ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI

ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA
KATKISI
Cüneyt ERENx
The Role of Balagha about the understanding of Quran
Bela÷at science is in the most important place among sciences which are
valuable to perceive the peculiarities of Arabic language and to overlook
the secrets of it. The literary details in the verse of Koran which can be
understood not at the first time but after a careful research by means of
Bela÷at. Allah’s intention is discovered more lively, more impressive and in
detail (fully).This study takes up the role of Bela÷at about the understanding
of Koran with samples.
Özet:
Belâ÷at ilmi, Arap dilinin hususiyetlerini idrak etmek, ince sırlarına vakıf
olmak bakımından de÷er arz eden ilimlerin baúında gelir. Onunla Kur'ân üslûbunda ilk bakıúta görülmeyen, ancak dikkatli araútırma sonucunda anlaúılan
lügavî i‘câz belirir. Murad-ı ølâhi, daha canlı, daha çarpıcı olarak etraflıca
keúfolur. Bu araútırma, belâ÷atın, Kur’ân-ı Kerîm’in anlaúılmasında oynadı÷ı
rolünü örnekleri ile ele almaktadır.
Anahtar Kelimeler:
Belâ÷at, meânî, beyân, bedî’, tekrar, takdîm, te’hîr, hazf, zikr, îcâz, itnâb, hakikat, mecâz, tazmîn.
I. Giriú
_________________
x Yrd. Doç. Dr, Dokuz Eylül Üniversitesi ølahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Bölümü
Ö÷retim Üyesi.
D.E.Ü.ølahiyat Fakültesi Dergisi
Sayı XX, øzmir 2004, ss.115-138
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
118
Arapça, Kur’ân’ın aslî unsurlarından biridir. Kur’ân’ın dili ve bu dilin
anlatım aracı olan harfler, kelimeler ve cümleler de onun zahirî yanını oluú-
tururlar. Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça indirilmesinin hikmetlerinden biri, belki
de en önemlisi Arapça’nın Allah ile kul arasında irtibatı sa÷layabilecek kapasitede ifade gücüne sahip bir dil olmasıdır. Arapça, düúünme örgüsünü
sa÷layabilecek ifade zenginli÷inin kayna÷ı olma özelli÷inden dolayı insanlı-
÷ın son kutsal kitabının dili seçilmiútir.
Arapça’nın en önemli özelli÷i, binlerce edebî sanat ve tarzı ihtivâ etmesidir. Bu özellik, verilmesi gereken mesajın, herhangi bir yanlıú anlamaya
mahal vermeyecek derecede kemâl veçhiyle sunulmasını sa÷lar. “Gerçek olan úu ki; dinî metinlerin karakteristik özelli÷i de edebî olmalarıdır. Çünkü
bu metinler, muhatap üzerindeki etkilerini büyük ölçüde üslûp ögeleri ile úiirsel, ya da anlatısal nitelikli dilsel form çerçevesinde icra ederler.”1 Kur’ân-ı
Kerîm'in de en önemli özelli÷i, eski Arap üslûbuna benzemeyen yepyeni üslûbu ve beyanındaki cezâleti ile harika nazım örgüsü olan i’câzî yönüdür.
Kur’ân, lafzı, nazmı, üslûbu ve içeri÷iyle de insan ve cinleri kendisine benzer getirmekten âciz bırakmıútır. Ele aldı÷ı, iúledi÷i konuları kendine has
üslûb ve ahengi ile takdim eder.
Malum oldu÷u üzere Kur’ân vahyinin nâzil oldu÷u Cahiliyye döneminde Araplar edebiyat ve belâ÷atta zirvede sayılıyorlardı. Hatta kendilerini,
dili en güzel konuúan, meramını en güzel ifade eden bir kavim olarak görü-
yorlardı. Bu itibarla Arapça'da ‘Arab’ kelimesi, meramını en güzel ve en net
bir úekilde anlatabilen kimseye denirdi. Di÷er milletleri de dili rahat konu-
úamayan, ifadesi kapalı olan anlamında acem olarak tanımlıyorlardı. Bu dö-
nemde úiir tenkitçili÷i de çok revaçtaydı. ùiir bir yerde silah gibi etkili olabiliyordu. O kadar önemliydi ki, sadece úiir nazmı nedeniyle aralarında nizâ
olabiliyor, itibarları sarsılabiliyor, savaúlar çıkabiliyordu.
Kur’ân-ı Kerim’i anlamak, onun bu harika nazım örgüsünün ve edebî
vasfının yeterli olarak de÷erlendirilmesine ba÷lıdır. Hatta, øslam ilimleri tarihine göz attı÷ımızda, itikadi ve ameli ihtilafların temelinde, Kur’ân’ın ede-
_________________
1
Ebû Zeyd Nasr Hâmid, ølahi Hitabın Tabiatı, Metin Anlayıúımız ve Kur’ân ølimleri Üzerine, çev. Mehmet Emin Maúalı, Ankara, 2001., s. 10.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
119
bî inceliklerini anlamadaki farklılıkların önemli bir tesiri oldu÷unu görmekteyiz 2.
II. Arap Belâ÷atının tarifi, kısımları, konu ve gayesi
Belâ÷at, lügatte ''özetle, varmak ve ulaúmak'' demektir3. Terim olarak,
''zorlama ve yapmacıktan uzak olup yorumlamaya gerek olmaksızın kolay ve
anlaúılır bir tarzda insan nefsinde etki bırakarak halin muktezasına göre söz
_________________
2 øslâm Hukukunun ilk metodolojisi olarak kabul edilen, ømam eú-ùafii (ö. 204/819)’nin erRisâle adlı eseriyle baúlayan usül eserleri tedvin hareketi, Arapça’nın edebî inceliklerine
büyük önem vermiú ve zamanla bu eserler, lafzi mebhaslar ve belâ÷ata ait konularla dolmuútur. Hatta, Sekkâkî’nin de belirtti÷i gibi, Fıkıh usûlünün ekseri konuları, belâ÷atın tahakkümü altına girmiútir. (es-Sekkâkî, Miftâhu’l-Ulûm, Mısır, 1937, s. 198.) Örne÷in,
meânînin en önemli konularından olan haber ve inúâ bahisleri fıkıh usulünde büyük bir
tatbikat ortamı bularak dinamizme kavuúmuútur. Emir ve nehiy, emrin vücûb, nehyin
tahrim ifade etmesi, ayrıca, umûm, husûs, mutlak, mukayyed, mücmel, müfesser, müúkil
ve müteúâbihle ilgili tartıúmalar, usûlün en önemli konularıdır. Yine belâ÷at ilminin mevzularını oluúturan hakikat, mecâz, kinâye, istiúare ve delaletler, usûlün, dolayısıyla,
Kur’ân ve sünnetten hüküm istinbat etmek isteyen fakihin, asla müsta÷ni kalamayaca÷ı
konulardır. øúte bu mecburiyet, belâ÷at ilminin ne derece önemli bir prensip oldu÷unu ortaya koymaktadır. Bu konuyla ilgili olarak, büyük gramerci Ebû Amr b. el-A’la (ö.
154/70)’nın, «Irak’ta zındıklaúanların ço÷unun, Arap dili inceliklerini iyi bilememelerinden» kaynaklandı÷ını tespit etmiú olması çok manalıdır. (øbnü’1-Enbâri, Nüzhetü’lElibba, Kahire, ts., 24.) Ayrıca, meúhur dilci, øbn Cinnî (ö. 392/1001) de, Arapça’nın inceliklerinin, dini inancın belirlenmesindeki rolü ve tesiri üzerinde dururken, «müúebbihe»
ve «mücessime» gibi bir çok fırka ve sapmaların, bu dilin zayıf bilinmesinden kaynaklandı÷ını belirterek, bütün bu yanlıúlardan kurtulmanın ancak, bu dilin umumiyetle,
mecâz üslûbu üzere cari oldu÷unu bilmekle mümkün olaca÷ını ifade etmiútir (øbn Cinnî,
el-Hasâis, Beyrut/1982, 245 vd.) Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ın maksadına uygun bir úekilde anlaúılabilmesi için, onun edebî incelikleri üzerinde durulmuú, bir çok gramerci ve tefsirci, bu konuda, derin araútırmalar yaparak, 'belagat ilmi' adında, yeni bir ilim dalı meydana getirmiúler ve bizlere zengin bir literatür miras bırakmıúlardır. Detaylar için bkz.
Coúkun Ahmet, K. Kerîm'in Tefsirinde Belâgatın Önemi, Erciyes Ünv. ølahiyat Fak. Dergisi, sy. 5. Kayseri 1988, s. 183.
3
Belâ÷at kelimesinin lügat anlamları için bkz. el-Câhiz Ebû Osman, el-Beyân ve’t-Tebyîn,
Beyrut, ts., I/88-96; Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî, Kitâbu'l-'Ayn, thk. Muhdî el-Mahzûmî-
øbrahim es-Semerâî, Beyrut, 1988, IV/421; et-Tehânevî Muhammed b. Ali, Keúúâfu
østilâhâti’l-Kâmus, Beyrut, 1999, s. 1006; øbn Manzûr Celâluddin Muhammed b.
Mukrim, Lisânu'l-Arab, Beyrut, 1955, VIII/420; Çelebi Rabiha-Müftüo÷lu N. H.,
Teshîlu’l-Belâga, øzmir, 1996, s. 4; Bilgegil Kaya, Edebiyat Bilgi Teorileri, Ankara,
1980, s. 21.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
120
söylemektir''4. Buna, ‘sözü yerinde, zamanında, do÷ru ve güzel söylemek de’
diyebiliriz. Bu tür söz söyleyene de ‘belî÷’ denir.
Bir ilim olarak bela÷at ise, sözün kısımları ile müteallikâtının hallerinden ve durumun gerektirdi÷i gibi (muktezây-ı hale uygun olarak) ifade edilen tabirlerin özelliklerinden, meziyetlerinden ve ifade tarzlarından; yani,
hakikat mecâz, kinâye ve sair kısımlarından; fikrî ve lafzî güzelliklerden
bahseder5.
Bugün edebî sanatlar ünvanı altında edebiyatçıların üzerinde genel hatlarıyla ittifak ettikleri bir tasnifi vardır. Bunlar, beyân ve bed'î sanatlarıdır.
Daha sonraları cümle úekilleri ve bunların kullanıúları, lafzların muktezâyı
hale uygunlu÷u ile ilgili meâni sanatları da edebî sanat kavramı olarak dü-
úünülmüú ve bu tasnifte yerini almıútır. Bu sanatların tariflerine kısaca göz
atacak olursak:
Beyân (science of rhetorical style), her hangi bir anlamı farklı söz ve
usûllerle anlatmayı ö÷reten, kendine ait özel kuralları olan bir ilim dalıdır.
