Arapça’da Kelime ve Kuralların Doğrulanması İçin Hadislerin Kullanılması

T.C.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ
İLAHİYAT FAKÜLTESİ
Cilt: 13, Sayı: 1, 2004
s. 213-228
Arapça’da Kelime ve Kuralların Doğrulanması İçin
Hadislerin Kullanılması∗
Muhammed el-Hadir HUSEYN**
Çev. Hasan TAŞDELEN
Dr.; U.Ü. İlâhiyat Fakültesi
Özet
Arap dili kurallarının tespiti noktasında, hemen herkesin
ittifakla benimsediği iki temel referans söz konusudur:
Kur’an-ı Kerim ve Arap şiiri. Bununla birlikte, söz konusu
referanslardan ilkinin kaynaklığı hususu tartışmasız iken,
ikincisiyle ilgili olarak bir takım sınırlamalar getirilmiştir.
Dil bilginleri, dilin bozulmaya başlamasından önceki
dönem şairlerine ait şiirlerin, -söz konusu şiirler bize

Bu yazı, Muhammed el-Hadir Huseyn’in Dirâsât fi’l-Arabiyye ve Târîhihâ
isimli kitabının 166–180. sayfalarında yer alan el-İstişhād bi’l-hadîs fi’l-luğa
adlı makalesinin tercümesidir (Dimaşk, II. Baskı, 1960)
* *
1874 yılında Tunus’un Nefta köyünde dünyaya geldi. 12 yaşında iken
babasıyla beraber Başkent Tunus’a göç etti. Burada el-Câmiu’z-Zeytûnî
enstitüsüne kaydolarak, buradan mezun oldu. 1905 yılında kadar Binzert
şehrinde hâkimlik yaptı. Siyasete karıştığı ve Fransızlar aleyhine propaganda
yaptığı iddiasıyla idama mahkûm edilince, ailesiyle beraber Şam’a göç etti.
1922 yılında siyasi mülteci olarak Mısır’a gitti. Burada “Nûru’l-İslâm”
dergisini çıkarttı. Bu arada hem Kahire’de kurulan Arap Dil Akademisi’ne
hem de Şam’da kurulmuş bulunan Şam Bilim Akademisi’ne üye olarak
seçildi. 1953 yılında ‘Ezher Meşihatı’na getirildi. 1958’de vefat etti. Birçok
eserler bırakmıştır. Bir kısmı şunlardır: Rasâilu’l-Islâh (3 cüz), Hayâtu’lLugati’l-‘Arabiyye, el-Kıyâs fi’l-Lugati’l-‘Arabiyye, el-Hurriye fi’l-İslâm, Âdâbu’lHarb fi’l-İslâm, Menâhicu’ş-Şeref, el-Hayâl fi’ş-Şi’ri’l-‘Arabî, Nakzu Kitâbi fi’ş-
Şi’ri’l-Câhilî, Havâtiru’l-Hayât (Şiir divanı). (Daha geniş bilgi için bkz. Dirâsât
fi’l-Arabiyye ve Târîhihâ, Dimaşk, II. Baskı, 1960, s. 3-4; Mu’cemu’l-muellifîn,
Umar Ridâ Kehhâle, Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, ty., IX/279;
http://www.islamonline.net/Arabic/history/1422/03/article16.SHTML
(18.03.2004);
211
sağlam kanallardan intikal etmek koşuluyla- dilde delil
olarak kullanılabileceği görüşündedir. Asıl ihtilaf ise, Hz.
Peygambere ait hadislerin dilde şahit olarak kullanılıp
kullanılamayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır.
Bununla birlikte, hadislerin bize lâfzen ulaştığı ya da dilin
bozulmasından önce tedvin edildiğini tespit etmemiz
durumunda, dilde delil olarak kullanılmaları için herhangi
bir sakınca kalmamaktadır.
Summary
Inference of Arabic Grammer Rules From Prophet’s Tradition
There are two main source to which grammatical rules refer in
Arabic Language. One of them is Qur’an and the second is
classical Arabic poem written down in ‘divan’s belonging to
poets who lived before the language corruption (that’s before
150 in hicri calendar). But what about Prophet’s Tradition? Can
they be accepted as a source for language grammatical rules or
not. Briefly, if traditions of Prophet Muhammed had been
written down in the Hadith books before the corruption of
Arabic Language or we know that they had been narrated
literally until recording into Hadith Books, they could be
accepted and referred to as a source for proving Arabic
Language Grammer.
Anahtar Kelimeler : Arap Grameri, istişhâd, gramer kurallarının
tespiti
Key Words : Arabic Grammer, Istishad, source of grammer
rules
Arap dili bilginleri, dilde kullanılan kelimelerin ispatı ve
dilbilgisi kurallarının temellendirilmesi konularında Kur’ân-ı Kerim’e
ve öz Arapların sözlerine dayanırlar. Dil bilginleri arasında, Hz.
Peygamber’den rivayet edilen hadislerin delil olarak kullanılması
konusunda görüş ayrılığı oluşmuştur. Arap Dil Akademisi bu
meseleyi de ele almalı ve kesin bir görüş belirtmelidir. Zira “hadîs” ve
“garîbu’l-hadîs” konusunda yazılmış olan kitapların sayısı çoktur ve
bunlardan bir kısmı muazzam ciltlere ulaşmaktadır.
Doğrunun, hadisleri dilde yeterli bir delil olarak kabul
edenlerin yanında olduğuna karar vermemiz durumunda, dil
ilimlerindeki araştırma sahası daha da genişlemiş olacak ve delili
sadece Kuran’a ve fasih Araplardan bize ulaşan sözlerle
sınırladığımız zaman bulabildiğimizden daha fazla bir desteği dilin
önemini vurgulamak için bulabileceğiz.
212
Beni bu meseleyi incelemeye ve ilim ehlinin bu konuda
yazdıklarını didik didik ederek onların farklı düşünceleri arasından
bir görüş süzüp çıkartmaya iten de budur.
İşte ben burada, beğendiğim tarzda araştırmayı sunuyor ve
sonuna da görüşümü ekliyorum ki, Akademimiz hangi görüşe sahip
olacağını düşünebilsin.
Hadis’ten kasıt nedir?
Hadis kitapları hem Hz. Peygamber’in sözlerini hem de
sahabenin sözlerini içerir ki bunlar Hz. Peygamberin bir fiilini veya
halini ya da bunlar dışında dinle ilişkisi bulunan genel veya özel
işleri anlatırlar. Hatta birçok hadis kitabında tabiin kaynaklı sözler
de vardır. Aynı şekilde Garîbu’l-Hadis konusunda telif sahibi
olanların, Hz. Peygamber’in, ashabın veya Ömer b. Abdilaziz (r.a) (ö.
101/720) gibi tabiîlerden bir kısmının sözlerinden bazı kelimeleri
kitaplarına aldıklarını görüyoruz. Ashab ve tabiîne nispet edilen bu
sözler, muhaddisler kanalıyla bize ulaştığı zaman, dile ait bir
kelimenin belirlenmesi veya bir dilbilgisi kuralının ispat edilmesi gibi
konularda Hz. Peygambere nispet edilen sözlerin hükmünü alır.
