Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi*

Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde
İbn Haldûn’un Dil Teorisi*
Ramazan DEMİR**
Abstract
Muqaddimah, which is a milestone of the history of Islamic culture, written by the worldwide
known Muslim scholar and historian Ibn Khaldun, includes encyclopedic information about
Islamic sciences. He has assigned a wide space on sciences concerning the Arabic language in
the last chapter of this book. Thus, in this article; his understanding of language, his assessments regarding the sciences on the Arabic Language and the theory of language faculty will
be examined in the context of Muqaddimah.
Key Words: Ibn Khaldun, Muqaddimah, language, language faculty, syntax, lexicon, eloquence, literature.
Anahtar Kelimeler: İbn Haldûn, el-Mukaddime, dil, dil melekesi, nahiv, lügat, beyân, edebiyat.
İktibas / Citation: Ramazan Demir, “Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil
Teorisi”, Usûl, 11 (2009/1), 95 - 116.
I. Giriş
İbn Haldûn, 732/1332 yılında Tunus’ta doğdu. Tam adı, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahrnân b. Muhammed el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî’dir.
Aslen Yemen'in Hadramut bölgesinden olduğu için el-Hadramî, Tunus'ta
doğmuş olması sebebiyle et-Tûnisî, hayatının büyük kısmını Kuzey Afrika'da
geçirmesi dolayısıyla da el-Mağribî nisbeleriyle anılmıştır. Tarih, sosyoloji,
felsefe ve siyaset bilimlerinde ünü tüm dünyaya yayılmıştır. İbn Haldûn
808/1406’da Kahire’de vefat etmiştir.1
İbn Haldûn’un, el-Mukaddime adlı eseri İslâmî ilimler konusunda ansiklopedik mahiyette bilgiler ihtiva etmektedir. el-Mukaddime’de ilimler ana başlığı
altında Kur’ân, tefsîr, kırâat, hadîs, fıkıh, fıkıh usûlü, kelâm, tasavvuf gibi İslâmî
ilimleri müstakil alt başlıklar halinde incelemesi bunu apaçık bir şekilde göstermektedir.
** Yrd. Doç. Dr., Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, (email:
ramadandemir76@hotmail.com).
1 Muhammed ‘Îd, el-Meleketü'l-lisâniyye fî nazari İbn Haldûn, Kahire 1979, s. 12; Süleyman
Uludağ, “İbn Haldûn”, DİA, İstanbul 1999, XIX, 538.
96 • Ramazan Demir ___________________________________________________
İbn Haldûn, el-Mukaddime’de Arap dili ile alâkalı ilimler ana başlığı altında
nahiv, lügat, beyân ve edebiyat ilimlerini ele almaktadır. Ayrıca dil melekesi ve
bu melekenin kazanılması hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Bu çalışmada İbn Haldûn’un dil anlayışı, dil tanımı, “nahiv, lügat, beyân ve
edebiyat” ilimleri hakkındaki değerlendirmeleri, onun dil melekesi kavramı, dil
melekesinin kazanılması ve meleke nazariyesinin üzerine binâ ettiği konular ele
alınacaktır.
II. İbn Haldûn’un Dil Anlayışı
İbn Haldûn, dilin mahiyeti konusundaki düşüncelerini islâmî düşüncede
“bil-kuvve mevcûd ve bil-fiil mevcûd” diye bilinen düalist yaklaşım üzerine
yapılandırır. Ona göre dil hususunda insanın doğuştan getirdiği konuşabilme
kabiliyeti dilin bil-kuvve tarafını; bu konuşma kabiliyetinin herhangi bir toplumsal çevrede ortaya çıkması ise bil-fiil yönünü oluşturmaktadır.2
İbn Haldûn’un düalist yaklaşımının benzerine Ferdinand De Saussure ve
Noam Chomsky gibi modern dilbilimcilerde de rastlamaktayız. De Saussure’nin
düalist yaklaşımı genel ile özel; somut ile soyut arasındaki farklar etrafında
dönen dil yetisi (langue) ve söze (parole) dayanmaktadır. Dualist yaklaşım,
Chomsky’de kudret-kabiliyet (competence) ve edâ-kullanım (performance)
şeklinde görülmektedir. Bu yaklaşımın en önemli özelliği, fıtrî bir kabiliyet
(ınnate competence) ile dilin kazanılması hususunun sadece insana ait olduğunu savunmasıdır. Eric Lenneberg’le birlikte bu iddia güçlenip, kökleşmiştir.
Hatta her insanın kısaca (LED) diye bilinen “Language Acquisition Device - Dil
Edinim Cihazı” ile birlikte dünyaya geldiği ileri sürülmüştür.3
İnsanın sahip olduğu düşünebilme ve konuşabilme kabiliyeti (nefs-i nâtıka)
insanda bil kuvve mevcuttur. Kuvveden fiile geçişin ilk adımı zihinsel bilgilerin
ve dış varlıkta bulunan nesneler hakkındaki algıların yenilenmesidir. Daha
sonra yenilenen bilgi ve algılar insanda potansiyel olarak bulunan akletme gücü
(nazarî kuvvet) tarafından işlenerek dışa yansıtılır. Böylece insanda bil-kuvve
mevcut olan düşünebilme ve konuşabilme yetisi bilfiil de gerçekleşmiş olur.4
2 İbn Haldûn, el-Mukaddime, (thk. Dervîş el-Cuveydî), Beyrut 1996, s. 399-400, 386; Muhammed ‘Îd, a.g.e., s. 26-27.
3 Muhammed Ahmed ‘Amâyira, İktisâbu’l-lüğati ‘inde İbni Haldûn ve mevkifuhu beyne’lmedreseteyni’l-ma‘rifiyye ve’s-sulûkiyye, (ed-Dirâsetul-İslâmiyye, c. 37, sy. 3), İslamabad 2002,
s. 247; Komisyon, Çocukta Dil ve Kavram Gelişimi, Eskişehir 2003, s. 26.
4 İbn Haldûn, a.g.e., s. 399-400.
_____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 97
Görüldüğü gibi İbn Haldûn, konuşabilme yeteneği ile konuşma olgusunu
birbirinden ayırmaktadır. Konuşabilme yeteneği insanda bulunan diğer yetiler
gibi biyolojik olup fıtrîdir, konuşma olgusu ise söz konusu yetinin bir ürünüdür.
Yetenek ve yetiler, soyut bir yapıya sahip olup biyolojik kaynakları henüz
tam olarak bilinmemektedir. Bazı yetilerin beynin belli merkezleriyle ilgili
olduklarını bilmekteyiz. Ancak bu bilgilerimiz bile, bunların kaynağını tam
olarak açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Konuşabilme yeteneği, zekâ, tasavvur,
akıl, hafıza vb. yetilerimiz gibi biyolojik bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle doğuştan
olan her şey biyolojik kabul edilmektedir. Bu anlamda konuşma olgusunu
gerçekleştiren organlar çalışıyorsa her insan konuşabilir. Ancak konuşma üslubundaki akıcılık, etkileyicilik her insanda aynı değildir.5
İbn Haldûn’a göre dili hem sözlü hem de yazılı olarak öğrenebilme gücüne
sahip olması insanı diğer canlılardan ayıran ve onu daha üstün kılan en önemli
özellikler arasında yer alır. Yazı ve kitabet, temel sanatlardan olup zihinde olana
delâlet eden ve kulakla işitilen kelimeleri gösteren harflerden oluşmuş şekiller ve
semboller anlamına gelmektedir. Lüğavî delâlet yönünden de ikinci sırada gelir.
Yazı (hat), saygın bir sanat olmanın yanında insanı hayvanlardan ayıran en
önemli özelliklerdendir.6
İbn Haldûn, İranlıların, Berberlerin ve Arapların sahip olduğu melekenin fiili
ve kullanım olarak farklı olmakla birlikte potansiyel ve bil-kuvve bakımından
aynı olduğunu vurgulamaktadır.7
İnsanın toplumsal bir varlık oluşu İbn Haldûn’un düşüncesinin hareket noktasını teşkil eder.8 Dolayısıyla insanın hayatını sürdürmesi toplumun varlığına
bağlıdır. Toplum, insanların yalnız belli bir mekânda bir arada yaşamaları değil,
aynı zamanda bir düzen içerisinde yaşamalarıdır.
İbn Haldûn, dilin kendisine ortaya çıkma imkânı veren çevrede tekâmül
eden ve olgunlaşan insanî bir olgu olduğunu ifade eder.9
İbn Haldûn, insan dilinin kavramsal bir yapıya sahip olduğu düşüncesine sahiptir. Bu kavramların en önemlisini anlamlar oluşturmaktadır. Ancak anlamlar
ile sadece düşünce ve kelimeler kastedilmemektedir. Tam aksine bu noktada
vurgulanmak istenen insanın zihninde yer alan anlam ve mefhûmlardır.10
5 Alparslan Açıkgenç, Bilgi Felsefesi, İstanbul 1992, s. 194.
6 İbn Haldûn, a.g.e., s. 386.
7 Muhammed Ahmed ‘Amâyira, a.g.m., s. 247-248.
8 İbn Haldûn, a.g.e., s. 46.
