ve ÖZELİNDE BASRA VE KÛFE ARAP DİLİ EKOLLERİNİN ÖVGÜ VE YERGİ SÖZCÜKLERİNE İLİŞKİN YORUMLARI

İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 16:2 (2011), SS.199-211.
ve ÖZELİNDE BASRA VE KÛFE ARAP DİLİ
EKOLLERİNİN ÖVGÜ VE YERGİ SÖZCÜKLERİNE İLİŞKİN
YORUMLARI
The Comments of Basra and Kûfe Language Schools Upon
Words of Praise and Satire in Ni’me and Bi’se
Dr. Enes Erdim
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fak.
e-posta: eerdim@firat.edu.tr
Öz: Arap dilinde kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır.
Çoğunlukla kelimelerin hangi türden olduğu ittifakla sabit olmasına rağmen, Basra ve
Kûfe dil ekolleri övgü ve yergi fiilleri olan ve sözcüklerin türüyle ilgili farklı
yorumlar ortaya koymuĢlar, buna bağlı olarak da bunların yer aldığı cümleleri değiĢik
Ģekillerde i‘râb etmiĢlerdir. Biz bu çalıĢmada Basra ve Kûfe dil ekollerinin sözünü
ettiğimiz yorumlarını, i’râb yapma biçimlerini ve birbirlerinin tezlerine karĢı ileri
sürdükleri delilleri detaylı olarak ele alıp inceledik.
Anahtar Sözcükler: Kelime, tür, fiil, isim, harf, /ni‘me, /bi‘se, Basra ve Kûfe
dil ekolleri
Abstract: In Arabic a word is divided into three main parts; a noun, a verb and the
word. Although the words are clear about what sort of them they are, the Basra and
Kûfe schools have different comments about the notions of ni’me and bi’se which are
the words of praise and satire. So,these words are separated into the sentence
structures. In this article, we studied the Basra and Kûfe language school concerning
with the referred comments and we also studied the ways of the sentence structures
with the proofs they presented.
Keywords: Word, kind, verb, noun, proposition, /ni‘me, /bi‘se, Basra ve Kûfe
language school
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
200
GİRİŞ
Her dil gibi Arap dilinin konusunu da kelime oluĢturmaktadır. Kelime,
müfred/tekil bir anlam için vaz’ edilmiĢ/konulmuĢ, gerçekten veya takdiren
müstakil olan lafza denilir.1 Arap dilinde kelime, kendi içinde isim, fiil ve
harf olarak üç kısma ayrılmaktadır.2
Ġsim kendi baĢına bir anlam ifade etmekle birlikte yapısı gereği hiçbir
zamanla iliĢkisi olmayan sözcüktür. Ġsimler içinde /dün ve /yarın, gibi
zatlarıyla zaman belirten isimler olsa bile bunlar bünyeleriyle zamana iĢaret
etmezler. Bilindiği üzere bunların bünyeleri herhangi bir zamana bağlı
olarak değiĢikliğe uğramamaktadır. Ġsmin kendi parçalarından biri, ifade
ettiği anlamın herhangi bir kısmına delalet etmez. Örneğin /Zeyd,
sözcüğünün parçaları olan , ve harfleri onun ifade ettiği Ģahsın
organlarından birine iĢaret etmez. Aksine kelime bir bütün olarak
ismindeki Ģahsı göstermektedir.3
Ġsmin kendine özgü birçok niteliği vardır. /Bilinen bir
adam ve bilinen bir hizmetçi, örneklerinde görüldüğü gibi takısının baĢına
gelmesi, /herhangi bir adam ve /herhangi bir hizmetçi,
sözcüklerindeki gibi tenvin alması, /Zeyd‟den ve /‘Amr‟a
ifadelerindeki gibi harf-i cerrin onun baĢına getirilmesi, /İki Zeyd ve
/Zeydlerde olduğu gibi tesniye/ikil ve cem‘/çoğul olabilmesi, /Ey
Zeyd, deki gibi kendisiyle nida yapılması, /Ey Hâris ve /Ey
Mâlik’deki gibi terhime(kelime sonundaki harf düĢmesine) maruz kalması,
/Zeydcik örneğindeki gibi ismi tasğir/küçültme siğasına nakledilebilmesi,
/Zeyd ve /‘Amr‘a nispetle /Zeydî ve /‘Amrî ibarelerindeki
gibi ism-i mansûb/aidiyet siğasının kendisinden türetilmesi ve
/ne mucize getirirsen getir, 4örneğindeki gibi zamirin kendisine
dönebilmesi bu niteliklerden bazılarıdır. Yine sadece isim /akıllı
Zeyd, ifadesinde görüldüğü gibi sıfat, /Zeyd „Amr‟ı dövdü,
örneğindeki gibi hem fâil/özne hem de mefûl/nesne, /Zeyd‟in
hizmetçisi, ifadesindeki gibi muzâfun ileyh/tamlayan olmaktadır. Ayrıca
1 Ġbn ‘Akîl, Bahâuddîn Abdullah, Şerhu İbn „Akîl, Mektebetu’l-‘Asriyye, Beyrût, ts., I/16;
el-Müsâ„id „alâ Teshîli‟l-Fevâid, (thk. Muhammed Kâmil Berekât, Dâru’l-Fikr, DımeĢk,
1980, I/4; Ġbn Mâlik, Cemaluddîn Muhammed b. Abdillah el-Endelusî, Şerhu‟t-Teshîl,
(thk. Muhammed Bedevî- Abdurrahman es-Seyyid), Dâru Hicr, 1990, I/3; Suyûtî,
Celaluddîn, el-Eşbâh ve‟Nezâir fi‟n-Nahv, (thk. Abdul‘âl Sâlih Mükerrem), Müessesetu’rRisâle, Beyrût, 1985, III/5; el-Harezmî, el-Kâsım b. Hüseyin, et-Tahmîr -Şerhu‟lMufassal-, (thk. Abdurrahmân b. Suleyman el-‘Useymin), Dâru’l-Ğarbi’l-Ġslamî, ts., I/155
2
Sîbeveyh, Ebû BiĢr ‘Amr b. Osmân, el-Kitâb, (thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn),
Mektebetu’l-Hancî, Kahire, 1988, I/12; Ġbnu’s-Serrâc, Ebû Bekr Muhammed b. Sehl, elUsûl fi‟n-Nahv, (thk. ‘Abdulhuseyn el-Fetelî), Muessesetu’r-Risâle, ts., I/36; es-Suheylî,
Ebu’l-Kâsım Abdurrahman, Netâicu‟l-Fikr fi‟n-Nahv, (thk. ‘Âdil Ahmed AbdulmevcûdAli Muhammed Mu‘avvez), Dâru’l-Kutubi’l-‘Ġlmiyye, Beyrût, 1992, s.49.