Hadislerde Arap Dilinde Delili Olmayan Kelimeler Var mıdır?
Hadislerde öyle kelimeler vardır ki, lügat bilginleri Arap dilinde
o kelimelerin şahidini (başka bir örneğini) bulamamaktadırlar. Yine
bazı kelimeler öyle kullanılmaktadırlar ki, bu kullanım ancak
hadislerden anlaşılabilmektedir. Garîbu’l-Hadîs şârihleri, -dil ustalarından olmalarına rağmen- çok kere şöyle derler: Bu sözcük ancak
hadislerde vardır; bu lafzı biz sadece hadislerde işittik.
Ebû Bekr Muhammed b. Kâsım el-Enbârî (ö. 328/940) –ki
‘garîbu’l-hadis’ konusunda eseri bulunanlardandır- şöyle
demektedir: “Buna benzer sadece hadislerde duyulan birçok
sözcükler vardır.”1
Ebû Mûsâ Muhammed b. Ebî Bekr el-Isfehânî (ö. 581/1185)
“Kitâbu’l-Garîb”inde, sadece hadis rivayetlerinin bir kısmında varit
olan lafızlardan söz açarak, “Ben, böyle lafızları, insan bunlardan
birini aradığında kitaplarda bulamayarak şaşıracağından dolayı
burada zikrediyorum. Bizim kitabımıza baktığında, bunların aslını ve
manasını öğrenir” demiştir.
Bu tür lafızların örneklerinden birisi,
1
en-Nihâye, İbn el-Esir, “”هروmaddesi. (mü.) (Makalede geçen dipnotların
büyük kısmı ve müellif isimlerinden sonraki vefat tarihleri tarafımızdan
konulmuştur. Müellifin koyduğu dipnotlara işaret etmek için, dipnotun
sonuna (mü.) eklenmiştir.)
213
أَيُّمَا رَجُلٍ أَغْلَقَ بَابَهُ عَلَى امْرَأَتِهِ وَ أَرْخَى دُونَـهَا إِسْتَارَةً فَقَدْ تمََّ
صَدَاقُهَا
“Herkim hanımının üzerine kapıyı kapatır ve perdeyi de
indirirse, mehrini tam olarak vermesi gerekir.”
hadîsinde2 varit olan “ ”إستارةkelimesidir. Garîbu’l hadis şarihleri
“ ”إستارةkelimesinin sadece bu hadiste kullanıldığını ifade
etmişlerdir.3
Yine bu türün örneklerinden birisi de “ ”أفلجkelimesidir. Ön
dişlerin arası açık olmak manasına gelen ‘ ’فلجkökünden türemiştir.
Bu sözcüğü İbn Ebî Hâle (h.ö. 8/613) Hz. Peygamber’i vasfederken,
diş ‘ ’أسنانkelimesini zikretmeden kullanmıştır. Hâlbuki İbn Dureyd
(ö. 321/933) ve Kamus sahibi (Muhammed b. Ya’kub el-Fîrûzâbâdî,
ö. 817/1415) şöyle demektedirler:“/أسنانdişler” kelimesi zikredilmeden, “/رجل أفلجdişlerinin arası açık kişi” denilmez.
Hadisi Dilde Delil Olarak Kullanma Konusundaki Görüş Ayrılığı
Nahiv bilginlerinden bir kısmı, hadisin dilde şahit olarak
kullanılamayacağı görüşünü benimsemiştir. Bu, dilin kelimelerini
belirleme ve kurallarını tespit etme konusunda hadise dayanılamaz
demektir. Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-İşbîlî (ö. 680/1289) (İbn
ed-Dâî‘ adıyla meşhurdur), Esîruddin Muhammed b. Yûsuf (ö.
745/1344) (Ebû Hayyân diye bilinir) bu görüşü benimseyen
bilginlerdendir. Hatta Ebû Hayyân bu görüşünün, ister ilk dönem
bilginleri ister daha sonraki dönem bilginleri olsun, Arap dil
bilginlerinin ortak görüşü olduğunu iddia etmiş, ‘Kitabu’t-Teshîl’
şerhinde şunları kaydetmiştir: “Nahiv ilminin ilk kurucuları olan ve
Arap dilinden inceleyerek kuralları çıkaranlar, ister Ebu ‘Amr (ö.
154/771), İsa b. Umer (ö. 149/776), el-Halîl (ö. 175/791) ve Sibeveyh
(ö. 180/796) gibi Basralı imamlardan, ister el-Kisâî (ö. 189/805), elFerrâ (ö. 207/822), Ali b. Mubarek el-Ahmer (ö. 294/906), Hişam edDarir (ö. 209/824) gibi Kufeli imamlardan olsun, böyle bir şey
yapmamışlardır –yani hadisi dilde delil olarak kullanmamışlardır-.
Her iki ekolün sonradan gelenleri ve Bağdat ve Endülüs nahiv
âlimleri gibi diğer bölgelerdeki bilginler de bu yolda onları
izlemişlerdir.”
Bir grup bilgin ise, hadisin dilde delil olarak kullanılmasını
uygun görerek, bunu kelimelerin tahkiki ve kuralların tespitinde
müracaat edilecek kaynaklar arasında saymışlardır. İbn Malik adıyla
meşhur Muhammed b. Abdillah (ö. 672/1274) ve İbn Hişam diye
meşhur olan Abdullah b. Yusuf (ö.761/1360) bu görüşle
2
Lisanu’l-Arab “ ”سترmaddesi.
3
en-Nihâye, İbn Esir, “ ”سترmaddesi.
214
tanınanlardandır. Bu görüşe destek verenlerden biri de el-Bedr edDemâmînî (ö. 825/1424) dir ki “Tahrîru’r-rivâye” adını verdiği
“Kifâyetu’l-mutahaffız” şerhinde bunu dile getirmiştir. O, bu görüşü
benimseyenler arasında el-Cevherî (ö. 400/1009), İbn Sîde (ö.
458/1066), İbn Fâris (ö. 395/1004), İbn Haruf (ö. 609/1213), İbn
Cinnî (ö. 392/1002), İbn Berrî’yi (ö. 582/1187) ve es-Suheylî’yi (ö.
581/1185) zikretmiş; hatta,
eş-Şeyh Ebu Hayyân’ın et-Teshîl şerhinde, Ebu’l-Hasen edDâi’in Cumel şerhinde dile getirdikleri görüşlerini ve bu
meselede onları izleyen el-Celâl es-Suyuti’yi (ö. 1505) istisna
edersek, bu meselede Arap dil bilginlerinden farklı görüş
taşıyan kimseyi bilmiyoruz, demiştir.
İtiraz Edenlerin Bakış Açısı
Bunlar, Hz. Peygamber’in lafzı olduğuna güvenilmediği için
hadisin dilde delil olarak kullanılamayacağını söylemişlerdir. İki
sebepten dolayı, rivayetin Hz. Peygamber’in lafzı olduğuna
güvenilemez.
