BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE TEFSİR İLMÎ VE MÜFESSİRLER

ÖZET
Selçuklular, Türklerin İslâmiyeti kabul etmelerinin ardından, başta
Nizamiye medreseleri olmak muhtelif ilmî ve kültürel faaliyetler ile
İslâm medeniyetinin ve İslâmî ilimlerin oluşumu ve gelişimine ö-
nemli katkılar sağlamışlardır.
Bu dönemde tefsir ilminde de mühim gelişmeler yaşanmıştır. Tedvin
dönemi birikimi, belirli bir tertip ve tasnif anlayışı ele alınmış,
yeni tarz eserler telif edilmiştir.
Rivâyet tefsirinde, Vâhidî, Beğâvî, İ. Cevzî, İşârî tefsirde Kuşeyrî, Bilimsel
tefsir’de Gazzâlî ve Râzî, Mutezile tefsirinde Zemahşerî, Şia
tefsirinde Tûsî ve Tabersî gibi müfessirler, bu dönemde yetişmiş,
çeşitli tefsir ekollerinin önemli örneklerini kaleme alarak kendilerinden
sonraki nesillere kaynaklık etmişler, Tefsir yönelişlerinde çı-
ğır açmışlardır.
Anahtar Kelimeler: Selçuklu, Tefsir Tarihi, Tefsir
THE SCIENCE OF TAFSIR AND MUFASSIRS IN THE PERIOD OF
GREAT SELJUQS
ABSTRACT
Following the convertion of the Turks to Islam, the Seljuqs made
enormous efforts in the fields of culture and science to strength and
expand the Islamic civilization. For this reason, the period
concerned here deserves more attention concening the development
of the Islamic sciences and particularly, that of the Qur`anic
exegesis (tafsir).
When the tafsir books of the period are surveyed, it can be viewed
that the Islamic heritage of the Qur`anic interpretation was revised
and criticized in these works in which a new understanding of the
classification of subjects apparently developed. As a result, the
Seljuqs achieved to create a foundation for the next generations.
Key Words: Seljuqs, tafsir, The History of Tafsir,


Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimler Tefsir Ana
Bilim Dalı, ozgel@sdu.edu.tr
32 İshak ÖZGEL
Giriş
Selçuklular dönemi, Türk ve İslâm tarihi açısından incelenmesi
gereken tarihî dönüşümün olduğu süreçlerdendir.1 Kalabalık Türk
kitlelerinin İslâmiyet’e girdikleri bu devirde, Selçuklular ismiyle anılmaya
başlayan bu kitle, siyasî ve sosyal yönden yeni bir hüviyet
kazanmıştır.2
Türkler, İslâmiyet’i kabul etmelerinin ardından Selçuklular dö-
neminde bu medeniyeti her alanda sahiplenmişler, siyasî, ilmî ve
kültürel faaliyetlerde bulunarak yerleşmesine ve gelişmesine katkıda
bulunmuşlardır.3 Türklerin bu girişimlerinin yanı sıra incelediğimiz
Hicrî V. asırda, Asya’da aydınlanma döneminin başlaması, ilimlerin
tedvin edilmiş olması, fırkaların çoğalması, Yunan düşüncesinin yayılmasıyla
ortaya yeni fikirlerin ve metotların çıkması gibi nedenlerle
oluşan ilmî yapı, Selçuklular dönemini, genelde İslâmî ilimler, özelde
Tefsir ilmî açısından ehemmiyetli hale getirmiştir.
Bu dönemdeki tefsir çalışmalarıyla ilgili tespitlere geçmeden önce
Selçuklular döneminin siyâsî, ilmî ve kültürel yapısına dair tarih-
çilerin vermiş oldukları bilgilere kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Zira her alanda olduğu gibi tefsirde de eser telif eden veya fikir yürü-
ten her kişi düşüncesini, kendi döneminin ilmî, siyasî ortam içinde
ürettiği için hakkıyla anlaşılabilmesi bu şartların bilinmesine bağlı-
dır.
I- İlmî ve Kültürel Hayat
Öncelikle şunu belirtelim ki; Selçuklular tarihi, Büyük Selçuklular
ve Anadolu Selçukluları olmak üzere iki dönem halinde ele alınmaktadır.
Çalışmamızda, tarih itibarıyla 430/1038 ile 590/11934
yılları arasında hüküm sürmüş olan Büyük Selçuklular dönemi incelenecektir.

Selçukluların hükümranlıklarını hissettirdikleri dönemlerde İslâm
Dünyası’nda siyâsî alanda mezhep ayırımcılığı ve çekişmeler et-

1 Mehmet A. Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşeri Başkanlığı Dergisi, Ankara,
1961, s. 89. 2 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1991, s. 6, 7. 3 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Ankara 1960, s. XI. 4 “Selçuk Bey (v. 400/1009) tarafından temeli atılan Selçuklu Devleti, Selçukluların
Dandanakan’da Gaznelilere karşı kazandıkları zaferle (431/1040) bağımsız bir devlet
haline gelmiştir. Vezir Nizamülmülk’ün ve Sultan Melikşah’ın ölümü üzerine,
Selçuklu İmparatorluğu önü alınamayan taht kavgaları içine düşmüş, neticede
dörde bölünmüş, nihayet Irak Selçukluları zamanında, Abbâsî halifesi en-Nâsır,
Harzemşahlarla birleşerek Irak bölgesinde Selçuklu hâkimiyetine son vermiştir.
Böylece Selçuklu hakimiyeti sona ermiş bölge Harzemşahlara intikal etmiştir.
(590/1194); bkz. Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 18”.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 33
kin bir durumdadır. Bu dönemde Abbâsî halifesi Kâim bi Emrillah
(423-468/1031-1075), ruhanî reis olarak kalmayı kabul etmiş, dünyevî
hak ve salâhiyetlerini bir anlaşma ile Selçuklu hükümdarı Tuğ-
rul Bey’e devretmiştir. Bundan sonra Selçuklu Sultanları, Ehl-i Sünnet
mezheplerinin hâmisi olmuşlar, aykırı cereyanların ocağı durumuna
gelen Mısır Fâtımî devletine karşı mücadele ederek İslâm’ın
birliğini kurmaya çalışmışlardır.5
Mücadelenin sadece askerî alanda değil, aynı zamanda ilmî ve
kültürel alanda da yapılması gerektiğini kavrayan Selçuklu devlet
adamları, tesis ettikleri medreseler, kütüphaneler, zâviyeler ve vakıflar
sayesinde bir ilim ve kültür ordusu vücuda getirerek hem Müfrit
Şiîleri ve Bâtınîleri bertaraf etmişler, 6 hem de ilmî alandaki bu gelişmeye
paralel olarak askerî ve siyasî sahalarda kudretlerini yükseltmişlerdir.7

