ARAP DİLİNDE LAHNʹIN ORTAYA ÇIKIŞI VE İLK GÖRÜNTÜLERİ∗

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11, ss. 155-183.
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
ARAP DİLİNDE LAHNʹIN ORTAYA ÇIKIŞI VE İLK GÖRÜNTÜLERİ∗
Şahabettin ERGÜVEN∗
Özet
Arap Dilinde Lahn'ın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri
Bu makalede, teknik anlamda İslâmi fetih hareketleri sonucu Araplarla Arap olmayan ulusların
fethedilen bölgelerde birlikte yaşamaları sonucu, Arapçanın bu ulusların dilleriyle etkileşimi sonucu
Arapçada meydana gelen dil bozukluklarını ifade etmek için kullanılan lahn olgusuna ışık tutmaya
çalıştık. Lahn kelimesinin lugat ve ıstılah anlamlarını, ilk ne zaman ortaya çıktığını, tarihi sürecini,
Arapçanın diğer dillerden ne boyutta etkilendiğini ve bu dilleri ne ölçüde etkilediğini, Kur'ân'ın bu
etkileşim karşısında oynadığı rolü, Arap dilinde baş gösteren dil hatalarının çeşitlerini, Basra ve Kûfe
dil ekollerine mensup dilcilerin lahn tehlikesi karşısında nasıl bir yol izlediklerini ve dilde doğru
kullanımı hatalı kullanımdan ayırt etmek için, diğer bir deyişle kelimelere doğru veya yanlış hükmü-
nü vermede ne gibi bir ölçütü esas alındıklarını, yöneticilerin ve alimlerin Arapçayı istila etmeye
başlayan bu tehlike karşısında hangi tedbirleri aldıklarını örnek açıklamalarla ele aldık.
Anahtar Kelimeler: Lahn, fasih, kelime, dil, şiir, şair, nahiv, dilbilimci, avâm
Abstract
The Emerging of Lahn in Arabic Language and ıts First Aspects
In this paper we have tried to examine the concept of Lahn that expressions the language changes
occurring in Arabic by the reason of influence the foreign languages to Arabic. Because during the
Islamic conquests Arap nations should have lived together with the other nations (people can be
called non-Arab) in the same areas. We have dealt with the meaning of dictionary and terminology
of Lahn, the first using of this word, it’s historical process, the mutual influence rating the Arabic
language with the other languages and the role of the Qur’an in this process, the types of the
language mistakes in Arabic. We have brought to light consideration the methods on the contrary
of Lahn danger and the criterions for giving judicial decisions to words of the linguists who were
related to language school of Basra and Kufa. And we have also presented for the precautions
which were applied by the administrators and scholars against to this danger that might have been
conquered completely the Arabic.
Keyword; Lahn, Fluent, Word, Language, Poet, Poetry, Grammar, linguists, The common people.
Giriş
İslâmî fetih hareketleri neticesinde Arap olmayan unsurların İslâmʹa girip
Araplarʹla bir arada yaşamaları sonucu Arap dili bozulma ve sâfiyetini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Dilbilimciler, dili bozulma tehlikesine
∗ Bu makalede, büyük ölçüde “Celaleddin es-Suyûtî ve Galatâtu’l-Avâmı” adlı yüksek lisans
tezimizin (Şahabettin Ergüven, Celaleddin es-Suyûtî ve Galatâtu’l-Avam’ı, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1998.) 12-37 sayfaları
arasından yararlanılmıştır.
∗ Öğr. Gör. Dr., Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı
156 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
karşı korumak ve onu yabancılara daha kolay öğretmek için sözlük ve dilbilgisi
çalışmalarına başladılar. Hicrî ikinci asırda ilmî faaliyetler hızla gelişme dönemine girince, diğer ilimlerin temsilcileri gibi dilbilimciler de Araplarʹın konuş-
tuğu kelimeleri toplamak için kalem ve mürekkeplerini alarak Arabistanʹın çöl
ve vâdilerine dağıldılar.1 Dilbilimci seyyahlar, Kurʹânʹda geçen kelimeleri,
Câhiliye ve İslâmî dönemlerdeki şiirleri, ata sözlerini, hutbeleri ve Araplarʹdan
işittikleri diğer kelimeleri kaydedip, kelime ve deyimlerin nasıl kullanıldığını
ve ne manaya geldiklerini öğrendiler. Halkın içine girerek, onlarla yediler, içtiler, sohbet ettiler ve işittiklerini yazdılar, hatta köle ve çobanlarla gezip hayvan
ve meralarla ilgili kelimeleri topladılar.2
Dilin hatalı kullanılma olgusu Câhiliyede ve İslâmiyetʹin ilk dönemlerinde
-özellikle mevâlînin dilinde - nadiren görülse de, teknik anlamda lahn,
Araplarʹın fethedilen bölge ve şehirlerde yabancı uluslarla bir arada yaşamaya
başlamaları sürecinde ortaya çıkmıştır. İslamiyetʹin ilk dönemlerinde meydana
gelen bu hatalar, Hz. Peygamber’in huzurunda hatalı konuşan bir kimseye;
“ أَرْشِدُوا أَخَاكُمْ فَإِنَّهُ قَدْ ضَلَّKardeşiniz yanıldı onu irşâd edin”3 sözünde olduğu gibi
sözlü olarak düzeltiliyordu.
Kurʹânʹın indiği şekilde yazılması, korunması ve anlaşılması için gereken
faaliyetler, Rasûlullah zamanında başlamıştı. Hz. Peygamber Kurʹânʹın yazı ile
tesbiti için Sahâbeʹnin ileri gelen ve okuma yazma bilenlerinden bir grubu vahiy katibi tayin etmişti. Kurʹânʹı kendisi Cebrâilʹden ezberlediği gibi Sahâbeʹye
de ezberlettirdi. Böylece Kurʹânʹın metni yazı ile tesbit edilmiş olduğu gibi, hafızadan hafızaya nakledilerek korunma altına alınmış oldu. Bu faaliyetler,
Kurʹânʹı korumaya yönelik olmakla beraber, Arap dili açısından yeni bir hareket olup, dilin bütünüyle yazıya intikaline bir başlangıç, okuyup yazmayı teş-
vik edici bir unsur ve daha sonraki dil çalışmalarının hızla gelişmesine bir vesile olmuştur.4 İlk lugat çalışmaları, Kurʹânʹdaki îzâha muhtaç kelimeleri bir ara-
1 İbnüʹl-Enbârî, Nüzhetüʹl-elibbâ fî tabakâtiʹl-üdebâ, tahk.: İbrâhîm es-Sâmerrâî, Mektebetüʹlmenâr, Ürdün 1985, s. 69; Taşköprüzâde, Mevzûâtüʹl-‘ulûm, çev.: Kemâleddîn Mehmed, İstanbul 1895, c. I, s. 194.
2 Ahmed Emîn, Duhaʹl-İslâm, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrut 1935, c. I, s. 256.
3 İbn Cinnî, el-Hasâis, tahk.: Muhammed Ali en-Neccâr, Dârüʹl-kütübiʹl-‘Arabî, Beyrut 1952, c. I,
s. 8; Ebu’t-Tayyib el-Lugavî, Merâtibuʹn-nahviyyîn, tahk.: Muhammed Ebüʹl-Fazl İbrâhîm,
Mektebetü nehdati Mısr ve matba‘atihâ, Kâhire 1955, s. 5.
4 Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerîf Cürcânî, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1984, ss., 21-
22.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 157
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
ya getiren ve manalarını açıklayan Garîbuʹl-Kurʹân lugatları ile el-Vücûh veʹnnazâir adındaki kitaplardır5. Kurʹânʹda olduğu gibi Hadisʹte de manası güç anlaşılan kelime, deyim ve terimler vardı. İşte böyle îzaha muhtaç kelime ve deyimleri açıklamak için Garîbuʹl-Hadîs lugatları telif edilmiştir.
Kurʹân ve Hadisʹi lugat çalışmalarının başlamasına zemin hazırlayan dînî
bir sebep olarak kabul edersek, bunun yanında sosyal bir sebep daha vardır ki,
o da yabancıların Arap toplumuna karışması sonucu dilin bozulma tehlikesiyle
karşı karşıya kalmasıdır. Hicrî birinci asrın ilk yarısında Mısır, İran ve Bizans
İmparatorluğuʹnun büyük bir kısmının İslam topraklarına katılmasıyla yabancılarla Araplar bir arada yaşamaya başladılar. Yabancı uluslara mensup kişiler
kendilerini yöneten Araplarʹla dînî münâsebetlerin dışında sosyal ilişkilerini
yürütebilmek için de Arapçaʹyı öğrenmeye mecbur kaldılar.
Dil bilimciler, Arap dilini bozulmalara karşı korumak ve yabancılara Arap-
çayı daha kolay öğretmek için ilk adım olarak dil müfredâtını bedevî Araplardan toplamak sûretiyle lugat çalışmalarına, ikinci adım olarak da Arap dilinin
kâide ve kurallarını koymaya başladılar. Bu dilbilgisi ve sözlük çalışmaları
arasında halk dilinde hatalı kullanılan kelime, terim, terkip ve deyimlerin derlenip doğrularının verildiği dil çalışmaları önemli bir yer tutar. Bu tür eserlere
genelde “Lahnüʹl-‘âmme, Galatâtuʹl-‘avâm, Ma Telhanü fîhiʹl-‘âmme, İslâhüʹlmantık vb.” isimler verilmektedir.
Bu sahada yazılan kitapların asıl amacı Arap dilini hatalı kullanımlardan
arındırmak ve fasih kullanımları yerleştirmektir. Bunun yanı sıra bu kitaplar
bize, Araplarʹın günlük konuşmalarında kullandıkları farklı lehçeler ve bu leh-
çelerin içerdiği üslûp, mânâ, kelime ve lafızlar hakkında bilgiler veren birer
sicil konumundadırlar. Bu önemli vasıflarının yanı sıra bu eserler, Arap dilinin
ve bünyesindeki farklı lehçelerin tarihsel gelişimi ve geçirdiği safhaları inceleme ve araştırmada ilk başvurulacak kaynaklar mesabesindedir. Diğer taraftan
bu kitaplar, farklı zaman ve mekanda yaşamış olan Arapların sosyal hayatı
hakkında orjinal bilgiler içeren bir özelliğe de sahiptirler. Zira dil, toplumların
yaşam tarzlarını, gelenek ve göreneklerini, inançlarını ve hayat felsefelerini
yansıtan bir ayna konumundadır. Buradan hareketle dilin hatalı kullanımlarını
ve bunların doğrularını içermenin yanı sıra; şiir, emsâl, nesir ve ahbârdan
şâhitler getiren bu kitapları Arap edebiyatının temel çerçevesini belirleyen ana
5 Kâtib Çelebi, Keşfüʹz-zunûn ‘an esâmiʹl-kütübi veʹl-fünûn, neşr.: Muhammed Şerefüddîn
Yaltkaya, İstanbul 1941-1943, c. I, s. 1203.
158 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
kaynaklardan addetmek de mümkündür.
1. Lahn Kelimesinin Lugat ve Istılah Anlamları
Lahn kelimesi, dilde hata anlamında kullanılmadan önce, lugatta başka anlamları ifade etmek için kullanılıyordu. Ahmed b. Fâris (ö.395/1004) bunu şu sözleriyle ifade etmektedir: “Lahn, Arapçada kelâmın doğru kullanımından saptı-
rılmasıdır. Bu anlamda lahn müvelleddir. Çünkü dilde bozulmalar sonradan
meydana gelmiştir. Tabiatları gereği fasih konuşan saf Araplarda dili hatalı
kullanma olgusu yoktu.”6
Biz burada lahnın lugatta hangi anlamlarda kullanıldığını maddeler halinde şiirden şahitler getirerek zikredeceğiz.
a. Nağme ve şarkı:
Nefesi alçaltıp yükseltmek suretiyle kelâmı dalgalandırmak, terennüm etmek. Lahnın bu anlamda kullanılmasına bir çift yaban güvercinini tasvir
eden şu beyti örnek verebiliriz:7
Sorkun ağacının dallarında geceledi çifte kumrular
Terennüm ederek çeşit çeşit nağmeler ve şarkılar
بَاتَا عَلَى غُصْنِ بَانٍ فِي ذُرَى فَنَنٍ
يُرَدِّدَانِ لُحُونًا ذَاتَ أَلْوَانِ
Bu anlamda Araplarʹın şu atasözleri vardır: ٍ“ أَلْحَنُ مِنْ قَيْنَتَـيْ يَزِيـدYezîdʹin iki
kadın şarkıcısından daha şarkıcı.”8
b. Tevriye, îmalı konuşma:
Söylenen sözün sadece istenilen kişi tarafından anlaşılması, başka insanlara
kapalı olması. Mâlik b Esmâ b. Hâricetiʹl-Fezârîʹnin (ö.100/718) câriyesi için
söylediği şu beyitte bu anlamda tefsir edilmiştir:
6 Ahmed b. Fâris, Mu‘cemü mekâyîsüʹl-luga, tahk.: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dârüʹl-cîl,
Beyrut 1991, c. V, s. 239.