9 Muhammed Ahmed ‘Amâyira, a.g.m., s. 247-248.
10 İbn Haldûn, a.g.e., s. 94; S.H. Assubayii, İbn KHalduun And Not Chomsky: The True Originator Of The Theory Of Language Faculty, (Mecelletu Câmi‘ati Ummi’l-Kurâ, sy. 10), 1415h., s.
15.
98 • Ramazan Demir ___________________________________________________
A. İbn Haldûn’a Göre Dilin Tanımı
İbn Haldûn, dilin tanımını müstakil bir başlık altında incelemez. Dilin tanı-
mını nahiv ilmini ele alırken yapar. Ona göre dil (el-lüğa), “insanın, maksadını
anlatmak için kullandığı ibaredir. Bu ibare, insanın konuşmayı kendisiyle ger-
çekleştirdiği dil organının bir eylemidir. Söz konusu eylem, insanın istek ve
arzularını ifade etme niyet ve ihtiyacından doğar.”11
Bu tanımdan anlaşılacağı üzere İbn Haldûn, dili bir iletişim vasıtası olarak
görmekte ve insanların toplu bir halde yaşamalarının sonucu ortaya çıktığını
kabul etmektedir. Bu sebeple dil, toplumsal bir olgudur. Yani ancak bir toplum
içinde doğup gelişebilir.
Ona göre dil, zihinde ve kalpte bulunan anlamların tercümânıdır.12 İnsanlar,
duygularını, düşüncelerini, niyetlerini, istek ve arzularını dil vasıtasıyla sözlü bir
şekilde birbirlerine iletirler.
B. Arap Dili İle İlgili İlimler
İbn Haldûn, Mukaddime’nin son bölümünde Arap dili ile ilgili ilimleri ele
alır. O, bu ilimleri lügat, nahiv, beyân ve edebiyat olmak üzere dört ana kısma
ayırır. Ona göre İslâmi ilimlerle meşgul olacak kimseler için bu dört ilmin tahsil
edilmesi zorunludur. Çünkü şer‘î hükümlerin kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir.
Kur’ân ve Sünnet’in dili ise Arapça’dır. Bu iki temel kaynağı nakleden sahâbe ve
tâbiîn de Arap’tır.13
İbn Haldûn, Arap dili ile ilgili ilimlerin öğrenilmesinin gerekliliğini vurguladıktan sonra bunların ehemmiyet dereceleri üzerinde durur. O, yukarıda sıraladığımız ilimlerin en önemlisinin nahiv olduğunu belirtir. Çünkü söz ile anlatılmak istenen maksat ancak nahiv kurallarının bilinmesiyle anlaşılabilir. Ancak
bu kurallar sayesinde fâil, mef’ûl’den; mübteda, haberden ayırt edilebilir. Nahiv
kuralları olmasaydı söz ile anlatılmak istenen maksat meçhûl kalırdı.14
Bununla birlikte şayet cümle içerisinde kelimelerin yapıları ve şekilleri de-
ğişmeden olduğu gibi kalsaydı lügat ilmi önem açısından ilk sırada yer alırdı.
Ancak isnâd, müsned ve müsnedun ileyhi gösteren i‘râb sebebiyle kelimelerin
anlamları tamamen değişebilmektedir. Bu sebeple ona göre nahiv ilmi lügat
ilminden daha önemlidir.15
11 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
12 İbn Haldûn, a.g.e., s. 544.
13 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
14 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
15 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
_____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 99
İbn Haldûn, Arap dili ile ilgili ilimler için yaptığı bu genel değerlendirmeden
sonra bu ilimleri önem sırasına göre inceler. Onun nezdinde söz konusu disiplinlerin en önemlisi nahiv olduğu için söze ondan başlar.
1. Nahiv İlmi (ijéĭĤ אħĥĐ)
Nahiv, Arap gramerinin söz dizimi kuralları ile i‘rab olgusunu ele alır. Başka
bir deyişle kelimelerin cümle içindeki durumunu, cümlenin düzgün bir şekilde
kuruluşunu, kelimenin son harfinin harekesini ve diğer i'râb alametlerini yani
i‘râbını inceleyen bilim dalıdır. Cümle bilimi, söz dizimi ve sentaks da denilmektedir.16
İbn Haldûn, bilimsel bir tarzda doğrudan nahvin tanımını yapmaz. Ancak
nahvin doğuşunu anlatırken nahvin işlevini, amacını ve konularını açıklar.
Ayrıca nahiv ilmi terimini de kullanır.
Yukarıda İbn Haldûn’un dil tanımı üzerinde durulmuştu. Orada belirtildiği
gibi o, dilin tanımını, nahiv ilmine ayırdığı bölümün hemen girişinde vererek
çeşitli değerlendirmeler yapar. Ona göre dil, insanın ağzında bulunan tat alma
organında gerçekleşen ve tekrarlarla bu uzuvda kökleşen tabiî bir melekedir. Bu
meleke, her toplumun kendi kullandığı terminolojiye göre şekillenir. Arap
toplumunda ortaya çıkan dil melekesi diğer milletlerde yer alan melekelerin en
güzeli ve maksatları ifade etme yönüyle en açık olanıdır. Çünkü Arap dilinde
kelimelerin dışında anlamlara delâlet eden başka faktörler de bulunmaktadır.
Fâil, mef’ûl ve mecrûr isimleri birbirinden ayıran ayrıca i‘râb alameti olan
harekeler ve fiilleri şahıslara bağlayan çeşitli harfler gibi. Bu durum, sadece Arap
diline özgüdür. Diğer dillerde ise her bir anlama delâlet eden bir lafız vardır.
Yani her bir anlamı anlatmak için farklı bir kelime kullanmak gerekir. Bundan
dolayı da diğer dillerde aynı anlam Arapça’ya nazaran daha uzun ifadelerle
anlatılmaktadır.17
İbn Haldûn, günümüzde çocukların dili ebeveynlerinden öğrendikleri gibi
başlangıçta yani İslâm’dan önce Arapların da birbirlerinden halef-selef ilişkisi
içinde dili meleke yoluyla öğrendiklerini belirtir.18 Yani onlar, herhangi bir
nahiv kuralına ihtiyaç duymadan fıtrî bir yönelişle söz konusu melekeyi kazanı-
yorlardı.
16 es-Sekkâkî, Miftâhu’l-‘ulûm, Beyrut t.y., s. 37; Taşköprüzâde, Miftâhu’s-sa‘âde ve misbâhu’ssiyâde fî mevdû‘âtu’l-‘ulûm, Kahire 1968, I, 144; et-Tehânevî, Mevsû‘atu keşşâfi ıstılâhâti'lfünûn ve‘l-‘ulûm, (takd. Refîķ el-‘Acem; thk. Ali Dahrûc; çev. Corc Zeynâtî, Abdullah elHâlidî), Beyrut 1996, I, 23; İsmail Durmuş, “Nahiv”, DİA, İstanbul 2006, XXXII, 300-306.
17 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545-546.
18 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546.
100 • Ramazan Demir __________________________________________________
Kaynaklarda Kur’ân kıraatinde görülen okuma hataları ile fetihler sonucunda İslâm’a giren ve anadili Arapça olmayan milletlerin Araplarla haşir neşir
olmasıyla birlikte konuşma ve kıraatte görülen hataların (lahn) çoğalması nahvin doğuşunu hazırlayan temel sebepler olarak zikredilmektedir.19
İbn Haldûn, İslam’ın doğuşu ve yayılışıyla birlikte Arapların yabancı unsurlarla karışması sonucu Arapların dil melekesinin bozulduğunu zikreder. Çünkü
Arap olmayanlar, Arapların ifade tarzına aykırı bir şekilde konuşuyorlardı. O,
işitme duyusunu dil melekesinin temel unsuru kabul eder. Arapların kulağı da
doğal olarak yabancıların yani Arap olmayan Müslümanların konuşmalarından
etkilendi. Bu etkilenme sonucu dil melekesinin bozulmaya başlaması ve zaman
içerisinde bu melekenin büsbütün değişmesi ihtimaliyle birlikte İslâm’ın temel
kaynakları olan Kur’ân ve hadîsin anlaşılamaması endişesi müslüman ilim
adamlarının dili hatalardan ve yabancı tesirlerden koruyacak nahiv kurallarını
ortaya koymaya sevk etti.20
İbn Haldûn, “i‘râb, ‘âmil ve nahiv ilmi” ıstılâhlarını doğuşunu da şöyle anlatır: “Arap dili bilginleri sözlerin ve cümlelerin kullanış şekillerinden, sözün
akışından -fâil ve mübtedâ merfû‘dur; mef‘ûl mansûb’tur- gibi kurallar koydular. Bir de baktılar ki kelimenin sonundaki harekeye bağlı olarak delâleti de
değişmektedir. Kelimenin sonundaki harekeye bağlı olarak delâletinin değişmesine i‘râb; bu değişikliği zorunlu kılan unsur için de ‘âmil terimlerini kullandı-
lar. Diğer terimleri de aynı şekilde ve kıyas yoluyla ürettiler. Böylece bu ıstılâhlar, Arap diline ait özel kurallar halini aldı. Bu kuralları yazıya geçirip eserlerinde topladılar ve kendilerine mahsus bir ilim dalı haline getirip adını nahiv ilmi
koydular.”21
İbn Haldûn’un nahiv ilminin doğuşu ile ilgili bu değerlendirmelerinden
onun bu konuda kendisinden önceki genel kanâate paralel düşündüğü sonucu
çıkarılabilir.
