapmak” anlamındadır. Bu anlamların yanı sıra lahn, dil anlamına
da gelmektedir. لحن الرجلdemek, kendi dili ile konuştu demektir. ان القرآن نزل بلحن قريش
“Kur’an Kureyş lahni ile indi demek”, yani Kureyş dili, lehçesi ile indi anlamındadır. Özetle
lahn, hata, dil, lehçe, anlamlarında kullanıldığı gibi ses ile kırâatı süsleme anlamında
makam ve nağme anlamlarına da gelmektedir. (İbn Manzûr, Cemaluddîn Muhammed b.
Mükrim, Lisânu’l- Arab, Beyrut 1968, LHN md, XIII/379 vd; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed
el- Ensârî, el-Câm’i Li ahkâmi’l- Kur’an, Beyrut, XVI/252; I/ 6-17; Hüsnî Şeyh Osman, Güzel
Kur’an Okuma, s. 44-45; Abdulmecit Okçu, agm, s. 243 vd). Biz çalışmamızda bu kavramı
daha çok fonetik, makam ve nağme anlamında kullanmaktayız.
54 el- Akrabâvî, age, s. 63; Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 21.
55 el Hafeyân, A. M. Abdussem’i, Eşheru’l-Mustalehât fî Fenni’l- Edâi ve’l- Kırâât, Beyrut
2001, s. 18- 19.
56 Ebû Zeyd, age, s. 10.
57 İbn Kuteybe, Ebî Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîlu Müşkili’l- Kur’an, (şerh ve neşr:
Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1973, s. 58.
|45|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
pek çok imam ve müezzinimizden duyduğumuz kadar uzman olan
okuyuculardan da duymaktayız.58
Bunlardan sakınmalı, bilerek veya bilmeyerek Kur’an’ı oyun ve
eğlenceye çevirmemeliyiz. Zira Kur’an bir şarkı değil, Allah’ın kelamıdır.
Onun sözlerinin kalbe girmesi için sesi dengeli kullanmak, Allah’ın verdiği
kadarıyla Kur’an’la sesi süslemek ve zorlamalara girmemek gerekir. Kur’an
tilâvetini şarkıyı türküyü andıran veya hatırlatan kullanımlardan uzak
tutmalıdır. Hatta bu son başlık altında sıkça kullandığımız uygun olmayan ses
kullanımlarından sakınmayı âmir bir hadîs-i şerîf de vardır. Zayıf senedli de
olsa alimler buna dayanarak hüküm vermişlerdir. Hz. Huzeyfe (ra)’ın
rivayetine göre Hz. peygamber (as)’ şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı Arab
luhûnu ile okuyunuz”. Arab luhûnundan kasıt, yukarıda da geçtiği üzere,
Kur’an’ın, dilleri ile nazil olan Arab’ın tarzı üzere okunmasıdır.59 Hadisle ilgili
Taberânî’nin rivayet ettiği ziyade kısma göre de, “günahkâr kimselerin
luhûnu ve onların sesleri ile okumak” yasaklanmıştır.60 Yani bu, Kur’an’ı
makamla okunan musiki yapıtlarının luhûnu ve seslerine benzeterek
okumaktır ki, bunlar kırâatın ve tecvid ahkâmının makama feda edildiği
okuma biçimleridir. Bu tür okuyuşlar haramdır. Hatta ifrat ve tefrit
olmaksızın Kur’an’ı sahih olarak da olsa sırf bu makamlara göre okumak
mekruh görülmüştür.61 Dolayısıyla geriye hadîs-i şerîfte geçtiği üzere Arap
luhûnu ile okumak kalmaktadır ki bu ise Arap dilinin fonetiği ve tarzına göre
okuma biçimidir ve gerçekleşmesi zor olan bir şey de değildir. Bazılarının
savunduğu “Kur’an’ı her millet kendi musikî tarzına göre okumuştur. Nasıl ki
bir Arab’ın İstanbul tarzı musiki cümleleri ile Kur’an’ı seslendirmesi hayli zor
ise, başka milletlerin de Arap musikisinin nağmeleri ile seslendirmesi o
ölçüde zor olacaktır. Bundan dolayı her milletin kendi musikisi ile okumaları
en uygun olandır”62 şeklindeki iddiaya bakarak Kur’an’ı seslendirildiği
formattan uzaklaştırmamak lazımdır. Bu iddianın doğru olmadığının kanıtı,
internet ortamının oluşumundan sonra Arap tarzı okuyuşların dünyada hızla
çoğalmış olmasıdır. İstanbul’da yetişen ve dünya Kur’an’ı Kerim okuma
yarışmalarına katılarak derece alan hafızlarımızın çoğu Türk tarzı ile Arap
tarzını birleştiren ya da sadece Arap tarzı ile okuyan hafızlardan
58 İstanbul’da imamlık yaptığım dönemlerde namaz kılmak için camiye gelen bir kimse,
müezzinlik yaptı ve namaz sonrasında da bir aşr-ı şerif okudu. Sesi güzel ve yüksekti.