7 İbn Manzûr, Lisânüʹl-‘Arab, Dârüʹl-fikr, Beyrut 1990, l-h-n maddesi.
8 Ebû Hilâl el-‘Askerî, Cemheretüʹl-emsâl, tahk.: Ebüʹl-Fazl İbrâhîm, Dârüʹl-cîl, Beyrut 1988, c. I,
s. 224.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 159
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Sözü yerli yerinde îmâlı konuşur bazen
Sözün en hayırlısı îmâlı olanıdır zaten.9
مَنْطِقٌ صَائِبٌ وَتَلْحَنُ أَحْيَانًا
وَخَيْرُ الْحَدِيثِ مَا كَانَ لَحْنًا
Lahn kelimesinin tevriye veya îmâlı söz anlamına geldiğine diğer bir şâhit
de şu âyettir : ʺ . وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْنِ الْقَوْلِAnd olsun ki sen, onları imâlı konuşmalarından
da tanırsınʺ.10 Ayette geçen lahn kelimesinin tefsirlerinden birisi de tevriye ve
îmâlı sözdür.11
c. Özel lehçe, şîve:
Lahn kelimesinin bu anlama geldiğine şâhid Kelb kabîlesinden bir kadın
şâirin şu sözüdür:12
Bir kavim ki ne lehçeleri benzer lehçemize
Kabe hakkı için ne de şekilleri şeklimize.
وَقَوْمٌ لَهُمْ لَحْنٌ سِوَى لَحْنِ قَوْمِنَا
وَشَكْلٌ وَبَيْتِ االلهِ لَسْنَا نُشَاكِلُهُ
d- Zeka ve kavrayış:
Lahnʹın bu anlamda kullanıldığına şâhid Lebîd b. Rebîa’nın (ö.41/661) yazı
yazan bir çocuğu tavsîf ettiği şu şiiridir:13
İşin ustasıdır, zekidir, kalem oynatır eliyle
Kurumuş hurma ve sorkun lifleri üzerinde.
مُتَعَوِّدٌ لَحِنٌ يُعِيدُ بِكَفِّهِ
قَلَمًا عَلَى عُسُبٍ ذَبَلْنَ وَبَانِ
e- Anlam, muhtevâ:
Lahn kelimesinin bu anlama geldiğine şâhid şu âyettir: وَلَتَعْرِفَنَّهُمْ فِي لَحْـنِ الْقَـوْلِ14.
9 Câhız, el-Beyân veʹt-tebyîn, Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1985, c. I, s. 147; İbn ‘Abdi Rabbihi, el-
‘Ikdüʹl-ferîd, tahk.: Ahmed Emîn; Abdüsselâm Hârûn, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrur, ts., c. I, s.
482; İbn Düreydʹin, Kitâbüʹl-melâhîn isimli eserinde şu şekilde zikredilmektedir: ُمَنْطِقٌ وَاضِحٌ وَتَلْحَن
.أَحْيَانًا وَأَحْلَى الْحَدِيثِ مَا كَانَ لَحْنًاBk., İbn Düreyd, Kitâbüʹl-melâhîn, tahk.: Abdulilâh Nebhân, Mektebetü
Lübnân nâşirûn, Beyrut 1996, s. 22.
10 Muhammed, 47/30.
11 Zemahşerî, Tefsîrüʹl-keşşâf, tahk.: Muhammed Mürsî ‘Âmir, Dârüʹl-Mushaf, Kâhire 1977, c. V,
s. 267.
12 İbn Manzur, Lisânüʹl-‘Arab, l-h-n maddesi.
13 İbnüʹl-Enbârî, Kitâbül-ezdâd, tahk.: Muhammed Ebüʹl-Fazl İbrâhîm, Mektebetüʹl-‘asriyye,
Beyrut 1991, s. 240; İbn Manzur, Lisânüʹl-‘Arab, l-h-n maddesi.
14 Muhammed, 47/30.
160 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
ʺAnd olsun ki sen, onları sözlerinin muhtevasından da tanırsın.ʺ15
f- Dilde hata:
Lahn kelimesinin tasrifi şöyledir; لَحَنَ يَلْحَنُ لَحْناً وَلَحَناً وَلُحُوناً16 Sarf ve nahiv ilimlerinde
lahn, harflerin telaffuzunda, kelimelerin anlam ve kullanımlarında hata etmektir. Bu konuda Zemahşerî (ö.538/1143) şöyle demektedir: ʺKonuşmasında
îrabtan ayrılıp hataya saparsa, konuşmasında lahne düştü denilirʺ.17 Dilde hata
anlamında ilk olarak kullanılması, İslâmî fetihler sonucu Araplarla yabancı
ulusların bir arada yaşamaları sonucu Arap dilinde meydana gelen hatalı kullanımları fasih kullanımdan ayırmak için kullanılmıştır. Lahn kelimesinin bu
anlamda kullanıldığına şâhid, el-Hakem b. ‘Abdiʹl-Esedîʹnin (ö.?)şu beytidir:18
Kurtarsaydım emîri, keşke nasihat alsaydı da benden
Kasidede ikfâ,19 dilde hata yapan herkesten
لَيْتَ الأَمِيرَ أَطَاعَنِي فَشَفَيْتُهُ
مِنْ كُلِّ مَنْ يُكْفِي الْقَصِيدَةَ وَيَلْحَنُ
2-Arap Dilinde Lahnʹın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri
Lahn kelimesinin dilde hatalı kullanım anlamına gelmesi Câhiliye devrinden
sonra olmuştur. İslamî fetihlerden sonra Araplarʹla yabancıların bir arada ya-
şamaları sonucu dilde hatalar meydana gelmiştir. Ebû Bekr ez-Zübeydî
(ö.379/989) konuya ilişkin şöyle demektedir: “Araplar, Câhiliye ve İslamʹın ilk
dönemlerinde tabiatları gereği fasih ve saf bir Arapça konuşuyorlardı. Yabancı
beldelerin fethedilmesiyle insanlar toplu olarakİslam dinini kabul ettiler. Farklı
dillere sahip uluslarla Araplar fethedilenşehirlerde iç içe yaşamaya başladılar.
Bunun sonucu olarak Arap dilinde bozulmalar ve hatalı kullanımlar meydana
geldi.”20 Yine konuya ilişkin olarak İbnüʹl-Esîr, (ö.606/1210) şöyle demektedir;
“Arapların dili saf ve fasihti, hatalı kullanım ve bozukluklar yoktu. Bu durum
15 İbn Fâris, Mekâyîsüʹl-luga, c. V, s. 239; İbn Manzur, Lisânüʹl-‘Arab, l-h-n maddesi.
16 İbn Manzur, Lisânüʹl-‘Arab, l-h-n maddesi.
17 Zemahşerî, Esâsüʹl-belâğa, Dârüʹl-fikr, Beyrut 1989, l-h-n maddesi.
18 Câhız, Kitâbü’l-hayevân, tahk.: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dârüʹl-cîl, Beyrut, ts., c. I, s.
249.
19 İkfâ: Şiirde kafiyelerin son harflerinde görülen farklılıktır. Bk., Mecdî Vehbe; Kâmil elMühendis, Mu‘cemu’l-mustalahâti’l-‘Arabiyye fi’l-lugati ve’l-edeb, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 2.
bs., 1984, s. 57.
20 Ebû Bekr ez-Zübeydî, Tabakâtüʹn-nahviyyîn veʹl-lugaviyyîn, tahk.: Ebüʹl-Fazl İbrâhîm, Dârüʹlme‘ârif, Kâhire 1973, s. 11.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 161
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
fetihler neticesinde Arapla acemin karışmasına, Arapçaʹnın diğer dillerden etkilenmesine kadar devam etti”.21
Arap dilinde fasihten ilk sapmalar iraptan kurtulmak için kelime sonlarını
sükun üzere okumak suretiyle meydana gelmiştir. Daha sonraları bu hatalar
Kurʹânʹın okunmasında da görülmüştür. Kurʹân âyetlerinin harekeleri değiştirilmeye başlandı; Kurʹân âyetlerinin harekelerini değiştirerek okumak, bazen
âyetin anlamının tamamen değişmesine sebep oluyordu. Çünkü cümle içerisindeki kelimelerin harekelerini değiştirmek, cümlenin anlamını da değiştirir.
Örneğin ما أحسن زيدcümlesini ele alalım. Bu cümlenin harekelerini değiştirmek
suretiyle bir birinden farklı üç anlam elde ederiz. Birincisi ٌ مَا أَحْسَنَ زَيْدcümlesidir
ki Zeydʹin iyilik yapmadığını ifade eder. İkincisi مَا أَحْسَنَ زَيْدًاcümlesidir ki
Zeydʹin yapmış olduğu iyiliğe teaccübü ifâde eder. Üçüncüsüٍ مَاأَحْسَنُزَيْدcümlesidir ki Zeydʹin hangi yönünün daha iyi olduğu sorulmaktadır.22
Lahnin ilk çıkışı Rasûlullah (s) dönemine rastlar. Rivâyete göre bir adam
Resûlullahʹın huzurunda lahne düşer. Bunu duyan Resûlullah derhal:ْأَرْشِدُواأَخَاكُم
“ ,فَإِنَّهُ قَدْ ضَلَّKardeşiniz yanıldı onu irşâd edin” buyurdu.23Eğer bu devirden önce
Araplar arasında lahnı doğuran sebepler yerleşmiş bir şekilde biliniyor olsaydı,
hadisin ibaresi mutlaka daha farklı olurdu. Çünkü dalâlet büyük bir yanlıştır,
irşâd ise zıtlık bağlamında ondan daha büyük bir doğrudur. Hatta hadisin ibaresi bu lahnın, Araplarʹın en fasîhi olan Peygamberʹin işittiği ilk lahn olduğuna
delâlet etmektedir.24
Arapçaya lahnin girmesi ilk önce şehirlerde halk arasında başlamış, zamanla ilim meclislerine, devlet erkanına ve daha sonra da çöle kadar sıçramış-
tır. Câhız (ö.255/869) Irakʹta duyulan ilk hatanın , حَيِّ عَلَى الْفَلاَحِçölde duyulan ilk
hatanın هَذِهِ عَصَاتِيolduğunu söylemektedir.25 Halbuki kelimelerin doğru kullanımları حَيَّve َ عَصَايşeklindedir. Basraʹda duyulan ilk hatalı konuşma, ٌلَعَلَّ لَهَا عُذْر
ُ وَأَنْتَ تَلُومterkibinde görülmüştür. لعلkelimesinin ismi olan عذرkelimesinin
21 İbnüʹl-Esîr, en-Nihâye fî ğarîbiʹl-hadîs veʹl-eser, Dârü ihyâiʹl-kütübiʹl-‘Arabiyye, Kâhire 1963, c. I,
s. 3.
22 Muhammed Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab, Dâru mektebetiʹl-hayât,
Beyrut 1980, s. 37.
23 İbn Cinnî, el-Hasâis, c. I, s. 8; Ebu’t-Tayyib el-Lugavî, Merâtibuʹn-nahviyyîn, s. 5.