3 Ġbn ‘Usfûr, Ali b. Mü’min, el-Mukarrib, (thk. Abdussettâr el-Civârî- Abdullah el-Cebûrî),
yy., 1972, I/45; el-Enbârî, Abdurrahman b. Ebi’l-Vefâ Muhammed, Esrâru‟l-„Arabiyye,
((thk. Fahr Sâlih Kudâre), Dâru’l-Ciyl, Beyrût, 1995, s.29.
4
el-A ‘râf, 7/132.
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 201
____________________________________________________________________________
belki en önemlisi kendisinden haber verilebilme, isme özgü bir niteliktir.5
Ġsim kendi içinde /Zeyd ve /adam, gibi ayn/somut ve /kalkmak ve
/oturmak gibi mana/soyut olmak üzere iki kısma ayrılır.6
Fiil, kendi baĢına bir anlam ifade etmesiyle birlikte yapısı gereği
zamanla alakası olan kelimedir.7 Fiili diğer kelime çeĢitlerinden ayıran bazı
özelliklerin Ģunlar olduğunu görüyoruz: /Muhakkak ki o kalktı, /o
yakın gelecekte kalkacak ve / o uzak gelecekte kalkacak,
örneklerindeki gibi , ve ‘nin onun baĢında gelmekte, /o bayan
kalktı , /o iki erkek kalktı, /o erkekler kalktılar, /kalktım,
ifadelerinde görüldüğü üzere zamir olan ve sâkin/harekesiz müenneslik
‘sı kendisine birleĢmektedir. Yine /senin yapmanı istiyorum,
ibaresindeki gibi mastar i, /sen yaparsan ben de yaparım,
cümlesindeki gibi Ģart edatı olan ve /yapmadım, ibaresindeki gibi
cezm edici edatı fiile dahil olmaktadır. Ayrıca fiiller çekimlenebilmekte ve
/seni muhakkak çıkaracağız, ifadesindeki gibi te’kid nunu kendisine
birleĢmektedir.8
Harf kendi baĢına değil bir baĢka kelimenin vasıtasıyla anlam ifade
eden sözcüktür.9 Harf kendi içinde iki kısma ayrılır. Birincisi cer harfi gibi
isim veya cezm harfi gibi fiil türünden birine has olan mu’mel; istifhâm/soru
ve âtıf harfleri gibi birine has olmayıp her iki kelime türüyle de
kullanılabilen mühmel harf diye isimlendirilir.10
Arap dilinde çoğunlukla, kelimelerin yukarıdaki türden hangisine ait
olduğu bilinmektedir. Ancak övgü ve yergi kavramları olan ve gibi
kelimelerin türü, iki ana dil okulu olan Basra ve Kûfe ekolleri arasında
tartıĢma konusu olmuĢ ve farklı yorumlar ortaya konmuĢtur. Buna bağlı
olarak da ve fiillerinin yer aldığı cümleler farklı Ģekillerde i‘râb
edilmiĢlerdir. Biz bu çalıĢmamızda sözünü ettiğimiz yorumları ve i‘râb
yapma biçimlerini detaylı olarak ele alacağız.
ve Sözcüklerinin Türü:
Basra ekolüne göre ve mutasarrıf/çekimli olmayan mazi
fiilerdir. Çünkü merfû‘ zamirler fiile bitiĢtiği Ģekilde bu sözcüklere de
bitiĢmektedir. Bu doğrultuda Araplar ve ifadelerini
kullanmıĢlardır. Bu iki sözcük /Ne iyi adamdır, ne kötü
hizmetçidir, ifadesindeki gibi hem açık ismi /Zeyd ne iyi adamdır,
ve /„Amr ne kötü hizmetçidir, cümlelerindeki gibi hem de gizli
5
el-Enbârî, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.29; Ġbn ‘Akîl, el-Müsâ„id, I/8.
6 Ġbn ‘Akîl, el-Müsâ„id, I/8
7 Ġbn ‘Usfûr, el-Mukarrib, I/45 vd.
8
el-Enbârî, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.36; Ġbn ‘Akîl, el-Müsâ„id, I/8-9.
9 Ġbn ‘Usfûr, el-Mukarrib, I/46
10
el-Enbâri, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.36
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
202
zamiri merfu kılmaktadır.11 Yine Arapların telaffuz esnasında, üzerlerinde
vakf yaparken/dururken bunların sonundaki yı harfine dönüĢtürmeden
fiillere bitiĢen te’nis/diĢil tası gibi okumaları bu sözcüklerin fiil olduğunu
göstermektedir12. Bu bağlamda isim olan /rahmet , /sene ve
/ağaç gibi sözcüklerdeki tenis tası vakf halinde harfine
dönüĢtürülürken /ne iyi kadındır, ne kötü kadındır,
ifadelerinde olduğu gibi kalır13. Çünkü bu mazi kipine aittir. Onun
dıĢındaki hiçbir kipe birleĢmez. Dolayısıyla bu ‘nın birleĢtiği sözcüğü isim
olarak görmek doğru değildir.14 Açık te’nis tasının fiile özgü olduğu tezinin
doğru olmadığı söylenmiĢtir. Çünkü bu , , ve 15 ‘de görüldüğü
üzere harfe de bitiĢmektedir. Nitekim /…artık kurtulma
zamanı değildi, âyeti16 de böyle gelmiĢtir. Aynı Ģekilde Damra b.
Damra’nın17 aĢağıdaki beyti de bu örneklerdendir:
(Ey Mâviye! Bilakis nice hücumlar vardır,
dağlayıcı aletle yakma gibi yayılan nice hücumlardır)
‘nın harflere dahil olması Basrilerin iddia ettiği gibi onun fiile has
olmadığını göstermektedir. Böylelikle ve nin isim olması ve
harfinin kendilerine dahil olması caiz olur. ve ‘ye te’nis tasının dahil
olması onlardan sonra gelen kelimenin de müennes olmasını gerektirmez.
