FIKHULLUGA VE İLMULLUGA TERİMLERİNİN ANLAMLARI

Selçuk Üniversitesi/Seljuk University
Edebiyat Fakültesi Dergisi/Journal of Faculty of Letters
Yıl/ Year: 2011, Sayı/Number: 26, Sayfa/Page: 71-92
FIKHULLUGA VE İLMULLUGA TERİMLERİNİN ANLAMLARI
Doç. Dr. Mahmut KAFES
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
mahmutkafes@hotmail.com
Özet
Bu çalışmada fıkhulluga (filoloji) ve ilmulluga (dilbilim) terimlerinin anlam ve
içerikleri üzerinde durulmuş, her iki terimin Arap edebiyatındaki yeri ve önemi
incelenmiştir. Fıkhulluga terimi Arap edebiyatında ilk defa IV./X. yüzyılda, ikinci defa da
XX. yüzyılın ortalarında ortaya çıkmıştır. Asırlar süren bu boşlukta fıkhulluga teriminin
Araplarca tekrar kullanıldığı belirlenememiştir. Ayrıca fıkhulluganın ilk ortaya çıktığı
dönemdeki anlamıyla yirminci yüzyılın ortalarında ortaya çıktığı dönemdeki anlamı da
birbirinden farklı olmuştur. Biz bu çalışmada ortaya çıkan bu farklılıklar ve sebepleri
üzerinde durmayı yeğledik ve her iki terimden kastedilen anlamların neler olduğunu
belirlemeye çalıştık. İlmulluga terimi dünyada XIX. yüzyılın başlarında kullanılmaya
başlanmış ve geçen bir iki asırda büyük gelişme göstermiştir. Araplarda bu terim ilmulluga
adıyla ve Avrupa’da anlaşıldığı şekliyle XX. yüzyılın başlarında tanınmaya başlamıştır.
Önceki dönemlerde Araplarda dil çalışmaları, el-Ulumu’l-arabiye adıyla ve Arapçaya tahsis
edilmiş bir şekilde yapılmakta idi. Arapların dil çalışmalarında Arapça; nahiv, sarf, belağat,
şiir, nesir, metin, edebiyat ve tarihi gibi çeşitli yönlerden ele alınmakta idi.
Anahtar Kelimeler: Fıkhulluga, İlmulluga, el-Ulumu’l-arabiye, Arap dili, dil
çalışmaları, dilciler.
THE MEANINGS OF THE FIKHULLUGA AND THE ILMULLUGA TERMS
Abstract
We focused on meanings and signs of Fıkhulluga (philology) and Ilmulluga
(linguistics) and examined the importance and meaning of both terms in Arab literature in
this study. Fıkhulluga firstly appeared at 4/10th centuries in Arab literature;however, there
was a long interval until mid-20th century concerning the issue. This term was not used by
Arabs at that time. Moreover, the previous implied meaning of Fıkhulluga was quite
different from the subsequent meaning of Fıkhulluga. We focused on these differences and
their reasons in this study and tried to determine implied meanings of both terms. The term
Ilmulluga came into being in the early 19th century throughout the world and it flourished
very well in the last two centuries. This term started to be known as Ilmulluga and the form
in Europe in the early 20th century in Arabs. In ancient times, language studies in Arabs
were conducted under the name of el-Ulumu’l-Arabiyye (Arabic knowledge) and by
dedicating to Arabic. Arabic was studied in several subjects such as nahiv (grammar), sarf
(morphology), stylistics, poem, prose, text analysis, literature and history, etc.
Key Words: Fıkhulluga (philogy), Ilmulluga (Linguistics), el-Ulumu’l-arabiyye
(Arabic knowledge), Arabic, language studies, philologist.
__________________________________________________ 72 _____ Mahmut KAFES
GİRİŞ
İnsan, diğer pek çok varlık gibi toplu halde yaşayan, birbiriyle yardımlaşma
ve dayanışma halinde olan, ihtiyaçlarını gidermede birbirine muhtaç olan bir
varlıktır. İhtiyaçların giderilmesi sırasında insanoğlunun hemcinsiyle iletişim
kurabilme ve karşılıklı anlaşabilme gereği vardır. İnsanlar arasındaki iletişimi
sağlayan en etkili ve en kalıcı araç ise dildir. Bu nedenle ona duyulan ihtiyaç hiç
tükenmemiş, hatta dil insanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Alimler dile olan ihtiyacı ve dilin ortaya çıkış gerekçelerini irdelemişler ve şu
sonuca varmışlardır: İnsanlar geçimlerinde ve meskenlerinde kendi kendilerine
yetemez hale gelince başkalarının yardımına ve desteğine ihtiyaç duymaya
başlamışlardır. Özellikle de hayat standartları yükseldikçe ve kalabalık gruplar
halinde birlikte yaşamaya alıştıkça bu ihtiyaç kendini iyiden iyiye hissettirmiştir.
Deneyler ve tecrübelerle geçilen pek çok aşamadan sonra aralarında en hızlı
iletişimi sağlayabilecek olan aracın dil olduğunda karar kılmışlardır. Zaman içinde
gerek dilin gerekse el, yüz ve baş gibi diğer bazı organların hareket ve
devinimlerinden harfleri, harfleri bir araya getirerek kelimeleri, kelimeleri bir araya
getirerek cümleleri, cümleleri bir araya getirerek de paragraf ve metinleri
oluşturmuşlardır. Daha sonraları bu birleştirmelere belli kıstaslar ve kurallar
getirmişler ve insanların dillerini bu kurallar çerçevesinde öğrenmelerini
sağlamışlardır.
Suyuti (ö:911/1505) bir tespitinde şunlara yer vermiştir:
“İnsanın, ihtiyacını tek başına karşılaması mümkün
olmadığından yardıma ve desteğe ihtiyacı vardır. Bu da tanış
olmakla mümkündür. Tanışmak için de bazı araçlar gerekir. Bu
araçlar başlangıçta bir kısım hareketler ve işaretler iken sonraları bazı
nesneler üzerine kazınan resim ve figürler, daha sonraları da harfler,
kelimeler ve cümleler olmuştur.”1
Yaradılışı gereği insanoğlunun birçok şeye araştırma ve inceleme sonucu
ulaştığı bilinen bir gerçektir. Ancak onun, söz konusu bu buluşları yapabilme
yeteneğine aklı sayesinde doğuştan sahip olduğu göz ardı edilmemelidir. İşte
insan, aklının mahsulü olan düşüncesini dili, yani nutku sayesinde ortaya koymuş
ve başkalarına ulaştırmıştır. Kaldı ki, yaratılan ilk insan ve ilk peygamberden
başlayarak Allah bazı kullarına elçilik görevi vermiştir. Bu görevin yerine
getirilmesinde kullanılan en etkili aracın da yine dil olduğu tartışma götürmez bir
gerçektir.
İçerikleri aynı ya da birbirine yakın olmakla birlikte dilin pek çok tarifi
yapılmıştır. Bu tariflerden bazıları şunlardır: Dil; her toplumun meramını ifade
__________
1 Suyûti, Celâleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, el-Müzhir fi ulûmi’l-luga ve envâiha (thk. Muhammed
Ahmed Câdelmevla ve diğerleri), el-Mektebetü’l-asrıyye, Beyrut 1987, I, 38.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 73
ettiği sesler topluluğudur2. Dil; düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve
anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına
aktarılmasını sağlayan çok yönlü, gelişmiş bir dizgedir3. Dil; insanların
düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları
anlaşmadır4. Dil; psikolojik, sosyal, kültürel, fertle kaim, biyolojik özelliğe sahip
olmayan bir varlık olup tecrübelerle kazanılan ses simgeleri topluluğundan
oluşur.5.
İbn Haldun (ö.733/1334) da dilin mahiyeti konusunda şöyle demiştir:
“Bil ki dil örfte, konuşanın maksadını ifade etmesi demektir.
İfade dilin işidir. Elbette bu işi yapan uzuvda yerleşmiş bir melekenin
(yetenek) var olması gerekir. İşte o lisandır ve her milletin örf ve
ıstılahına göre değişir.”6
Tarifler bize, dilin ana fonksiyonun ifade etme ve meramı başkasına iletme
(ta’bir ve tavsil) olduğunu göstermektedir. Âlimler bunun dışında şunların da dilin
işlevleri arasında bulunduğunu belirlemişlerdir.
1. Kişi dili, yüksek sesle bir şeyler okuduğu ya da konuştuğu sırada
kendisiyle olan diyaloğunda (monolog; el-kelamü’l-infirâdi) kullanır.
2. İbadet ve dua gibi dini görevlerini yerine getirmede kullanır.
3. Selamlaşma, hal hatır sorma, ahlâki ve edebi prensipleri dile getirme,
hava ve ekonomik durum gibi bazı konular hakkında bilgi vermede kullanılır7.
Bazıları da dilin, meramı ifade etmeden daha ileri işlevlerinin bulunduğunu
belirtmiş ve dile, insanın iç dünyasını yani psikolojik durumunu yansıtan bir ayna
gözüyle bakmıştır. Onlara göre dil, fiziki, sosyal ve psikolojik çok yönlü işleve sahip
bir olgudur8.
Dilin önemi ve işlevi apaçık ortada iken tarihte ona olan ilginin pek yoğun
olmadığını görürüz. Zira Arapçadaki fasihçe ve avamca çatışması, bazı dillerin,
kendilerine diğer dillerden geçen kelimeler nedeniyle erozyona uğraması gibi
yaşanan olumsuz bir takım olaylar dile gereği gibi ilgi gösterilmediğini ve yeterince
koruyucu tedbirlerin alınmadığını göstermektedir.
