MOLLA MUHAMMED ZİVİNGİ VE İLMİ KİŞİLİĞİ

Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
104
MOLLA MUHAMMED ZİVİNGİ VE İLMİ KİŞİLİĞİ
Abdulhadi Timurtaş1
Özet
Zivingî, Cumhuriyet döneminde Siirt’in en önde gelen ve her taraftan öğrencilerin
kendisine akın ettiği medrese hocalarındandır. Çok sayıda öğrenci yetiştirmiş olan bu zatın,
bölgedeki ilim çevrelerinde ve halk nezdinde büyük bir yeri vardır. İlim çevrelerindeki
ihtilaflar onda çözülür ve halk arasındaki münakaşa, dava ve anlaşmazlıklar kendisine arz
edilirdi. Medresesi İslamî ilimler merkezi olmasının yanı sıra tıpkı bir adliye sarayı gibi akın
eden davalı ve davacıları ağırlıyordu ve bir fetva merkezi gibi fetva isteyenleri tatmin edici
fetvalarla dertlerine çare buluyordu.
Makalemizde böyle bir zatın hayatını, düşüncelerini ve mücadelesini ele almaya
çalışacağız.
Anahtar Sözcükler
Medrese, eğitim, fetva, dava ve tasavvuf.
Abstract
Zivingî is one of the most foremost teacher whom students from everywhere surged
towards during Republic era. This person, who educated thousands of students, has a special
place in scholarly circle’s and public’s heart. The disputes in scholar circles were solved by
him and the disagreements, cases and incompatibilities in public matters was presented to
him. Besides his medresseh’s being an Islamic science center, also was like a courthouse and
was serving the plaintiffs and defandats who surged to there, and like a fatwa center was
giving satisfiying fatwas who demanded.
In our article we are going to consider the life, thoughts and struggle of a such person.
Key words.
Medresseh, education, fatwa, mistisizim and lawsuit.
Zivingî, Cumhuriyet döneminde Siirt’in en önde gelen ve her taraftan öğrencilerin
kendisine akın ettiği medrese hocalarındandır. Çok sayıda öğrenci yetiştirmiş olan bu zatın,
bölgedeki ilim çevrelerinde ve halk nezdinde büyük bir yeri vardır. İlim çevrelerindeki
ihtilaflar onda çözülür ve halk arasındaki münakaşa, dava ve anlaşmazlıklar kendisine arz
edilirdi. Medresesi İslamî ilimler merkezi olmasının yanı sıra tıpkı bir adliye sarayı gibi akın
eden davalı ve davacıları ağırlıyordu ve bir fetva merkezi gibi fetva isteyenleri tatmin edici
fetvalarla dertlerine çare buluyordu.
Zivingî’nin altmış yılı aşkın tedris hayatına dair, düşünce ve ilmine yönelik elimizde
yazılı bir belgenin olmaması çalışmamızı oldukça zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin dört yanına
dağılan öğrencilerinin tümüne ulaşmak da imkânsızdır. Bu yüzden hâla yaşayan
öğrencilerinden önemli bir kısmına ulaşmaya gayret ettik; kimisiyle şifahi, kimisiyle telefonla
kimisiyle de mektup ve e-mail yoluyla görüşmeler gerçekleştirdik. Ayrıca Siirt, Batman ve
Van’da bulunan yakınlarını ve çocuklarını ziyaret ettik. Öğrencilerinden Salih Çakay,
Abdullah Yardak ve muhterem hocam Hattap Eren’den, hocalarına dair bildiklerini, onaryirmişer sayfalar halinde el yazılarını aldık. Bunların yanı sıra Zivingi’nin oğlu Abdulğafur
1 Yüz. Yıl Üniv. İMYO. Öğr. Gör. atimurtas@yyu.edu.tr
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
105
Turhan’ın yıllar önce babasının hayatına dair Arapça olarak kaleme aldığı beş sayfalık bir
müsveddeyi esas aldık. 2
Molla Muhammed Zivingî Kimdir?
Molla Muhammed, bu günkü idarî yapılanmaya göre Şırnak ilinin Güçlü Konak
ilçesine bağlı Ağaçyurdu/Zivinga Şıkaka köyünde yaklaşık olarak 1876 yılında doğdu. İlmî
bir gelenek sürdüren ailesi 24 babaya kadar İslam âlimi idiler.
Henüz sekiz yaşında iken babası Molla Tahir’i kaybeden Zivingî’yi, annesinin de
gidip yeniden evlenmesiyle babasının öğrencilerinden Şeyh Hasan Findikî3 yanına alır ve
kendi evinde bir evladı gibi ona bakar ve kendi medresesinde onu eğitir. Burada birkaç yıl
kaldıktan sonra bazı öğrenci arkadaşlarıyla Cizre’ye gider ve orada yaklaşık bir yıl kalır.
Burada babasının öğrencilerinden biriyle tanışır ve onun tavsiyesi üzerine, annesinin de
onayını aldıktan sonra Tanzıh Medrese’sinin müderrisi olan meşhur Bediüzzaman Said
Nursî’nin amcası ve aynı zamanda Molla Muhammed’in babası Molla Tahir’den icazet alan
Molla Muhammed’in yanına gider. Burada uzun bir süre kaldıktan sonra hocası, Molla
Muhammed’i de yanına alarak memleketi Hizan’a gider. Burada öğrenciler arasında Molla
Muhammed-i Bûtî veya Yetim Muhammed olarak tanınır, zekâ ve çalışkanlığıyla şöhret
bulur.
Molla Abdulğafur’un bildirdiğine göre Molla Muhammed burada bir tek medresede
okumamış Hizan medreselerini dolaşmış ve birçoğunda eğitim görmüştür. Aynı zamanda
Norşin’e4 gitmiş ve burada da uzun süre okumuştur.
Medresede belli bir düzeye gelen öğrenciler hem stajerlik hem de bazı maddi
ihtiyaçlarını temin etmek için Ramazan ayında imamı bulunmayan köylere gider imamlık
yaparlardı. Bu vesileyle Molla Muhammed de Beşiri’nin bir köyüne gider ve orada Ramazan
ayında imamlık yapar. Bu köyde çetin bir kış mevsimini geçirmek zorunda kalan Molla
Muhammed, burada ilginç bir adamla karşılaşır. Yabancı olduğu her halinden belli olan bir
adam camiye gelir. Abdest alıp camiye gireceği sırada ayağı kayar ve yere düşer. Durumu
fark eden Molla Muhammed hemen koşar ve elinden tutup içeri alır. Yaşlı adam camiye girip
namaz kıldıktan sonra Molla Muhammed’i çağırır, durumunu ve kim olduğunu sorar ve
“Senin bu iyiliğinin karşılığını vereceğim” der. Bu esnada Molla Muhammed de “Bana dua
etmekten başka ne mükâfat verebilir ki” diye kendi kendine söylenir. Sonra yaşlı adam ona
“Silvan civarında Molla İbrahim Kenanî5 diye büyük bir müderris var. Sen onun yanına git
geri kalan eğitimini onda gör” der ve oradan ayrılıp gider.
Bundan sonra Zivingî sabredemez ve yaşlı adamın bahsettiği Molla İbrahim’i aramaya
başlar ve sonunda onu bulup öğrencileri arasına katılır. Molla Muhammed’in en çok sevdiği,
ilmine ve ahlâkına hayran kaldığı hocası bu zat olur. Sahip olduğu ahlak ve kişiliğini bu
hocasına ve sık sık hocasının yanına gelen değerli dostu Şeyh Abdurrahman el-Aktepî’ye6
2
Bunun için kendilerine minnettarım. Zikri geçen bu zatların kendi elleriyle ve büyük bir aşkla yazdıkları notları
bir belge olarak kabul edip arşivimde muhafaza edeceğim.
3
Bu zat medrese eğitimini Molla Muhammed’in babası Molla Tahir’de tamamlamış ve ondan icazetini almıştır.
Eruh’un Fındık nahiyesinde medrese hizmetlerini yürütmüş ve 1931 de Fındık’ta vefat etmiştir.
4
Norşin bu günkü Bitlis ilinin Güroymak ilçesinin yaygın olan adıdır. Eskiden beri burada medrese eğitiminin
yanı sıra Nakşibendî Tarikatı usulüne göre irşat faaliyetleri yürütülmektedir.
5
Bölgede hâkimiyet süren Zilan şeyhlerine karşı çıktığı için kimse onu köylerinde barındırmaya cesaret
etmiyordu. Nihayet Akuba köyündeki bir keşiş onu kendi köyüne alır ve yardım etmek ister. Fakat maddi
durumu pekiyi olmadığı için bölgede otorite sahibi olan bir ağaya durumu arz eder. Ağa da bizim âlimlerimize
bir keşiş sahip çıkacak kadar aciz mi kaldık diyerek kendini yadırgar ve Molla İbrahim’i yanına alır, onu
şeyhlere karşı destekler. Doğrusu her ne kadar sorup araştırdıysam da Molla İbrahim Kenani hakkında bundan
fazla bilgiye ulaşma imkânını bulamadım. Korkarım o da memleketimizin yetiştirdiği emsali birçok değerli âlim
gibi tarihin karanlık sayfaları arasında kaybolup nisyan âlemine karışacaktır.
6
Şeyh Abdurrahman el-Aktepî, Şemsuddin er-Ruhî diye bilinir. Meşhur Şeyh Hasan en-Nüranî al-Halidî’nin
oğludur. Hicri 1270 yılında Diyarbakır’ın Çınar ilçesinin Aktepe köyünde doğmuştur. Babası Nakşibendî
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
106
borçlu olduğunu söyler. Yaklaşık beş yıl bu hocasından Sinan Köyünde okur ve
icazetnamesini Usamuddin-i Sani diye nitelendirdiği bu hocasından alır ve tekrar
memleketine döner. Atalarının tedrisat yaptığı Ağaçyurdu/Zıvıngaşikaka köyündeki Şeyh
Davud Medresesine döner ve Koçtepe/Heste köyünde yaptığı bir yıllık müderrislik hayatını
bir tarafa bırakırsak bundan sonraki hayatını tamamıyla bir mağaradan ibaret olan Şeyh
Davud Medresesinde öğrenci yetiştirmek ve çiftçilik yapmakla geçirir. Abdurrakip Yusuf’un
Botan müderrislerinin piri diye nitelendirdiği7 Molla Muhammed, arkasında misyonunu
sürdürecek binlerce talebe bıraktıktan sonra 03.08.1971 tarihinde tedavi gördüğü Ankara’da
rızasını kazanması uğruna mücadele verdiği Rabbine kavuşur.