İbn Haldûn, nahiv ilmi konusunda ilk yazı yazan kişinin Hz. Ali (r.a.)’nin
emriyle Arap gramerinin kurucusu kabul edilen Ebu’l-Esved ed-Düelî (v.
69/688) olduğunu kaydeder. Ebu’l-Esved ed-Düelî’den sonra dil bilginlerinin
nahiv ilmiyle uğraştıklarını belirten İbn Haldûn, Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (v.
180/786)’ye gelene kadar herhangi bir isim zikretmez. Halîl b. Ahmed’in nahiv
19 es-Sîrâfî, Ahbâru’n-nahviyyîn, (thk. Muhammed İbrâhim el-Bennâ), Kahire 1405/1985, s. 34
vd.; İbnu’l-Enbârî, Nüzhetu’l-elibbâ fî tabakâti’l-udebâ, (thk. İbrahim es-Semerrâî), Ürdün
1405/1985, s. 19-23; İbnu’l-Kıftî, İnbâhu’r-ruvât ‘alâ enbâhi’n-nuhât, (thk. Muhammed Ebu’lFadl İbrâhim), Kahire 1369/1950, I, 4-9; İsmail Durmuş, “Nahiv”, DİA, İstanbul 2006, XXXII,
300-306.
20 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546.
21 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 101
ilmini bir sisteme kavuşturduğunu ve bâblarını ikmâl ettiğini ifade eder. Halîl b.
Ahmed’in öğrencisi Sîbeveyhi (v.180/796)’nin ise meşhur eseri el-Kitâb’ı telif
ettiğinden; günümüze ulaşan ilk Arapça gramer kitabı olan bu eserin Sîbeveyhi’den sonra gelen ve bu ilimle meşgul olan herkesin temel başvuru kaynağı ve
rehberi olduğundan söz eder. Ebu’l-Kâsım ez-Zeccâcî (v. 337/949) ve Ebû Ali elFârisî (v. 377/987)’nin Sîbeveyhi’nin metodunu takip ederek nahiv ilmini tahsil
edecek öğrenciler için muhtasar eserler yazdığını belirtir.22
Nahvin kuruluş safhasından sonra bu ilimle ilgili olarak çok şey söylendiğini,
nahiv kuralları hususunda delillerin çoğaldığını, nahvi öğretmede farklı yöntemler benimsendiğini, buna bağlı olarak da ilk önce Basra ve Kûfe daha sonrada
Bağdat ve Endülüs mekteplerinin doğduğunu belirtir.23
İbn Haldûn, medeniyetin gerilemeye yüz tutmasıyla birlikte kendi döneminde diğer ilimlerde yaşanan duraklama ve gerilemenin nahiv ilminde de görüldü-
ğünü ancak bu duraklamanın muasırı meşhur Mısırlı dilci İbn Hişâm (v.
761/1360)’ın el-Muğnî fi’l- i‘râb isimli eseriyle birlikte aşıldığını kaydeder.24
İbn Haldûn, nahiv ilmininin tarihî seyrini ana hatlarıyla incelemeye çalışmış-
tır. Bu sebeple Mukaddime’sinde nahiv konusunda verdiği bilgiler çok önemli
olmakla birlikte ansiklopedik bilgi mahiyetindedir. Dolayısıyla onu i‘râb tahlili
yapan, gramerle ilgili konuları detaylı bir şekilde işleyen bir nahiv bilgini olarak
görmek mümkün gözükmemektedir. Bundan sonraki başlıkta lisânî ilimler
arasında ikinci sıraya yerleştirdiği lügat ilmi üzerinde durulacaktır.
2. Lügat İlmi (ÙĕĥĤ אħĥĐ)
Lügat ilmi, bir dilin söz varlığını oluşturan kelimelerin yapısını (cevherinimaddesini) ve sözlük anlamlarını inceleyen bilim dalıdır.25
İbn Haldûn, nahiv ilminin doğuşuna sebep olan kıraat hatalarının (lahn) kelimelere sirâyet ettiğini, buna bağlı olarak da Müslüman olan yabancı milletlerin
etkisiyle lafızların konulduğu anlamın dışında kullanılmaya başladığını belirtir.
Kelimelerin anlamlarının zaman içerisinde değişmesi veya tamamen unutulup
yok olması ve bunun sonucunda da Kur’ân ve hadîsin anlaşılamaması endişesi,
Arap dilinde yer alan kelimelerin tedvîn edilerek korunması ihtiyacını doğurmuştur.26
22 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546.
23 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546-547.
24 İbn Haldûn, a.g.e., s. 547.
25 et-Tehânevî, a.g.e., I, 17; Saçaklızâde, Tertîbu’l-‘ulûm, (thk. Muhammed b. İsmâîl es-Seyyid
Ahmed), Beyrut 1408/1988, s. 119; İbn Haldûn, a.g.e., s. 547.
26 İbn Haldûn, a.g.e., s. 547.
102 • Ramazan Demir __________________________________________________
Bu amaçla birçok Arap dili bilgini bu iş için kolları sıvar. Bu yarışta en önde
giden dil bilgini Halîl b. Ahmed olur. Arap dilinin ilk sözlük çalışması olan
Kitâbu’l-‘ayn isimli meşhur eserini telif eder. Halîl b. Ahmed, sözlüğünü alfabetik diziye göre hazırlamış ve kelimelerin köklerinde yer alan sessiz harfleri esas
almıştır. Harflerin diziminde onların mahreçlerini göz önüne alarak en dipte yer
alan gırtlak seslerinden başlamıştır. Daha sonra sırasıyla ağız, dişler ve dudaktan
çıkan harflere yer vermiştir. Sesli (illet) harfleri ise (elif, vâv, ye – )ي، و، אen sona
almıştır. Gırtlaktan çıkan ilk ses olan ‘ayn ( )عharfiyle başladığı için eserine
Kitâbu’l-‘ayn adını vermiştir. Sözlüğünde sırasıyla iki (sünâi), üç (sülâsi), dört
(rübâ‘î) ve beş (hümâsî) harfli kelimelere yer vermiştir. Bir kelime kökünü
meydana getiren harflerin yer değiştirmesiyle ortaya çıkan yeni kelimeleri de bir
araya toplamıştır. Böylece Halîl b. Ahmed, alfabe harflerinin bu usûle göre
birbirleriyle teşkil edecekleri kelimelerin aritmetik hesabını yapmak suretiyle
dilin bütün kelimelerini kapsayabilen bir sistem geliştirmiştir.27 Bu sisteme göre
ortaya çıkan bütün muhtemel şekillerin dilde kullanılanlarının anlamlarını
vermiş; bir manâya delâlet etmeyenlerin (mühmel) anlamını vermemiştir. İbn
Haldûn, Kitâbu’l-‘ayn hakkında detaylı bilgiler verdikten sonra diğer sözlük
çalışmalarından da bahseder.28
Halîl b. Ahmed’in Kitâbu’l-‘ayn’ı Arap dilinde hem kullanılan (musta'mel)
hem de bir anlamı olmayan (mühmel) kelimeleri içine alıyordu. Bu sebeple Ebû
Bekr ez-Zebîdî (v. 379/989), onun şümûlünü muhafaza ederek onda yer alan
mühmel kelimelerin tamamını, şevâhid ve misâllerin birçoğunu atarak Muhtasaru’l-‘ayn adıyla özetledi.29
Daha sonra İsmail b. Hammâd el-Cevherî (v. 393/1003), es-Sıhâh’ı, Ali b. İsmail İbn Sîde (v. 458/1006), Kitâbu’l-muhkem’i, Muhammed b. Ebu Hüseyin (v.
671/1272), Kitâbu’l-muhkem’in muhtasarı olan Hulâsatu’l-muhkem’i telif etmiş-
lerdir. İbn Haldûn, ayrıca Ali b. Hüseyin el-Kurâ‘ (v. 309/961)’ın el-Müncid;
Muhammed b. Hasan İbn Düreyd (v. 321/933)’in el-Cemhera, ve Kemâleddîn
İbnu’l-Enbârî (v. 577/1181)’nin Kitâbu’z-zâhir adlı sözlüklerinden de söz eder.30
27 et-Tehânevî, a.g.e., I, 17; Saçaklızâde, a.g.e., s. 119; İbn Haldûn, a.g.e., s. 547.
27 Halîl b. Ahmed’in sistemi kısaca şöyle açıklanabilir: “Arap alfabesinde 28 harf vardır. İki
(sünâî) harfli kelimeler oluşturulurken ilk önce bir harf diğer 27 harfle yan yana getirilir. Böylece (eb, et, es/ab, ac, ad) şeklinde 27 farklı kelime elde edilmiş olur. Daha sonra bu sistem alfabenin bütün harflerine uygulanır. İkinci aşamada harflerin birleştirilmesiyle oluşan iki harfli
kelimelerin harflerinin yerleri değiştirilerek (kalb) (be,te, se; ba, ca, da) şeklinde yeni kökler
elde edilir. Üçüncü aşamada iki (sünâî) harfli kelimelere uygulanan bu işlem üç (sülâsi), dört
(rübâ‘î) ve beş (hümâsî) harfli kelimelere tatbik edilir. Böylece Arap dilinde oluşması mümkün
bütün kelimeler elde edilmiş olur.”