Okuduğu aşr-ı şeriften makam bilgisine sahip olduğu anlaşılıyordu. Aşr-ı şerifi kırâati
esnasında meyan/geçkiler/makamdan makama geçişler yaptı. Hangi sanat musikisi yapıtı
olduğunu hatırlayamıyorum ama, eğer bu zat yanımda olmasa ve Kur’an kelimelerini tam
duymasam, bu sesin sahibi şimdi bestesi falanca kişiye ait şu şarkıyı okuyor, derdim.
Kur’an bir şarkı gibi ancak bu kadar okunabilirdi.
59 Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 12.
60 Taberânî, Süleymen b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, (thk: Muhammed et- Tahhân), Riyad
1995, VIII/108, Hadis No: 7219; el- Hindî, Alâuddîn Ali, Kenzu’l-Ummâl fî Süneni’l- Akvâl
ve’l- Ef’âl, Halep ts, I/606, Hadis No:2779.
61 Muhammed Mekkî Nasr, age, s. 12.
62 Nuri Uygun, Kur’an’ın Musikî ile Okunması, http://www.dinvehayatdergisi.com
|46|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
oluşmaktadır. Tercihimiz, şarkı türkü okuyuşundan uzaklaşarak, Kur’an’ı
Arap fonetiği ve tarzına göre veya en azından ona yakın bir tarzda okumaktır.
Bu anlamda Kur’an tilâvetinde orijinal ses ve tarz formatını oluşturmak için
elbette ilgili kurum ve yetkililere görevler düşmektedir.
Sonuç
Arapça nazil olan Kur’an, Arap dili fonetiği içerisinde kalınarak ilk defa
Hz. Peygamber (a.s) tarafından seslendirilmiştir. Tilâvetinin özel keyfiyeti
sebebiyle o, sıradan Arapça bir metnin seslendirilmesinden öte bu dilin sahip
olduğu özelliklerin en üst seviyede gerçekleştiği sistem içerisinde kalınarak
okunmuştur. Söz konusu sistemin korunması anlamında daha ilk asırlardan
itibaren kayıt ve müşafeheye dayalı tedbirler ihmal edilmemiştir. Buna
rağmen tarihi süreçte hem harfler ve harfler arası ilişkiler, hem de Arap dili
fonetiğinde ihmal, ifrat ve tefritlere düşüldüğü görülmüştür. Haliyle okunan
Kur’an aynı Kur’an olmakla birlikte, icrasının keyfiyetinde farklılıklar
meydana gelmiştir. Öyle ki, Arapların seslendirdiği ve alışık oldukları tarzın
dışına çıkılarak yeni çevre şartlarının etkin olduğu yeni tarzlar üretilmiştir.