Birincisi: Raviler mana olarak rivayeti caiz görmüşlerdir.
Bundan dolayı, Hz. Peygamber zamanında geçen bir olayın farklı
lafızlarla nakledildiği görülebilir. Mesela,
“ ِ ِ / زَوَّجْتُكُمَا بِمَا مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنİkinizi, senin ezberinde bulunan
Kur’an-ı Kerim karşılığında nikâhladım” hadisi böyledir. Diğer bir
rivayette
“ِ / مَلَّكْتُكَهَا بِمَا مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنEzberindeki Kur’an karşılığında (yani
mehir olarak) onu sana verdim”; Üçüncü bir rivayette,
“ِ/ خُذْهَا بِمَا مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنEzberindeki Kur’an karşılığı onu al”;
Dördüncü bir rivayette,
“ِ/ أَمْكَنَّاآَهَا بِمَا مَعَكَ مِنَ الْقُرْآنEzberindeki Kur’an karşılığı onu sana
nikâhladık” vardır.4
Kesin olarak biliyoruz ki, Hz. Peygamber bu lafızların
hepsini birden kullanmamıştır. İşin aslı, bunlardan herhangi
birini söylemiş olduğu konusunda da kesin bilgimiz yoktur. Zira,
bu lafızlarla aynı manaya gelen başka bir lafız kullanmış ve
ravilerin de lafzı değil maksadı rivayet etmiş olması muhtemeldir.
Çünkü, istenen sadece mananın iletilmiş olmasıdır.
İtiraz edenler, ravilerin ezberlerine güvendikleri için hadisleri
yazarak muhafaza etmemiş olduklarını ayrıca zikretmişlerdir.
Manayı muhafaza eden ise “zâbıt” olarak değerlendiriliyordu.
4
Bu rivâyetler için bkz. Buhârî, Fedâilu’l-Kur'ân, 21-22, Nikâh, 50; Nesaî,
Nikâh, 1, 14, 41; Ebû Dâvud, Nikâh, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 330.
215
Lafızların korunmuş olması ise, özellikle de uzun hadislerin lafızları
söz konusu olunca, oldukça zayıf bir ihtimaldir.
İkincisi: Rivayet edilen hadislerin birçoğunda dil hataları vardır.
Zira ravilerin birçoğu saf Arap kültürü ortamında yetişmediler ki,
fıtraten Arap olabilsinler. Aksine fasîh Arapça’yı nahiv ilmi yoluyla
öğrenmiş bulunuyorlardı.
Kabul Edenlerin Bakış Açısı
Bunlar, Hz. Peygamberin lehçe itibariyle Arapların en fasihi
olduğu konusunda görüş birliği bulunmasına dayanırlar. Nitekim,
İbn Hazm (456–1064), Kitâbu’l-Fasl’ında, hadisi dilde delil olarak
görmeyenleri yadırgadığını belirterek,
Allah kendisine Peygamberlik ihsan etmeden önce, Mekke’de
bulunduğu günlerde de, Muhammed b. Abdullah, milletinin
dilini çok iyi biliyor ve çok fasih konuşuyordu. Allah’ın onu
uyarıcılık ve kendisiyle insanlar arasında aracılık yapması
için seçmesinden sonra farklı bir durum nasıl mümkün
olabilir!
demektedir.
Bu görüşe sahip olanlar şunu da belirtmişlerdir: Hadisler,
nakledilen Arap şiirlerinden daha sağlam bir senede sahiptir.
Nitekim, el-Mısbah sahibi5 “”مَنْ أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ بِشَرٍّ وَجَبَت6 “Kimi kötü bir
şekilde yâd ederseniz ona (Cehennem) gerekli olur.” hadisini “kötü
şekilde zikretmenin de “ ”ثناءkelimesiyle ifade edilebileceğine delil
olarak zikrettikten sonra şunları eklemiştir:
Bu rivayeti adil ve zabıt bir ravi fasih araplardan, onlardan
Arapların en fasihinden nakletmişlerdir. Öyleyse, dilcilerin
nakillerinden daha güvenilirdir. Zira onlar zaman zaman
hali belli olmayan bir kişiden rivayetle bile yetinirler.
Esasen, hadisin dilde delil olarak kullanılamayacağını
düşünenlerin bile, Hz. Peygamberin, dil yönüyle Arapların en fasihi,
beyan yönüyle en harikası olduğunu kabul ettikleri bilinmektedir. Bu
kişiler, hadis senetlerinin şiir senetlerinden daha güçlü olduğuna da
itiraz etmezler. Kabul etmeme konusundaki tek dayanakları Arap şiir
5
Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî (ö. 770/1368).
6
Hadisin, hadis mecmualarındaki lafzı şöyledir:
حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ صُهَيْبٍ قَالَ سَمِعْتُ أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ
عَنْهُ يَقُولُ مَرُّوا بِجَنَازَةٍ فَأَثْنَوْا عَلَيْهَا خَيْرًا فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَجَبَتْ ثُمَّ مَرُّوا
بِأُخْرَى فَأَثْنَوْا عَلَيْهَا شَرًّا فَقَالَ وَجَبَتْ فَقَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ: مَا وَجَبَتْ؟ قَالَ
هَذَا أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ خَيْرًا فَوَجَبَتْ لَهُ الْجَنَّةُ وَهَذَا أَثْنَيْتُمْ عَلَيْهِ شَرًّا فَوَجَبَتْ لَهُ النَّارُ أَنْتُمْ شُهَدَاءُ
اللَّهِ فِي الْأَرْضِ
Bkz. Buhari, Cenaiz, 85; Müslim, Cenaiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 50.
216
ve nesrinin aksine hadislerin mana ile rivayet edilmiş olma
ihtimalidir. Şiir ve nesir ravileri ise lafızlara özen göstermişlerdir. Zira
bunları rivayet etmenin hedefi, lafızlara ait hükümlerin tespit
edilmesidir. Şerhu’l-Cumel’inde İbn ed-Dâi‘ şöyle der :
Şayet, hadislerin mana olarak rivayet edilmesinin caiz
olduğu konusunda alimlerin açık ifadeleri olmasaydı, Hz.
Peygamberin sözleri, fasih dili tespit etme hususunda daha
güzel ve güvenilir olurdu.
Kabul edenlerin ortaya koydukları en güçlü delil şudur: Asıl
olan, hadisin işitildiği gibi rivayet edilmesidir. Aynı zamanda,
bilginler, lafızların korunmasında ve nakil konusundaki incelemelerde çok sıkı davranmışlardır. Bu gerçekten dolayı, hadisin
lafzıyla rivayet edildiği yönündeki düşünce baskın çıkar. Böyle
düşünce ise, dilin kelimelerini tespit etme ve dilbilgisi kurallarını
belirleme konusunda yeterlidir.
