ARAP KÜLTÜRÜNÜN TANINMASINDA ARAPÇADAN TÜRKÇEYE YAPILAN ÇEVİRİLERİN ROLÜ

International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS)
August 2015 : Special Issue 4
ISSN : 2148-1148
Doi : 10.14486/IJSCS424
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 526
ARAP KÜLTÜRÜNÜN TANINMASINDA ARAPÇADAN TÜRKÇEYE
YAPILAN ÇEVİRİLERİN ROLÜ
Gülfem KURT
Arş. Gör., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fak., Arap Dili Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara, TÜRKİYE
Email: gulfemkurt@gazi.edu.tr
Özet
Gelişen ve değişen toplumlar ve ortaya çıkan yeni çeviri kuramları ile birlikte çeviriye dair
tanımlamalar değişiklik gösterse de genel olarak çeviri, bir dilde yazılan bir metni, anlamsal içeriğini
ve biçimsel yapısını belli bir düzlemde koruyarak başka bir dile aktarmaktır. Çevirinin dilsel bir olgu
olmanın ötesinde toplumların tarihini değiştirebilecek karmaşık bir süreç olduğu artık birçok kuramcı
tarafından kabul edilmektedir. Bu nedenle çevirinin toplumsal ilişkilerde önemli bir misyonu vardır ve
çeviri, dillerarası ve kültürlerarası bir aktarım olduğundan, erek kültüre direk nüfuz eder, o kültürde
kendine bir yer edinir. Bu bağlamda Arap kültürü de Arapça’dan Türkçe’ye yapılan çeviriler sayesinde
kendine Türk toplumu içerisinde bir yer edinmiş ve kültürünü bu sayede tanıtma fırsatı bulmuştur. Bu
çalışmanın amacı da Arapçadan Türkçeye yapılan çevirilerdeki kültür aktarımını belirlemektir. Bu
çerçevede öncelikle çevirinin tanımı, kapsamı, işlevi ve çeviri-kültür aktarımı ilişkisi açıklanmıştır.
Çalışma, Arapçadan Türkçeye yapılan bazı edebi eserler yoluyla örneklendirilerek sonlandırılmıştır.
Bu araştırma bir tarama çalışmasıdır. Öncelikle alanyazın taranarak birtakım teorik bilgilere
ulaşılmıştır. Daha sonra çeviri-kültür aktarımı ilişkisine Arapçadan Türkçeye yapılan çeviri eserlerden
örnekler sunmak yoluyla ulaşılmıştır. Çalışmada sadece modern dönem Arap edebiyatına ait edebi
eserlerin çevirileri göz önünde bulundurulmuş, klasik dönem veya dini eser çevirilerine yer
verilmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Çeviri, Kültür aktarımı, Arap dili, Arap kültürü
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART B August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 527
THE ROLE OF TRANSLATION FROM ARABIC TO TURKISH IN
RECOGNITION OF ARABIC CULTURE
Abstract
Even though definitions about translation have changed with developing and changing societies and
discovery of new translation theories, the translation in general refers to transfer of a written text in a
language to another language while preserving its semantic content and formal structure in a definite
platform. Beyond being a linguistic phenomenon of translation, it is now recognized by many theorists
that translation is a complex process that can change the history. For this reason, the translation has an
important mission in the social relations and penetrates directly into the target culture because it is an
interlingual and intercultural transfer. Accordingly, it gains an important place in this culture. In this
context, the Arabic culture, through the translations from Arabic into Turkish, has gained a place in
Turkish society and thereby had opportunity to introduce its own culture. The aim of this study is to
determine cultural transfer in translations made from Arabic to Turkish. In this context, firstly,
definition of translation, its scope, fuction and translation-culture transfer relationship was clarified.
The study ended with examples through some literary works translated from Arabic to Turkish. This
study is a survey research. Firstly, some theoretical information was obtained by reviewing the
literature. Later, the relationship between translation-culture transfer was found via examples of
translated works from Arabic to Turkish. In this study, only translations of literary works that belong
to modern period Arabic literature were taken into consideration, excluding classical period or
religious literature translations.
Keywords: Translation, Cultural transfer, Arabic language, Arabic culture
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS) August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 528
Giriş
Çeviri ya da tercüme kavramlarının kökenine bakmak, bu kavramlara karşı geliştirilen bakış
açılarını göstermek bakımından önem taşımaktadır. “Çeviri” tek bir anlamı olan evrensel bir
kavram değildir. Çevirinin tarihten günümüze dek anlamının farklı kültür ve zamanlarda
farklılık gösterdiği çeşitli çalışmalarca ortaya konulmuştur. Arapçada ( ترجمةterceme),
Türkçede ise tercüman olarak kullanılan sözcük, hemen bütün Avrupa dillerine benzer
şekillerde geçmiştir: Fransızca dragoman, İspanyolcada trujaman, İtalyancada turcimanno vb.
“İngilizcede ilk defa 14. yy’da kullanılan translate (çevirmek) fiili ve translation (çeviri)
adılının iki temel anlamı vardır: Birincisi fiziksel aktarım, diğeri dilsel yapıların eş değerliği”
(Evans’dan akt. Berk, 2005:16). Türkçede ise “çeviri” ve “çevirmen” “mütercim” ve
“tercüman” sözcükleri kullanılmaktadır. Genellikle tercüman, sözlü çeviri, mütercim ise yazılı
çeviri yapanlar için kullanılmaktadır.