Hayatında olduğu gibi öldükten sonra da kimsenin rahatsız olmasını istemedi ve 90
yılı aşkın havasını teneffüs ettiği toprağıyla, taşıyla, ağaçlarıyla, dağ ve vadileriyle adeta
birleştiği köyü yerine öldüğü yerde defnedilmesini vasiyet etti. Nitekim vasiyeti
doğrultusunda Ankara’da Karşıyaka Mezarlığında defnedildi.
MOLLA MUHAMMED’İN SOSYAL HAYATI
Molla Muhammed, bir müderris, bir çiftçi ve aynı zamanda bölgede kendisine
davaların getirildiği tek merci idi. O, halk ile iç içe yaşardı. Onlardan biriydi. Misafirperver,
mert, yiğit, nükteci ve aynı zamanda heybetli biri idi. Giyimi kuşamı gayet sade, yaşantısı da
çok basit idi. Fakat buna rağmen bütün bölge ona muhtaçtı, ağzından çıkan her kelime bölge
halkı arasında bir kanun gibiydi, fetvalarına itiraz edilmezdi. Gün gelirdi bölgede tüm maddi
gücü ellerinde bulunduran ağalar dahi kimi sorunlarının çözümü için kendisine müracaat
ederlerdi. Akranı sayılan ulema arkadaşları arasında temayüz ettiği sosyal hayatını şöyle bir
tasnife tabi tutmamız mümkündür:
a-Bir Çiftçi Olarak Molla Muhammed
Molla Muhammed’in geçimini sağlamada izlediği yol, akranı olan âlim ve medrese
hocalarından farklıydı. Akranları genelde geçimlerini halkın kendilerine verdiği zekât, sadaka
ve fitrelerle temin ederlerken, Molla Muhammed bunu tasvip etmemiş ve bu konuda sıradan
bir köylü gibi geçimini çiftçilikle sağlamaya çalışmıştır. Hiç kimseden sadaka, zekât, ıskat ve
fitre almadığı gibi kendi ektiği tarlaların, bahçelerin gelirinden zekât verirdi. Tarlalarını kendi
sürer, eker ve biçerdi. Yani geçimini kendi elinin ektiğinden temin ederdi.
Zivingî geçimini temin etmek için bu işlere girerken hiç kimseden çekinmez ve yaptığı
işi kerih de görmezdi. Böylece Molla Muhammed, içinde yaşadığı toplumda iki ayrı kimliğe
sahipti; kendisini tedrisata ve ilme vakfeden âlim, fakih ve müderrislik kimliği, diğeri ise
çiftçi kimliği.
Müslüman âlimlerinin biyografilerini hatırlamaya çalışırsak çoğunda mükemmelliğin
bir tezahürü olan bu gerçeği göreceğiz. İslam dünyasında menkıbeleri anlatılan, her yer ve
zamanda kendilerinden övgüyle bahsedilen âlimlerin çoğunun bir mesleği, ziraat veya ticaret
gibi bir uğraşısı vardı. Onlar rızklarını alın terleriyle kazanıyorlardı.8
Zivingî, ilmi görevlerin ve maişeti sağlayan görevlerin âlimin yapısıyla ve
davranışlarıyla paralel ve uyumlu bir şekilde yürüyeceğine inanıyor ve kendisi de bunu doğal
Tarikatının önde gelen şahsiyetlerindendir. Şeyh Abdurrahman, eğitimini bölge âlimlerinden almıştır. Âlim ve
edip olan Aktepî, babasının vefatından sonra âdet olduğu üzere babasının tarikat görevini yürütmeyi kabul
etmemiş, ilimle uğraşmayı ve tedrisat görevini sürdürmeyi tercih etmiştir. Aynı zamanda telifle de uğraşmıştır.
el-Aktepî’nin şu eserleri bulunmaktadır: Ravdü’n-Naîm(Miraç ve Peygamber natına dair manzum bir eserdir),
el-İbrîz fi İsbati’l-Kidemi li’l-Kitabi’l-Azîz, Keşfü’z-Zalam fi Akâidi Firaki’l-İslam. 1320/1910 yılında Aktepe
köyünde vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.
7
Bkz. ez-Zivingî, Yusuf b. El-Hac Hasan, el-Fıkhu’l-İslamî, Dar Havser, Erbîl, 2005, c.2, s.315(Abdurrakip
Yusuf’un babasına dair yazdığı biyografi)
8
Bkz. el-Bûtî, Muhammed Said Ramazan, Haza Validî, Darü’l-Fikr, Dımışk, 1998, s. 41–42.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
107
bir şekilde hiç sıkılmadan büyük bir aşkla yaşıyordu. Dini ve ilmi alet ederek halktan
maddiyat elde edenlerden nefret ediyordu.
Molla Muhammed özgürlük aşığıydı. Kimsenin güdümünde kalmak istemiyordu.
Bunun için bunca sıkıntılara katlanıyordu. Oysa her taraftan kendisine maddi bakımından çok
cazip teklifler geliyordu. Başta Cizre şeyhi Şeyh Muhammed Said Seyda9 olmak üzere
bölgede birçok şeyh ve ağa onu yanlarına davet edip kendisine rahat bir yaşam sağlayacakları
vadinde bulunurdu. Hatta Zivingî’nin torunu Siraceddin Kayran’ın anlattığına göre Cizre
şeyhlerinden Şeyh Kadri Efendi Molla Muhammed’e “Gel benim medresemde müderrislik
yap malımın yarısını sana veririm” teklifinde bulunmuştur. Fakat Üstad bunu da reddetmiştir.
Reddetmesinin sebebini de şöyle açıklamıştır: “Onlar benden yapamayacağım bir şeyi
istediklerinde yapmazsam kendileriyle anlaşamam, yaparsam bu defa kendimle çelişir ve
kendime olan güvenimi kaybederim. Bu yüzden buradaki sıkıntı ve meşakkati oradaki
rahatlığa tercih ediyorum.”
Zivingî zamanını ikiye bölerdi yarısını tarla, bahçe ve arazilerinde çalışarak, diğer
yarısını da medresede öğrencilerine ders vererek geçirirdi. Ancak işin çok olduğu zamanlarda
öğrenciler medreseden ayrılır, tarlaya gider, derslerini orada alırlardı. Elbette bu, gelir
bakımından onun gün boyunca tarlalarında çalışan diğer köylülerden geride kalmasına sebep
oluyordu. Ancak buna rağmen o, köyde gönüllü bir müderris olduğu gibi köy muhtarının da
ötesinde bir otoriteye sahipti. Dışarıdan gelen misafirler Molla Muhammed’e konuk olurlardı.
Kaymakam, hâkim ve savcı gibi devletin resmi yetkilileri de köye geldiklerinde Zivingî’ye
misafir olurlardı.
Zivingî, hayatını oldukça zor ve sıkıntılı bir yaşam içinde sürdürdü. Bölgede akranları
arasında onun gibi bir hayat tarzını benimseyen; yani geçimini kendi ektikleriyle sağlayan bir
tek kişiyi biliriz o da Molla Muhammed’in köyüne yakın bir köyde yine tedrisat yapan ve
daha sonra Şam’a hicret eden önemli arkadaşlarından Molla Ramazan el-Bûtî’dir. Molla
Ramazan da tıpkı dostu Molla Muhammed gibi yaşadığı Yağmurkuyusu köyünde bir yandan
tarlada ve bahçede çalışırken diğer yandan öğrenci yetiştirir, kimseden zekât ve sadaka
almazdı.10
b-Molla Muhammed’in Kendisine Getirilen Davalara Bakma Yöntemi
Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşayanlar, genel olarak karşılaştıkları sorunlarını
sahip oldukları inanç gereği, dinî adalet çerçevesinde halledilmesini istiyorlardı. Bu yüzden
karşılaştıkları sorunlarını ilk başta ilmine ve ahlakına güvendikleri âlimlere arz ederlerdi.
Âlimlerden aldıkları cevaba göre resmi makamlara müracaat etmeye gerek kalmadan
sorunlarını çözerlerdi. Âlimler bu tür davalara gönüllü ve karşılıksız olarak bakarlardı. Hatta
bunu namaz kılmak, oruç tutmak gibi dini bir görev olarak bilirlerdi. Bu çerçevede halkın,
Siirt ve çevresinde ilmiyle, ahlakıyla ve adaletiyle şöhret bulan Molla Muhammed’e sonsuz
güvenleri vardı ve sorunlarını hep ona arz ederlerdi.
Molla Muhammed, bir dava veya anlaşmazlığın çözülmesi için kendisine gelen
insanların beraberinde getirdikleri hediyeleri kesinlikle kabul etmezdi. Getirdikleri hediyeleri
kendilerine iade ederdi.
9
Şeyh Muhammed Said Seyda, 1889 yılında Cizre’de doğdu. Eğitimini bölgedeki medreselerde tamamladı.
Erken yaşta tedrisata başladı. Kırk yaşında iken şeyhi Şeyh Muhammed Nürî’den irşat iznini aldı ve şeyhinin
vefatından sonra bölgedeki irşat faaliyetlerini yürütmeye başladı. İrşat faaliyetlerinin yanı sıra binlerce ilim
talebesini yetiştirdi. 1968 yılında vefat eden Şeyh Seyda’nın şu eserleri bulunur: ed-Dabita fi’r-Rabita, et-Te’lif
fi’t-Te’lif, et-Tasavvuf, Manzumeler, Tenbihü’l-Müsterşidîn, el-Mecmeu’s-Sağir. Şeyh Seyda’nın vefatından
sonra irşat ve ilim faaliyetlerini oğlu merhum Şeyh Muhammed Nurullah yürüttü. 1984 yılında elim bir trafik
kazsında Allah’ın rahmetine kavuşunca ailedeki bu geleneği kardeş Şeyh Ömer Faruk sürdürmeye başladı. Hâlen
Cizre’de ve kısmen İstanbul’da bu faaliyetlerini sürdürmektedir.
10
Molla Ramazan’ın hayatı, düşünceleri ve mücadelesi için bkz. el-Bûtî, Haza Validî, Darü’l-Fikr, Dımışk,
1998.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
108
Öğrencilerinin bildirdiklerine göre haftada en az üç veya dört dava gelirdi. Bu
davaların mahiyet ve konusu itibariyle genelde kız kaçırma, evlilik, boşanma ve miras gibi
aile hukuku ile arazi anlaşmazlıkları ve adi kavgalar teşkil ediyordu.