Kabul Etmeyenlerin Görüşlerinin Tartışılması
Kabul etmeyenlerin iddiası şudur: Raviler hadisleri mana
olarak rivayet ediyorlardı. Dolayısıyla biz asla, hadisin rivayetinde
kullanılan lafzın Hz. Peygamberin ağzından çıkan lafız olduğuna
güvenemeyiz.
Kabul edenler ise bu iddiaya şöyle cevap vermektedirler: Hadis
âlimlerinin, fakihlerin ve usûl âlimlerinin pek çoğu hadisin mana
olarak rivayetini kabul etmeme görüşündedirler. Mana ile rivayeti
caiz görenler de, ravinin manayı değiştiren veya eksilten hususları iyi
bilmesi ve kelimelerin yerlerini ihata etmesini şart koşmuşlardır.
Hatta bazıları, dil ilminin inceliklerini tamamıyla kavramış olması ve
sözü güzelleştiren unsurları devamlı aklında tutarak cümlelerini
kurarken bunları göz önünde bulundurması şarttır, demişlerdir.
Mana ile rivayeti caiz görenler de lafızla rivayetin daha güzel
olduğunu kabul ettiğine ve mana rivayeti onlara göre sadece bir
ruhsat olduğuna göre, onlar da bu işe sadece zaruret durumunda
başvuracaklardır. Buna bir de, mana rivayetini kabul edenlerin,
bunu sadece kitaplarda tedvin edilmemiş hadisler için caiz
gördüğünü eklemişlerdir. Yazılı kayda girmiş hadislere gelince,
bunlarda tasarrufta bulunmak kesinlikle caiz değildir. Hadislerin
tedvini ise dilin bozulmasından önceki devri ifade eden ilk dönem
içinde olmuştur. Tedvin edilmiş olan hadislerde bir mana rivayeti
vukua gelmiş olsa bile, bu ancak sözleri delil olarak kullanılabilecek
kişilerce yapılan bir tasarruftan ibarettir.
Bu konuda, el-Bedr ed-Demâmînî’nin (ö. 825/1424) sözlerini
ve hocası İbn Haldun’dan (ö. 808/1406), hadisle istişhâdı caiz
217
görmeyenlere cevabı sadedinde naklettiklerini örnek verebiliriz: elMuğnî haşiyesinde7 şunları nakletmiştir:
Ebû Hayyân, nahiv kurallarına Hz. Peygamber’in
hadisleriyle delil getirilmesini, bu hadisleri Arapçasına
güvenilemeyecek kişilerin mana olarak rivayet etmiş olma
ihtimalinden dolayı kabul etmemiştir. Nitekim, bu hadisleri
delil olarak kullanmasından dolayı, İbn Malik’e çokça itiraz
etmiştir. Hocamız İbn Haldûn ise bunu şöyle cevaplamıştır:
Bu hadislerin nahiv kurallarının belirlenmesinde kesin bilgi
ifade etmeyeceğini kabul etme durumumuzda bile, en
azından zannı galip ifade edeceği kesindir. Zira hadislerde
asıl olan, - özellikle de hadislerin olduğu gibi nakledilmeleri
konusunda derin araştırmalar yapılması ve lafızların
korunması konusunda sıkı tedbirler alınmış olmasının
raviler arasında yaygın olduğu göz önünde bulundurulursadeğiştirilmemiş olmalarıdır. Zaten, ravilerden, mana olarak
rivayeti caiz görenler de bunun hilaf-ı evla olduğunu ve
ihtilafın sadece kitaplarda tedvin edilmemiş olan hadisler
hakkında söz konusu olduğunu kabul etmektedirler. Zannı
galip ise böyle hükümlerde, hatta şer’î hükümlerde bile
yeterlidir. Dolayısıyla, olması beklenene ters düşen bir
ihtimalin bu konuda hiçbir etkisi söz konusu olamaz.
Kitaplarda tedvin edilmiş olan hadislere gelince, bunların
lafızlarını değiştirmek İbnu’s-Salâh’ın8 (ö. 643/1245) da belirttiği
gibi, bilahilaf caiz değildir. Hadislerin tedvini Arap dilinin
bozulmasından önceki döneme rastlayan ilk asır içinde olmuştur. –
Hadislerin lafızlarını değiştirdiklerini düşünsek bile- bu ravilerin
sözleri, delil olarak kullanılabilecek niteliktedir. O gün için bu işin
şekli, delil olarak kullanılabilecek bir lafızla yine aynı özelliği taşıyan
başka bir lafzı değiştirmektir. Sonra bu ikinci lafız kayda geçirilerek
değiştirilmesi ve mana olarak rivayet edilmesi engellenmiştir.
Dolayısıyla, böyle hadisler kendi babında sahih bir delil olarak
kalmaya devam eder ve bilginlerin sonraki lafzı delil olarak
kullanmalarına, yukarıda zikredilen ihtimalin varlığı kuşkusu zarar
vermez.
Kitâbu’l-İktirâh’ın şarihlerinden birisi9 İbn Haldun’a itiraz
ederek şunları dile getirmiştir:
7
Muğni’l-lebîb, İbn Hişâm’ın (ö. 761/1360) nahivle ilgili eseridir. Ed-Demamini,
bunun üzerine Tuhfetu’l-garîb şerhi muğni’l-lebîb adıyla bir haşiye yazmıştır.
8
Hadis âlimleri demişlerdir ki: Senden öncekilerin rivayetlerinden
oluşturulmuş kitaplarda gördüğün aynı kitapta bile olsa أخبرناlafzını حدثناve
benzeri lafızlarla bile değiştirme hakkın yoktur. (mü.)
9
Bu kişi İbn A’llân’dır (ö. 1057/1648). Şerhinin bir nüshası el-Mektebetü’tTeymûriyye’de bulunmaktadır. (mü.)
218
Hadislerin tedvini dilin bozulmasından sonra yapılmıştır. Bu
tedvin ancak tabiîn asrında olabilmiştir. O zaman da zaten
dilde bozulmalar meydana gelmişti. Dolayısıyla mana olarak
rivayet, Arapça’yı selika olarak konuşanlarla sınırlı
kalmamıştır.
İbn Haldun’un iddiası ve bu şarihin ona itirazı karşısında,
hadisin tedvin tarihi hakkında birkaç söz söylemeden ve dilin
bozulduğu dönemden bahsetmeden geçmek olmaz. Belki de böylece,
asıl araştırma konumuz olan “Hadisin Dilde Delil Olarak
Kullanılması” konusunda faydalı bir bilgiye ulaşabiliriz.
Gerçek şudur ki; Hadis’in yazıya geçirilmesinin temeli Hz.
Peygamber döneminde atılmıştır. Hadis yazanlardan birisi de
Abdullah b. Amr b. El-As (ö. 43/664) idi. Hatta bu yüzden hadis
cemi Ebu Hüreyre’den (ö. 58/678) bile fazla olmuştur. Ancak
hadislerin kitaplar haline getirilmesi hicri 101 (720 m.) yılında vefat
eden Halife Ömer b. Abdilaziz’in emriyle olmuştur. Sahih’te şu
rivayet edilmiştir: “O uzak yerlerdeki görevlilerine yazarak, Hz.