__________
2 İbn Cinnî, Ebu’l-Feth, Osman, el-Hasâis (thk. Mumammed Ali Neccar), Dâru’l-kitabi’l-arabi, Beyrut
tsz, I, 36.
3 Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK, Ankara 2000, s.55.
4 Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 1988, 1, 374.
5 Feriha, Enis, Nazariyât fi’l-luga, Daru’l-kitabi’l-lübnâni, Beyrut 1973, s.14.
6 İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddime, Dâru’l-ihyai’t-türasi’l-arabi, Beyrut tsz.,
s.546.
7 Mahmud es-Sa’rân, İlmu’l-luga, Dâru’l-maarif, Mısır 1963, s.16.
8 Enis Feriha, Muhâdarât fi’l-lehecât ve uslûbü dirâsetihâ, Camiatü’d-düveli’l-arabiyye, Beyrut 1959,
s.9.
__________________________________________________ 74 _____ Mahmut KAFES
DİL ÇALIŞMALARININ TARİHÇESİ
Mevcut kayıtlar dünyada ilk dil çalışmalarının Eski Hint ve Eski Yunan’a
kadar uzandığını göstermektedir. Batı ve Hint geleneğindeki bu çalışmaların yirmi
beş yüzyıldan daha fazla bir zamanı kapsadığı belirtilmektedir9. Aslında dil,
insanoğlu konuşmaya başladığı ilk andan itibaren onun ilgi alanına girmiştir.
Bunda en büyük etken din olmuştur. Zira insanlar inancı gereği kutsal kitaplarının
metinlerini korumada aşırı titizlik göstermişlerdir. Nitekim Eski Hint’te, Hint edebi
dilinin en eski ürünü sayılan ve milattan önce X. yüzyıldan önceye ait olduğu
kabul edilen dini bilgilerin derlendiği Veda’ların muhafazası için aşırı çaba
harcandığı bilinmektedir.
Yazının icadıyla birlikte dil işlenmeye ve üzerinde araştırma yapılan bir
konu olmaya başlamıştır. Dil çalışmalarında üzerinde en çok durulan konuların
başında dilin doğuşu, çeşitliliği ve değişkenliği gelmektedir.
Biz burada dilin doğuşu üzerindeki ihtilaflar ve çeşitliliği konusundaki
nedenler üzerinde durmayacağız. Ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğiz. Son
dönemlerde yapılan araştırmalar dünyada üç bin ile üç bin beş yüz civarında dilin
varlığını ortaya koymuştur10. XIX. yüzyılda hız kazanan dil çalışmalarında ise iki
binden fazla dilin yapısı ve dilbilgisi kuralları incelenmiş11, çok yakın bir tarihte
(1937-38 yıllarında) yapılan bir başka çalışmada da dünyada yaşayan dil sayısının
iki bin yediyüz doksanaltı olduğu tespit edilmiştir12.
Başta da belirttiğimiz gibi dil çalışmaları ilk defa Eski Hint ve Eski Yunan’da
başlamıştır.
Milattan önce IV. (Sa’rân, s.318) veya V. (Aksan, s.16) yüzyılda yaşadığı
kabul edilen ünlü Hint dilbilgini Panini, Sanskritçe ile ilgili yaklaşık dörtbin kurala
ve söz varlığına ait bilgileri bir araya getiren bir dilbilgisi kitabı yazmıştır. Panini
eserinde Sanskritçenin ses ve gramer esaslarını açık ve ince bir anlatımla ortaya
koymuştur.
Milattan önce VI. Yüzyıldan itibaren Eski Yunan’da dilbilgisi ile dilbilim ve
bugün dil felsefesi içinde yer alan bazı konular inceleme ve araştırmalarla
aydınlatılmaya çalışılmıştır. Uzun süre tartışılan konuların başında dilin doğuşu
meselesi gelmektedir. Onlar daima felsefi düşündükleri için dile metafizik yönüyle
bakmışlar, dilin aslını ve oluşumunu, kelimenin mahiyetini hep sorgulamışlar,
kelime ile anlamı arasında zorunlu ilişki kurmaya çalışmışlardır. Ayrıca bir grup
(er- Revakiyyûn:  ), dilbilgisi kurallarının mantık kurallarına uygun olması
gerektiği tezini savunmuştur.
__________
9 John Lyons, Kurumsal Dilbilime Giriş (terc. Ahmet Kocaman), TDK, Ankara 1983, s.1. (Öndeyiş)
10 Doğan, Aksan, a.g.e, s.97; Özkırımlı, Atilla, Türk Dili Dil ve Anlatım, Bilgi Üniversitesi yayınları,
İstanbul 2001, s.44; Enver el-Cündi, el-Fushâ lugatu’l -Kur’an, Dâru’l-kitabi’l-lübnâni, Beyrut tsz., s.21.
11 Gencan, Tahir Nejat, Dilbilgisi, Kanaat Yayınları, İstanbul 1983, s.11.
12 Aynı eser, s.36
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 75
Romalılar dil çalışmalarına milattan önce II. yüzyıldan itibaren katılmaya
başlamışlardır. Onlar daha çok Eski Yunanlıların etkisinde kalmışlar ve onların
yaptıklarını tamamlayıcı nitelikte çalışmalar yapmışlardır. Bir yerde Yunanlı
dilcilerin öğrencileri sayılan Romalı dilciler Latincenin gramerini Eski Yunancanın
grameri şablonunda oluşturmuşlardır. Ancak dillerinin niteliklerini belirleme
konusunda onlar kadar başarılı olamamışlardır.
Milattan önce I. yüzyılda yaşayan ve Latincenin grameri konusunda De
Lingua Latina (
 

) adlı bir kitap yazan Varro ve IV. yüzyılda yaşayan
ve Ars Grammatica ( 
) adlı kitabın yazarı olan Donatus ilk bilinen Latin
dilcilerindendir13.
Orta çağlarda Avrupa’da dil çalışmalarında kayda değer bir ilerleme
olmamıştır. Dil adına yapılan en önemli şey Latincenin öğretimine yönelik
çabalarla birlikte VIII. yüzyılda Latincenin gramerinin şiire dökülmesi olmuştur14.
Araplarda dil çalışmaları ilk olarak Kur’an ayetlerini korumaya yönelik
olarak başlamıştır. Yine aynı gerekçe ile yazı ve harfler üzerine de yoğunlaşılmış ve
harflerin noktalanması ve harekelenmesi gerçekleştirilmiştir. Ayrıca zamanla
dilbilgisi (nahiv) kuralları belirlenmiş ve öğrenimi sağlanmıştır.
Kur’an ayetlerinin okunuşunu konu alan kıraat ilmi Abbasiler dönemine
kadar hemen hemen telkin yoluyla (yüz yüze) tahsil ediliyor, kıraat ilmi tahsil
edenler kurraların rahlelerinden geçiyordu. Abbasiler döneminden itibaren
derleme (tedvin) dönemi başlamış ve bu ilmin öğrenimi belli esaslara bağlanmıştır.
Kıraat çalışmaları Arapçaya, biri Arap lehçelerinin tanınması, diğeri harflerin
telaffuzu olmak üzere iki yönden önemli katkısı olmuştur.
Edebiyat tarihi ve tenkidi ile metnu’l-luga konularında da çalışmalar
yürütülmüştür. Metnu’l-luga konusundaki çalışmalar başlıca iki alanda
yoğunlaşmıştır. Onlardan ilki kelimelerin toplanıp anlamlarının verildiği
sözlüklerdir. Arapçada mu’cemler olarak bilinen bu alanda, kelimelerin tüm
anlamlarına yer verilmeye özen gösterilmiştir. Bu sözlüklere genel sözlükler (elMeâcimu’l-âmme) denmiştir. İkincisi belli konulardaki kelimeleri bir araya getiren
sözlüklerdir. Bunlara da el-Meâcimu’l-mevdûiyye adı verilmiştir. Örneğin insanın
yaratılışı (  ), başın özellikleri ( 
), insanın kişiliği, boyu ve şekli
( #  !"  
), zamanlar, böcekler, kuşlar (#$   %&' 
"()), silah, deve,
at (*+  *,-  ./ )اve benzeri konulardaki kelimeleri toplayan önemli eserler
ortaya konmuştur15.
__________
13 Doğan Aksan, a.g.e, s.16-18; Mahmûd es-Sa’rân, a.g.e, s. 317-323.
14 Mahmûd es-Sa’rân, a.g.e, s.324.
15 Ali Abdulvâhid Vâfi, İlmu’l-luga, Dâru’n-nahda, Mısır 1984, s. 68-78.
__________________________________________________ 76 _____ Mahmut KAFES
İlerleme dönemi ve daha sonraki dönemlerde çeşitli nedenlerle Avrupa’da
dil çalışmalarının ufku genişlemiştir. Ufkun genişlemesinin başlıca nedenleri
şunlardır:
a. Eski Yunan ve Roma kültür ve medeniyetini tekrar canlandırma çabası.
b. Avrupa’da, edebiyat da dahil pek çok alanda bir milli şahlanış
hareketinin başlamış olması.
c. Avrupalıları başka ulusların dilleriyle tanıştıran coğrafi keşiflerin
gerçekleştirilmiş olması.
d. Coğrafi keşiflerle birlikte gündeme gelen Hıristiyan misyonerlik
faaliyetleri ve bu faaliyetler sonucunda başta İncil olmak üzere Hıristiyanlıkla ilgili
pek çok kitabın başka dillere tercüme edilmiş olması.
e. Yavaş da olsa bazı dillerde gramer ve sözlük alanlarında çalışmalar
yapılmış olması16.
