HADİSTE İHTİSAR VE MUHTASAR RİVAYETTEN KAYNAKLANAN PROBLEMLER

T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
Cilt: 11, Sayı:1, 2002
ss. 53-70
HADİSTE İHTİSAR VE MUHTASAR RİVAYETTEN
KAYNAKLANAN PROBLEMLER
Salih KARACABEY*
ÖZET
Güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında bile karşılaşılabilen bazı rivayet
problemleri vardır. Bunlardan birisi de hadislerin ihtisar edilerek nakledilmesinden kaynaklanmaktadır. Hadislerin olduğu gibi nakledilmesi konusunda titiz davranan bazı âlimler, mânâ ile rivayetini caiz görmedikleri gibi,
muhtasar rivayete de onay vermemişlerdir. Bu görüşü savunanları haklı çı-
karacak bazı hataların yapıldığına, en sahih kaynaklarda bile rastlanabilmektedir. Fakat hadis âlimlerinin büyük çoğunluğu, hadislerin yanlış anla-
şılmasına yol açmayacak bazı şartlara dikkat etmek kaydıyla, muhtasar rivayete cevaz vermişlerdir. Bu makalede, kaynaklarda yer alan hadisleri bu
durumu da dikkate alarak değerlendirmenin, sünneti anlamada ve sıhhatini
belirlemede karşılaşılabilecek bazı problemlerin çözümüne katkı sağlayabileceğine işaret edilmeye çalışılmaktadır.
SUMMARY
There are some narration problems even in the reliable hadith books. One of
them is caused because of the abbreative narration. Some hadith scholars
who take care of literal narration, give permission neither to meaning
narration nor to abbreative. But many hadith scholars give permission to it.
54
Hadislerin doğru anlaşılmasını zorlaştıran ve hadis metinleri arasında
teâruz görüntüsü veren, dolayısıyla da bu durumdaki hadislerin sıhhatinden
kuşku duyulmasına yol açan önemli problemlerden biri de “hadis rivayetinde
ihtisar” meselesidir. İhtisar dışında bir de bazı cümle ve kelime eksikliği ile
rivayet edilen hadisler vardır ki bunlar ravinin nakil probleminden kaynaklanmaktadır. Konunun özellikleri açısından “hadiste ihtisar” meselesi tek ba-
şına bir sıhhat problemi olarak algılanmamalıdır. Başlangıcı hadis tarihinin
ilk yıllarına dayanan problemin boyutları ve çözümü hakkında hadis âlimlerinin önemli açıklamaları bulunmaktadır.
I-İhtisar’ın Tanımı
İhtisar kavramı, tanımı ve hadis âlimlerinin konuyla ilgili görüşleri a-
çısından, bilinmesi gereken öncelikli meselelerden biridir. İhtisar kelimesi
sözlükte “kısaltmak”, “Bir şeyi sadece belli bir şeye tahsis etmek” şeklinde
açıklanmaktadır.1 Hadis literatüründe ise yaklaşık aynı anlamı korumak üzere farklı lafızlarla tanımlanmaktadır. Örneğin: “Bir hadisin bir kısmını alıp
bir kısmını bırakmak.”2 “Hadisin, ihtiyaç durumuna göre, bir kısmını bırakıp
diğerini rivayet etmekle yetinmek,”3 “Mânâsını bozmadan hadisin bir kısmı-
nı hazfederek diğer bir kısmını nakletmek.”4 ... gibi. Bu tanımlarda da görü-
leceği gibi ihtisarla ilgili farklı bazı noktalar öne çıkarılmaktadır. Bütün tanımların ortak noktası ise hadisin tamamının değil, bir bölümünün rivayet
edilmesidir. Ancak bazı tariflere, ihtisarın amacı ve kabul edilme şartlarının
da yansıdığı görülmektedir. “Hadisin anlatmak istediğini, mânâyı tam aktaracak şekilde kısaca ifade etmek, çeşitli mülahazalarla mânâyı bozmadan
hadisin bir kısmını hazfederek diğer bir kısmını rivayet etmek.”5 şeklindeki
tanım bu düşünceyi doğrulamaktadır.
*- Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Hadis Öğretim Üyesi
1
-Bkz. Zemahşerî, Esâsu’l-Belâğa, Beyrut, 1965, s. 164; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab,
Dâru Sâdır, Beyrut, ty. IV, 243; Cevherî, es-Sıhâh, Beyrut, 1979, II, 646.
2
-Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Şeref, et-Takrîb ve’t-Teysîr li Marifeti Süneni’lBeşîri’n-Nezîr, (Şerh, Salah Muhammed Muhammed Uveyza) Dâru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, 1407/1987, s. 78; Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekir, Tedrîbü’r-Râvî
fî Şerh’i Takrîbi’n-Nevevî, (Thk. Abdulvehhâb Abdullatîf) II. Baskı, Medine,
1392/1972, II, 103; Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV.
Yay. Ankara, 1992; 149.
3
-Bkz. Cezâirî, Tâhir b. Salih b. Ahmed, Tevcîhü’n-Nazar ilâ Usûli’l-Eser, Dâru’l-Marife,
Beyrut, ty, s. 314.
4 -Kahraman, Hüseyin, Hadis Usûlünde el-Hatîb el-Bağdâdî’nin İbnü’s-Salâh’a Etkileri,
Bursa 2002, s. 89.
5
- Aydınlı Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş, İstanbul, 1987, s. 73.
55
II-İhtisarla İlgili Görüşler
İhtisar; hadisin aslında bazı değişiklikler meydana getirdiğinden, kabul edilebilirliği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.6 Bu görüşler,
bazı eserlerde dört başlık altında toplanmıştır.7 Fakat bunları; “İhtisara karşı
olanlar ve caiz görenler” şeklinde iki ana başlıkta değerlendirmek daha pratik gözükmektedir.
A-İhtisarı Kabul Etmeyenler ve Gerekçeleri
Bazı müelliflerin açıkça işaret ettiği gibi, hadiste ihtisar meselesi mânâ
ile rivayetin alt başlığı niteliğinde algılanmaktadır.8 Dolayısıyla hadislerin
muhtasar rivayetini caiz görmeyenler; özellikle mânâ ile rivayetine karşı olup, lafız ile rivayetin geçerliliğini savunanlardır.9 Bu yaklaşımda olanlara
göre “ihtisar” veya hadisin bazı kelimelerinde “hazif” yapmak, kesinlikle ve
hiçbir şekilde caiz değildir.10 Tezlerini desteklemek için Hz. Peygamber’in,
“Bizden bir hadis duyup da onu duyduğu gibi nakleden kişiye Allah rahmet
etsin.”11 hadisini delil getirmektedirler.12 Hadislerde ihtisar yapılmaması gerektiği konusunda o kadar hassas davranmaktadırlar ki, tek bir harfin hazfedilmesinin bile caiz olmayacağını vurgulamaktadırlar. Gerekçeleri ise; muhtasar rivayet yapan kimsenin, farkına varmadan, hadisin anlamını bozacak
bir hata yapma ihtimalinin çok yüksek olmasıdır.13 İddialarında haklılıklarını
ortaya koyabilmek için, hadiste otorite kabul edilen kişilerin dahi bu türden
hatalar yapabildiklerini öne sürmektedirler. “İhtisar” ve “hazif” yapmayı kesinlikle caiz görmeyenler arasında büyük hadis ve fıkıh âlimi İmam Mâlik’in
de adı geçmektedir.14 Muhtasar rivayetlerde karşılaşılan bazı problemler,
İmam Malik gibi ihtisara karşı olan bazı alimlerin görüşlerindeki haklılığı
ortaya koyacak niteliktedir.