Devletin ilk yıllarında Tuğrul Bey’in Mutezilî olan veziri
Amîdülmülk el-Kundurî, Eş’arî alimlerini hapis veya sürgünle sindirmeye
çalışmışsa da8 O’nun azli ve Nizamülmülk’ün yerine geçmesiyle
birlikte bu durum sona ermiş, bundan sonra Selçuklu Sultanları,
hâkim oldukları her yerde Sünnî düşünceyi desteklemiş ve yayılmasına
zemin hazırlamışlardır.
Selçuklular döneminde her ne kadar Sünnî fırkaların hepsine
imkan tanınmışsa da bunlar içinde itikaden Eş’arîler, amelen Şafiîler
daha fazla destek görmüşlerdir.9 Bu ikisinin yanında Mâturîdî ve
Hanefî olan düşünürlerin, az da olsa İbnü’l-Cevzî gibi Hanbelîlerin de
yetiştiği görülmektedir. 10 Ehl-i Sünnet dışında Ayrıca Şîaya ve
Mu’tezile’ye mensup müellifler de bu dönemde çalışmalarını sürdü-
rebilmişler, kendi dönemlerinde ve daha sonraki devirlerde etkili olan
eserler vücuda getirmişlerdir.
Selçuklular, müstakil ve sistemli eğitimin yapıldığı Nizâmiye11
medreselerini kurarak12 ilim hayatına çok önemli bir kazanım sağlamışlardır.
Sultanlar, devlet adamları ve şahısların vakıflarıyla ayakta
duran, hocaları ve talebelerine maaş verilen, eğitim-öğretimin parasız

5 Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, s. 89.
6 M. Asad Atlas, Nizâmiye Medresesi, Çev: Sadık Cihan, Etüt Yayınları, Samsun
1999, s. 11. 7 Turan, Selçuklular Tarihi, s. 223. 8 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 104. 9 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 104. 10 Ahmed Çelebi, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, Çev: Ali Yardım, İstanbul 1983, s.
114. 11 “Bu medreseler ilk defa Alparslan zamanında veziri Nizamülmülk’ün teşebbüsleri
ile kurulduğu için ona nisbetle Nizamiye ismi ile anılmıştır; bkz. Çelebi, İslâm’da
Eğitim Öğretim Tarihi, s. 112”. 12 Mehmet A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Alparslan Zamanı, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1992, s. 358.
34 İshak ÖZGEL
olduğu bu medreselerde, Ehl-i Sünnet düşüncesi merkezinde, başta
Fıkıh olmak üzere bütün İslâmî ilimlerle beraber Filoloji, Matematik,
Astronomi vb. müspet ilimler belirli bir program dahilinde okutulmuştur.
13
İlmî açıdan münbit bir zeminin oluştuğu Selçuklu hakimiyeti
altında, bu coğrafyada, Türk, Arap ve Fars kültürü birbirine karış-
mış, bazı mücadelelere rağmen, ortak bir İslâm kültürü oluşmuştur.
Arapça, ilim ve din dili, Farsça, edebiyat dili, Türkçe, devlet dili olarak
kabul görmüş ve bu şekilde kullanılmıştır.
Selçuklular döneminde başta Devleti’nin kurulduğu Horasan
bölgesi olmak üzere Selçuklu Devleti’nin hâkimiyetindeki coğrafyada
dinî yaşantının manevî boyutu da gelişme imkanı bulmuş, tasavvufî
düşünce yayılarak kurumsallaşmıştır.
II- Selçuklular Dönemi’nde Tefsir ve Müfessirler
Selçuklular Dönemi’nde düzenli eğitim kurumları olan Nizâmiye
medreselerinin kurulmuş olması, diğer etkenlerle birlikte mezhep
taassubu sonucu ortaya çıkan tartışma ortamı ve benzeri şartlar,
İslâmî ilimler alanında daha sonraki dönemleri de etkileyecek geliş-
melerin yaşanmasına vesile olmuştur. Böylesi bir dönemde tefsir ilminde
nelerin olduğunu tespit için yaptığımız bu çalışmaya14 öncelikle
tarihî ve coğrafî sınırları belirlemekle başlanmıştır.
Büyük Selçuklular, tarih itibarıyla 430/1038 ile 590/1193 yılları
arasında hüküm sürmüşlerse de çalışmanın hedefi, bu dönem tefsir
kültürünü incelemek olduğu için dönemin başında vefat eden
müfessirler, bu döneme kaynaklık etmeleri itibariyle, bitiş döneminden
sonra vefat edenler de bu dönem ilmî ortamında yetişip eser verecek
yaşa gelmiş olmaları dikkate alınarak çalışmaya dahil edilmiş-
tir. Böylece tarihî sınırlara ortaya çıkmış, vefat tarihleri 430/1038 ile
632/1234 yılları arasında olan müfessirler ve tefsirleri değerlendirmeye
alınmıştır.
Coğrafî sınırları tespit aşamasında, Büyük Selçuklular’ın devamlı
fetihlerde bulunmaları ve hâkim oldukları bölgelerde zaman
zaman hâkimiyetlerini kaybetmeleri gibi nedenlerle, hükümran oldukları
coğrafyayı kesin hatlarıyla tespit etmenin güçlüğü görülmüş,
bu nedenle Çin Denizi’nden Anadolu sınırlarına, Hazar Denizi’nden,
Hind Okyanusu’na, Kafkaslardan Yemen’e kadar bütün Önasya’yı