24 Mustafa Sâdık er-Râfi‘î, Târîhu âdâbiʹl-‘Arab, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrut 1974, c.I, ss., 236-
237.
25 Câhız, el-Beyân veʹt-tebyîn, c. I, s. 219.
162 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
mansub olması gerekirdi.26 Bu hatalı kullanımlar Halife Hz. Ömer devrinde de
meydana gelmiştir. Hz. Ömer bir gün bazı kimselerin oklarla atış talimi
yaptıklarını görür. Fakat hedefe isâbet ettiremediklerini görünce; “fena
atıyorsunuz” der. Bunun üzerine içlerinden biri : َ نَحْنُ قَوْمٌ مُتَعَلِّمِينcevabını verir. Hz.
Ömer: “Konuşmanızdaki hatanız bana, isabetsiz atışlarınızdan daha çok tesir
etti” cevabını verir.27 Cümlenin doğrusu: نَحْنُ قَوْمٌ مُتَعَلِّمُونَşeklindedir. Yine bir defasında Hz. Ömer, Ebû Mûsâ el-Eş‘arîʹden (ö.44/665) gelen bir mektupta مِنْ أَبُو مُوسَى
şeklinde irab hatası gördüğü için ʺkatibini kamçılaʺ diyerek katibinin cezalandı-
rılmasını ister.28 Yazıda lahn da böylece ilk defa ortaya çıkmıştır.
Arapların yabancı uluslarla teması her ne kadar Arapçanın onların diline
tesiri neticesini doğurmuşsa da bu tesir elbette tek taraflı olmamıştır. Arapçanın
da muhtelif bölgelerde çok değişik lehçelere dönüşmesine sebep olmuştur.
Gırtlak yapıları fasih Arapçayı telaffuza müsait olmayan milletler, özellikle
telaffuz yönünden Arapça kelimelerin asıl şekillerini değiştirmişlerdir. Bunun
üzerine dilbilimciler, fasih kullanımı hatalı kullanımdan ayırmak için, hatalı
olana lahn tabirini kullanmışlardır.
Fetih haraketleri biter bitmez mevâlî diye isimlendirilen yabancılar, Basra,
Kûfe ve Fustât gibi fethedilen şehirlerde Araplarla birlikte yaşamaya başladılar.
Araplar bir yandan onları kendi işlerinde istihdam ederken, diğer yandan
mevâlîden bir çok kadınla da evlendiler. Bunun tesiri ikinci nesilde görüldü.
Gerek evlenme gerekse velâ’ yoluyla meydana gelen bu imtizâc, mevâlîyi de en
az Arapları etkilediği kadar etkiledi. Süratle Araplaşmaya başladılar. Önceleri
hepsi farklı diller konuşuyorlardı. Sözgelimi İran ve Horasanlılar Fasrça; Iraklı-
lar Farsça, Nabatça ve Aramca; Şamlılar Aramca ve diğer Samî dilleri; Mısırlılar
ise Kıbtîce konuşuyorlardı. Siyaset ve kültür dili olarak Mağrib ve Endülüsʹte
Latince; Mısır ve Şamʹda Yunanca ve Süryânîce; Irak ve İranʹda ise Farsça ve
Süryânîce kullanılmaktaydı. Bütün bu diller, tedrîcî olarak yerlerini Arapçaʹya
bıraktı. Bu sırada Arapça da değişik şekillerde gelişimini sürdürmeye devam
etti. Bu gelişmenin ilk adımı - Kurʹân ve onun dili olan Kureyş lehçesi sayesinde- kabileler arası lehçe farklılıklarının büyük ölçüde giderilmesi ile oldu. Bu
nedenle Kurʹân dili, ister Mudarlı ister Yemenli olsun farklı lehçeler konuşan
26 İbn Hişâm, Muğniʹl-lebîb ‘an kütübiʹl-e‘ârîb, tahk.: Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd,
Mektebetüʹl‘asriyye, Beyrut 1996, لَعَلَّbahsi, c. I, s. 317.
27 İbnüʹl-Enbârî, el-Ezdâd, s. 244.
28 M. Sâdık er-Rafi‘î, Tarihu âdâbiʹl-‘Arab, c. I, ss., 237-238.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 163
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
bütün Arapların kullandıkları ortak bir dil haline geldi. Bununla birlikte bu
farklı lehçelerin izleri orada burada görülmeye devam etti.29
Fethedilen ülkelerin halklarından müslümanlığı kabul edenlerin tümü,
hemen Kurʹân ve hadisin dilini öğrenmeye girişmişler, henüz bir asır geçmeden
Arapça, sadece müslümanlar arasında ve Câhiliye döneminde Araplaşmaya
başlayan Irak, el-Cezîre ve Şam yörelerinde değil aynı zamanda eski din ve
inançlarını muhafaza eden başka topluluklar, hatta İran, Horasan, Mısır ve
Bilâd-ı Mağrib gibi uzak bölgeler dahil İslam dünyasının her yöresinde hakim
olmaya başlamıştır. Bu uzak ülkelerin daha önce Araplıkla hiç bir ilgisi yok
iken, zamanla Araplaşmaya başlamış, Endülüs ve Avrupa kıtasının batı kısımları da buralara eşlik etmiştir. Söz konusu bölgelerde Arapçanın kısa bir sürede
insanların dillerine ve kalplerine hakim olduğunu görürüz. Bu, muazzam bir
gelişmedir. Zira burada yaşamakta olan halkların tamamı dil, düşünce, edebiyat, kültür ve medeniyet bakımında Araplaşmışlardır. Başta Süryanice olmak
üzere bütün Sâmî dilleri insanların günlük konuşmalarından sıyrılarak kiliselere, Cündişâpur medresesi gibi eski kültür merkezlerinden bir kısmına ve
Harrânʹdaki Sâbiî çevresine sıkışıp kalmıştır. Mısır ve Mağrib ülkeleri ise tedrîcî
olarak zamanla Araplaşmıştır.30
Fârisîler benzeri görülmemiş bir tarzda Araplaşmaya başlamışlardır. Var
güçleri ile Arapça öğrenmeye yönelmişler ve bunu mükemmel bir şekilde
başarmışlar, Arapçaʹyı hızla duygu ve düşüncelerinin ifâde aracı haline
getirmişlerdir. Öyleki, neredeyse Abbâsî devrinin başlangıcında âlim, kâtip ve
şairlerin çoğunun Fars kökenli olduğunu görmekteyiz. Örneğin İslam hukukunu incelemeye yöneldiklerini, bu alanda Ebû Hanîfe (ö.150/767) ve
öğrencilerinin yıldız gibi parladıklarını, Sîbeveyh (ö.180/796) gibi bir alimi
çıkarmış olmalarının da delâletiyle Arapçanın derlenip toparlanmasına ve nahiv kurallarının tedvînine yöneldiklerini, İbnuʹl-Mukaffâ (ö.142/759) örneğinde
görüldüğü üzere yazı sanatını en iyi şekilde icrâ ettiklerini ve Ebû Nüvâs
(ö.198/814), Beşşâr b. Bürd (ö.167/784) gibi örneklerden de açıkça anlaşılacağı
gibi, sahanın yıldızları seviyesine ulaşacak kadar şiir ile uğraştıklarını
müşahade etmekteyiz.31
Araplarla mevâlînin karışması neticesinde günlük konuşma dilinde iki
29 Şevkî Dayf, Târîhuʹl-edebiʹl-‘Arabî, Dârüʹl-me‘ârif, Kâhire, ts., c. I, ss., 169-170.
30 Aynı eser, c. II, ss., 90-91.
31 Aynı eser, c. II, s. 91.
164 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
gelişme gözlendi. Birincisi; Araplar, yabancıların anlaması için basit tabirler
kullanmaya başladılar. İkincisi ise mevâlînin kullanmakta olduğu bazı kelimelerin Araplar tarafından da kullanılmaya başlandı. Araplar özellikle yeme-içme
ve medeniyet araçları gibi günlük yaşamda kullanılan araç ve gereç isimlerini
kullanmaya başladılar. Bu yabancı kelimelerden bir kısmını Arapçanın ses
yapısına uydurdukları gibi diğer bir kısmını orjinal haliyle hiç değişiklik yapmadan kullanıyorlardı. Câhız (ö.255/869) el-Beyân veʹt-tebyîn adlı eserinde
İranlılarla bir arada yaşamaları sonucu Kûfelilerin diline geçen çok sayıda
Farsça kelimeyi zikretmektedir. Örneğin kürek veya bel anlamına gelen مسحاة
yerine بالkelimesini, çarşı anlamına gelen سوقkelimesi yerine وازارkelimesini,
hıyar anlamını gelen قثاءkelimesi yerine خيارkelimesini, cüzzamlı anlamına gelen
مجذومkelimesi yerine وَيْذىkelimesini kullanıyorlardı.32 Ayrıca Arapçaya bazı
Hintçe kelimeler de girmiştir. Özelliklede اَبَنُوسve فلفلgibi bitki adlarıyla, ببَّغاءgibi
hayvan adları bu cümledendir. Diğer yandan başta قِيراطve أوقيّةgibi ölçü ve tartı
birimleriyle, قُلُنْجgibi hastalık ve ilaç isimleri olmak üzere bazı Yunanca kelimeler de Arapçaya girmiştir.33
Bu ve benzeri lafızların kullanımı sadece günlük dille sınırlı kalmamış,
Ferazdak (ö.114/732) ve Cerîr (ö.110/728) gibi Basralı şairlerin şiirlerinde bile
kullanıldığı görülmüştür. Örneğin Ferazdak, Farsçaʹda satranç oyununda piyon
anlamına gelen بيذقkelimesini kullanarak bir şiirinde Cerîrʹe hitaben şöyle demektedir:34
Şayet temim maziyi hesaba katarsa biz
Geçmişlerin yüzlerinde alın mesabesindeyiz.
وَنَحْنُ إِذَا عَدَّتْ تَمِيمٌ قَدِيمَهَا
مَكَانُ النَّوَاصِي مِنْ وُجُوهِ السَّوابِقِ
Kıralların mirasını ve tâcını yasakladım sana
Zira sen bir piyonsun benim santranç tahtamda
مَنَعْتُكَ مِيرَاثَ الْمُلُوكِ وَتَاجَهُمْ
وَأَنْتَ لِدِرْعِي بَيْذَقٌ فِي الْبَيَاذِقِ
Abbâsîler döneminde dil hataları şehirlerde yaygınlaşmıştı. Arapların tabiatlarından gelen fasih konuşma özelliğini bastırmış; korunulup sakınılmadı-
ğında, kelimelerin konumlarına iyice dikkat edilmediğinde lahndan uzak kalmak imkansız hale gelmişti. Bu nedenle fasih lisânı saf bedevî Arap lisanına
benzetir olmuşlardı. Nitekim nahivci Osmân el-Bettîʹye (ö.145/760) fasihliği ve
32 Câhız, el-Beyân veʹt-tebyîn, c. I, ss., 19-20.
33 Şevkî Dayf, Târîhuʹl-edebiʹl-‘Arabî, c. II, s. 92.