Yine fiile müennesle birlikte harfinin dahil olması zorunlu olduğu halde
11 Ġbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osmân, el-Hasâis, (thk.Muhammed Ali Neccâr), Âlemu’l-Kutub,
Beyrût, ts., I/395 vd; Ġbn HiĢâm, Cemâluddîn b. Yûsuf, Muğni‟l-Lebîb „an Kutubi‟lE„ârib, (thk. el-Mubârek, Mâzin – Hamdullah, Muhammed), Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1985,
s.635, Ġbn HiĢâm, Evdahu‟l-Mesâlik, Dâru’l-Ciyl, Beyrut, 1979, II/200; Ġbnu’s-Serrâc, elUsûl, Beyrût, 1988, I/114.
12
el-Enbâri, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.102, el-Enbârî, ez-Zâhir fî Kelimati‟n-Nâs, (thk. edDâmin, Hâtim Sâlih), Dâru’n-NeĢr, Beyrût, 1992, II/255 ; Ġbn Cinnî, el-Hasâis, III/244;
Ġbn Cinnî, Kitâbu‟l-Lüma„ fi‟l-„Arabiyye, (thk. Fâris, Fâiz), Dâru’l-Kutubi’s-Sekâfiyye,
Beyrût, s.141; Ġbnu’s-Serrâc, el-Usûl, I/114.
13 Ġbn Ya‘îĢ, Muvâffikuddîn Ya‘îĢ b. ‘Alî, Şerhu‟l-Mufassal, Ġdâretu’t-Tabâ‘ati’lMinyeriyye, Mısır, ts., IX/80; Ġbn HiĢâm, Evdahu‟l-Mesâlik, II/112; Ġbnu’s-Serrâc, elUsûl, I/114;Ġbn Cinnî, Kitabu‟l-Lüma„ fi‟l-„Arabiyye, (thk. Fâiz Fâris), Dâru’l-Kutubi’sSekâfiyye, Kuveyt, 1972, s.141.
14
el-Enbârî, el-İnsâf fî Mesâili‟l-Hilâf beyne‟l-Basriyyîn ve‟l-Kûfiyyîn, (thk. Cevdet
Mebrûk-Ramazan Abduttevvâb), Mektebetu’l-Hancî, Kâhire, 2002, s.90-91; el-Enbârî,
Esrâru‟l-„Arabiyye, s.69;
15 Ġbn HiĢâm, Muğni‟l-Lebîb, .s.334 vd.; Ġbn HiĢâm, Evdahu‟l-Mesâlik, I/287; el-Ferâhidî,
Halîl b. Ahmed, Kitâbu‟l-Cumel fi‟n-Nahv, (thk. Fahruddîn Kabâve), Müessesetu’rRisâle, 1995, s.296; el-‘Ukberî, Ebu’l-BekâMuhibbuddîn Abdullah b. el-Huseyn, elLübâb fî „İleli‟l-Binâ ve‟l-İ„râb, (thk. Gâzi Muhtâr Tuleymât), Dâru’l-Fikr, DımeĢk,
1995, II/ 272.
16
Sâd, 38/3
17 Ġbn Sîdeh, Ebu’l-Hasen Ali b. Ġsmail, el-Muhassas, (thk. Halil Ġbrahim Ceffâl), Dâru
Ġhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1996, V/80; ez-Zebîdî, Ebu’l-Feyd Muhammed b.
Muhammed, Tâcu‟l-„Arûs min Cevâhiri‟l-Kâmûs, (thk. Komisyon), Dâru’l-Hidâye, ts.,
XXXX/501; Ġbn Ya‘îĢ, Şerh, VIII/31.
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 203
____________________________________________________________________________
bu iki edat hakiki müennesle kullanılsa bile kendilerine ‘nın bitiĢmesi
zorunlu değildir.18 Bu bağlamda ve demek caiz olmadığı
halde /ne iyi kadındır ve /ne kötü cariyedir, 19demek
caizdir.20
Basralılar ise Kûfelilerin bu itirazına Ģöyle cevap vermektedir: Her ne
kadar ve deki lar tenisi olsalar da ve sözcüklerindeki
‘yla aynı değildir. Çünkü ve ifadesinde bu sözcüklere
tanın bitiĢme nedeni fiile isnâd edilen/dayandırılan ismin
müennesliğinden/diĢilliğinden dolayıdır. gibi sözcüklere bitiĢen ise
baĢka bir Ģeyden değil sadece harfin tenisliğinden dolayıdır21. Nitekim
/nice erkeği küçük düşürdüm, denildiği gibi /nice
kadına ikram ettim, denilir. Halbuki /Ne iyi kadındır ve
/Ne kötü cariyedir, denildiği halde ve denilmez. Yine
harfe dahil olan harekeli fiile dahil olan ise sakin olur22.
sözcüğündeki ise ziyade olmayıp kelimenin aslındandır. Basralılar, bu
harfin ziyade olduğu kabullenecek olsa bile dört yönden fiile dahil olan
‘dan farklı olduğunu ifade etmiĢlerdir. Ġki yön ve deki yönlerdir.
Üçüncüsü Kisâînin vakıf esnasında diye durmasını bu nın ne ve
sözcüklerindeki ne de ve deki ’lara benzemediğini
göstermektedir. Dördüncüsü bazı kullanımlarda ifadesinde harfinin
‘ya değil de ‘ye bitiĢmesidir. Ebû ‘Ubeyd Kâsım b. Sellâm’ın yaptığı
bazı rivayetlere göre Araplar , ve sözcüklerine harfini
bitiĢtirerek /şu vakitte, şu anda, şimdi şöyle
yaptım, derler.23 Ebû Zebîd et-Tâî24 de Ģöyle demektedir25:
(Bizden vakitsiz barış istediler,
Biz de kalma anı değildir diye cevap verdik)
Basralılar, Kûfelilerin yukarıda itiraz kabilinden zikrettiği,
kendilerinden sonra müennes bir kelime geldiğinde ve ‘ye ‘ya
bitiĢmesi gerekmez tezlerini doğru bulmazlar. Çünkü bazı Arap lehçelerinde
demek zorunlu olduğu gibi demek de zorunludur.