İhtisarı caiz görmeyen âlimlere göre hadisin metninden hazfedilen bir
kelime bile hadisi anlamayı zorlaştırabilmekte, hattâ asıl maksadın çok dı-
şında anlaşılmasına ve yorumlanmasına sebep olabilmektedir. Bu tespitin
doğruluğunu ortaya koyacak yanlışlara Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh’i gibi
6 -Bkz. İbn Cemâ’a, Muhammed b. İbrahim, el-Menhelü’r-Revî fî Muhtasar’ı Ulûmi’lHadîsi’n-Nebevî, (thk. Dr. Muhyiddîn Abdurrahman Ramazan) Dâru’l-Fikr, Dımeşk,
1986, s.100
7
- Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, (Mukaddime), DİB.
Yay. Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1976, I, 469; Uğur, Age. S. 149.
8
-Bkz. Cezâirî, Age, s. 314.
9 -Bkz. İbnü’s- Salah, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman, Ulûmü’l-Hadis, (Mukaddime)
(thk. Nureddin ITR) Dâru’l-Fikr, Dımeşk, 1406/1986, s. 215.
10
-Bkz. Cezâirî, Age, s. 315.
11 -Ebu Davud, İlim, 10; Tirmizi, İlim, 7; Darimi, Mukaddime, 24; İbn Mace, Mukaddime, 18; Menasik,76; Ahmed, I, 427; III, 225; IV, 80, 82; V, 182.
12
- Bkz. Hatîb Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, el-Bağdâdî, Kitâbu’l-Kifâye fî Ilmi’rRivaye, el-Mektebetü’l-İlmiyye, Medine, ty. s. 191.
13
-Bkz. Hatîb, Age., s. 190.
14
-Bkz. Hatîb, Aynı yer.; Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime) I, 469;
56
çok meşhur bir eserde bile rastlamak mümkündür. Örneğin, Ebu Hureyre’nin
rivayetinde Hz. Peygamber’in; “Adak, âdemoğluna benim takdir etmediğim
hiçbir şeyi kazandırmaz. Kader ona kendisi için takdir ettiğim şeyi getirir
ama, adakla cimrinin elinden malı çıkartırım.”15 buyurduğu nakledilmektedir. Metnine imkan ölçüsünde bağlı kalınarak yapılan bu tercümede de gö-
rüldüğü gibi, Allah’a izâfe edilmesi gereken “takdir ve tayin” fiilleri Hz.
Peygamber’e ait imiş gibi nakledilmektedir. Hadis, bu şekli ile, itikâdî açı-
dan İslâm’ın temel inanç değerlerine uymamaktadır. Her ne kadar hadisin
tercümesinde biraz zorlama ile birinci fiil Allah’a izafe edilip, ikincisi de
“Ben de adak yapan kimseye adadığı şeyi vermesini takdir ederim. Bu hü-
küm ve takdirimle malı cimriden çıkarırım.”16 ifadeleriyle, Hz. Peygamber’e
izafe edilmeye çalışılsa da, problem ortadan kalkmamaktadır. Halbuki ya
Aynî’nin açıkladığı gibi, aslında kudsî hadis olan bu rivayetin baş tarafından
Allah’a izafe kısmı hazfedilmiştir.17 O takdirde hadisin Türkçe’ye çevirisi;
“Allah buyurur ki; adak, âdemoğluna benim takdir etmediğim hiçbir şeyi
getirmez. ...,” şeklinde olurdu. Bu durumda anlam bakımından hiçbir problem de çıkmazdı. Halbuki rivayet edilen metne göre hadiste yapılan küçük
bir ihtisar anlamın tamamen bozulmasına yol açmıştır. Ya da dikkatsiz yapı-
lan bir mânâ ile rivayet ve ihtisar sebebiyle anlam kayması meydana gelmiş-
tir. Nitekim aynı hadisin yine Ebû Hureyre’den nakledilen başka bir rivayetini “kaddera” fiilini meçhul siyga ile Buhârî şu şekilde almıştır: “Adak, â-
demoğluna, kendisi için takdir edilmemiş hiçbir şeyi sağlamaz, ama yaptığı
nezir, kendisi için takdir edilen kadere kavuşturur. Böylece Allah, nezir sebebiyle cimri kimsenin elinden malını çıkarır. Dolayısıyla o kimse daha önce
vermediği malı getirip verir.”18 Bu rivayet daha anlaşılır durumda olup anlam bozukluğu da içermemektedir. Aynı kaynağın birbirine yakın iki farklı
lafzına bakılınca bu özellik daha iyi anlaşılmaktadır. Hadisin, Müslim’in Sahîh isimli eserinde, yine Ebû Hureyre’den nakledilen rivayeti daha açık lafızlarla kaydedilmiştir. Bu rivayete göre Hz. Peygamber, “Nezir âdemoğluna
Allah’ın takdir etmediği hiçbir şeyi yaklaştırmaz. Fakat adak, (bazen) kadere
uygun düşer de, cimri kimsenin elinden çıkarmayı istemediği mal adak sayesinde çıkarılmış olur.”19 buyurmuştur.
Hadisin muhtasar olmayan rivayetlerine ulaşılamadığı zaman ortaya
çıkan anlam kayması ya yanlış anlamaya, ya da bunu bertaraf etmek için metin tenkidi sistemi işletilerek hadisin reddedilmesine yol açacaktır. Bu durum
hadiste ihtisarı caiz görmeyenleri haklı çıkarmaktadır. Ancak şu anda haklı-
nın belirlenmesi için yapılacak olan tartışmalar sorunun çözümüne katkıda
15
-Buhârî, Kader, 6.
16
-Sofuoğlu, Mehmed, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, Ötüken Yay. İstanbul, 1989, XIV,
6499.
17
-Bkz. Aynî, Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed b. Mûsâ, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahî-
hi’l-Buhârî, Beyrut, ty. XXIII, 207.
18 -Buhârî, Eyman ve’n-Nüzûr, 26; Ayrıca bkz. İbn Mace, Keffârât, 15; Ahmed, II, 373.
19
-Müslim, Nüzür, 7.
57
bulunmayacaktır. İçinde bulunulan şartlarda yapılması gereken, mevcut hadis kaynaklarında yer alan muhtasar rivayetlerden doğan problemlerin varlı-
ğının kabul edilmesi ve onların ortadan kaldırılmasının yollarının aranması-
dır. Çözüm olarak, hadislerin değişik rivayetlerinin bir araya getirilip ihtisar
edilen kelimelerin yerlerine konularak düşünülmesi, önemli bir çare gibi gö-
zükmektedir.
B-Hadiste İhtisarı Caiz Görenler ve Şartları
Hadis rivayeti konusunda tartışılan konu sadece “ihtisar” meselesi ile
sınırlı değildir. Bundan önce ve daha yoğunluklu olarak mânâ ile rivayet
problemi de tartışılmaktadır. Hadislerin lafızlarının aynen korunarak Hz.
Peygamber’in kullandığı ifadelerle nakledilmesinin önemli olduğu bilinse
de, bazı zorunluluklar sebebiyle, Hz. Peygamber’in onayına da dayanılarak,
mânâ ile rivayet caiz görülmüştür.20 Aynı şekilde, hadislerin bütünlük içerisinde nakledilmesi elbette en güzel yoldur. Ancak hadis rivayetinde ihtisarı
zorlayan bazı sebeplerin varlığı bilinmekte ve mecburiyetlerin ihtisarı meş-
rûlaştırdığı düşünülmektedir. İşte bu durum, bazı sakıncaları da beraberinde
getirmesine rağmen, muhtasar rivayete onay verilmesinde etkili olmuştur.