Peygamberin hadislerini ve sünnetini araştırarak toplamalarını ve
yazıya geçirmelerini emretmiştir”.
Hadisi ilk tedvin eden hicri 124 (742 m.) yılında vefat eden
Muhammed b. Müslim ez-Zührî’dir. Onun Abdullah b. Ömer (ö.
73/693), Enes b. Malik (ö. 93/711) ve Sehl b. Sa’d es-Sâidî (ö.
91/710) gibi sahabilerden rivayette bulunduğu bilinmektedir.
Hadisi ilk tedvin edenin hicri 160 (m. 776) yılında vefat eden
er-Rabi b. Sabih ve 156 yılında vefat eden Said b. Ebi Arube olduğu
da söylenmiştir.
Mâlik b. Enes (ö. 179/795), Abdulmelik b. Cureyc (ö. 150/767),
el-Evzâî (ö. 157/774), Süfyan es-Sevrî (ö. 161/778) ve Hammad b.
Seleme (ö. 167/784) gibi Zühri’yi takip eden tabakada hadis tedvini
yaygınlaşmıştır.
Bu dönemdeki hadis ravilerinin çoğu, tahammül esnasında,
sadece ezberlemekle yetinmeyip ayrıca, hadisi yazıyorlardı. Çünkü
biz, bunlardan bir kısmının tarihlerinde, rivayet esnasında müracaat
ettikleri kitapları bulunduğunu görüyoruz.
Zühri ve benzerlerinden rivayet edenlerin tarihlerinde de, geriye
bıraktıkları arasında o imamlardan almış oldukları hadisleri ihtiva
eden birçok cüzler olduğunu görüyoruz. Hadisin yazıya geçirilmesi,
lafzen rivayetine yardım ettiği gibi, ezberlenmesi de galat ve tashifden
koruyordu.
Araştırmamız bizi, Malik ve İbn Cureyc neslinden sonra gelen
neslin kitaplarında hadis cem’inin son noktaya vardığı düşüncesine
ulaştırmaktadır. Bu dönemde, Esed b. Musa el-Emevî (ö. 212/827),
Ubeydullah b. Musa el-Îsâ (ö. 213/828), Nuaym b. Hammad el-Huzâî
219
(ö. 228/842), Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) müsnetleri gibi birçok
müsnetler yazılmıştır.
Bunlardan sonra Kütüb-i Sitte sahipleri gelmiştir. Bunların
birincisi hicrî 194 (809 m.) doğumlu el-Buhârî (ö.256/870) ve
sonuncuları ise hicri 215 (830 m.)doğumlu en-Nesâî’dir (ö. 303/915).
Kütüb-i Sitte’de var olanlar veya bunların büyük kısmı, daha
önceden telif edilmiş olan kitaplarda yazılı idi. Hafız İbn Hacer (ö.
852/1449), ilk dönem hadis imamlarının tasniflerini zikrederek şöyle
der: Buhârî bütün bu tasnifleri görüp rivayette bulununca, bunların
muhteva itibariyle dolgun olduğunu düşündü ve sadece sahih
hadislerle yetinerek kitabını telif etti.
Biz, el-Buhârî’nin kitabında حدثنا فلانdediğini gördüğümüzde,
bunun hadisin daha önce bir kitapta yazıya geçirilmiş olmasına ters
düşmeyeceğini bilmemiz gerekir. Zira onlar, bildiğin gibi, yazıyla
yetinip ezberi terketmezlerdi. Zaman zaman da ravi şöyle demiş
filanأَمْلَى عَلَيْنَا فُلاَنٌ آَذَا وَ آَذَا حَدِيثًا مِنْ حِفْظِهِ ثمُ َّقَرَأَهَا عَلَيْنَا مِنْ آِتَابِهِ / :olabilir
bize ezberinden şu.. şu.. hadisleri imlâ etti. Sonra kitabından onları
bize okudu”.
Bu tarihi bakış bize, hadis tedvininin başlangıcının ikinci asrın
başlarında olduğunu ve daha ikinci asır bitmeden hadislerin büyük
kısmının, kitabet ve tedvin yoluyla kaydedilmiş olduğunu gösterir.
Şimdi de, içine düştüğü bozulma açısından dili inceleyelim ve bu
bozulmanın hadis rivayetindeki etkisine bakalım.
İslâmî fetihlerin Arapları acemler ile buluşturmasından
itibaren, Arap dili bozulmaya başlamıştır. Bu bozulma Araplar veya
onların çevresinde yetişmiş olanlardan özellikle iki gruba çok çabuk
sirayet etmiştir. Bunlar, anneleri acem olanlar ile şehir
merkezlerinde oturan ve Arap olmayanlarla içli dışlı olan halktı.
Emevi devletinin sonlarına doğru ise – ki yıkılışı hicrî 132’de
(750 m.) olmuştur- lahn/dilbilgisi ve kelime hatası açık bir şekilde
görülür olmuştu.
Bu iki grubun yanında iki grup daha vardı: Bunlar, Arap
yarımadasında yaşadıkları için, Arap olmayanlarla fesahatlarını
bozacak bir tarzda ilişkiye girmemiş olanlar ile anneleri acemlerden
olmayan şehir ahalisinin ileri gelenleri (hâssa) idi.
Arap yarımadasında yaşayanlar, dördücü asrın ortalarına
kadar dillerinin fesahatını korumaya devam etmişlerdir. Şehirlerde
yaşayan üst tabakaya gelince, bunlar da Abbasi Devleti’nin ilk
dönemlerinde bir süre dillerinin fasahatini koruyabilmişlerdir.
Tabakâtu’ş Şuarâ konusunda araştırma yapanlar, İbrahim b.
Herme’nin (ö. 176/792) şiiri dilde delil olarak kullanılabileceklerin
220
sonuncusu olduğunu söylerler. Bu şair, hicrî 150 yılının bitiminden
hemen sonra Harun Reşid’in halifeliği döneminde vefat etmiştir.
Dildeki bozulmanın fesahatlarını olumsuz yönde etkilemeyecek
kadar az yaygın olduğu bir Arap kültür ortamında yetişmiş olanlara
gelince, bunlar, ikinci yüzyılın yarısından sonraya kalmış olsalar bile
sözleri dilde delil olarak kabul edilir. İmam eş-Şafiî (ö. 204/820)
buna bir örnektir. Zira hicri 150 (767 m.) yılında doğmuştur. Fakat,
Arap kültür ortamı olan Mekke’de yetişmiştir. Dolayısıyla onun
kullandığı lafızlar dilde delil olarak kullanılabilir. İmam Ahmed (ö.
241/855) şöyle der: “Şafiî’nin sözü dilde delildir”. El-Ezherî (ö.