13 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 116; “Okutulan derslerle ilgili ayrıntılı bilgi için; bkz.
Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s. 379”. 14 Bu araştırma bir yüksek lisans çalışması olarak yapılmıştır. Merhum Prof. Dr. Sakıp
Yıldız’ın projesi kapsamında başladığımız tez Prof Dr. İbrahim Çelik’in nezareti ile
tamamlanmıştır. Bkz. İshak Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, Uludağ
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1996.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 35
kapsayan bir coğrafya esas alınmış, Anadolu15 ve Afrika kıtasında
yaşamış olan müfessirler çalışmanın dışında tutulmuştur.
Tarihî ve coğrafî sınırların belirlenmesinden sonra tabakat kitapları
ve kütüphane kataloglarının taranmasına geçilmiş, bu zaman
aralığında ve bu coğrafya da yaşamış olan müfessirler tespit edilmiş-
tir. Ardından bu müfessirlerden eserleri matbu veya kütüphanelerde
yazma olanlar belirlenerek elde edilmiş ve incelenmiştir.
Araştırma sonucunda 240 müfessir tespit edilmiştir. Bunlardan
32 müfessirin, matbu ya da mahtut tefsirleri olduğu görülmüş ve ulaşılarak
değerlendirilmeye alınmıştır. Kaynaklarda tefsir yazdıkları
belirtilmiş olmasına rağmen 36 müfessirin yapılan araştırma imkanları
dahilinde matbu veya yazma herhangi bir tefsirine rastlanmamıştır.
31 müellifin, Sûre tefsiri ya da Ulumu’l-Kur’an’a dair eser
yazdıkları belirlenmiştir. Geriye kalanlar ise kaynaklarda eser yazdıklarına
dair bir mâlumat bulunmayan, sadece müfessir oldukları
belirtilen ilim adamlarıdır.
İncelediğimiz dönemdeki tefsirlerin dili, çoğunluk itibariyle Arapça’dır.
Fakat az da olsa Farsça yazılmış çalışmalar da mevcuttur.
Şahfur el-İsferâyinî (471/ 1078) ve el-Bakkâlî (562/1167) Farsça tefsir
yazmışlar. Ömer en-Nesefî (537/ 1142) de Arapça yazdığı tefsirinde
zaman zaman Farsça açıklamalar yapmış, Farsça şiirler kullanmıştır.
Buna karşın bu dönemde Türkçe yazılmış herhangi bir esere
rastlanmamıştır.
Selçukluların siyasî desteği ve Nizâmiye medreselerindeki eğitim
politikası bu dönem müfessirlerinin mensup oldukları mezheplere
bakılınca da görülebilmektedir. Müfessirlerin (Gazzâlî, Kuşeyrî, Râzî
gibi) büyük bir kısmı itikaden eş’arî, amelen şafiîdirler. Bunların yanında
Ömer en-Nesefî, Kirmânî gibi itikaden mâturidî amelen hanefî,
İbnü’l Cevzî gibi hanbelî olan müfessirlerin yetiştiği de görülmektedir.
Ehl-i Sünnet dışında Zemahşerî, Bakkalî gibi mu’tezilî müfessirler ve
bir çok konuda Mu’tezile ile ortak düşünceye sahip olan Şerif
Murtaza, Tûsî, Tabersî gibi şiî müfessirler de bu dönem tefsir tarihinde
yer almışlardır.
Müfessirlerin itikaden ya da amelen bir mezhebe bağlı olmaları
onların tefsir yorumları üzerindeki etkili olmaktadır. Bu dönemde
mezheplerin yaygınlaşması yanında özellikle bazı mezhebe müntesip
olanların siyasî olarak destek görmesi, mezhep görüşleri temelli mü-
nakaşaların tefsirlere sirayet etmesine yol açmıştır.

15 “Anadolu Selçukluları Dönemi Müfessirleri hakkında başka bir çalışma yapılmıştır;
bkz. Mustafa Yavuz, Anadolu Selçukluları Dönemi Müfessirleri, Yüksek Lisans Tezi,
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1997”.
36 İshak ÖZGEL
Eş’arî ve mâturidî olan müfessirler arasında daha az ve daha
düzeyli bir tartışma yaşanırken (Meselâ itikaden mâturidî olan
Nesefî, tefsirinde diğer fırkalarla birlikte Eş’arîlerin görüşlerinin de
geçersizliğini belirtmiş, eş’arî olan Râzî de eserinde Mâturidîleri
tenkid etmiştir.) her iki mezhep ehli müfessirler, eserlerinde Ehl-i
sünnet dışındaki Kerrâmiyye, Bâtıniyye, Râfiziyye, Mu’tezile, Şiâ,
Kaderiyye, Cebriyye, Müşebbihe, Mücessime gibi fırkaların görüşlerini
tenkit etmişler, geçersizliklerini ispata çalışmışlardır.
İtikadî mezhep ayrılığı gibi amelî mezhep ayrılığı da fikrî münakaşaların
kaynağı olmuştur. Meselâ; Ilkıya El-Herrasî (504H/1110)
eserinde genellikle Cassas’ı hedef alarak Hanefî mezhebini eleştirmiş,
Gazzâlî ve Râzî de eserlerinde Hanefî ve Hanbelî mezhebinin görüşlerindeki
tutarsızlıkları göstermişlerdir.
Bu tartışmalar sırasında, kimi zaman hasım mezhep müntesibinin
şahsına yönelik bir tefsir kitabında bulunması hoş karşılanmayacak
aşağılayıcı ifadelere, kimi zaman da dinî literatürün bu tartış-
malarda rahatlıkla kullanılabildiğine şahit olunmaktadır. Meselâ;
hanbelî olan Ebû İsmail el-Herevî (481/1089), Eş’arîlerce teşbîh ve
tecsîm ile suçlanınca, Eş’arîlerin kestiklerinin yenmeyeceğini söyleyecek
derecede ileri gitmiştir.16
Bâtınî fırkalar ile yapılan fikrî tartışmalar bazen fiilî baskıya dö-
nüşmüş, hatta cana kastetmeye kadar götürülmüştür. Nitekim
Nesefî ile Kuşeyrî ve Râzî başta olmak üzere bir çok sünnî müfessir
tarafından tenkid edilen Kerrâmîler’in ehl-i sünnet alimlere bu tarz
saldırıda bulundukları, hatta Râzî’nin hayatta iken çok fazla mücadele
ettiği Kerramîler tarafından zehirlenerek öldürüldüğü nakledilmektedir.17
Rivâyete göre Râzî, Kerrâmîlerin kendisini kabrinde rahatsız
edeceklerinden çekinmiş bu nedenle, bilinmeyen bir yere defnedilmesini
vasiyet etmiştir.18
Buna karşılık ehl-i sünnet dışındaki bazı mezhep taraftarları da
yaşadıkları yerlerde bazen siyâsî baskılarla karşılaşmışlardır. Meselâ;
Tûsî, Tuğrul Bey’in Şiî Bûveyhîleri ortadan kaldırmak için Bağdât’a
girmesi esnasında, Bağdât’taki evini bırakıp Necef’e göçmek etmek
zorunda kalmıştır.
Söz konusu tartışmaların bu tarz menfî yansımaları yanında,
hoşgörü ve yakınlaşmayı temin ettiğine dair örnekler de vardır. Meselâ;
Tabersî’nin eserinde istihza ve aşağılayıcı ifâdelerden kaçınarak,