18 Ġbn Cinnî, el-Hasâis, III/244, Ġbn Cinnî, el-Luma„, s. 141; Ġbn Cinnî, Sırru Sına„ati‟l-
İ‟râb, (thk. Hasan Hindâvî), Dâru’l-Kalem, DımeĢk, 1985, II/613; Ġbnu’s-Serrâc, el-Usûl,
I/114; ZemahĢerî, Ebû’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer, el-Mufassal fî San‟aati‟l-İ‟râb, (thk.
Ali Ebû Mulhim), Mektebetu’l-Hilâl, Beyrût, 1993, s.363.
19 Ġbn Cinnî, Sırru Sına„âti‟l-İ„râb, II/613.
20
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 91-92.
21
el-Kefevî, Ebu’l-Bekâ Eyyûb b. Mûsa, Kitâbu‟l-Külliyât, (thk. ‘Adnân DervîĢ-
Muhammed el-Mısrî), Muessetur’r-Risâle, Beyrût, 1998.
22
Ebu’l-Bekâ, Külliyât, s.493; Ġbn HiĢâm, Evdah, I/23; el-‘Ukberî, el-Lubâb, I/180; Ġbn
‘Akîl, Şerh, I/22.
23
eĢ-ġankîtî, Ahmed b. el-Emîn, Kitâbu‟d-Dureri‟l-Levâmi„ „alâ Hem„i‟l-Hevâmi„, ts., I/98.
24 ġiir için bkz. Ġbn Ya‘îĢ, Şerh, IX/32; Ġbn Sîdeh, el-Muhassas, V/82.
25
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 92-93.
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
204
/Kadın kalktı, ifadesini caiz görmedikleri halde ‘yu caiz görenlerce
ise /Hind ne iyi kadındır, ifadesinde olduğu gibi cins içindir.26
Nitekim Araplar /erkek kadından üstündür, dediklerinde
erkek cinsinin kadın cinsinden üstün olduğu anlamını kastetmiĢlerdir. Yine
/insanı dirhem ve dinar helak etmiştir, Ģeklindeki
sözlerinde /dirhemler ve /dinarlar, demek istemiĢlerdir.27
Dolayısıyla sözcüğüyle bütün cins kastedildiği kabul edilirse cins ve
cem’ isimlerinin isnâd edildiği fiillerin müzekker ve müennes olabileceği
konusunda ihtilaf yoktur.28 Söz geniĢliği içinde /Kadıya
bugün bir kadın geldi, gibi ifadelerde ‘yı hazfetmeleri bu gibi yerlerde
cins isim üzerine vaki olan fiillerde ‘nın haydi haydi hazfedilebileceğini
göstermektedir. Ayrıca Araplar /Sadece bir kadın hariç kimse
kalkmadı ve /Sadece bir cariye hariç kimse kalkmadı, benzeri
cümlelerde mutlak olarak tenis tasını hazfederler/düĢürürler. Bu kullanım
zorunluluk dıĢında olumsuz anlamları belirtmek için kullanılır.29 Bu son
kullanımda te’nis tasının ifadenin ve
anlamına geldiğine uyarıda bulunmak için gerçekleĢtiği tezini Basralılar
kabul etmiĢlerdir. Ancak onlara göre her ne kadar anlam kendisinin fail
olduğunu gösterse bile sözcüğü kelimesinden bedel değildir. Mana
fail olduğuna delalet ettiği halde anlama iĢaret etmek üzere
ifadesinde tenis tası hazfedildiği gibi ibaresinde de hazfedilmiĢtir. 30
Kûfelilere göre ise bu iki kelime isimdir ve mübteda görevini
üstlenmektedir.31 Onlara göre bu sözcüklerin üzerine cer harfinin dahil
olmasının onların isim olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda
peygamberimizin Ģairi Hassân b. Sâbit32 Ģöyle demiĢtir:
Evine bağlı olan “ne iyi komşu” değil miyim?
Ki o mal azlığının kardeşi veya malını yok edip malsız kalandır.
26 Ġbn HiĢâm, Evdah, II/112; Ġbn Cinnî, el-Lüma„, s.141; Ġbn Cinnî Sırru Sına„âti‟l-İ„râb,
II/613; Ġbn ‘Akîl, Şerh, II/95; el-Cevcerî, ġemsuddîn Muhammed b. Abdulmun‘im, Şerhu
Şuzûri‟z-Zeheb fî Ma„rifeti Kelâmi‟l-„Arab, (thk. Nevvâf b. Cezâ el-Hârisî), Mesine,
2004, I/384.
27 Ġbn Sîdeh, Ebu’l-Hasen ‘Ali b. Ġsmail, el-Muhassas, (thk. Halil Ġbrahim Ceffâl), Dâru
Ġhyai’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1996, I/43; Ġbnu’s-Serrâc, el-Usûl, I/150; ZemahĢerî, elMufassal, s.449.
28 Ġbnu’s-Serrâc, el-Usûl, II/412; el-Murâdî, Ebû Muhammed Bedruddîn b. Kâsım,
Tavdîhu‟l-Makâsıd ve‟l-Mesâlik bi Şerhi Elfiyyeti‟bni Mâlik , (thk. Abdurrahmân ‘Ali
Suleyman), Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, 2008, II/593; Ġbn ‘Akîl, Şerh, I/92.
29
el-Enbârî, el-İnsâf, s.94; Ġbn ‘Ukberî, el-Lübâb, I/187; Ġbn ‘Akîl, Şerh, II/89.
30
el-Enbârî, el-İnsâf, s.95
31 Ġbn Ya‘îĢ, Şerh, VII/127; Ġbn HiĢâm, Evdah, III/270; Ġbn ‘Akîl, Şerh, III/160; el-Murâdi,
Tavdîhu‟l-Makâsıd ve‟l-Mesâlik bi Şerhi Elfiyyeti‟bni Mâlik, (thk. ‘Abdurrahmân ‘Ali
Süleyman), Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, 2008, II/902.
32 Ġbn Yâ‘iĢ, VII/127; el-Verrâk, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Abdillah, ‘İlelu‟n-Nahv, (thk.
Muhammed, Câsim- Muhammed, DervîĢ), Mektebetu’r-RüĢd, Riyâd, 1999, s. 292.