370/980), Muhtasari’l-Muzenî’deki problemli noktaları izah ederken
şöyle der: “İmam Şafiî’nin kullandığı lafızlar saf Arapçadır ve
müvelledlerin ucme’sinden (hatalı kullanımından) uzaktır.”
İbn Haldun’un,
Hadislerin tedvini, Arap dilinin bozulmasından önce ilk
yüzyılda ve -hadislerin lafızlarını değiştirdiklerini düşünsek
bile-, yine de hadisçilerin sözleriyle ihticac olunabilecek bir
zamanda olmuştur.
görüşünü ele alarak bunu tarihi gerçeklerle karşılaştırdığı-
mızda, tedvinin dile bozulma arız olduktan sonra söz konusu
olduğunu görürüz. Ancak şu söylenebilir ki, tedvin edenlerin bir
kısmı, ez-Zührî, Malik b. Enes, Abdulmelik b. Cureyc gibi Arap
kültür ortamında yetiştiği için sözleri delil olarak kullanılabilir. Diğer
kısım ise, Arap kültürünün hâkim olmadığı bir ortamda veya aksi
olsa bile dilde bozulmanın yaygınlaştığı ve fasih Arapçanın sadece
eğitim yoluyla elde edilir olduğu bir ortamda yetişmişlerdir.
Bu yüzden, hadislerin dilin bozulmasından önce tedvin edildiği
ve tedvin edenlerin sözlerinin dilde delil olarak kullanılabileceği
iddiası, hiçbir yönden tarihi bilgilere uygun düşmemektedir. Bu
olaylar İbn Haldun’un dile getirmiş olduğu gibi cereyan etmiş olsaydı,
destekleyici başka bir bilgiye ihtiyaç duyulmaksızın, dilde hadisle
istişhâd edilebileceğine dair kesin bir delil olurdu.
Tarihi gerçeklerden bizim anlayabildiğimiz, hadislerin büyük
bir kısmının, sözleri Arapça’da delil olarak kullanılabilecek kişiler
tarafından tedvin edilmiş olduğudur. Ayrıca ravilerden büyük bir
kısmı da sema esnasında, hadisi yazıya geçiriyorlardı. Bu da, hadisin
orijinal lafızlarıyla rivayet edilmesine yardım eden hususlardandır.
Bütün bunlara bir de mana olarak hadis rivayet etme konusundaki
sıkı tedbirler ve hadis imamlarının rivayet konusundaki ihtiyatlı
tavırları ve titizlikleri eklenmektedir. Böylece, ilk asırda tedvin
edilmiş olan hadislerin, sözleri dilde delil olabilecek kişilerce, orijinal
lafızlarıyla rivayet edilmiş olmasının tercih edilmesi için yeterli bir
kanaat hasıl olmaktadır.
221
İtiraz edenler ise şöyle demektedirler: “Birçok hadiste lahn
(kelime ve gramer hatası) vardır”. Buna şöyle cevap verilebilir: Lahn
olduğu düşünülen birçok hususun daha sonra bir şekilde doğru
olduğu ortaya çıkmıştır. Hatta İbn Malik bu konuda “et-Tavdih fi
Halli Müşkilati’l-Cami’i-s Sahih” adlı bir kitap telif ederek, irabında
problem bulunan hadisler için, fasih Arapça olduklarını açık seçik
ortaya koyan yorumlar zikretmiştir. Biz çoğunlukla, dilcilerden bir
kısmının kabul etmediği hadis lafızları için, başka bir dilcinin gelerek
kabul edilebilir bir yorum yaptığını veya o lafza ait sahih bir şahit
zikrettiğini görüyoruz.
Dahası, üzerinde görüş birliğine varılmış kurallara uymayan
lafızların bulunması, hadisle ihticacın tamamen terkedilmesini
gerektirmez. Sadece bu lafızlara has olmak üzere ravilerden birinin
zaptının zayıflığına hamledilir.
Şayet, bazı hadislerin rivayetinde, galat ve tashif bulunuyorsa,
şiirlerde de galat ve tashifler bulunmaktadır. Buna rağmen şiirlerin
delil olmasında görüş ayrılığı yoktur. Muhammed b. Sellâm (ö.
232/846) şöyle demiştir: “İlim ravilerinin şiirde hatalar yaptığını
gördük. Şiiri sadece ehli iyi bilir”. Hadis ravilerinin tashifleri
konusunda bir kitap telif etmiş olan Ebu Ahmed el-Askerî (ö.
382/992), dilciler ve şiirle uğraşanların tashifleri konusunda da bir
kitap kaleme almıştır.
Ebû Hayyân’ın “Arap dilinin eski bilginleri hadisleri delil olarak
kullanmaz” iddiasına aksi görüşte olanlar şöyle cevap vermişlerdir:
İlk dönem Arap dili bilginleri hadis rivayetiyle ilgilenmemişlerdir.
Dolayısıyla hadis bilginleri başkadır, dil bilginleri başkadır.10 Üstelik
o zaman hadis divanları çok bilinmiyordu. Bu yüzden dil bilginleri
Kur’an-ı Kerim’i inceledikleri tarzda, hadisleri incelememişlerdi.
Divanların yaygınlaşarak, ilim ehlinin çoğunun ellerine geçmesi
sonradan olmuştur. Onların hadisle ihticac etmediklerini kabul etsek
bile bu aralarında yaygınlaşmadığından dolayıdır. Yoksa ihticac
edilmesini kabul etmemelerinden dolayı değildir. İlk âlimlerin dil
konusunda yazdıkları kitaplarda da kelimelerin hadis lafızlarıyla
isbat edilmesi nadir de olsa görülmektedir. Onların da açık bir
şekilde ifade ettiği gibi, lüğat nahvin kardeşidir.
Aynı şekilde hicri 282 (895 m.) doğumlu dilci âlim Ebû Mansûr
el-Ezherî’nin (ö. 370/980) et-Tehzîb adlı kitabında hadislere itimat ve
sıkça istişhâd ettiğini görüyoruz. Ebu Hayyân’ın, uzak yerlerdeki
nahivcilerin sonradan gelenlerinin, hadisi delil olarak kullanmama
10
Dilci olmasına rağmen, hadiste de belli bir yeri olan âlimler de vardı. Örnek
olarak, Ebu Amr b. El-Alâ (ö. 154/771), İsa b. Umar es-Sekafî (ö. 149/776),
Nadr b. Şumeyl el-Mazinî (ö. 204/820), Halîl b. Ahmed (ö. 175/791), el-Kâsim
b. Selam (ö. 224/838), Abdulmelik b. Kureyb el-Asmaî (ö. 216/831) ve erRiyâşî’yi (ö. 257/871) verebiliriz. (mü.)