34 Aynı eser, c. I, ss., 171-172.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 165
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
dilinin düzgünlüğünden dolayı “Arap Osman” diyorlardı.35
Şunu da belirtmek gerekir ki derin ilim sahiplerini bir kenara bırakırsak,
nahivcilerin hepsi fasih kimseler olmadığı gibi râvîlerin durumları da farklı
değildi. Mesela Hammâd er-Râviye (ö.155/771) çokça lahne düşenlerdendi. Bir
keresinde Velîd b. Abdulmelik b. Mervân (ö.96/715)’ın meclisinde, kendisinin
avamla fazla muhatab olması nedeniyle onların diliyle konuştuğunu belirterek
özür beyan etmiştir.36
Emeviler devrinde lahn yapmak onur kırıcı bir olay olarak telakki ediliyordu. Bu devirde lahnin telaffuz ve irab bozukluğu şeklindeki tezâhürünün
yanında, toplumda orta tabaka içinde terkip bozuklukları şeklindeki lahnin bir
hayli yaygın olduğu görülmektedir. Bu bozukluklar özellikle Arap ırkından
olmayan yabancı milletlere mensup insanlar arasında görülmekteydi. Onlar
arasında Arapça ibareyi tamamen bozanlar da vardı. Örneğin Haccâc b. Yûsuf
es-Sekafî (ö.95/714), bir celebe , “Sultanʹın askerlerine kusurlu hayvanlar mı
شَرِيكَانُنَا فِي هَوازِهَا وَشَرِيكَانُنَا فِي مَدايِنِهَا وَكَمَا تَجِيءُ تَكُونُ ;satıyorsun?” diye sorduğunda celep ona
cevabını vermiş, Haccâc onun ne demek istediğini anlayamamış ve “Ne demek
istiyorsun be adam!” diye kızmış, bu tür yanlış kullanımları duymaya alışık
olan bazı kimseler onun söylediğini şu şekilde tefsir etttikten sonra Haccâc ceشُرَكَاؤُنَا بِالأَهْوَازِ وَالْمَدائِنِ يَبْعَثُونَ إِلَيْنَا بِهَذِهِ الدَّوَابِّ :lebin ne demek istediğini ancak anlayabilmiştir
“ فَنَحْنُ نَبِيعُهَا عَلَى وَجْهِهَاEhvâz ve Medâinʹdeki ortaklarımız bize bu hayvanları gönderiyorlar, biz de onları nasıl gelmişse öyle satıyoruz.”37
Abbâsî devletinin ilk yıllarında vefat eden güçlü hatip Hâlid b. Safvân
(ö.133/750), Bilâl b. Ebî Bürdeʹnin (ö.126/744) yanına gidiyor ve onunla
konuşurken lahne düşüyordu. Bu durum sıkça vaki olunca Bilâl ona; “Bana
hizmetçi kızlar gibi lahne düşerek mi halîfelerin sözlerini anlatıyorsun?” demiş-
tir. Bu olaydan sonra Hâlid mescide giderek îrâb dersleri almaya başlamıştır.
Bu devirde ortaya çıkan nahiv ilmi mevâlî ilimi diye meşhur olduğundan, eşrâf
bu ilme rağbet etmemiştir.38
Araplar, esir düşen veya köle pazarlarında satılan Bizanslılar yoluyla ger-
çekleşen sınırlı karışma dışında Yunanlı ve Bizanslılarla karışmamışlardır. Bu
sınırlı karışmanın etkisi de sınırlı olmuştur. Yunan kültürünün Abbâsî düşün-
35 M. Sâdık er-Râfi‘î, Târîhu âdâbiʹl-‘Arab, c. I, s. 241.
36 Aynı eser, c. I, ss., 243-244.
37 Câhız, el-Beyân veʹt-tebyîn, c. I, s. 161.
38 M. Sâdık er-Râfi‘î, Târîhu âdâbiʹl-‘Arab, c. I, s. 239.
166 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
cesini etkileyen en önemli kültür olduğu bir gerçektir. Ancak söz konusu etki
bu kültürün sahiplerinin Araplarla karışıp kaynaşması yoluyla değil, tercüme
ve nakil yoluyla gerçekleşmiştir.
Dil hataları çoğalmaya başlayınca, dilbilimciler harekete geçerek hata
edenleri tesbit etmeye başladılar. Onlar bu hataları âdeta büyük günahlardan
biri sayıyorlar ve durup dinlenmeksizin bütün âlimlerin, dîvan kâtiplerinin ve
şâirlerin arasıra yanılarak düştükleri basit hataları dahi tesbit ve sahipleri aleyhine tescil ediyorlardı. İşte bu şekilde dilbilimciler, Arapçaʹnın her türlü bozukluktan arındırılması ve saflaştırılması konusuna büyük bir önem veriyorlardı.
3. Arapçaʹda Yapılan Dil Hatalarının Çeşitleri
Araplarla diğer milletlerin bir arada yaşamaları sonucu, insanların günlük
yaşamlarında anlaşma aracı olarak kullandıkları, fasih Arapçadan şekil, üslûp ve muhtevâ bakımından farklı olan yeni bir dil meydana geldi. Bu yeni
dil ilk ortaya çıktığında fasihe daha yakındı. Fakat zamanla fasih dilden
uzaklaştı. Kelime sonlarındaki harekeleri ortadan kaldırmak suretiyle ortaya
çıkan bu dil, daha sonraları değişik boyutlar kazanmıştır.39
İbn Mekkî es-Sıkıllî (ö.501/1108), Teskîfüʹl-lisân isimli kitabında Arap
dilinde meydana gelen ve avâmın kullanmakta olduğu hataların ne şekilde
olduğunu ayrıntılı olarak anlatmaktadır.40 Bunlardan en önemlilerini şöyle
özetleyebiliriz;
a. Tashîf hataları
Tashîf; yazılışta bir birine benzeyen harflerin yerlerini değiştirmek suretiyle
kelimenin asıl şeklini bozmaktır. تharfi yerine ثharfinin kullanılması gibi.
Örnek: Avam رَثَّةٌ في لسانهdemektedir ki bu kullanım hatalıdır. Doğrusu رُتَّةşeklindedir.41 حharfi yerine خharfini kullanmak. Örnek: Avam اختلط الرجـلöfkesi
kabardı demektedir ki hatalıdır. Doğrusu احتلطşeklindedir.42
39 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab,s. 38.
40 İbn Mekkî es-Sıkıllî, Teskîfüʹl-lisân ve telkîhuʹl-cinân, tahk.: Mustafâ Abdulkâdir ‘Atâ, Dârüʹlkütübiʹl-‘ilmiyye, Beyrut 1990, ss., 18-19.
41 Aynı eser, ss., 23-24.
42 Aynı eser, s. 29.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 167
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
b. İbdâl hataları
Telaffuzda aralarında benzerlik bulunan harflerin bir birinin yerine kullanılması suretiyle kelimenin asıl şeklini değiştirmek. طharfi yerine تharfinin kullanılması. Örnek: Avam مَنتَقَةdemektedir. Doğrusu مِنْطَقَةşeklindedir.43 سharfi
yerine صharfinin kullanılması. Örnek: Avam deftere صِفْرdemektedir. Doğrusu
سِفْرşeklindedir.44 Kurʹânʹda da böyle kullanılmıştır. .كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً45
c. İsimlere harf ziyade etmek
Örnek: Avamın hatalı kullanımı عَصَاتِيşeklindedir. Doğrusu َ عَصَـايşeklindedir. Başka bir örnek: Avamın hatalı kullanımı امرأة سكرانةşeklindedir. Doğrusu
dır.46امرأة سَكْرَى
d. İsimlerden harf eksiltmek
Örnek: Avamın hatalı kullanımı فعلت البارح كذاşeklindedir. Doğrusu فعلت البارحة كذا
dır. Çünkü البارحـةkelimesi الليلـةnin sıfatıdır. Diğer bir örnek: Avamın hatalı
kullanımı مَعْزةşeklindedir. Doğrusu ماعزةşeklindedir.47
e. Sakin harfi harekelemek
Örnek: Avam; سَـمَن - بَقَـل - رَطَـل - حَبَـلdemektedir. Bu kelimelerin doğru
Kullanımları, سَمْن - بَقْل - رَطْل - حَبْلşeklindedir. 48
f. Harekeli harfi sakin yapmak
Örnek: Avam; قَلْعَةve جَرْيانdemektedir. Doğruları قَلَعَةve جَرَيانşeklindedir. 49
g. İsimlerin harekelerini değiştirmek
Örnek: Avam; مِنْجَل - أَنْف - بَطَل - قِنِّينَة - فُتاتkelimelerini hatalı bir şekilde ; - مِنْجِل - أُنْف
43 Aynı eser, s. 53.
44 Aynı eser, s. 64.
45 Cuma, 62/5.
46 es-Sıkıllî, Teskîfüʹl-lisân, s. 77.
47 Aynı eser, ss., 84-85.
48 Aynı eser, s. 88.
49 Aynı eser,ss., 91-92.
168 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
بَطِل - قَنِّينَة - فِتَاتşeklinde kullanmaktadır.50
h. Fiillerin harekelerini değiştirmek
Örnek:Avam tarafindan يَهْرُبُ - يَغْرِس - يَمْزُجfiillerinin ُ يَهْرِبُ - يَغْـرِسُ - يَمْـزِجşeklinde
kullanılması.51
i. Fiillere harf ziyade etmek
Örnek: Avam; أَوْهَبْتك كذاdemektedir. Doğrusu وَهَبتك كذاdır. Yine avam أّحْرَمْتك كذا
demektedir. Doğrusu حَرَمتك كذاdır. Avam أغاظنى فعلُكdemektedir. Doğrusu غاظني
dir.52
j- İsimlerdeki hemze harfini başka bir harfle değiştirmek
Örnek: Avam; ريَّةdemektedir. Doğrusu رِئَةşeklindedir.53
k. İsmi fâil ve ismi mefûl sîgalarının yapısını bozmak
Örnek: Avam; أنـت مُـرْبِحٌ أو مُخْسِـر في تجارتـكdemektedir. Bu ismu faillerin doğru
kullanımları رابحve خاسرşeklindedir.54 Örnek: مَرْمِيٌّ - مَقْلِيٌّ - مَقْضِـيٌّismi mefullerinin avam tarafından مُرْمًى - مُقْلًى - مُقْضًىşeklinde kullanılması.55
l. Müzekker isimleri müennes olarak kullanmak
Avam müzekker olan بطـن - قلـب - رأس - جـوفgibi isimleri müennes olarak
kullanmaktadır ki bu hatadır. Örnek: رقّت له قلبيkullanımı yanlıştır. Doğrusu ّرق
له قلبيşeklindedir. Yine انتفخت بطـنيcümlesi, avamın hatalı kullanımlarındandır.
Doğrusu انتفخ بطنيşeklindedir.56
m. Müennes isimleri müzekker olarak kullanmak
Avam müennes olan ّ السِّنkelimesini انقلع سِنُّهörneğinde olduğu gibi müzekker
50 Aynı eser,s. 99.
51 Aynı eser, s. 111.
52 Aynı eser, s. 117.
53 Aynı eser,s. 123.
54 Aynı eser, ss., 131-132.
55 Aynı eser, s. 133.
56 Aynı eser, s. 137.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 169
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
olarak kullanmaktadır. Doğru kullanımı انقلعت سِنُّهşeklindedir. Yine avam müennes olan نار - ريح - كأس - فأس - دلو - بئرkelimeleri müzekker olarak kullanmaktadır.57
n. İsmi tasğîr sîgasını hatalı kullanmak
Örnek: Avam; عصفور - طفل - جبلkelimelerini عُصَيْفِر - طُفَيِّل - جُبَيِّلşeklinde ismi tasğir
yapmaktadır. Doğru kullanımları عُصَيْفِير - طُفَيْل - جُبَيْلşeklindedir.58
o. İsmi mensûb sîgasını hatalı kullanmak
Örnek: Avam; رجل دنيائيve ّ رجل نَحَوِيdemektedir. Doğru kullanımları ّ دُنْيَوِيve ّنَحْوِي
şeklindedir.59
p. İsimlerin cemîsini hatalı kullanmak
Örnek: Avam; ٌ أنْفkelimesini الأنافيşeklinde cemîlemektedir. Doğrusu آنُفve
أُُنُوفşeklindedir. فَلْسkelimesinin أفلسve فلوسşeklinde cemîlenmesi gibi.60 Yine
avam ّ سِنkelimesini سنانşeklinde cemîlemektedir. Doğrusu أسنانşeklindedir.61
r. Cemî isimleri müfret olarak kullanmak
Örnek: Avam; اشتريت طيرا واحدا أو اثنينdemektedir. طيرkelimesi طائرkelimesinin
cemîsidir. Ayette de bu şekilde zikredilmiştir; قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ62 Müennesi
dür.63طائرة
s. Cemîsi olmayan kelimeleri cemî, müfredi olmayanları da müfret kullanmak
Örnek: Avam; النَّبْلةkelimesinin müfredine نَبْلَةdemektedir. النبلkelimesinin
kendi lafzından müfredi yoktur. النبلkelimesinden bir tane kastedilirse, سَهْمve
قِدْحkelimeleri kullanılır. Yine avam خرجنا وُحودَناve جاء القوم وحودَهمdiyerek َ وحدkelimesini cemî olarak kullanmaktadır. Bu kullanım yanlıştır. Bu kelime her zaman
57 Aynı eser, ss., 140-141.
58 Aynı eser, ss., 146-147.
59 Aynı eser, ss., 148-149.
60 Aynı eser, s. 150.
61 Aynı eser, s. 152.
62 Bakara, 2/260.
63 es-Sıkıllî, Teskîfüʹl-lisân, s. 154.