Baúka bir tarifte ise, teúbih, istiâre, mecâz ve kinaye gibi ilimlerden bahseden
bir ilimdir. Beyân ilmi, düúüncelerin, duyguların, de÷erlerin ve onların anlatımında kullanılacak yolların farklı söz ve usûllerle açık ve güzel bir úekilde
ifade edilmesini sa÷lar.
Bedî’ kelimesinin terim manâsı ise kısaca, sözü duruma uygun, açık,
düzgün ve süslü söyleme sanatıdır. ølim olarak bed'î (art of verbal
embellishment) edebî sanatlarla örülü ifadenin lafz bakımından kusursuz,
manâ bakımından makul ve aynı zamanda bir ahenge sahip olmasının usûl
ve kaidelerini inceleyen ilimdir.
Meâni ilmi (science of significations) ise, de÷iúik cümle úekilleri ve
kullanılıúları ile lafızların muktezâyı hâle mutabakatını bildiren ahvâle dair
usûl ve kaideleri açıklayan ilim olarak tarif edilir.
_________________
4
Seyyid ùerif el-Cürcânî, et-Târifat, østanbul, 1203., s. 25. Bela÷at ilmi hakkında ayrıca
bkz., Taúköprüzâde Ahmed Efendi, Mevzû'âtu'l-'Ulûm, østanbul, 1313, I/228-242; øbn
Abd Rabbih el-Endelusî, el-'økdu'l-Ferîd, Beyrut, 1940., II/105., Ahmed el-Hâúimî,
Cevâhiru'l-Belâga, Beyrut, ts., s. 31.
5
Abdurrahman Fehmî, Medresetu'l-Arab, østanbul, 1304, s. 207.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
121
Belâ÷at, terkip oluúturmakla anlamı ifade etmesi açısından, lafızla ilgili
bir sahadır. Bu yönüyle Arap belâ÷atının konusu özetle, lafız (form) ve o lafzın taúımıú oldu÷u geniú boyutlu anlamı (meaning)'dır.
Lafızları sadece taúımıú oldu÷u anlamlarına hasretmek bir yerde onları
dondurmak demektir. Kendi baúına bir anlam ifade eden aynı lafız, farklı
üslûb ve çeúitleri ile edebî sanatlarla örgülü bir kanaviçe içerisinde renk, de-
÷er ve itibar kazanarak, muhatabın nazarında bir úekle ve bedene bürünür.
øúte belâ÷at ilmi, Arap dilinin hususiyetlerini idrak etmek ve ince sırlarına vakıf olmak bakımından de÷er arz eden ilimlerin baúında gelir. Bu konuda, ‘Kur’ân-ı Kerîm’in îcâzı, zevk-i selîm ile anlaúılabilir, fakat anlatılamaz. Hissolunan bu zevki elde etmek için, belâ÷atla iç içe olmak, tam bir
belâ÷at kültürü kazanmak gerekir.’ denilmiútir 6. Onunla Kur'ân nazmında
ilk bakıúta görülmeyen, ancak dikkatli araútırma sonucunda anlaúılan lügavî
i‘câz perdesi ortadan kalkar. Murad-ı ølâhi, daha canlı, daha çarpıcı olarak
etraflıca keúfolunur.
Araútırmamızın sınırlı çerçevesi içerisinde takdim etti÷imiz birkaç örnekte, Kur'ân âyetlerinin edebî kriterlerle de÷erlendirilmesi neticesinde ne
derece zengin anlam kazandı÷ına úahit olaca÷ız:
III. Arap Belâ÷atının Kur’ân Tefsirine Kattı÷ı Anlam
Makâlemizin dar boyutları içerisinde, her birisi ayrı zengin manâ ve
de÷ere sahip olan sanatlardan ve ilgili örneklerinden sadece bazılarına iúaret
edece÷iz 7:
a) Hazf ve Zikr
Hazf, meâni sanatlarından biri olup, lügatte, ‘giderme, kaldırma, zikretmeme, sözü düúürme’ anlamlarına gelir8. Bir ifadedeki söylenilmesi gerekmeyen kelimelerin bir veya bir kaçını ya da bazı cümleleri kaldırma suretiyle yapılan söz kısaltmasıdır 9. Zikr ise hazfın zıddı olarak kullanılır. Lü-
_________________
6
Coúkun Ahmet, a.g.m. s. 191.
7 Bu sanatlar hakkında bilgi ve örnekler için bkz. Eren Cüneyt-Özcan Halil, Kur'ân-ı Kerîm'de Edebî Sanatlar, Erzurum, 2003.
8 øbn Manzûr, a.g.e, IX/39; Fîrûzâbâdî Mecduddîn, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut, 1407, s.
1032.
9
Bkz. Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 507-508; øbnu Manzûr, a.g.e., IX/39-40; Tâhiru’l-Mevlevî,
)
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
122
gatte, ‘anlatma, belirtme, söyleme, anma ve koruma’ demektir10. Bir ifadedeki söylenilmesi gereken kelimelerin bir veya bir kaçının ya da bazı cümlelerin ibarede yer almasıdır 11. Burada kastetti÷imiz manâ, âyet içinde geçen
kelimelerin bazen zikredilip, bazen de zikredilmemesi olarak özetlenebilir.
Bu sanata vakıf olmak, Kur’ân’ın büyüleyici ikliminden o nispette istifadeye
sebep olacaktır. ùimdi bu sanata ait birkaç örnek sunalım.
Örnek :
Cenab-ı Hakk meâlen: ƴÓİóĠ ÅÓùĭĤÒ ÒijàóÜ ĪÈ ħġĤ ģŗ Ņ ÒijĭĨÆ īĺñĤÒ ÓıĺÈ Óĺ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ ƸƼ Ƴ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ ƳƼ Ƹ Ʋ Ƴ Ʋ Ʋ Ƹ ƲƼ Ʋ ƳƼ Ʋ Ʋ “Ey
müminler, kadınlara zorla varis olmanız size helal olmaz.”12 buyurmaktadır. Dikkat edilecek olursa bu âyette kadınlara zorla vâris olma yasa÷ı “helal
de÷ildir” ibaresiyle gelmiútir. Oysa Kur’ân-ı Kerim’de yasaklanan úeylerin
ço÷unlu÷u, ĚņĨÌ ÙĻýì ħĠîŅIJÈ ÒijĥÝĝÜ ŅIJ ƹ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ “Bir de açlık korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.”13 ƴņĻ×ø ÅÓøIJ ÙýèÓĘ ĪÓĠ įĬÌ Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ ƴ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ ƲƼ Ƹ ĵĬõĤÒ ÒijÖóĝÜ ŅIJ Ʋ ƼƸ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Zinaya da yaklaúmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur.14
˶Ϣϴ˶Θ˴ϴ˸ϟ΍ ˴ϝΎ˴ϣ ΍Ϯ˵Α˴ή˸Ϙ˴Η ϻ˴ϭ“Yetimin malına da yaklaúmayın...”15 īĺñĤÒ ÓıĺÈ Óĺ Ʋ Ƹ ƲƼ Ʋ ƳƼ Ʋ Ʋ
ĦijĜ īĨ ĦijĜ óíùĺ Ņ ÒijĭĨÆ ƹ Ʊ Ʋ Ʊ Ƹ Ƶ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ƴ Ʋ “Ey iman edenler, bir kavim di÷eriyle alay etmesin.”16 ƴÓąđÖ ħġąđÖ ÕÝĕĺ ŅIJ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ “Birileriniz di÷erlerini arkasından çekiútirmesin.”17 gibi örnek âyetlerde görülü÷ü üzere nehy edatı ile gelmektedir:
ƴÓİóĠ ÅÓù Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ ĭĤÒ ÒijàóÜ ĪÈ ħġĤ ģŗ Ņ ÒijĭĨÆ īĺñĤÒ ÓıĺÈ Óĺ ƸƼ Ƴ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ ƳƼ Ƹ Ʋ Ƴ Ʋ Ʋ Ƹ ƲƼ Ʋ ƳƼ Ʋ Ʋ “Ey müminler, kadınlara
zorla varis olmanız size helal olmaz.”18 âyettindeki yasaklamanın farklı sîga
ile gelme sebebi ne olabilirdi? Yine bu âyete benzeyen: ÒIJñìÉÜ ĪÈ ħġĤ ģŗ ŅIJ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ ƳƼ Ƹ Ʋ Ʋ
ƴÓÑĻü īİijĩÝĻÜÆ Óƪ Ʊ Ʋ ƲƼ Ƴ Ƴ Ƴ ƱƲ ƲƼ Ƹ “Kadınlarınıza verdi÷iniz mehirleri geri almanız size helâl
olmaz.”19 örne÷inde oldu÷u gibi, bu üslûbun, insanların uzun müddettir yapa
_________________
Edebiyat Lügatı, østanbul, 1973., s. 52.
10 øbn Manzûr, a.g.e., IV/310; Fîrûzâbâdî, a.g.e, s. 507.
11
Bkz. øbn Fâris, Mu'cemu Makâyisi'l-Lüga, Mısır, 1972., s. 388; øbnu Manzûr, a.g.e.,
IV/310-311; Tahiru'l-Mevlevî, a.g.e., s. 184.
12
Nisâ 19.
13 øsrâ, 31.
14 øsrâ 32.
15 øsrâ 34.
16
Hucurat 11.
17
Hucurat 12.
18
Nisâ 19.
19
Bakara 229.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
123
geldikleri, alıúkanlık kazandı÷ı ve o iúi yapmalarında herhangi bir beis görmedikleri durumlarda kullanıldı÷ı görülmektedir. Yani bu ibare ile gelen
yasaklama, bir bakıma muhatabına yasaklamanın taúımıú oldu÷u olgu karúıs-
ında daha dikkatli olması gerekti÷i hususunda imâda bulunmaktadır.
Örnekte de gördü÷ümüz gibi, bu sanata vukûfiyet bize Kur’ân’ın,
mücerret bir yasaklamanın ötesinde, bu yasaklamanın toplumun alıúkanlıklarını gözeten, insan psikolojisini de hesaba katan bir yasaklama farkını kazandıracaktır. Binaenaleyh, bu sanatın, âyetin yorumuna katmıú oldu÷u zenginlikten mahrum bir tefsirin, Kur’ân’ın vermek istedi÷i mesajı, tam olarak
takdim etmeyece÷i açıktır. Arapça’ya bütün bu sanat özellikleriyle vâkıf olmak, Kur’ân-ı Kerîm’i do÷ru anlamanın tartıúmasız en önemli vasıtasıdır.
Örnek :
Kur'ân-ı Kerîm'de ifadesini bulan lügavî i'câza en güzel örneklerden
biri Vâkıa suresindeki úu âyetlerde yer alan vurgu edatı olan 'lam harfinin'
hazf ve zikri ile tek baúına yüklenmiú oldu÷u misyondur 20.