1- İhtisâr Prensip Olarak Caizdir
Hatîb el-Bağdâdî muhtasar rivayete prensip olarak cevaz verenlerin
varlığına “İnsanların büyük çoğunluğu, ayrıntısını açıklamaksızın, muhtasar
rivayetin râvî için her halükârda caiz olduğu görüşündedirler.”21 diyerek dikkat çeker. Herhangi bir şart ileri sürmeden ihtisarı caiz görenler arasında adı
geçen Mücâhid’in (ö. 103/721), “Hadisi dilediğin kadar kısalt, ama ilâvede
bulunma.” dediği nakledilmektedir.22 Hattâ tereddüt edildiği durumlarda ihtisar teşvik ve tavsiye bile edilmiştir. Nitekim hadis tenkidinde önemli şahsiyetlerden Yahya b. Maîn de (ö. 233/847) “Hadis rivayet ederken hata yapmaktan endişe ettiğinde onda kısaltmaya git, ama artırma.”23 demiştir. Büyük
hadis imamlarından Buhârî’nin, eserlerinde bu yönteme sıkça başvurduğuna
şâhit olunduğu gibi, Müslim’in de, bazı şartlara dikkat etmek suretiyle, hadis
rivayetinde ihtisar yapılabileceği görüşünü benimsediği bilinmektedir. Hattâ
“mümkün olduğu takdirde, kısa olmak şartıyla o mânayı hadisin tamamından
ayırmak mutlaka daha doğru bir yoldur.”24 ifadesinden, bunu gerekli gördü-
ğü anlaşılmaktadır.
20
-Mânâ ile rivayet konusunda toplu bilgi için bkz. Başaran, Selman, “Hadislerin Lafız ve
Mânâ Olarak Rivayeti Meselesi” UÜİF. Dergisi, sayı, 3, Bursa, 1991, ss.51-64; ve
“Hadislerde Mânâ Rivayetinin Sonuçları” UÜİF. Dergisi, Bursa 1991, sayı, 3, ss. 65-
76.
21 -Bkz. Hatîb, Age., s. 190; Ayrıca bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, s. 100; İbn Kesîr,
Ihtisâru Ulûmi’l-Hadîs, II. Baskı, Beyrut, 1370/1951; s.144
22 -Hatîb, Age, 189; İbnü’s-Salâh, Age, s. 216.
23
-Hatîb, Age, 189.
24
-Bkz. Müslim, Sahih, Mukaddime, I, 4-5.
58
Ancak prensipte ihtisarı kabul edenlerin, ayrıntılarda farklı şartlar ileri
sürdükleri görülmektedir. Bu şartlar, hadisin anlaşılmasını zorlaştıran ya da
yanlış anlaşılmasına sebep olabilecek unsurların ortadan kaldırılmasına yö-
neliktir. Dolayısıyla hadiste ihtisarın kabul edilebilmesi için öne sürülen çekincelerin her biri, üzerinde düşünülmesi gereken önemli meselelerdir. Nitekim bazı hassasiyetlere dikkat edilmeden yapılan ihtisarların hadislerin yanlış anlaşılmasına ve İslâm Dîni aleyhine fikirlerin oluşmasına sebep olduğu
gözlenmektedir. Bu türden sakıncaların ortadan kaldırılması veya asgarî seviyeye indirilmesi, belli bazı şartlara uyulması ile mümkündür.
2-İhtisar’ın Kabul Edilmesinin Şartları
Hadiste ihtisar yapılmasını kabul edenlerin, bu uygulamaya kayıtsız
şartsız onay vermedikleri anlaşılmaktadır. Öne sürdükleri şartlar incelendi-
ğinde onların, hem ihtisar yapılan metnin bazı özellikleri taşıması gerektiği,
hem de bunu yapabilecek kişinin özellikle ilmî bakımdan yeterliliğinin bulunması konusunda hassas davrandıkları gözlenmektedir.
a-Hadisin Metnine Bağlı Olan Şartlar
Muhtasar rivayet edilen hadislerin kabul edilebilmesi için metnin ta-
şıması gereken özellikler üç ana başlıkta toplanabilmektedir. Açıklamalar sı-
rasında, şartlara uyulmaması durumunda ortaya çıkan sakıncalara bazı örneklerle işaret edilecektir.
aa-Metnin Tamamına Ulaşma İmkanının Bulunması
İhtisarın geçerliliği için hadisin metnini ilgilendiren şartlardan birincisi, hadisin ihtisar edilmeden nakledilen tam metnine erişme imkanının bulunmasıdır. Bunun için, “hadisi muhtasar rivayet eden râvî, bundan önce, ya
bizzat kendisi hadisin tam metnini rivayet etmiş olmalı, ya da başka birisi tarafından tam metnin rivayet edildiğini bilmelidir. Aksi halde ihtisar caiz de-
ğildir.”25 Çünkü hadisin tam metninin rivayet edilmemesi, insanlara ulaştı-
rılması gereken dînî bilgileri gizlemek olur.26 Bu ise Rasûlüllah’ın emrini ihlâl etmek anlamına gelir. İhtiyaç halinde hadisin orijinal metnine ulaşma imkanı sağlayacağından, bu şarta uyulması çok önemlidir. Ayrıca râvî, hadisi
önce muhtasar rivayet eder de sonra tamamını naklederse; hadise ziyade
yapmakla27 ya da zaptının yetersizliği veya gafleti sebebiyle unuttuğu gerek-
çe gösterilerek itham edilebileceğine bilhassa dikkat çekilmektedir. 28 Bu duruma düşmemek için, râvî’nin önce hadisin tam metnini rivayet etmesi veya
tam metni bildiğine dikkat çekmesi önemli bir ayrıntıdır. Çünkü, muhtasar
rivayet edilen bir hadisin daha sonra tam metninin nakledilmesi durumunda,
25 -Hatîb, Age., s. 190; İbnü’s-Salâh, Age, 215; İbn Cemâ’a, el-Menhel, s. 100; Cezâirî,
Age, 315.
26
-Ahmed Muhammed Şakir, el-Bâısu’l-Hasîs Şerhu İhtisârı Ulûmi’l-Hadîs, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, II. Baskı, Beyrut 1370/1951, s. 144.
27 -Bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, s. 100; Suyûtî, Tedrîb, II, 104.
28
-Nevevî, et-Takrîb, s.78.
59
hadiste ziyade yapıldığı kuşkusunun doğmasına sebep olacağından ciddî anlamda endişe edilmektedir. Hattâ böyle bir şüpheye meydan vermemek için
muhtasar rivayetten sonra tam metni nakletmekten vazgeçilmesi görüşünü
savunanlar bile bulunmaktadır.29 Böyle bir zorunluluğun doğmaması için de
hadislerin ilk rivayetlerinin ihtisar yapılmadan nakledilmesi üzerinde özenle
durulmaktadır.
Kaynaklarda nakledilen bazı hadislerin bu şekilde muhtasar rivayet
edildiğinin dikkate alınmaması, bazı yanlış anlamalara sebep olmanın da ö-
tesinde, hem hadislerin tenkit edilmesine, hem de haksız yere İslâm dîninin
değerlerinin çarpıtılarak itham edilmesine yol açabilmektedir. Örneğin Hz.