170 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
müfret ve mansub olarak kullanılır. 64 Örnek: خرج زيد وحدَه - خرج الزيدون وحدَهم - خرجنا
وحدَنا
Bu hatalar, şehirlerde yaşayan insanların dilinde hızla yayılmıştır. Çöllerde
yaşayan bedevîlerin dili, dördüncü asra kadar sâfiyetini korumuştur. Bu
asırdan sonra yabancılarla karışmaları sonucu bedevîlerin dili de yavaş yavaş
bozulmaya başlamıştır.65
Bedevîlerin yabancılarla karşılaşması ve onlarla kaynaşması genelde iki
yolla olmuştur. Birincisi; çeşitli bölgelerden hac ve ticaret için Mekkeʹye giden
kafileler, çöllerden geçerken bedevîlerin yanında konaklıyorlar ve bazen
günlerce onların yanında kalıyorlardı. İkinci olarak; şehirlerde yaşayan halk
bazen yönetime baş kaldırıyordu. Yönetim bunları bastırmak için üzerlerine
asker gönderdiği zaman, canlarını kurtarmak için çöllere kaçarak çöllerin derinliklerinde yaşayan bedevîlere sığınıyorlardı. Bedevîlerin yanında aylarca, bazen
de yıllarca kalıyorlardı. Bu sebepler yüzünden dil hataları yavaş yavaş bedevîlere de sızmış, her geçen gün dilleri safiyetini kaybetmeye başlamıştır.66
4. Arapçaʹda Yapılan Dil Hatalarına Örnekler
Haccâc b. Yûsuf (ö.95/714) bir gün Yahyâ b. Ya‘merʹe (ö.129/747) şöyle der:
“Beni hiç hatalı konuşurken duyuyormusun”? O da: “Emîr insanların en
fasîhidir” cevâbını verir, Haccâc: “Sana tekrar soruyor ve ısrar ediyorum. Beni
dilde îrap hatası yaparken duyuyor musun”? diye ısrar edince, İbn Ya‘mer
şöyle der: “Bir harfte hata ediyorsunuz”. Haccâc : “Nerede”? deyince, İbn
Ya‘mer : “Kurʹânʹda “ cevabını verir, Haccâc : “Bu ona karşı saygısızlık olur. O
hata nedir”? diye sorunca. İbn Ya‘mer : “Ayeti şöyle okuyorsunuz :
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَـوْنَهَا
أَحَبُّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ.67
Halbuki أحـ ـبُّolarak okuduğunuz kelimeyi, أحـ ـبَّşeklinde mansûb
okumanız gerekir” cevabını verir. Muhtemelen Haccâc, âyet uzun olduğu
için كــانile başladığını unutmuştu. Bu gerekçeye binâen şöyle der:
64 Aynı eser, s. 156.
65 İbn Cinnî, el-Hasâis, c. I, s. 5.
66 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab,ss., 40-41.
67 Tevbe, 9/24.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 171
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
“Haklıymışsın, benim dilde hata ettiğimi hiç duymamışsın”.68
Ziyâd b. Ebîhi (ö.53/673)ʹye, aralarında Şeyhuʹl-İslâmʹın da bulunduğu bir
mecliste miras davası için birkaç kişi müracaat etti. İçlerinden biri Ziyâd b.
: der. Bunun üzerine Ziyâdإِنَّ أَبُونَا مَاتَ وَإِنَّ أَخِينَا وَثَبَ عَلَى مَالِ أَبَانَا فَأَكَلَهُ :Ebîhi’ye hitaben
“Şahsiyetinizden kaybetmiş olduğunuz, malî kaybınızdan çok daha fazla
olmuş” mukabelesinde bulundu.69
Rivâyete göre Ebüʹl-Esved ed-Düelî (ö.69/689) bir gece kızı ile birlikte
gökyüzünü seyrederken kızı, “gökyüzü ne kadar da güzel” demek istemiş,
fakat َ مَا أَحْسَنَ السَّمَاءdiyeceği yerde hata ederek, ِ“ ,مَا أَحْسَنُ السَّمَاءgökyüzünün nesi
güzel” demişti. Bunun üzerine babası: “Yıldızları” cevabını verir. Ancak, böyle
bir cevap beklemeyen kızı, babasına gökyüzünün ne kadar da güzel olduğunu
söylemek istediğini ifade edince babası kızının hata ettiğini anlar ve
doğrusunun nasıl olması gerektiğini söyler.70
Halîfe Abdulmelik b. Mervân (ö.85/704)’ın huzurunda bazı dostları satranç oynarken, Şam ehlinden ileri gelen bir ziyaretçisi geldi. Hâlife derhal
satrancın örtülmesini emretti. Fakat ziyaretçisi hatalı cümlelerle konuşmaya
başlayınca: “Hatalı konuşan hürmete layık değildir” diyerek oyuna tekrar
başlanmasını emretti.71 Yine bir defasında Halife Abdulmelik b. Mervânʹa neden ihtiyarladın diye sorulunca; ʺkürsülere çıkmam ve oradaki konuşmalarımda lahn yapma endişesi beni ihtiyarlattı.ʺ demiştir.
Basraʹlı birinin Zamyâʹ ظمياءisimli bir câriyesi vardı. Onu her zaman Zamyâ
ظمياdiyerek çağırırdı. Bunu duyan İbnüʹl-Mukaffâ (ö.142/759) kendisine, ismi
doğru telaffuz etmesini söyleyince, adam sinirlenerek: “Canım, cariye benim,
istediğim gibi çağırırım” cevabını verdi.72
Yûsuf b. Hâlid es-Sümtî (ö.190/806), yakınlarından birine şöyle bir soru
. şeklinde okumuştuمِنْ قَفَائِهَا fakat son kısmıمَا تَقُولُ فِي دَجاجَةٍ ذُبِحَتْ مِنْ قَفائِهَا :sormuş
Arkadaşı doğru okumasını söyledi. Bu defa Yûsuf مِنْ قَفَاؤُهَاdedi. Arkadaşı yine
ikaz etti. Fakat bu sefer de مِنْ قَفَاءَهَاcevabını verdi. Artık sabrı tükenen İbnüʹl-
68 İbnüʹl-Enbârî, Nüzhetüʹl-elibbâ, s.25; Şevkî Dayf, Târîhuʹl-edebiʹl-‘Arabî, c. I, s. 174.
69 Câhız, el-Beyân veʹt-tebyîn, c. I, s. 222.
70 Sîrâfî, Ahbâruʹn-nahviyyîn el-Basriyyîn, tahk.: Muhammed İbrâhîm el-Bennâ, Dâruʹl-i‘tisâm,
Kâhire 1985, s. 36.
71 M. Sâdık er-Râfi‘î, Târîhu âdâbiʹl-‘Arab, c. I, s. 240.
72 Hüseyin Küçükkalay, Kurʹân Dili Arapça, Konya 1969, s. 148.
172 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Mukaffâ: مِنْ قَفَاهَاdeyiver de kurtul mukabelesinde bulundu.73
Ferezdak, şiirlerini nahiv açısından tenkîde tabi tutan ve şâz kullanımlarını
eleştiren Abdullah b. Ebî İshâk el-Hadramî (ö.127/744) hakkında şöyle demektedir:
Hicvederdim, olsaydı Abdullah bir köle
Fakat Abdullah kölelerin de kölesidir.
فَلَوْ كَانَ عَبْدُ االلهِ مَوْلًى هَجَوْتُهُ
وَلَكِنْ عَبْدُ االلهِ مَوْلَى مَوَالِياً
Bu beyit hakkında İbnu Ebî İshak ise şu sözüyle Ferezdak’ı eleştirmektedir: “Şayet Ferezdak مَوْلَى مَوَالٍdeseydi daha iyi olurdu.”74
5. Kelimelere Doğru ve Yanlış Hükmünü Vermede Esas Alınan Ölçüt
Acaba dilbilimciler kelimelere doğru veya yanlış hükmünü vermede ne tür bir
ölçütü esas almışlardır? Bütün dilbilimcilerin üzerinde ittifak ettikleri bir ölçüt
var mıdır? Böyle bir ölçüt yoksa, ihtilafa düştükleri konularda kimi veya neyi
hakem kabul etmektedirler?
Dilbilimciler, Arapça kelimelerin toplanması sırasında kendilerinden lugat
alınan kabileleri, kelimeleri aktaran râvileri ve şiirleriyle istişhad edilen şâirleri
belirli kıstaslara tabi tutmuşlar, bu kıstaslara uymayanları kabul etmemişlerdir.
Kendilerinden lugat alınan kabilelerin, yabancılarla irtibatı olmayan ve Arap
yarımadasının iç kesimlerinde yaşayan saf bedevî kabileleri olmasına dikkat
etmişlerdir. Ebu İbrâhîm el-Fârâbî (ö.350/961) bu konuda şöyle demektedir:
“Arap kabileleri arasında lugat müfredatının toplanmasında, tasrîf, î‘râb ve
garîb kelimeler konusunda kendilerine dayanılan kabilelerden Kays, Temîm ve
Esed kabileleri ilk sırada yer alır. Daha sonra Hüzeyl kabilesi, Ken‘ân ve Tayy
kabilelerinin bazı kolları gelmektedir”75 Bu kabilelerin dillerinin daha fasih ve
kullanımının daha yaygın olması sebebiyle Basraʹda nahiv kuralları oluşturulurken, bu kabilelerin dillerine müracaat edilmiş, ihtilaflı meselelerde bunların
dili esas alınmıştır.76
Arap yarımadasının kenar kesimlerinde diğer uluslara sınır bölgelerde
oturan kabilelerin dilleri, bu uluslarla sürekli temas halinde olmaları sebebiyle
73 Aynı eser, s. 148.
74 Şevkî Dayf, Târîhuʹl-edebiʹl-‘Arabî, c. I, s. 175.
75 es-Suyûtî, el-Müzhir fî ‘ulûmiʹl-luğati ve envâihâ, tahk.: Muhammed Ahmed Câdulmevlâ; EbüʹlFazl İbrâhîm; Ali Muhammed Becâvî, Dârüʹl-fikr, Beyrut, ts., c. I, s. 211.
76 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab,s. 32.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 173
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
fesâhat bakımından daha aşağı seviyede, daha zayıf ve yumuşaktır.77 Ebu
İbrâhîm el-Fârâbî dilleri huccet kabul edilen kabileleri zikrettikten sonra bu
konuda şöyle demektedir; “ Bu kabilelerin dışında kalanlardan lugat konusunda alıntı yapılmamıştır. Özetle şehirlerde yerleşik hayat sürenlerden, sınır boylarında diğer uluslarla devamlı irtibat halinde olanlardan kesinlikle lugat alınmamıştır.”78
Sîbeveyh (ö.180/796) de kitabının bir çok yerinde kendilerinden lugat alı-
nan ve dilleri fasih olan kişilere işaret etmektedir. Örneğin o, el-Kitâb adlı eserinde şöyle demektedir: “Kendilerine güvenilen Araplarʹı işittik.”79 Sadece dilleri fasih olan bedevîlerden lugat almalarının sebebi, dilde lahnın ortaya çıkması ve Araplar arasında yayılmasıdır. Bu konuda Ebu Zekeriyyâ el-Ferrâ
(ö.207/822) şöyle demektedir: “Dili fasih olan bir bedevîden bir şey duyduğun
takdirde onu söyleyebilirsin”80 demiştir. Şayet bedevî bir şâir şehirde yaşayanlarla devamlı irtibat halinde olursa ondan da alıntı yapılmazdı. Zira Ebû ‘Amr
b. el-‘Alâ’ (ö.154/770)’nın tabiriyle artık onun derisi yumuşamıştır.81 Rivayet
edildiğine göre bir gün Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ, sonradan şehirde ikamet etmeye
başlayan ve dilinin fasihliği ile meşhur olan bedevî Ebû Hayra (ö.?)’ya, “استأصل االله
عرقاتهمcümlesindeki عرقاتkelimesini nasıl okursun” diye sormuş, Ebû Hayra
“ عرقاتَهمşeklinde te harfinin fethasıyla” cevabını verince, Amr b. el-‘Alâ ona;
“Hey be Ebû Hayra! Senin cildin de yumuşamış”82 mukabelesinde bulunmuş-
tur.