Kendisine getirilen şer’î davaları dinlerken bu günkü modern mahkemelerde dahi
benzerine rastlanamayan modern bir usul takip ederdi; yetişmiş asistan durumunda olan
talebelerini çağırır yanında oturturdu. Dava ve şahitlerinin, davalı ve şahitlerinin ifadelerini
dinler ve verilen ifadeleri öğrencilerine yazdırırdı. Sonra talebelerine araştırması gereken fıkıh
kitapları ve konu ile ilgili bölümleri, kitap ismini, sayfalarını; hatta sayfadaki yerini işaret
ederek araştırmalarını emrederdi. Aynı celsede yapılan araştırmaları değerlendirir ve konuyu
talebeleriyle müzakere ederdi. Bütün talebeleri ikna oluncaya kadar araştırma ve münazaraları
devam ederdi. Talebelerin tümü Seyda’yla birlikte bir netice üzerinde mutabakata varınca
kararını öğrencilerinden birine yazdırır kontrol ettikten sonra altına Hadimu’l-ilm Muhammed
ez-Zivingî eş-Şikakî kimi zaman da hocası Molla İbrahim Kenanî’ye nispeten Hadimü’lKenanî diye yazar ve imzalardı. Arapça yazdığı nüshanın birisini davacıya ve birisini de
davalıya verirdi. Fakat ne yazık ki kendi yanında hiçbir nüsha bırakmadığı için şu an bu
belgelere ulaşma imkânına sahip değiliz.
Verilen hüküm bir kişi tarafından değil, iştirak eden bütün talebeleriyle birlikte
verilmiş olurdu. Böylece verilmiş hüküm hem sağlam olurdu hem de talebeler şer’î davalara
bakma usulünü öğrenmiş olurlardı. Bir ihtisas oluşuyordu. Bundan dolayı verdiği hüküm ve
fetvalara itiraz yapılmaz; bilakis herkes tarafından kabul görürdü.
Üstadın önemli bir yöntemi şudur ki ister dava olsun, ister fetva olsun kendisine
durumunu arz eden herkese hükmü ve fetvayı şifahi olarak anlattığı gibi mutlaka bir kâğıda
yazar ve taraflara birer nüsha verirdi.
Üstad mümkün olduğu kadar anlaşmazlıkları örfi olarak çözmeye çalışırdı. Zira
başvurduğu kaynaklar birçok sorunu çözmek için yeterli değildi. Halk da kendisine güvendiği
için hükmüne rıza gösterirdi. Ancak tarafların ısrarı ve meselenin hassasiyeti üzerine davayı
İslam fıkhı çerçevesinde değerlendirir ve bu durumda yukarıda işaret ettiğimiz şekliyle tam
bir kadı edasıyla meseleyi ele alırdı.
Üstad fetva vermede katı davranmazdı. Bu bağlamda gerektiğinde Şafii mezhebinin
dışındaki mezheplere müracaat eder ve kimi zaman en zayıf görüşü de itibara alırdı. Üstad’ın
öğrencilerinden Prof. Dr. Abdulkerim Ünalan şöyle der:
“Her zaman halka en kolay gelecek fetvaları verirdi. Sorulan sorunun cevabı, soranın
aleyhine ise, belki lehine fetva verilecek bir soru sorar diye soruyu tekrarlatır ve soranı da,
kopya verircesine yönlendirirdi.”
Fetvalarında, helal harama çok karıştığı zaman (“ ) إذا ضاق الأمر إتسعİşler daraldığı
zaman genişler” kaidesi mucibince meselenin helal olmasına hükmederdi.
Davalarda zaman aşımı söz konusu olduğu zaman asgari sınır olarak 15 yılı kabul
ediyordu ve bu doğrultuda davaları düşürüyordu.
Zivingî’nin şer’i meselelerde başvurduğu kaynakların başında Şafii fıkhının temel
kaynaklarından biri olan Şihabüddin Ahmed b. Hacar el-Heytemî’nin (ö. 974 h.) Tuhfetü’lMuhtac fi Şerhi’l-Minhac adlı eseri gelmektedir. Zivingî’nin bununla birlikte şer’i
meselelerde başvurduğu diğer kaynaklar şunlardır:
a-Şeyh İbrahîm el-Bâcurî’nin Haşiyetün Ala Şerhi’l-Allâme İbn Qâsim el-Ğizzî Ala
Metni Ebi Şucâ’.
b-Seyyid Ebu Bekir el-Meşhũr bi’s-Seyyidi’l-Bekrî’nin İânetü’t-Tâlibîn Ala Helli
Elfâzi Fethi’l-Muîn
c-Muhemmed Hatîb eş-Şirbînî’nin Muğnî’l-Muhtâc İlâ Me’rifeti Meâni Elfâzi’lMinhâc.
Üstadın büyük oğlu Molla Talha’nın anlattığına göre, Güçlükonak/Basa köyünden
(henüz ilçe olmamıştı) bir adam bir kadınla evlenir, akabinde biri bunların süt kardeş
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
109
olduklarını iddia eder ve mesele Zivingî’ye götürülür. Zivingî, iddia sahibine bunu nasıl
gördüğünü sorar o da “Ben kendi gözlerimle annesinin memelerinden süt içtiğini gördüm”
der. Zivingî, tekrar sorar; “Gerçekten ağzını annesinin memelerinde gördün mü?” Yine “evet
gözlerimle defalarca gördüm” der. Bunun üzerine Zivingî, “Senin ne işin vardı, gidip elalemin
memelerine bakıyordun, git sen fasıksın, şahitliğin kabul olmaz.” dedi. Evli çiftlere de “Gidin
nikâhınız geçerlidir. Yolunuz açık olsun” dedi.
Üstad, bölgede başka âlimler tarafından verilen yanlış fetvalara anında müdahale eder
ve fetvayı veren kişiyi rencide etmeden mektupla veya bizzat görüşerek düzeltmesini isterdi.
Buna örnek olarak muhterem hocam Hattap Eren şöyle söyler:
“Cizre Şeyhi Şeyh M. Said Seyda, Üstad’a çok saygı duyardı. Bununla birlikte bazı
fıkhi konularda mektuplaşarak ateşli münazaralara girerlerdi. Münazara konusu olan her hangi
bir meselede Üstad’ın yenilgiye uğradığı görülmemiştir. Şeyh Seyda’nın, “Yetim çocukları
bulunan bir aileye misafir olunmaz ve onların yemeği yenilmez haramdır” şeklindeki
fetvasına karşılık Üstad, “O ailede buluğ çağına ermiş ve kendi çabasıyla kazanç elde edecek
birileri varsa ihtiyaç nispetinde o eve misafir olunur, yemekleri de yenilir” diye karşı fetva
verir. Bunun üzerine Şeyh’in bazı cahil müritleri ustada sü-i zanda bulunmaya çalışmışlardır.
O sırada Şeyh’in yaptırdığı Serdahl camii inşaatı için müritler yardım toplamak amacıyla bir
köyden, satılıp camiye sarf etmek üzere çok sayıda koyun ve keçi toplamışlardı. Hemen bütün
köy halkı bütçesine göre iştirak etmişti. O köyde o sene ölen ve aralarında buluğ çağının
altında olan birkaç yetimi bulunan bir aileden de bilmeyerek birkaç kuyun kabul etmişlerdi. O
sırada köylünün birisi Üstadı ziyaret eder ve bütün köyün Şeyh Seyda’ya yaptıkları yardımı
dile getirir. Yetimi sahibi ailenin dahi bir kaç koyun yardım ettiğini söyler.
Bunun üzerine Üstad, Şeyh Seyda’ya bir mektup yazarak durumu şöyle dile getirir:
“Eğer duyduğum doğru ise, sizin falanca köyden falan yetimli aileden almış
olduğunuz koyunların parasıyla inşa ettiğiniz camiyi, kendi fetvanıza göre haram mal ile inşa
etmişsiniz. Bunun için yıkıp yeni baştan inşa etmeniz, ya da yetimli aileden almış olduğunuz
koyunları sattığınız kişilerden aynısını geri alıp yetimlere iade etmeniz gerekir. Aksi takdirde
haram mal ile inşa edilen camide ibadet caiz değildir.”
Mektubu götüren elçinin dediğine göre Şeyh Efendi mektubu etrafındaki kalabalık
âlim topluluğa okur ve görüş ister. O toplumda aksi cevap veren olmadığından Şeyh Seyda,
etrafındaki âlimlere:
“Bizler bu ilim camüsuna karşı koyamayız” şeklindeki meşhur sözünü söyler ve
Üstad’ın fetvasını kabul eder."
Üstad şer’i meselelerde sadece Siirt bölgesinde değil Diyarbakır, Bitlis, Mardin ve
Cizre bölgelerinde de tek merci olarak sayılıyordu. Hatta dönemin Eruh hâkimi kendisine
hiçbir davanın gelmediğini itiraf ederek Molla Muhammed’e teşekkür mahiyetinde şöyle der:
“Allah Molla Muhammed’den razı olsun bana bir iş bırakmamıştır. Mahkemenin kapısına
kilit vurup gitsem gam yemem.”
c-Halk Arasında Meydana Gelen Anlaşmazlıklara Karşı Hassasiyeti
Eskiden beri ulema, içinde yaşadıkları toplum arasında meydana gelen anlaşmazlıklara
karşı hassas olmaya çalışmışlardır. Ulemaya karşı saygılı olan halkımız da, genelde onların
barış ve huzur çağrılarına kulak vermiştir.11
Molla Muhammed de bu şekilde köyün ve bölgenin bütün anlaşmazlıklarına müdahale
eder, mutlaka sulhla çözüme kavuştururdu. Anlaşmazlıkları çözmek için uzun mesafeler kat
ederdi. Öğrencisi Prof. Dr. Abdülkerim Ünalan, Üstad’ın bu amaçla katır sırtında bir iki
günlük yol kat ederek uzaklara gittiğine şahit olduğunu belirtir. Bölgede ağırlığı olduğundan
sözüne itimad edilir ve böylece anlaşmazlıklar derhal çözülürdü.
11
Bkz. Candan, Abddulcelil, Ulemanın Gücü, Ahenk Yayınları, Van, 2003, s. 183–134.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
110
Örneğin, bölgenin tanınmış ve çok etkili olan aynı zamanda bölgeye zamanında hâkim
olan bir ağanın oğlunun nişanlısı, başkaları tarafından kaçırılır ve nikâhı kıyılır. Adam
Üstad’a müracaat eder, durumun hal edilmesini ister, aksi takdirde meselenin kanla
çözüleceğini söyler. Üstad iki aşiret arasında kan dökülmemesi için bir talebesini alır kız
kaçıran tarafa gider ve onları bir gecede ikna eder. Daha sonra Cizre müftüsü meşhur Molla
Mahmud’a12 müracaat eder ve durumu kendisine anlatır. Müftü Bey’in de desteğiyle Molla
Muhammed, dini nikâhı kıyan imamı çağırtır ve kendisine nasıl bir nikâh kıydığını sorar.