16 Tâcüd’d-Din es-Subkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyye, tahk: Mahmud Muhammed etTennâhî,
Abdulfettah. Muhammed el-Hulv, Mısır 1965, c. III s. 117. 17 Şemsüddin Ebu’l-Abbas İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yan, Beyrut ts., c. IV s. 252. 18 Ebu’l Fidâ İsmail Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, tahk: Ahmed Abdulvehhab
Fettah, Kâhire 1994, c. XII, s.66.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 37
itidalli bir tutum sergilediği, böylece Şîi, Sünnî çekişmesinde önemli
bir rol oynayıp, aşırılıkları yumuşattığı görülmektedir.
Tefsir tarihi araştırmalarında incelemelerinde tefsirlerin hususiyetlerini
belirlemede, birisi müfessirin kişiliği ve onu oluşturan şartlar,
diğeri uygulanan yöntem olmak üzere iki temel unsur etkindir.
Bu açıdan baktığımızda yukarıda belirlemeye çalıştığımız siyâsî, ilmî
ve kültürel ortamda yaşayan Selçuklu Müfessirlerinin rivâyet ve dirâyet
metodlarını devam ettirdikleri, kendilerinden önceki birikimi ele
alıp, devirlerinde ortaya çıkan yeni anlayışlar doğrultusunda, tefsirlerinde
tertip, tasnif, tenkid ve tercihe dayalı bir yaklaşımı geliştirdikleri,
bu sayede hemen hemen her alanda kendilerinden sonraki dö-
nemleri etkileyecek eserler vücuda getirdikleri görülmektedir. Bunları
ana başlıklar halinde şöyle değerlendirebiliriz.
A- Rivayet Tefsiri Açısından
Bilindiği üzere tefsir hareketi öncelikle Hz. Peygamber, Sahâbe,
Tâbiûn gibi halefin görüşlerini derleme ve toplama faaliyetleri ile baş-
lamıştır. Taberî ve bu dönemin hemen başında vefat eden Sa’lebî,
tefsir kültürüne en bol malzemeyi aktaran müfessirler olmuşlardır.
Bu dönemin başında vefat eden Sa’lebî (427/1035)’nin el-Keşf ve’lBeyân
adlı rivayet ağırlıklı tefsiri, Selçuklu dönemindeki rivâyet tefsirlerinin
kaynağı olmuştur.
Onun talebesi olan Ebu’l-Hasan, Ali b. Ahmed el-Vâhidî
(468/1076) yazmış olduğu tefsirler19 ile bu malzemeyi tasnif ederek
kullanmış, rivayetleri tenkide tabi tutarak ayrıştırmaya çalışmıştır.
Suyûtî, Zerkeşî gibi tefsir usûlü müelliflerinin kendisinden övgü ile
bahsettiği, el-Gazzâlî’nin, onun tefsirlerini gördükten sonra tefsir
yazmaya gerek görmediğini ifâde ettiği, Vâhidî’nin eserleri, dil, nahiv,
belâğat konusundaki açıklamaları, özellikle hem lafız hem de mana
müşkillerini konu edinmesi ile ehemmiyet arz etmektedir. Vâhidî çalışmalarıyla,
Fahruddin er-Râzî, Âlusî, Kurtubî, Hatîp eş-Şibrînî, Ebû
Hayyan, Celaluddin el-Mahallî ve Celaluddin es-Suyûtî20 gibi müfessirlere
kaynaklık etmiştir.
Bu dönemde Sa’lebî’yi esas alan bir başka müfessir de Ebû Muhammed,
el-Hüseyin b. Mes’ud, el-Beğavî, (516/1112) olmuştur.
Beğavî de Vâhidî gibi Sa’lebî’nin tefsirini esas alarak burada yer alan
mevzû haberleri ayıklamayı hedeflediği Meâlimu’t-Tenzil adlı bir eser

19 K.Kerim ilimlerindeki çalışmaları ve özellikle Esbabu’n-Nüzûl adlı eseri ile meşhur
olan Vâhidî, kaynaklardaki bilgilere göre yedi tefsir yazmıştır. Meâni’t-Tefsîr,
Müsnedü’t-Tefsîr ve Muhtasaru’t-Tefsîr el-Basît’, el-Vecîz , el-Vasît ve el-Hâvî li
Câmii’l-Meâni fi’t-Tefsîr Ayrıntılı bilgi için bkz. İshak Özgel, Büyük Selçuklu, s. 35. 20 Bu iki müellifin beraberce telif ettiği Celâleyn adlı tefsirin aslını, el-Vecîz oluşturmuştur.
Bu eserin şerhi olan el-Cemel’de dolayısıyla Vâhidî’nin te’sirinde kalmıştır.
38 İshak ÖZGEL
telif etmiştir.21 Hadisteki yetkinliği sayesinde Beğavî’nin mevcut tefsir
rivâyetlerini ayıklama, zayıfları temizlemede başarılı olduğu belirtilmektedir.22

Hadis ilminde otorite kabul edilen bir başka müfessir Ebu’lFerec,
Abdurrahmân İbnü’l-Cevzî (597/1201)’de benzer bir yaklaşımla
Zâdü’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr adlı tefsirini bu dönemde telif etmiş, o
da kendinden önceki tefsir birikimini, güzel bir tasnif ve tertiple
muhtasar bir şekilde aktarmaya çalışmış, rivâyetler tenkid ve tercihe
tabi tutmuş, senedlerini hazfederek kullanmıştır.
İlk dönem rivâyet tefsirlerinin tenkid ve tercihten ziyade mümkün
olduğunca mevcut tefsir rivâyetlerini toplama gayreti ile telif edildiği
düşünüldüğünde, bu dönemde yapılmış olan her üç çalışmanın
önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Böylece rivâyet tefsirlerinde belirli
bir tertip ve tasnif hâkim olmaya başlamış, rivâyetler arasından
mevzu ve zayıfları ayrıştırma gayretleri sonucu mevcut birikim daha
güvenilir hale getirilmiştir.
B- Lügavî ve Edebî Tefsir Açısından
Tefsir ilminin gelişim sürecinde tefsiri artıran ve geliştiren temel
dinamiklerden biri de kaynak ile muhataplar arasında dil ve kültür
farklılığının olmasıdır. Fetihler sonrası İslâm toplumunun yapısının
değişmesi, farklı coğrafyalarda yaşayan, muhtelif dilleri konuşan
fertlerin ve toplumların İslâm dinini benimsemeleri üzerine tefsirde
lügavî çalışmalar belirmeye başlamıştır. Buna metnin üslubu ile ilgili
çalışmalar da katılınca Arap dili ve belâğatı eksenli çalışmalar tefsir
tarihinde önemli bir konuma gelmiştir.23
Selçuklular döneminde de Ebu’l-Kâsım, er-Ragıp el-İsfahânî
(502H/1109)24 bu tarz çalışmaları ile dikkati çekmektedir. elMüfredât
adlı çalışması ile meşhur olan Ragıp, aynı zamanda
Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm veya Tefsîru’r-Ragıb adıyla kayıtlara geçen bir
tefsirde yazmıştır.25 Eserin ulaşılabilen nüshaları esas alınarak bir
kısmı basılmıştır.26
Bu eser incelendiğinde emsallerinden farklı bir mukaddimesi
olduğu, Râgıb’ın dile olan hâkimiyeti, felsefî yorum gücü, kelâma o-