Ortaçağın sonlarından itibaren Avrupalılar tanınmış Yunan ve Roma
edebiyatçılarının eserlerine yönelmişler, ancak metinlerin içeriğinden ziyade
uslûbuna ağırlık verdiklerinden bu dönemde metin tenkidi çalışmaları başlamıştır.
Avrupalılar bu dönemde Eski Yunan ve Roma dillerinden sonra dünyadaki
diğer bazı dillere de ilgi duymuşlar, örneğin Sami dillerden olan Süryanice,
İbranice, Arapça ve Habeşçe dillerinde araştırmalarda bulunmuşlardır. İtalyan
müsteşrik Theseus Ambrogio (ö.1540) ve Maltalı müsteşrik Leonard Abela
(ö.1605) bu diller üzerinde çalışma yapan önemli şahsiyetlerdendir. Daha
sonraları büyük gezgin Pietro della Vellalö (ö.1652) Türkiye, Suriye, Filistin, Mısır
ve Irak’ı gezmiş, dönüşte beraberinde özellikle Mısır’dan Roma’ya Kıpti dilinde
bazı yazma eserlerle Kıptice-Arapça sözlükler götürmüştür17.
Dil çalışmalarında VI. ve VII. yüzyılda Güney Hint dilleri ön plana çıkmıştır.
Güney Hint halkıyla ilk teması Portekizliler kurmuş ve yöre halklarının dilleri
üzerinde ilk çalışmaları onlar yapmışlardır. İngiliz müsteşrik Thomas Stepheus
1579-1619 yılları arasında Portekizlilerin hâkimiyetindeki Güney Hindistan
bölgesinde bulunmuş, bölgenin lehçeleri üzerinde çalışmalar gerçekleştirmiş ve
yöresel lehçelerden olan Konkani Lehçesinin grameri konusunda bir de kitap
yazmıştır. Bir Kuzey Hindistan dili olan Sanskritçe ile ilgili çalışmalar ise VII. ve
VIII. yüzyıllarda bölgede gerçekleştirilen misyonerlik faaliyetleri ile başlamıştır.
VIII. yüzyılın en önemli dil olayı İngiliz araştırmacı Sir William Jones’un
1876 yılında Sanskritçe ile Yunan ve Latin dilleri arasındaki benzerliği keşfetmesi
olmuştur. Bu keşiften sonra dil araştırmacıları Hint ve İran dilleriyle Yunanca,
Latince, Keltçe ve Germanca gibi bazı Avrupa dillerini karşılaştırma yoluna
gitmişlerdir. Sanskritçe ile Yunanca ve Latincenin karşılaştırılması sonucunda
ortaya çıkan benzerlikler dilcileri dil aileleri adını verdikleri bir çalışmaya
yönlendirmiştir.
__________
16 Mahmûd es-Sa’rân, a.g.e. s., 328-329.
17 Aynı eser, s.329.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 77
XIX. yüzyıl Avrupalıların pek çok ülke ve milletle temas kurduğu ve oralara
siyasi elçiler ve misyonerler gönderdiği bir yüzyıl olmuştur. Bu elçi ve
misyonerlerin bulundukları yörelerin dillerinin Avrupa’da tanınmasında büyük
katkıları olmuştur. Yeni tanınan bu dillerin gramerleri, sözcük yapıları, konuşma ve
yazı özellikleri incelenmiş ve birbirleriyle karşılaştırılmıştır. Aslında XIX. yüzyıl, dil
çalışmaları tarihinde Hint-Avrupa dilleri ve Roma dillerinin ele alınıp incelendiği
bir çağ olmuştur. Karşılaştırma ağırlıklı yürütülen çalışmalar, bu dillerin yaşamış
olduğu pek çok değişikliğin gün yüzüne çıkarılmasını sağlamıştır. Gerçi bu çağda
devrim nazariyesinin ve tabii bilimler alanında yapılan çalışmaların, dillerde
gerçekleşen değişiklik konusunda yapılan araştırmalarda önemli etkileri
görülmüştür. O dönemde Darvin nazariyesi birçok bilimi, hatta felsefeyi bile
etkilediğinden bir kısım dilci, dille ilgili bazı problemlerin çözümünü bu nazariyede
aramıştır. 1870’lerde dil değişiklikleri (
0  %1 ! ) adı altında felsefi düşüncelerin
temelleri üzerine oturtulmaya çalışılan dil çalışmalarına dair bazı yöntemler ortaya
konulmaya başlanmıştır. Bazı dilciler lehçelere ve dillere, türlerine göre
sınıflandırılan bitki ve hayvanların yaşadıkları değişim ve dönüşümler gibi
değişiklikler yaşayan varlıklar olarak bakmışlar, hayvanlarda ve bitkilerde olduğu
gibi diller arasında bir ilişki kurma çabası içine girmişlerdir.
XX. yüzyıl dilcileri, Darvin nazariyesinin etkisinden kurtulup dildeki
değişikliklerin diğer varlıklardaki değişikliklere benzemediğini anlamışlardır. Bu
çağda dil alanında yaşanan en önemli gelişme dilbilim çalışmalarının felsefe ve
mantığın etkisinden kurtulması olmuştur. Ancak diğer taraftan dil, sosyoloji ve
psikolojinin etki alanına girmiştir18. Aslında XX. yüzyıl dilcilikte çok büyük
gelişmelerin yaşandığı önemli ilke ve kuralların ortaya konduğu bir çağ olmuştur.
Bu yüzyılda yaşanan gelişmelerin birçoğunu ünlü İsviçreli dilbilimci Ferdinand da
Saussure (ö:1913) gerçekleştirmiştir.
FIKHULLUGA VE İLMULLUGA
a. Fıkhulluga ve İlmulluganın Tarifleri
Arapçada kökü 23 fiili olan 2  kelimesi bir şeyi bilmek, anlamak demektir.
Daha çok dini bir terim olarak, özellikle fıkıh ilminde yaygın şekilde kullanılır.
Birine dinde fıkıh bilgisi verildi dendiği zaman ona anlayış veya anlama yeteneği
verildi anlamı kastedilir. Bu yüzden  fiili 4  (bildi) anlamında, 2  da 4 5 
anlamında kullanılmıştır. Bu durumda
 23 tamlamasının
 4  anlamında
kullanıldığı söylenebilir19.
__________
18 Aynı eser, s.333-343.
19 İbn Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-arab, Dâr-u sâdır, Beyrut tsz., VIII, 522; elMu’cemu’l-vasit, Komisyon, Dâru’l-maarif, Mısır 1973, II,698.  maddesi.
__________________________________________________ 78 _____ Mahmut KAFES
Avrupa’da Filoloji (Philology) olarak bilinen Fıkhulluga’nın yine Avrupa’da
Linguistik (Linguistic) olarak bilinen İlmulluga (el-Lisâniye
 , çoğulu elLisaniyât %  veya el-Elsüniye
 ) ile aynı anlamda kullanılıp kullanılmadığı
konusunda ihtilaf vardır. Öyle anlaşılıyor ki eski Arap dilcileri bu iki mefhumu
birbirinden ayırmamışlardır20. Bu anlayış son dönemlere kadar sürmüştür. Ali
Abdulvâhid Vâfi şöyle der:
“İlmulluga konularından bazılarını Arap dilcileri değişik
isimler altında ele almışlardır. Onlardan en yaygın olanı fıkhulluga
ismidir. Çünkü fıkhu’ş-şey (67&  3) demek o şeyi felsefe ve anlayış
olarak bilmek ve o şeyin üzerine oturduğu kurallara vâkıf olmak
demektir. Biz bu kitabımıza, (İlmulluga adlı eserini kastediyor)
alışılagelmiş kullanım olan ilmulluga ismi bu dala verilmemiş olsaydı
fıkhulluga adını verecektik.”21
Arapçada fıkhulluga olarak bilinen filoloji sözcüğü biri Yunanca, seven veya
arkadaş anlamına gelen philos, diğeri söz, kelam anlamına gelen logos
kelimelerinin birleşmesinden oluşan ve söz dostu, seveni anlamına gelen bir
bileşiktir22.
İlmulluga, bizde dilbilim batıda linguistik adıyla bilinen ilim olup bu ilim, dili
inceleyen bilim, dilin bilimi23 veya dilin bilimsel şekilde incelenmesi ya da bilimsel
olarak dil incelemesinde bulunmak şeklinde tarif edilmiştir24. Bazıları da onu,
bilimsel yönden dilin incelenmesi ya da dilin nasıl işlediğinin araştırılması şeklinde
tarif etmiştir25.
İlmulluga günümüzde, Arapların eskiden kullandıkları ve adına el-luga (
),
ilmulluga (
 4 ) veya metnulluga (
 8") dedikleri anlamdan çok daha geniş ve
kapsamlı şekilde kullanılmıştır. Günümüzde pek çok araştırmacı artık ilmulluga
terimini batının kullandığı anlamda, yani linguistik anlamında kullanmaktadır.
Tariflerden de anlaşılacağı üzere konusu, dilin bilimsel şekilde incelenmesi
ya da dil konusunda incelemede bulunurken bilimsel metod kullanılması olan
dilbilimin alanına, sesler (phonotics, phonogy; %), kelime yapısı (morphology;
9  
: ;  6,), cümle yapısı (syntax;   
:< 6,) ile kelimeler ve anlamları
(semantics; =! > %>?) gibi konular girmektedir26.
__________
20 Ali Abdulvâhid Vâfi, İlmu’l-luga, s.29.
21 Aynı eser, s.30.
22 İmil Bedi’ Yâkub, Fıkhu’l-lugati’l-arabiyye ve hasâisuhâ, Dâru’l-ilm lilmelâyin, Beyrut 1986, s.29.