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 205
____________________________________________________________________________
Bazı fasih Arapların /Kötü bir binek üzerinde ne
iyi bir gidiş, dediği33 nakledilmiĢtir: Ebûbekr el-Enbârî, Ebu’l-‘Abbâs
Ahmed b. Yahyâ b. Sa‘leb tarikiyle el-Ferrâ’dan /Doğan kız
çocuğun ne güzel kız çocuğudur, denilerek kızı doğduğu kendisine
müjdelenince bir Arabın Ģöyle cevap verdiği rivayet edilmektedir:
/Yardımı ağlama, iyiliği çalma/hırsızlık olan kız
çocuk iyi değildir . 34
Basralılar, Kûfelilerin bu sözcüklerin baĢına harf-i cer geldiğini
gösteren rivayetleri farklı yorumlamaktadır. Onlara göre cer harflerin bu
sözcüklerin baĢına gelmeleri onların isim olduğunu göstermez. Bu tür
ifadelerde hikaye anlamı mukadderdir. Nitekim fiil olduğunda Ģüphe
olmayan bazı kelimelerin baĢına cer harfi geldiğinde hikâye takdir edilir35.
Örneğin Hâlid b. el-Kannânî36 Ģiirinde Ģöyle demektedir:
Allah‟a yemin olsun ki gecem, sahibi uyuyan değildir.
Ve yanı yumuşak bir obje üzerine uzanmamıştır
ġiirin takdiri /Allah‟a yemin olsun benim
gecem hakkında sahibi uyumuştur, denilmez, Ģeklindedir. Kûfelilerin dediği
kabul edilecek olursa harf-i cerri dâhil olduğundan dolayı fiilinin isim
kabul edilmesi gerekir.37 Hikaye anlamı takdir edilmekle bu sözcüğün
fiilliğine zarar verilmediği gibi harfi cerrin ve ‘ye dahil olması onların
fiil oluĢuna zarar vermez. Çünkü burada da hikaye anlamı takdir edilir.
Nitekim ifadesinin takdiri /Ben kendisi
hakkında ne iyi komşudur denilen komşu değil miyim? ;
cümlesinin takdiri /Kendisi hakkında ne kötü
binektir denilen binek üzerinde ne iyi bir gidiş ;
ibaresinin takdiri ise /Allah‟a yemin olsun
ki o kendisi hakkında ne iyi kız çocuğudur, denilen değildir, Ģeklindedir.
Ancak Araplar bu ifadelerde mevsûfu hazfederek sıfatı onun yerinde
kullanmıĢlardır.38 Ya da takdir /ben kendisi hakkında ne
iyi komşudur, denilen değil miyim? ; /Kendisi
hakkında ne kötü binek denilen şey üzerinde ne iyi gidiş;
/o kendisi hakkında ne iyi kız çocuğudur, denilen değildir ve
/Gecem, kendisi hakkında sahibi uyuyandır denilen değildir,
Ģeklindedir. Bu durumda sıfat hazfedilmiĢ hikaye edilmiĢ olan ifade onun
33 Ġbn ‘Akîl, Şerh, III/37; el-Cevcerî, Şerh, I/154; el-Murâdî, Tavdîh, II/902.
34
el-Verrâk, „İlel, I/292; el-Enbârî, el-İnsâf, s.86.
35
eĢ-ġankîtî, ed-Dürer , I/4.
36 Ġbn Ya‘îĢ, Şerh, III/62; ‘Ukberî, el-Lübâb, I/81.
37 Ġbn HiĢâm, Katru‟n-Nedâ ve Bellu‟s-Sedâ, (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamid),
Kâhire, 1383, s.30.
38 Ġbn ‘Akîl, Şerh, III/160; Ġbn HiĢâm, Katr, s.27; el-Murâdî, Tavdîh, II/902.
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
206
yerine getirilmiĢtir. Kur’ân’da ve Arabın kelamında bu tür ifadeler çoktur.
sözcüğünün hem zikredilmesi hem de hazfi çok olunca, ve ‘nin
kullanıldığı ifadelerde sıfat olan sözcüğü hazfedilerek takdiren baĢka
kelimeler üzerine dahil olmuĢ olsa bile lafzen harfi cer fiil üzerine dahil
olmuĢtur.39
Kûfelilere göre bu edatların isim olduklarının diğer bir delili ise
Arapların /Ey (Allah) ne iyi sahip ve ne iyi
yardımcıdır, demeleridir. Onların ile nidada bulunmaları bu sözcüğün
isim olduğuna delalet eder. Çünkü nida ismin hasiyetlerindendir. Eğer fiil
olsaydı nida formatı içinde kullanılmazdı.40 Basralılar, Arapların bu
Ģekilde kullanımlarını bilinmesi gerekçesine dayanarak
/Ya Allah sen ne iyi sahip ve ne iyi yardımcısın, Ģeklinde
yorumlamıĢlardır.41
Kûfe okuluna göre zaman edatlarının ve ile kullanılmaması
onların fiil olmadığına delalet eden baĢka bir kanıttır. Bu bağlamda
/o, dün ne iyi adamdır, /o, dün ne kötü adamdır,
/o, yarın ne iyi adamdır ve /o, yarın ne kötü adamdır,
denilmez.42 Yine bu sözcüklerin mutasarrıf/çekimli olmamaları43 onların fiil
olmadığını göstermektedir. Çünkü çekimli olmak fiilin niteliklerindendir.44
Basralılar, ve demenin caiz olmadığı, bu
sözcüklerin zaman edatıyla kullanılmaması ve bütün çekimlerinin
yapılamaması deliline ise Ģöyle cevap vermektedirler: Çekimden
soyutlanarak zamanla birlikte kullanılamaması nin ziyadesiyle övgüyü,
‘nin ziyadesiyle yergiyi ifade etmek üzere vaz‘
edilmesinden/konulmasından dolayıdır. Hal anlama hasredilmesi ise övgüye
layık olanın geçmiĢte olup da sonradan ortadan kalkan veya Ģu anda olmamıĢ
gelecekte oluĢacak Ģeyler için değil Ģu an mevcut olmasından
kaynaklanmaktadır.45
Kûfe okulu, Arap lehçeleri içinde kullanımının bulunmasını
‘nin fiil olmadığını gösteren bir baĢka delil olarak ileri
sürmektedir.46Basralılara göre ise Arapların Ģeklinde okumalarına
iliĢkin rivayet Ģazdır. Kutrub bu rivayette münferid/tek kalmıĢtır. Bu rivayet
kabul edilecek olsa bile nin isim olduğuna delil teĢkil etmez. Çünkü
nin aslı vezni üzere dir. Kesrenin iĢbâ’ edilmesiyle harfi ortaya
çıkmıĢtır. nin aslının olduğunu gösteren delil, bu sözcükte dört çeĢit
39
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 95 vd.