ħÝĥčĘ ÓĨÓĉè Ʊ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ ƴ Ʋ Ƴ Į Ƴ ÓÄƲĭĥƱ đ Ʋ å Ʋ ƲĤ ÅÓýĬ ijĤ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ . ĪijĐòÒõĤÒ īŔ ĦÈ įĬijĐòõÜ ħÝĬÈÈ ĪijàóŎ ÓĨ ħÝĺÈóĘÈ Ʋ Ƴ Ƹ ƲƼ Ƴ ƱƲ Ʊ Ʋ Ƴ Ʋ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ ƲƼ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ
ĪijĨIJóƨ īŔ ģÖ ĪijĨóĕĩĤ Ó Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ƴ ƱƲ Ʊ Ʋ Ʋ Ƴ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ ƲƼĬÌƸ .ĪijıġęÜ Ʋ Ƴ ƲƼ Ʋ Ʋ Ekti÷iniz tohuma baksanıza! Siz mi onu
yetiútiriyorsunuz Biz mi? E÷er dileseydik onu kesinlikle kuru çöp haline
getirirdik, siz de úaúıp kalır, piúman olurdunuz:“Eyvah! Emeklerimiz boúa
gitti. Hatta do÷rusu biz rızıktan mahrum kaldık, sefalete mahkûm olduk.”
derdiniz.
ÅÓýĬ ijĤ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ .ĪijĤţĩĤÒ īŔ ĦÈ ĪõĩĤÒ īĨ ĮijĩÝĤõĬÈ ħÝĬÈÈ Ʋ Ƴ Ƹ Ƴ Ʊ Ƴ ƱƲ Ʊ Ʋ Ƹ Ʊ Ƴ Ʊ Ʋ Ƹ Ƴ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ Ʋ .ĪijÖóýÜ ĸñĤÒ ÅÓĩĤÒ ħÝĺÈóĘÈ Ʋ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ƹ ƲƼ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ
ĪIJóġýÜ Ņ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ ijĥĘ ÓäÓäÈ Ʊ Ʋ Ʋ ƴ Ʋ Ƴ Į Ƴ ÓÄƲĭĥƱ đ Ʋ ä Ʋ Peki içti÷iniz suya ne dersiniz? Onu buluttan siz
_________________
20
Te'kid lamı cümledeki kullanıúlarına göre üç kısma ayrılır: a- (Δϴ΋΍ΪΘΑϻ΍ Ϊϴ˶ϛ˸Ϯ͉Θϟ΍ ϡϻ) Söylemin
baúında kullanılır. Kendinden sonraki manayı kuvvetlendirir, üzerindeki úüpheyi giderir.
Müpteda önce kullanılmıúsa müptedanın baúına; haber önce kullanılmıúsa haberin baúına
gelir. b- (Δ˴Ϙ˴Ϡ˸Σ˴ΰ˵Ϥϟ˸΍ ͉Θϟ΍ ϡϻ Ϊϴ˶ϛ˸Ϯ ) Aslında baúlangıçta kullanılan te’kid lam’ı olmasına ra÷men,
cümleye te’kidle baúlamak için getirilince zorunlu olarak cümlenin baúından kaydırılmıú
olur. Bu tür cümlelerin manasının te’kidi artar. Bu lam ˷ϥ· ‘nin haberinin baúına gelir. c-
(Δ˴ϗέ˶Ύ˴ϔϟ˸΍ ͉Θϟ΍ Ϊϴ˶ϛ˸Ϯ ϡϻ) ùeddesi alınmıú ˸ϥ· ’i úart için olan ˸ϥ·’den ayırdı÷ından dolayı bu isim
verilmiútir. Bu lam isim, fiil ve edatların baúına gelebilir. (Bkz. øbn Hiúâm Ebû
Muhammed Abdullah Cemâluddîn b. Yusuf el-Ensârî, Mugni’l-Lebîb an Kutubi’l-Eârib,
Kahire, ts. I/210; Muhammed Hasan eú-ùerîf, Mu‘cemu Hurûfi’l-Me‘âni fi’l-Kur’ân’ilKerîm, Beyrut, 1996, II/817.)
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
124
mi indirdiniz, yoksa Biz mi? Dileseydik onu tuzlu hale getirirdik. ùükretmeniz gerekmez mi?'21
Görüldü÷ü gibi ilk âyette ''ÓÄĭĥƱ đ Ʋ ä Ʋ '' kelimesinin baúına ''Ģ'' harfi gelmiúken,
ikinci âyette aynı ''ÓĭĥƱ đ Ʋ ä Ʋ '' kelimesinin baúında bu harf yer almamaktadır.
ølk âyet, ekimden bahsetmektedir. Çiftçi, ekin için çalıúır, çalıúmasının
karúılı÷ında da kendince mahsûlü hak etti÷ine inanır. Ziraat iúi, çalıúma ister,
ter dökmek ister. Çiftçi de kendine düúen bu çalıúmayı yapmıútır. Bu
çalıúmasının karúılı÷ında kesin olarak hasad alaca÷ına inanır. Bir yerde çalıúmasının haklı gururu ile bekleme içinde olup, adeta minneti yoktur. Oysa
takdir her zaman Allah'a aittir. Çalıúma sadece bir sebeptir. Müsebbip ise ancak Allah (c.c)'tır. Dolayısıyla havl ve kuvvetin ancak O'na ait oldu÷unu ''Ģ''
vurgu edatı ile vurgulama gerekmektedir. Bu harf tek baúına, iç güdüsel
yanlıú inancı red etme misyonu taúımaktadır. Oysa ikinci âyette durum
farklıdır. økinci âyet suyun indirilmesinden bahseder. ønsan o÷lu da suya
karúı her daim acziyetini itiraf etmektedir. Ya÷muru indirmek hakkında
güçsüzlü÷ünü kendisi de bilir. Dolayısıyla bu anlayıúı vurgulayacak ''Ģ''
edatına gerek yoktur22.
Örnek :
ĢÓÄĜ Ʋ Ʋ . ŷéĤÓĀ ÓĨijĜ ĮïđÖ īĨ ÒijĬijġÜIJ ħġĻÖÈ įäIJ ħġĤ ģŘ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ ƴ Ʊ Ʋ Ƹ Ƹ Ʊ Ʋ Ƹ Ʊ Ƴ Ƴ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ƹ Ʋ Ƴ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ Ƴ Ʊ Ʋ ƴÓĄò Ʊ ƲÈ ĮijèóĈÒ IJÈ ėøijĺ Òij Ƴ Ƴ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ ĥÝĜÒ Ƴ Ƴ Ʊ
. ŷĥĐÓÄĘ ħÝÄĭĠ ĪÌ ØòÓĻùÄĤÒ ăÄđÖ įÄĉĝÝĥĺ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ƹ Ƹ Ʋ ƲƼ ƲƼ Ƴ Ʊ Ʋ Ƴ Ʊ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Õ ƸƼ å Ƴ ÄÄĤƱ Ò ÙÄÖÓĻĔ ĹÄĘ Įij Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ ĝĤÈIJ ėøijĺ ÒijĥÝĝÜ Ņ ħıĭĨ ģÐÇĜ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ʊ ƲƼ Ƶ Ƹ Ʋ
Yusuf’u öldürün yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgi ve teveccühü
yalnız size kalsın. Ondan sonra da tövbe ederek salih kimseler olursunuz.
øçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin, o kuyunun dibine bırakın. Yolcu
kafilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. E÷er yapacaksanız böyle
yapın!” dedi 23.
Yukarıdaki âyetlere dikkat edilecek olursa, ˱Ύѧο˸έ˴΃ -her hangi bir yer,
kelimesi nekre gelmiú, di÷er bir ifadeyle belirlilik anlamı veren ''˸ϝ˴΍'' takısı
belli bir maksadla düúürülmüú, ˷ΐ˵Π˰ѧ˸ϟ΍ - o kuyu kelimesi ise marife olarak
gelmiú, di÷er bir ifadeyle ''˸ϝ˴΍'' takısı özellikle getirilmiútir. Dil ve belâ÷at
_________________
21
Vâkıa 63-70.
22 ølgili örnek için bkz. Abbâs Fadıl Hasan, ø’câzu’l-Kur’âni’l-Kerîm, Amman, 1991, s.
203.
23
Yusuf 9-10.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
125
açısından de÷erlendirilecek olursa, bu yapının anlamı do÷rudan etkileyen bir
misyonu olacaktır. Zira, nekrelik genellik anlamı taúır. Nekire isim, ifade etti÷i úeylerin bizzat kendisi olmayan ve tek bir varlı÷ı göstermeyen isimlerdir.
Bu tür isimlerin içerdi÷i anlamları tek bir objeye hasredilemez. Nekire kelimeler, baúına belirlilik ifade eden ''˸ϝ˴΍'' getirilmesi suretiyle ma‘rife -belirli
yapılır. Marife ise, belirli bir úeye delalet eden isimdir. ''˸ϝ˴΍'' takısının aslî
görevi eklendi÷i nekre isimleri ma‘rife haline getirmesidir24.
Kanaatimizce, kardeúleri Yusuf (a.s)'ı öldürmek iste÷i ile plan kurarlarken öncelikle onu öldürmeyi hedeflemiúlerdi. Bunu âyetin baúında yer
alan ėÄøijĺ ÒijÄĥÝĜÒ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ -Yusuf’u öldürün! sözünden anlayabiliriz. Daha sonra IJÈ Ƹ Ʋ
ƴÓÄĄòƱ ƲÈ ĮijÄèóĈÒ Ƴ Ƴ Ʋ Ʊ - yahut onu uzak bir yere atın önerisi takip etmektedir. Bu teklif
de bir çeúit ölüm anlamına gelmektedir, bunu cümlede bulunan her hangi
bir yer anlamındaki nekre ˱Ύο˸έ˴΃ kelimesinden anlamaktayız. Öyle bir yer ki,
muayyen bir ferde delâlet etmeyip, umum ifade eden bilinmeyen bir yer,
yani açlıktan susuzluktan, belki de yırtıcı hayvanların saldırılarına maruz
kalarak ölebilece÷i belirsiz bir yer. Bütün bu anlamları ˱Ύѧο˸έ˴΃ kelimesinin
nekre gelmesinden çıkarmaktayız. Ancak bu ölüm ilkine göre daha farklıdır.
ølkinde, do÷rudan öldürme önerisi varken burada dolaylı yoldan öldürme istemi vardır.