“Hanefi mezhebine göre velisiz kıydığını” söyler. Üstad bu meseledeki Hanefi mezhebinin
görüşlerini sorar. İmamın bu konuda cahil olduğunu öğrenince nikâhı fesheder ve kızı
sahiplerine vererek büyük bir katliama engel olur.
Üstad kimden gelirse ve kime yapılırsa yapılsın kesinlikle haksızlığa karşı sessiz
kalmazdı. Yapılan haksızlıklara hem sözle hem fiilen, müdahale edip bertaraf etmeye
çalışırdı. Nitekim şu olay onun bu konuda ne kadar cesaretli olduğunu göstermektedir:
Bölgede resmi yetkililerden saklanan bir eşkıya varmış. Bölgede inanılmaz haksızlık yapan bu
adamın dul bir kadını da rahatsız ettiği söyleniyormuş. Bunu duyan Molla Muhammed
eşkıyayı bu yaptıklarından vazgeçmediği takdirde kendisini karşısında bulacağını söyleyerek
tehdit etti. Bunun üzerine eşkıya da kendisine haber gönderir ve der ki “Eğer sen benimle
uğraşmaktan vazgeçmezsen sana çok zarar veririm, arazilerini ve bahçelerini yakarım.”
Bunun üzerine köylüler Üstad’a bu şirretli kişiden vazgeçmesini isterler. Ancak Üstad kabul
etmez ve “Elinden geleni yapsın benim korkum yoktur” der.
Yine öğrencilerinin bildirdiklerine göre bir aşiret ağası olan Ömer Temer’in bazı
adamları bir gece Ziving’e gelip köylülerin hayvan sürülerini peşlerine alıp götürürler. Haber
köye ulaşır ulaşmaz Molla Muhammed, götürülen sürünün, zaman zaman kendisine karşı
saygısızlık yapan bir köylüye ait olduğu halde hemen çetenin peşine düşer ve herkesten önce
onlara yetişip önlerini keser. Güzel bir üslupla sürüyü kendisine teslim etmelerini ister. Ancak
tehdit ve hakaretle karşılaşınca yanına aldığı tüfeğini onlara doğrultur ve bir iki mermiyi
havaya sıkarak onlarla çatışmaya girer. Onlardan birisi “Ben Ömer Temer’in yaveriyim, kan
dökülmeden sürüyü teslim etmem” der. Molla Muhammed de “Ben de Ömer Temer’in
babasıyım, ben burada can vermeden sürüyü götüremezsiniz” der. Bu arada karanlık çökmüş
ve birbirlerini fark etmeleri neredeyse imkânsızdır. Çakan bir şimşeğin etrafı aydınlatmasıyla
Molla Muhammed onlardan birisini görür ve ateş ederek yaralar. Bunun üzerine çete yaralı
arkadaşlarını bırakıp kaçar. Molla Muhammed sürüyü köye yönlendirdikten sonra yaralıyı
alıp evine getirir ve tedavisini yaptırır. Tamamıyla iyileşince ona birtakım hediyeler vererek
gönderir. Adam, Ömer Temer’e gider ve durumu tüm ayrıntılarıyla ona anlatır. Bunun üzerine
ağa gelir Seyda’dan özür diler.
Molla Muhammed kesinlikle taraf tutmazdı. Zaten halkın ona bu yoğun teveccühü de
bundandı. Üstad’ın torunlarından Siraceddin Kayran’ın bildirdiğine göre Dargeçit’te yaşayan
Hıristiyan bir aile ile Müslüman bir aile arasında bir bağ konusunda anlaşmazlık çıkar. Bunun
üzerine her iki aile Molla Muhammed’e gelir. Molla Muhammed her iki tarafı şahitleriyle
birlikte dinledikten sonra Hıristiyan aileyi haklı, Müslüman’ı ise haksız bulur.
Müderrislik Hayatı
Ulaşabildiğimiz materyale göre Molla Muhammed, meslek hayatına doğduğu köyü
Ziving’te atalarının medresesi olan Şeyh Davud medresesinde başlar. Burada köyün ileri
gelen aile büyüğünün bazı haksızlıklarına karşı çıkar, nasihat ve güzellikle yaptıklarından
vazgeçmeyince Üstad onlarla kavga eder. Durumdan haberdar olan civar aşiret yetkilileri
12
Molla Mahmut Bilge Cizre ulemasından Molla Abdurrahman Hoserî’nin oğludur. 1904 yılında Cizre’de
doğdu. 10 yıl kadar ilkokul öğretmenliği, 12 yıl kadar da nüfus müdürlüğü başkâtipliği görevlerinde bulunduktan
sonra Birecik, Silopi ve Cizre’de müftülük yaptı. 1974 yılında vefat eden Bilge’nin basılmış şu eserleri vardır:
Ay Risalesi, Resül-i Ekrem Muhammed Mustafa’nın Nüfus Cüzdan Hüviyeti, Hz. Nuh ve Tufan ve Yezidiler.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
111
Üstada destek olmak için olurunu beklerler. Fakat huzursuzluğun büyümemesi için Üstad
talebeleriyle birlikte Dicle Nehri kıyısında bulunan Koçtepe/Xeste köyüne göç eder. Burada
da prensiplerinden taviz vermeyen Üstad köyün dini vecibelerini, toplumsal ve sosyal
görevlerini o çok güvendiği talebelerine emanet ederek, tedrisata devam eder. Bir müddet
kaldıktan sonra bir gün köyün ileri geleni şöyle der:
“Bu ne biçim hocadır? Ne önümüzde namaz kılıyor, ne evimi ziyaret ediyor ve ne de
işlerinde bana danışıyor, böyle hoca mı olur?”
Üstad bu sözlerden çok etkilenir ve hemen belli başlı talebelerini çağırarak, Ziving’e
dönme konusunda onlarla istişare eder. Talebeler, içinde tedrisat gördükleri mağarayı çoktan
özlemişlerdi. Hemen dönmeye karar verirler. Bunun üzerine Zivingî köylülere şöyle der:
“Ben bu köyünüze camide namaz kıldırmak için gelmedim, öğrenci yetiştirip tedrisat
için geldim. Kendi köyüme gidiyorum. Allah’a ısmarladık.”
Bundan sonra Zivingî öğrencilerini de yanına alarak hemen köyden ayrılır ve kendi
köyüne döner. Burada ömrünün sonuna kadar atalarının medresesinde tedrisata devam eder.
Anlaşılan o ki, daha ilk başta Molla Muhammed, hocası Molla İbrahim Kenanî’den
ilim icazetini alınca, arkadaşları gibi bir köye gidip imamlık yapmayı ve bu arada imkânlar el
verirse talebe yetiştirmeyi düşünmemiştir. Onun düşündüğü tek şey, medresesini kurup talebe
yetiştirmekti. Bu yüzden göç ettiği Koçtepe köyünde bu idealini gerçekleştirmesine yönelik
itiraz seslerini işitince hemen köyden ayrılmış ve bu idealini kendi imkânlarıyla
gerçekleştirmek için köyüne dönmüştür. Tıpkı selef âlimler gibi hiç kimseden sadaka, zekât
veya maaş almadan sıradan bir köylü gibi çiftçilikle geçimini sağlamaya çalışmanın yanı sıra
ilmini yaymaya ve talebe yetiştirmeye başlamıştır.
Öğrencileri, Seyda Molla Muhammed’in 60 yıl kendi köyü olan Ziving’te tedrisat
yaptığını ve onun cami cemaatine, öğrencilerine veya başka herhangi birilerine imamlık
yapmak suretiyle namaz kıldırmadığını ifade ederler. Bu görevi sürekli camide ikamet eden
öğrencileri yerine getirirlerdi; Cuma namazı dâhil beş vakit namazı da öğrenciler kıldırırlardı,
Zivingî ise cemaatten biri olarak boş gördüğü yerde saf tutar, öğrencilerinin arkasında
namazını eda ederdi. Vaktini ya çiftçilik veya derste ya da her taraftan kendisine gelen şer’i
davalara bakmakla geçirirdi.
Medreselerdeki ilkel hayat şartlarından ötürü Molla Muhammed gibi fıkıh, nahiv, sarf,
belagat ve mantık ilimlerinde derya olan âlimler telif ile nadiren ilgilenmişlerdir. Molla
Muhammed’e neden telif yazmıyorsun diye sorulduğunda “Geçimimi kim sağlayacak?” diye
cevap vermiştir. Prof. Dr. M. Halil Çiçek, medreselerdeki bu sıkıntıyı şöyle dile
getirmektedir:
“Hocaların zamanlarının çoğu öğrenciye ders vermekle geçtiği için, bazı medreselerde
tedrisat sabah namazından neredeyse aralıksız bir şekilde akşama kadar sürüyordu. Böyle
olunca hocaların araştırmaya, telif ve tasnife zamanı kalmıyordu. İlmî araştırma ve tetkikler
yapılmadığı için de yalnızca öncekilerin yazdıklarıyla yetiniliyordu.”13
İlmî Kişiliği
Molla Muhammed, kendi döneminde medreselerde yaygın olan ilim dallarıyla ilgili
dersleri muhtelif hocalardan aldı. Eğitimini Cizre, Bitlis ve Diyarbakır gibi ilim merkezlerinin
en muteber medreselerinde sürdürdü. Siirt’in meşhur ve köklü medreselerinin başında gelen
Tanzıh Medrese’sinde14 de eğitim aldı.
13
Çiçek, M. Halil, Yakın Dönemde Cizre Yöresi Medreseleri, Hz. Nuh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, Cizre
Kaymakamlığı, 1999, s. 132.
14
Tarih kitaplarında Tanza diye geçer. Antik bir şehir olup şehrin Kehluk adında bir de kalesi bulunuyor. Bu
şehirdeki medrese Tanza veya Tanzıh medresesi diye bilinir. Çok zengin vakfiyeleri bulunan bu medresede
denildiğine göre sürekli 400–500 öğrenci bulunuyordu. Öğrenci ve medrese giderleri medresenin vakfiyesi olan
civardaki nehir kıyısında bulunan köylerin arazi, bahçe ve bağlarından temin edilen gelirden karşılanıyordu.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
112
O gün medreselerde yaygın olarak okutulan ilimlerden Arap dili gramerine yönelik
sarf, nahivin yanı sıra meânî, bedî’ ve beyân gibi belagata dair ilimleri, mantık, vad’, kelâm,
fıkıh usulü, Şafii fıkhı, tefsir, hadis, ferâiz ve siyer ilimlerini de okudu.