Kültürler ve toplumlar arasında köprü olan ve aralarındaki iletişimi sağlayan araç olmasının
yanı sıra insanoğlunun var oluşundan ve yazının bulunuşundan başlayarak, insanlığın her
türlü iletişiminin belgesel kanıtlarını oluşturan; bu iletişimin var olmasını sağlayan çeviriye
dair günlük kullanımdaki en genel tanım; “iki dil arasında gerçekleştirilen yazılı bir aktarım
işlemi ya da bu şekilde aktarılmış ve kendisinden özgün metinle arasında birtakım eşdeğerlik
ilişkilerini gerçekleştirmiş olması beklenen bir metin olmuştur” (Berk, 2005:17). Türk Dil
Kurumuna göre çeviri, “bir dilden başka bir dile aktarma ya da bir dilden başka bir dile
çevrilmiş yazı veya kitap, tercüme anlamına gelmektedir”. Bu tanımlara baktığımızda
çevirinin tanımının dar bir çerçevede ele alındığı görülmektedir. Hâlbuki çeviri, öncelikle
sadece yazılı değil sözlü alanı da kapsamaktadır. Ancak sözlü çevirinin yeni yeni kendine alan
bulduğunu göz önüne alırsak, tanımlarda henüz neden yer edinmediği daha net anlayabiliriz.
Bunlara ek olarak çeviri, toplumda algılanan şekliyle yalnızca diller arası bir çeviriden ibaret
değil birçok bilim adamının kabul ettiği üzere dil içi bir çeviridir de. “Roman Jakobson
çeviriyi “diliçi, diller arası ve göstergelerarası çeviri” olmak üzere üçe ayırmıştır.
Schleiermacher, çeviri sürecini “anlama ve anlama götürme süreci” olarak tanımlamaktadır.
Wilss ise bu sürece diliçi çeviriyi dâhil etmeyerek diller arası çeviri türlerini çeviri süreci
olarak görmüştür” (Bektaş, 2008:9-12). “Newmark’a göre çeviri, bir metnin anlamının
yazarın özgün dilde yarattığı yolla başka bir dile aktarılmasıdır. Dilbilimsel açıdan çeviriye
yaklaşan De Beaugrande’ye göre çeviri, iki metnin bir karşılaştırması olarak değil, yazar,
çevirmen ve çeviri okuru arasında bir etkileşim süreci olarak değerlendirilmelidir” (Aksoy,
2002:54). Çeviri üzerine oldukça fazla tanımlama yapılmış olup bu tanımların çevirinin çok
yönlü bir süreç olduğunu ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Bu tanımların yanı sıra çeviri için
bazı bilim adamlarınca benzetmelerde yapılmıştır. Örneğin, 17. yüzyıl İngiliz ozanı James
Howell çeviri için şöyle bir benzetme yapar: “Kimi der ki çeviri bir Türk halısının arka
yüzüdür.” (Payne’den akt. Baykan, 2005:182). Diğer bir benzetme de Betrand'ın yazdığı bir
önsöz metninde mevcuttur: "Çeviri kadın gibidir, güzelse sadık olmaz, sadıksa güzel olmaz.”
(Battafarone’den akt. Baykan, 2005:182). Bir diğer benzetme, Hönig ve Kussmaul'un çeviriyi
balık ağına benzetmesidir. Çeviri çok yönlü bir süreçtir ve bu süreci balık ağına benzetmek,
bu ağlarda boşluk olması halinde balıkçının hedefi olan balık yakalama
gerçekleşemeyeceğinden, çevirinin de öğelerinden biri eksik olursa amacına ulaşamayacağını
ve vermek istediği mesajı tam olarak veremeyeceğini anlatmak açısından mühim bir benzetme
olmuştur (Baykan, 2005).
İngilizcede “translation studies” olarak isilendirilen bu terimi öneren kişi çeviribilimin babası
olarak adlandırılan James Holmes’tur. “1972 yılında yazdığı “The name and Nature of
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART B August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 529
Translation Studies” (Çeviribilimin adı ve doğası) adlı makalesinde Holmes, yalnızca
disipline bu adı vermekle kalmamış, aynı zamanda bir akademik çalışma alanı olarak
çeviribilimin kapsamını belirleyen ilk şemayı da yapan kişi olmuştur” (Berk, 2005:21). Bu
terim Türkçe’de “çeviribilim” olarak yerini bulmuş, bu disiplin üniversitelerde “MütercimTercümanlık” olarak isimlendirilmiştir.
Çeviri etkinliği tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde, çevirinin her dönem farklı bir
işlev yüklendiğini görebiliriz. İçinde bulunduğumuz iletişim çağında ise, ulusal sınırların bir
önemi kalmamış, ekonomi, politika, teknoloji, bilim kültür ve sanat dallarında sürdürülen
bilgi alışverişi hızlanmıştır. Ancak dil engelinin devam etmesinden kaynaklanan çeviri
gereksinimi de kaçınılmaz olarak aynı oranda artmıştır. “Bu değişimlerin sonucu olarak, bir
yandan mütercim ve tercüman yetiştiren yüksek okullar hızla yaygınlaşırken, öte yandan
araştırmacılar çeviri süreçlerini kısmen veya tamamen otomatikleştirme arayışına girmişlerdir.
Bütün bu gelişmeler, bu yüzyılın ortalarında yeni bir toplumbilimsel bilim dalının,
“çeviribilimin” kurulmasında önemli rol oynamıştır” (Kızıltan, 2001:73). Çeviri etkinlikleri,
bilimsel gelişmenin kanıtlarını dil ve yazı yoluyla oluşturmanın yanı sıra bilimsel düşüncenin
ve bilginin kuşaktan kuşağa, ulustan ulusa ve kültürden kültüre aktarımına ve bu aktarımlar
sayesinde çeşitlenip gelişmesine aracılık eder. 7. yüzyıl ile 12. yüzyıl arasındaki dönemde
İslam dünyasını; Batı dünyasında Rönesans hareketlerini, aydınlanmayı, 19. yüzyılda
Osmanlı’daki reform girişimlerini ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki modernleşme
girişimlerini, çevirinin bilimle ve gelişme ile ilgili bu önemli rolüne örnek olarak verebiliriz
Çevirinin dünya çapında bilimin, bilginin, kültürün ve düşünsel faaliyetlerin gelişimine olan
katkısı; uygarlıkların birbiriyle tanışıp iletişim içinde olmalarındaki önemli rolü ve hizmeti
yadsınamaz bir gerçektir. Çevirinin durağan olmayan canlı ve üretken doğası, gelecek
kuşaklara bugünü ve geçmişi tüm unsurlarıyla aktarmada sonsuz bir kaynak ve eşsiz bir
araçtır. (Aksoy, 2013). Tüm bu işlevlerin yanı sıra çevirinin kültür aktarımında önemli bir
işleve sahip olduğu da aşikardır.