Daha sonraki merhalede ise öldürülmesinden vazgeçilme durumu söz
konusudur. ėøijĺ ÒijĥÝĝÜ Ņ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ - Yusuf’u öldürmeyin! Õ ƸƼ å Ƴ ÄÄĤƱ Ò ÙÖÓĻĔ ĹĘ Įij Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ ĝĤÈIJ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ –Onu, o
kuyunun dibine bırakın teklifi gelir. Zira o, her ne kadar kıskanıyor olsalar
da, yine de kardeúleridir. Onlar da her ne kadar günah iúleseler, yine de peygamber oca÷ında yetiúmiú iman sahibidirler. Cürümlerini, daha sonra yapacakları tövbe ile gizlemeye çalıúmakta, bir yerde vicdanlarını rahatlatmak
istemektedirler. ŷéĤÓÄĀ ÓÄĨijĜ ĮïÄđÖ īÄĨ ÒijÄĬijġÜIJ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ ƴ Ʊ Ʋ Ƹ Ƹ Ʊ Ʋ Ƹ Ʊ Ƴ Ƴ Ʋ Ʋ - Ondan sonra da tövbe ederek
salih kimseler olursunuz.
Bu merhalede Õ ƸƼ å Ƴ ÄÄĤƱ Ò ÙÄÖÓĻĔ ĹÄĘ ĮijÄ Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ ĝĤÈIJ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ –Onu, o kuyunun dibine bırakın
cümlesinde yer alan kuyu kelimesi Õ Ƽ å Ƴ ÄÄĤƱ Ò marife gelmiútir. Kelimedeki tek
bir el harfi misyon olarak kardeúlerinin, Yusuf'u öldürmek istememelerine
delalet etmektedir. Bu merhalede artık, Yusuf'un, kardeúleri tarafından bi-
_________________
24 øbn Hiúâm, a.g.e, I/49-50; Arapça'da ˸ϝ˴΍ -harf-i tarif genel olarak ma‘rifelik (belirlilik)
dıúında, ism-i mevsûl, zâid ve ivaz/karúılık vazifeleri de vardır.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
126
linen o kuyuya sadece bırakılması teklif edilmektedir. Öldürülmesi istense
idi, bilinmeyen bir kuyuya bırakılması teklif edilirdi. Yani, bir araya gelme
nedeni olan Yusuf'un öldürülmesi planlarından, merhale merhale vazgeçilerek, onun sadece o diyardan uzaklaútırılması önerilmektedir. ăÄđÖ įÄĉĝÝĥĺ Ƴ Ʊ Ʋ Ƴ Ʊ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ
ØòÓĻùÄĤÒ Ƹ Ʋ ƲƼ ƲƼ Yolcu kafilelerinden biri oradan geçerken onu alıp götürsün, sözü de
bu hükmü desteklemektedir. Bunu da ŷĥĐÓÄĘ ħÝÄĭĠ ĪÌ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ƹ E÷er yapacaksanız böyle
yapın! sözüyle kısmen hafifletmektedir.
Örnek :
ƴÒóùƱ ÄƳĺ óƸ ùƱ ÄđƳ ÄĤƱ Ò ďĨ ĪÌ Ʋ Ʋ ƲƼ Ƹ . ƴÒóùƱ Ƴĺ óƸ ùƱ đƳ ÄĤƱ Ò ďĨ ĪÍĘ Ʋ Ʋ ƲƼ Ƹ Ʋ Demek ki güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Evet, (o aynı) güçlükle beraber bir kolaylık vardır25.
Yukarıda belirtti÷imiz gibi, Arapça'da isimlerin baúına gelen ''˸ϝ˴΍'' -
harf-i tarif o ismi belirli hale getirir. Yukarıdaki âyetlere dikkat edilecek
olursa, her iki âyette de óƸ ùƱ đƳ ÄĤƱ Ò -zorluk, kelimesi belirli gelmiú, ή˸δѧ˵ϳ -kolaylık
kelimesi ise her iki âyette de nekire olarak gelmiútir.
Bu belirlilik, âyetin içerdi÷i anlama farklı bir misyon yüklemektedir.
ølk âyette belirli olarak gelen óƸ ùƱ ÄđƳ ÄĤƱ Ò –zorluk, ikinci âyette de yine aynen
marife -belirli olarak tekrarlanmıútır. Buradan, her iki âyette de aynı zorluktan bahsedildi÷i ve neticesinde, her güçlü÷ün karúısında iki ayrı kolaylık
oldu÷u anlamı ortaya çıkmaktadır.
Örnek :
ĪijÄđäóĺ Ņ ħÄıĘ ĹÄĩĐ ħÄġÖ ħÄĀ Ƴ Ʋ Ʊ Ƶ Ƶ ƵƼ Sa÷ırdırlar, dilsizdirler kördürler, artık
geriye dönmezler 26.
Bu âyet, normal cümle yapısı gere÷i, ³ĹÄĩĐ ħÄİ ³ħġÖ ħİ ³ħĀ Ƶ Ƶ ƵƼ ħİ ‘Onlar
sa÷ırdırlar, onlar dilsizdirler, onlar kördürler’ olması gerekirken, mübtedâ
olan -onlar kelimeleri, münafıkların söz konusu vasıflarını ön plana çıkarıp
imana ulaúamamalarının altında yatan sırra iúaret için hazfolmuútur. Ayrıca
mübtedânın hazfi, münafıkların anılan mezmûm sıfatlarla özdeútiklerine,
kendi úahsiyetlerini kaybedip söz konusu sıfatlara büründüklerine dikkat
_________________
25 ønúirah 5-6.
26
Bakara 18.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
127
çekmektedir 27. Yani, o derece önemsizdirler ki, zikredilmelerine bile gerek
duyulmamıútır.
b) Îcâz veya øtnâb
Sözlükte, ‘sözü kısaltmak, kısa tutmak, vecîz söz28’ anlamlarına gelen
îcâz terim olarak, ‘maksadı, alıúılmıú ifadeden daha azı ile karúılamak, çok
az sözcükle özlü bir úekilde anlatmaktır’29. Meânî sanatlarından olup,
Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık rastlanır. øtnâb ise sözlükte, ‘uzun çadır ipi, atın
belinin uzun olmasıi sözü abartmak, uzatmak’ anlamına gelir30. Terim
olarak, ‘tekrar etmeksizin yeni bir fayda için lafzın manâdan fazla olması’
31
, ‘kastedilen bir anlam için fesahatte mutat yolla manâyı anlatabilmesi
mümkün olan lafızlardan fazla söz söylemek’ demektir 32. øtnâb, anlamın
farklı iki biçimde gösterilmesi veya zihinde daha sa÷lam yer tutması ya da
onu ö÷renme zevkinin mükemmel olması amacıyla sözü kapalı söyledikten
sonra açıklamakla olur. Meânî sanatlarındandır.
Örnek:
Kur’ân’ın i’câz özelli÷i gere÷i, ĂƱƭďÄÖ ƥÄĐ Ʋ Ʋ ħıąÄđÖ ľÒ ģ Ʊ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ƴ Ƽ Ʋ ąÄĘ ÓÄĩÖ ƲƼ Ʋ Ʋ Ƹ Allah’ın
kendi lütfundan, bir kısmına di÷erlerinden daha farklı özellikler vermiú olması…
33
denilmiútir. Oysa yukarıdaki ifadenin yerine akla, īıĻÄĥĐ ħıĥĻąÄęÝÖ
onların kadınlara üstün kılınması sebebiyle ifadesinin Kur’ân’ın îcazlı ifadesine daha uygun olabilirdi úeklinde gelebilir. Ancak Kur’ân’ın seçmiú oldu÷u
_________________
27
Kaçar Halil øbrahim, Edebî Yönden Hazif Üslûbu, østanbul, 2003, s. 113.
28 øbn Manzûr, a.g.e., V/427; Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 679; Saraç M. Yekta, Türkiye Diyanet
Vakfı øslam Ansiklopedisi,-Îcâz md., østanbul, 2000, XXI/392-393.
29
er-Rummânî, en-Nuketu fî ø’câzi’l-Kur’ân, (Selâsü Resâil fi’d-Dirâsâti’l-Kur’âniyye ve’nNakdi’l-Edebî), li’Rummânî ve’l-Hattâbî ve Abdi’l-Kâhiri’l-Cürcânî, Mısır, 1968, s. 80;
el-Kazvînî Hatip, Telhîsu'l-Miftah, østanbul, 1312, s. 80;
30 øbn Manzûr, a.g.e., I/563; Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 141.
31
Tabâne Bedevî, Muǯcemüǯl-Belâgatiǯl-Arabiyye, III. Baskı, Cidde,1988, s. 385.
32
el-Kazvînî Hatip, a.g.e. s. 80; el-Meydânî, Abdurrâhman Hasan Habenneke, elBelâ÷atu'l-'Arabiyye Usûsüha ve Ulûmuha ve Fünûnüha, I-II, 1. Baskı, Dımaúk, 1996.,
II/60; Ayrıca bkz. Durmuú øsmail, Arap Dili ve Belâgat ølminde øki øfade Biçimi: øtnâb ve
Îcâz (I) (Kur’ân Metninin Anlaúılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme), Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sy. 1, Yıl: 2000, s. 360.
33
Nisâ 34.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
128
ifadenin altında baúka hikmetler söz konusudur. Kur’ân burada, kadın ve erke÷i adeta ayrılmaz birer uzuv olarak görmektedir. Erke÷e göre kadın ve kadına göre de erkek, insan vücudunun azalarına göre durumları gibidir. Örne-
÷in, erkek o vücudun baúı ise, kadın da cismi, kadın o vücudun baúı ise, erkek de vücudu gibidir. Nasıl bir âzâ di÷erine karúı kibirlenemez, erkek ve
kadın da birbirlerine karúı kibirlenmesi uygun de÷ildir. Zira her âzâ birbirine
muhtaç olup, her birisi de aynı vücud için vazife yapmaktadırlar34.
c) Tekrar
Arapça’da tekrar kelimesi, bir araya getirme ve tekrar etme anlamında
kullanılır. Allahu Teâla úöyle buyurur: "O takdirde bu zararına bir dönüú-
tür.35" Masdar olarak óÄĺóġÜ -tekrîr kelimesinden, Tekrâr veya mübala÷a ve
çokluk ifade eden òóĠ Ƽ -kerrare bâbından gelmiútir. Kerrare eú-úey'e ve kerrakerrahü, bir úeyi tekrar tekrar yaptı, demektir. ØóÄġĤÒ Ƽ -el-kerratü; bir defa
manasına gelmektedir, ço÷ulu da ÚÒóÄġĤÒ Ƽ -kerrât’tır 36. Sözlüklerde geçen
manalardan hareketle bu kelimenin, bir araya getirme, tekrar etme, dönüp
yeniden ele alma ve bir úeyi baúka bir úeye sarma ve dolama gibi manalara
geldi÷ini söyleyebiliriz. Terim olarak ise, ‘aynı düúünce veya kelimenin
birden fazla kullanılması’ olarak tanımlanabilir. Meâni sanatlarındandır.