Şiirleri huccet kabul edilen şâirlere gelince, ittifakla İmruʹül-Kays (ö.545 m.)
ve en-Nâbiğatüʹz Zübyânî (ö.604) gibi câhiliyyûn; Lebîd b. Rebî‘a (ö.41/661) ve
Hassân b. Sâbit (ö.54/674) gibi muhadramûn şâirleridir. İslamiyetʹin ilk devirlerinde yaşayan Cerîr (ö.110/728) ve Ferezdak (ö.114/732) gibi İslamiyyûn
şâirlerinin şiirleriyle istişhâd konusunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğuna göre
şiirleriyle istişhâd edilir; Abdulkâdir el-Bağdâdî (ö.1093/1682) de bu görüştedir.
77 Aynı eser, s.32.
78 es-Suyûtî, el-Müzhir, c. I, s. 122.
79 Sîbeveyh, el-Kitâb, tahk.: Abdusselâm Muhammed Hârûn, Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1988, c.
I, s. 53.
80 İbn Cinnî, el-Hasâis, c. I, ss., 8-9.
81 Bedevîliğin en belirgin özelliklerinden birisi, bedevî Arabın yaşadığı doğal ortamın da etkisiyle derisinin sert olmasıdır.
82 İbn Cinnî, el-Hasâis, c.I, s.13.
174 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Öncüleri Beşşâr b. Bürd (ö.167/784) olan müvelledûn şâirlerinin şiirleriyle
istişhad edilmez. Bunlardan dili fasih olanların şiirleriyle istişhâd edilebileceğini söyleyen alimler de vardır ki Zemahşerî (ö.538/1143) de bu görüştedir.83
Fesâhat mertebesinde ilk sırayı alan Kurʹân-ı Kerîm ile istişhad edilir. Hadîs-i
Şerif ile istişhad konusunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğuna göre Hadisʹle
istişhâd yapılmaz. Abdulkâdir el-Bağdâdî, Hızânetüʹl-edeb adlı kitabının mukaddimesinde bu konuyu detaylı bir şekilde ele almıştır.84
Nahiv ilminin temelleri atıldıktan sonra, Basra ve Kûfe dil mektepleri arasında ihtilaflar meydana gelince, kıyasın rolü devreye girmiştir. Basralılar
semâ‘da olduğu gibi kıyasta da işi sıkı tutuyorlardı. Onlar dil müfredatını toplama konusunda dilleri hüccet kabul edilen fasih bedevilerden alıntı yapıyorlar,
şehir veya köylerde yaşayanlardan alıntı yapmıyorlardı. Arap soyundan olmasa da fesâhatlerine güvenilen insanlardan da alıntı yapıyorlardı. Bu konuda
Ebu ‘Amr b. el-‘Alâ (ö.154/770) şöyle der: ʺ Hasan el-Basrî (ö.110/728) ve Haccâc
b. Yûsuf (ö.95/714)ʹtan daha fasihini görmedimʺ. Kendisine hangisi daha fasih
diye sorulunca, “Hasan el-Basrî”85 cevabını verir. Basralılar, kullanımı yaygın
olan semâ‘ʹ a ters düşen şeylere şaz veya zarureti şi‘riyye kabilinden bakıyorlar
ve bunları kıyasta esas kabul etmiyorlardı. Ayrıca söyleyeni bilinmeyen şiirler
ve bir kişi tarafından rivayet edilen şiirlerle de istişhâd yapmıyorlardı. Basra
ekolüne mensub dilbilimciler kelimelere doğru “fasîh” hükmünü vermede sadece kullanımı yaygın ve meşhur olan kelimeleri esas alarak, garîb, nâdir ve şaz
kelimelere kıyası caiz görmemişlerdir. Kufe ekolüne mensup dilbilimciler ise
bir veya iki şahid üzerine kıyası caiz görmüşler, Araplardan işitilen her şeyi
nâdir veya şaz olmasına bakmadan doğru kabul edip kıyaslarında kullanmış-
lardır. Söyleyeni bilinmeyen veya tek bir kişi tarafından rivayet edilen şiirlerle
de istişhâd ediyorlardı. Bu yüzden Basralılar, Kûfelileri nâdir ve şaz kullanımları asıl kabül ettikleri, söyleyeni bilinmeyen veya tek bir kişi tarafından söylenen şiirlerle istişhâd ettikleri için onları eleştiriyorlardı. Basralılar, Kufelilere
şöyle diyerek övünüyorlardı; ʺBiz lugatı çöllerde kertenkele yiyenlerden alıyoruz, siz ise şehirlerde kaymak ve turşu yiyenlerden alıyorsunuz.ʺ86
83 ‘Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetüʹl-edeb ve Lübbü lübâbi lisâniʹl-‘Arab, tahk.: Abdüsselâm
Muhammed Hârûn, Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1989, c. I, s. 5.
84 Ayrıntılı bilgi için bk. Abdülkâdir el-Bağdâdî, Hizânetüʹl-edeb, c. I, s. 5 vd.
85 İbn Hallikân, Vefeyâtüʹl-a‘yân ve enbâü ebnâiʹz-zemân, tahk.: İhsân Abbâs, Dâru sâdır, Beyrut
1978, c. II, s. 70.
86 es-Sîrâfî, Ahbâru’n-nahviyyîn el-Basriyyîn, s. 90.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 175
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
İbn Cinnî (ö.392/1002), el-Hasâis adlı kitabında kelimeyi, Araplar tarafından
kullanılması ve dilbilimcilerin koymuş olduğu kıyas ve kurallara uygun olup
olmaması bakımından dört kısma ayırmaktadır.87
1- Hem Araplarʹdan işitilen hem de kıyasa uygun olan kelimeler: Alimler
bu tür kelimelerin doğruluğunda ittifak halindedirler.
قام زيدٌ وضربت عمرًا ومررت بسعيدٍ ;Örnek
2- Kıyasta genel kâide kabul edilmesine rağmen Araplarʹdan işitilmeyen
kelimeler: Örnek; ُ“ يَذَرterkeder” ve ُ“ يَدَعmüsaade eder” gibi fiili muzarilerin,
mazî sîgasında kullanılması.
3- Kıyasta şâz kabul edilmesine rağmen Araplar tarafından kullanılmış
olan kelimeler:
Örnek; ; اسْتَحْوَذَ الجملُdeve abandı. ; أخْوَصَ الرِّمْثُot yeşerdi. Çünkü kıyasta استقام
denilir, استقومdenilmez. استطاعda böyledir, استطيعdenilmez .Yine kıyasta أعادdenilir, َأعْوَدdenilmez.
4- Hem kıyasta şâz olan hem de Araplar tarafından kullanılmamış olan
kelimeler: Orta harfi aslen “vav” olan fiilerin ismi mefullerine bir “vav” daha
ziyade etmek gibi.
Örnek; فَرَسٌ مقْوُودٌ . ثوب مَصْوُونٌgibi. Kelimelerin doğru kullanımları مَصُون ومَقُود
şeklindedir. Hem kullanım hem de kıyasta şâz olan kelimeler üzerine kıyas
yapmak caiz değildir.88
Bununla birlikte dilbilimciler kelimelere doğru veya yanlış hükmünü vermede belirli bir ölçüt üzerinde ittifak edememişlerdir. Dilbilimciler arasında
meydana gelen ihtilaf konuları kullanımı câiz olanla câiz olmayan kelimeler
etrafında dönmektedir ki bunun sebebi doğruluk ölçüsünü belirlemede farklı
farklı yollar izlemeleridir. Bazıları sadece dilleri fasih olan bedevî Araplarʹdan
işitilenleri doğru kabul ederek, onların kullanmadığı kelimelere hatalı hükmü-
nü vermekle tutucu bir yol izlemişler. Bazıları da her kim Arap lehçelerinden
bir lehçeyle konuşur veya bu lehçelerde kullanmakta olan kelimelere kıyasta
bulunursa, üzerine kıyas yapılan kelimeler nâdir ve garib dahi olsa hatalı sayılmaz görüşünü savunmuşlar, kelimelere doğru hükmünü vermede, doğruluk
ölçütünün dairesini geniş tutarak hoşgörülü bir yol izlemişlerdir. Ayrıca İbn
Hâleveyh (ö.370/980), Şerhu fasîhi Sa‘leb isimli kitabında Ebû Hâtim es-
87 İbn Cinnî, el-Hasâis, c. I, s. 97-98.
88 es-Suyûtî, el-Müzhir, c. I, s. 229; İbn Cinnî, el-Hasâis, c. I, s. 99.
176 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Sicistânîʹnin (ö.255/869) şu sözünü nakletmektedir; “el-Esma‘î (ö.216/831),
lugatların en fasihi şudur diyerek onun dışındakileri reddediyordu. Örneğin
Esma‘î; حَزَنَنِي الأمرُ يَحْزُننيdenilebileceğini, أحْزَنَنيdenilmesinin yanlış olduğunu söylemektedir. Aslında iki kullanım da caizdir. Zira Kurrâ لا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَر89ُâyetinde
yeçen يَحْزُنهمlafzını يُحْزِنُهمşeklinde de okumaktadır.90 Ebû Amr b. el-‘Alâʹya,
Arapça olarak isimlendirdiğin şeyler Araplarʹın kullandığı bütün kelimeleri
kapsıyor mu? diye sorulunca, hayır cevabını vermiş, bunun üzerine kendisine,
Araplar huccet olduğu halde onların kullandıklarına ters düşen kelimeler konusunda ne yapıyorsun? diye sorulunca, “Kullanımı yaygın olan kelimelere
göre amel ediyorum, Araplarʹa ters düşen kelimeleri de lugat diye isimlendiriyorum”91 cevabını vermiştir.
Dilbilimcilerin doğruluk ölçütündeki ihtilaflarına şu iki hususu örnek verebiliriz.
Ebüʹl-Abbâs Sa‘leb (ö.291/904), el-Fasîh isimli kitabının mukaddimesinde
izlemiş olduğu doğruluk ölçüsünü vecîz bir şekilde dile getirmiştir. Ona göre
fasih kelime ve kelamın ölçüsü, Araplarʹın dillerinde çok kullanılmasıdır. O,
eserine, aynı konuda fasîh ve fasîh olmayan iki kullanım varsa fasîh olanını,
birden çok fasîh varsa en fasîh olanını, eşit derecede çok kullanılan iki fasîh
kullanım varsa ikisini de aldığını söyler.92
Harîrî (ö.516/1122) de Sa‘leb, el-Ferrâ ve el-Esma‘î gibi kelimelere doğruluk hükmünü vermede sadece Araplarʹın kullanmış olduğu fasih kelime ve
kelamları kabul etmekle tutucu bir yol izlemiştir. Onun doğruluk ölçüsü şu
örneklerde açıkça görülmektedir;
Harîrî şöyle demektedir; “Avam hatalı olarak “ , مسح االله ما بكAllah günahları-
nı silsin, affetsin” demektedir. Doğrusu مصحdır.”93 İbn Berrî (ö.502/1107) ona şu
sözüyle cevap vermektedir; “Bu kelimenin doğru kullanımı مسحdır. Herevî de,
Ebu ‘Ubeyd el- Kâsım b. Sellâm’ın (ö.222/873) bu şekilde سharfi ile مسح االله ما بك
denildiğini belirtmiştir. Sâğânî de (ö.650/1252) şöyle demektedir; “Bu cümle
hasta için söylenir ki hem مسحhem de مصحşeklinde söylenmesi caizdir, ancak
89 Enbiya, 21/103.
90 es-Suyûtî, el-Müzhir, c. I, ss., 232-233.