Peygamber’in “İyi biliniz ki, cennet kılıçların gölgesindedir.”30 buyurduğu
nakledilmektedir. Hadis muhtemelen, o ortam için yeterli görüldüğünden
veya ezberlenmesi kolay olsun diye bu lafızlarla rivayet edilmiş olmalıdır.
Ama rivâyetin bu şekli, bazı kimseler tarafından İslâm’ın temel anlayışına
aykırı bir anlamda yorumlanabilmektedir. Halbuki hadisin tamamı dikkate
alındığında zikri geçen bu ifadenin hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve yanlış yoruma imkan bırakmayan bir gerekçeye bağlandığı görülür. Yani hadisin
sebeb-i vürûdu ve tam metni bilindiği zaman bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Olayın aslı şudur: Hz. Peygamber savaşlardan birinde orduyu, öğle sı-
cağı geçinceye kadar, karargah olarak seçilen yerde dinlendirmiş, sıcak çatışma başlamadan önce askere yaptığı konuşmada şöyle buyurmuştur; “Ey
insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temennî etmeyiniz, Allah’tan âfiyet isteyiniz. Her şeye rağmen düşmanla karşı karşıya geldiğiniz zaman ise sabrediniz
ve cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu biliniz.”31 Savaş esnasında cepheden kaçan asker hiçbir toplum tarafından müsamaha ile karşılanmamaktadır. Ama hadis eksik rivayet edilince anlam bütünlüğü bozulduğu için farklı
yorumlara sebep olmaktadır. Bu örneğin dışında başka bir çok hadiste de aynı durum söz konusu olabilmektedir.
ab- Cümlelerde Anlam Bütünlüğünün Bozulmaması
Hadislerin muhtasar rivayetine izin verilirken metne bağlı şartlardan
ikincisi cümlelerin bütünlüğünün bozulmamasıdır. İhtisar edilen metinde
hazfedilen bölüm, rivayet edilenden anlam bakımından bağımsız olmalıdır.32
Yani, nakledilen kısmın anlaşılması veya hükmü, hazfedilen bölüme bağlı
olmamalıdır.33 Bu şartın gerçekleşmesi durumunda hadislerin ihtisar edilmesi, mânâ ile rivayeti geçerli saymayanlara göre bile kabul edilmektedir. Çünkü bu durumda hadisin rivayet edilen kısmı ile hazfedilen bölümü iki ayrı
29
-Bkz. Suyûtî, Tedrîb, II, 105.
30 -Buhârî, Cihad, 22; biraz farklı rivayeti, Müslim, İmaret, 146;
31
-Buhârî, Cihad, 112; Müslim Cihad, 20. Ebû Dâvud, Cihad, 89; Tirmizî, Fezâilü’lCihad, 23.
32 -İbnü’s-Salâh, Age. s. 216;
33
-Bkz. Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime) I, 469-470;
60
haber niteliği taşımaktadır.34 Aksi takdirde hazfedilen kısmın hadisin nakledilen bölümünün anlamını etkilemesi sonucu, anlam bütünlüğü kaybolmaktadır.35 Buna göre, Arap dili kuralları çerçevesinde, hadisin hazfedilen bö-
lümünde nakledilen kısmın anlamını tamamlayan hüküm, istisna, şart veya
ceza gibi önemli bir bağ bulunmamalıdır.36 Hazfedilen kısım olmadığında
herhangi bir haber anlaşılamıyorsa veya ibadet görevi tam olarak yerine
getirilemiyorsa -ibadetlerdeki bazı fiillerin eksik nakledilmesinde gibi- muhtasar rivayetler caiz değildir. Örneğin Enes’in, “Hz. Peygamber, kızarmaya
yüz tutuncaya kadar dalındaki hurmaların satışını yasakladı.”37 şeklindeki rivayetinde yer alan, “kızarmaya yüz tutuncaya kadar” ifadesinin hazfedilmesi
durumunda hüküm tamamen farklılaşır. Dolayısıyla bu ifadenin hazfedilerek
hadisin ihtisar edilmesi caiz olmaz.38
Yukarıda verilen örnekte olduğu gibi, mânânın bozulması ve dolayı-
sıyla hadisten çıkabilecek hükmün tam tersine dönme riskinin olduğu kı-
saltmalardan biri de istisnaların hazfedilmesidir. Örneğin “Hz. Peygamber,
miktarları birbirlerine eşit olması hariç, gümüşün gümüş, altının altın ile de-
ğişimini yasakladı.”39 şeklindeki rivayetin, istisnadan sonrası hazfedilmek
suretiyle ihtisar edilmesi durumunda anlam “Hz. Peygamber, gümüşün gü-
müş, altının altın ile değişimini yasakladı.” şekline dönüşür. Bu ifadenin, hadisin anlamını değiştireceği açıkça görülmektedir. İşte bu durumu dikkate
alarak prensip olarak ihtisara “evet” diyen âlimler, hadislerin anlamının bozulmamasına yönelik bazı şartlar öne sürmüşlerdir.40
Bu konuda dikkat edilmesi gereken meselelerden biri de şudur: Hadisin farklı rivayetlerinden birinde şüpheli bir ziyade varsa bunu hazfetmek caiz görülmektedir. Hatta bu konuda ittifakın oluştuğunu öne sürenler bile vardır. Böylesi durumlarda İmam Malik’in özellikle ihtisarı tercih ettiği nakledilmektedir. Ancak, hadisteki şüpheli olan ziyade ile sahih kabul edilerek
nakledilecek bölüm arasında anlamı tamamlayan bir ilinti bulunması durumunda hazif yapılmayacağı görüşü hakimdir. Örneğin Ebû Hureyre’nin “Hz.
Peygamber, arâya alışverişinde (henüz ağacındaki olgunlaşmış taze hurmayı
toplanmış kuru hurma vererek satın almak) beş vesk ya da beş vesk’ın altındaki bir miktara izin verdi.”41 Bu hadiste ana metin üzerinde şüphe ve tereddüt varmış izlenimi veren “ya da beş vesk’in altında” ifadesinin hazfi caiz
34
-Bkz. Hatîb, age, 190; Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Kavâıdu’t-Tahdîs min Fünûni
Mustalahı’l-Hadîs, (Thk. Muhammed Behcet el-Baytar, Takdîm, Muhammed Reşîd
Rıza) Beyrut, 1407/1987, s. 234.
35
-Bkz. Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime) I, 469.
36 -Bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, s.100.
37
-Buhârî, Büyû, 85, 86, 93; Müslim, Büyû, 50; Müsakât, 15; Ebû Davud, Büyû, 22;
Tirmizî, Büyû, 15; Nesâî, Büyû, 40; İbn Mâce, Ticaret, 32; Ahmed, III, 115; İmam
Malik, Muvatta, Büyû, 11
38 -Bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, 100.
39
-Buhârî, Büyû, 81; Müslim, Müsâkât, 78; Ahmed, Müsned, IV, 289, 368, 371, 374.
40 -Bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, s. 100.
41
-Buhârî, Büyû, 84.
61
görülmemektedir.42 Ancak bu hataya Buhârî’nin Sahîh’i dahil bir çok hadis
kaynağında rastlamak mümkündür.