Arap, Türk, Mağripli vs. tarzı gibi. Bu gelişme tilâvetin, Kur’an’ın ilk olarak
seslendirildiği ve Arap fonetiğinin/luhûnunun hakim olduğu eda tarzından
uzaklaşmasına sebebiyet vermiş ve beraberinde hangisi daha sahih diye,
tarzlar arası münakaşaları başlatmıştır. Her yönüyle insanlık için rahmet
olan Kur’an’ın tilâveti hakkında münakaşalara girmek bir kusur olup, onun
vermek istediği mesaj ile bağdaşmamaktadır. Haliyle Kur’an’ın yöresel
okunuş tarzları tashîh edilerek onun orijinal tarzına dönülmesi en doğru
yoldur. Bu da Arap fonetiğinin hakim olduğu uzman bir Arap veya onun gibi
birinin icra ettiği tarzdır. En azından sözü edilen tarz ile diğer tarzlar
arasındaki mahiyet farklılığına son verilmeli ve nitelik farklılığına
indirgenmelidir. Yine bu anlamda kaynakların vurguladığı tecvid/sistem
eksikliklerinin de telafi edilmesi gerekmektedir. Zor gibi görünen bu
hususların gerçekleşmesi için, öncelikle bilinçlenmeye ve bu işle uğraşan
yetkililerin gayretlerine ihtiyaç duyulmaktadır.
  
KAYNAKÇA
Abdulmecit Okçu, Kur’an Tilâvetinde Ezgi, Dînî Araştırmalar Dergisi, cilt 10,
sayı 28, Mayıs Ağustos 2007.
Ahmet Madazlı, Tecvid İlmi, Kayseri 1994.
Ali Çiftçi, Kur’an Okuyucularının Uygulamasında İttifak Sağlayamadıkları Bir
Konu Olan İklâb’ın Değerlendirilmesi, Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 32, 2011
Ali Rıza Sağman, Sağman tecvidi, İstanbul 1958.
|47|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
Alican Dağdeviren, Kur’an’ın fonetik İ’câzı, Sakarya Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, sayı: 20(2009/2).
Atiyye Kâbil Nasr, Ğâyetu’l- Murîd fî İlmi’t-Tecvîd, Kahire.
Buharî, Muhammed b. İsmail el-Buharî, Sahîhu’l- Buharî, İstanbul ts.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. el- Eşas, Sünenu Ebî Dâvûd, İstanbul ts.
Ebû Muhammed, Mahmud b. Rafet b. Zulet, Ahkâmu’t-Tecvid ve’t-Tilâveh,
Endülüs 2004.
Ebû Zeyd, Bekir b. Abdullah, Bideu’l-Kurrâ el- Kadîme ve’l-Muasırah, S.
Arabistan 1990.
el- Akrabâvî, Zeydan Mahmud Sellâme, Esâlîbu’t-Ta’lîm İndel-Kurrâ ve’lMukriîn, Ürdün ts.
el- Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l- Ayn, (tahkîk: Mehdî el-Mahzûmî,
İbrahim es- Sâmirâî), Beyrut 1988, I/4
el- Gîsî, Mekkî b. Ebî Tâlip, er-Riâyeh, (tah: Dr. Ahmed Hasan Ferhat), Ürdün.
el Hafeyân, A. M. Abdussem’i, Eşheru’l-Mustalehât fî Fenni’l- Edâi ve’l- Kırâât,
Beyrut 2001.
el- Hindî, Alâuddîn Ali, Kenzu’l-Ummâl fî Süneni’l- Akvâl ve’l- Ef’âl, Halep ts.
el-Kârî, Molla Ali b. Sultan, (Aliyyu’l-Kârî), el- Minehu’l-Fikriyye alâ Metni’lCezeriyye, ts.
Eymen Ruşdi Suveyd, http://www.youtube.com/watch?v=wGypTG6g8yU
(Erişim tarihi: 16 Nisan 2013).
Eymen Rüşdî Suveyd, http://www.youtube.com/watch?v=_4hSi9ilIlI (Erişim
tarihi: 2 Nisan 2013).
Eymen Rüşdî Suveyd, http://www.youtube.com/watch?v=y9wXxAW5HX8
(Erişim tarihi: 16 Mart 2013).
Faruk Beşer, http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Faruk_Beser/dindemilliyetcilik/, (02-04.11.2012).
Ğanim Kaddûrî el-Hamed, Ebhâs fî İlmi’t-Tecvîd, Ürdün 2002.
Husnî Şeyh Osman, Güzel Kur’an Okuma, (Hakku’t-Tilâveh), (çev, Yavuz Fırat),
Ankara 2005.
Husnî Şeyh Osman, Keylâ Nuhtıe fi’l-İmlâ, Cidde 2005.