Fakat Molla Muhammed, atmış yılı aşkın medrese hocalığı sırasında, medresede
yürütülen eğitim sistemi gereği olarak müfredatta yer alan kitapları okutmak zorunda kalmış,
dolayısıyla daha çok Arap dili grameri, belagat, kelâm ve mantık ilimlerinde ciddi bir birikim
elde etmiştir. Sıra kitaplarının dışında Şafii fıkhında da çok mahir olan Üstad, bunu civar köy,
kasaba ve illerden kendisine getirilen davalara borçludur. Halkın ne zaman, nerede ve hangi
konuda anlaşmazlıkları olmuşsa, çözümü için başvurdukları tek merci Molla Muhammed idi.
Molla Muhammed de ister istemez tümüyle Şafii mezhebine mensup olan halkın dinî ve
içtimaî sorunlarını mezhep fetvaları çerçevesinde çözmeye çalışırdı. Fakat gerektiğinde diğer
mezheplere de başvururdu.
Ancak talebelerinden aldığımız bilgiye dayanarak Zivingî’nin tefsir, hadis, hadis
usulü, İslam tarihi vb. ilimler alanında pek yetkin olmadığını söyleyebiliriz. Bu elbette
medresedeki eğitim sisteminden kaynaklanmaktadır. Zira hoca seçme hakkının tamamıyla
öğrenciye bırakıldığı medreselerde öğrenci, dilediği zaman medreseden ayrılıp başka bir yere
gidebiliyordu. Öğrencinin İslamî ilimleri öğrenmek için öncelikle Arapça öğrenmesi
gerekiyordu. Bu da öğrenciyi daha çok âlet denilen gramer, belagat, mantık ve adâb ilimlerine
yönlendiriyordu. Böylelikle esas öğrenilmesi gereken İslamî ilimler geri planda kalıyordu.
Üstad medresede kendi gördüğü eğitim sisteminin aynısını takip ediyordu. Zaten
bunun dışına çıkması da o günün şartlarında hemen hemen imkânsızdı. Zira piyasada bırakın
yeni kitapları, eski kitapları dahi elde etmek oldukça zordu. Öğrenciler, okuyacakları
kitaplara, elle yazarak istinsah yoluyla sahip olabiliyordu.15 Bölgede Arapça kitap satan
kitapevleri hemen hemen hiç yoktu, var olanlar da medreselerde revaçta olan kitapların
dışında nadiren kitap bulunduruyorlardı.
Medresede İzlediği Eğitim Sistemi Ve Arapça Öğretme Yöntemi
Genellikle Doğu ve Güneydoğuda özellikle Siirt ve çevresinde bulunan medreselerde
eğitim, sıraya konulmuş bir dizi kitapları hocadan ferdi tarzda okumak suretiyle yapılıyordu.16
Molla Muhammed de kendi medresesinde aynı yöntemi takip ederek öğrenci yetiştirirdi.
Medresede en çok önemsenen ilimler, Arap dili ve belagatine yönelik ilimlerdi. Bu
sadece Molla Muhammed’in kendi medresesinde takip ettiği bir yöntem değildir. Bu yöntemi,
Arap olmayan bütün Müslüman topluluklarda da görürüz. Bunun sebebini M. Said Ramazan
el-Bûtî şöyle açıklıyor:
“Kürtlerin İslamî ilimler arasında en çok âlet dedikleri nahiv, sarf, belagate önem
vermelerinin sebebi, bu ilimleri iyice hazmetmeden diğer İslamî ilimleri hakkıyla öğrenmenin
mümkün olmadığı kanaatine sahip olmalarıdır. Bu engeli ortadan kaldırmak için ilk başta
Arapça’ya dair ilimleri öğrenmek gerekir. Bu ilimlerin başında Arapça’yı telaffuz etmenin
anahtarı konumunda olan ve sarf denilen iştikak ilmi gelir. Meânî, beyân ve bedî’ ilimlerinin
Sonradan bu vakfiyelerin bölgede yetkin ve dinî otoriteye sahip bazı ailelerin bir şekilde bu vakfiyeleri
üzerlerine geçirdikleri söyleniyor. Aynı zamanda burada Cizre mirlerinden Mir Nasruddin’in aile mezarlığı da
bulunur. Bkz. El-Vakidi, Muhammed b. Ömer, Futuhu’l-Cezire, Thk. Abdulaziz Feyyad Harfuş, Darü’l-Beşâir,
Dımışk, 1996, s. 199, 208; İbn Şeddad, el-Alaku’l-Hatîra, Thk. D. Sami Dehhan, Dımışk, 1962, III, 349; İbn elEzrak, Meyafarkîn ve Amed Tarihi, trc. M. Emin Bozarslan, İst. 1990, s. 107. Yakut el-Hamavi, bu günkü idari
yapılanmaya göre Eruh’a bağlı bir köy olan Tanza hakkında şunları kaydediyor: Tanza Cizre yakınlarına düşen
bir şehirdir. Kadı Ebu Bekir Muhammed b. Mervan b. Abdullah et-Tanzî ve Vezir Ebu Abdullah Mervan b. Ali
b. Selame et-Tanzi bu şehre nispet edilirler.(Bkz. Yakut el-Hamevi, Mucemü’l-Büldan, IV, 43–44.
15
Bkz. Eroğlu, M. Şerif, Bütün Yönleriyle Arabkendî, Kent yayınları, İst. 2004, s. 63.
16
Daha geniş bilgi için bkz. Çiçek, M. Halil, Yakın Dönemde Cizre Yöresi Medreseleri, Hz. Nuh’tan Günümüze
Cizre Sempozyumu, Cizre Kaymakamlığı, 1999; Eroğlu, M. Şerif, Bütün Yönleriyle Arabkendi, Kent Yayınları,
İst., 2004.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
113
de bu problemi çözmede önemli bir katkısı vardır. Akide ve tefsir ilimlerinde başvurdukları
kaynaklar mantıkî delillerle, münazara ve vad’ üsluplarıyla sunulduğu için bu ilimlere de
şiddetle ihtiyaç duyarlar. Zira ellerindeki kaynakları anlamak için bu ilimleri bilmek şarttır.”17
Öğrencinin medrese eğitimine başlaması için daha önce en az Kur’an-ı Kerim’i
yüzünden okumuş olmalıdır. Genel olarak öğrenciler, Kur’an-ı Kerim ile birlikte şu eserleri
okuduktan sonra medreseye katılırlar:
a-Şeyh Ahmed Hani’nin Kürtçe olarak iman esaslarına dair yazdığı Ekîda Îmâne.
b- Şeyh Ahmed Hani’nin manzum olarak ele aldığı Arapça Kürtçe sözlük olan
Nûbihara Piçûka.
c-Molla Halil es-Siirdî el-Hîzanî’nin iman esasları ve ahlâka dair manzum olarak ele
aldığı Nehcü’l-Enam.
d-Molla Hasan Bateyî’nin hazırladığı Mevlüd.
Bundan sonra eğitimini sürdürmek isteyen öğrenciler, bölgedeki medreselerden birine
gider ve bilinen klasik medrese eğitimini sürdürür. Molla Muhammed’in mederesesinde takip
edilen yöntem, diğer medreselerden pek farklı değildi. Medreseye yeni başlayan bir öğrenci,
ilk olarak sarf ilminin en önemli konusu olan fiil çekimini öğrenmeye başlar. Sonra bu ilmin
diğer konularına derinlemesine girer. Bu bağlamda aşağıdaki eserleri okurdu:
a-Molla Ali Taramahî’nin Sarf ilmine dair Kürtçe olarak yazdığı Tesrifa Kurmanci,
b-Müellifi bilinmeyen Binaü’l-Efal
c-İzzeddin ez-Zencanî’nin (ö.655/1257) el-İzzi fi’t-Tasrif
Bundan sonra öğrenci, nahiv ilmini öğrenmeye yönelir ve bu konuda Doğu
medreselerinin dışında pek kimsenin kullanmadığı birtakım zor kitapları belli bir sıraya göre
okur. Bu kitaplar da sırasına göre şöyledir:
1-Abdulkahır el-Cürcanî’nin el-Avamilü’l-Mie,
2-Molla Yunus el-Irkıtînî’nin Arapça’daki zarflar hakkında Kürtçe olarak hazırladığı
Zuruf ve el-Avamilü’l-Mie kitabının besmeleden ‘mietü amilin’ cümlesine kadar olan
kısmının irabını yapan Terkip
3-Saduddin lakabıyla bilinen bir zat tarafından hazırlanan el-Evamilü’l-Mie kitabının
şerhi olan Sadullah es-Sağir
4-Fahruddin Ahmed b. Hasan el-Çarbürdi (ö. 749 h.) tarafından hazırlanan el-Muğni
ve talebesi Bedrüddin Muhammed b. Abdurrahim el-Bilalî tarafından hazırlanan şerhi
Şerhü’l-Müğni
Bundan sonra öğrenci, tekrar sarf ilmine döner İzzi’nin şerhi olan Saduddin etTeftazanî’nin hazırladığı Saduddin/Sadini adlı eseri okuyup tekrar nahiv ilmine dair kitaplara
dönerdi. Sırasıyla şu kitapları okurdu:
5-Ebu’s-Sena Ahmed b. Muhammed ez-Zîlî tarafından İbn Hişam’ın el-İrab An
Kavaidi’i’l-İrab adlı eserine yapılan şerh olan Hellu’l-Maakid Şerhu’l-Kavaid,
6-Sadullah el-Berdaî’nin Hedaiku’d-Dekâik(Sadullah el-Kebir,)
7-Adalı Mustafa Efendi’nin Netâicü’l-Efkar
8-Celalüddin Abdurrahman es-Suyütî’nin Cemalüddin Muhammed b. Malik tarafından
hazırlanan el-Elfiyyesine yazdığı şerh olan el-Behcetü’l-Mardiyye fi Şerhi’l-Elfiyye,
9-Abdurrahman el-Cami’nin İbn Hacib’in el-Kâfiyesine şerh olarak yazdığı Molla
Cami adıyla bilinen el-Fevaidü’d-Diyaiyye fi Şerhi’l-Kâfiye. Öğrenci Molla Cami’yi okurken
özellikle aşağıdaki haşiyeleri mutalaa ederdi, kimisi de bir kısmını ders olarak okurdu:
a-Haşiyetü Abdulğafür el-Larî Ala’l-Fevaidi’d-Diyaiyye fi Şerhi’l-Kafiye,
b-Haşiyetü Abdulhakim es-Seyalekütî Ala Haşiyet Abdulğafur el-Lari Ala Şerhi’lKafiye,
c-Haşiyetü Abdulhakim es-Seyalekütî Ala Avahiri’l-Cami
17
Bkz. El-Butî, Haza Validî, s. 16-17.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
114
d-Muhammed Rahmi el-Ekînî’nin Akddu’n-Namî Ala’l-Cami
Nahiv ilmine dair sıra kitapları bitince öğrenci mantık ilmine döner ve sırasıyla şu
eserleri okurdu:
1-Molla Halil Siirdî el-Hîzanî’nin İsağücîsi,
2-Muhmud b. Hafız el-Meğnisani’nin, Ebheri’nin İsağücisine yazdığı şerh olan
Muğni’t-Tullab
3-Husamuddin Hasan el-Katî’nin Ebherî’nin İsağücisine yazdığı şerh olan Hüsam-i
Kati (Semkati) ve haşiyesi Muhyüddin,
4-Molla Fenarî’nin Ebherî’nin İsağücisine yazdığı geniş bir şerh olan Fenari
5-Ahmed b. Muhammed b. Hıdır tarafından Fenari üzerine yazılan bir haşiye olan
Kavlü’l-Ahmed,
6-İsmail Gelembevî’nin Gelembevi fi’l-Mantık,
7-Muhammed b. Ebi Bekr Saçkalı Zade’nin vad’ ilmine dair yazdığı el-Velediyye,
8-Mesudî’nin adab ve münazaraya dair Ulüğ adlı eseri,
9-Müftizade’nin adab ve münazaraya dair Huseyni adlı esere yazdığı şerh
Bu merhaleden sonra öğrenci belagat, vad’ mantık, akaid ve fıkıh usulüne dair
sırasıyla şu kitapları okurdu:
1-Usamuddin İbrahim b. Muhammed’in Usam fi’l-İstiâra,
2-Ali Kuşçu’nun Adududdin el-İcî’nin Risaletü’l-Vad’ adlı eserine yazdığı şerh
3-Usamuddin İbrahim el-İsferayînî’nin Ebu’l-Kasim el-Leysî es-Semerkandî’nin elFeride adlı eserine yazdığı şerh
4-Kutbüddin Muhammed b. Muhammed er-Razî tarafından Necmüddin Ömer b. Ali
el-Kazvinî(493/1493)’nin mantık ilmine dair yazdığı Şemsiye metnine yaptığı bir şerh olan
Tahrirü’l-Kavaidi’l-Mantıkıyye fi Şerhi’r-Risaleti’ş-Şemsiyye,
5-Teftazanî’nin Ömer b. Muhammed en-Nesefî’nin el-Akaid adlı eserine yazdığı şerh
olan Şerhü’l-Akaid,
6-Teftazanî tarafından, el-Kazvînî’nin Telhisü’l-Miftah adlı eserine yazılan
Muhtasaru’l-Maanî adlı meşhur şerhi
7-Tacüddin Abddulvahhab İbn Sübkî’nin yazdığı Cemü’l-Cevami’ adlı metnine
Celalüddin el-Mahallî’nin kaleme aldığı el-Bedrü’t-Tali’ fi Halli Cemi’l-Cevami’ adlı şerh.