Çeviri-Kültür Aktarımı
Kültür, halkların tanınmasında; edebi çeviri ise onları bir araya getiren kültürel aktarım için
önemli bir araçtır. Günümüzde edebi çeviriler sanatsal yönden yorumlanması bakımından
kültür transferi olarak kabul görürler. Bu nedenle çeviriler, kültürel anlamda arabulucu olarak
kültürlerin ve medeniyetlerin arasındaki diyaloga katılmak için görevlendirilmektedir (Bibina,
2013). Örneğin, Yordanka Bibinaya göre: “Şiir, içerdiği evrensel temaları ve sorunları
yüzünden, yayılan ve teşhir edilen sözlerin büyüsüdür. Kendine özgü bir şekilde yaratılmış
ulusal kültür ve dilin zenginliğini toplamış renkli bir bahçedir. Aynı zamanda onun
benzersizliği her şairin yaratıcılık gücünden kaynaklanarak, onun eşsiz yeteneğinin izini taşır”
(2013:55). Buradan da anlaşılacağı üzere çeviriler özellikle edebi çeviriler, kültür aktarımında
önemli bir role sahiptir. Kültür tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi
ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal
ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü (Türk Dil Kurumu)
ise; çeviri, milletler arası kültür transferinin sağlanmasında en temel araçtır. Bu kültür
aktarımlarının milletlerin yakınlaşmasında ve temaslarının yoğunlaşmasında büyük bir
işlevselliği vardır. Günümüz dünyasında, değişen ve gelişen teknoloji sayesinde kültürlerin
izole bir şekilde yaşamlarını sürdürmeleri neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bir şekilde,
çeşitli vasıtalarla kültürler transfer edilmekte ve tanınmaktadır. Bunu en etkili ve özenli yapan
araç ise edebi çeviriler olarak görülebilir. Bugün küreselleşme süreci hızlandırılırken edebi
çeviriler de değişime uğramaktadır. Edebi çeviri de her zamankinden daha fazla sanatsal
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS) August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 530
açıdan yorumlanmaya, yoğun kültürel transfere yol açmakta, böylece geçmişten gelen
basmakalıp algılar sarsılmaktadır. Bu bağlamda edebi çevirilerin görevi, bugün her
zamankinden daha fazladır. Medeniyetler arasındaki diyaloğa katkıda bulunmak için
görevlendirilmiş olan edebi çeviriler, Bulgar Çeviri Kuramı araştırmacısı Anna Lilova’nın
dediği gibi, çağdaş ve kültürel aktarımda, olumlu ve arabulucu olmalıdır (Bibina, 2013:57).
Tabi bu noktada çevirmenin rolü de önemlidir. Günümüz ünlü çeviribilimcilerinden Katharina
Reiss çevirmeninin özelliklerini şöyle açıklamaktadır: "Çevirmen, gelen iletiyi, özgün kişilik
yapısı, yaratıcılık bakımından, görüşleri ile bir ileticidir ancak alımlayan, yorumlayan iletileri
ile durumu ölçüsünde algılayan, yazan bir bireydir" (Baykan, 2005:183).
Kültür aktarımı görevini daha çok edebi çevirilerin yani yazın çevirilerinin üstlendiğini daha
önce söylemiştik. “Yazın çevirisi çevirmeninin, kaynak metne en yakın ve sadık çeviriyi
yapması beklenmez. Ondan beklenen yazarın zihinsel yapısına, düşüncesine, deneyimine ve
vermek istediği mesaja en yakın olabilmeyi başarmasıdır” (Aksoy, 2002:60). Çünkü yazınsal
bir çeviri, metinde belirli bir kültüre seslenir ve içinde barındırdığı kültürü aktarır. Bunu en
doğru aktaran, okura eseri zevkle ve sıkmadan okutan okutmayı başaran çevirmen usta bir
çevirmendir denebilir.
Çevirinin kültür aktarımı işlevine dönecek olursak, bu noktada Levy’nin görüşünü göz ardı
etmemek gerekir. Levy’e göre, orijinal metin okuyucusu ile çeviri metin okuyucusu
birbirinden ayrılır. Birleştiği nokta eserdeki kültürel ve tarihsel ilişkidir. Erten (l993),
"Çeviride Kültürel Etkenler" adlı makalesinde şu örnekleri vermektedir:
"kahvaltı" kelimesi evrenseldir fakat içerdiği kültürel anlam farklıdır. Türkler için kahvaltı
denilince öncelikle peynir, ekmek, zeytin ve çay gelir ama bir İngiliz için "bacon and eggs"
kahvaltıda anlam taşır. Kültürel objeler de uluslara göre değişik anlam çağrıştırırlar. Örneğin
çay dendiği zaman bu beraberinde "süt" "limon", "büsküvi", "kek", "kurabiye" gibi kavramları
ya da günün değişik saatlerinde içilmeyi hatırlatır. Bu gibi unsurlar aslında bir kültürün başka
bir kültür içerisinde yer edinmesi anlamına gelir (70-75).