Yanlış anlamaya yol açan bazı ihtisarların sahabe tarafından yapıldığı
da anlaşılmaktadır. Hadisin yanlış anlaşılmasına sebep olan ihtisarların en
dikkat çekici örneklerinden birisi, bazı şeylerde uğursuzluğun olduğunu beyan eden hadislerdir. İlgili hadisin farklı rivayetlerinde karşılaşılan probleme
girmeden önce konuyla ilgili o zamanki toplumsal kültürün ve bu kültürün
ön kabullerine nebevî bakışın ne olduğunun bilinmesinde fayda görülmektedir. İnanma temâyülü, insanların genel karakterindeki yani fıtratındaki en
temel olgulardan biridir. Hattâ çoğu zaman bu inanışlar, belli dönemlerde
geçerli kabul edilen, pek çok aklî ve bilimsel verilere de ters düşebilmektedir. Allah’ın gönderdiği peygamberlerin öncelikli görevleri arasında, insanları, inanç noktasında kapıldıkları yanlışlıklardan uzaklaştırarak doğruya
yönlendirmek yer almaktadır.
Tarih boyunca süregeldiği pek çok kaynaktan doğrulanma imkanı olduğu ve günümüzde de hala yoğun sayılacak oranda devam ettiği gibi; insan
topluluklarının içerisine düştükleri yanlışlar arasında birinci sırayı, bazı şeylerde uğursuzluğun varlığına inanmaları almaktadır. Hz. Muhammed peygamber olarak gönderilmeden önce Arap toplumunda da aynı anlayışın yaygın olduğu bilinmektedir. Uğursuzluk inancının çok yoğun bir şekilde ya-
şandığı toplumda nübüvvet görevini yerine getirmeye çalışan Hz. Muhammed, konuyla ilgili olarak çok kesin bir yaklaşım ortaya koymakta ve “...
Uğursuzluk yoktur. ...,” 43 ifadesini her fırsatta telaffuz etmektedir. Hattâ bir
rivayette Hz. Peygamber’in; “Uğursuzluğun varlığını kabul etmek, Allah’a
şirk koşmak gibidir.” buyurduğu nakledilmektedir.44
Yukarıdaki kesin ve kararlı ifadelere rağmen Hz. Peygamber’in ağ-
zından “Uğursuzluk üç şeydedir; atta, kadında ve evde.”45 veya “Sadece üç
şeyde uğursuzluk vardır: Atta, kadında ve evde,”46 sözlerinin çıkması; hele
kendi içerisinde tezat teşkil edecek şekilde “Hastalık bulaşması ve uğursuzluk yoktur. Uğursuzluk ancak üç şeydedir: Kadında, atta ve evde,”47 buyurması mümkün gözükmemektedir. Ancak güvenilir kabul edilen temel hadis
kaynaklarında yer alan bu hadisler üzerinde araştırma biraz genişletildiğinde,
konu ile ilgili hadisin değişik lafızlarla rivayet edildiği görülmektedir. Hadisin, çok küçük bir fark gibi gözüken ama hadiste önemli ölçüde anlam deği-
şikliğine sebep olan başka bir rivayeti, aynen şu lafızları içermektedir. “Bay-
42
-Bkz. Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime), I, 471.
43
-Bkz. Buhârî, Tıbb, 42; 45; Müslim, Selâm, 110, 111, 112, 113, 114, Ebû Davud, Tıbb,
24; İbn Mâce, Mukaddime, 10; Tıbb, 43; Ahmed, I, 269, 328; II, 222, 266, 267, 406,
420, 434, 453, 487, 507, 524; III, 118, 130, 154, 173, 178, 251, 293, 312.
44
-Ebû Davud, Tıbb, 24; Tirmizî, Siyer, 46; İbn Mâce, Tıbb, 43; Ahmed, I, 389, 438, 440;
45
-Buhârî, Nikah, 17; Müslim, Selâm, 115; Ebû Davud, Tıbb, 24; Tirmizî, Edeb, 58;
Nesâî, Hıyel, 5; Ahmed, II, 6, 36, 115, 126; İmam Malik, İstizan, 22.
46
-Buhârî, Cihad, 47.
47
-Buhârî, Tıb, 43; Müslim, Selâm, 116; Ahmed, II, 153.
62
kuş ötmesi (sebebiyle kişinin başına felaket gelmesi), hastalık bulaşması ve
uğursuzluk yoktur. Şayet herhangi bir şeyde uğursuzluk olsaydı; atta, kadında ve evde olurdu.”48 Önceki iki rivayetin mukabili olan rivayetlere bakıldı-
ğında da şunları bulmak mümkün olmaktadır: “Şayet uğursuzluk adına doğru
(gerçek) bir şey olsaydı; atta, kadında ve evde olurdu.”49 Aynı hadisin bir
başka varyantı; “Şayet herhangi bir şeyde uğursuzluk olsaydı o; atta, meskende ve kadında olurdu”50 şeklinde nakledilmektedir. Biraz araştırıldığında,
Hz. Peygamber’in bu ifadeyi durup dururken kullanmadığı anlaşılmaktadır.
Özellikle kendisinden bu hadisin değişik varyantları nakledilen İbn Ömer’in
rivayetlerinin birinde, Hz. Peygamber’in yanında, cahiliye döneminde Arapların anlayışına iyice yerleşmiş olan uğursuzluk meselesinin tartışıldığına,
O’nun da bu tartışma üzerine yukarıdaki ifadeyi kullandığına işaret edilmektedir.51 Sebeb-i vürûdu açığa çıkmış olan bu hadisin ifade ettiği anlam şudur:
“Eğer uğursuzluk diye bir şey olsaydı şu üç şeyde olurdu. Lâkin uğursuzluk
namına bir şey sabit olmamıştır. Binâenaleyh bunlarda da uğursuzluk yoktur.”52
Hz. Peygamber’in kullandığı üslup yukarıda sayılanlarda uğursuzluk
olduğunu değil, kesinlikle hiçbir şeyde uğursuzluk diye bir şeyin bulunmadığının ifadesidir. “Şayet uğursuzluk olsaydı şunlarda olurdu” ifadesi bir şeyi ispat için değil nefyetmek için kullanılmaktadır. Nitekim bu üslûba
Kur’an ayetlerinde de rastlanmaktadır. “De ki: Eğer Rahmân’ın bir çocuğu
olsaydı, elbette ben (ona) kulluk edenlerin ilki olurdum!,”53 ayetindeki ifade
bunun en açık delilidir. Bu demektir ki kesinlikle ve hiçbir şekilde Allah’ın
oğlu yoktur. Her dilde kullanılan benzer ifadeler bir şeyi ispat etmek için de-
ğil, bir şeyin imkansız olduğunu vurgulamak içindir. Araplar da zaten bu üslûbu “imkansızı delil getirmek” olarak tanımlamaktadırlar. Bu üç şeyin se-
çilmesi ile ilgili olarak da şu söylenebilir: Şayet insanların kendiliklerinden
uğursuz saydıkları şeyler gerçek olsa bunlar uğursuz olurdu çünkü, uğursuz
sayılan şeyler hakkında insanların ortak kanaati bunlar üzerinde yoğunlaş-
maktadır. Neredeyse bütün insanların uğursuz kabul etmekte ittifak ettikleri
bu şeylerde bile kesinlikle uğursuzluk yoktur. Dolayısıyla bunların dışında
kalan hiçbir şey uğursuz değildir. Hadisin başındaki şart edatının hazfedilmesinin anlamı ne kadar bozduğu ve hadis üzerinde ne büyük tartışmalara
yol açtığı bu örnekte görülmektedir.
48
-Ebû Davud, Tıbb, 24; r. 3921; Ahmed, I, 174, 180,
49
-Müslim, Selâm, 117; Ebû Dâvud, Tıbb, 24; Ahmed, II, 289, VI, 150, 240, 246.