28 İbn Haldûn, a.g.e., s. 547-548.
29 İbn Haldûn, a.g.e., s. 548.
30 İbn Haldûn, a.g.e., s. 548-549.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 103
Görüldüğü gibi İbn Haldûn, lügat ilminin tanımı, konusu, ortaya çıkış sebebi
hakkında genel bir mâlumât vermekte, Arap dilinin ilk sözlüğü kabul edilen
Kitâbu’l-‘ayn’ı detaylı bir şekilde tanıtmakta ve meşhur sözlüklerin isimlerini
vermektedir. Şimdi İbn Haldûn’un ifadesiyle nahiv ve lügat ilminden sonra
ortaya çıkan beyân ilmi incelenecektir.
3. Beyân İlmi (אنĻ×Ĥ אħĥĐ)
İbn Haldûn’un beyân ilmi hakkındaki değerlendirmelerine geçmeden önce
faydalı olacağı düşüncesiyle belâgat terimi üzerinde durmak istiyoruz.
Belâgatın terim olarak biri meleke diğeri ilim olmak üzere iki anlamı vardır.
Meleke olarak belagât, kelâmın fasîh olmakla birlikte muktazây-ı hâle de uygun
olmasıdır. Yani sözün açık seçik, anlaşılır olmasının yanında yerinde, zamanında ve yeterince ifade edilmesidir. Bir ilim olarak belâgat ise düzgün ve yerinde
söz söyleme usûl ve kâidelerini inceler. Belâgat meânî, beyân ve bedî‘ olmak
üzere üç fenne ayrılır.31
Sözün yerinde olma şartlarını (muktazây-ı hale uygunluk), sözü duruma ve
yere göre uyarlama ilkelerini inceleyen ilme me‘ânî; zihindeki manâyı, duygu ve
düşünceleri değişik yollarla ifade etme usûl ve kâidelerini ele alan disipline
beyân, kelâmın muktazây-ı hale uygun ve murat edilen manâya delâletinin açık
olması şartıyla lafız ve manâ yönünden edebî sanatlarla güzelleştirilmesini konu
edinen ilme de bedî‘ denilmektedir.32
İbn Haldûn, belâgatı yukarıda anlatılandan farklı bir sistematik içerisinde
beyân ilmi başlığı altında incelemiştir. O, beyân ilmini belâgat, beyân ve bedî‘
olmak üzere üç kısma ayırır. Meânî ilmi ıstılâhını kullanmaz. Onun kullandığı
terminolojiye göre kelâmın lafız ve ibaresiyle muktazây-ı hale uygun olduğu
bütün hal keyfiyetleri inceleyen fenne belâgat; lafzın “lâzım ve melzûm”33 yö-
nünden delâletini yani istiare ve kinayeyi ele alan disipline beyân; çeşitli edebî
31 Hatîb el-Kazvînî, Telhîsu’l-miftâh, İstanbul 1306h., s. 4; et-Teftâzânî, el-Mutavvel şerhu Telhîsi
Miftâhi’l-‘ulûm, (thk. Abdülhamîd Hindâvî), Beyrut 1422/2001, s. 17, 153; et-Tehânevî, a.g.e.,
I, 342; Saçaklızâde, a.g.e., s. 153; Hulusi Kılıç, “Belâgat”, DİA, İstanbul 1992, V, 380.
32 es-Sekkâkî, a.g.e., s. 77, 200; Hatîb el-Kazvînî, a.g.e., s. 5, 40, 56; et-Teftâzânî, a.g.e., 166, 506,
640; et-Tehânevî, a.g.e., I, 24, 26, 27; Saçaklızâde, a.g.e., s. 153-154; İsmail Durmuş, “Me‘ânî”
DİA, Ankara 2003, XXVIII, 204; Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Beyân”, DİA, İstanbul 1992, VI,
22; N. Hacımüftüoğlu, “Bedî‘”, DİA, İstanbul 1992, V, 320; Nusreddin Bolelli, Belâgat, İstanbul 2001, s. 28, 35, 161, 309.
33 Mülâzemet, bir şeyin başka bir şeyi gerektirmesi demektir. Birinci şeye melzûm, ikincisine de
lâzım denir. Aslan lafzının cesareti gerektirmesi gibi. Çünkü cesaret aslanın ayrılmaz bir özelliğidir. Yiğit, cesur bir insanı aslana benzettiğimizde yiğitlik lâzım; aslan melzûm olmaktadır.
104 • Ramazan Demir __________________________________________________
sanatlar yoluyla kelâmın güzelleştirilmesini konu edinen ilme bedî‘ denilmektedir.34
İbn Haldûn, beyân ilmini biri genel diğeri özel olmak üzere iki anlamda kullandığı görülmektedir. Genel olarak beyânı günümüzdeki belâgat manâsında;
özel olarak da belâgatın bir dalı olan beyân ilmi anlamında kullanmaktadır.
Beyân ilminin bir bölümü olarak konumlandırdığı belâgatı da günümüzde
belâgat ilminin bir fenni olan me‘ânî’ye karşılık kullandığı anlaşılmaktadır.
O, beyânın aslında “belâgat, beyân ve bedî‘” ilimlerinin ikincisinin adı oldu-
ğunu ancak dil bilginleri ilk önce onu ele aldıkları için her üç ilmin genel adı
olarak kullanıldığını da ifade etmektedir.35
İbn Haldûn, Kur’ân’ın i‘câzının anlaşılmasını beyân ilminin bir semeresi olarak görür.36
İbn Haldûn, Cafer b. Yahya (v. 186/803), Câhız (v. 255/869) ve Kudâme b.
Cafer (v. 337/948) vb. dil bilginlerinin beyân ilmi konusunda yazdıklarını ancak
bunun yeterli olmadığını belirtir. Sekkâkî (v. 626/1229)’ye gelinceye kadar bu
ilmin tedrîcî bir şekilde geliştiğini, Sekkâkî’nin ise bu ilmin özünü bulup ortaya
çıkardığından, konularını düzenleyip tasnif ettiğinden söz eder. Onun telif ettiği
Miftâhu’l-‘ulûm adlı eserin bu ilmin temel başvuru kaynağı olduğuna vurgu
yapar. İbn Haldûn’a göre İbn Mâlik (v. 686/1287)’in Kitâbu’l-misbâh’ı, Kazvînî
(v. 739/1338)’nin el-Îzâh ve et-Telhîs’i bu ilmi konu edinen diğer önemli eselerdir.37
İbn Haldûn, beyân ilminin tanımı, bölümleri, semeresi ve temel kaynaklarıyla ilgili yaptığı vecîz açıklamalardan sonra onun bir mütemmimi sayılabilecek
edebiyat konusunu ele alır.
4. Edebiyat İlmi (دبŶ אħĥĐ)
İbn Haldûn’a göre edebiyat ilminin özel olarak ilgilendiği, kendisine mahsûs
belli bir konusu yoktur. O, dil bilginlerinin edebiyatın amacını onun semeresinde gördüğünü belirtir. Edebiyatın semeresi de gerek nazımda (şiir) gerek nesirde
(düz yazı) olsun Arapların üslûbuna göre sözün en güzel şekilde ifade edilmesidir.38
İbn Haldûn, dil bilginlerinin edebiyatı, Arap şiirinin, tarihî olaylarının
(ahbâr) ve belli bir ölçüde lisâni ve şer‘î ilimlere ait metinlerin ezberlenmesi
34 İbn Haldûn, a.g.e., s. 551.
35 İbn Haldûn, a.g.e., s. 552.
36 İbn Haldûn, a.g.e., s. 553.
37 İbn Haldûn, a.g.e., s. 552.
38 İbn Haldûn, a.g.e., s. 553.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 105
şeklinde tanımladıklarını ayrıca ders meclislerinde hocalarının bu ilmin usûl ve
erkânının dört eserde toplandıklarını söylediklerini belirtir. Edebiyatın temel
kaynakları konumundaki bu eserler, Câhız’ın Kitâbu’l-beyân ve’t-tebyîn’i; İbn
Kuteybe (v. 270/884)’nin Edebu’l-kâtib’i; Müberred (v. 285/898)’in Kitâbu’lkâmil’i; ve Ebû Ali el-Kâlî (v. 356/967)’nin en-Nevâdir’idir.39
İbn Haldûn, ğınanın (şarkı) şiire tâbi olması sebebiyle başlangıçta edebiyatın
bir bölümü kabul edildiğini zikreder. Çünkü şarkı, şiirin bestelenmiş şeklidir.