Bir çeviri, İngiliz kahvaltı kültürünü Türk kültürüyle buluşturur bu noktada. Bedrettin Cömert
(l978) çevirinin, bir dilden başka bir dile yapılan bilgi aktarımına da indirgenemeyeceğini
vurguluyor. Kuşkusuz diller arasında gerçekleşen bir etkinliktir çeviri. Ama bir yönüyle de
geçmişe, eski kültüre dönüktür. Bir yandan geçmişin birikimini, tarih boyunca insanlığın
ortaya koyduğu tüm değerleri, artzamanlı düzeyde günümüze taşırken, öte yandan da
eşzamanlı düzeyde ulusal kültürler arasındaki alışverişi sağlar. Böylece, hem çağdaş bir kültür
bileşimini, hem de üretilen yeni değerlerin dayanışmasını, birbirinden etkilenmelerini
kolaylaştırır. En önemlisi de, geçiş dönemindeki bir toplumum kendi çabalarıyla
oluşturamadığı kültür değişimini gerçekleştirir “Schimi de (l989) bu görüşlere paralel olarak,
kendi görüşünde, çevirinin kültürlerarasındaki yabancılaşmayı ortadan kaldırdığını, halklar
arasındaki sınırları yıktığını, kültürel farklılıkları aştığını belirtmektedir” (Baykan, 2005:190).
Bu tür bir etkilenmeyi Türkçede rahatlıkla görebiliriz. Bu etkilenme öncelikli olarak kaynak
dildeki kelimelerin nüfuz etmesi sonucunu doğurmuştur. Örneğin, "Cumhuriyet Dönemi
Türkiye Ansiklopedisi"nde:
"Türk münevveri, pek az istisna ile başta Latin âleminin en kuvvetli mümessili Fransız
sosyetesi olmak üzere, bilhassa Meşrutiyet'te Cermen alemi ile de sıkı temasa başlayarak,
Avrupa Cemiyetini kültür cephesinden tanımaya başlamıştır. Kültür tanışıklığının fikri
manzarası, her zaman ve her yerde, dil ve yazılı eser alışverişi ile olmuştur. Bizde de aynı
şeyvaki oluyor. (Cilt 2, l983:329)
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART B August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 531
görüşü çevirinin Türkçede oluşturduğu etkinin boyutunu göstermektedir. Aynı zamanda
Doğan Aksan’nın benzer örneğine de dikkat etmek gerekir:
"......bir dilden ötekine geçen ödünç sözcükler bile, andıkları dilde değişik an1amlarla
yaşayabi1irler. Fransızca "chiffon" "kumaş parçası, paçavra, değersiz parça" sözcüğü
Türkçede "şifon" yazımıyla, "ince bir çeşit kumaş" anlamında kullanılmaktadır. Arapçada
genel olarak yazıhane, büro kavramını yansıtan "mektep" sözcüğü Türkiye'de yalnızca "okul"
anlamında kullanılmıştır. Fransızca "mouton" hem 'koyun', hem de 'koyundan çıkarılan et,
koyun eti' demektir. Halbuki, kökeni aynı olan İngilizce "mutton" yalnız "koyun eti" için
kullanılır; koyunu anlatmak üzere "sheep" sözcüğü geçerlidir. Böyle etkileşimler çeviri
yoluyla her toplumda vuku olmuştur. Nitekim 19. yüzyıl Alman yazınında Goethe'nin ortaya
attığı Dünya Edebiyatı kavramının temelinde Romantikler devrinde Almanya'da yoğunlaşan
çeviri uğraşının beraberinde getirdiği etkileşim fikrinin yatması olduğu söylenir. Bu ve bunun
gibi birçok örnek, kültürlerarası etkileşimle, edebiyat yeni malzemeler, yeni türler, yeni üslup
şekilleri kazanmakta, sonuçta da yeni kültür zenginlikleri elde etmektedir. Tabii ki bu
iletişimin gerçekleşmesinde en büyük pay çeviri faaliyetlerine düşmektedir. Çevirinin fazla
olması, kültürü o denli zenginleştirecektir (Baykan, 2005:193).
Ayrıca, İslam’ın yükselme döneminde, ilkçağın önemli felsefe yapıtları, özellikle de Yeni
Platoncu düşünce Arapça'ya aktarıldıktan sonra İslam Felsefesinin bir gelişme gösterdiği
söylenmektedir. Yani bu etkileşim her toplumda mutlaka bir şekilde olmuştur. Rezzan Algün
bu konuda söylediklerimizi doğrular nitelikte bir görüş belirtmektedir:
"Karşı kültürden, yaşça bizden büyük birini, kendi geleneklerimizin verdiği alışkanlıkla
selamlarken, elini öpmeye kalktığımızda, karşımızdakinin niçin irkilip tepki verdiğini
çözemediğimizde: Yine, kastettiğimiz şeyin neden o kültür çevresinde alıştığımız tarzda
algılanmadığına cevap verecek bir üçüncü kişinin arayışına girmez miyiz? Zira, ancak o kişi
yardım edebilecektir. İşte burada, kültür içi ve kültürlerarası aktarım devreye girmiş oluyor,
yani çeviri"
Tarihte önemli yer tutmuş çeviri aracılığıyla gerçekleşmiş değişimlere, Protestanlığın
başlamasının nedeni olan Luther’in İncil çevirisi, günümüzde de yapılan çevirilerle gündemde
kalmaya devam eden misyonerlik faaliyetleri, din alanında örnek olarak verilebilir.