40
Suyûtî, Hem‟u‟l-Hevâmi‟ fî Şerhi Cemi‟l-Cevâmi‟, (thk. Ahmed ġemseddin), Dâru’lKutubi’l-Ġlmiyye, Beyrut, 1998, III/18; el-Enbârî, el-İnsâf, s. 87; el-Enbârî, Esrâru‟l-
„Arabiyye, (thk. Muhammed Behçet el-Baytâr), Mecmai’l-‘Ġlmi’l-‘Arabî, DımeĢk, ts, 98.
41
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 99.
42
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 90; el-Enbârî, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.98.
43 Ġbn ‘Akîl, Şerh, II/161.
44
el-Enbârî, el-İnsâf, s. 90; el-Enbârî, Esrâru‟l-„Arabiyye, s.98.
45
el-Enbârî, el-İnsâf, s.101.
46
el-Murâdî, Tavdîh, II/903; el-Enbârî, el-İnsâf, s. 90.
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 207
____________________________________________________________________________
okumanın caiz olmasıdır. Birincisi asıl üzere nunun fethası aynın kesresi ile
, ikincisi nunun fethası ve aynın sükûnuyla , üçüncüsü nunun ve aynın
kesresiyle , dördüncüsü ise nunun ve aynın kesresiyle Ģeklindeki
ağızdır.47 diye telaffuz edenler bu kelimeyi asıl üzere telaffuz etmiĢlerdir.
Bu sözcüğün dört vecihle okunabilmesi onun aslının vezni üzere
Ģeklinde olduğunu göstermektedir. Çünkü fiil veya isimden vezninde
gelip aynel fiili halk/boğaz harfi olan kelimeleri dört Ģekilde okumak da
caizdir. Bu bağlamda isim olarak , , ve diye okunan sözcük,
fiil olarak ise , ve sözcüğü zikredilebilir. Dolayısıyla ‘nin
aslının olduğu ve Ģeklindeki tellafuzda nın iĢbadan kaynaklandığı
sabit olunca, bu ağız nin ismiyyeti için delil olmayacağı belirgin hale
gelir.48
ve Sözcüklerinin Yer Aldığı Cümlenin İ‘râbı:
Basralılara göre fiil olan ve edatlarının faillerinin ya /O
ne iyi kuldur,49 örneğinde olduğu gibi ile ma’rife, ya
/Muttakilerin ne iyi yeridir,50 ifadesindeki gibi ile marife olan bir kelimeye
izafe edilmiĢ ya da /Zalimler için ne kötü bedeldir,51
ibaresindeki gibi temyiz olan mansûb bir nekireyle veya örneğindeki
gibi ile tefsir edilmiĢ müstetir zamir olması gerekir.52 ve yukarıda
ifade ettiğimiz Ģekillerden biriyle fâilini aldıktan sonra /Zeyd ne
iyi erkektir ve /Zeyd ne kötü erkektir, örneklerinde görüldüğü
üzere mahsûs bi’lmedh veya zemm getirilir. Mahsûs, mübteda olup
kendinden önceki cümle ise haberdir. Haber cümlesi ile mübteda arasındaki
râbıt ise takısıyla ifade edilen umumiliktir. Mahsûs ittifakla fâilin önüne
geçemez. Dolayısıyla denilmez. Basralılara göre, Kufelilerin
hilafına failin temyizin önünde zikredilerek denilmesi de caiz
değildir. Her iki mektebin ittifakıyla mahsûsun, fiilin ve failin birlikte önüne
geçmesi caizdir. Buna göre denmesinde herhangi bir sakınca
yoktur. Ayrıca bir delil iĢaret etmesi halinde /Ne iyi kuldur, 53
örneğinde olduğu gibi mahsûs hazfedilebilir. Zira takdir /O
yani Eyüp, ne iyi kuldur, Ģeklindedir.54 örneğinde sonda gelen kelime
mübteda mahsûs olup mübteda öncesi ise haber cümlesidir. ise
anlamında failin temyizidir. Ayrıca ve ‘nin mahsûsunun mahzûf bir
haberin mübtedası veya mahzûf bir mübtedanın haberi olması da caizdir. Bu
47 Ġbnu’s-Serrâc, el-Usûl, s.111; el-Enbârî; Esrâru‟l-„Arabiyye, s.98.
48
el-Enbârî, el-İnsâf, s.102 vd,; el-Enbârî, Esrâru‟l-Arabiyye, s.102.
49
es-Sâd, 38/30.
50
en-Nahl, 16/30.
51
el-Kehf, 18/50.
52 Ġbn HiĢâm, Katru‟n-Nedâ, s.186.
53
Sâd, 38/30.
54
Estirâbâdî, Radiyuddîn, Şerhu‟r-Radî ala‟l-Kâfiye, (thk. Yûsuf Hasan Ömer), Bingazi,
1996, IV/237 vd.; Ġbn HiĢâm, Katru‟n-Nedâ, s. 187; Ġbn HiĢâm, Muğni‟l-Lebîb, s. 495.
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
208
durumda medh fiiliyle baĢlayan fiil cümlesi ve mahsusun mahzuf öğeyle
oluĢturmuĢ olduğu isim cümlesi olmak üzere iki cümleden bahsedilebilir.55
Kûfelilere göre ve isim olduklarından dolayı cümlede mübteda
görevini üstlenmektedirler. ĠnĢa manasını içerdiklerinden dolayı mebni
kılınmıĢlardır. Kendilerinden sonra örneğindeki gibi takısı almıĢ
veya /Yalancı olmayan kişi, kavmin kız kardeşinin ne
iyi oğludur, ifadesindeki gibi takısına izafe edilmiĢ bir failin gelmesi
gerekir. el-Ferrâ’ya göre ise,
Hiçbir silahı olmayan kavmin ne iyi arkadaşıdır.