Bu arada öğrenci sarf ve nahiv ilmine dair sıra kitaplarını okurken bunların yanında
Şafii fıkhına dair sırasıyla şu kitapları da okurdu:
a-Kadı Ebu Şüca’ Ahmed b. Hüsyin el-Isfahanî’nin Ğayetû’l-İhtisar,
b-İbn Kasım el-Ğazzi’nin Ğayetûl-İhtisar’a yazdığı şerh,
c-Abdulaziz el-Milibarî’nin Fethu’l-Müîn bi Şerhi Kurreti’l-Ayn bi Mühimmati’d-Din,
d-Şeyh İbrahim Bacürî’nin, İbn Kasim el-Ğazzî’nin Ğayetû’l-İhtisara yazdığı şerhin
haşiyesi,
e-Muhyüddin en-Nevevî’nin Minhacu’t-Talibîn
f-Şeyh Zekeriyya el-Ensarî tarafından hazırlanan Nevevî’nin Minhacü’t-Talibîn
eserinin muhtasarı olan el-Menhec,
g-Şerefuddin Yahya b. Nureddin Musa el-Amerîtî’nin manzum olarak hazırladığı
Nihâyetü’t-Tedrîb fi Nazmi Ğayeti’t-Takrîb. Molla Muhammed öğrencilerine bu manzum
eserin özellikle muamelat bölümünü ezberletiyordu.
Bu esnada tefsir olarak Suyuti’nin Celaleyn Tefsirini de okurlardı.
Bundan sonraki merhalede ise öğrenci; tefsirde Nasirüddin Abdullah b. Ömer elBeydavî’nin Envârü’t-Tenzil ve Hakaikü’t-Te’vîl, Şeyh Ahmed es-Savî’nin Celaleyn
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
115
üzerinden yazdığı haşiyesini, hadiste Ebü Zekeriya Yahya en-Nevevî’nin Riyadü’s-Salihîn
min Kelami Seyyidi’l-Mürselîn’i ve faraiz ilmine dair de Feraidü’l-İcazi okurdu. 18
Bir öğrenci yukarıda anlattığımız müfredatı bu şekilde bitirdiği zaman “müntehi”
sayılıp hocasından icazetname almaya hak kazanıyordu. İcazetname için bir tören
düzenleniyordu. Fakat Molla Muhammed prensip olarak kimseye icazetname vermiyordu.
Müntehi olan talebelerinden icazetname almak isteyenler, gidip başka bir hocadan gelenek
olarak bir iki ders alıp icazetname alıyordu. Bu şekilde Molla Muhammed 60 yılı aşkın
tedrisat hayatında bir kişi hariç hiçbir öğrenciye icazetname vermemiştir. İcazetname verdiği
öğrencisinin ilginç ve ibret verici bir hikâyesi vardır. Bu hikayeyi çalışmamızın ileriki
bölümlerinde görebilirsiniz.
Zivingî’nin Ders Verme Yöntemi
Şimdi de Zivingî’nin yukarıda takip ettiği sıra kitaplarını nasıl okuttuğunu ve bu
yöntemle öğrencilerine Arapça’yı nasıl öğrettiğine bakalım.
Zivingî’nin önemli öğrencilerinden Salih Çakay, Seyda’nın ders verme yöntemini
şöyle anlatır:
“Hocam Molla Muhammed’in ders verme üslubu akranları olan medrese
hocalarınınkinden farklıydı. Çok tatlı bir takrir usulü/anlatım tarzı vardı. Öğrenci Molla Cami
kitabına geldiği zaman artık onu serbest bırakırdı. Yani öğrenci kendisi ibareyi okur ve
açıklardı, muhtemel itiraz ve soruları Seyda yöneltir öğrenci cevaplardı. Bu şekilde Seyda
kuşların yavrularını uçmaya alıştırdığı gibi öğrencilerini yetiştirir, eğitirdi. Biz bu yöntemi
başka hocalarda görmedik.”
Öğrencisi Abdulkerim Ünalan şöyle der:
“Üstad, derse başlamadan önce öğrencinin o gün tahminen okuyacağı yere kadarki
kısmı özet olarak anlatır, böylece öğrenci dersin ana hatlarını kavramış olurdu. Ondan sonra
dersi ciddi bir şekilde anlatmaya başlardı. Öğrenci ilk anlatımda anlayamadığı takdirde ikinci
defa yine ciddi anlatır, öğrenci yine anlayamıyorsa konuyu, öğrencinin anlayabileceği şekilde
latifeli örneklerle anlatırdı. Bu tavrı son derece dikkatimi çekmişti. Onun anlatımı ile orta
zekaya sahip birinin dahi anlamaması mümkün değildi.”
Aynı noktayı vurgulayan Molla Salih Çakay da bu konuda şöyle der:
“Öğrencinin anlama kabiliyeti zayıf olsa dahi Seyda aklî veya pratik bir misalle
meseleyi zihnine yerleştirirdi. Bu konuda çok sayıda örnek verebilirim. Örneğin bir gün bir
öğrenciye sarf dersinin müzari fiili konusunda ders veriyordu. Öğrenci “Hocam neden bu fiile
müzari fiili denilmiştir ve bütün fiiller mebni iken neden bu murabtir?” diye sordu. Seyda
şöyle açıkladı: çünkü müzari benzeyen demektir. Bu fiil de birçok yönde isim-i faile
benzediği için ona müzari demişlerdir. Öğrenci, “Hocam ben pek anlayamadım.” dedi. Seyda,
“Evladım dinle beni, bir örnekle sana açıklayayım: Müzari fiili, ism-i failin ziyaretine gider ve
ona der ki ben sana hediye olarak amel etme yetkisini getirdim. İsm-i fail de ona der ki ben de
sana irabı veriyorum. Çünkü fiilde asıl olan amel etmektir. İsimde de asıl olan murab
olmaktır.”
Ayrıca Molla Salih şu örneği de verir: İbn Malik’in el-Elfiyye’sinde şu beyt geçer:
والاسم منھ معرب ومبني لشبھ من الحروف مدني
İsimlerin bir kısmı murab, bir kısmı ise kendisini harfe yaklaştıran bir benzerlikten
dolayı mebnidir.
Öğrenci hocaya sordu: “Hocam neden ismin mebni olmasının illeti var da murep
olmasının illeti yoktur?” Seyda şöyle açıkladı: “Evladım! Muhammed İsa Zivingî Zivinglidir.
Kimse ona Ziving’te ne işin var” demez. Fakat Salih Dihî’ye niçin Zivingtesin” derler.
18
Doğu ve Güneydoğu medreselerinde okunan sıra kitapları ve bu kitapların müellifleri hakkında geniş bilgi için
bkz. El-Harranî, İbrahim, Tuhfetü’l-İhvan el-Medresiyye fi Teracümi Ba’di Musannifi’l-Kutubi’d-Dirasiyye,
1427, b.y.y.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
116
Yine bir başka öğrenci, “Hocam mefhum ve masadaka nedir?” diye sordu. Seyda şöyle
/Fiil, üç zamandan biriniالفعل ما دل على معنى في نفسھ مقترنا باحد الازمنة الثلاثة !açıkladı: “Evladım
ifade etmenin yanı sıra kendi zatında bir manaya delalet eden kelimedir” şeklindeki ifade
mefhum, ضربise onun masadakı’dır.”
Ders verme usulünü önemli öğrencilerinden emekli vaiz Hattap Eren şöyle anlatır:
Ustad yaşlı idi. (yanında bulunduğumuz sırada kendi ifadesiyle 85 yaşında idi)
Medresede veya tarlada yere diz çöker, yorulduğunda da sağ dirseğini yere koyarak (ki
dirsekleri nasırlaşmıştı) avucunu da yüzüne destek ederek kıbleye doğru oturur, talebesini de
yanına alır, böylece ders verirdi. Genelde medresede mutat olarak okunan sıra kitaplarını
okuturken ferdi olarak okutur talebeden gelecek her türlü soru ve bazen itirazlara ciddiyet ve
vakarla cevap verir, talebesini ikna ederdi. Yetişkin ve zeki olan talebeleriyle ders konusunda
münazaradan çekinmezdi. Talebelerine o imkânı sağlardı. Tefsir, hadis, fıkıh gibi tali dersleri
okuturken halkaya iştirak eden talebelere topluca ders verirdi.