Osmanlı’da Tanzimat döneminde Fransızcadan yapılan çeviriler sonrası Osmanlı
İmparatorluğunda halkın Fransız kültürüne yönelmesi, birtakım ideolojilerin çeviriler
aracılığıyla başka ve farklı toplumlarda etkin olması ve sosyal yapıyı değiştirmesi önemli
tarihsel gözlemler olarak söylenebilir. “Stolze’ye göre, çeviriler, erek kültürel yazına yeni
fikirler, yazınsal biçim ve tasarımlar, türler taşırlar. Bu erek kültürün yazınsal repertuarının
güçlenmesine yol açar. Ardından yaratıcı şekilde erek kültürde harekete geçirici bir unsura
dönüşür” (Stolze’den akt. Ersoy ve Erkut, 2014:123). Çevirileri ve çevirmeni sosyalin
kendisini şekillendirici bir unsur olarak görmek gerekir. İster bireyler üzerinde olsun isterse
toplumun gurupları üzerinde olsun çevirmenin eylemiyle erek kültür/toplumuna etki ettiği
ortadadır. Tarihsel süreçte, çevirinin, erek toplumsal yapıya etkisi herkesçe kabul
edilmektedir. Birçok çalışmada ortaya konmuş, tarihsel süreçte bilinen birçok kültürel ve
toplumsal yapı değişikliği, çevirilerin neden olduğu farklı alanlardaki kitlesel hareketler
sonucu gerçekleşmiştir. Bunlara insanlık tarihi boyunca, her dönem ve çağda rastlamak
mümkündür. Kültürel yakınlaşmalar, dinlerin yayılma süreçleri, büyük askeri olaylar, felsefi
akımlar, bilimsel gelişmeler ve etkilenmelerde çevirinin küçük veya büyük katkısı ve etkisi
olduğu herkesin malumudur (Ersoy ve Erkut, 2014:123-125). Çeviri etkinliği tarihsel süreç
içerisinde değerlendirildiğinde, çevirinin her dönem farklı bir işlev yüklendiğini
görebilmekteyiz. Türkiye örneğinde gerçekleştirilen inceleme sonucunda, özellikle
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS) August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 532
Cumhuriyet döneminde çeviriden, bir ulusun kültür, düşün ve yazın alanında gelişebilmesi
amacıyla yararlanılmıştır. Toplumların dış dünyayla iletişim ihtiyacına koşut olarak, çeviri de
her dönem farklı beklentilere cevap verebilecek şekilde ağırlıklı görev alanını yeniden
tanımlamaktadır. “Yöntemsel açıdan yapılan değerlendirmeler, zaman içerisinde çeviri
ürünlerinin daha bilinçli oluşturulmaya çalışıldığını ve buna bağlı olarak da daha nitelikli
olarak erek dile kazandırıldıklarını göstermiştir” (Kara, 2010:100). Çeviride evrensel ve milli
hususların aktarımının her zaman kelimelerden geçmediği gerçeği de çevirmenin önünde
çözülmesi gereken sorun olarak durmaktadır. Bu noktada milli özelliklerin, gelenek ve
göreneklerin de öne çıkarılması önemli olup, başka dile aktarımında iyi bir düzeyde muhafaza
edilmesi gerekmektedir (Üçgül, 2013:126). Ünlü Rus yazar Korney Çukovski “Yüce Sanat”
eserinde çevirmenleri şöyle eleştirir: “Kötü çevirmenler beyinlerine giden az orandaki kandan
muzdaripler ve çevirdikleri metinler de kendileri gibi bitkin, az beslenmiş olur. Bir
Hemingway, Kipling, Thomas Mann veya başka canlı kanlı bir yazarın bu anemi hastalarının
eline düştüğünü düşününüz! Görünen o ki bunların tek derdi bu dehaların eserlerinin kanını
nasıl emip kansız bırakacaklarıdır. Böyle çevirmenlerin zavallı, yoksul bir sözlüğü vardır: Her
yabancı kelimenin onlar için tek bir anlamı vardır. Eş anlamlı kelimeler, yedek anlam onlarda
son derece kıttır. “At” onlarda her zaman sadece “attır”. Neden bir beygir, aygır, tırısa
alıştırılmış at, yağız/kuzgun, yarış atı, kısrak olamaz ki? “Saray” hep “saraydır”. Neden şato,
oda, kasır, köşk, bahçe içinde yapılmış süslü bir ev, konak, salon değil?..”(Üçgül, 2013:128)
ve devam eder, “Çeviride önemli bir husus sayılan farklı kültürün aktarımı, tanınması ve
algılanması yolunda çeviri bir eylem olarak misyon üstlenmektedir. Her türlü zorluğa rağmen
çeviride dili, ifadeleri isabetli ve net olarak kullanma, çeviri eserlerini başarılı bir şekilde
kazandırmak kültürel paylaşım ve iletişim anlamında önemlidir. Edebi eserde kültür
bileşenleri, ulusal kültürden ayrılmazdır” (Üçgül, 2013:132).
Araştırmanın Amacı ve Önemi
Bu araştırmanın amacı Arapçadan Türkçeye yapılan çevirilerdeki kültür aktarımını
belirlemektir. Gelişen ve sınırların önemini kaybettiği dünyada kültürleri tanıtmak veya
tanımak için aynı dile mensup olmak gerekmediği artık bilinen bir gerçektir. Bu noktada
çevirinin yadsınamaz bir işlevi olduğunu ortaya çıkarmak mühimdir. Çünkü insanlığın
birikimi ve değerleri ortaktır. Çevirinin ise bu ortaklığa ne ölçüde hizmet etmekte olduğu bu
çalışma kapsamında ele alınmıştır.
Sınırlılıklar
Bu araştırma Arapçadan Türkçeye yapılmış tüm çeviri eserleri kapsamamaktadır. Amaçlı
örneklem yoluyla seçilmiş sınırlı sayıda eser üzerinden örneklendirmeye gidilmiş, modern
dönem Arap edebiyatına ait edebi eserlerin çevirileri göz önünde bulundurulmuş, klasik
dönem veya dini eser çevirilerine yer verilmemiştir.