23 Doğan Aksan, a.g.e, s.14.
24 John Lyons, a.g.e, s.11.
25 Muhammed Hasan Abdulaziz, Medhal ilâ ilmi’l-luga, Mektebetü’ş-şebab, Kahire 1992, s.63.
26 Mahmud Fehmi Hicâzi, İlmullugati’l-arabiyye, Dâru’l-garib, Mısır, tsz., s.31.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 79
b. Fıkhulluga ve İlmulluganın Anlam ve İçeriği
Konusu ilmulluga gibi dil olan fıkhulluganın hudutları kesin olarak
çizilememiş, çerçevesi tamamıyla belirlenememiştir. Zira fıkhulluganın tanımı
dönemden döneme ve toplumdan topluma değişiklik göstermiştir. Bu yüzden
dilciler bu kelimenin hangi anlama geldiği ve hangi konuları içerdiği hususunda bir
görüş birliği sağlayamamışlardır. Bir kısmı ilmulluga konularını içerdiğini söylemiş,
bir kısmı dili kurallar, edebiyat tarihi ve metin tenkidi yönünden incelediğini ifade
etmiş, bazıları da bir toplumun akli yaşantısını, yani aklın ürettiği bilim, kültür ve
sanat türünden her şeyi kapsadığını ileri sürmüştür. Fıkhulluganın içerdiği bu son
iki anlamda edebu’l-luga ve tarihu’l- edeble denk tutulduğunu söylemek
mümkündür27. Öte yandan bazı Arap dilcileri bir kısım ilmulluga konularını
fıkhulluga içinde ele almışlardır. Örneğin, İbn Faris (ö:395/1004) es-Sahibi fi
fıkhı’l-luga adlı eserinde dilin ortaya çıkışı, kelimeler ve anlamları, isim, fiil ve harf
olarak kelimenin çeşitleri gibi konulara, Seâlibi (ö:429/1038) Fıkhulluga ve Sırru’larabiyye adlı eserinde pek çok müteradif kelimelere ve anlamlarına, İbn Cinni elHasâis’inde dilin tarifi, ortaya çıkışı, öğrenilmesi vb. dil konularına yer
vermişlerdir.
Fıkhulluga sözcüğü Avrupa’da XIV. yüzyılın başlarından itibaren eski mirası
(belgeleri) araştırma ve inceleme (@A2  BC 
D#>  EF) anlamında kullanılmaya
başlanmıştır. Araplarda fıkhulluganın yer yer eski metinleri inceleme ve araştırma
anlamındaki ilmu’n-nusûs (G  4 ) karşılığında kullanıldığı görülmüştür28.
Aslında Avrupa’da filolojinin ilgilendiği alanın, yazmaları inceleyip bilimsel
şekilde yayına hazırlamak, simgeleri çözmek, kitabeleri; tarih, dil ve edebiyat
açısından inceleyerek açık ve bilimsel şekilde neşretmek olduğu saptanmıştır29.
XX. yüzyılda dil çalışmalarının alanı çeşitlilik göstermiş, eski metinler ve
kitabeler üzerinde yapılan çalışmalar ilmullugadan farklı bir alanda değerlendirilmiştir.
İlmulluga muhtevasıyla, eski metin bilimi (
HA2  G  4 ) de diyebileceğimiz
fıkhullugadan farklı bir alanda yer almıştır. Hâlbuki XIX. yüzyıla kadar gerçekleştirilen
dil çalışmalarında ilmulluga ile fıkhulluga anlamca birbirinden ayırt edilmemiştir. Ama
Alman dil araştırmacıları bu yüzyıldan (XIX. yy) itibaren fıkhulluga ile ilmulluganın ilgi
alanlarını belirlemişlerdir. Alman K. Lachmann dil araştırmaları konusunda daha
belirleyici ve açık bir yol izlemiş ve filolojinin alanının eski metinleri araştırma ve
neşretme olduğuna, ilmulluganın alanının dilin fonetiği, grameri, kelimelerinin yapısı
ve anlamı gibi konular olduğuna karar vermiştir. Dâiretü’l- maarifi’l-britaniyye’de
(Baskı 1970, filoloji maddesi) fıkhulluga terimi literatür (literature; BC ), metin tenkidi
__________
27 Ali Abdulvâhid Vâfi, İlmu’l-luga, s.14.
28 Mahmud Fehmi Hicâzi, a.g.e, s.32.
29
,> 
0 
I# %D#> =  J2
 K
:  L: M2  &  ("  O3  N 7: 5  & P>AQ  %R$? 2S P N
__________________________________________________ 80 _____ Mahmut KAFES
(texual criticism; G  A2), sanat (art;
  N ), arkeoloji (archaeology;
HA2  #TU) ve din
(religion;
0A ) alanlarındaki dil çalışmaları olduğu belirtilmiştir30.
Bazı eski dönem Arap dilcileri fıkhullugayı, konusu günümüzde aynı dil
ailesine mensup dilleri birbiriyle karşılaştırmak demek olan karşılaştırmalı dilbilim
( #2?
 4 ) anlamında kullanmıştır31.
Bütün bunlara rağmen hâlâ daha fıkhulluga ile ilmulluganın alanları net
olarak belirlenemediğinden konuları ve ilgi alanları iç içe girmiştir. Subhi es-Sâlih
şöyle der:
“Fıkhulluga ile ilmulluga arasındaki ince çizgiyi belirlemek çok
zordur. Çünkü eski yeni, doğulu batılı pek çok dilciye göre her iki
alanın konuları birbirine girmiştir. Öyle ki bu tedahül bazen onları,
birbirinin yerine kullanmaya izin verecek duruma bile getirmiştir.”32
Bu konuda Ali Abdulvâhid Vâfi de aynı görüştedir33. Dr. Kemal Bişr ise her
iki dalın aynı anlamda kullanılmasının mümkün olabileceğini bu nedenle birbirine
karıştırılmasının söz konusu olmadığını öne sürmüş ve şöyle demiştir:
“Eskiden fıkhulluga dil çalışmalarından iki ana bölümü
içerirdi. Birincisi kelimelerin kökenleri, eş anlamları, iştikâk, naht,
mecaz, hakikat ve benzeri yönden durumları ile sözlük türündeki
çalışmaları; diğeri ise dilin aslı, işlevi, lehçelere ayrılması, yayıldığı
coğrafi alanlar ve benzeri konularla ilgili çalışmaları içine alırdı.
Fıkhulluga önceden bunları ve benzeri meseleleri konu edinirken
günümüzde onun yerine ondan daha kapsamlı olan ilmulluga ile
yetinmek mümkündür.”34
c. Araplarda Fıkhulluga ve İlmulluga Anlayışı
Araplar fıkhulluga terimiyle hicri IV./X. asırda tanışmıştır. O asırda kısa
aralıklarla fıkhulluga adıyla iki kitap yazılmıştır. İlki İbn Faris’in (ö.395/1004) esSâhibi fi fıkhı’l-luga ve mesailiha ve süneni’l-arab fi kelâmihâ, diğeri es-Seâlibi’nin
(ö.429/1038) Fıkhu’l-luga ve sırru’l-arabiyye adlı eseridir. İbn Faris’in eserinin
içerdiği konuları, biri bütün dilleri ilgilendiren genel konular, diğeri Arapçaya ait
konular olmak üzere iki ayrı kategoride değerlendirmek mümkündür. Örneğin
dilin doğuşu meselesi genel dil konularından biri olup Arapçanın dışındaki dilleri
de ilgilendirmektedir. Ancak o, bu bağlamda eserinin başlarında Arapçanın ve
Arap yazısının doğuşu, gelişmesi, olgunlaşması, Arapçanın diğer dillere olan
üstünlüğü, lehçelerinin bolluğu gibi konuları ele almıştır. Ama Arapçada cümlenin
nasıl oluştuğu, nerede kullanıldığı, özellikleri, o dili konuşanların bir takım adet ve
__________
30 Mahmud Fehmi Hicâzi, a.g.e, s.31-33.
31 Muhammed Hasan Abdulaziz, a.g.e, s.180.
32 Subhi es-Sâlih, Dirâsât fi Fıkhi’l-luga, Dâru’l-melâyin, Beyrut 1976, s.19-20.
33 Bkz. Ali Abdulvâhid Vâfi, İlmu’l-luga, s.30.
34 Kemal Bişr, Dirâsât fi fıkhı’l-luga, Dâru’l-maarif, Mısır 1969, s.48-49.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 81
geleneklerinin konu edildiği kısmı da Arapçaya ait konular içinde değerlendirmek
mümkündür. Nitekim İbn Faris’in eserinin Sünenü’l-arab fi kelâmihâ kısmında
yaptığı şey, Arapların cümleleri kullanım biçimleri ve ifade tarzlarına dair bir
örneklemedir.
es-Seâlibi’nin eserine gelince müellif eserini, iki ayrı başlık altında
oluşturmuş ve farklı konulara yer vermiştir. Fıkhu’l-luga adını verdiği birinci bölüm
otuz bâbtan oluşmakta ve her bâb, fasıl adıyla küçük başlıklara ayrılmaktadır. Bu
bölümde genellikle belli konulara ait müteradif kelimeleri toplamış ve onları
küçükten büyüğe ya da azdan çoğa doğru sıralayarak anlamlarını vermiştir. Sırru’larabiyye adını verdiği ikinci bölüm ise İbn Faris’in kitabının Sünenü’l-arab fi
kelâmihâ bölümündeki pek çok konu ile örtüşmektedir. Hatta ondan birebir
naklettiği bölümler de vardır. Örneğin, el-ıhtısas ba’de’l-umûm, ikâmetü’l-vâhid
makame’l-cem’i, el-cem’u yürâdü bihi’l-vâhid, el-mef’ûl, el-mecâz, ebniyetü’l-ef’âl,
el-ibdâl, el-kalb, el-itbâ, et-tekrir ve’l-iâde, hasâis min kelâmi’l-arab, el-istiâre, elişbâ ve’t-te’kid ve daha birçok konu aralarında müşterektir. Ancak Seâlibi, İbn
Faris’in yer verdiği el-kavl fi afsahi’l-arab, el-lugâtu’l-mezmûme, merâtibu’l-kelâm,
zikru mâ ıhtassat bihi’l-arab, el-kavl fi hakikati’l-kelâm, aksâmü’l-kelâm ve diğer
bazı konulara hiç değinmemiştir.