50
-Buhârî, Cihad, 47; Nikah, 17; Müslim, Selâm, 118, aynı anlam lafız farklarıyla 119 ve
120 numaralı hadislerde de yer almaktadır; Tirmizî, Edeb, 58; İbn Mace, Nikah, 55;
Ahmed, Müsned, V, 335, 338; İmam Mâlik, İstizan, 21,
51
-Bkz. Buhârî, nikah, 17.
52
-Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul,
1978, IX, 675.
53
-Zuhruf, 43/81
63
Bu hadisleri değerlendiren bazı kişiler ve hadis şarihleri hadisleri bir
anlam bütünlüğü içerisinde değerlendirmek yerine, her bir rivayeti tek başına
doğru kabul ederek, sayılan üç şeyde uğursuzluğun sebeplerini bile saymaya
kalkışmışlardır.54 Halbuki olayı doğru tahlil eden bazı âlimler, Hz. Peygamber’in buradaki ifadelerinin câhiliye Araplarının anlayışını hikaye etmekten
ibaret olduğunu ve uğursuzluk anlayışının tamamen ve kökten reddedildiğini
kesin bir dille açıklamaktadırlar.55 Nitekim Hz. Peygamber’den yukarıda sayılan üç şey hakkında uğursuzluk olduğuna dair hadis nakledildiğini duyan
Hz. Aişe buna fevkalade sinirlenerek; “Bunları sadece cahiliye halkı uğursuz
sayardı.” demektedir.56 Başka bir rivayette Hz. Aişe bu ifadeyi Hz. Peygamber’e isnad ederek; “Rasûlullah, bunları câhiliye halkı uğursuzluk sayardı,
dedi,” şeklinde kullandığı nakledilmektedir.57
Hz. Aişe’den nakledilen hadis ile yukarıdaki rivayetler birlikte değerlendirildiğinde hadiste yanlış bir ihtisar yapıldığı sonucuna varmak mümkündür.
ac- Hadiste Ziyade Yapıldı Şüphesinin Doğmaması
Hadislerde ihtisar, “ziyade” konusunu da aynı anda düşündürmektedir.
Çünkü ihtisar edilen bir hadis metninin yanında tam metnin ziyade gibi algı-
lanması mümkündür. Tek başına ele alınacak ölçülerde geniş bir konu olan
“hadiste ziyade” meselesinin detaylarına girmeden, bazı şartların gerçekleş-
mesi ile ziyadenin de kabul edileceği hakkında yaygın bir kanaat olduğuna
işaret edelim. Ancak bir râvînin aynı hadisi bir yerde ihtisar ederek başka bir
yer ve zamanda ziyadeli rivayet etmesi, kendisi hakkında olumsuz kanaatlerin doğmasına sebep olabilir. Hadisi önce tam metin olarak rivayet edip sonra ihtisar yaparak nakletmesi durumunda olaya olumsuz bakanlar iki şey dü-
şünebilirler. Tam metin olarak naklettiği hadise, bazı ilaveler yaptığını iddia
ederlerken, muhtasar rivayet ettiği hadis için de tam metin rivayet ettiği hadisin bir kısmını unuttuğundan, eksik naklettiğini söyleyebilirler. Râvî; birincisinde hadise kendiliğinden ilaveler yapan ve neredeyse hadis uyduran
bir kişi olarak itham edilirken, ikincisinde zaptı zayıf ve ezberlerini koruyamayan bir kişi olarak takdim edilmiş olur.58 Her iki durumda da râvi ağır
tenkide uğramış konumda değerlendirilir. İşte böyle bir endişenin doğma ihtimalinin bulunduğu zamanlarda hadisi ihtisar ederek rivayet etmekten kaçı-
nılması gerektiği fikri ağır basmaktadır.59
54
-Bkz. Aynî, Umde, XX, 88-89; Davudoğlu, Müslim Şerhi, IX, 675.
55
-Bkz. Aynî, Umde, XIV, 150
56
-Ahmed, VI, 150
57
-Ahmed, VI, 240; Konuyla ilgili geniş açıklama ve bazı rivayetler için bkz. İbn Hacer,
Fethu’l-Bârî, XII, 11-14
58
-Bkz. Cezâirî, Age, s. 315.
59 -Bkz. İbn Cemâ’a, el-Menhel, s.100.
64
b-Râvî’yi İlgilendiren Hususlar
İhtisar’ın caiz olduğunu kabul eden âlimlerin üzerinde durdukları ö-
nemli noktaların başında hadis râvîsi gelmektedir. Kendisinden hadis rivâyet
edilmesi için vazgeçilmez şartlardan sayılan “adâlet” burada da birinci şart
olarak ele alınmaktadır. Râvide aranan şartlardan ikincisi ise, ilmî yeterliliktir (zapt). İki şartın birleşmesi ile güvenilirlik (sika) sıfatını kazanan râviden,
ihtisar yapabilmesi için, rivayet şartlarının üzerinde başka beklentilere de
cevap vermesi, özellikle Arap dili başta olmak üzere fıkıh ve diğer dînî ilimlerde bilgi sahibi bir âlim olması istenmektedir.60 “Metni ihtisar etmek, lafzı
müterâdifi olan lafızla değiştirmek de ancak lafızların mânâlarını bilen ve bu
mânâları bozabilecek şeyleri anlayan kimseler için caizdir. Her iki meselede
de (mânâ ile rivayet ve ihtisar gibi) sahih olan görüş budur. Çünkü bunları
bilen kimse hadiste ihtisar yaparken, metinde kalmasını zarûrî gördüğü şeylerle ilgisi olmayan lafızları öyle ustalıkla ayırır ki; bu lafızların çıkması ne
hadisin delâlet ettiği mânâda ihtilâfa, ne de beyanın bozulmasına sebep olur.
Hattâ hadisin orijinal metninden nakledilen ibarelerle hazfolunanlar, iki ayrı
haber vasfını kazanırlar. Yahutta zikrettikleri hazfettiklerine delalet eder.
Fakat mânânın bozulmasına sebep olacak şeyleri bilmeyen kimse, haberden,
naklettiği ibarelerle doğrudan ilgili bir ifadeyi hazfetmek suretiyle mânanın
bozulmasına sebep olur. Câhil bir kimsenin bir ibare içerisinde geçen istisnayı terk etmesi böyledir.”61
Yukarıdaki bilgiler özetlenirse ihtisar yapacak râvî; işitmediğini hadise eklemeyeceğine ve duyduklarını eksik nakletmeyeceğine güvenilen, karakter açısından dürüstlüğünden kuşku duyulmayan, hadis bilgisinin yanında
özellikle Arap Dili ve fıkıh gibi dînî ilimlerdeki bilgisi ile temâyüz etmiş ilmî yeterliliğe sahip bir âlim olmak durumundadır.
III-İhtisarda Farklı Yöntemler
Duruma ve ihtiyaçlara göre hadislerde değişik ihtisar metotları uygulanmıştır. Bu konuda belirleyici unsurlar farklılık arz etmektedir. Açıkça ifade edilmese de, ihtisar faaliyetine buna göre isim verildiği düşünülebilir.
A-Taktı‘
En çok kullanılan ihtisar yöntemlerinden biri de taktı‘dir. Taktı‘, ihtisar’ın alt başlığı gibi algılanmaktadır.62 Nitekim anlamı ve uygulama biçimine bakıldığında bu değerlendirmenin yerinde olduğu görülebilir. Taktı‘: hadisin ihtiva ettiği hükümler dikkate alınarak parçalara ayrılmak suretiyle her
bir parçanın ait olduğu konuda nakledilmesidir.63 Hadislerin pek çoğu birden
60
-Bkz.: Hattâbî, Meâlim, I, 267-268; VI, 227-229; I‘lâm, I, 358-361.