222
noktasında önceki bilginlere uyduğu iddiasına gelince, Endülüs ve
diğer yerlerde yetişen nahivcilerin kitaplarının hadis istişhâdlarıya
dolu olması yönüyle kabul edilebilir değildir. Şu âlimler hadisleri
dilde delil olarak kullanmışlardır: es-Sıkıllî (ö. 664/1265), eş-Şerif elGırnâtî (ö. 753/1352), (her ikisi de Sibevehy’in el-Kitab’ına yazdıkları
şerhlerinde), İbnu’l-Hac (ö. 529/1134) Şerhu’l-Mukarreb’de, İbnul’lHabbaz (ö. 749/1348), Şerhu Elfiyyeti İbn Mu’ti’de, Ebu Ali eş-
Şelevbîn (ö. 645/1247) el-Mesâil’inin birçok yerinde. Sibeveyh’in elKitab’ını şerhlerinde es-Sîrâfî (ö. 368/979) ve es-Saffâr (ö. 341/952)
da hadisle istişhâd etmiştir. İbnu’t-Tayyib (ö. 1170/1756) şöyle
demiştir: “Hatta ben hadisle istidlali bizzat Ebu Hayyan’ın eserinde
bile gördüm”.
El-Bedr ed-Demâmînî’nin görüşünün, hadisle istişhâdın sahih
olduğu şeklinde olduğunu yukarıda görmüştük. Zaten el-Muğni ve etTeshil ve el-Buharî şerhlerinde de bu görüşüne uygun hareket
etmiştir.
En Güzel ve En Uygun Görüş
Hadislerden bir kısmının dilde delil olarak kullanılabileceği
konusunda ihtilaf etmek yersizdir. Bu hadisler altı türlüdür:
1) Hz. Peygamber’in mükemmel fesahatına delil olması
amacıyla rivayet edilen hadisler.
“fırın kızdı, (savaş kızıştı)” 11ُحَمِىَ الْوَطِيس
“eceliyle öldü” 12ِمَاتَ حَتْفَ أَنْفِه
اَلمَْظْلَمُ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ 13
“Dünyada yapılan zülum Kıyamet gününde karanlıklara
dönüşür.”
hadisleri örnek olarak verilebilir. Bunlara benzer, beyanın
güzelliklerini ihtiva eden kısa hadisler de böyledir. Hz. Peygamberin
şu hadisleri gibi:
مَأْزُورَاتٍ غَيرْ مَأْجُورَاتٍ14
“Sevap kazanarak değil, günah yüklenerek (dönün).”
إِنَّ االلهَ لاَ يَمَلُّ حَتىَّ تَمَلُّوا 15
“Siz bıkmadıkça Allah bıkmaz.”
2) İbadetlerde kullanılan sözlerden rivayet edilenler veya
kendisiyle ibadet edilmesi emredilen sözler. Kunut ve tahiyyat
11
Müslim, Cihad, 76; Ahmed b. Hanbel, I, 207.
12
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 36.
13
Hadisi bu lafzıyla muteber hadis kitaplarında bulamadık. (ِ)اَلظُلْمُ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَة
lafzıyla bkz. Buhari, Mezâlim, 8; Tirmizî, Birr, 83.
14 İbn Mace, Cenâiz, 50.
15
Buhârî, İmân, 32, Teheccüd, 18, Savm, 52; Müslim, Müsâfirîn, 215.
223
dualarının sözleri ile Hz. Peygamberin özel münasebetlerde
kullandığı birçok zikir ve dualar gibi.
3) Hz. Peygamberin Arapların her topluluğuna kendi lehçesi ile
hitap ettiğine şahit olarak rivayet edilen hadisler. Açıktır ki, raviler
bu üç tür rivayette, hadisi orijinal lafzıyla rivayet etme niyetiyle
hareket etmişlerdir.
4) Birçok tariklerden gelmesine rağmen lafız birliği taşıyan
hadisler. Zira tariklerin çokluğuna rağmen lafızların aynı olması,
ravilerin hadislerin lafzında tasarrufta bulunmadıklarının bir
delilidir. Burada kastedilen, hadîslerin birçok tarikle, Hz.
Peygambere veya sahabeye yahut da tabiinden fasih Arapça
konuşanlara kadar ulaşmasıdır.
5) Dilde bozulmanın henüz yaygınlaşmadığı Arap kültür
ortamında yetişenlerin tedvin ettikleri hadisler. Malik b. Enes,
Abdulmelik b. Cureyc ve İmam Şafii gibi.
6) İbn Sirin, el-Kasım b. Muhammed, Raca b. Hayve, Ali b. ElMedînî gibi, hadisin mana olarak rivayetini caiz görmeyenlerden
rivayet edilen hadisler.
Hadislerden bir kısmıyla ihticac edilemeyeceği konusunda da
ihtilaf yoktur. Bunlar da ilk dönemde tedvin edilmemiş olan ancak
müteahhirinden bazılarının kitaplarına girmiş bulunan hadislerdir.
Bu tür hadisler, senedi ister maktu ister muttasıl olsun dilde
delil olarak kullanılamaz. Senedi maktu olanların neden delil olarak
kullanılamayacağı zaten açıktır. Senedi muttasıl olanlara gelince,
tedvin eden şahsın, sözleri delil olarak kullanılabilecek kişilerden çok
sonra gelmesinden dolayıdır. Bütün bunlara bir de hadisin
senedinde müvelledlerin çokluğu ve bunlardan bir kısmının mana
rivayeti yapmış olma ihtimali eklendiğinde, hadisin lafızlarının bizzat
Hz. Peygamberin veya sözü delil olarak kullanılabilecek kişilerin
lafızları olma ihtimali, dilde kelimelerin veya kullanım şekillerinin
ispatı için gereken yeterli zan derecesine ulaşmamış olur.
İstişhâd konusunda, hakkında ihtilaf edilebilecek hadisler ise,
sadr-ı evvelde tedvin edilmiş olmakla beraber yukarıda dikkat çekilen
altı sınıftan birisine girmeyen hadislerdir. Bunlar da iki türlüdür:
1) Lafızları tek bir şekilde rivayet edilen hadisler,
2) Lafızlarından bir kısmında farklı rivayetler bulunan
hadislerdir.
Lafızları tek bir şekilde rivayet edilen hadislere gelince, uygun
olan bunların delil olarak kullanılabilmesidir. Zira asıl olan lafız
rivayetidir ve mana rivayeti konusunda çok titiz davranılmıştır.
Ayrıca, sözleri dilde delil olarak kullanılamayacak ravilerin sayısı
senette oldukça azdır. Mesela Buhârî (ö. 256/870) ile sözleri delil
224
olarak kullanılabilecek raviler arasında, bir iki veya en fazla üç ravi
vardır.
Bu türe örnek şudur: El-Harîrî, (ö. 516/1122) insanların güneş
göğün ortasından batıya meyletmeden önce “ / سهرنا البارحةDün gece
uyumadık” cümlesini kullanmalarını yadırgayarak şöyle demiştir:
سهرنا الليلةdemek gerekir. Çünkü, ancak zevalden sonra سهرنا البارحة
denilebilir. Halbuki, insanların kullanımının doğru olduğuna delil
şu hadislerdir: Hz. Peygamber sabah olunca şöyle derdi:
هَلْ رَأَىَ أَحَدٌ مِنْكُمُ الْبَارِحَةَ رُؤْيَا؟ 16
“Sizden biri dün gece bir rüya gördü mü?”