Abbâsiler zamanında ileri gelen yazar ve kâtipler Arap dilinin üslûb ve sanatlarını öğrenmek amacıyla ğınaya önem vermişlerdir. Bu konudaki en önemli eser,
Ebu’l-Ferec el-İsfehâhî (v. 356/967)’nin Kitâbu’l-eğânî’sidir. Ebu’l-Ferec, bu
eserinde Arapların tarihi olaylarına, şiirlerine, neseplerine, destanlarına ve
devletlerine ilişkin bilgileri toplamıştır.40
İbn Haldûn Arap dilinde kelâmın nazım (şiir) ve nesir (düz yazı) olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtir. Vezinli, kâfiyeli söze şiir, böyle olmayana da nesir
denilmektedir. Şiir ve düz yazının her birisinin kendisine ait konuları ve alt
bölümleri olduğunu ifade ettikten sonra şiir konusunu geniş bir şekilde ele alır.
Arap şiirinden örnekler vererek çeşitli tahliller yapar.41
Buraya kadar İbn Haldûn’un dil anlayışının genel çerçevesi çizildi, dil tanı-
mına ve Arap dili ile ilgili ilimler hakkındaki değerlendirmelerine yer verildi.
Bundan sonra onun dil melekesi nazariyesi ve bu melekeyle açıkladığı konular
üzerinde durulacaktır.
III. İbn Haldûn’un Dil Melekesi Nazariyesi
İbn Haldûn, dilin öğrenilmesini meleke nazariyesiyle açıklar. İlk önce dil melekesi kavramı üzerinde durur. Daha sonra bu melekenin nasıl kazanılacağını
açıklar.
A. İbn Haldûn’da Dil Melekesi Kavramı
İbn Haldûn’un dil melekesi hakkındaki mülâhazalarına geçmeden önce meleke kavramının kısaca açıklanması faydalı olacaktır.
Meleke, insanda idrak, hafıza, hayal etme, muhakeme kabiliyeti gibi doğuş-
tan var olan güçlerden her biri yani yeti demektir. Bu anlamıyla fıtratla eş anlamda kullanılmaktadır. Ancak meleke ile fıtrat kavramları anlam bakımından
tamamen aynı değildir. Çünkü fıtrat yaratılışla birlikte yani doğuştan insanda
39 İbn Haldûn, a.g.e., s. 553-554.
40 İbn Haldûn, a.g.e., s. 554
41 İbn Haldûn, a.g.e., s. 565 vd., 585 vd.
106 • Ramazan Demir __________________________________________________
var olan hususlardır. Meleke ise insanın doğuştan getirdiği yetiler sayesinde bir
iş ve davranış üzerinde devamlı uğraşma, tekrar ve tecrübe ile kazanılan alışkanlık, beceriklilik, yatkınlık demektir.42
İbn Haldûn melekeyi tekrar ve tecrübe ile kazanılan alışkanlık, beceriklilik,
yatkınlık anlamında kullanır ve onun oluşum aşamalarını şöyle açıklar:
“Melekeler ancak fiillerin tekrarlanmasıyla oluşur. Çünkü fiil ilk olarak meydana geldiğinde kişiye ait bir sıfata dönüşür. Fiil tekrarlanınca bir hal haline
gelir. Hal, kökleşmemiş sıfat demektir. Tekrar daha da artırılınca kökleşmiş sıfat
demek olan meleke haline gelir.”43
Bu açıklamalara göre melekenin yani bir iş ve davranış hususunda alışkanlık
ve yatkınlık kazanmanın “fıtrat, eylem, sıfat, hal ve meleke” olmak üzere beş
aşaması bulunmaktadır. İnsandaki yürüyebilme yeteneği üzerinden olayı resmedelim. Normal şartlar altında her insan yürüyebilme yetisiyle dünyaya gelmektedir. Bu yeti ilk olarak bir eylem şeklinde ortaya çıkar. Eylem olarak ortaya
çıkmasıyla birlikte onu gerçekleştiren öznenin bir sıfatı yani özelliği olur. Söz
konusu eylem tekrarlanınca artık öznenin bir hali şekline gelir. Tekrar daha da
artırılınca özne, eylemi gerçekleştirme hususunda meleke kazanır. Bütün sanat,
meslek ve zanaatlarda da durum böyledir. Yani ancak tekrar ve pratik yaparak
bir şeyde meleke kesbedilebilir.
Yukarıda belirtildiği gibi İbn Haldûn’a göre insan konuşabilme yetisiyle
dünyaya gelmektedir. Konuşma olgusu ise bu yetinin bir ürünü olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu da meleke sayesinde gerçekleşmektedir.
İbn Haldûn’da meleke kavramı, dilin ve dilin kazanılması mevzûunun ikinci
tarafını oluşturmaktadır. O da dilin bil-fiil yoluyla mevcûd olmasıdır. İbn
Haldûn, dilin fiili ve kullanım yönünü oluşturan meleke kavramı ile ilgili şu
değerlendirmelerde bulunur:
Dil olgusu, pratik sanatlarda olduğu gibi meleke vasıtasıyla oluşur. Çünkü
söz konusu olgu, ağzımızdaki konuşma organında bulunan ve doğuştan gelen
konuşabilme yetisi (melekesi) demektir. Bu yeti ile zihindeki niyet ve anlamlar
ifade edilerek başkalarına aktarılır. Dildeki ifadenin mükemmel, iyi ve güzel ya
da eksik, çirkin ve kusurlu olması bu melekenin tam veya noksan olmasına
bağlıdır. İyi ya da kusurlu olma hali de tek tek kelimelere göre değil iletişimin
kendileriyle gerçekleştiği cümlelere göredir. Yani ifadeki mükemmellik parçada
değil bütünde aranır.44
42 et-Tehânevî, a.g.e., II, 1642; Seyyid Şerif el-Cürcânî, et-Ta‘rîfât, s. 229; İlhan Ayverdi, Misalli
Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 2005, II, 1992.
43 İbn Haldûn, a.g.e., s. 554.
44 İbn Haldûn, a.g.e., s. 554.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 107
Söz konusu meleke, zihindeki anlamları ve niyetleri eksiksiz olarak muhataba
aktarmak için kelimeleri birleştirme yoluyla anlamlı cümleler oluşturma, bu
cümleleri oluştururken de içinde bulunulan durum ve ortama titizlikle riayet
etme hususunda tam bir şekilde kullanılabilirse konuşan (mütekellim), maksadını dinleyiciye ulaştırma noktasında başarıya ulaşmış olur. Belagat dediğimiz
şey de budur.45
Meleke, kökleşerek kendisine ait yere iyice yerleşince sanki o mahalle ait bir
tabiat ve cibilliyetmiş gibi görünür. Bundan dolayı melekelerin halini bilmeyen
birçok dikkatsiz araştırmacı Arapların kendi dillerini gramer kurallarına ve
edebi zevke uygun olarak belîğ bir şekilde kullanabilmelerini doğuştan getirilen
fıtrî bir durum zanneder; “Araplar dillerini doğal (fıtrî) olarak konuşuyor” der.
Hâlbuki gerçek böyle değildir. Tam aksine bu olay, ilk bakışta cibilliyet ve tabiat
olarak görünmekle birlikte söz dizimi itibariyle yerleşmiş ve kökleşmiş bir dil
melekesidir (ÙĻĬאùĤ ÙכĥĨ).46
Görüldüğü gibi İbn Haldûn, dil yetisinin bir ürünü olan konuşma olgusunun
doğuştan (tabîi) değil, kazanılan bir yapıya sahip olduğunu ifade etmektedir.
Aynı şekilde İbn Haldûn’un bu sözlerinden, meleke ile tabiat (fıtrat, kabiliyet) kavramlarının aynı şey olmadığı da açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Ancak
bu kavramlar avam tabaka tarafından birbiriyle karıştırılmakta ve aynı şeyler
zannedilmektedir.
Avam tabaka, Arapların, tabîi, doğal olarak Arap diline sahip olduklarını dü-
şünür. Yani Araplar, başkalarının kendilerinden öğrendiği, kendilerinin ise
başkalarından almadığı ilk ve asli şekliyle (ĵĤوŶ אÙכĥĩĤאÖ) Arap lisanını konuştuklarını zannederler.47
İbn Haldûn, dil melekesinin ancak tekrar yoluyla ortaya çıkabileceğini dü-
şünmektedir. Tekrar ne kadar çok olursa meleke de o derecede daha hızlı bir
şekilde yerleşir.
Ayrıca bu meleke, insanın içinde yetiştiği toplumun diline göre şekillenir.
Meselâ Arapça konuşan bir kimseyi ele alalım. Arapça konuşma melekesi bu
toplumda mevcut olduğu için bu kişi kendi neslinin sözlerini; hitaplarında
kullandıkları üslûpları; maksatlarını ve niyetlerini ifade etme keyfiyetlerini tıpkı
bir çocuğun, kendilerine ait anlamlarda kullanılan kelimeleri işittiği gibi işitir.
İlk önce bu kelimeleri beller. Daha sonra bu kelimelerin birleştirilmesi yoluyla
oluşturulan cümleleri de aynı şekilde işitir ve onları da öğrenir. Bu işlem meleke
yerleşinceye kadar tekrarlanır. Sonunda o da onlar gibi olur ve onların konuş-
45 İbn Haldûn, a.g.e., s. 554.
46 İbn Haldûn, a.g.e., s. 561.
47 İbn Haldûn, a.g.e., s. 555.