Araştırmanın Metodu
Bu araştırma bir tarama çalışmasıdır. Alanyazın taranarak birtakım teorik bilgilere
ulaşılmıştır. Elde edilen veriler ve ele alınan çeviri eserler çeviri-kültür aktarımı ilişkisi
açısından yorumlanmıştır.
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART B August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 533
Bulgular
Bu bölümde Arapçadan Türkçeye yapılan birtakım çeviri eserler yoluyla çeviri-kültür
aktarımı ilişkisi açıklanmıştır. Türk toplumunun Arap kültürüne aşina olmasında bu
çevirilerin rolü bu kapsamda ele alınmıştır.
Arapçadan Türkçeye Yapılan Çevirilerde Çeviri-Kültür Aktarımı
Türkçe, çeviri eserler yoluyla pek çok dille etkileşime girmiştir. Aynı zamanda Türkçeye
yapılan çeviriler yoluyla aktarılan kültürler halkın bu kültürlere aşina olmasını sağlamıştır.
Arap edebiyatının en büyük yazarlarından ve temsilcilerinden Necip Mahfuz, evrensel
ölçülerdeki romanlarıyla Arap geleneğini, kültürünü edebiyatını ve kendi kişisel yeteneğini
eserlerine yansıtmış, bu eserlerin çevirileri sayesinde yalnızca Türk toplumuna değil, tüm
dünyaya, toplumunun değerlerini ve kimliğini tanıtan bir yazar olmuştur. Mahfuz’u dünya
romancılığının zirvelerine taşıyan üçlemelerinin ilki olan Saray Gezisinde, 1910’ların İngiliz
işgali altındaki Kahire’sinde yaşayan bir aileyi bizlere tanıtmıştır. Bu ailenin nezdinde bu
romanda Mısır toplumunun geleneklerini ve kültürünü tanırız. Necip Mahfuz’u ulusunun
ruhunu taşıyan romanlarının çevirileriyle tanıyan Türk toplumu, Mahfuzla birlikte, hiç
gitmediği ve görmediği Fişavi kahvesini ve Nil nehrini gezer, hatta her ayrıntısını bilir. Çünkü
Mahfuz romanlarında anlatmaz adeta gösterir. Toplumunun kültürünü, en ince ayrıntısına
kadar işler. Bu kitap hakkında Ömer Türker şöyle der: “Necip Mahfuz Saray Gezisinde, her
bir aile ferdinden etkileyici tiplemeler çıkarmayı bilmiş. Batı dünyasında ne ölçüde
kavrandığını bilemiyorum, ancak bu ailenin, özellikle Ahmet Beyin bizim toplumumuzda halâ
bir karşılığı var. Din ve gelenekle modernleşme arasındaki gerilimin sürdüğü bir ülkede, elli
yıllık gecikmesine rağmen Saray Gezisi hala güncel..”
Üçlemenin ikinci kitabı Şevk Sarayında, 1920’lerin sonundaki Mısır ve Kahire kültürü nüfuz
eder erek kültüre. Bu roman okuru evinden alır, Kahire’deki Abdulcevat’ın evine yerleştirir.
Realist akımın geçtiğimiz yüzyıldaki en önemli eserlerinden birisi olan bu kitabı okurken
okur, Mısır’ın kadınına ve erkeğine bakış açılarını aile içi kültürü az çok algılar. Burada fark
edilen en önemli şey, Mahfuzun toplumunu tüm gerçekliğiyle dünyaya sunmasının, büyük bir
ustalık ve cesaretin sonucu olduğudur.
Üçlemenin son kitabı olan Şeker Sokağı ile Türk toplumu 1940’ların Mısırına vakıf olur. Bu
kitabıyla Mahfuz üçlemenin ilk kitabından itibaren okurla tanıştırdığı karakterleri unutulmaz
kılmaktadır.
Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nda Mahfuz, sıkıntılar içindeki Arap toplumunun tekerrür
eden tarihini, tarihin neden tekerrür ettiğini, neyin değişmediğini, değiştirmek için yapılması
gerekeni sorgulamak için dini efsanelerden yararlanmıştır. Bir yandan insana özgü hırs, öfke,
kibir, arzu, utanç, korku, sevgi gibi duyguları araştırmış, diğer yandan insanın eşitlik ve
kardeşlik temelinde adil bir düzende yaşama arzusunun tarihsel izini sürmüştür. Sözün donüp
dolaşıp geldiği yer ise romanın yazıldığı dönemdeki Mısır. Toplumun güçlü karşısında boyun
eğmişliği, dinin ve kurumlarının bu boyun eğmişlikteki işbirlikçi rolü, yazar ve sanatçıların
suskunluğu, maddi kaynakların eşitsiz dağılımı, etnik ayrılıklar, yaşanan sefalet ve unutkanlık
(Ömer Türkeş, 2010). Tüm bu unsurlar Türk toplumunda karşılığını bulmuş ve Mahfuz’un
vermek istediği mesajı çeviri, erek kültüre ulaştırmayı başarmıştır.
Bir diğer Necip Mahfuz romanı, Han el Halili. Han el Haliliye gerçekten gitmemiş olan okur,
bu romanda kendini bir anda o semtte bulur. İkinci dünya savaşındaki Kahireyi, iki kardeşin
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS) August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 534
hikâyesiyle anlatan yazar, eski ile yeni, gelenek ile modernite, inanç ile bilimi karşı karşıya
getirmektedir. Bizler yine bu hislerle dolaşırız Han el Halilinin tarihi dükkanlarını,
kahvehanelerini, afyon içilen evlerini..
Gelelim Midak Sokağına. Kahire'de yoksulluk içinde bir sokaktır Midak Sokağı. Birbirinden
değişik kahramanları içinde barındırır. Her bir kahraman farklı bir insan, farklı bir hayat
anlatır romanın sayfalarında. Güzel giyinmek ve zengin olmanın hayattaki en önemli "şey "
olduğuna inanan Hamide, Hamide'ye umutsuzca âşık olan Abbas, kadın düşkünü Elvan Saim,
eşcinsel kahveci Kirşa, onun bu durumdan haberdar karısı ve İngiliz egemenliğinin hüküm
sürdüğü topraklarda, ezilmeye mahkûm insanların hayatını anlatıyor Midak Sokağı.