91 ez-Zübeydî, Tabakâtüʹn-nahviyyîn veʹl-lugaviyyîn, s. 39.
92 Ebüʹl-‘Abbâs Saʹleb, Kitâbüʹl-fasîh, tahk.: Atıf Medkûr, Dârüʹl-me‘ârif, Kâhire 1983, s. 260.
93 Harîrî, Dürretüʹl-ğavvâs, tahk.: Abdulhafîz Ferğalî Alî el-Karnî, Dârüʹl-cîl, Beyrut 1996, s. 102.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 177
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
مصحşekli daha evladır.”94
Harîrî حاجةkelimesinin حوائجşeklinde cemilenmesinin hata olduğunu söylemektedir.95 حاجةkelimesinin حوائجşeklinde de cemilenmesinin caiz olduğunu gösteren şahitler olmasına rağmen Harîrî bu çoğulu avamın hatalarından saymaktadır. Örneğin Peygamberʹden rivayet edilen şu hadis buna bir delildir: إنّ الله عبادا
.96خلقهم لحوائج الناس يفزع الناس اليهم في حوائجهم.
Batalyevsî’nin (ö.521/1127) şu sözü, dilbilimcilerin doğruluk ölçüsündeki
farklı görüşlerini açık bir şekilde belirtmektedir: “Hepsi sahih olduğu halde,
Esma‘î bir çok kelimeye hatalı hükmünü vermiştir. Esmaîʹnin bu görüşte
olması, bu kelimelerin avâmın kullandığı hatalı kelimeler sınıfına girmesini
gerektirmez.”97
Müteahhir âlimler ise doğruluk ölçütü konusunda, Sa‘leb ve Esmâ‘î gibi en
fasîh kelimelerin esas alınması görüşüne katılmamaktadırlar. Çünkü bu durum,
hangi lafızların en fasîh, hangilerinin ifade bakımından en güçlü ve en açık
lafızlar olduğunu anlamak için Arap kelâmının tümünü ihâta etmeyi gerektirmektedir. Fasîh veya daha fasîh kelimeyi tesbit edebilmek için herkesin Arap
lugatına tümüyle vâkıf olması imkansızdır. Bu nedenle onlar, fesâhat için
sağlam ve genel geçer bir ölçüt koymayı uygun görmüşlerdir. Bu ölçütün
rükünlerine uygunluk tam olarak sağlandığında fesâhat da tam olarak
gerçekleşmiş, bu ölçütün rükünlerinden birisi bozulursa, fesâhat da kaybolmuş
olacaktır.98
Özetle doğruluk ölçütü hususunda ne lugatı toplayan seyyah dilbilimciler,
ne nahivciler, ne de avâmın dil hataları konusunda eser yazanlar bir görüş
birliğinde değildirler. Diğer bir deyişle, Arap kabilelerinden hangisinden lugat
alınacağında, şâirlerden ve şiir râvilerinden dil müfredatını almada, kıyasın
çerçevesini dar veya geniş tutmada, egemen ve meşhur olan dile Arap lehçelerinden aykırı düşen kelimelerin kabul edilip edilmemesi hususunda görüş
birliğinde değildirler. Bu yüzden ihtilaflarının ve tartışmalarının temelini
doğruluk ölçütünün ne olduğu teşkil etmektedir.
94 Aynı eser, s. 102.
95 Aynı eser, s. 239.
96 İbn Manzûr, Lisânüʹl-‘Arab, h-v-c maddesi.
97 Batalyevsî, el-İktidâb fî şerhi edebiʹl-küttâb, tahk.: Hâmid ‘Abdülmecid, yy., ts., c. I, s. 222.
98 ‘Abduʹl-âl Sâlim Mekram, Celâluddîn es-Suyûtî ve eseruhû fiʹd-dîrâsâtiʹl-lugaviyye, Müessesetüʹrrisâle, Beyrut 1989, ss., 440-441.
178 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Kelimelere doğru veya hatalı hükmünü vermede kullanılan doğruluk
ölçüsünün sağlıklı olabilmesi için, bu ölçünün iki unsuru göz önüne alarak belirlenmesi gerekmektedir;
1- Arap dilinin kendisine has yapısını muhafaza etmek.
2- Dilin, bütün dillerin boyun eğdiği, zamanın getirmiş olduğu yeniliklere
ayak uydurması.
Zira dil, yeni olaylar karşısında sürekli gelişen sosyal bir varlıktır. Arap
dili de kendisine has yapısını ve özelliklerini muhafaza ederek, zamanın gereklerine uyarak gelişmesine devam edecektir. Aksi takdirde dil, canlılığını yitirmeye ve donmaya yüz tutacaktır.
6.İdarecilerin ve Dilbilimcilerin Lahn Tehlikesi Karşısında Aldıkları Tedbirler
Arap dilinde hatalı kullanımların hızla yayılması karşısında yöneticiler ve dilbilimciler, fasîh dili korumak amacıyla çeşitli tedbirler aldılar. Bu tedbirlerden
önemlilerini şöyle özetleyebiliriz:99
a. Genel olarak Arapçaʹnın kural ve kâidelerinin tespit edilmesi.
Bu hareketin çekirdeği, Basraʹda Ebüʹl Esved ed-Düelî (ö.69/689) tarafından oluşturulmuştur.100 Rivayet edildiğine göre onu Arapça kaidelerini
koymaya iten sebep, bir kişiyi Tevbe suresinin 3. ayetinde َأَنَّ اللَّهَ بَرِيءٌ مِنَ الْمُشْـرِكِين
ُ وَرَسُـولُهgeçen رسـولkelimesini مشـركينkelimesine atfederek meksûr okurken
duymasıdır. Aslında ayette geçen رسـولkelimesi merfudur, zira bu kelime, االله
lafzının mübtedâlık konumuna (mahalli ba‘îd) atfedilerek merfu olmuştur.
Ayetin anlamı “Allah ve Rasulü, müşriklerden berîdir” şeklindedir. Ebüʹl
Esved ed-Düelî ayetin hatalı okunduğunu duyunca şöyle der; “Allah,
Rasulünden berî olmaktan münezzehtirʺ. İnsanların bu derece irab hataları
yaptıklarını tahmin etmiyordum”101demiştir.
Nahivciler, lahn tehlikesiyle mücadele etmek ve Kur’ân Dili Arapça’yı
korumak için olağan üstü çabalar sarfetmişlerdir. Lahn’e karşı iki yolla mü-
cadele ettikleri görülmektedir. Birincisi nahiv kaidelerini vaz’ etmek ve hatalı kullanılan kelime ve terkipleri ayıklamak. İkinci yol ise, fasih Arapça’yı
99 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab,s. 40.
100 Aynı eser, s. 40.
101 Ebu’t-Tayyib el-Lugavî, Merâtibüʹn-nahviyyîn, s. 8.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 179
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
ayıklayıp tedvin etmek.102
b. Devlet dîvanlarının “hazineye ait hesap defterlerinin” Arapçalaştırılması.
Bu dîvanlar, Arapça dışında değişik dillerle yazılıyordu. Örneğin Irâkʹın
dîvanı Farsʹça, Şâmʹın dîvanı Rumʹca, Mısırʹın dîvanı ise Kıbtî dilleriyle yazılmaktaydı. ‘Abdulmelik b. Mervân yönetime gelince, bu dîvanları
Arapçaʹya tercüme ettirerek yönetimini Araplara veya Arapçayı iyi konuşan
Arap asıllı olmayanlara tevdî etti. Bu durum yabancıları Arapça öğrenmeye
sevketmiştir. Çünkü dîvan kâtipliği, iyi bir geçim kaynağı olmanın yanı sıra,
yönetime yakın olmak için de iyi bir vesileydi. Abdulmelik b. Mervânʹın
(ö.86/705) bu hareketi fasih Arapçayı canlandırmanın yanı sıra yazı dilinin
yayılması ve revaç bulmasında önemli bir etken olmuştur.103
c. Halîfe, vezir, komutan ve ilim adamları gibi üst tabakadan insanların
fasih dile sahip olmaları için çocuklarını çöllerde yaşayan bedevî kabilelerine
göndermeleri. Devlet adamlarının bu hareketi, halk tabakasından diğer insanlara da örnek oluyordu. Bu insanlar da çocuklarının sağlam bir bünyeye ve
fasih bir dile sahip olmaları için bedevî kabilelerine gönderiyorlardı. Bu davranış Araplarʹın eski bir âdetiydi. Hz. Peygamber de küçük bir çocuk iken Bekr
kabilesinin Benû Sa‘d boyuna gönderilmişti.104 Bu konuda Resulullah şöyle
demektedir ; “Ben Arapların en fasîhiyim, çünkü ben Kureyşʹtenim, ayrıca ben
Bekr kabilesinin Saʹd boyunda yetiştim.”105
d. Dili fasih olan bedevî kabilelerinden kız almak. Devlet adamları ve diğer
ileri gelen insanlar, çocuklarının fasih bir ortamda yetişmeleri için dili fasih
olan bedevî kabilelerinden kızlarla evleniyorlardı. Nitekim bu adet üzerine
Muaviye b. Ebî Süfyân da (ö.60/680) Yezîd’in (ö.64/683) annesi olan Kelb kabilesinden Meysûn ميسونile evlenmiştir. Çünkü çocukların dili fasih olan bir annenin yanında yetişmesiyle, dili Arapça olmayan bir annenin yanında yetişmesi
arasında çok fark vardır. Bu hareket de çocukların fasih arapçayı öğrenmesinde
102 Ahmet Karadavut, “Arap Dilinde Lahn’ın Doğuşu” Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Konya 1997, sayı: 7, s. 340.
103 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab,s. 41.
104 Aynı eser, ss., 41-42.
105 Ebû ‘Ubeyd Kâsım b. Sellâm el-Herevî, Garîbüʹl-Hadîs, Dârüʹl-kütübiʹl-‘ilmiyye, Beyrut 1986, s.
29.
180 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
etkili bir rol oynamıştır.106
e. Halife ve diğer yöneticilerin Arapça ilimlere, özellikle de edebiyat, lugat
ve nahve önem vermeleri ve bu konularda âlimleri desteklemeleri. Özellikle
Emevî Halifeleri, kendilerine muhalefet edenlerin çokluğu sebebiyle yandaşları
olan şâirlere çok önem veriyorlardı. Bu şâirler sayesinde rakiplerini
susturuyorlardı.107
Alınan bu tedbirler her ne kadar Arapçaʹyı tehdit eden lahn tehlikesini
tamamen ortadan kaldıramadıysa da, yazı dilinin ve Kurʹânʹın okunması ve
korunmasında etkin bir rol oynamıştır. Dil ve edebiyat bakımından kural ve
kaideleri belirlenen Arapça, tarihi gelişimini daha emin adımlarla sürdürmüş
ve sürdürmeye devam etmektedir.
Sonuç
Dilin hatalı kullanılma olgusu Câhiliyede ve İslâmiyetʹin ilk dönemlerinde -
özellikle mevâlînin dilinde - nadiren görülse de, teknik anlamda lahn,
Araplarʹın fethedilen bölge ve şehirlerde yabancı uluslarla bir arada yaşamaya
başlamaları sürecinde ortaya çıkmıştır. Zira Araplar, Câhiliye ve İslamʹın ilk
dönemlerinde tabiatları gereği fasih ve saf bir Arapça konuşuyorlardı.
Araplarla diğer milletlerin bir arada yaşamaları sonucu, insanların günlük
yaşamlarında anlaşma aracı olarak kullandıkları, fasih Arapçadan şekil, üslûp
ve muhtevâ bakımından farklı yeni bir dil meydana gelmiştir. İlk ortaya çıktı-
ğında fasihe daha yakın olan bu dil, zamanla fasih dilden uzaklaşmıştır. Kelime
sonlarındaki harekeleri ortadan kaldırmak suretiyle ortaya çıkan bu kullanım,
daha sonraları değişik boyutlar kazanmıştır.