21 Hamid Abdulğafur Afaf, el-Beğavî ve Menhecuhu fi’t-Tefsîr, Bağdat 1983, s. 181. 22 bkz. Ali Eroğlu, Müfessir Hüseyin b. Mes’ud el-Beğavî ve Tefsîrindeki Üslûbu , Yayınlanmamış
Öğretim Üyeliği Tezi, Erzurum 1982. 23“ Ayrıntılı bilgi için bkz. İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız
Veren Amiller, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1968, s. 47”. 24 465/1072’te vefat ettiğini kabul edenler de vardır. 25 “Bu tefsirin kütüphanelerimizde tam olmayan bazı nüshaları vardır. Ayrıntılı bilgi
için bkz. İshak Özgel, Büyük Selçuklular, s. 66.” 26 Bu eser, Dr.Ahmed Ferhat tahkikiyle, Mukaddimetu Câmiu’t-Tefâsir adıyla Kuveyt’te
basılmıştır.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 39
lan ilgisi ve sûfî kişiliğinin bu esere yansıdığı görülmektedir. Eserde
özellikle kelimelerin dil felsefesi veya semantik çalışmalardakine benzer
şekilde incelenmiş olması, bu konuda el-Müfredât adlı eser ile
paralel yaklaşımların sergilenmesi esere imtiyaz kazandırmaktadır.
Ragıp, kendinden önceki pek çok müfessir ve dilciden istifade etmiş,
özellikle kelime açıklamaları ve buna bağlı yorumlarıyla da kendinden
sonraki birçok müfessiri etkilemiş, hatta Beydâvî tefsirinin asıllarından
olduğu ifade edilmiştir.27
Bu dönem tefsir çalışmalarında Ebû Bekir, Abdulkâhir, elCürcânî
(470-471/1078-1079)’nin oldukça ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Arap dili ve belâğatı alanındaki çalışmaları açısından duraklama dö-
nemi olarak tanımlanan 28 Hicrî V asırda, Câhız’dan gelen birikimleri
değerlendirerek, Belâğat’ı tefekküre dayalı bir sistemle ele almış, kurallarını
belirleyerek ilim haline dönüştürmüştür. Mu’tezile’nin harflerde
ve seslerde i’cazı aramasına mukabil, terkibin ve nazmın
i’cazını ileri süren, bu görüşlerini Delâilü’l-İ’caz adlı eserinde toplayan
el-Cürcânî, aynı zamanda Dürcü’d-Dürer fî Tefsîri’l-Ây ve’sSüver29
adlı bir de tefsir yazmıştır.
Yaptığı çalışma ile genelde mu’tezilî alimlerin ilgilendiği i’câz konusunu
eş’arîler arasında yaymakla kalmamış, kendi devrinde ve
sonrasında yaşayan birçok müfessiri de etkilemiştir. Mu’tezilî olan
Zemahşerî de onun bu anlayışını benimseyerek tefsirinde kullanmış
ve geliştirmiştir.
Bu dönemde yaşamış olan Zemahşerî de edebî ve lügavî tefsir
ekolünün önemli şahsiyetlerindendir. Ancak ona mezhep tefsirleri
başlığı altında yer vereceğimiz için burada sadece etkili olduğunu
belirtmekle yetiniyoruz.
C- Fıkhî Tefsir Açısından
Nizâmiye medreselerinde özellikle Şafîî fıkhının okutulmasının
sonucu olsa gerek fıkhî tefsir çalışmaları açısından bu dönemde Şâfîi
fıkhına dair iki önemli çalışma yapıldığı görülmektedir. Bunlardan
biri, Şâfiî fakîhi, usûl âlimi, mütekellim ve müfessir olarak bilinen
Ebu’l-Hasan, Ilkıya 30 el-Herrâsî ( 504H / 1110 ) ye aittir. Şâfiî mezhebi
doğrultusunda yazılmış, ahkâm âyetleri açısından Kur’ân’ın ta-