....وَإِنَّ مِنْ الْمُجَاهَرَةِ أَنْ يَعْمَلَ الرَّجُلُ بِاللَّيْلِ عَمَلاً ثُمَّ يُصْبِحَ وَقَدْ سَتَرَهُ اللَّهُ
عَلَيْهِ فَيَقُولَ عَمِلْتُ الْبَارِحَةَ آَذَا وَآَذَا... 17
“(Mücâhirler (yaptığı günahı açığa vuranlar) hariç ümmetimin
hepsi affedilecektir). Kişinin gece birşeyler yapıp da Allah onu gizlemiş
olmasına rağmen, birisine ben dün gece şöyle şöyle yaptım demesi
‘mücahirlik’tir.”
Hz. Peygamber’in “ ”ثم يصبح فيقول عملت البارحةifadesinde, kişinin
sabah olunca geçen geceyi ifade etmek için البارحةkelimesi
kullanılarak “ / سهرنا البارحةDün gece uyumadık” veya “ وقع البارحة
/آذاDün gece şöyle şöyle oldu” demesinin doğru olduğuna delil vardır.
Farklı rivayetlere sahip olan hadisler ise, biz, hadislerle
istişhâd eden dilci ve nahivcilerin, bir vecihle rivayet edilen ile iki
veya daha fazla vecihle rivayet edilen hadisler arasında ayrım
yapmadığını görüyoruz. Bu tür hadislerde söze son noktayı koyarak,
muhaddislerden herhangi birisinin, raviden vehm olduğu tarzında
cerhetmediği meşhur rivayetlerde bulunan lafızlarla istişhâd etmenin
caiz olduğunu söyleyebiliriz. Örnek, قام النبي صلى االله عليه و سلم ممثلا18
hadisinin en meşhur tarikinde varit olan مُمْثِلkelimesidir. Zira bu
kelimenin Arap dilinde bilinen şekli, نصر و آرمfiillerinin müştaklarında olduğu gibi ماثلdir.
Şâz veya muhaddislerden birinin, ravinin galatı olduğu yolunda
isnadı bulunan rivayetlerde ise, istişhâd söz konusu olmaz. Bunun
örneği de “”إن آلماته بلغت ناعوس البحر19 hadisinin rivayetlerinden birinde
16
Muslim, Ruya, 23; Tirmizî, Rüyâ, 10.
17
Buhari, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 52.
18
Buhari Menakıb, 5; Müslim, Fedâil, 174; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 175.
19
Müslim, Cuma, 46. (Bu rivayetin Müslim’deki lafzı şu şekildedir:
وَحَدَّثَنَا إِسْحَقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، آِلاَهُمَا، عَنْ عَبْدِ الأَعْلَى، قَالَ ابْنُ
المْثُنَّى: حَدَّثَنِي عَبْدُ الأَعْلَى -وَهُوَ: أَبُو هَمَّامٍ- حَدَّثَنَا دَاوُدُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ سَعِيد،ٍ عَنْ
225
bulunan “ ”ناعوسkelimesidir. Diğer rivayetlerde ise “”قاموس البحر20
veya “ ”وسطه، لجتهşeklindedir. “ ”ناعوسkelimesi Arap dilinde bilinen
kelime-lerden değildir. Garibu’l-Hadis konusunda telifi
bulunanlardan Ebu Musa Muhammed b. Ebi Bekr el-Isfahânî (ö.
581/1185) durumu şöyle yorumlamıştır: “Belki de ravi “kâmûs”
kelimesini yazma konusunda becerikli davranmamıştır.”
Bundan daha zayıf bir durum ise, dilde bilinmeyen bir
kelimenin ravi tarafından da şekk ile rivayet edilmesidir:
” kelimesiخطيط“ ”21 rivayetindekiثم نام حتى سمعت غطيطه أو خطيطه“
böyledir. İbn Battâl, (ö. 449/1057) “ ”خطيطkelimesinin dilciler
tarafından bilinmediğini ifade etmiştir.
Araştırmanın özü şudur: Rivayetlerde ihtilaf olsa bile, ilk
dönemde tedvin edilmiş olan hadis kitaplarındaki rivayetlerle
istişhâd edilebileceği görüşündeyiz. Bundan sadece şaz rivayetlerde
varit olan kelimelerle muhaddislerden herhangi birinin, reddedilmesi
mümkün olmayan tarzda galat veya tashifle cerhettiği rivayetleri
istisna ediyoruz. Bu görüşü tercih etmemizde bizi destekleyen husus,
dilcilerin çoğunluğunun ve nahivcilerin büyük kısmının
rivayetlerinin sadece bir kısmında bile olsa hadislerle istişhâd etmiş
olmalarıdır.
سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ: أَنَّ ضِمَاداً قَدِمَ مَكَّةَ، وَآَانَ مِنْ أَزْدِ شَنُوءةَ، وَآَانَ يَرْقِي
مِنْ هَذِهِ الرِّيحِ، فَسَمِعَ سُفَهَاءَ مِنْ أَهْلِ مَكَّةَ يَقُولُونَ: إِنَّ مُحَمَّداً مَجْنُونٌ. فَقَالَ: لَوْ أَنِّي
رَأَيْتُ هَذَا الرَّجُلَ لَعَلَّ االلهَ يَشْفِيْهِ عَلَى يَدَيَّ، قَالَ: فَلَقِيَهُ. فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَرْقِي مِنْ هذِهِ
الرِّيْحِ، وَإِنَّ االلهَ يَشْفِي عَلَى يَدِيَّ مَنْ شَاءَ، فَهَلْ لَكَ؟ فَقَالَ رَسُولُ االلهِ -صَلَّى االلهُ عَلَيهِ
وَسَلَّمَ-: "إِنَّ الْحَمْدَ للَّهِ نَحْمَدُهُ وَنَسْتَعِينُهُ، مَنْ يَهْدِهِ االلهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ
هَادِيَ لَهُ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ االلهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ، أَمَّا
بَعْدُ." قَالَ: فَقَالَ: أَعِدْ عَلَيَّ آَلِمَاتِكَ هَؤُلاَءِ، فَأَعَادَهُنَّ عَلَيْهِ رَسُولُ االلهِ -صَلَّى االلهُ عَلَيهِ
وَسَلَّمَ- ثَلاَثَ مَرَّاتٍ. قَالَ: فَقَالَ: لَقَدْ سَمِعْتُ قَوْلَ الْكَهَنَةِ وَقَوْلَ السَّحَرَةِ وَقَوْلَ الشُّعَرَاءِ،
فَمَا سَمِعْتُ مِثْلَ آَلِمَاتِكَ هَؤُلاَءِ، وَلَقَدْ بَلَغْنَ نَاعُوسَ الْبَحْرِ.
20
Ahmed, Müsned, I, 302
21
Buhari, ilm, 41, Ezan, 57; Müsned, I, 341.

Konular