Araplarda hicri dördüncü (miladi X.) asırda ortaya çıkan fıkhulluga
teriminin durumu ve asırlar boyu bu ismin yer aldığı başka bir eserin ortaya
çıkmadığı göz önüne alındığında akla şöyle bir soru gelebilir. İbn Faris ve esSeâlibi’nin eserlerinde bahsettiği konularla günümüz dilcilerinin fıkhulluga başlığı
ile kaleme aldıkları eserlerin içerdiği konular arasında nasıl bir ilişki kurulabilir ya
da hicri dördüncü/miladi onuncu asır ile yirminci asır fıkhullıga anlayışı birbiriyle
nasıl bağdaştırılabilir? Bu soruyu şöyle cevaplamak mümkündür: İbn Faris ve esSeâlibi’nin eserlerinde ele aldıkları konular günümüz fıkhulluga konularından ve
fıkhulluga anlayışından farklıdır. Her iki müellif de eserinde Arapçayı konu
edinmiştir. es-Seâlibi’nin eserinin Sırru’l-arabiyye kısmının yirmi dokuzuncu
bâbında yer verilen bazı Farsça ve Rumca kelimeler hariç Arapçanın dışında başka
bir dilden söz edilmemiştir. Halbuki yirminci yüzyılın ortalarından itibaren
Araplarda ortaya çıkan fıkhulluga adlı eserlerde, örneğin Ali Abdulvâhid Vâfi’nin
kitabında Sâmi halklar ve dilleri, Sâmi dillerin incelenmesi, Sâmi halklarının ilk
vatanları, Sâmi dillerin özellikleri, Sâmi dillerle Hâmi diller arasındaki benzerlikler
ve farklılıklar gibi konulara yer verilmiştir. Ayrıca Akadlılar, Kenânlılar, Fenikeliler,
İbraniler ve dilleri hakkında detaylı bilgi verildikten sonra Arapçaya geçilmiş, onun
diğer Sâmi dilleri arasındaki durumu ve Arapçayı geliştiren unsurlardan olan
iştikâk, naht, iştirâk, tezat, dahil, muarrab gibi konular üzerinde durulmuştur.
Araplarda hicri IV./X. asırdan XX. asrın ortalarına kadar fıkhulluga adıyla
veya başlığında fıkhulluga adı geçen bir eserin kaleme alınmadığı tahmin
edilmektedir. Hatta fıkhulluga sözcüğünden dahi bahsedilmediği görülür. Yakın
dönemde Araplarda fıkhulluga terimi Mısır’ın çeşitli üniversitelerinde ders veren
bazı müsteşriklerin kullanımlarıyla ortaya çıkmıştır. Onların kendi dillerinde
__________________________________________________ 82 _____ Mahmut KAFES
seslendirdikleri filoloji terimi o dönemde Arapçaya fıkhulluga olarak çevrilmiş35,
ancak onlardan bazıları bu terimin Arapçaya tam olarak çevirisinin zorluğundan
da söz etmiştir36.
Batı dünyasında filoloji teriminin içerdiği anlamlar şunlardır:
a. Metinlerin tahkiki ve şerhi, buna bağlı olarak sarf ve nahiv konuları ile
kelimelerin sözlük anlamlarının incelenmesi.
b. Diller arasında, özellikle aynı dil ailesine mensup olanlar arasında
karşılaştırma yapılması.
c. Araştırılan ve karşılaştırılan dilleri konuşan toplulukların kültürünün,
geleneğinin, tarihinin ve edebiyatının ortaya çıkarılması.
Araplardaki fıkhulluga anlayışını ise şöyle özetlemek mümkündür:
1. İbn Faris’e göre dilin doğuşu, başlangıcı, Araplarda söz söyleme sanatı
hakkında bilgi verilmesi.
2. es-Seâlibi’ye göre ise Arapça kelimelerin konulara göre tasnifi ve
anlamlarının verilmesi, bir anlamda eş anlamlı kelimelerin bir araya getirilip
anlamlandırılması.
3.Yeni dönemde fıkhulluga batıdaki filoloji terimi karşılığında kullanılmıştır.
Bazı son dönem Arap dilcilerine göre genel olarak Sâmi dillerin, özel olarak
Arapçanın, modern dilbilimin belirlediği ve kullandığı metodla ele alınmasıdır37.
Bu durumda eski dönem Arap dilcilerinden olan İbn Faris ve es-Seâlibi’nin
fıkhulluga ile benzer konuları içeren İbn Cinni’nin el-Hasâis ve Suyûti’nin elMüzhir adlı eserlerinin içeriğini yeni dönem batılı dil âlimlerinin filoloji
çalışmalarıyla karşılaştırdığımızda şu sonuçlara ulaşırız:
a. Batılı dil âlimleri dili, insanın olağan faaliyetlerinden biri olarak görmüşler
ve yaptıkları dil çalışmalarıyla o dili konuşan ulusun kültür değerlerinden olan din,
adet, gelenek ve edebiyatının belirlenmesini amaçlamışlardır. Söz konusu Arap
dilcileri ise çalışmalarını sadece Arap diline ayırmışlardır. Onların nihai amaçları
Kur’ân-ı Kerim’in düzgün şekilde okunmasını ve anlaşılmasını sağlamak olmuştur.
b. Batılı dil âlimleri, dillerin kendisinden çoğaldığı ilk dili/dilleri bulma
konusunda yoğun çaba göstermişlerdir. Ancak sözü edilen Arap dilcilerinin bu
konuda hiçbir çabası olmamıştır.
c. Eski Arap dilcileri çalışmalarını yaşayan ve konuşulan diller -bundan kasıt
özellikle Arapçadır- üzerinde yoğunlaştırırken batılı dilciler Latince ve Eski
Yunanca gibi ölü ya da yazılı ve yaşayan diller üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
__________
35 Muhammed Hasan Abdulaziz, a.g.e, s.187.
36 Aynı eser, s.185.
37 Aynı eser, s.194-195.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 83
d. Batılı dilciler diller arasında karşılaştırmalar yapmışlar, ancak Arap
dilcilerinin karşılaştırma adına yaptıkları tek şey Arapçanın kelimelerini Farsça,
kısmen de Rumca ve Habeşçenin kısıtlı sayıda kelimeleri ile karşılaştırmak
olmuştur. O dönem Arap dilcilerinin Arapçayı, aynı dil ailesinden olan İbranice ve
Süryanice gibi dillerle karşılaştırmaları söz konusu olmamıştır.
e. Eski Arap dilcileri batılı dilciler gibi kelimelerin anlamlarında yaşanan
değişikliklere ve gelişmelere değinmemişler, anadilden çoğalan lehçelerden
bahsetmemişlerdir. Onlar çalışmalarını Kur’ân-ı Kerim’in indiği fasih Arapçanın
temelini oluşturan Kureyş lehçesi üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
f. Batılı dil âlimleri kelimelerin kökenleri (etimoloji) üzerinde de
durmuşlardır. Eski Arap dilcilerinin daha çok üzerinde durdukları husus
kelimelerin türetilişi (iştikak) ve türetilişlerine göre kazandıkları anlamlar
olmuştur38.
Abduh er-Râcihi konuyla ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: İbn
Faris, es-Seâlibi, İbn Cinni, Suyûti gibi dilcilerin eserlerini batılıların anladığı
anlamda fıkhulluga (filoloji) alanına değil ilmulluga (dilbilim) alanına dahil etmek
mümkündür. Râcihi gerekçelerini ise şöyle sıralamıştır:
1. İlmulluga, dil üzerinde dil adına araştırma yapar ya da dili dil için
araştırır.
2. İlmulluga, dilin özelliklerini ortaya koyucu, bir anlamda onu tanımlayıcı
çalışmalar gerçekleştirir.
3. İlmulluga, çalışmalarını daha çok dilin ses, gramer ve kelime bilgisi
alanlarında yoğunlaştırır.
4. İlmulluga, çalışmalarını belli metodlarla yürütür39.