61 -İbn Hacer, el-Askalânî, Hadis Istılahları Hakkında Nuhbetü’l-Fiker Şerhi, (Nüzhetü’nNazar fî Tavzîhi Nuhbetü’l-Fiker), (Çev. Talât KOÇYİĞİT) AÜİF. Yay. AÜ. Bası-
mevi, 1971, s. 64-65.
62
-Bkz. Cezâirî, Age, 316; Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime), I, 471.
63
-Bkz. Suyûtî, Tedrîb, II, 105.
65
fazla alanlarla ya da aynı alanın farklı konularıyla ilgili bilgiler içermektedir.
Dolayısıyla her cümle birbirinden bağımsız gibi değerlendirilebilir. Her bir
hadisin içerdiği bütün konularda tam metin olarak yazılması veya sözlü olarak nakledilmesindeki zorluğa binâen, özellikle İslâm hukuku ile ilgili çalışmalarda sadece ilgili bölümün aktarılması tercih edilmiştir. Hadislerin konuları dikkate alınarak tasnif edilen temel hadis kaynaklarından Buhârî ve
Müslim’in el-Câmiu’s-Sahîh isimli eserleri ve kütüb-i sitte’ye dahil olanlar
başta olmak üzere sünen türü kaynaklarda, bu yöntemin pek çok örneklerini
bulmak mümkündür. Bu durum dikkate alınırsa bir hadisin aynı isnadla yapı-
lan farklı rivayetlerini, sadece metin farklılığını gerekçe göstererek, zayıf olarak nitelemenin yanlışlığı anlaşılmış olur. Ayrıca Buhârî’nin bu uygulamalarda, hadisin isnad açısından “ğarîb (ferd)” olmadığını göstermek gayesiyle
hadislerin farklı isnadlarını kullandığı da belirtilmektedir.64
Hadis rivayet kitaplarının pek çoğunda uygulanan ve genel anlamdaki
ihtisar kadar sakıncalı görülmeyen bu yönteme de karşı çıkanlar bulunmaktadır.65 Dikkatli bölümlemeler yapıldığında, hadis rivayeti açısından problem
oluşturmayan bu işlem, Ahmed b. Hanbel gibi bazı hadis âlimleri tarafından
hoş karşılanmamıştır. Usûl âlimlerinden İbnü’s-Salah da taktı‘ işlemini sakıncalı bulmuştur.66 Buna rağmen hadis usûlü âlimlerinden bazıları, taktı‘ iş-
lemini ihtisar kadar da sakıncalı görmeyerek kabul edilebilir bir yöntem olarak değerlendirmişlerdir.67 Hatta bazı sahih hadislerin farklı rivayetlerinin birinde problem teşkil edecek ölçüde şüpheli ziyadeleri kesmek suretiyle nakletmek caiz görülmüştür.68 Meşhur hadis rivayet kitaplarının müellifleri bü-
yük âlimlerden İmam Mâlik, Buhârî, Ebû Dâvud, Nesâî eserlerinde bu yöntemi çok sık kullanmışlardır.
İhtisar’ın alt başlığı olarak “taktî‘” genel anlamdaki ihtisardan daha
çok kabul edilebilir bir yöntem olarak telakkî edilmekle birlikte, bu işlemin
yapılışında da bazı sakıncalar görülebilmektedir. Bunların başında hadislerdeki ifade bütünlüğünün bozulması ve hadislerin yanlış anlaşılma ve yorumlanma riskinin ortaya çıkması gelmektedir. Bu noktaya gelince de hadislerin
sıhhatinden şüphe edilmesi devreye girmektedir. Halbuki daha önce hadis
kaynaklarının sistemi bilinerek yapılacak inceleme belki bu noktaya gelinmesini önleyebilecektir. Örneğin Buhârî, hadisleri konularına göre tasnif etmenin yanında bir hadiste birden fazla konu bulunması durumunda (ki ço-
ğunda vardır) hadislerin ilgili cümlelerini bölerek kendisine göre belirlediği
yöntemle her birini ilgili konuya yerleştirebilmektedir.
64 -Bkz. İbn Hacer, Hedyü’s-Sârî Mukaddimetü Fethı’l-Bârî bi Şerhı Sahîhı’l-Buhârî,
(Nâşirler, Tâhâ Abdurraûf Sa’d, Mustafa Muhammed el-Havârî, Seyyid Muhammed
Abdulmû’tî) Kahire, 1398/1978; I, 14.; Kâsımî, Kavâıd, 234.
65
-Ahmed Naim, Tecrîd, (Mukaddime), I, 471.
66 -Bkz. İbnü’s-Salâh, Age, s. 217.
67
-Bkz. Nevevî, Takrîb, s. 78; Cezâirî, Age, s. 316; Kâsımî, Kavâıd, s. 234.
68
-Bkz. Hatîb, Age, s. 189.
66
2-Harm
Sözlükte; “sağlam yapmak”, “hayvana yük vurmak”, “işinde çabuk
olmak”, “azaltmak”, “kesmek” ve “yüz çevirmek” gibi anlamlara gelir. Hadis ilminde ise, “kesmek” anlamıyla ilgili olarak; bir hadisi bölerek sadece
gerekli olan kısmını alıp kalanını hazfetmeye, ya da bir kısmını bir yerde kalan kısmını da aynı isnadla başka bir yerde nakletmeye denir.69 Kelime bu
mânâda “taktı‘” gibidir. İhtisar’ın bölümleri olan taktı‘ ve harm kabul edilebilirlik açısından ihtisarla aynı hükme tabidir.
Hadiste “ihtisar” ile birlikte düşünülmesi gereken bir başka konu “Ziyade” meselesidir. Âlimlerin, hadislerdeki “ziyade” ifadeler hakkında “ihtisardan” daha titiz davrandıkları anlaşılmaktadır. Çünkü “ihtisarın” riski anlam bozukluğu meydana getirmek iken, “ziyade” sadece anlamı bozmakla
kalmayıp ifadenin uydurulmuş olma ihtimalini de gündeme getirmektedir.
Bazı âlimler tarafından “Hadisi noksan rivayet et, ama ona ziyade yapma,”70
uyarısı bu tehlikeden kaynaklanmaktadır. Ziyadenin yanlış olma riskinden
kurtulmak için, yanılma ihtimalinin bulunduğu zamanlarda hadisin muhtasar
nakledilmesi tavsiye edilmiştir.
SONUÇ
Hadisin ihtisar edilmesi, olmayan bir şeyin ilave edilmesi değil, mevcudun terk edilmesidir. Bu durumda Hz. Peygamber’e ait olmayan bir sözün
ona isnad edilerek nakledilmesi gibi bir tehlike yoktur. Ancak ihtisarın dikkatli yapılmaması durumunda Hz. Peygamber’in maksadına uymayan bir anlamın ortaya çıkması gibi önemli bir problemle karşı karşıya kalınabilir. Hadisi rivayet eden kişinin Arap dili ve İslâm’ın genel prensipleri konusunda
yeterli bilgiye sahip olmaması, bu sonucun ortaya çıkmasına sebep olabileceği gibi, bazı kötü niyetli kişilerin maksatlı olarak yanlış ve kuralsız ihtisarlar yapabilecekleri ihtimali de göz ardı edilemez.