Aynı kelimenin veya aynı düúüncenin, belli bir davranıúın, tesadüfî olarak
veya kendili÷inden ya da kasıtlı olarak yeniden söylenmesi, ifade edilmesi
veya yapılması,37 lafzın yeniden kullanılması, iâde edilmesi,38 vurgulamak
gayesiyle birinci lafzın yenilenmesi,39, mütekellimin bir lâfzı, lâfız ve
manâyla tekrar etmesidir. Bir sözün bir ibarede lüzûmu olmadı÷ı halde tekrar
edilmesidir40. Dilbilimde ise tekrar, anlamı güçlendirmek için aynı kelimenin
tekrar edilmesi veya anlamları biri birine yakın veya karúıt olan ya da ses
_________________
34 ølgili örnek için bkz. Sâbûnî Muhammed Ali, Safvetu’t-Tefâsîr, Beyrut, 1981, I/278.
35
Nâziât, 12; øbn Fâris, Mu'cemu Mekâyîsi'l-Lu÷a, Beyrut, 1991, kerra maddesi.
36
Bkz. Sibeveyh, el-Kitâb, 4/79; er-Râdî, ùerhu'ú-ùâfiye, 1/167.
37
P. Foulquie, Pedagoji Sözlü÷ü’(Dictionnaire de la Langue Pedago÷iqoe) (çev: C.
Karakaya), østanbul, 1994, s. 494.
38
ez-Zebîdî Muhammed Murtedâ, Tâcu`l-Arûs, 3/519; TDVIAK. Kayıt no: 1053-3.
39
ez-Zebîdî, a.g.e., III/519.
40
Tâhiru’l-Mevlevî, a.g.e, s. 157.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
129
edilmesi veya anlamları biri birine yakın veya karúıt olan ya da ses bakımından aralarında benzerlik olan kelimelerin yan yana kullanılmasıdır41.
Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık rastlanan ve dikkatli bir araútırma yapılmaksızın yüzeysel bir yaklaúımla hakkında “tekrar” hükmü verilen âyet veya
konular bulunmaktadır. Oysa konuya vâkıf olmak, tekrar zannedilen bu çeúit
olguların arkasında Kur’ân’ın nice gizem ve sırlarını yakalamaya vesile olacaktır.
Daha net ifadeyle tekrar diyebilmemiz için aynı lafız veya fikrin aynı
siyak içinde yeniden kullanılmıú olması gerekir. Lafzın müteradifi kabul
edilen terim, taúıdı÷ı ortak manânın yanı sıra farklı anlamlar içerdi÷inden
tekrar olamaz. Dikkat edilecek olursa lafız tek baúına bir anlam taúıdı÷ı gibi
bazen bir âyet içinde, bazen di÷er âyetler arasında ve farklı konular arasındaki siyak iliúkisi ile farklı manalara gelebilmektedir42. Bu hususu bazı
örneklerle izah etmeye çalıúalım;
Tekrar oldu÷u iddia edilen âyetlerden biri Kâfirûn sûresinde geçen 3.
ve 5. âyetlerdir. ølk bakıúta lafızlarda benzerlik görünen 3. ve 5. âyetler aras-
ında aslında mana yönüyle büyük farklılık bulunmaktadır. 3. âyet ço÷u
müfessire göre hali anlatmaktadır. Yani Rasûlullah (s.a.s) müúriklerin vahyin
indi÷i andaki hallerini tasvir adına ï Ƴ × Ƴ Đ Ʊ ƲÈ ÓĨ Ʋ Ī Ʋ IJï Ƴ ƸÖÓĐ Ʋ ħ Ʊ Ý Ƴ ĬƱ ƲÈ ŅIJ Ʋ “Sizler benim ibadet
etti÷ime tapmıyorsunuz” demektedir. Lafzen aynı görünen 5. âyette ise durum farklıdır; burada Allah Teâlâ`nın Rasulüne gaybden haber vermesi ile
gerçekleúen ï×ĐÈ ÓĨ ĪIJïÖÓĐ ħÝ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ƹ Ʋ Ʊ Ƴ ĬÈ ŅIJ Ʊ Ʋ Ʋ “Sizler benim ibadet etti÷ime (istikbalde de)
tapacak de÷ilsiniz'' mucizevi ihbarı vardır. Hamdi Yazır bu konuda úöyle
der: “.... Bu iki âyet ilk bakıúta evvelkilerin “tekrar”ı gibi görünür. Bu bir
atıftır, atıf ise az çok baúkalık ifade eder, onun için cumhur bu âyetlerde manen “tekrar” olmadı÷ını ve binaenaleyh sade tekid de÷il, her birinin bir
te’sis, yani yeni bir hüküm oldu÷unu beyan etmiúlerdir”43.
Örnek:
_________________
41
ez-Zebîdî, a.g.e., XII/22.
42
Konuyla ilgili yayınlanmıú olan makalemize bkz. Eren Cüneyt, Belâgat Açısından
Kur’ân-ı Kerîm’de Tekrarların Tahlili, EKEV Akademi Dergisi, c. III, sy. 2, s. 91-108,
Güz 2001.
43
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur`ân Dili, østanbul, 1936, IX/6224 vd.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
130
ĹÜIJÈ ÓĨIJ ĆÓ×øŁÒIJ Ôij Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ ĝđ Ƴ Ʊ ƲĺIJ ĚÓéøÌIJ ģĻĐÓƓÌIJ ħĻİÒóÖÌ ĵĤÌ ĢõĬÈ ÓĨIJ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ƹ Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ʋ ÓƲĭĻƱ ƲĤÌƸ ĢƲ õƸ ĬƳÈ ÓĨIJ ľÓÖ ÓĭĨÆ Ʋ Ʋ Ƹ Ƽ Ƹ ƲƼ Ʋ ÒƱ ijƳĤijĜƳ
... ħıÖò īĨ ĪijĻ×ĭĤÒ ĹÜIJÈ ÓĨIJ ĵùĻĐIJ ĵøijĨ Ʊ Ƹ ƸƼ ƲƼ Ƹ Ʋ ƳƼ Ƹ ƲƼ Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ Ƴ
Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, Keza øbrâhim’e, øsmâil’e, øshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene Ve yine Mûsâ’ya,
Îsâ’ya, Hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara
iman ettik.44”
ĹÜIJÈ ÓĨIJ ĆÓ×øŁÒIJ Ôij Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ ĝđĺIJ ĚÓéøÌIJ ģĻĐÓƓÌIJ ħĻİÒóÖÌ ƥĐ ĢõĬÈ ÓĨIJ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ʋ ÓƲĭĻƱ ĥƲ Đ Ʋ ĢƲ õƸ ĬƳÈ ÓĨIJ ľÓÖ ÓĭĨÆ Ʋ Ʋ Ƹ Ƽ Ƹ ƲƼ Ʋ ģƱ ĜƳ
... ħıÖò īĨ Ʊ Ƹ ƸƼ ƲƼ Ƹ ĪijĻ×ĭĤÒIJ ĵùĻĐIJ ĵøijĨ Ʋ ƳƼ Ƹ ƲƼ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ Ƴ
De ki: 'Biz Allah’a iman ettik. Bize indirilen vahye, øbrâhim’e,
øsmâil’e øshak’a,Yâkub’a ve torunlarına indirilen keza Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve
bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen vahiylere de iman ettik. 45.’
ølk bakıúta tekrarlanarak birbirini te'kid etti÷i zannedilen bu âyetlerden
ilkinde hitap ümmete oldu÷undan ''ĵÄĤÌ '' harfi ceri, di÷erinde de hitap Hz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) oldu÷undan ''ƥÄĐ'' harfi ceri gelmiútir. Zira ilk
âyetteki muhataplar bütün insanlıktır. Ve Kur'ân da bütün insanlara indirilmiútir. økinci âyette ise hitap Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e olunca; vahiy ona ve âyette isimleri geçen di÷er peygamberlerin üzerlerine indirilmiútir.
d) Hakikat-Mecâz
Hakikat, lügatte bir úeyin gerçek olması manâsındadır46. Istılahta ise
‘bir kelimenin sadece delâlet etti÷i mânada kullanılması, konuldu÷u anlamda
kullanılan kelime, úâriin kastetti÷i manada kullanılan lafızdır.47’ Mecâzın
zıddıdır. Meselâ, arslan kelimesi bilinen hayvan kastedilerek getirilmiúse hakikat, bir insanın úecaatini kastederek kullanılmıúsa mecâz olur. Kelamda
asıl olan, hakikat olmasıdır.
_________________
44 Bakara 136.
45 Âli imrân 84.
46 øbn Manzûr, a.g.e., V/326; el-Cürcânî, a.g.e., s. 121-122; et-Teftâzânî, el-Mutavvel, s.
348.
47
et-Tehânevî, a.g.e., II/453-455; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 176.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
131
Mecâz ise lügatte, ‘geçilen yer, geçilen zaman, gelip geçmek’ demektir48. Terim olarak, bir kelimenin cümledeki manâsı dıúında kullanılma’ sanatıdır 49. Konuúma ıstılahında, konuldu÷u anlamın kastedilmedi÷ine karine ile
birlikte, konuldu÷u anlamın dıúında do÷ru úekilde kullanılan kelimedir.
Mecâz, i'câzı en yüksek noktada temsil eden ve ulaútırılmak istenen mesajı
muhataba en yo÷un bir úekilde veren ifade úeklidir. Söze güzellik, parlaklık,
zarâfet, kuvvet ve canlılık vermek için kullanılır. Kur’ân’da mecâzi anlamda
kullanılan kelime ve terkipler çoktur.
Kur’ân-ı Kerim’de de mecâz sıklıkla kullanılmıú, verilmek istenen mesaj bu sanatla takdim edilmiútir. Sözün hakikat mı, mecâz mı oldu÷u
anlaúılmadan murad edilen manânın anlaúılması mümkün de÷ildir. Bunların
bir kısmı herkes tarafından kolayca anlaúılabilecek türde iken, bazıları ancak
dil uzmanları tarafından anlaúılabilir. øúte Kur’ân’ın do÷ru anlaúılabilmesi
için dilin sahip oldu÷u üslûb ve özelliklerinden sayılan bu ilmin bilinmesi
kaçınılmazdır.