27 Mustafa b. Abdillah el-İstanbulî Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn an Esmai’l-Kütüb ve’lFünûn,
Beyrut 1990, c. I, s. 447. 28 Abdulkahir el-Cürcânî, Esrâru’l-Belağa, Mukaddime, M. Resid Rıza, Lübnan 1982,
s. 5. 29 Oldukça muhtasar bir tefsir olan eserin Nuruosmaniye Ktph.306 ve Köprülü 94,
95’no'larda kayıtlı nüshaları bulunmaktadır. 30 Bu nisbet, Elkıya şeklinde telaffuz edilmektedir, halbuki Ilkıya şeklinde okunmalı-
dır. Zira, Ilkıya farsça bir kelime olup, yüce ve büyük anlamına gelir. Ayrıca bir
gurub fars kralına da bu ad verilmiştir.
40 İshak ÖZGEL
mamını kapsayan ilk tefsir olduğu söylenen31 Herrasî’nin Ahkâmü’lKur’ân
adlı eseri, 439 âyetin tefsirini kapsamaktadır. Herrasî, şâfiî
ahkâmını delilleri ile açıklamayı hedeflediği bu eseri ile Selçuklu dö-
neminde Şâfiî mezhebine ait fikirlerin anlaşılmasına ve yayılmasına
katkıda bulunmuştur.
Bu dönemde yapılmış olan diğer fıkhî tefsir, Beyhakî
(458/1066)’ye aittir. Beyhakî, İmam Şâfiî (204/819)’in görüşlerini,
onun vefatından 254 sene sonra toplayarak Ahkâmü’l-Kur’ân adı ile
yayınlamıştır.32
D- İşârî Tefsir Açısından
Tasavvufî düşüncenin gelişme zemini bulup kurumsallaşmaya
başladığı bu dönemde işârî tefsir çalışmalarında da belirli bir gelişme
olduğu görülmektedir. Nizâmiye medreselerinin kuruluş amacı oldu-
ğu söylenen bu dönemde Bâtınîler ile yapılan yoğun ve katı mücadele,
işârî tefsiri de etkilemiştir. Zira sonuçları açısından olmasa da
kullanılan yöntemin öz değerleri itibariyle İşârî tefsir ile bâtınî yorum
arasında benzerlik söz konusudur.
Bu perspektifle bakıldığında bu dönemde yaşamış olan Ebu’lKâsım,
Abdülkerim b. Hevâzin el-Kuşeyrî (465/1072)’nin eseri
Letâifu’l-İşârât’ı dikkat çekicidir. Öncelikle zahirî ilimleri tahsil etmiş
olan Kuşeyrî, bu esnada, kelam, tefsir ve hadis dersleri almış, ardından
Nîsâbûr’da Ebû Ali Hüseyin ed-Dakkak ile tanışarak onun mü-
ridi ve damadı olmuş, böylece tasavvufi hayatla tanışmıştır. Kuşeyrî,
tasavvufa kaynaklık eden bazı mevzû hadislere istinad etmekten ka-
çınarak zahire dayalı sûfî yöneliş oluşturma çabası ortaya koymuş-
tur. Onun bu çabasının ardında, önce zâhirî sonra bâtınî ilimleri
tahsilinin bulunduğu, ayrıca bu dönemde bâtınî yorumlara karşı benimsenen
hassas tavrın da söz konusu çabaya uygun bir zemin oluş-
turduğu söylenebilir.
Bu yönüyle Kuşeyrî işârî tefsirde33 bir dönüm noktasıdır. Tefsirinde
zâhirle-bâtını en ölçülü ve en iyi şekilde cemetmeyi başararak,
bu alanda oldukça önemli bir konuma sahip olmuştur. Ulemânın
kabulünü ve beğenisini kazanan bu eser, işârî tefsirlerin en az tenkid
edileni olmuş, eserde dinî prensiplerle ve ilmî düşünceyle çelişecek
bir yoruma rastlamanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir.34 Zâhir ve
hakikati bir arada zikretmesi yanında, besmeleyi başında bulunduğu

31 Abdülkerim Ünalan, Ilkıya el-Herrâsî ve Ahkâmu’l-Kur’an’ındaki Metodu, Yüksek
Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1990, s.
113. 32 İsmail Cerrahoğlu, Tefsîr Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1980,
c. II, s. 55. 33 “Ayrıntılı bilgi için bkz., Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, Ankara 1974, s. 100 34 İbrahim Besyûni, Letâifü’l-İşârât (önsözü), Mısır 1981.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 41
sûreden bir âyet kabul ederek her sûre başında o sûrenin muhtevasına
uygun olarak ayrı ayrı tefsire tâbi tutması gibi, bazı yenilikler
getirmiş, bu ve benzeri özellikleri nedeniyle kendisinden sonra gelen
müfessirlere kaynaklık etmiştir.35
İşârî tefsir çalışmaları bağlamında, Bâtınîler ile yaptığı mücadeleyle
bilinen Ebû Hâmid, Muhammed el-Gazzâlî (505/1111) de unutmamak
gerekir. Gazzâlî’nin Tasavvufla ilk teması, Farmedî
(477/1084)’den ders aldığı yıllarda olmuşsa da onun tasavvufa köklü
meyli, kelâm ve felsefe eğitimi sonrası yaşadığı rûhî ve fikrî bunalım
neticesinde 38 yaş civarında iken gerçekleşmiştir.
Tefsîre dair Gazzâlî’nin müstakil bir eser yazdığı tabakat kitaplarında36
zikredilmekle beraber yapılan araştırmalar37 kendisine isnad
edilen, Yakutu’t-Tevil adlı eserin ona ait olmadığını göstermektedir.
Her ne kadar müstakil bir tefsir yazmamışsa da o, diğer eserlerinde
K.Kerim’in tefsir edilişine dair görüşler serdetmiş ve muhtelif eserlerinde
birçok âyeti tefsir etmiştir. 38 Mişkâtü’l-Envâr adlı eserinde ise
çoğunlukla sûfîler tarafından yorumlanan ve işârî manalara hamli
mümkün olan, Nûr 24/35. âyetini ele almıştır.
Gazzâlî, gerek genel ilmî tavrı ve anlayışı gerekse tefsirle ilgili
yazılarında, ister iyi niyetten kaynaklansın isterse maksatlı olsun her
türlü rey ile (heva ve hevese uygun) tefsire karşı çıkmış, nakil ile beraber
aklın da önemli olduğunu belirtmiştir. Buna uygun olarak zâ-
hir ile bâtın yorumu birleştirmenin önemini vurgulayan Gazzâlî mezhep
kaygılarının, K.Kerim’i doğru anlamanın önündeki en önemli engel
olduğunu şiddetle savunmuş, Bâtınîler ile bu noktada mücadele
etmiş, işârî tefsirde ileri giden sufîleri de eleştirerek bu konuda ölçü-
lü olmayı savunmuştur. O bu tavırlarıyla, incelediğimiz dönemde
İşâri tefsir alanında Kuşeyrî ile başlayan yönelişe destek vermiştir.
Bu dönemde İşârî tefsirde belirginleşen bir diğer kişi de Büyük
Selçuklu İmparatorluğu’nun, dağılma döneminde Kirmân bölgesinde
yaşayan Ebû Muhammed, Sadruddin Ruzbihan el-Baklî (606/1209)
dir. Ruzbahaniyye tarikatını kuran39 el-Baklî’nin tefsir üzerine iki
eser telif ettiği nakledilmektedir. Bunlardan Letâifü’l-Beyân fî Tefsî-