Bir başka konu da filolojinin modern dilbilimin doğuşunu ve oluşumunu
etkilediği hususudur. Şöyle ki, filologların XIX. yüzyılda yapmış oldukları
çalışmalarda ulaştıkları sonuçlarla modern dilbilimin temeli atılmıştır. Bu anlamda
Avrupa’da filoloji, dilbilimin kendisinden neşet ettiği bir kaynak olarak görülmüş
ve William Johnes’un Sanskritçe ile eski Avrupa dilleri arasındaki terkipsel ilişkileri
konu alan makalesinin modern dilbilimin oluşumuna zemin hazırladığı kabul
edilmiştir. Daha önce filolojide var olan karşılaştırma (
#2?) ve eski (@A2 ) sözcükleri,
aralarına metin (V  N ) sözcüğünü de alarak eski metinlerin karşılaştırılması
anlamında ön plana çıksa da sonraları bunlara güncel (5?) ve niteleme (W )
sözcüklerinin de eklenmesiyle dilbilime doğru bir yöneliş olmuştur. Eski, tarihsel
metodla (7I#!  X=? N ), yeni ise tanımlayıcı metodla (discriptive;7  X=?) ele
alınmıştır.40
__________
38 Abduh er-Racihi, a.g.e, s.54 vd.; İlmil Bedi’ Yâkub, a.g.e, s.52-53.
39 Abduh er-Racihi, a.g.e, aynı yer.
40 Hasan Temmâm, el-Usul fi’l-luga, ed-Dâru’l-beyzâ, Beyrut tsz. s. 235; Muhammed Hasan Abdulaziz,
a.g.e, s.174-175.
__________________________________________________ 84 _____ Mahmut KAFES
Dilciler fıkhulluga ile ilmulluga arasındaki farkları da şöyle belirlemişlerdir:
a. Her iki alan metod ve içerik yönünden birbirinden farklıdır. Fıkhulluga
dili, o dilin sahiplerinin medeniyetine, dolayısıyla edebiyatına erişebilmek ve o
konuda fikir sahibi olabilmek amacıyla araştırır. İlmulluga ise dili, o dilin ses,
gramer, sözcük ve işlev bakımından durumunu belirlemek amacıyla inceler.
b. Fıkhulluga tarih bakımından ilmullugadan çok daha eskidir: Zira
ilmulluganın başlangıcı henüz daha XIX. yüzyıldır. Tarihi farklı olan şeylerin
içeriğinin de farklı olması doğaldır.
c. Fıkhulluganın konusu bilgilerin tarih açısından karşılaştırılması, ilmulluganın
konusu ise bilgilerin tanımlanması ve konuların içinde ilgili yerlere yerleştirilmesidir41.
Bu durumda ilmulluganın konusunun, bilimsel olarak dilin incelenmesi ya
da bizzat dil için dilin kendisidir şeklindeki tarifiyle örtüştüğünü söyleyebiliriz.
Ancak dilden hareketle o dili konuşan ulusun medeniyetine ve kültürüne ulaşmayı
amaçlayan fıkhulluga ile de yakınlaştığı göz ardı edilmemelidir. Fıkhulluga, eski
metinleri dilbilgisi kuralları, kelimelerinin anlamları ve ona bağlı olarak şerh, tenkit,
mekân ve tarih yönünden inceleyen ilimdir42. Fıkhulluganın tarifinde dikkat çeken
en önemli husus metinlerin eskiliğidir. Bilindiği gibi Eski Yunan ve Roma
medeniyetleri günümüz Avrupa medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bunun
için Avrupalılar kalkınmalarının felsefi yönden temelini oluşturan Eski Yunancanın,
kanuni ve idari açıdan temelini oluşturan eski Roma dilinin (Latincenin)
metinlerini inceleme ihtiyacı duymuşlardır. Böylece eski metinlerin şerhi ve dil
özellikleri bakımından incelenmesi filolojiyi ortaya çıkarmıştır.
XVIII. yüzyılın sonlarında eski Hintlilerin kutsal kitabı Veda’nın dili olan
Sanskritçenin Latin dilleri ve Avrupa’da ki diğer dillerle olan yakınlığı belirlenmiş
ve o tarihten itibaren karşılaştırmalı filoloji ortaya çıkmıştır. Sanskritçenin
araştırılması ve onun Hint-Avrupa dilleriyle olan ilişkisinin belirlenmesi hep yazılı
metinler üzerinden olmuştur. Filologlar eski metinlerin şerhi, tahkiki ve
karşılaştırılması konusunda çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu nedenle filolojinin,
birisi dillerin karşılaştırılması, diğeri eski metinlerin tahkiki ve şerhi olmak üzere iki
konu üzerinde durduğunu söylemek mümkündür. Edebi yönden çok üstün
özelliklere sahip olan bu metinler toplumların tarihi, kültürü, sanatı ve geleneği
konusundaki bilgileri de içermektedir. Hatta toplumların sosyal yaşantısını dil
aracılığı ile ortaya koyduğunu söylemek de mümkündür43. Sanskritçenin varlığının
bilinmesinden sonra karşılaştırmalı dilbilim alanında gözle görülür gelişmeler
yaşanmıştır. Zira eski bir Hint dili olan Sanskritçe ölmemiş, bazı Hintli dilciler onun
metinlerini okumuşlar ve bu dille kitaplar telif etmişlerdir. Avrupalı dilciler Avrupa
dilleriyle Sanskritçe arasında büyük benzerlik bulunduğunu belirledikten sonra
__________
41 İlmil Bedi’ Yâkub, a.g.e, s.33-34.
42
5  4P
" J N A `2   b  a ._...
I# %#  A2  .&, O Z, *!0 "  %>? [5"  A2  E Y ]
"
HA2  G 
D#> P
 

 23 =" ;!0 c  N
43 Muhammed Hasan Abdulaziz, a.g.e, s.171-173.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 85
çalışmalarını söz konusu dillerin ses ve gramer yönünden olan benzerlikleri
üzerinde yoğunlaştırmışlardır.
Frederic Schlegel, dil karşılaştırmaları çerçevesinde Sanskritçenin dil
yapısını ilk araştıran kişi, Frantes Bopp da karşılaştırmalı dilbilim konusunda ilk
ciddi çalışma yapanlardan biridir44.
Son iki asırda dil konusunda yaşanan olağanüstü gelişmelere rağmen batılı
dilciler fıkhulluga konusunda, üzerinde ittifak sağlanan bir görüş ortaya
koyamamışlardır. Örneğin Jespersen, bazı batılı dilcilerin fıkhullugayı dillerin
karşılaştırılması konusunda yapılan çalışmalarla bir tuttuğunu söylerken başka
batılı dilcilerin onu, üzerinde araştırma yapılan dili konuşan toplumun medeniyeti
hakkında araştırma yapan bir dal olarak gördüğünü belirtmiştir45. R.H. Robins de
fıkhulluganın İngiliz ve Alman dilcilerce farklı anlaşıldığını belirtmiş ve şöyle
demiştir: “İngiliz dilciler fıkhulluganın, tarihi ve karşılaştırmalı dilbilimle aynı
olduğunu öne sürerken Alman dilciler daha çok eski Yunan ve Roma dilleriyle
yazılmış tarihi, edebi metinlerin incelenmesi olduğunu ifade etmişlerdir.” Robins
ayrıca fıkhulluganın İngilizlerde karşılaştırmalı dilbilim, Almanlarda ise
karşılaştırmalı fıkhulluga anlamında kullanıldığını da belirtmiştir46.
Zeki Mübarek, XX. yüzyılın ilk yarısında Mısır üniversitelerinde filoloji dersi
veren yabancılardan bazılarının bu terimi Arapçaya birebir çevirmenin
güçlüğünden söz ettiğini söylemiştir. Mübarek’e göre bazı dilciler fıkhullugayı,
tarihi ve edebi metinlerin incelenmesini konu alan bir ilim olduğu, bazılarının da
onun, sadece dil konusunda araştırma yapan bir ilim değil her yönüyle bir
toplumun yaşantısını konu aldığı görüşünde olduğunu söylemiştir47. Bu durumda
fıkhulluganın alanına dilbilimin konularından olan dil tarihi, dillerin
karşılaştırılması, dilbilgisi, aruz, belağat, edebiyat tarihi ayrıca bunların dışında
edebi ve ilmi eserlerin tasnifi, dini eserlerin telifi, mukaddes kitapların metinlerinin
tefsiri ve yorumu, dinler tarihi, kelam ve felsefe bilimlerinin tarihi ve daha pek çok
konunun girdiğini söylemek mümkündür.
Son zamanlarda Fıkhulluga terimi Araplarda, Sâmi dil ailesine mensup
diller arasında karşılaştırma yapma anlamında yaygın olarak kullanılmıştır.
Karşılaştırma daha çok Arapça kelimeleri diğer Sâmi dillerin kelimeleriyle -özellikle
İbranice kelimelerle- karşılaştırma anlamında ön plana çıkmıştır.48
__________
44 Mahmud Fehmi Hicâzi, a.g.e, s.126-128.
45 Otto Jespersen, Language, its Nature, Developmnet and Origin, Londra 1964, s.64.
46 R.H. Robins, General Linguistics And Introductory Survey, Londra 1962, s.16.
47 Zeki Mübarek, en-Nakdu’l-fenni fi’l-karni’r-râbi, el-Matbaatu’t-ticariyye, Beyrut 1957, s.37.
48 Abduh er-Racihi, a.g.e, s.28.
__________________________________________________ 86 _____ Mahmut KAFES
ARAP LİTERATÜRÜNDE DİL BİLİMİ ISTILAHLARI
İslamiyetin gelişinden bir süre sonra Araplarda özellikle dini, edebi ve ilmi
alanlarda bazı bilim dalları ortaya çıkmıştır. Arap dili ve edebiyatı alanında ortaya
çıkan ilimlerin tamamı el-Ulûmu’l-arabiyye adıyla anılmış, bu alanda çalışanlar
da iki gruba ayrılmıştır. Birinci grubun ilgi alanı dilin yapısı olup bu yapı   d
,5 
veya
,5  4  adlarıyla, diğer grubun ilgi alanı ise kelimeler ve anlamları olup bu
alan da
 ,
 4  ,
 23 ,
 8" adlarıyla anılmıştır. Tabakât (bibliyografya)
kitapları, dilin (cümle) yapısı ile uğraşanları Nahivciler (en-Nahviyyun), kelime ve
anlamlarıyla meşgul olanları da Dilciler (el-Lugaviyyun) adlarıyla zikretmiştir.