Örnek:
ÙĺIJÓİ įĨÉĘ įĭĺôÒijĨ Ûęì īĨ ÓĨÈIJ Ve fakat tartıları hafif gelen her kimse, onun anası hâviye(uçurum)dir 50. Âyetinde « įĨÈ » -annesi kucak açmıú bir
anneye iúaretle, varılacak olan cehennemin de kafirlere kucak açaca÷ı ve içine alıp barındıraca÷ı anlamında cehennemden mecâzdır. Varaca÷ı yer, yata÷ı, kuca÷ına sı÷ınaca÷ı yer, istiâre yoluyla mecâzdır. Zira ana kuca÷ı,
evladın barınaca÷ı yer olma hasebiyle 'me’vaya' benzetilmiútir. Burada aynı
zamanda acıma ve tahkir de söz konusudur. “Nihâyet sı÷ınıp varaca÷ı en
úefkatli anası, hâmisi kızgın ateú olan haviyeden ibaret bulunan bir kimsenin
halindeki felaket ve fecaatin úiddet ve büyüklü÷ünü düúünmeli.”51 Âyette yer
alan bu ifadeyi salt kelime anlamıyla hakikat kabul etme durumunda, salih
amel tartısı hafif gelenlerin kıyamet günü annelerine sı÷ınaca÷ı anlaúılacaktır ki, hem mantık açısından, hem de Kur’ân’ın bütünlü÷ü açısından bu
_________________
48 øbn Manzûr, a.g.e., VI/326; el-Cürcânî, a.g.e., s. 258; Firûzâbâdî, a.g.e., s. 65.
49
es-Suyûtî Celâluddîn, el-øtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, 1951, s. 105.
50
Kari’a 8-9.
51
Yazır, Elmalılı Hamdi, a.g.e., IX/395.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
132
manânın do÷ru olmadı÷ı açıktır. Oysa burada yukarıda da belirtildi÷i gibi
cehennemin kendilerine kucak açaca÷ı vurgulanmaktadır.
e) Takdîm ve Te'hîr
Cümlenin bütün ö÷elerini bir defada söylemek mümkün olmadı÷ından
bazısını önce, bazısını da sonra söylemek gerekir. Takdim, bir sebepten dolayı cümle dizimindeki bir kelimenin di÷er bir kelimeden önce getirilmesidir.
Bir úeyi takdim etmek onu di÷erlerinin önüne koymaktır52. Yani sonra zikredilmesi gereken kelimeyi herhangi bir sebepten dolayı zikredilmesi gereken
yerinden önce zikretmektir. Takdimin zıddı olan te’hir de, önce gelmesi gereken cümlenin bir ögesinin, bazı özel úartlardan dolayı sonraya bırakılması,
geciktirilmesi demektir53.
Örnek:
ŷ Ƴ đ Ƹ ÝƲ ùƱ ÄƲĬ ĞÓÄĺÌ Ʋ ƲƼ Ƹ IJƲ ï Ƴ Ä×Ƴ đƱ ƲĬ ĞÓÄĺÌ Ʋ ƲƼ Ƹ (Rabbimiz!) Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız
Senden medet umarız.54 « ĞÓÄĺÌ Ʋ ƲƼ Ƹ » lafzı tahsisi ifade etmek için takdim edilerek
takdim sanatı icra edilmiútir. Bu mef’ûlün takdimi ile gerçekleúen bu sanatın,
âyete kattı÷ı anlam ise; yapılacak olan ibadette úirkin kesinlikle reddi olarak
açıklanabilir.
Örnek:
ƥÄĐ ÚijÝÄøÒIJ óÄĨŁÒ ĹąÄĜIJ ÅÓÄĩĤÒ ăĻÄĔIJ ĹÄđĥĜÈ ÅÓÄƓ ÓÄĺIJ ĞÅÓÄĨ ĹÄđĥÖÒ ĂòÈ Óĺ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ƴ ƱƲ Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ƹ Ʋ Ƹ Ƹ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ ģĻĜIJ Ʋ Ƹ Ʋ
ŷĩĤÓÄčĤÒ ĦijÄ Ʋ Ƹ Ƹ ƲƼ Ƹ Ʊ ĝĥĤ ÒïÄđÖ ģÄĻĜIJ ĸîijÄåĤÒ Ʋ Ʊ ƸƼ ƴ Ʊ Ƴ Ʋ Ƹ Ʋ ƼƸ Ƹ Ƴ Ʊ «Ey yer suyunu yut, ve ey gök (suyunu) tut»
denildi, su çekildi, iú bitirildi, gemi Cüdi’ye oturdu. «Zalimler yok olsun»
denildi. «Arz» kelimesinin «semâ» kelimesine takdim edilmesinin de hikmetleri vardır; úöyle ki, yer yüzü istikrar yeridir. Döúek vazifesi görür.
Gemiler için bir liman, içindekiler için bir kurtuluú yeridir. Yer ve gö÷ün suları, onun üzerinde birikir. Ayrıca isyanları sebebiyle Nuh Peygamberin (a.s)
_________________
52
Bkz. øbn Manzûr, a.g.e., XII/466-467; Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 436; Matlûb, a.g.e., s. 404;
Akkavî, a.g.e., s. 412.
53
Bkz. øbn Manzûr, a.g.e., IV/12; Tahiru'l-Mevlevî, a.g.e., s. 157; Takdim yapmanın, tahsîs, teberrük, haz duymak, kızgınlı÷ı ifade, muhatabın önemsemesi, takdim edilenin önemini hissettirmek, iki cümle arasındaki fâsılayı gözetmek, illet ve sebebten dolayı takdim,
mertebeden dolayı takdim, azâmet, galebe ve çokluktan dolayı, merhamet dilemek gibi
bir çok sebebi vardır.
54
Fâtiha, 5.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
133
kavmi yeryüzünde helak olmuúlardır. Bo÷ulma «Arz» cihetinden olmuútur.
f) Tazmîn veya farklı harflerin benzer konumlarda kullanılması
Tazmîn lügatte, ‘bir úeyi bir kaba koymak, içermek, mecbur etmek’
demektir. Terim olarak kısaca, ‘bir fiilin anlamını baúka bir fiile vermek
veya lafzı hak etti÷i baúka bir lafzın anlamına sokmaktır’55.
Kendi baúlarına müstakil anlamları olan harf-i cerler de müteaddi
oldu÷u fiillerle yeni bir anlam kazanabilir. Bu durum fiiller için de geçerlidir. Yani, kendi baúına müstakil bir anlamı olan her fiil, kendisiyle
müteaddi oldu÷u harf-i cerle yeni bir anlam kazanır. øúte harf-i cerlerle
fiillerin birbirlerine dahil olması ve neticesinde yeni bir anlam kazanması
demek olan bu duruma da tazmîn denir. Di÷er açıdan, farklı harflerin benzer
konumlarda kullanılması olarak da de÷erlendirilebilir.
ùimdi bu sanatın Kur'ân'ın anlamına kattı÷ı zenginli÷i açıklamak için
bir kaç örnek sunalım:
Örnek :
... ħİijùĠÒIJ Ʊ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Óı Ʋ ĻĘ Ƹ ħ Ʊ İ Ƴ ijƳĜƳôò Ʊ ÒIJ Ʋ ƴÓĨÓĻĜ ħġĤ ľÒ ģđä ƉĤÒ ħġĤÒijĨÈ ÅÓıęùĤÒ Ʋ Ƹ Ʊ Ƴ Ʋ Ƴ Ƽ Ʋ Ʋ Ʋ ƸƲƼ Ƴ Ƴ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ ƳƼ ÒijÜ Ʊ Ƴ ËÜ ŅIJ Ʊ Ƴ Ʋ Ʋ
Allah’ın sizin maiúetinizin baúlıca vesilesi kıldı÷ı mallarınızı, aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. (Bu malları iúleterek elde edece÷iniz
gelirle) Onların ihtiyaçlarını sa÷layın, giyeceklerini temin edin ….56.
... į Ƴ ĭƱ Ĩ ƸƼ ħ Ʊ İ Ƴ ijƳĜƳôò Ʊ ÓƲĘ ŷĠÓùĩĤÒIJ ĵĨÓÝĻĤÒIJ ĵÖó Ƴ Ƹ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ ĝĤÒ ÒijĤIJÈ ÙĩùĝĤÒ óąè ÒðÌIJ Ƴ Ʊ Ʊ Ƴ Ʊ Ƴ Ʋ Ʋ Ʊ Ƹ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ
Miras taksim edilirken varis olmayan akrabalar, yetimler, fakirler de
orada bulunuyorlarsa, onlara da bir úey verin …...57.
Dikkat edilirse Nisâ 5 âyetinde ''˴ϕ˴ί˴έ'' rızık vermek fiili
zaman ve mekan zarfı olarak genellikle -de, -da anlamı veren
_________________
55
et-Tehânevî, a.g.e., III/126; Bedevî Tabâne, a.g.e., s. 359; Abbâs Hasan, en-Nahvu’l-Vâfi,
Mısır, 1963, s. 255; Örne÷in Kur'ân-ı Kerîm'de βϔϨϟΎΑ βϔϨϟ΍ ϥ΃ ΎϬϴϓ ϢϬϴϠϋ ΎϨΒΘϛϭ Tevrat'da øsrail o÷ullarına úunu da farz kıldık: Cana can, göze göz, buruna burun, kula÷a kulak, diúe
diú ve yaralar birbirine kısastır. (Mâide 45.) âyetinde Tevrat'da yer alan 'Bir nefis bir nefisle.. kısas olunur' hükümleri tazmin edilmiú, yani Kur'ân'a alınarak açıklanmıútır. Eren
Cüneyt-Özcan Halil, a.g.e., s. 150.
56
Nisâ 5.
57
Nisâ 8.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
134
''ĹÄĘƸ '' harfi ceri ile gelirken, aynı fiil, Nisâ 8'de ismin de hali kar-
úılı÷ı olan ''ī Ʊ ÄÄĨƸ '' harfi ceri ile gelmiútir. Bu farklılıktan Kur'ân’daki tek bir
harfin bile ayrı bir misyonu, farklı bir vazifesi oldu÷u görülmektedir58.
ølk âyette hitap, yetimlerin mallarını emaneten ele alan velilere veya o
makamdakilere aittir. Kendilerine emanet olarak bırakılan yetimlerin mallarını muhafaza etmek durumundadırlar. Bu arada velilerden, yetimlerin
kendilerine ait olan mallarından verilmek suretiyle rızıklarının sa÷lanması ve
giydirilmeleri talep edilmektedir. Ancak bu konuda son derece hassas olmaları da istenmekte, bu hassasiyet ''ĹÄÄĘ'' harfi ceri ile ifade edilmektedir. Bu
fiilin kullanımı gere÷i normalde '' ī Ʊ ÄĨ'' harfi ceri daha uygunken bu harften
vazgeçilmiú ''ĹÄÄĘ'' harfi ceri kullanılmıútır. Yani, onlara verilen rızık,
kendilerine emanet olarak bırakılan malın aslından de÷il de, o malın ticaret
vb. yollarla artırılarak kazancından verilmesi talep edilmektedir. Dolayısıyla,
ayet, ‘Bu malları iúleterek elde edece÷iniz gelirle onların ihtiyaçlarını
sa÷layın’ úeklinde bir anlam zenginli÷i kazanır. Di÷er bir ifadeyle, onlara,
yine kendi mallarından rızık verirken, onları giydirirken, mallarının azalmamasının gerekti÷ine iúaret edilmektedir.