Derse başlarken talebenin zeka ve kavrayış gücünü göz önünde bulundururdu.
Besmele, hamdele ve salveleden sonra, talebenin alabileceği kadarı kafasında tasavvur
ettiğinden okunacak ders miktarını kitaba bakmadan irticalen takrir eder, dersin mefhumunu
anlatır, “Dersin bundan ibarettir” der. Daha sonra dersin ibaresini cümle cümle okur, manasını
Kürtçe olarak açıklardı. Talebenin dersi takip edip etmediğini, anlayıp anlamadığını anında
sezer ve talebenin dikkatini çekerdi. Talebeden okuyacağı derse önceden mutlaka
hazırlamasını ister, dersi mütalaa etmeyip hazırlanmayanın o gün dersini vermezdi. Böylece
talebe mahcup olduğundan bir daha hazırlamadan derse iştirak etmezdi. Talebe okuyacağı
derse önceden hazırlanır, okuduktan sonra da tekrar gözden geçirir, ezberlenmesi gereken
metni ezberlemek mecburiyetindeydi. Kışın dersler medresede görülür, diğer mevsimlerde
Seyda’nın çalıştığı tarla, bağ ve bahçelerinde görülürdü. Hem çalışır hem de okuturdu. Tarlayı
sürerken gözü sapanda kulağı talebesinde idi. Bir hafız hoca, talebesini ezberden dinlediği
gibi Üstad da medrese ilimlerinde okutulan kitapları okuturken talebe bir kenara oturur,
kendisi eli sapanda tarlanın bir ucundan diğer ucuna gider gelirken hem dinliyor hem de
açıklıyordu.”
Metin ezberleme yöntemi tüm Doğu ve Güneydoğu medreselerinde vazgeçilmez bir
yöntem olduğundan Molla Muhammed de bunu çok önemserdi. Ancak yine de metinlerin
uzun olmasından şikâyetçi idi. Kısa kısa kaidelerin ezberlenmesinin yeterli olduğunu
düşünüyordu. Bunun için zaman zaman yetişkin öğrencilerine şöyle derdi: Keşke talebeye
koca koca kitapları okutmaktan ve uzun metinleri ezberletmektense, sarf olsun nahiv olsun
veya başka ilimlerden olsun her gün bir kaideyi ezberletseydim. Kanaatimce bu kâfi gelirdi ve
o kadar zaman da almazdı. Hocasının bu sözüne binaen öğrencisi Hattap Eren, Eruh’ta açtığı
medresede Ali el-Cazim ve Mustafa Emin’in hazırladığı en-Nahvu’l-Vadih kitabını okutup
kaidelerini ezberletirdi.
Ayrıca, Seyda zaman zaman öğrencileri kontrol amacıyla medreseye gelir, mütalaa ve
müzakere yapıp yapmadıklarını öğrenirdi. Seyda öğrencilere şöyle derdi: Eğer siz gereği gibi
tahsil etmezseniz Allah’a, bana, köylülere ve ailelerinize ihanet etmiş olursunuz.
Seyda ayrıca mütevazı olmasına rağmen çok heybetliydi. Onu gören saygı duyardı ve
korkardı. Yalnız kaldığı zaman sürekli kendi içinde ilmi problemleri çözmeye çalışırdı ve
bunu yaparken sürekli dudakları oynardı.
Öğrencilerini büyük bir ustalıkla kendisine bağlamayı bilirdi. Zira kendini bir üstad
değil, talebelerden bir talebe olarak görür, seviyelerine iner, morali yükseltmek için bazen
onlarla şakalaşır, mizahlarda bulunurdu. Fakat ilim ve üstadlık vakarını yitirmezdi. Onlara
üstad şefkatini gösterir ve yetişmeleri için bütün istirahatını feda ederdi ve daima talebeleriyle
uyum içindeydi.
Zivingî ve Tarikatlar
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
117
Molla Muhammed Zivingî’nin yaşadığı ve eğitim gördüğü Doğu ve Güneydoğu
bölgelerinde toplumu yönlendiren, sevk ve idare eden iki otorite vardı. Bu iki otorite öyle bir
uyum içinde işlerini yürütüyordu ki aralarında ufacık bir çatışma veya anlaşmazlığın meydana
geldiğine rastlamak nerdeyse imkânsızdı. Bu iki otorite, tarikat şeyhleri ve ağalardır. Bu
uyumun karşılıklı anlaşmaya bağlı olduğunu söylemek ne kadar zorsa bunun doğal bir seyir
içinde sağlandığını söylemek de o kadar zordur. Bu durumda ortaya üçüncü bir olasılık
çıkıyor o da bu iki otoritenin üstünde yönlendirici başka bir otoritenin varlığıdır!
Molla Muhammed Zivingî bu iki otoritenin hâkim olduğu bir bölgede hayatını idame
ettirdi. Zaman zaman ikisi ile de karşı karşıya geldi. Molla Muhammed ağaları zulüm ve
haksızlıktan caydırmak için kendileriyle kavgaya ve silah kullanmaya kadar ileri gitmiştir.
Bunun birkaç örneğini daha önce verdik. Ancak şeyhlerle karşılaşmalarında ilmi vakarı aştığı
bilinmemektedir. Seyda’nın öğrencilerinden Molla Abdullah Yardak(Dêrşewî)19 bu konuda
şöyle der:
“İyi biliyorum ki Seyda’nın hiçbir tarikat ve tarikat şeyhi ile her hangi bir bağı ve
sempatisi yoktu. Bu tür kayıt ve bağlardan bağımsız bir şekilde düşünür ve hareket ederdi.
Kendilerini tarikat öncüsü veya mensubu olarak görenlere pek itibar ve değer vermezdi.”
Molla Muhammed, kimden gelirse gelsin zulme ve haksızlığa karşı koymayı ve din
dışı davranış, faaliyet ve görüşlerle mücadele etmeyi bir görev olarak bilirdi. Bunu, hakkında
doyurucu bir bilgiye sahip olamadığımız o çok sevdiği hocası Molla İbrahim Kenani ve
hocasının dostu Şeyh Abdurrahman Aktepî’den aldığı anlaşılmaktadır. Aktepî, bölgede
Nakşibendî tarikatının önde gelen şahsiyetlerden olan babasının vefatından sonra adet olduğu
üzere babasının yerine geçip tarikata önderlik yapmayı reddetmiş, ilim ve tedrisatı tercih
etmiştir.
Molla Muhammed böyle bir düşüncenin mirasçısı olması hasebiyle kendisi de bu tür
bidat ve din adına yapılan yanlış hareketlere karşı sessiz kalmıyordu. Bu konuyu birkaç
örnekle açıklamaya çalışalım:
a-Zivingi’nin Kalabalık İrşat Gezileri İle İlgili Tavrı
Bilindiği üzere Güneydoğu’da tarikat şeyhleri zaman zaman irşat faaliyetlerine
çıkarlar. Köyleri ve kasabaları gezer hem irşat yaparlar hem de yeni müritlerin beyat
etmelerini sağlarlar. Bu vesileyle şeyh, büyük kalabalıklarla çıkar ve bir köye misafir olur.
Etraftaki köylülerin de gelmesiyle zaman zaman sayı bini aşacak duruma gelirdi. Elbette bu
kadar büyük bir kalabalığı doyurmak büyük bir külfettir. Nitekim böyle durumlarda yüzlerce
büyük baş hayvan kesilip şeyhe ve maiyetindeki müritlere yedirilirdi.
Molla Muhammed, zararı yararından büyük olan bu gezileri sürekli eleştirir ve ilgili
şeyh ve çevrelerini uyarıyordu. Bunun haram olduğunu ilan ediyordu ve şöyle sitem ediyordu:
“Millete yazıktır bu kadar büyük kalabalıklarla nasıl onlara misafir olursunuz?”
Nitekim kendisi barışı sağlamak veya bir davaya bakmak için bir yere gittiği zaman en
fazla yanına iki kişi alırdı. Kimi zaman da kimseyi yanına almadan yalnız başına giderdi.
b-Zivingi’nin Şeyhlerin Tavırlarını Canlandırması
Molla Muhammed, bir meseleyi muhatabına iyice anlatabilmek için kimi zaman
meseleyi canlandırarak öğretirdi. Örneğin şeyhlerin milletin sorunlarına karşı
19
Molla Abdullah Yardak/Dêrşewî. 1942 yılında Şırnak’a bağlı Derşev köyünde doğdu. Siirt bölgesinin önde
gelen ilim abidelerinden Şeyh Fahrettin Arnasi’den icazet aldı. Hocasının vefatından sonra yaklaşık iki yıl
Batman’da bulunan medresesinde tedrisat yaptı. Uzun yıllar Eruh ve Cizre’de müderrislik yaptı, yüzlerce öğrenci
yetiştirdi. Kaleme aldığı birkaç eseri şöyledir: Bayê Bênderê(Arapça ve Kürtçe yazdığı şiirlerden
oluşuyor),Tadilat, (Arapçadır), Girara Gavanan ((Türkçe ve Kürtçe’dir), Liqata Sıbatê (Türkçe ve Kürtçedir),
Mesâil,(Arapçadır).
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
118
ciddiyetsizliklerini anlatırken öğrencilerine şöyle gösterirdi: Öğrencilerinden birisine diyordu
ki sen git şuraya ve sonra yanıma gel ve fetva isteyen kişinin rolünü oynayarak şöyle de:
“Şeyhim ben eşimi boşadım. Şimdi pişmanım bana bir fetva ver ki eşimi tekrar
himayeme alayım.”
Öğrenci aynısını yaptığında bu defa Seyda şeyh rolünü oynayarak şöyle derdi:
“Bu tür şeyler bizim işlerimiz değildir. Sen git fetvanı mollalardan al.”
Seyda tekrar öğrenciye diyordu ki yine git ve gel bu sefer adak ettiği koçunu nereye
vereceğini bilmeyen kişinin rolünü oynayarak şöyle de:
“Şeyhim! Ben bir koç adadım. Onu nereye versem daha hayırlı olur?”
Öğrenci aynısını yapardı. Bu sefer Seyda yine şeyh rolünü oynayarak şöyle derdi:
“Sen git onu çabuk tekkeye getir. Onu vereceğin en hayırlı yer burasıdır.”