Örneğin Sibeveyhi (ö:180/796), Müberred (ö:286/900), daha sonraları İbn Mâlik
(ö:672/1274) ve İbn Hişâm (ö:761/1360) gibi âlimler nahivciler olarak, Halil b.
Ahmed (ö:175/791), el-Asmai (ö:216/831), İbn Düreyd (ö:321/933) gibi âlimler
de lugatçılar olarak tanınmıştır. Ancak nahiv ilminin ortaya çıktığı ilk zamanlarda
(I./VII. asır), konusu kelime türetilişi (iştikâk) olan sarf ilmi ayrı bir ilim olarak değil
nahiv ilmi içinde yer almaktaydı. Bu durum, Ebu Osman el-Mâzini’nin
(ö.249/863), Sibeveyhi’nin el-Kitab adlı eserinde dağınık halde yer alan sarf
konularını bir araya getirdiği et-Tasrif adlı eseri sarf alanında yazılan ilk eser olarak
ortaya çıkıncaya kadar sürmüştür49. Öte yandan nahiv anlamında kullanılan elArabiyye ve Ulûmu’l-arabiyye terimlerini ilk kullananlar da hicri dördüncü asır
âlimlerinden İbn Faris ve İbnü’n-Nedim (ö:385/995) olmuştur. Daha sonraları İbn
Haldûn (ö:808/1406) aynı anlamda el-Kavâninu’n-nahviyye terimini
kullanmıştır50. el- Ulûmu’l-arabiyye anlamına gelen İlmu’l-lisan ya da el-Ulumu’llisaniyye terimini kullanan ilk kişi Fârâbi (ö:339/950) olmuş, nahiv
çalışmalarındaki yöntemleri belirleyen ilim olan İlm-u usûli’n-nahvi müstakil bir
ilim olarak ortaya koyan ilk kişi de İbnü’l-Enbâri (ö:328/940) olmuştur. İbnu’lEnbâri ayrıca Ulûmu’l-edeb terimini nahiv, sarf, dil, nahiv usulü, aruz, kafiye, şiir
inşâdı, ahbâru’l-arab ve ensâbu’l-arab konularını içine alacak şekilde genişleterek
kullanmıştır51.
Aslında el-Arabiyye terimi başlangıçta şiirlerin nazmedildiği, hutbelerin irâd
edildiği, nesirlerin yazıldığı, Kur’ân-ı Kerim’in kendisiyle indiği Arap dili (Arapça)
anlamında, el-Lugat terimi de kelimelerin derlenerek anlamlarının verilmesi,
özellikle yapılarına ve anlamlarına pek aşina olunmayan (el-gârib) kelimelerin
manalarıyla birlikte bir araya getirilmesi anlamında kullanılmakta idi.
Nahiv ve lügat sözcüklerinin farklı anlamlarda kullanılmaları ve her bir
alanda uzmanlaşanların farklı adlarla anılmaları meselesi eski dilcilerce de
benimsenmiştir. İbnü’l-Enbâri şöyle der:
__________
49 Mahmud Fehmi Hicâzi, a.g.e, s.64.
50 Aynı eser, s.61-63.
51 Aynı eser, s.68-69.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 87
“Halil b. Ahmed’in arkadaşlarından dört tanesi öne
çıkmıştır. Bunlar Sibeveyhi, en-Nadr b. Şümeyl, Ali b. Nasr elCehdami ve Müerric es-Sedûsi’dir. Sibeveyhi nahivde, en-Nadr b.
Şümeyl lügatta, Müerric es-Sedûsi şiir ve lugatta, Ali b. Nasr elCehdami de hadiste tanınmıştır.”52
Suyûti de Abdullatif el- Bağdadi’nin (ö.1093/1682) şu sözlerini nakletmiştir:
“Dilcinin (lugatçının) görevi Arapların konuştuklarını
nakletmek, nahivcinin görevi de nakledilenler üzerinde tasarrufta
bulunmaktır. Bu ikisinin örneği fakih ile muhaddise benzer.
Muhaddis hadisleri olduğu gibi nakleder, fakih ise hadisler üzerinde
tasarrufta bulunur, yani onlardan hükümler çıkarır,fıkıh
meselelerinde kıyaslamalar yapar.”53
el-Luganın kapsamı sonraki dönemlerde daha da genişlemiş ve edebiyat,
edebiyat tarihi, metin, şiir, aruz, kafiye, belağat gibi Arapçaya dair diğer bir kısım
konuları da içine almıştır. Dilci de (eski adıyla lugatçı) bu ilimlerle meşgul olan kişi
manasında kullanılmıştır. Gerçi günümüzde dilin alanı dilbilim adıyla, onunla
ilgilenenler de dilbilimci adıyla anılır olmuştur.
Eskiden Arap diline ait diğer ilimlere karşılık nahiv ilminin ve onunla
ilgilenenlerin nahivci adıyla ayrı olarak anılmalarının en önemli sebeplerinden biri
sanırız Kur’ân-ı Kerim’in dili olan Arapçanın korunması uğruna gösterilen çabadır.
Ayrıca Araplara Cahiliye döneminden yüklü bir edebi miras intikal etmiştir. Onlar
bu edebi mirasın korunmasının dilin korunmasına bağlı olduğunu biliyorlardı.
Dilin korunması ise kurallarının öğrenilip uygulanmasıyla mümkündür. Daha
sonra ortaya çıkan tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi İslam dinine has dini bilimlerin
yanlışsız ve eksiksiz bir şekilde öğrenilmesi de yine büyük oranda nahve bağlı idi.
el-Ulûmu’l-arabiyye içinde nahve öncelik verilmesi Arapların bu ilme verdiği
önemi ve onun, öğrenilmesi zorunlu ilimlerden biri saydığını gösterir.
GÜNÜMÜZ DİLBİLİMİ VE ARAPLARDA DİLBİLİM KAVRAMI
Avrupada Linguistic, Linguistic Science ya da General Linguistic adlarıyla
bilinen bu bilim dalı Araplarda İlmulluga veya İlmullugati’l-âm, Türkçede ise
Dilbilim veya Genel Dilbilim adlarıyla bilinir.
Günümüzde tanındığı şekliyle dilbilim (İlmulluga) teriminin geçmişi oldukça
yenidir. 1800’lü yılların sonlarına doğru eski bir Hint dili olan Sanskritçe ile
Avrupa dilleri arasında bazı benzerlikler saptanınca dil çalışmalarına ağırlık verilmiş
ve günümüzde kullanıldığı şekliyle dilbilimin doğuşu sağlanmıştır. Ancak gerek
__________
52 İbnu’l-Enbâri, Ebu’l-Berakât Kemaleddin Abdurrahman b. Muhammed, Nüzhetü’l-elibbâ fi
tabakâti’l-üdebâ (thk.Muhammed Ebu’l- Fazl İbrahim) Dâru’n-nahda, Mısır tsz, s.24.
53 Suyûti, a.g.e, 1, 59.
__________________________________________________ 88 _____ Mahmut KAFES
dilbilimle ilgili çeşitli kavramları açıklayan terimlerde, gerekse doğrudan doğruya
dilbilim terimi üzerinde, bu konularla uğraşan çevreler arasında tam bir görüş
birliğinin bulunduğu söylenemez.
Günümüzdeki anlamıyla ilmullaga terimi Araplarda 1900’lü yılların
ortalarından itibaren tanınmaya başlanmıştır. O zamana kadar dil alanında
uzmanlaşmış kişilerin dil araştırmalarından anladıkları genellikle nahiv ve sarf
konuları üzerinde durmak, şerh ve haşiyeler yazmak, fasihçe, avamca, ta’rib, dahil
konularını araştırmak ve sözlük çalışmalarında bulunmaktan ibaretti. Bu konuların
tamamı Arapçayı ilgilendirmektedir. Hâlbuki batıda ilmulluga çalışmaları bütün
dilleri kapsamakta ve çalışmalarda belirlenen kurallar ve yöntemler her dile
uygulanmaktadır. Batıda dil, hayatın bir parçası ve sosyal bir aktivite olarak
görüldüğünden sosyoloji, psikoloji, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi pek çok alanla
da ilişkilendirilmiştir.
Batılılar dilbilimin amaçlarının şunlar olduğunu belirlemişlerdir:
a. Dilin gerçeğine, onu oluşturan elemanlara ve dayandığı kurallara
erişebilmek.
b. Değişik alanlarda ve toplumlarda dilin işlevlerinin neler olduğunu bilmek.
c. Dili oluşturan birimlerin yanı sıra dille ilişkisi bulunan sosyoloji, psikoloji,
tarih ve coğrafya gibi ilimlerle dilin ilişki derecesini bilmek.
d. Toplumlarda ve çağlarda yaşanan değişikliklere paralel olarak dilde
yaşanan değişikliklerin farkına varmak.
e. Dilin dayandığı ve esas aldığı kuralların neler olduğunu öğrenmek54.
Dilbilimin yukarıda belirtilen amaçlarını kavrayabilmek için dil
araştırmalarında bazı yöntemler belirlenmiştir. Bu yöntemler şunlardır:
1. Bilgi toplamak (62!D): Son dönemlerde, doğuda olsun batıda olsun
yaşayan ve ölü diller hakkında pek çok bilgi ve veri toplanmıştır. Örneğin dilin
kelimelerinde ve anlamlarında yaşanan değişiklikler konusunda çalışma yapmak
isteyen bir dilci konuyla ilgili ortaya konulmuş pek çok istatistiki bilgi ve
araştırmaya kolayca erişebilmektedir.