økinci âyette ise durum farklıdır. Burada ortada var olan miras taksim
edilmektedir. Mirastan pay da÷ıtılırken varis olmayan akraba, yetim ve fakirlerden o meclise gelenlere, gönüllerinde bir úey kalmasın diye paylaúılacak maldan verilmesi istenmektedir. Bu makamda úüphesiz en uygun olanı ''
˸Ϧϣ'' harfi ceridir.
Örnek :
...ľ ƸƲƼ Ƹ į Ƴ ƲĥƼ Ġ Ƴ ƲóĨƱƲŁÒ ĪÌ ģĜ ƲƼ Ƹ Ʊ Ƴ De ki: “Bütün yetki ve karar bütünüyle Allah’ındır”59.
īĺóĨÉÜ ÒðÓĨ ĸóčĬÓĘ Ʋ Ƹ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ Ʋ ğ Ƹ ĻƱ ƲĤÌƸ ƳóĨƱƲŁÒIJƲ ïĺïü öÉÖ ÒijĤIJÈIJ ØijĜ ÒijĤIJÈ īŔ ÒijĤÓĜ ƹ Ƹ Ʋ ƹ Ʊ Ʋ Ƴ Ƴ Ʋ ƹ ƲƼ Ƴ Ƴ Ʊ Ƴ Ƴ ƱƲ Ƴ Ʋ Onlar: “Biz
güçlü, kuvvetliyiz, savaúçı milletiz. Ama yetki sizindir, de÷erlendirip münasip
gördü÷ünüz emri verin!” dediler 60.
Dikkat edilecek olursa emir kelimesi ilk âyette ''ϝ'' harfiyle, di÷erinde
ise '' ϰϟ· '' harfiyle teaddi etmiútir. Kur'ân-ı Kerîm'in belâ÷atına göre bu
_________________
58 ølgili örnek için bkz. Abbâs Fadıl Hasan, a.g.e., s. 194-195.
59 Âli ømrân 154.
60
Neml 33.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
135
farklılı÷ın kesinlikle bir hikmeti vardır. Zira ilk âyette, bütün yetki ve kararın
üzerinde úüphe olmayan Allah'a ait oldu÷u hakikati takrir edilmektedir. Bu
makamda âidiyet ifade eden ''ϝ'' harfi en uygunudur.
økinci âyette ise Sebe halkından bahsedilmektedir. O günlerde
Yemen'in San'a yakınlarında Ma'rib kentinde bin yıl kadar bütün Arap yarı-
madasına hükmetmiú olan Sebe halkının baúında bir kadın hükümdar bulunuyordu. østiúare heyetini toplayıp, Hz. Süleyman (a.s)'ın göndermiú
oldu÷u mektup hakkında onlara danıúır. ''Onlar da: “Biz güçlü, kuvvetliyiz,
savaúçı milletiz. Ama yetki sizindir, de÷erlendirip münasip gördü÷ünüz emri
verin!'' 61, derler. Bu ifade ile son sözün ona ait oldu÷una iúaret eden en uygunu '' ϰϟ· '' harfi ceri gelmiútir 62.
Örnek :
ÓÄƲĭƲĤ ƳľÒ ÕÄÝĠ ÓÄĨ ŅÌ Óĭ×ĻāÄĺ īĤ ģĜ Ƽ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ ƲƼ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ƴ ƲƼ Ƴ De ki: “Allah bizim hakkımızda ne takdir
etmiú, ne yazmıúsa baúımıza ancak o gelir 63.
Âyette ''ϰѧϠϋ'' harfi ceri yerine ''ϝ'' harfi kullanılmıútır. Zira Allahu
Teâlâ'nın kullarına takdir etti÷i kader müminler için devamlı hayırlı olup,
onların aleyhlerine de÷ildir 64.
Örnek :
Ģ ƹ ņÄĄ Ʋ ĹÄĘ Ƹ IJÈ Ʊ Ʋ Ĵï ƴ Äİ Ƴ ƥ Ʋ Äđ Ʋ ƲĤ ħĠÓÄĺÌ IJÈ ÓÄĬÌIJ ľÒ ģÄĜ ĂòŁÒIJ ÚÒIJÓĩùĤÒ īĨ ħġĜôóĺ īĨ ģĜ Ʊ Ƴ ƲƼ Ƹ Ʊ Ʋ ƲƼ Ƹ Ʋ Ƴ ƲƼ Ƹ Ƴ Ƹ Ʊ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ ƲƼ Ʋ ƸƼ Ʊ Ƴ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ
ŷÄ×Ĩ ƹ Ƹ ƳƼ Söyle onlara: “Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kimdir?(Onların
cevaplarını beklemeden:) “Allah’dır” de! O halde ya biz veya siz, ikimizden
biri do÷ru yol üzerinde veya besbelli bir sapıklık içindeyiz 65.”
Âyet-i Kerîme'ye dikkat edilecek olursa, ''ƥÄĐ '' harfi ceri hidâyet ile,
''
ĹÄĘƸ '' harfi ceri de sapıklıkla mukarin gelmiútir. Zira hidâyet ehli sanki
hidâyetin kendisine sundu÷u izzetle ''ƥÄĐ'' harfinin taúıdı÷ı isti'la anlamına
uygun olarak isti'lâ eder görünümünde, dalalet ehli de günahların içine
_________________
61
Neml 33.
62
Bkz. Abbas Fadıl Hasan, a.g.e., s. 196.
63 Tevbe 51.
64
Bkz.Abbas Fadıl Hasan, a.g.e., s. 201.
65
Sebe 24.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
136
gömülmüú olmayı tasvir eden ''ĹÄĘƸ '' harfi cerine tamamen uygun olarak
zulmetlerin içindedir 66.
Örnek :
Ô Ƹ ÓƲĜó ƼƸ ĤÒ ĹĘƸ IJ ħıÖijĥĜ ÙęĤËĩĤÒIJ ÓıĻĥĐ ŷĥĨÓđĤÒIJ ŷĠÓùĩĤÒIJ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ƴ Ƴ Ƹ Ʋ ƲƼ Ʋ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ ÅÒƲóĝƲ ę Ƴ ĥƱ ĤƸ ÚÓĜ Ƴ Ʋ ïāĤÒ ÓĩĬÌ Ʋ ƲƼ Ʋ ƲƼ Ƹ
ģĻ×ùĤÒ īÖÒIJ ľÒ ģĻ×ø ĹĘIJ ŷĨòÓĕĤÒIJ Ƹ Ƹ ƲƼ Ƹ Ʊ Ʋ Ƹ Ƽ Ƹ Ƹ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ Ƹ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ ''Zekâtlar sadece fakirlere, düúkünlere,
zekât toplayan görevlilere, kalpleri øslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve
kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmıú yolcu ve gariplere mahsustur'' 67.
Yukarıdaki âyetten zekât fonundan alabilen sekiz sınıf zikredilmektedir. Ancak dikkat edilecek olursa bunlardan ilk dört sınıf, yani (fakirler,
düúkünler, zekât toplayan görevliler ve kalpleri øslâma ısındırılacak olanlar)
için ''ϝ'' harfi ceri, geri kalan di÷er dört sınıf, yani (esirlik ve kölelikten
kurtulmak isteyenler, borçlular, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmıú yolcu
ve garipler) için de ''ϲ˰ϓ'' harfi ceri kullanılmıútır. Zira, ilk dört sınıfın zekâtı
hak etmesi, onların mülk-i ehliyetlerinden dolayıdır. Yâni ''ϝ'' harfinin adı
geçen ilk dört sınıfa ba÷ı dıúarıdan bir ba÷dır. Bunun için mülkiyet lamı en
uygunudur. Ayette zikri geçen di÷er dört sınıf ise bu zekata daha çok ihtiyaç
duyan kesimdir. Dolayısıyla ''ϲ˰ϓ '' harfi ceri burada belâ÷at açısından tam
yerinde kullanılmıútır. Zira ''ϲ˰ϓ '' harfi ceri, iúlev olarak ‘viâ’, yani her hangi
bir kabın vazifesini yapar. Örne÷in, ϢϠϋ Ϫϟ dedi÷imizde ‘onun ilmi var’
anlarız. Ancak, Ϫϴϓ ϢϠόϟ΍ dedi÷imizde ise, ‘ilmin onun içinde oldu÷unu, onda
bulundu÷unu’ anlarız. Bu kullanım, bir öncekinden mâna açısından daha
etkilidir. Yani onlara verilecek olan sadaka, bir kaba herhangi bir úey
koyulması gibi, onların içine konuluyor gibi anlaúılmalıdır 68.
g) Aliterasyon
_________________
66
Bkz.Abbas Fadıl Hasan, a.g.e., s. 206.
67
Tevbe 60.
68
Bkz. en-Nesefî Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Tefsîru’n-Nesefî, Beyrut,
ts., s. 132; Hâdi 'Atiyye Matru'l-Hilâlî, el-Hurûfu'l-Âmile fi'l-Kur'âni'l-Kerîm, Beyrut,
1986, s. 350-351.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
137
Aliterasyon, bir beyit, mısrâ veya cümlede, aynı ses, harf ve hecelerin
anlamı da etkileyici bir ahenk oluúturmak amacıyla tekrarlanması sanatıdır69.
Kur’ân-ı Kerîm içerdi÷i lafızları, lafızların harflerinin kula÷a hoú gelecek tarzda birbirleriyle uyumlu sıralanıúı, bu lafızların cümle içerisindeki
diziliúi, muhatabını adeta büyüleyici bir atmosfer iklimine cezp etmektedir.
Yani, onun edebî ahengi muhatabını adeta büyüleyecek tarzdadır. Öyle
büyüleyicidir ki, Arap belâ÷atında otorite sayılan muarızları dahi, onun kar-
úısında teslimiyetlerini itiraf etmiúlerdir 70. øúte Kur’ân-ı Kerîm’in bu özelli÷inin belki de sadece yüzeysel olarak bir yansıması diyebilece÷imiz aliterasyon sanatı onun bir çok suresinde serpiútirilmiú durumdadır 71.