Dolayısıyla Türk okuru bu sokakla tanıyor Mısırın dokusunu, kültürünü..
Bir diğer Mahfuz romanı, Nil üstünde gevezelik. Bu romanın çevirisiyle de Enis karakteri
Türk toplumunda yerini bulmuş, yaşanan kültürel bunalım erek kültürde hissedilmiştir.
Arapça’dan Türkçe’ye yapılan çevirilerde Mahfuz’un eserlerinin çoğunlukla olması sebebiyle
kültür aktarımı işlevini de üstlenmiş olan romanlar yine bunlar olmaktadır. Ancak Mahfuz’un
yanı sıra Yahya Hakkı, Alâ el Asvani, Sunullah İbrahim, Adonis, Hulûd el Mualla ve daha
birçok modern yazın çevirileri yapılmıştır. Bunlardan Sunullah İbrahim’in O koku romanında
yine kültürlerarasılık özelliği görürüz. Büyük umutlarla iktidara gelen Nasır'ın ayağının
tozuyla hapse attırdığı solculardan biridir İbrahim. Beş yıl yattığı hapisten çıktığında aynen
novella'sındaki anlatıcı gibi gün batımından doğumuna kadar evde kalması gereken bir
kontrol altındadır. Bu koşullarda yazdığı eser, sert ve gerçekçi olur. O Koku yayımlanır
yayımlanmaz yasaklanır, birkaç kere sansürlenerek basılır ama orijinal haliyle gün ışığına
çıkması yirmi yılı bulur. İşte bu tarihten sonra roman birçok dile çevrilir ve Coetzee'ye “O
Koku, Mısır edebiyatında bir mihenk taşıdır.” dedirten süreç başlar. Sunullah İbrahim yine
önsözde o dönem için bir manifesto niteliği taşıyan şu sözleri söyleyerek Arap edebiyatı
geleneğini nasıl reddettiğini açıklar: “Sokakları bok götürüyorken, kanalizasyonun pis suları
her yeri kaplamışken, herkes pis kokuları kokluyor ve bundan şikâyet ediyorken, niye biz
yazdığımız zaman, sadece ve sadece çiçeklerin güzelliğinden ve ne harika koktuklarından söz
etmek zorunda kalalım?” Elli sayfalık bu eser gerek içeriğiyle gerekse anlatım biçimiyle
oldukça minimalist sayılır. Anlatıcının hapisten çıktığında gidecek yerinin olmamasının
yarattığı sıkıntıyla başlayan öykü, gidecek yer bulamayıp nezarethanede sabahlamasıyla
devam ediyor. Okuru çarpan ilk gerçeklik bu gecede anlatılıyor. Tahtakurularıyla dolu
nezarette sabahlarken öldürülürcesine dövülen bir deli adamdan başka, üstüne atılan bir
battaniyenin altında herkesin gözü önünde sırayla birlikte olunan güzel bir oğlandan bahseder.
Bu yaşananlar kimseye garip gelmemekte ve doğal karşılanmaktadır. Anlatıcı da gördüklerini
hiçbir yorum katmadan okura aktarır. Nasır'ın baskısı her yerde hissedilmektedir. 12 Eylül
Türkiye'sine çok benzer bir biçimde insanlar politika dışında her şeyden konuşmaktadırlar,
düğünler, alınacak eşyalar, popüler yıldızlar en önemli konulardır. Bir gün anlatıcı Yemen'den
dönen askerlerle dolu bir trenle karşılaşır. Yolcular askerlere bile umursamaz gözlerle, donuk
bir biçimde bakarlar. Yollarda üstü örtülü cesetler vardır. Şehirde sürekli kanalizasyonlar
taşmakta, bütün şehir kokmakta ama bunun bile lafını doğru düzgün kimse etmemektedir. Bu
koku simgesi gerçekten bütün toplumu kaplayan kirlilik mi yoksa anlatıcının burnundan
gitmeyen bir koku mu tam anlaşılmaz. Ancak vermek istediği mesaj yine hedef kültürdeki
yerini alır.
Son olarak Alâ el Asvani’nin Yakupyan Apartmanı romanını ele alacak olursak, 1990’lı
yıllara denk düşen ve özellikle Nasır’ın Arap milliyetçiliği sonrasındaki Mısır’ın toplumsal ve
siyasal değişimini ele alan ilginç ve bir o kadar ilgi çekici bir kitap. Yakupyan Apartmanı
Special Issue on the Proceedings of the 4th ISCS Conference – PART B August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 535
Mısır’da Enver Sedat’ın 1970’li yıllarda “intifah” biz de ise liberalizasyon ve serbest piyasaya
açılmak olarak da bilinen bir dönemin ve ardından Hüsnü Mübarek’le devam eden 1990’lı
yıllarını resmetmekte ve bu apartmanda yaşayan toplumun farklı sınıf ve kesimleri ise bu
değişimin birer simgesi olarak okuyucu karşısına çıkmaktadır. 1960’lı yılların Arap
milliyetçiliği son bulmuş, devletçilik hamleleri yerini serbest piyasa kurallarına bırakmış ve
Enver Sedat’la birlikte toplumsal alanda dinin, siyasal alanda ise İslamcılığın hâkim olduğu
dönemi ve sonrasını Asvani şöyle çizmektedir: “… Mısır’da amansız bir dindarlık dalgası
yayıldı ve içki içmek sosyal olarak kabul edilemez hal aldı. Arka arkaya gelen Mısır
hükümetleri alkol satışını büyük otel ve restoranlarla sınırlayıp yeni barlara ruhsatı vermeyi
keserek dindar baskıya boyun eğdiler. Bar sahiplerinden biri öldüğü zaman ruhsatını iptal
ederek mirasçıları işlerini değiştirmeye zorluyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi barlara polis
baskınları tertipleniyor, bar sahipleri üstleri aranıyor, kimlikleri irdeleniyor, bazen de
sorgulanmak üzere karakola götürülüyordu”…(s. 35). Bu kitap, Arap Baharı"nın yaşanmasına
yol açan süreci daha iyi anlamamızı sağlaması açısından mühim bir işleve sahiptir. Erek
kültürdeki yerini yine gerektiği gibi almıştır. Yakupyan Apartmanını görmeyen okur, bu
apartman simgesiyle Mısırın barındırdığı farklı kültürleri ve söz konusu dönemdeki kültürel
ve sosyal konumunu anlamaktadır.