2. Karşılaştırma yapmak (
#2?): Çeşitli diller hakkında derlenmiş pek çok
bilgi ve belge birbirleriyle karşılaştırılarak diller arasındaki benzerlikler ve farklılıklar
kolayca belirlenebilmektedir.
3. Dilde yaşanan değişiklikleri göz önünde bulundurmak (
 g %1 !  #f!):
Dil; canlılar, hatta sosyal kurum ve kuruluşlar gibi değişik dönemlerden geçerek
kaçınılmaz sona doğru yol almakta ve yok oluncaya kadar insanların yaşadığı
çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemleri gibi çeşitli dönemleri yaşamaktadır. Öte
yandan dilin kuralları, uzun süren araştırmalardan ve yaşanan tecrübelerden sonra
__________
54 Ali Abdulvâhid Vâfi, İlmu’l-luga, s.16.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 89
belirlenmiş, kelimelerinin kullanımlarında ve anlamlandırmalarındaki değişiklikler
bu dönemlerde gerçekleşmiştir.
4. Dilin genel kurallarının oluşturulması (
"5  h2  i!!D): Dil de diğer
varlıklar gibi yaşamını sürdürebilmek için birtakım prensiplere boyun eğer.
Örneğin gramer kuralları dili hatalardan korumasına, vezin ve kafiye ile ilgili
kurallar da kaliteli ve olgun bir şiirin ortaya konulmasına yöneliktir55.
Dilbilimciler dili, dilin dışındaki ilimlerle olan ilişkisini de dikkate alarak
kapsamlı bir şekilde ele almışlar ve dil araştırmalarında genel kurallar
koymuşlardır. Öte yandan ilmullugayı çeşitli dallara ayırarak her bir dalın
ilgilendiği alanı belirlemişlerdir. Bu dallar şunlardır:
a. Tanımlayıcı İlmulluga (Discriptive Linguistic; 7 
 4 ): Bu dal dile
tanımlayıcı bir gözle bakar ve onu gerçekleriyle yüzleştirir. Ses, sözcük, gramer
yapısı vb. konularda dilin sahip olduğu düzeni ve işleyişi tanımayı ve tanıtmayı
amaçlar. Dili bir sesler manzumesi olarak gördüğünden yazı dilinden daha çok
konuşma diliyle ilgilenir. İlmullugati’l-vasfi bir dili, belli bir zaman ve mekân dilimi
içinde inceler.
b. Tarihsel İlmulluga (Historical Linguistic; 7I#! 
 4  N ): Son zamanlardaki
çalışmalar dilin sürekli değişim içinde olduğunu göstermiştir. Örneğin günümüz
İngilizi bundan sekiz dokuz asır önce yazılmış bir metni anlamada güçlük
çekmekte, ancak özel bir eğitimle bunun üstesinden gelebilmektedir. İşte tarihsel
ilmulluga, tarihi süreç içinde dilde yaşanan değişiklikleri konu alır.
c. Karşılaştırmalı İlmulluga (Comperative Linguistic; #2?
 4 ): Aynı dil
ailesine mensup diller arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları karşılaştıran bir daldır.
Karşılaştırmanın amacı, karşılaştırılan dillerin kaynağını, yani o dillerin aslı olan ilk
dili bulmaktır. Karşılaştırmada araştırmaya konu olan diller arası ilişkiler şunlardır:
Akrabalık İlişkileri (genetical relations;
, %/), kültürel ilişkiler (cultural relations;

32T %/), yapısal ya da şekilsel ilişkiler (typological relatians;
 ; 
0, %/).
Örneğin İngilizce ve Almanca kökleri bir olan Latinceye mensup olmaları sebebiyle
aralarında akrabalık ilişkileri vardır. Arapça ile Farsça ise aynı dil ailesine mensup
olmadıkları halde birbirleriyle olan temasları sayesinde aralarında kültürel bir bağ
kurulmuştur. Keza Arapça ile Sanskritçe kelime tasrifindeki benzerlikler, Çince ile
İngilizce kelime yapılarındaki benzerlikler nedeniyle yapısal ya da şekilsel bir ilişki
içindedirler.
d. Coğrafi İlmulluga ya da Lehçebilim (Linguistic Geography; g <
 4 
veya Dialectology; %j=  4 ): Coğrafi ve sosyal konuma göre dilin telaffuzunda,
dilbilgisi kurallarında, kelimelerin yapısında ve anlamında yaşanan değişiklikleri
konu alır.
e. Genel İlmulluga (General Linguistic; J5 
 4 ): Genel olarak dili
belirleyici ve açıklayıcı kuralları ve araştırma yöntemlerini ortaya koyan daldır.
__________
55 Muhammed el-Mübarek, Fıkhu’l-luga ve Hasâisu’l-arabiyye, Dâru’l-fikr, Beyrut 2000, s.30 vd.
__________________________________________________ 90 _____ Mahmut KAFES
Dilin bir insanlık gerçeği olduğu tartışma götürmemektedir. Ancak her
toplumun meramını anlatmada kullandığı dil farklıdır. Genel İlmulluga bu farklılığı
göz önüne alarak bazı nazariyeler (teorik bilgiler ve kurallar) ortaya koymuştur.
Bazıları ona, ortaya koyduğu nazariyeler sebebiyle nazari dilbilim (Theoretical
Linguistic; kl 
 4 ) adını vermiştir56.
__________
56 Muhammed Hasan Abdulaziz, a.g.e, s.151-155.
Fıkhulluga ve İlmulluga Terimlerinin Anlamları ____________________________________ 91
KAYNAKÇA
ABDULAZİZ, M. Hasan, (1992), Medhal ilâ İlmulluga, Kahire: Mektebetü’ş-şebab.
ABDUTTEVVÂB, Ramazan, (1996), el-Medhal ilâ ilmilluga ve menâhicu’l-bahsi’llugavi, Kahire: Mektebetü’l-hanci.
AKSAN, Doğan, (2000), Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Ankara: TDK.
BİŞR, Kemal, (1969), Dirâsât fi ilmi’l-luga, Mısır: Dâru’l-maarif.
CÜNDİ, eL-Enver, el-Fushâ Lugatu’l Kur’an, Beyrut: Dâru’l-kitabi’l-Lübnâni,
(tarihsiz).
FERİHA, Enis, (1973), Nazariyât fi’l-luga, Beyrut: Daru’l-kitabi’l-Lübnâni.
FERİHA, Enis, (1959), Muhâdarât fi’l-lehecât ve uslûbü dirâsatihâ, Beyrut:
Camia’t-düveli’l-arabiyye.
GENCAN, Tahir Nejat, (1983), Dilbilgisi, İstanbul: Kanaat Yayınları.
HİCÂZİ, Mahmud Fehmi, İlmullugati’l-arabiyye, Mısır: Dâru’l-garib, (tarihsiz).
İBN CİNNÎ, Ebul’l-Feth, Osman, el-Hasâis, (thk. M. Ali en-Neccar), Beyrut: Dâru’lKitabi’l-arabi, (tarihsiz).
İBN HALDUN, Abdurrahman b.Muhammed, Mukaddime, Beyrut: Dâru’lihyaittürâsi’l-arabi, (tarihsiz).
İBN MANZUR, Muhammed b. Mükerrem, Lisanu’l-arab, Beyrut: Dâr-u sâdır,
(tarihsiz).
JESPERSEN, Otto, (1964), Language, its Nature, Development and Origin,
Londra.
LYONS, John, (1983), Kurumsal Dilbilime Giriş, (çev. Ahmet Kocaman), Ankara:
TDK.
MU’CEMU’L-VASİT, (1973), Komisyon, Mısır: Dâru’l-maarif.
MÜBAREK, Muhammed, (2000), Fıkhulluga ve Hasâisu’l-arabiyye, Beyrut:
Dâru’l-fikr.
MÜBAREK, Zeki, (1957), en-Nakdu’l-fenni fi’l-karni’r-râbi, Beyrut: el-Matbaatu’tticariyye.
ÖZKIRIMLI, Atilla, (2001), Türk Dili Dil ve Anlatım, İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
RÂCİHÎ, AbduhFıkhu’l-luga fi’l-kutubi’l-arabiyye, Beyrut: Dâru’n-nahdati’larabiyye, (tarihsiz).
ROBINS, R.H., (1962), General Linguistics And Introductory Survey, Londra.
__________________________________________________ 92 _____ Mahmut KAFES
SÂLİH, Subhi, (1976), Dirâsât fi fıkhı’l-luga, Beyrut: Dâru’l-melâyin.
SA’RÂN, Mahmûd, (1963), İlmu’l-luga, Mısır: Dâru’l-maarif.
SUYÛTİ, Celâleddin Abdurrahman, (1987), el-Müzhir fi ulûmi’l-luga ve envaihâ,
(thk. M. Ahmed Cadelmevla ve diğerleri), Beyrut: el-Mektebetü’l-asrıyye.
TEMMÂM, Hasan, el-Usûl fi’l-luga, Beyrut: ed-Dâru’l-beyzâ, (tarihsiz).
TÜRKÇE SÖZLÜK, (1988), Ankara: TDK.
VÂFİ, Ali Abdulvâhid, (1984), İlmu’l-luga, Mısır: Dâru’n-nahda.
VÂFİ, Ali Abdulvâhid, (1973), Fıkhu’l-luga, Mısır: Dâru’n-nahda.
YÂKÛB, İmil Bedi, (1986), Fıkhullugati’l-arabiyye ve Hasâisuhâ, Beyrut: Dâru’lilm lilmelâyin.

Konular