Ve Osman b. Affân, kervanın ne iyi arkadaşıdır.
Ģiirinde56 görüldüğü üzere nekireye izafe edilmiĢ bir kelime de fail
olabilir. Kûfilere göre bu fiillerin faili müstetir zamir olmadığı gibi el-Kisâî
hariç diğerlerine göre bariz zamir de olamaz.57
Kûfe ekolüne göre örneğindeki gibi mansûb bir nekireyle
failin ve ‘den ayrılması câizdir. Bu mansûb nekire el-Ferrâ’ya göre
temyîz, el-Kissâi’ye göre ise hâldir. Fâilden sonra mahsûs bilmedh veya
zemm zikredilir. Bilinmesi durumunda bunun terkedilmesi caizdir.58 el-Kisâî
ve el-Ferra’ya göre ifadesinde tamme ve marife olup
sözcüğünün failidir. Ġfadenin takdiri ise Ģeklindedir. Bazılarına
göre ise sözcüğü ile birlikte mürekkeb bir sözcük oluĢturmuĢ ve irabta
mahalli yoktur. ifadesinde ise mahd nekre olup temyizdir.
Cümle ise hazfedilmiĢ bir mevsûlun sılasıdır. Takdiri /Zeyd‟in
söylediği şey, ne güzel şeydir, Ģeklindedir. Bazılarına göre ise tam bir
marifedir. Cümle ise mahzûf bir matufun sıfatıdır. Takdiri ise
Ģeklindedir.59
SONUÇ
Arap dilinde kelime, isim, fiil ve harf olmak üzere üç kısma
ayrılmaktadır. Kelimelerin çoğunluğunun türü tespit edilmesine rağmen
övgü ve yergi için kullanılan ve gibi sözcüklerin hangi türe dahil
olduğu Basra ve Kûfe dil ekolleri arasında tartıĢma konusu olmuĢtur.
55
Esterâbâdî, Şerhu‟r-Radî, IV/254; Ġbn HiĢâm, Muğni‟l-Lebîb, s. 635, 785; el-Matrizî,
Nasuriddîn b. Abdisseyyid, el-Muğrib fî Tertîbi‟l-Mu‟rib, (thk. Mahmûd Fahirî-
Abdulhamid Muhtâr-), Mektebetu Usâme b. Yezîd, Haleb, 1979, II/431.
56
ġiir için bkz. el-Murâdi, Tavdîhu‟l-Makâsıd, II/906.
57
el-Kenğaravî, Sadruddîn el-Ġstanbûlî, el-Mûfî fi‟n-Nahvi‟l-Kûfî, (tlk. el-Baytar,
Muhammed Behcet), ts., DımeĢk, ts., s. 516.
58
el-Kenğaravî, el-Mûfî, s.518.
59
el-Kenğaravî, el-Mûfî, s.518
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 209
____________________________________________________________________________
Basralılara göre ve sözcükleri câmid/çekimsiz bir fiildir.
Çünkü merfû zamirler fiillere bitiĢtiği Ģekilde bu kavramlara bitiĢmektedir.
Aynı zamanda mâzi fiiline özgü olan, vakıf halinde Araplarca Ģeklinde
okunmayan harfi yine failinin müennes olması durumunda bu edatlara
bitiĢmektedir. Kûfelilere göre ise ve kavramları isimdir. Çünkü harfi
cer bunların baĢında gelmekte ve bunlarla nida yapılmaktadır. Yine
Kûfelilere göre zaman edatlarının ve ile kullanılmaması, bir Arap
kabilesi lehçesinde ‘nin Ģeklinde telaffuz edilmesi bu sözcüklerin isim
olduğunu göstermektedir.
gibi ifadelerde, Basralılara göre fiil, fail ise
mahsûs olup mübtedadır. ’yle baĢlayan fiil cümlesi ise sonda önde
zikredilmiĢ haberdir. Ya da mahsûs bir mübtedanın haberi veya mahzûf
bir haberin mübtedasıdır. Bu durumda biri ile baĢlayan fiil cümlesi, diğeri
mahsûsla mahzûf öğenin birlikte oluĢturmuĢ olduğu isim cümlesi olmak
üzere iki cümle söz konusudur. Kûfelilere göre ise isim olup mübtedadır.
fâil, ise mahsûs olup haberdir.
Bütün bu açıklamalardan anlaĢıldığı üzere, Basra ekolünün ortaya
koyduğu görüĢler daha sağlam temellere dayanmıĢ gibi gözükmektedir. Kûfe
ekolü ise kendi tezini desteklemek için bir takım Ģaz veya yorumlanabilme
ihtimali olan kullanımlara yer vermiĢtir. Dolayısıyla bu konuda Basralıların
iddialarının daha tutarlı olduğunu söylemek herhalde yerinde olacaktır.
KAYNAKLAR
el-Cevcerî, ġemsuddîn Muhammed b. Abdulmun‘im, Şerhu Şuzûri‟z-Zeheb fî Ma„rifeti
Kelâmi‟l-„Arab, (thk. el-Hârisi, Nevvâf b. Cezâ), Medine, 2004.
el-Enbâri, ‘Abdurrahman b. Ebi’l-Vefâ Muhammed, Esrâru‟l-„Arabiyye, (thk. Fahr
Sâlih Kudâre), Dâru’l-Ciyl, Beyrût, 1995.
……………, ez-Zâhir fî Kelimati‟n-Nâs, (ed-Dâmin, Hâtim Sâlih), Dâru’n-NeĢr,
Beyrût, 1992.
……………, el-İnsâf fî Mesâili‟l-Hilâf beyne‟l-Basriyyîn ve‟l-Kûfiyyîn, (thk. Mebrûk,
Cevdet Abduttevvâb, Ramazan), Mektebetu’l-Hancî, Kâhire, 2002.
el-Ferâhidî, el-Halîl b. Ahmed, Kitâbu‟l-Cumel fi‟n-Nahv, (thk. Kabâve, Fahruddîn),
Müessesetu’r-Risâle, yy., 1995.
el-Harezmî, el-Kâsım b. Huseyn, et-Tahmîr –Şerhu‟l-Mufassal-, (thk. el-‘Useymin,
Abdurrahman b. Suleyman), Dâru’l-Garbi’l-Ġslamî, yy., ts.