108 • Ramazan Demir __________________________________________________
tukları dili tıpkı onlar gibi konuşur. İşte diller bu şekilde oluşur ve nesilden
nesile aktarılır.48
Görüldüğü gibi İbn Haldûn göre, dili kullanabilme yetisi doğuştan gelen fıtrî
bir yetidir. Ancak bu yetinin ortaya çıkabilmesi için bir topluma ihtiyaç duyulur.
İnsan, bu toplumda konuşulan dili doğuştan getirdiği yetenek sayesinde öğrenir.
Dili öğrenirken ilk önce etrafında konuşulan dildeki kelimeleri işiterek hafızası-
na kaydeder. Daha sonra bu kelimeleri ve söz konusu kelimelerin oluşturduğu
cümleleri tekrarlaya tekrarlaya ve pratik yaparak dili öğrenir.
Acaba İbn Haldûn’a göre insanın doğuştan getirdiği konuşabilme yetisinin
pratik olarak konuşmaya dönüşmesi nasıl olmaktadır. Yani insan, dil melekesini
nasıl kazanmaktadır.
B. Dil Melekesinin Kazanılması
İbn Haldûn, işitme duyusunu lisâni melekelerin babası kabul eder. Ona göre
dil melekesinin kazanılmasında kulağın çok etkin bir rolü vardır. Çünkü dil,
başlangıçta işitme yoluyla elde edilir.49 Günümüzde yeni doğan bebekler anne ve
babalarından duydukları kelimeleri ilk önce belleklerine kodlar.
İbn Haldûn, dil melekesinin yerleşmesi hususunda kulağa, işitmeye etkin bir
rol verdikten sonra kendi meleke anlayışına dayanan bir öğretim programı
belirler.
İbn Haldûn, dil melekesinin nasıl kazanılacağını Arapça örneği üzerinden
açıklar:
“Dil, sair melekeler gibi bir melekeyse onu diğer melekeleri öğrendiğimiz gibi öğrenmemiz
mümkündür. Bu melekeyi arzulayan ve onu tahsil etmek isteyen kimsenin takip etmesi gereken yol şudur;
“-Arap dilinin Kur’ân ve hadise dayanan dil üslûplarına uygun bir şekilde kullandıkları kadîm
söz ve ifadelerini,
- Selefin (öncekilerin) kelâmını,
- Şiir ve düz yazıda Arap otoritelerin kullandığı söz ve hitapları,
- Araplar arasında doğup büyüyen ancak Arap olmayan (muvelledûn) dil üstatlarının kullandıkları edebî sözleri” öncelikle hafızasına nakşetmelidir.50
Yukarıda sıraladığımız maddelerin ezberlenmesi programın en önemli adımlarından birisidir. Bu adım melekenin kazanılmasında ana ekseni oluşturmaktadır. İbn Haldûn, bu adımın amacı hususunda şu düşüncelere yer verir:
48 İbn Haldûn, a.g.e., s. 554-555.
49 İbn Haldûn, a.g.e., s. 546, 554-555.
50 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 109
“Arapların söz ve kelâmıyla ilgili olarak nazım ve nesirden epeyce malzeme ezberleyen kimse,
onların içinde doğup büyüyen, dili ve onu ifade etme biçimini onların kullanım maksatlarına
uygun bir tarzda öğrenen kişinin konumuna gelir.”51
Programı oluşturan bir sonraki adım ise şudur: “Bu kişi, yaptığı ezber sayesinde Arap dili üslûbuna ve bu dildeki cümle kuruluşuna uygun bir şekilde
zihninde olanı ifade eder. Söz konusu Arapça dil melekesine ezberleme ve
kullanım yoluyla sahip olur. Ezber ve kullanım oranına göre bu meleke kökleşir
ve ifadedeki kalite artar.”52 Bebeklerin yanında ne kadar çok konuşulursa o
oranda dili daha hızlı bir şekilde öğrenirler.
İbn Haldûn, mükemmel bir melekeye ve edebî (belîğ) bir ifadeye sahip olmak için ezber ve kullanımı yeterli görmez.
Bununla birlikte bu kişi, selim bir tabiata sahip olmalı, Arapların dili konu-
şurken ve cümleleri kurarken kullandıkları ifâde ve üslûpları en güzel şekilde
kavramalıdır. Ayrıca kelâmını muktazây-ı hale uygun olarak oluşturmalıdır.
Yani sözü açık seçik olmalı ve sözünü yerinde, zamanında kullanmalıdır.53
Burada Arapça dil melekesinin elde edilmesinde takip edilen yol diğer bütün
diller için geçerlidir.
İbn Haldûn, dilin öğrenilmesini diğer sanatların öğrenilmesine benzetir. Bu
öğrenmenin gerçekleşebilmesi için de insanda doğuştan getirilen potansiyel
meleke kavramı üzerinde durur. Ancak bu meleke uygulama yapılarak ve prati-
ğe dönüştürülerek ortaya çıkarılabilir.54
Acaba İbn Haldûn’a göre dil melekesi gramer kurallarını öğrenmek suretiyle
kazanılabilir mi? Bundan sonraki başlıkta bu sorunun cevabı aranacaktır.
C. Dil Melekesi Gramer Kurallarını Öğrenerek Elde Edilebilir mi?
İbn Haldûn, dili kullanma hususunda meleke kesbetmeyi titiz bir şekilde tahlil ederken Arap dili sanatı diye tanımladığı nahiv ve nahivcilerin dil öğretim
metotları üzerinde de durur. Ona göre bir dile ait gramer kurallarını bilmek bir
sanattır. Dili kullanmak ve konuşmak, dili tahlil etmekten farklı bir şeydir.
İlk olarak meleke ile melekenin kurallarını bilme; daha sonra dil ile dilin kuralları bilgisine sahip olma arasında derin mukayeseler yapar. Bu mukayeseleri
yaparken terzilik ve marangozluk gibi pratik sanatlardan örnekler verir.
İbn Haldûn, dil melekesi ile dil sanatı hakkındaki fikirlerini Arap dili örneği
üzerinden açıklar.
51 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559.
52 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559.
53 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559.
54 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559.
110 • Ramazan Demir __________________________________________________
Ona göre Arapça diline ait dil melekesi, Arap dili ile ilgili gramer kurallarını
bilme şeklinde açıklanabilecek nahiv55 sanatı değildir. Bu melekeyi elde etmek
için söz konusu dil sanatını yani dil bilgisi kurallarını bilmeye de gerek yoktur.
Çünkü Arap dili sanatı yani nahiv, dil melekesine ait kuralları ve kıstasları
bilmektir. Bu da keyfiyet ile alakalı bir durumdur. Keyfiyetin bizzat kendisi
demek değildir. O zaman Arap dili sanatı (gramer), Arapça dil melekesi değildir.
Bu olay, terzilik ve marangozluk gibi çeşitli sanatlar hakkında teoride bilgi sahibi
olup uygulamada bu sanatları icrâ edememeye benzetilebilir. Meselâ terzilik
sanatı hakkında teoride bilgi sahibi olan ancak pratikte terzilik yapamayan bir
kimse terziliği şöyle anlatır: “Terzilik, ipliği iğnenin deliğinden geçirmek, sonra
iki parçası bir araya getirilen kumaşa bu iğneyi batırmak, iğneyi kumaşın öbür
tarafından belli bir mesafede çıkarmak, sonra onu tekrar başlangıç noktasına
getirerek ilk deliğin hemen önünden, ilk iki delik arasında bir miktar boşluk
bırakarak öbür tarafa geçirmek, sonra işin sonuna kadar bu şekilde devam
etmekten ibarettir.” Görüldüğü gibi bu kimse terzilik sanatının yapılışını çok
güzel bir şekilde anlatır. Ancak “gel bu işi kendi elinle yaparak göster” denildiği
zaman bu sanatla ilgili doğru düzgün bir şey yapamaz. Bu tüm sanatlar da
aynıdır. Yani teori başka pratik başkadır. Teoriyi bilme pratiğin de yapılabileceği
anlamına gelmez.56
İbn Haldûn, sanat ile meleke arasındaki farkı hem teorik hem de pratik olarak terzilik ve marangozluk örnekleri üzerinden açıkladıktan sonra dili de bu
örneklerle kıyaslamak suretiyle düşüncelerini ispatlamaya çalışır.
Arap dili için de aynı şey söz konusudur. Arap dili ile ilgili gramer kurallarını
bilmek bir fiilin yapılış keyfiyetini bilmek demektir. O fiilin kendisi olan dili
kullanabilme olayını bilmek demek değildir. Bundan dolayı Arap dili grameri
hususunda uzmanlaşmış ancak Arap dilini konuşarak ve yazarak pratik yapmamış bir kimseden kardeşine, arkadaşına, ahbabına iki satırlık bir mektup;
haksızlığa uğramış birisinin şikâyetini ya da herhangi bir amaca yönelik bir
yazıyı yazması istendiğinde birçok yanlış yaptığını görürüz. Bu hususta cümleleri düzgün kuramaz, maksadını Arap dilinin üslûbuna göre güzel bir şekilde
ifade edemez. Bu rağmen fâili mef‘ûldan; merfû‘u mecrûrdan ayıramayacak
derecede Arap dili gramer kurallarını bilmediği halde sözü edilen dil melekesine
hâkim oldukları için hem nazım hem nesirde mükemmel olan kimseler görebiliyoruz.57
55 Burada nahiv, Arapça ile ilgili bütün dilbilgisi kuralları anlamında kullanılmaktadır.
56 İbn Haldûn, a.g.e., s. 559-560.