Her ne kadar bazı âlimler karşı çıksalar da büyük çoğunluk hadislerin
muhtasar rivayeti konusuna cevaz vermişlerdir. Uygulama büyük çoğunlu-
ğun kabulleri doğrultusunda sürüp gelmiş ve hadisler büyük ölçüde muhtasar
olarak nakledilmiştir. Hattâ birçok hadisin rivayetinde ihtisar için vazgeçilmez şart olarak öne sürülen kurallara uyulmadığı da olmuştur. Bu gerçek göz
önünde bulundurularak özellikle hadislerde anlam kaymasından şüphe edildiği zaman ihtisarsız rivayetlerin bulunması için çaba gösterilmesi büyük
önem taşımaktadır. Hadis rivâyetinde kullanılan sistemlerin bilinmesi ve de-
ğerlendirmelerin ona göre yapılması, gerçeğe ulaşmayı kolaylaştırabilir. Genel kanaat olarak mânâ rivâyeti, muhtasar rivâyet veya hadislerin tamamı
değil de bir bölümünü rivâyet şeklinde yapılan uygulamalar tenkit edilebilir.
Hatta uygulamanın caiz görülmemesi de mümkündür. Fakat bu durum, geç-
mişte böyle bir sistemin çoğunluk tarafından kabul edilip uygulandığı gerçe-
69
-Bkz. Uğur, Hadis Terimleri Sözlüğü, s. 118.
70
-Hatîb, Age., s. 189.
67
ğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla hadis metinlerinde karşılaşılan her farklı-
lığı “büyük hata” olarak ilan etmeden önce, farklı rivayetlerin anlam bütünlüğü sağlayıp sağlamadıklarını kontrol etmek, gerçeğe daha yakın gibi gö-
zükmektedir.
Bu bilgiler, bazı hadisleri doğru anlama ve maksadına uygun yorumlamaya katkı sağlayacağından; sadece bir rivayetine bakıldığında yanlış anlaşılabilen sahih hadisleri zayıf ya da uydurma damgası yemekten kurtaraca-
ğı gibi, hadisleri tenkit noktasında çok ihtiyatlı davranan kimselerin eksik
bilgiye dayalı yanlış anlamalarının önüne de geçebilecektir. Bunlara ek olarak, bazı önyargılı kişilerin benzer hadislere dayanarak, İslâm Dîni aleyhinde
doğru olmayan ve gerçeği yansıtmayan iddialar ortaya atmak suretiyle insanları yanlış bilgilendirmelerini önlemeye yardımcı olabileceği de ümit edilir.
68
BİBLİYOĞRAFYA
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, (I-VI), (Muntahab’u Kenzi’lUmmal ile beraber), Beyrut, 1985.
Ahmed Muhammed Şakir, el-Bâısu’l-Hasîs Şerhu İhtisâr’ı
Ulûmi’l-Hadîs, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, II. Baskı, Beyrut
1370/1951
Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh
Tercemesi, (Mukaddime), DİB. Yay. Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1976,
Aydınlı Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş, İstanbul,
1987
Aynî Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed b. Mûsâ el-Halebî
el-Ayntâbî, Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut, ty.
Buhârî, Muhammed b. İsmaîl, Sahîh, (I-VIII), Mektebetü’l-
İslâmî, İstanbul, 1979.
Cevherî, İsmail b. Hammâd, es-Sıhâh, Beyrut, 1979.
Cezâirî, Tâhir b. Salih b. Ahmed, Tevcîhü’n-Nazar ilâ Usûli’lEser, Dâru’l-Marife, Beyrut, ty,
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman, Sünen,
(I-II), Dâru İhyâi’s-Sünneti’n-Nebeviyye, Beyrut, ty.
Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi,
Sönmez Neşriyet, İstanbul, 1978.
Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, Sünen (I-V) Çağrı
Yay. İst. 1981.
Hatîb, Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, el-Bağdâdî, Kitâbu’lKifâye fî Ilmi’r-Rivaye, el-Mektebetü’l-İlmiyye, Medine, ty.
69
Hattâbî, Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed, Meâlimü’sSünen, Münzirî’nin “Muhtasar’ı” ve İbn Kayyım’ın “Tehzîb’i” ile
beraber, (I-VIII), Dâru’l-Meârif, Beyrut, 1980.
İbn Cemâ’a, Muhammed b. İbrahim, el-Menhelü’r-Revî fî
Muhtasar’ı Ulûmi’l-Hadîsi’n-Nebevî, (thk. Dr. Muhyiddîn
Abdurrahman Ramazan) Dâru’l-Fikr, Dımeşk, 1986,
İbn Hacer, Hedyü’s-Sârî Mukaddimetü Fethı’l-Bârî bi Şerhı
Sahîhı’l-Buhârî, (Nâşirler, Tâhâ Abdurraûf Sa’d, Mustafa Muhammed el-Havârî, Seyyid Muhammed Abdulmû’tî) Kahire, 1398/1978.
--------Hadis Istılahları Hakkında Nuhbetü’l-Fiker Şerhi,
(Nüzhetü’n-Nazar fî Tavzîhi Nuhbetü’l-Fiker), (Çev. Talât
KOÇYİĞİT) AÜİF. Yay. AÜ. Basımevi, 1971.
İbn Kesîr, Ihtisâru Ulûmi’l-Hadîs, II. Baskı, Beyrut,
1370/1951
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd, Sünen, (Thk.
M. Fuad Abdulbâkî) Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1975.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed el-Mısrî, Lisânu’l-Arab
(I-XV), Dâru’s-Sâdır, Beyrut, ty.
İbnü’s-Salâh, Ebû Amr Osman b. Abdirrahman, Ulûmü’lHadis, (Mukaddime) (thk. Nureddin ‘ITR) Dâru’l-Fikr, Dımeşk,
1406/1986.
Kahraman, Hüseyin, Hadis Usûlünde el-Hatîb el-Bağdâdî’nin
İbnü’s-Salâh’a Etkileri, Arasta Yay., Bursa 2002.
Kâsımî, Muhammed Cemâlüddîn, Kavâıdu’t-Tahdîs min
Fünûni Mustalahı’l-Hadîs, (Thk. Muhammed Behcet el-Baytar, Takdîm, Muhammed Reşîd Rıza) Beyrut, 1407/1987,
Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc, Sahîhi Müslim, (IV) (Thk. Muhammed Fuad Abdulbâkî) Dâru Ihyâi’t-Türâsi’l-Arabî,
Beyrut, 1954.
70
Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünenü’n-Nesâî,
(Suyutî şerhi ve Sindî haşiyesi ile birlikte) (I-VIII), Beyrut, 1930.
Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Yahya b. Şeref, et-Takrîb ve’t-Teysîr
li Marifeti Süneni’l-Beşîri’n-Nezîr, (Şerh, Salah Muhammed Muhammed Uveyza) Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1407/1987.
Sofuoğlu, Mehmed, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, Ötüken
Yay. İstanbul, 1989.
Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekir, Tedrîbü’r-Râvî fî Şerh’i
Takrîbi’n-Nevevî, (Thk. Abdulvehhâb Abdullatîf) II. Baskı, Medine,
1392/1972
Tirmizî, Ebû Îsa Muhammed b. Îsa, Sünenü’t-Tirmizî, (Thk.
Ahmed Muhammed Şakir), Beyrut, 1938.
Uğur, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, TDV.
Yay. Ankara, 1992.
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Beyrut, 1965,

Konular