Ġbn ‘Usfûr, ‘Ali b. Mü’min, el-Mukarrib, (Thk. el-Civârî, Abdussettâr - el-Cebûrî,
Abdullah), yy., 1972.
Ġbn ‘Akîl, Bahâuddîn Abdullah, Şerhu‟bni „Akîl, (thk. Abdulhamid, Muhammed
Muhyiddin), Dâru’l-Fikr, DımeĢk, 1985.
Dr. Enes ERDİM
____________________________________________________________________________
210
……………, el-Müsâ„id „alâ Teshîli‟l-Fevâid, (thk. Berekât, Muhammed Kâmil),
Dâru’l-Fikr, DımeĢk, 1980.
Ġbn Cinnî, Ebu’l-Feth ‘Osmân, el-Hasâis, (thk. Neccâr, Muhammed Ali), ‘Âlemu’lKutub, Beyrût, ts.
……………, Kitabu‟l-Luma„ fi‟l-„Arabiyye, (thk. Fâiz Fâris), Dâru’l-Kutubi’sSekâfiyye, Kuveyt, 1972.
……………, Sırru Sına„âti‟l-İ„râb, (thk. Hindâvî, Hasan), Dâru’l-Kalem, DımeĢk,
1985.
Ġbn HiĢâm, Cemaluddîn b. Yûsuf, Muğni‟l-Lebîb „an Kutubi‟l-E„ârib, (thk. el-Mubarek,
Mâzin – Hamdullah, Muhammed), Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1985.
……………, Evdahu‟l-Mesâlik, Dâru’l-Ciyl, Beyrût, 1979.
……………, Katru‟n-Nedâ ve Bellu‟s-Sedâ, (thk. Abdulhamid, Muhammed
Muhyiddîn), Kâhire, 1383.
Ġbn Mâlik, Cemaluddîn Muhammed b. Abdillah el-Endelusî, Şerhu‟t-Teshîl, (thk.
Bedevî, Muhammed - es-Seyyid, Abdurrahman), Dâru Hicr, yy., 1990.
Ġbn Sîdeh, Ebu’l-Hasen ‘Ali b. Ġsmail, el-Muhassas, (thk. Ceffâl, Halîl Ġbrâhîm), Dâru
Ġhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, Beyrût, 1996.
Ġbn Ya‘îĢ, Muvaffikuddîn Ya‘îĢ b. Alî, Şerhu‟l-Mufassal, Ġdâretu’t-Taba ‘âti’lMinyeriyye, Mısır, ts.
Ġbnu’s-Serrâc, Ebû Bekr Muhammed b. Sehl, el-Usûl fî‟n-Nahv, (thk. el-Fetelî,
Abdulhuseyn), Müessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1988.
Esterâbâdî, Radiyuddîn, Şerhu‟r-Radî „ala‟l-Kâfiye, (thk. Ömer, Yûsuf Hasan),
Bingazi, 1996.
Kefûmî, Ebu’l-Bekâ Eyyûb b. Mûsâ, Kitâbu‟l-Külliyât, (thk. DervîĢ, ‘Adnân - el-Mısrî,
Muhammed), Muessetur’r-Risâle, Beyrût, ts.
el-Kenğaravî, Sadruddîn el-Ġstanbûlî, el-Mûfî fi‟n-Nahvi‟l-Kûfî, (tlk. Muhammed
Behcet el-Baytâr), DımeĢk, ts.
el-Mutarrizî, Nâsuriddîn b. Abdisseyyid, el-Muğrib fî Tertîbi‟l-Mu‟rib, (thk. Fahûrî,
Mahmûd - Muhtâr Abdulhamîd), Mektebetu Usâme b. Yezîd, Haleb,
1979.
el-Murâdi, Tavdîhu‟l-Makâsıd ve‟l-Mesâlik bi Şerhi Elfiyyeti‟bni Mâlik, (thk.
Süleyman, Abdurrahmân Ali), Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, yy.,2008.
Sîbeveyh, Ebû BiĢr ‘Amr b. ‘Osman, el-Kitâb, (thk. Hârûn Abdusselâm Muhammed),
Mektebetu’l-Hancî, Kâhire, 1988.
Suyûtî, Celaluddîn, el-Eşbâh ve‟Nezâir fi‟n-Nahv, (thk. Abdul‘âl Salih Mükerrem),
Müessesetu’r-Risâle, Beyrût, 1985.
……………, Hem‟u‟l-Hevâmi„ fî Şerhi Cemi‟l-Cevâmi„, (thk. ġemsuddîn, Ahmed),
Dâru’l-Kutubi’l-‘Ġlmiyye, Beyrût, 1998.
F.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 16:2 (2011) 211
____________________________________________________________________________
Suheylî, Ebu’l-Kâsım Abdurrahmân, Netâicu‟l-Fikr fi‟n-Nahv, (thk. Abdulmevcûd,
‘Âdil Ahmed - Mu‘avvez ‘Ali Muhammed), Dâru’l-Kutubi’l-‘Ġlmiyye,
Beyrût, 1992.
ġankîtî, Ahmed b. el-Emîn, Kitâbu‟d-Dureri‟l-Levâmî‟ „alâ Hem‟i‟l-Hevâmi„, ts.
el-‘Ukberî, Ebu’l-Bekâ Muhibbuddîn ‘Abdullah b. el-Huseyn, el-Lubâb fî „İleli‟l-Binâ
ve‟l-İ„râb, (thk. Tuleymât, Gâzi Muhtâr), Dâru’l-Fikr, DımeĢk, 1995.
el-Verrâk, Ebu’l-Hasen Muhammed b. ‘Abdillah, ‘İlelu‟n-Nahv, (thk. Câsim,
Muhammed- DervîĢ, Muhammed), Mektebetu’r-RuĢd, Riyâd, 1999.
ez-Zebîdî, Ebu’l-Feyd Muhammed b. Muhammed, Tâcu‟l-„Arûs min Cevâhiri‟l-Kâmûs,
(thk. Komisyon), Dâru’l-Hidâye, yy., ts.
ez-ZemahĢerî, Ebû’l-Kasım Mahmûd b. ‘Omer, el-Mufassal fî San‟ati‟l-İ‟râb, (thk. Ali
Ebû Mulhim), Mektebetu’l-Hilâl, Beyrut, 1993.

Konular