Seyda medresede öğrenciler tarafından yapılan yanlışları da aynen bu yöntemle
düzeltmeye çalışırdı. Örneğin dersini iyi mütalaa etmeyen bir öğrencinin dersini nasıl mütalaa
ettiği rolünü yapmak üzere tüm talebeleri çağırıp şöyle yapmış: Kitabı açtı, ardından gözlerini
okuyacağı sayfaya dikti ve hemen diğer sayfayı çevirdi, bu sayfayı da aynen o şekilde yapıp
hemen çevirdi ve bu şekilde sayfaların büyük kısmını çevirdi. Sonra öğrencilere yöneldi ve
şöyle dedi: Evladım arkadaşınız dersini aynen böyle mütalaa etmiş ben bu şekilde günde yüz
kitabı mütalaa edebilirim.
c-Zivingi’nin Şeyhlerin Çarpması İle İlgili Görüşü
Bilindiği gibi memleketimizde halk arasında tarikat şeyhlerinin büyük bir yeri vardır.
Kendilerine kutsiyete varacak derecede bir saygınlık ve hürmet gösterilir. Gaybi bildiklerine,
müridin kalbinden neyi geçirdiğinden haberdar olduklarına ve kendilerine dil uzatanları
çarptıklarına inanılır.
Bu bağlamda Seyda’nın vefat etmiş eşinden küçük yaşta olan bir çocuğu bir gün
rahatsızlanır. Seyda bir gece geç saatte eve gelir. Çocuğu yeni eşinin kucağında bulur. Eşi
kendisine “Senin bazen şeyhlerin aleyhinde konuştuğunu duydum ne olur artık onların
aleyhinde konuşma bu çocuğuna acı ondan başka çocuğun yoktur sonra onu çarparlar.” Seyda
da yeni eşine şöyle der:
“Onların aleyhinde konuşan benim. Çocuğun ne suçu var? Eğer çarpacaklarsa gelsinler
beni çarpsınlar.”
Zivingî’nin İbadet Anlayışı
İslam’da ibadet kavramı en geniş kavramların başında gelir. İnsan hayatının tüm
alanını kapsar. İslam’a göre herhangi bir iş, hareket ve söz ile Allah rızasını kazanmak
kastedilirse o iş veya söz bir ibadete dönüşür. Ancak bugün yaygın olarak sadece farz ve
nafile diye bildiğimiz namaz, oruç ve benzeri şeyler olarak bilinir. Zivingî ibadeti yukarıda
ifade ettiğimiz şekliyle algılardı. Zivingî, kim hangi tür ibadetten zevk alır ve hangisine daha
çok yatkınsa farzları yerine getirdikten sonra ona yoğunlaşmalıdır düşüncesini savunurdu. Bu
yüzden kendisi hep tedrisat ibadetiyle uğraşırdı ve ilimle uğraşmanın nafile ibadetlerle
uğraşmaktan daha hayırlı olduğuna inanırdı.
Muhterem hocam Hattap Eren şöyle diyor:
“Ustad, manevi hayatını gizli tuttuğu için görünürde ibadeti bilinmezdi. Zaten gece
gündüz ya tedrisat veya geçimini sağlamak için kendi tarla, bağ ve bahçeleriyle meşguldü.
Ancak namazını cemaatsiz kılmazdı. Fakat imamlık yaptığı da görülmemiştir. Başka kimse
yoksa küçük bir talebeyi dahi imamlığa geçirir kendisi kamet getirirdi ve böylece cemaatle
namazını eda ederdi.”
Prof. Dr. Abdulkerim Ünalan, şöyle diyor:
“Kur'an-ı Kerim'i okuduğuna, zikrine, virdine hiç rastlayamadım. Zaten âlim olmayan
tasavvuf şeyhlerine de son derce karşı idi. İbadet konusunda fazla titiz değildi. Sadece farzları
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
119
kılardı. Mağara şeklinde olan ve aynı zamanda medrese işlevini de gören camiin sadece bir
penceresi vardı. Bazen sabah namazına geç kalınca karanlık olsun diye latife kabilinden
pencerenin perdesinin çekilmesini söylerdi.”
Zivingî ve Molla Ahmed el-Cezerî’nin Divanı
Doğu ve Güneydoğu medreselerinde elden düşmeyen bir kitap vardır. O da Cezerî’nin
Divanıdır. Bu divan, talebelerin yanı sıra hocaların da teselli kaynağıdır. Talebelerin tatil günü
olan Cuma günü talebeler toplanır sesi güzel olan öğrenciler divanın kasidelerini okurlardı.
Bediüzzaman Said Nursi’nin de sürekli bu divanı yanında taşıdığı söylenmektedir.20 Zivingî
de divandan çok hoşlanır ve arada sırada talebelerinden bazı kasidelerini okumalarını isterdi.
O da zevkle dinlerdi. Hatta öğrencilerinden Molla Abdullah Dêrşevi’ye “Ben öldüğüm zaman
mezarıma gel ve bana Cezerî’nin divanından oku” vasiyetinde bulunmuştur.
Yine Molla Abdullah Dêrşewî anlatıyor:
Bir gün Seydayla birlikte Çetinkaya/Guyina köyünde bulunan Seyda’nın bir dostunu
ziyaret etmeye gittik. Yolda Seyda bana şöyle dedi: “Daha önce Cezerî’nin divanından birkaç
beyit okumuştun. Benim epey dikkatimi çekmişti. Bir kez daha okur musun?” Ben Seyda’nın
hangi beyitleri kast ettiğini anladım ve onları okumaya başladım:
Ferhad dizanit tu ji Perwêz me purs/Ferhat biliyor, sakın sorma Pervize.
Etwarê xemê işq û süra Şîrînê/Üzüntünün evrelerini, aşk ve Şirin’in cazibesini21
Ardından Seyda bu beyitler üzerine şöyle dedi:
“Allah Cezerî’yi affetsin. Onun gibi babağit bir âlimin bir kadına tutulması yakışır
mı?”
Zivingî ve Mecburi Askerlik Hizmeti
Sultan Abdulhamid zamanında âlimler ve ilim talebeleri bir imtihana tabi
tutuluyorlardı. İmtihanda başarılı olanlar mecburi askerlik hizmetinden muaf tutuluyorlardı.
Bu vesileyle Seyda hocası Molla İbrahim Kenani ile birlikte sınava katılır. İkisi birlikte
imtihan heyeti huzuruna girerler. Bundan sonrasını Seyda şöyle anlatır:
“İmtihan heyeti hocama İmtihanü’l-Ezkiyâ isimli kitabı uzattılar. Hocam beni kast
ederek “Muhammede verin” deyince bana uzattılar. Orta sayfalarından birisinin başından
başladım. Sayfayı sonuna kadar okudum. Karşı sayfaya geçeceğim anda hocam o sayfanın
silik olduğunu fark ederek sayfayı baştan sona kadar ezberden okuyunca başka bir sayfa
sormadan teşekkür edip bizlere askerlikten muaflık belgesini verdiler ve böylece ben ve
hocam askerlik yapmadan ilmi tedrisatımıza devam ettik.”
Sonuç
Hayatı, düşünceleri ve eğitim metodu hakkında yazılı bir belge bulunmayan bir şahsı
araştırmanın zorluğu bilinen bir gerçektir. Ancak biz bu zorluklara rağmen elle tutulur bazı
olgulara ulaştık. Siirt ve çevresinde adeta efsaneleşmiş bir isim olan Molla Muhammed
Zivingî’nin genel olarak hayatını ve eğitimi ile ilgili çabasını irdeledik. Çağdaşı olan birçok
âlimden farklı olarak sosyal hayattan kopmayan Zivingî’yi, kimi zaman tarlada bir çiftçi, kimi
zaman medresede bir müderris, kimi zaman halkın sorunları ve anlaşmazlıkları karşısında bir
hâkim, kimi zaman da zulme ve haksızlığa karşı koyan bir kahraman olarak görmemiz
mümkündür.
Medresede izlediği müfredat bakımından pek farklı sayılmazsa da ders verme ve ilim
öğretme tarzı bakımından oldukça farklı modern pedagojik ve öğretim yöntemlerine dayalı bir
tarz seçtiğini gördük.
20
Bkz. Aksu, Mahmut, Bediüzzaman Said Nursi’nin Van Hayatı, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2003, s.16.
21
Cezeri, Divan, thk. Tahsin İbrahim Doski, Hawar Matbaası, Dihok, 2000, s. 325.
Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi -www.e-sarkiyat.com- ISSN: 1308-9633 Sayı: I Nisan 2009
120
Din adına yapılan ancak dinde hiç yeri olmayan bidatlere karşı her zaman teyakkuzda
olduğunu ve yeri geldikçe bu tür inanç ve hareketlerin yanlışlığına dikkat çektiğini gördük.
Son olarak şunu arz etmeliyim ki bugün memleketimizde Zivingî gibi ihlâslı ve
samimi bir şekilde topluma ve ilme hizmet etmek isteyen yüzlerce zat vardır. Bunların hem
toplum hem resmi makamlar tarafından teşvik edilmesi ve desteklenmesi gerektiğine
inanıyorum.
Kaynakça
Aksu, Mahmut, Bediüzzaman Said Nursi’nin Van Hayatı, Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2003, s.16.
Bûtî, Muhammed Said Ramazan, Haza Validî, Darü’l-Fikr, Dımışk, 1998
Candan, Abddulcelil, Ulemanın Gücü, Ahenk Yayınları, Van, 2003
Cezeri,Şeyh Ahmed, Divan, thk. Tahsin İbrahim Doski, Hawar Matbaası, Dihok, 2000, s. 325.
Çiçek, M. Halil, Yakın Dönemde Cizre Yöresi Medreseleri, Hz. Nuh’tan Günümüze Cizre Sempozyumu, Cizre
Kaymakamlığı, 1999
Dêrşewi, Abdullah, Mele Muhemmed Zivinşikaki, (El Yazı, Özel arşivim)
Dihi, M. Salih, Seyda Molla Muhammed Zivingi, (El yazı, özel arşivim)
Eroğlu, M. Şerif, Bütün Yönleriyle Arabkendî, Kent yayınları, İst. 2004, s. 63.
Harranî, İbrahim, Tuhfetü’l-İhvan el-Medresiyye fi Teracümi Badi Musannifi’l-Kutubi’d-Dirasiyye, 1427,
b.y.y.
Timurtaş, Abdulhadi, Botan Müderrislerinin Piri Molla Muhammed Zivingi, Kent Yay. İst. 2008.
Turhan, Abdulğafur, Heyatu Molla Muhammed ez-Zivingi, (El yazıi Özel arşivim)
Zivingî, Yusuf b. El-Hac Hasan, el-Fıkhu’l-İslamî, Dar Havser, Erbîl, 2005,

Konular