Sonuç
Bu çalışmada çevirinin kültür aktarımında önemli bir işleve sahip olduğu, özellikle edebi eser
çevirilerinin bu noktada mühim bir yer tuttuğu ortaya çıkarılmıştır. Toplumlar arasındaki
farklılıkları yıkan ve diller arasında gerçekleştirilen bir etkinlik olan çeviri, Arap kültürünün
Türk toplumunca tanınmasını da sağlamıştır. Bu çeviriler sayesinde Arap kültürü Türk
kültürüyle buluşmuştur ve bunun en önemli örnekleri Nobel ödüllü yazar Necip Mahfuz,
Tevfik el-Hakîm, Adonis, Alâ el Asvani, Cibran Halil Cibran, Zekeriya Tamir, Muhammed
Teymur, Yusuf İdris gibi birçok Arap edebiyatçının eserleri olmuştur. Bu eserlerin çevirileri
sayesinde gerek toplumsal gerekse kültürel semboller aktarılmıştır. Han el Halilide bizi
gezdiren, Fişavi kahvehanesinde çay içiren Necip Mahfuz ile, Nil nehri de ayrı değer
kazanmıştır. Kahireyi hiç görmemiş bir kişi Necip Mahfuz’dan yapılan çevirilerle şehri
tanımış, kültürüne hâkim olmuştur. Yakupyan Apartmanı çevirisiyle Alâ el Asvani, bu tarihi
apartman çerçevesinde 90lı yılların Mısır’ını Türk toplumuna tüm gerçekliğiyle tanıtmıştır.
Bu da, kültürleri tanıtmak veya tanımak için aynı dile mensup olmak gerekmediğini ve
çevirinin de bu noktada önemli bir işlevi olduğunu ortaya çıkarır.
International Journal of Science Culture and Sport (IntJSCS) August 2015
Copyright©IntJSCS (www.iscsjournal.com) - 536
KAYNAKLAR
Akbulut, A. N. (2004). Söylenceden gerçekliğe: Çeviribilim. İstanbul: Multilingual.
Aksoy, N. B. (2002). Geçmişte günümüze yazın çevirisi. Ankara: İmge.
Aksoy, N. B. (2013). Çevirinin bilimsel gelişmeye katkısı. Cumhuriyet Bilim Teknoloji
Dergisi, 1377: 19.
el-Asvani, A. (2008). Yakupyan apartmanı, (Çev. Avi Pardo) İstanbul: Merkez Kitap.
Baykan, A. (2005). Sosyal-kültürel faktörlerin çevirideki rolü. Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14: 177-197.
Bektaş, S. (2008). Diliçi çeviride kültürel ve dilsel değişimden kaynaklanan çeviri sorunları.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sakarya.
Berk, Ö. (2005). Kuramlar ışığında açıklamalı çeviribilim terimcesi. İstanbul: Multilingual.
Bibina, Y. (2013). Çeviride buluşmak yahut iki ülke arasındaki köprü. Balkan Araştırma
Enstitüsü Dergisi, 2(1): 55-88.
Ersoy, H., & Erkurt, G. Ş. (2014). Kültür planlayıcısı olarak çevirmenin ve çevirinin erek
kültür/toplumda sosyal değişimlere etkisi ve bu bağlamda geliştirilmesi gereken devlet
politikaları. 7(33): 120-134.
Göktürk, A. (2014). Çeviri: dillerin dili. İstanbul: Yapı Kredi.
İbrahim, S. (2013). O koku. (Çev. Rahmi Er). İstanbul: Jaguar.
Kara, S. V. (2010). Tarihsel değerlendirmeler ışığında Türkiye’de çeviri etkinliği. 6(1): 94-
101.
Kızıltan, R. (2001). Tarihte çeviri. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi
Dergisi, 41(1): 71-88.
Mahfuz, N. (2008). Saray gezisi. (Çev. Işıl Alatlı). İstanbul: Hitkitap.
Mahfuz, N. (2008). Şevk sarayı. (Çev. Işıl Alatlı). İstanbul: Hitkitap.
Mahfuz, N. (2008). Şeker sokağı. (Çev. Işıl Alatlı). İstanbul: Hitkitap.
Mahfuz, N. (2010). Cebelavi sokağının çocukları. (Çev. Leyla Tonguç Basmacı). İstanbul:
Kırmızı Kedi.
Mahfuz, N. (2011). Han el-halili. (Çev. Bedrettin Aytaç). İstanbul: Hitkitap.
Mahfuz, N. (2015). Midak sokağı. (Çev. Leyla Tonguç Basmacı). İstanbul: Kırmızı Kedi.
Mahfuz, N. (2015). Nil üstünde gevezelik. (Çev. Rahmi Er). Ankara:Hece.
Üçgül, S. (2013). Dilde ve metinde ulusal kültür bileşenleri. Turkish Studies, 8/9: 125-133.

Konular