Örnek:
ĹÄĘƸ ö Ƴ ijƸ øƱ ijƲ Ƴĺ ĸñĤÒ Ƹ ƲƼ öƸ ÓĭíĤÒ ƲƼ Ʋ Ʊ öƸ ÒijƲ øƱ ijƲ ĤƱ Ò óü īĨ ƼƸ Ʋ Ƹ öƸ ÓĭĤÒ įĤÌ ƲƼ Ƹ Ʋ Ƹ öƸ ÓĭĤÒ ğĥĨ ƲƼ Ƹ Ƹ Ʋ öƸ ÓĭĤÒ ÔóÖ ðijĐÈ ģĜ ƲƼ ƼƸ Ʋ Ƹ Ƴ Ƴ Ʋ Ʊ Ƴ
öƸ ÓÄĭĤÒ IJ ÙÄĭåĤÒ īÄĨ ƲƼ Ʋ Ƹ ƲƼ Ƹ Ʊ Ʋ Ƹ öƸ ÓÄĭĤÒ òIJïÄĀ ƲƼ Ƹ Ƴ Ƴ ' (Kul eûzu birabbi’n-nâs, Meliki’n-nâs, ølâhi’nnâs, Min úerri’l-Vesvâsi’l-Hannâs, Ellezî yüvesvisu fî sudûri’n-nâs, Mine’lcinneti ve’n-nâs72)
''De ki: ønsanların Rabbine, ønsanların yegâne Hükümdarına, ønsanların ølahına sı÷ınırım. O sinsi úeytanın úerrinden, O ki insanların
kalplerine vesvese verir, O úeytan, cinlerden de olur, insanlardan da'' 73.
Dikkat edilecek olursa âyette yer alan -s sessizinin bir ahenk içerisinde
tekrarı tam bir aliterasyon olup, lafızların taúıdı÷ı anlamla uyum içerisinde
kula÷a adeta fısıltı halinde mûsiki úöleni sunmaktadır.
Örnek:
ĵèijĺ ĹèIJ ŅÌ ijİ ĪÌ ĴijıĤÒ īĐ Ʋ Ƴ Ƶ Ʊ Ʋ Ƹ Ʋ Ƴ Ʊ Ƹ Ʋ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ ěĉĭĺ ÓĨIJ ĴijĔ ÓĨIJ ħġ×èÓĀ ģĄ ÓĨ Ĵijİ ÒðÌ ħåĭĤÒIJ Ƴ Ƹ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ƴ Ƹ Ʋ ƲƼ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ƹ Ʊ ƲƼ Ʋ
ĵĬƲ îÈ IJÈ ŷøijĜ ÔÓĜ ĪÓġĘ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ƹ Ʊ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ ĵĤïÝĘ ƲƼ Ʋ Ʋ Ʋ ÓĬî ħà ƥĐŁÒ ěĘŁÓÖ ijİIJ ĴijÝøÓĘ ØóĨ IJð Ĵij Ʋ Ʋ ƲƼ Ƴ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƹ Ƴ Ƴ Ƹ Ʋ Ƴ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ ƹ ƲƼ Ƹ Ƴ Ʋ ĝĤÒ ïĺïü įĩĥĐ Ƴ Ʊ Ƴ Ƹ Ʋ Ƴ Ʋ ƲƼ Ʋ
_________________
69
Soysal M. Orhan, a.g.e.,s. 33.
70
Enbiyâ 5.
71
Konuyla ilgili bilgi ve örnekler için bkz. Kutub Seyyid, et-Tasvîru’l-Fennî fi’l-Kur’ân,
Kahire 1992; Nevfel Abdurrezzâk, el-ø’câzu Adedu’l-Kur’ân-ı Kerîm, Kahire, 1988; Temiz Bilâl, Kur’ân-ı Kerîm Terbiyesinde Mükâfât-Ceza Metodu (Tebúîr ve ønzâr Kavramları), øzmir, 1998., s. 140.
72
Do÷rudan kula÷a hitap eden bu sanatın vurgulanması açısından, âyeti Latin karakteri ile
ayrıca yazmayı uygun gördük.
73
Nâs 1-6.
Yrd.Doç.Dr.Cüneyt EREN
138
ïĭĐ ĴóìÈ ÙĤõĬ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƴ ƴ Ʋ Ʊ Ʋ ĮÆò ï Ƴ Ʋ Ʊ ĝĤIJ Ĵóĺ ÓĨ ƥĐ įĬIJòÓĩÝĘÈ ĴÈò ÓĨ îÒËęĤÒ ÔñĠ ÓĨ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ʋ Ƴ Ʋ Ƴ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ʋ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ ĵèIJÈ ÓĨ Įï×Đ ĵĤÌ ĵèIJÉĘ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ƹ Ƹ Ʊ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ
ĴÈò ï Ʋ Ʋ Ʊ ĝĤ ĵĕĈ ÓĨIJ óā×ĤÒ ĒÒô ÓĨ ĵýĕĺ ÓĨ Øòïù Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ƴ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ ƸƼ ĤÒ ĵýĕĺ ðÌ ĴIJÉĩĤÒ Ùĭä ÓİïĭĐ ĵıÝĭĩĤÒ Øòïø Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ʊ Ʋ Ʊ Ƴ ƲƼ Ʋ Ʋ Ʋ Ƹ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ʊ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ
ƴÒðÌ ğĥÜ ƊĬŁÒ įĤIJ óĠñĤÒ ħġĤÈ ĴóìŁÒ ÙáĤÓáĤÒ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ Ʋ Ƴ Ƴ Ʋ Ʋ Ƴ Ʋ ƲƼ Ƴ Ƴ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ʋ Ʋ Ƹ ƲƼ ØÓĭĨIJ ĴõđĤÒIJ ÚņĤÒ ħÝĺÈóĘÈ ĴŚġĤÒ įÖò ÚÓĺÆ īĨ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ ƲƼ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ƴ Ƴ Ʊ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʋ Ʊ Ƴ Ʊ Ƹ ƸƼ Ʋ Ƹ Ʋ Ʊ Ƹ
ĴŤĄ Ʋ Ƹ ÙĩùĜ Ƶ Ʋ Ʊ Ƹ
Ve'n-necmi izâ hevâ, mâ dalle sâhibukum ve mâ gavâ, ve mâ yantiku ani'lhevâ, in huve illâ vahyun yûhâ, 'Allemehu úedîdu'l-kuvâ, zû mirretin
festevâ,ve huve bi'l-ufuki'l-'alâ, sümme denâ fetedellâ, fekâne kâbe kavseyni
ev ednâ, feevhâ ilâ abdihi mâ evhâ, mâ kezebe'l-fuâdu mâ raâ, efetumârûnehu 'alâ mâ yerâ, ve lekad raâhu nezleten uhrâ, 'inde sidreti'lmuntehâ, 'indehâ cennetu'l-me'vâ, iz yegúâ's-sidrete mâ yegúâ, mâ zâga'lbasaru ve mâ tagâ, lekad raâ min âyâti rabbihi'l-kübrâ, eferaeytumu'l-lâte
ve'l-'uzzâ, ve menâte's-sâlisete'l-uhrâ, elekumu'z-zekeru ve lehu'l-unsâ, tilke
izen kısmetun dîzâ.
Kayan yıldıza yemin olsun ki. Arkadaúınız Muhammed yanılmadı, sapmadı, aldanmadı. O kendi heva ve hevesiyle konuúmuyor. O, kendisine vahyedilen bir
vahiyden baúka bir úey de÷ildir. Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün
akıl ve kemal sahibi olan melek Cebrail ö÷retti. Melek kendi aslî sûretine girip
do÷ruldu. øúte o zaman kendisi en yüce ufukta idi. Sonra yaklaútı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna
vahyetmek istedi÷i her úeyi vahyetti. Gözlerinin gördü÷ünü kalbi yalan saymadı. ùimdi siz kalkmıú da onun gördükleri hakkında úüphe edip kendisiyle mü-
nakaúa mı ediyorsunuz? Onun bir baúka iniúini Sidretu’l-Müntehanın yanında
görmüútü. Me’va cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarı-
yor, sardıkça sarıyordu... Peygamberin gözü kaymadı, úaúmadı, aúmadı da.
Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyü÷ünü gördü! ùimdi baksanıza úu Lât’a, Uzza’ya. Ve bir de úu geride olan üçüncüleri Menat’a. Erkek
evlatlar size, kızlar O’na olsun, öyle mi? O zaman bu insafsız bir taksim olmaz
mı74?
Bu âyetlerde fasılalar vezinde birbirleriyle takriben eúit vaziyettedir.
Uyak harfi aynıdır. Fasıla harfleri sözün atmosferine uygun vaziyettedir. Her
fasılanın kendine ait mûsikisi vardır. Bu mûsiki, lafızlardaki harflerin birbirleriyle uyumu ve cümlelerdeki sözcüklerin birbirleriyle ahenginden meydana
gelmektedir. Âyetlerin içinde yer alan sözcüklerin dizimi mûsiki üslûbu ile
tam bir birlik içindedir 75.
_________________
74
Necm 1-21.
75
Bkz. Kutub Seyyid, a.g.e., s. 103-104.
ARAP BELÂöATININ KUR’ÂN-I KERÎM’øN ANLAùILMASINA KATKISI.
139
Sonuç:
Bu çalıúmada, her birisi ayrı zengin manâ ve de÷ere sahip olan bu
sanatların Kur’ân-ı Kerîm’in daha iyi anlaúılmasına yapmıú oldu÷u katkıyı
belirtmeye çalıútık.
Malum oldu÷u üzere Kur’ân vahyinin nazil oldu÷u Cahiliyye döneminde Araplar edebiyat ve belâ÷atta zirvede sayılıyorlardı. Hatta kendilerini,
dili en güzel konuúan, meramını en güzel ifade eden bir kavim olarak gö-
rüyorlardı.
Bu toplulu÷a Kur’ân-ı Kerîm Hz. Peygamber’in bir mucizesi olarak
inmiú ve ortaya koymuú oldu÷u i’câzının bir benzerini meydana getirmeye
davet etmesi anlamında Araplara tehaddîde bulunmuú yani meydan okumuú-
tur. Ancak yüksek bir edebî zevke ve seviyeye sahip olan Araplar bu ça÷rıya
cevap verememiúler, Kur’ân’ın belâ÷atı karúısında e÷ilme zorunlulu÷u hissetmiúlerdir.
ùüphesiz Kur’ân-ı Kerim’i hakkıyla anlamak ve de÷erlendirmek,
Kur’ân’ın bu harika nazım örgüsünün ve edebî vasfının yeterli olarak anla-
úılması ile mümkündür. Hatta, øslam ilimleri tarihine göz attı÷ımızda, itikadi
ve ameli ihtilafların temelinde, Kur’ân’ın edebî inceliklerini anlamadaki
farklılıkların önemli bir tesiri oldu÷unu görmekteyiz.
Arapça’ya bütün bu sanat özellikleriyle vâkıf olmak, Kur’ân-ı Kerîm’i
do÷ru anlamanın tartıúmasız en önemli vasıtasıdır.
U

Konular