35 Kuşeyrî, başta Beğavî (516/1122), Ömer en-Nesefî (537/1142), Ruzbahani Baklî
(606/1209), Nimetullah Nahcivânî (920/1514)olmak üzere pekçok müfessiri etkilemiştir.
36 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi veTabakâtü’l-Müfessirîn, İstanbul 1973,
c. II, s. 144. 37 Süleyman, Ateş a.g.e, s. 118; Zeki Duman, “İmam Gazalî’nin Tefsîr Anlayışı” Erciyes
Ünv. İlâhiyat Fak. Dergisi, S.VI, Kayseri 1989, s. 61-77. 38 Bu açıdan değerlendirilince Mişkâtü’l-Envâr, Cevâhirü’l-Kur’ân ve İhyau Ulûmi’dDin
adlı eserleri tefsir ile alâkalıdır. Ateş, İsari Tefsîr Okulu, s. 111. 39 Nazif Hoca, Ruzbihan el- Baklî ve Kitab Kaşf al-Asrar ile Farsça Bazı Şiirleri, İstanbul
1971, s. 34.
42 İshak ÖZGEL
ri’l-Kur’ân adlı eseri bize kadar ulaşmamışken Arayisü’l-Beyân fî
Hakâiki’l-Kur’ân adlı eserinin birçok yazma nüshası mevcut olup
1301 yılında Haydarâbad’da iki cilt halinde basılmıştır.
Ruzbihan Baklî, bu eserinde, aralarında Ca’fer es-Sâdık, Mekkî
b. Ebî Talip, Cüneydi Bağdâdî gibi mutasavvıfların da bulunduğu
birçok meşâyihten nakiller yapmıştır. Sülemî’nin Hakâik’ı ile
Kuşeyrî’nin Letâifü’l-İşârât’ından faydalanan Baklî, Sülemî’nin eserini
özetleyerek, ona Kuşeyrî’nin Letâif’inden bazı eklemeler yapmış-
tır.40
Bu dönem işârî tefsir çalışmalarında, Kuşeyrî ve Gazzâlî’nin
naslara bağlı ve zâhire uygun işârî tefsir anlayışını benimsemelerine,
sınırsız ve kuralsız bâtınî yorumların önlenmeye çalışmalarına mukabil,
Ruzbihan Baklî tamamen bâtınî yorumlara dalmıştır. Bu durum,
yetiştiği çevre veya hayatındaki vecd halinin çokluğu ile açıklanabilirse
de tefsirinin temelini oluşturduğu söylenilen Sülemî’den
etkilenerek bu denli bâtınî yorumlara yer verdiğini söylemek daha
doğrudur.
İşârî tefsirde görülen bu iki temel yöneliş arasındaki gelgitler
tefsir tarihi boyunca devam etmiştir. Nitekim bu dönemde yaşayan
bir diğer sûfî müfessir Ebû Hafs, Şihabuddin es-Sühreverdî
(632/1234) işârî tefsirde Ruzbihan Baklî’nin aksine yeniden zahire
yakınlaşma tavrı ortaya koymuştur. Sühreverdî, Buğyetü’l-
(Nuğbetü’l-)Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân41 adlı tefsirinde K.Kerim’in bir
kısım ayetlerini bâtınî yorumlardan uzak durarak tefsir etmiş, aynı
zamanda iyi bir hadis âlimi olduğu için eserinde zayıf ve mevzu rivâ-
yet kullanmamaya çalışmıştır.42
Görüldüğü gibi incelediğimiz dönemde İşârî tefsir alanında yapı-
lan çalışmalarda da rivâyetler hususunda hassas davranılmış, bâtınî
yorumlar sınırlandırılmaya çalışılarak zâhire uygun işârî yorumların
geliştirilmesine ve yerleştirilmesine katkıda bulunulmuştur.
E- Bilimsel Tefsir Açısından
Nizâmiye medreselerinde İslâmî ilimlerin yanı sıra astronomi, tıp v.s
nin de okutulması, bu tür bilimsel anlayışların, tefsirlere girişi olarak
bu dönem eserlerine yansımıştır. Bu dönemde yaşamış olan Gazzâlî
bu ekolün ilklerden sayılırken dönemin sonlarına doğru yaşamış olan
Fahruddin er-Râzî (606/1209) ise en önemli temsilcilerinden addedilir.


40 Ateş, İsari Tefsîr Okulu, s. 138. 41 Kaynaklarda, zikredilen bu eserin Süleymaniye Ktp. Hacı Beşirağa (Eyüp) 24, Musalla
Medresesi 1918, İ.Ü. Merkez Ktp. 3801 ve Edirne Selimiye Ktp. 206’no'larda
yazma nüshaları mevcuttur. 42 Eser hakkında Ateş, İsari Tefsîr Okulu, s. 160 da kısa bir tanıtım mevcuttur.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 43
Vefatı, Selçukluların yıkılışından sonraya tekabül etse de bu süreçte
yetişmiş olan Fahruddin er-Râzî, Tefsîru’l-Kebîr ismiyle meşhur olan
Mefâtîhu’l-Gayb adlı geniş hacimli ansiklopedik bir tefsir yazmıştır.
İlme olan merakı, istinbat gücü, felsefî mesleklere, dinler tarihine
olan vukûfiyeti, tartışma ve cedelci mantığı ile diğer konularda
olduğu gibi Tefsirde de ilim dünyasına damgasını vurmuş bir şahsiyet
olan Râzî, asrındaki tecrübî ilimlerden istifade ederek, Kur’ânın
i’câzının sadece belâğat yönünden olmadığını, ilmî i’câzının da oldu-
ğunu iddia etmiştir. “Tüm ilimlerin kaynağı Kur’ân’dır” fikrine sahip
olan Râzî, tefsirinde, âyetlerin bilimsel argümanlar ışığında tefsir edilmesi
hususuna önem vermiş, bu yönüyle lehinde ve aleyhinde pek
çok söz söylenen, ilmî tefsir/bilimsel tefsir anlayışının yaygınlaşmasında
önemli rol oynamıştır.
Onun tefsiri ilmî konuların tefsire girişi yanında, tertibi ve tasnifi
ile de ehemmiyet arz eder. Mevzuları ele alırken uyguladığı tertibi
ilk icad eden odur. O, mevzuyu önce ana meselelere sonra bu meseleleri
ikinci derecede meselelere, sonra bunları dallara ayırmakta ve
herbirini delilleri ile incelemektedir. Bu üslûb ve terminoloji ile aralarında
Kutbuddin Râzî (766/1364), Aduddin el-İcî (756/1355), Âmidî
(630/1232), Beydâvî (691/1291), Teftezânî (797/1391), S. Şerif
Cürcânî (816/1413) gibi pekçok âlimi etkilemiştir.43
Hakkında birçok övgüyle beraber tenkidin de bulunduğu
Râzî’nin bu tefsiri, kendinden sonra mezhebi, mesleği ne olursa olsun
bir çok müfessir tarafından kullanılmış ve herkesin kendisi için
malzeme bulabileceği bir kaynak olmuştur. Beydâvî (691/1291) tefsirini,
Zemahşerî ve Râzî’nin tefsirinden ihtisar etmiş, özellikle kelâmî
mevzularda isim vererek veya vermeden tamamen Râzî’den istifade
etmiştir. Ebû Hayyan (745/1344) el-Bahru’l-Muhît adlı tefsirinde,
İbn Kesir (774/1372) Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim’ de Râzî’den alıntılar
yapmışlardır. Âlûsî’nin tefsiri ise bazı ziyadeler ve noksanlıklar
gözardı edilirse, adeta Râzî’nin tefsirinin ikinci bir nushası durumundadır.
Muhammed Abduh ve talebesi Reşid Rıza’da ondan etkilenen
müfessirler arasındadır.44 İsimlerini verdiğimiz bu müfessirlerin
dışında, ondan sonra yaşayan hemen hemen her müfessir gerek
isim zikrederek, gerek zikretmeyerek ondan faydalanmıştır.
Ebussuûd, İsmail Hakkı, Konyalı Mehmet Vehbi, Merâğî ve Elmalılı
M. Hamdi gibi müfessirler bunlardan bazılarıdır.45
Osmanlı müfessirleri ile ilgili yapılan çalışmalarda da, bu dönemi
etkileyen temel kaynaklardan birisinin Râzî’nin tefsiri olduğu ifa-