İbn Cezerî, Ebi’l-Hayr Muhammed b. Muhammed ed-Dımeşkî, en-Neşr fi’lKırâati’l-Aşr, (tah: Ali Muhammed ed-Dabba’), Beyrut ts.
İbn el- Bennâ, Ebî Ali el-Hasen b. Ahmed, Beyânu’l-Uyûb Elletî Yecibu En
Yectenibehâ el- Kurrâu, (tah: Ğanim Kadûrî el- Hamed), Ürdün 2001.
|48|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Kur’an Tilâvetinde Arap ve Türkler Arasındaki Farklılıklar
İbn Kuteybe, Ebî Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîlu Müşkili’l- Kur’an,
(şerh ve neşr: Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1973.
İbn Mace, Ebî Abdillah Muhammed b. Yezîd el- Kazvînî, Sünenu İbn Mace,
İstanbul ts.
İbn Manzûr, Cemaluddîn Muhammed b. Mükrim, Lisânu’l- Arab, Beyrut 1968.
Kurtubî, Muhammed b. Ahmed el- Ensârî, el-Câm’i Li ahkâmi’l- Kur’an, Beyrut.
Mehmet Akif Koç, Kur’an Kıraatinde Türklere Özgü Mahalli Okuyuş Sorunu,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 51:2 (2010).
Mehmet Zihni Efendi, el- Kavlu’s-Sedîd fî İlmi’t-Tecvîd, İstanbul 1316.
Muhammed Emin Efendi, Umdetu’l-Hullân fî İzâhi Zübdeti’l-İrfân, İstanbul
1287 Hicri.
Muhammed es-Sadık Kamhâvî, el- Burhân fî Tecvîdi’l- Kur’an, Beyrut ts.
Muhammed Hassan et-Tayyân, İlmu’l-Esvât İnde’l- Arab, Şam 1994, s. 3. Bu
makale Şam’da çıkarılan “Mecmeu’l-Luğati’l- Arabiyye” isimli dergide
yayınlanmıştır. Cilt: 69, sayı: 4, Teşrînu’l- evvel 1994.
Muhammed Mekkî Nasr, Nihâyetu’l- Kavli’l- Müfîd, Beyrut 2003, s. 13.
Mustafa Atilla Akdemir, “Zübdetu’l-İrfân” Adlı Eserin Metodolojik Tanımı ve
Tahlili, (Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul 1999, s. 26.
Müslim, Müslim b. Haccac el- Kuşeyrî, Sahîhu Müslim, İstanbul ts.
Necdet Çağıl, Kıraat Olgusu Çerçevesinde Kur’ân’ın Belağat ve Fonetik Yapısı,
İlahiyat Yayınları Ankara 2005.
Nesâî, Ali b. Bahr en- Nesâî, Sünenu’n-Nesâî, İstanbul ts.
Nuri Uygun, Kur’an’ın Musikî ile Okunması,
http://www.dinvehayatdergisi.com.
Safâkusî, Ali b. Muhammed en-Nûrî, Tenbîhu’l- Ğâfilîn ve İrşâdu’l- Câhilîn,
(tashih: Muhammed eş-Şâzelî en-Nîfer).
Sîbeveyh, Amr b. Osman b. Kanber, el- Kitab, (talîk: İmîl Bedi Yakup), Beyrut
1999, IV/572 vd.
Suâd Abdulhamid, Teysîrurrahman fî Tecvîdi’l-Kur’an, 2003.
Taberânî, Süleymen b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, (thk: Muhammed etTahhân), Riyad 1995.
Tablâvî, Nâsıruddîn Muhammed b. Salim, Murşidetu’l-Muşteğilîn fî Ahkâmi’nNûni’s-Sâkineti ve’t-Tenvîn, (tah: Yahya Hilal es-Serhân), Bağdat 2002.
|49|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1
Yavuz FIRAT
Yasin Kahyaoğlu, Arap Dili Fonetiği ve Telaffuz Problemi,
http/www.onlinearabic.net/forum/RTE.
http://ar.wikipedia.org/wiki/سويد رشدى أيمن
http://ar.wikipedia.org/wiki/الشيخ محمد صلاح الدين كبارة
|50|
bilimname
düşünce platformu
XXVI, 2014/1

Konular