Arapçaya lahnin girmesi ilk önce şehirlerde halk arasında başlamış, zamanla ilim meclislerine, devlet erkanına ve daha sonra çöle kadar sıçramıştır.
Çöllerde yaşayan bedevîlerin dili, dördüncü asra kadar sâfiyetini korumuştur.
Bu asırdan sonra yabancılarla karışmaları sonucu bedevîlerin dili de yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır. Arap dilinde fasihten ilk sapmalar iraptan kurtulmak için kelime sonlarını sükun üzere okumak suretiyle meydana gelmiştir.
Daha sonraları bu hatalar Kurʹânʹın okunmasında da görülmüştür.
Emevîler devrinde lahn; telaffuz, irab ve terkip bozuklukları şeklinde bir
106 M. Hüseyn Âli Yâsîn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab, s. 43.
107 Aynı eser, s. 43.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 181
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
hayli yaygınlık kazanmıştı. Bu bozukluklar özellikle mevâlînin dilinde görülmekteydi. Abbâsîler döneminde dil hataları şehirlerde yaygınlaşmış, Araplarʹın
tabiatlarından gelen fasih konuşma özelliğini bastırmış, korunulup sakınılmadığında, kelimelerin konumlarına iyice dikkat edilmediğinde lahndan uzak
kalmak neredeyse imkansız hale gelmişti.
Arap dilinde hatalı kullanımların hızla yayılması karşısında yöneticiler ve
dilbilimciler, fasîh dili korumak amacıyla çeşitli tedbirler aldılar. Arapçaʹnın
kural ve kâidelerinin tespit edilmesi bu tedbirlerin başında gelmektedir. Alınan
tedbirler her ne kadar Arapçayı tehdit eden lahn tehlikesini tamamen ortadan
kaldıramadıysa da, yazı dilinin korunması ve Kurʹânʹın doğru okunmasında
etkin bir rol oynamıştır.
Dil bilimciler Arap dilini bozulmalara karşı korumak ve yabancılara
Arapçaʹyı daha kolay öğretmek için ilk adım olarak dil müfredâtını bedevî
Araplardan toplamak sûretiyle lugat çalışmalarına başlamışlardır. Dil bilimciler, Arapça kelimelerin toplanması sırasında kendilerinden lugat alınan kabileleri, kelimeleri aktaran râvileri ve şiirleriyle istişhâd edilen şâirleri belirli kıstaslara tabi tutmuşlar, bu kıstaslara uymayanları kabul etmemişlerdir. Kendilerinden lugat alınan kabilelerin, yabancılarla irtibatı olmayan ve Arap yarımadası-
nın iç kesimlerinde yaşayan saf bedevî kabileleri olmasına dikkat etmişlerdir.
Dil bilimciler ikinci adım olarak Arap dilinin kâide ve kurallarını koymaya
başlamışlardır. Bu dilbilgisi ve sözlük çalışmaları arasında halk dilinde hatalı
kullanılan kelime, terim, terkip ve deyimlerin derlenip doğrularının verildiği
dil çalışmaları önemli bir yer tutar. Bu tür eserlere genelde “Lahnüʹl-‘âmme,
Galatâtuʹl-‘avâm, Mâ Telhanü fîhiʹl-‘âmme, İslâhuʹl-mantık vb.” isimler verilmektedir. Bu kitapların çoğu sadece hatalı kullanımları ve bunların doğrularını
vermekle kalmaz, şiir, emsâl, nesir ve ahbârdan şâhitler getirmekle, bir bakıma
genel edeb kitapları konumundadır. Bunun yanı sıra bu kitaplar bize, Arapların
günlük konuşmalarında kullandıkları farklı lehçeler ve bu lehçelerin içerdiği
üslup, mânâ ve lafızlar hakkında bilgiler veren birer sicil konumundadır. Yine
bu kitaplar, Arap dilinin ve bünyesindeki farklı lehçelerin tarihsel gelişimi ve
geçirdiği safhaları inceleme ve araştırmada ilk başvurulacak kaynaklardır. Ayrıca bu kitaplar, farklı çağlarda ve bölgelerde yaşamış olan Arapların sosyal
hayatı hakkında bize orjinal bilgiler vermektedir.
182 | Dr. Şahabettin ERGÜVEN
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Kaynakça
Abdülkâdir el-Bağdâdî, Abdulkâdir b. Ömer, Hizânetüʹl-edeb ve Lübbü lübâbi lisâniʹl-‘Arab, tahk.:
Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1989.
Ahmed Emîn, Duhaʹl-İslâm, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrut 1935.
Âli Yâsîn, Muhammed Hüseyn, ed-Dirâsâtüʹl-luğaviyye ‘indeʹl-‘Arab, Dâru mektebetiʹl-hayât, Beyrut
1980.
el-Askerî, Ebû Hilâl, Cemheretüʹl-emsâl, tahk.: Ebüʹl-Fazl İbrâhîm, Dârüʹl-cîl, Beyrut 1988.
el-Batalyevsî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed, el-İktidâb fî şerhi edebiʹl-küttâb, tahk.:
Hâmid ‘Abdülmecid, yy., ts.
el-Câhız, Ebû Osmân ‘Amr b. Bahr, el-Beyân veʹt-tebyîn, Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1985.
--------, Kitâbü’l-hayevân, tahk.: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dârüʹl-cîl, Beyrut, ts.
Ebu’t-Tayyib el-Lugavî, Abdulvâhid b. Ali, Merâtibuʹn-nahviyyîn, tahk.: Muhammed Ebüʹl-Fazl
İbrâhîm, Mektebetü nehdati Mısr ve matba‘atihâ, Kâhire 1955.
Gümüş, Sadreddin, Seyyid Şerîf Cürcânî, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul 1984.
el-Harîrî, Kâsım b. Ali b. Muhammed, Dürretüʹl-ğavvâs, tahk.: Abdulhafîz Ferğalî Alî el-Karnî,
Dârüʹl-cîl, Beyrut 1996.
el-Herevî, Ebû ‘Ubeyd Kâsım b. Sellâm, Garîbüʹl-Hadîs, Dârüʹl-kütübiʹl-‘ilmiyye, Beyrut 1986.
İbn ‘Abdi Rabbih, Ebû Ömer Ahmed b. Muhammed, el-‘Ikdüʹl-ferîd, tahk.: Ahmed Emîn;
Abdüsselâm Hârûn, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrut, ts.
İbn Cinnî, Ebüʹl-Feth Osmân, el-Hasâis, tahk.: Muhammed Ali en-Neccâr, Dârüʹl-kütübiʹl-‘Arabî,
Beyrut 1952.
İbn Düreyd, Ebû Bekr Muhammed b. Hasen, Kitâbüʹl-melâhîn, tahk.: Abdulilâh Nebhân, Mektebetü
Lübnân nâşirûn, Beyrut 1996.
İbn Fâris, Ebüʹl-Hasen Ahmed b. Zekeriyyâ, Mu‘cemü mekâyîsüʹl-luga, tahk.: Abdüsselâm Muhammed Hârûn, Dârüʹl-cîl, Beyrut 1991.
İbn Hallikân, Ebüʹl-‘Abbâs Şemsüddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekr, Vefeyâtüʹl-a‘yân ve enbâü
ebnâiʹz-zemân, tahk.: İhsân Abbâs, Dâru sâdır, Beyrut 1978.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Cemâluddîn Abdullah b. Yûsuf, Muğniʹl-lebîb ‘an kütübiʹl-e‘ârîb, tahk.:
Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Mektebetüʹl‘asriyye, Beyrut 1996.
İbn Manzûr, Ebüʹl-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mekram, Lisânüʹl-‘Arab, Dârüʹl-fikr, Beyrut
1990.
İbn Mekkî es-Sıkıllî, Ebû Hafs Ömer b. Halef, Teskîfüʹl-lisân ve telkîhuʹl-cinân, tahk.: Mustafâ
Abdulkâdir ‘Atâ, Dârüʹl-kütübiʹl-‘ilmiyye, Beyrut 1990.
İbnüʹl-Enbârî, Ebû Bekr Muhammed b. Kâsım el-Bağdâdî, Kitâbül-ezdâd, tahk.: Muhammed EbüʹlFazl İbrâhîm, Mektebetüʹl-‘asriyye, Beyrut 1991.
İbnüʹl-Enbârî, Ebüʹl-Berekât Kemâlüddîn Abdurrahmân b. Muhammed, Nüzhetüʹl-elibbâ fî tabakâtiʹl-
üdebâ, tahk.: İbrâhîm es-Sâmerrâî, Mektebetüʹl-menâr, Ürdün 1985.
İbnüʹl-Esîr, Ebüʹs-Sa‘âdet Mecdüddîn Mübârek b. Muhammed, en-Nihâye fî ğarîbiʹl-hadîs veʹl-eser,
Dârü ihyâiʹl-kütübiʹl-‘Arabiyye, Kâhire 1963.
Karadavut, Ahmet, “Arap Dilinde Lahn’ın Doğuşu” Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Konya 1997, sayı: 7.
Kâtib Çelebi, Keşfüʹz-zunûn ‘an esâmiʹl-kütübi veʹl-fünûn, neşr.: Muhammed Şerefüddîn Yaltkaya,
İstanbul 1941-1943.
Küçükkalay, Hüseyin, Kurʹân Dili Arapça, Konya 1969.
Mecdî Vehbe; Kâmil el-Mühendis, Mu‘cemu’l-mustalahâti’l-‘Arabiyye fi’l-lugati ve’l-edeb, Mektebetü
Lübnan, Beyrut 1984.
Mekram, Abduʹl-âl Sâlim, Celâluddîn es-Suyûtî ve eseruhû fiʹd-dîrâsâtiʹl-lugaviyye, Müessesetüʹr-risâle,
Beyrut 1989.
er-Râfi‘î, Mustafa Sâdık, Târîhu âdâbiʹl-‘Arab, Dârüʹl-kitâbiʹl-‘Arabî, Beyrut 1974.
Arap Dilinde Lahnın Ortaya Çıkışı ve İlk Görüntüleri | 183
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007/1, c. 6, sayı: 11
Saʹleb, Ebüʹl-‘Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Zeyd eş-Şeybânî, Kitâbüʹl-fasîh, tahk.: Atıf Medkûr, Dârüʹlme‘ârif, Kâhire 1983.
Sîbeveyh, Ebû Bişr ‘Amr b. Osmân b. Kanber, el-Kitâb, tahk.: Abdusselâm Muhammed Hârûn,
Mektebetüʹl-hâncî, Kâhire 1988.
es-Sîrâfî, Ebû Sa‘îd Hasen b. ‘Abdullah el-Merzübânî, Ahbâruʹn-nahviyyîn el-Basriyyîn, tahk.: Muhammed İbrâhîm el-Bennâ, Dâruʹl-i‘tisâm, Kâhire 1985.
es-Suyûtî, Celâluddîn Ebü’l-Fazl Abdurrahmân b. Ebî Bekr, el-Müzhir fî ‘ulûmiʹl-luğati ve envâihâ,
tahk.: Muhammed Ahmed Câdulmevlâ; Ebüʹl-Fazl İbrâhîm; Ali Muhammed Becâvî, Dârüʹlfikr, Beyrut, ts.
Şevkî Dayf, Târîhuʹl-edebiʹl-‘Arabî, Dârüʹl-me‘ârif, Kâhire, ts.
Taşköprüzâde, Ahmed, Mevzûâtüʹl-‘ulûm, çev.: Kemâleddîn Mehmed, İstanbul 1895.
Zemahşerî, Cârullah Ebüʹl-Kâsım Muhammed b. Ömer, Tefsîrüʹl-keşşâf, tahk.: Muhammed Mürsî
‘Âmir, Dârüʹl-Mushaf, Kâhire 1977.
--------, Esâsüʹl-belâğa, Dârüʹl-fikr, Beyrut 1989.
ez-Zübeydî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Hasen, Tabakâtüʹn-nahviyyîn veʹl-lugaviyyîn, tahk.: EbüʹlFazl İbrâhîm, Dârüʹl-me‘ârif, Kâhire 1973.

Konular