57 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 111
İbn Haldûn, hem Arap dili sanatı demek olan gramer kurallarında uzmanlaşmış hem de Arap dilini düzgün bir şekilde konuşanlar için şu sözlere yer
verir.
Gerçi dil sanatını, gramer kurallarını bilip de dili mükemmel bir şekilde kullananlar da vardır. Ancak buna az rastlanmaktadır.58
Bu tip kimseler de genellikle Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ını okuyup karıştıranlar
arasından çıkar. Çünkü Sîbeveyhi, kitabını sadece gramer kurallarıyla doldurmamış; kitabında atasözü, özdeyiş, şiir ve deyim gibi dil melekesinin elde edilmesine imkân veren malzemeye de yer vermiştir.59
Görüldüğü gibi İbn Haldûn, gramer kitapları içerisinde de dil melekesinin
kazanılmasına imkân veren kitapların bulunduğunu ve bunların en önemlilerinin Sîbeveyhi’nin el-Kitâb’ı olduğunu zikretmektedir.
İbn Haldûn, Arap dili melekesini elde etmeye daha yatkın gramer üstatları
konusunda da çeşitli mukayeseler yapar. Bu konuda Endülüslü hocaların söz
konusu melekeyi elde etme ve başkalarına öğretme hususunda diğerlerinden
daha yatkın olduğunu söylemektedir.60
Bunun sebebini de şöyle açıklar:
Çünkü bu melekeyi elde ederken Araplara ait şevâhid ve emsallere dayanmakta; eğitim-öğretim meclislerinde Arapça terkipleri bütün incelikleriyle
kavramaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden bu ilme yeni başlayan talebe ders esnasında meleke ile ilgili birçok şeye âşina olur. Böylece öğrenci, dil melekesini
kazanma noktasında kendini hazırlar.61
Endülüslülerin dışında kalan Fas, Cezayir, Afrika ve diğer milletler, Arapça’yı
diğer bilimlerin mecrâsına sokarak ele almışlar. Arapça terkiplerdeki incelikleri
kavramayı bir yana bırakarak sadece terkiplerde geçen şevâhidlerin i‘râbını
yapmış, lisâna has izah tarzlarını ve terkipleri dikkate almaksızın sırf aklî kurallara göre bir görüşü tercih etmişlerdir. Bundan dolayı Arap dili sanatı dediğimiz
nahiv, cedel ve mantıkta yer alan aklî kurallara benzer bir hale dönüşmüş ve
lisâna ait bir saha ve meleke olmaktan uzaklaşmıştır.62
İbn Haldûn, dil melekesi ile dil sanatı arasında yaptığı karşılaştırmalardan
sonra aşağıdaki kesin sonuca varır.
Yukarıda anlatılan durum, dil melekesinin gramer kurallarını bilme anlamı-
na gelen dil sanatından farklı bir şey olduğunu apaçık bir şekilde göstermekte-
58 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560.
59 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560.
60 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560.
61 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560-561.
62 İbn Haldûn, a.g.e., s. 561.
112 • Ramazan Demir __________________________________________________
dir. Ayrıca dil melekesini elde etme başka bir deyişle dili öğrenme ve güzel bir
şekilde kullanabilme bu sanattan tamamen müstağnîdir. Yani dil, gramer kuralları bilinmeden de mükemmel bir şekilde öğrenilebilir.63 Sonuç olarak dil melekesi yani bir dili konuşma gramerden tamamen bağımsızdır.
İbn Haldûn, dil melekesi nazariyesi muvâcehesinde çeşitli konulara açıklık
getirmektedir. Şimdi de bu konular üzerinde durmak istiyoruz.
D. Meleke Nazariyesiyle Açıkladığı Konular
İbn Haldûn, anadilde eğitim, dil eğitimi, şiir ve nesir (düzyazı) ile ilgili çeşitli
düşüncelerini dil melekesi nazariyesi üzerine binâ eder.
1- Anadilde Eğitim
İbn Haldûn’a göre kendi anadili dışında eğitim gören kişi hangi dilde eğitim
görüyorsa o dili konuşanlara göre geride kalır. İbn Haldûn, bu düşüncesini de
Arap dili örneği üzerinden ispatlamaya çalışır.
İbn Haldûn, bir kimsenin anadilinin Arapça olmaması, ilimleri tahsil etme
hususunda onu anadili Arapça olanlara göre geride bırakacağını savunmaktadır.
Bunun sebebi ise ister şer‘î ister aklî ilimlerle ilgili olsun bütün bilimsel konuların zihnî ya da hayalî manâlarda bulunmasına bağlar. Şer‘î ilimlerdeki bahislerin
çoğunluğunu lafızlar ile Kur’ân ve Sünnet’ten elde edilen hükümler oluşturmakta ve tamamı tasavvura dayanmaktadır. Aklî ilimler itibariyle sözü edilen
manâlar ise zihindedir.64
Dil ise akılda ve zihinde bulunan anlamların tercümânıdır. İnsan dil sayesinde zihninde bulunan bu anlamları karşılıklı münazarada, eğitim ve öğretim
yaparken, bilimsel konuları etüt ederken sözlü (şifâhî) olarak başkalarına aktarır. Bu işlemi yapa yapa bu konuda pratikleşir ve dil ile anlamların zihne yerleş-
mesi hususunda meleke kazanır.65
Diller ve lafızlar, zihinler arasında birer vâsıta olabileceği gibi birer perde de
olabilir. Aynı şekilde anlamları çözen bir bağ (râbıta) olabileceği gibi onların
anlaşılmasına engel olan bir mühür de olabilir. Dolayısıyla lafızların dilsel
referanslarını (lüğâvî delâletlerini) bilmek için mutlaka anlamları, onları kodlayarak ifade eden lafızlarından çıkarıp elde etmek gerekir. Bu konularla ilgilenecek araştırmacılar, iyi bir dil melekesine sahip olmalı ki zihinler arasındaki
perdeyi aralayabilsinler ve lafızlar ile anlamları arasında yer alan mührü ortadan
63 İbn Haldûn, a.g.e., s. 560.
64 İbn Haldûn, a.g.e., s. 543-544.
65 İbn Haldûn, a.g.e., s. 544.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 113
kaldırabilsinler. Aksi takdirde lafızlardaki anlamları elde etmek eğitimini anadilinde yapmayanlar için içinden çıkılmaz bir hal alır.66
İslam dünyasının gelişmesi ve diğer milletleri kendi hâkimiyeti altına alması
sonucunda o dönemde tüm ilimler Arap diliyle tahsil edilir olmuştur. İlim tahsil
etmek isteyenler, diğer lisanları değil sadece Arap lisanıyla ilgili lafız ve yazıların
(hatların) delâletlerini bilme ihtiyacı duydular. Dil (el-lüğa) ise lisanda bulunan
bir melekedir. Aynı şekilde yazı (hat) da bu melekenin eldeki yansımasıdır.
Anadili Arapça olmayan bir kişi Arapça’yı sonradan öğrenmesi halinde dil
melekesinde bir noksanlık olur. Arap dilinde ve bu dildeki lafzî delâletleri anlama noktasında zayıf olan kimse ise lafızların manalarını anlama hususunda çok
zorluk çeker. Kelimeleri eksiksiz ve tabiî olarak telaffuz edemez, cümleleri
mükemmel kuramaz ve bu dili kendi anadili gibi kullanamaz. Tabi ki bu durumdan istisnaları hariç tutuyoruz. Çünkü böyle istisnalar çok nadir bulunur.
Ancak daha dil melekeleri yerleşmemiş yabancıların çocukları, kendi anadillerini bırakıp Arapça’yı öğrenmeleri halinde aynı zorluğu çekmez.67
Daha önce “İslamdaki ulemânın çoğunluğu Arap değildir” yönündeki görü-
şümüz ileri sürülerek buradaki düşüncemize itiraz edilemez. Çünkü orada
nesep-soy bakımından yabancı olmayı kastediyoruz. Dildeki yabancılık (ucmelik) ise öyle değildir. Burada ise Arapça’yı sonradan öğrenmede ortaya çıkacak
zorluğu kastediyoruz.68
Zemahşerî, Sîbeveyhi gibi büyük söz ve dil üstatları Arap olmamalarına rağ-
men olağanüstü bir şekilde dil melekesine sahiptiler diye itiraz edilebilir. Ancak
biz bu itirazı şöyle cevaplarız: “Evet bu âlimler sadece nesep-soy bakımından
Arap değillerdi. Ancak onlar bu melekenin ehli olan Araplar arasında doğmuş,
büyümüş ve aynı havayı teneffüs ederek yetişmişlerdir. İşte bu sayede daha ötesi
düşünülemeyecek derecede fevkalâde Arap dilini kullanmayı öğrenmiş ve söz
konusu lisânî melekeye sahip olmuşlarıdır. Dolayısıyla söz konusu ulemâ her ne
kadar nesep bakımından acem (Arap olmayan) olsa da dil ve söz açısından acem
değillerdir.69
Aynı şekilde Arap olmadıkları halde Yunanlıların ilimlerde ilerlemiş olması
delil gösterilerek buradaki görüşlerimize karşı çıkılamaz. Çünkü onlar, bu
ilimleri öteden beri sahip oldukları anadilleri ve kendileri arasında biline gelmekte olan yazıları (hatları) yoluyla öğrenmişlerdir.70
66 İbn Haldûn, a.g.e., s. 544.
67 İbn Haldûn, a.g.e., s. 544.
68 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
69 İbn Haldûn, a.g.e., s. 562-563.
70 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
114 • Ramazan Demir __________________________________________________
Ancak anadili Arapça olmayan kimse İslam toplumunda ilim tahsil ederken
melekesine sahip olmadığı bir dil ve yazı ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla bu
durum onun için bir engel olacak ve onu geride bırakacaktır. Bu durum ister
İranlı, ister Rum, ister Berber, ister Türk, ister Avrupalı olsun anadili Arapça
olmayan herkes için geçerlidir.71
Görüldüğü gibi İbn Haldûn, ilim ve fikir hayatı için en uygun lisânın millî,
kavmî ve hatta mahallî dil olduğu kanaatindedir. İlmî ve fikrî hayatın tabiatında
var olan zorluğa bir de lisân güçlüğü eklenirse, ilim yapmak son derece çetinleşmektedir. Arapça, gayrı Araplar için ilme başlamadan önce olduğu kadar bu
dili öğrenip ilme geçtikten sonra da büyük bir mânia teşkil etmektedir.72
İbn Haldûn’un o dönemde anadilde eğitimin önemine vurgu yapması dikkat
çekici olup günümüzde de tartışılmaya başlanan bir husustur. Ona göre her
millet ve toplum eğitim-öğretimini ve bilimsel faaliyetlerini kendi öz anadilleriyle yaparlarsa daha başarılı olur. Nitekim o, bir kimsenin anadilinin Arapça
olmaması, ilim öğrenme hususunda onu anadili Arapça olanlarda geride bırakır
derken anadilde eğitimin önemini vurgulamaktadır.
2- Dil Eğitimi
İbn Haldûn, dil eğitimi konusunda da fikirlerini dil melekesi üzerine bina
eder. Ona göre dil eğitimine hangi dil öğrenilecekse o dilin pratiğinden başlanmalıdır. Her ne kadar gramerciler (nahivciler) dil eğitiminde önceliğin kendi
sanatlarına ait olduğunu söylerse de o, hakikatin böyle olmadığını düşünmektedir. Çünkü bir dil ancak o dile ait dil melekesinin kazanılmasıyla öğrenilir. Dil
melekesi de ancak öğrenilecek dille ve o dili konuşanlarla haşir neşir olmak
suretiyle yani bol bol pratik yaparak elde edilebilir.73
3- Şiir ve Düzyazı
İbn Haldûn’a göre, hem şiir (nazım) hem düz yazı (nesir) yazma sanatlarının
her ikisinin iyi seviyede aynı anda aynı kişilerde bulunması çok nadirdir. Bunun
sebebini yine meleke kavramıyla açıklar. Bir sanata ait meleke yerini bulunca
ikinci bir melekenin mükemmel seviyede aynı yere yerleşmesine engel olur.
Çünkü insanın tabiî olarak sahip olduğu yetiler, işlenmeden önce yani ilk fıtrat
üzereyken kendilerinin doğal ürünü olan melekelerin oluşması daha rahat ve
daha kolaydır. Şayet bu tabiata daha önce bir meleke yerleşmişse ikinci bir
meleke yerleşeceği zaman bu melekeyle mücadele ederek onun hızlı bir şekilde
kabul edilmesine engel olur. Dolayısıyla aralarında bir uyuşmazlık ve çatışma
oluşacağı için ikinci melekenin tam olarak yerleşmesi imkânsızlaşır. Bu olay
71 İbn Haldûn, a.g.e., s. 545.
72 Süleyman Uludağ, Mukaddime Tercümesi, İstanbul 1983, II, 1314.
73 İbn Haldûn, a.g.e., s. 563.
____________ Mukaddime Adlı Eseri Çerçevesinde İbn Haldûn’un Dil Teorisi • 115
hem teknik hem de el sanatlarının tümü için geçerlidir. Aynı şekilde birden fazla
sanat ve onlara ait melekeler bir arada bulunmaz.74
Şiir ve düz yazı sanatları anlamlarda değil lafızlardadır. Yani kelimelerde,
söyleyişte ve ifade üslûbundadır. Bu konuda lafızlar aslî unsurdur. Anlamlar ise
lafızlara tâbi olup ikinci plandadır. Daha önce belirtildiği gibi konuşma olgusuyla alakalı olarak dilin kendisine ait bir melekesi vardır. Bu meleke, dil yoluyla
tekrarlanarak elde edilmeye çalışılır. Dilde ve konuşmada bulunan ve kullanılan
ise lafızlardır. Anlamlar ise zihinlerdedir. Anlamlar aynı zamanda herkesin
zihninde mevcuttur. Herkes zihnindeki fikirleri gönlünce istediği biçimde
tasavvur edebilir. Bu yüzden manaları zihinde biçimlendirmek için bir ustalığa
ve sanata ihtiyaç duyulmaz. Lafızları edebî zevke uygun bir tarzda birleştirerek
sözü oluşturmak, onu telaffuz yoluyla muhataba eksiksiz ve düzgün olarak
aktarmak ise ustalık ve hüner işidir.75
Çünkü lafızlar, anlamların kalıpları ve kapları mesabesindedir. Tıpkı denizden su almak için kullanılan kapların kimi altından kimi gümüşten kimi sedeften kimi camdan kimi porselenden yapılmış olmasına rağmen hepsindeki suyun
aynı su olması gibi. Burada kalite ve mükemmellik suda değil suyun içinde
bulunduğu kaptadır. Aynı şekilde dil ve edebiyattaki mükemmellik dilin kullanılmasıyla alakalıdır. Herkes dili farklı mükemmellikte konuşur. Ancak muhataba aktarılan anlamlar herkeste aynı olup aralarında bir farklılık yoktur. Bundan dolayı dil melekesinin gereğine uygun olarak dili kullanamayan kimse
maksadını ifade etmeye teşebbüs eder de bunu beceremezse, ayağa kalkmaya
çalışıp da buna gücü yetmediği için başaramayan kötürüm gibidir.76
IV. Sonuç
el-Mukaddime adlı eseri çerçevesinde İbn Haldûn’un dil teorisinin incelendi-
ği bu makalede aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
İbn Haldûn, dilin mahiyeti konusundaki düşüncelerini islâmî düşüncede
“bil-kuvve mevcûd ve bil-fiil mevcûd” diye bilinen düalist yaklaşım üzerine
yapılandırmaktadır. Ona göre dil hususunda insanın doğuştan getirdiği konuşabilme kabiliyeti dilin bil-kuvve tarafını; bu konuşma kabiliyetinin herhangi bir
toplumsal çevrede ortaya çıkması ise bil-fiil yönünü oluşturmaktadır.
Ona göre dil, insanların maksatlarını, arzularını, niyetlerini ve tasavvurlarını
kendisiyle ifade ettikleri yegâne araçtır.
74 İbn Haldûn, a.g.e., s. 566-567.
75 İbn Haldûn, a.g.e., s. 576-577.
76 İbn Haldûn, a.g.e., s. 577.
116 • Ramazan Demir __________________________________________________
İbn Haldûn, Arap dili ile ilgili ilimleri lügat, nahiv, beyân ve edebiyat olmak
üzere dört ana kısma ayırır. Söz konusu ilimlerin en önemlisinin nahiv ilmi
olduğu belirtir. Nahvin doğuşunu İslâm’ı kabul eden yabancı milletlerin etkisiyle Kur’ân kıraatinde ve konuşma dilinde yaygınlaşan hatalara (lahn) bağlar.
İbn Haldûn göre, dili kullanabilme yetisi doğuştan gelen yani Allah tarafından diğer yetiler gibi bahşedilen fıtrî bir yetidir. Ancak İbn Haldûn, insanın
doğuştan getirdiği konuşabilme yetisinin pratik olarak konuşmaya dönüşmesini
başka bir deyişle dilin öğrenilmesini dil melekesi nazariyesiyle açıklar.
İbn Haldûn'a göre dil melekesi gramer kurallarını ezberlemek suretiyle kazanılamaz. O, dilin ancak pratik yaparak öğrenilebileceğinin savunur. Bir dilin
gramer kurallarını bilmek ile o dili kullanmak ve konuşmak birbirinden farklı
şeyler olduğunu belirtir.
Anadilde eğitimin önemine vurgu yapan İbn Haldûn, ilim ve fikir hayatı için
en uygun lisânın millî, kavmî ve hatta mahallî dil olduğu kanaatindedir. Ona
göre her millet ve toplum eğitim-öğretimini ve bilimsel faaliyetlerini kendi öz
anadilleriyle yaparlarsa daha başarılı olur.

Konular