43 Süleyman Uludağ, Fahrettin Râzî (Hayatı, Fikirleri, Eserleri), Ankara 1991, s. 38. 44 Abdulhamid Muhsin, Râzî Müfessiran, Bağdat 1974, s. 169-191. 45 Uludağ, Fahrettin Râzî, s. 117.
44 İshak ÖZGEL
de edilmiş ve bir çok müfessirin onun etkisinde kaldığı beyan edilmiştir.46
F- Mezhep Tefsirleri Açısından
Daha önce belirttiğimiz gibi bu dönem tefsirlerinde siyasî otoritenin
desteği, Nizâmiye medreselerinin eğitim politikasına uygun bir
mezhep profili vardır. Ancak az da olsa ehl-i sünnet dışındaki fırkalara
mensup müfessirlerin de olduğu ve bunların eserlerinde devrin
genel karakteristiği olan tertip, tasnif gibi özelliklerin bulunduğu gö-
rülmektedir. Bu nedenle olsa gerek söz konusu eserler de kendi alanlarında
şöhret kazanmış, ekol içinde öne çıkarak takipçilerini etkilemişlerdir.

1- Şia
Büyük Selçuklular döneminde Ehl-i Sünnet dışındaki en yaygın
fırka Büveyhîlerin desteği ile ayakta duran Şîa’olmuş, bu durum tabii
olarak bu dönem tefsir çalışmalarına da yansımıştır.
Dönemin hemen başında vefat eden İmâmiyye Şîa’sının önde
gelen âlimlerinde Ebu’l-Kâsım, Şerif Murtazâ (436/1044), telif ettiği
el-Ğurer ve'd-Dürer (Ğurerü’l-Fevâid ve Dürerü’l-Kalâid) 47adlı tefsiri
ile kendisinden sonraki mu'tezilî ve şiî tefsirlere kaynaklık etmiştir.
Eser, farklı iki fırka olan Şîa ve Mu'tezile düşüncesinin birbirleriyle
kaynaşmaya başladığı bir dönemde telif edilmiş olması hasebiyle yazarı
her ne kadar Şiî olsa da i'tizalî fikirlere ve metoda meylettiği48
için çoğunlukla mu'tezilî tefsirler arasında da zikredilmektedir.49
Şerif Murtazâ, tevili güç olan bazı âyetleri seçerek bunları
Mu'tezile’nin metodlarıyla tefsire ve tevile gayret etmiş, tıpkı Mu'tezile
gibi dile, edebiyata sarılmış, kimi zaman zâhir mananın aksini, bu
metodla ispata çalışmıştır.50 Onun bu anlayışı kendisinden sonra
gelen özellikle imâmiyye şîasına müntesip müfessirlerce benimsenmiş
ve devam ettirilmiştir.
Murtazâ’nın ders halkasında yetişmiş olan Ebû Ca’fer, et-Tûsî
(460/1067)’de Tıbyân adlı bir tefsir telif etmiştir. Bu eser, şiîler arasında
K. Kerim’in tümünü kapsayan ilk Şîa tefsiri olmakla şöhret
kazanmış, İmamiyye’nin tefsir anlayışını belirleme de etkin rol oyna-

46 Ziya Demir, Osmanlı Müfessirleri, Doktora Tezi Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul 1994, s. 89; Muhammed Abay, Osmanlı Dönemi Müfessirleri,
Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1992,
s. 4 47 bu eser aynı zamanda el-Emâli diye de bilinir. 48 Adil Nüveyhiz, Mu’cemü’l-Müfessirin min Sadri’l-İslâm Hattâ’l-Ân, Beyrut 1983, c. I,
s. 357. 49 Mustafa Bilgin Tefsir’de Mu’tezile Ekolü, Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Bursa 1991, s. 180. 50 Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Kâhire 1976, c. I, s. 404.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 45
yarak, kendisinden sonraki birçok şiî müfessire örnek ve kaynak olmuştur.

Bu eserde de dönemin temel özelliklerinden rivâyetleri ayrıştırmanın
uygulandığı, Şîa’nın imâm telâkki ettiği kimselerden rivâyette
bulunan Tûsî’nin tüm nakilleri tenkid süzgecinden geçirerek kullandığı
görülmektedir. Tûsî’de hocası gibi -Halku’l-Kur’ân v.b.- bazı konularda
Mu’tezile ile aynı görüşleri dile getirmişse de diğer bazı konularda
onlara muhalif görüş belirtebilmiştir.51
İmâmiyye Şîa'sı müntesibi olan Ebû Ali, et-Tabresî (548/1153)52
de bu dönemede Mecmaü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, -el-Vasît fi’tTefsîr,
Muhtasarü’l-Keşşâf53 adlarında üç farklı tefsir telif etmiştir.
Tabresî, bu eserlerinde kendinden önceki diğer iki meslekdaşı gibi
i’tizâlî fikirlerle şîî fikirleri cemetmiş, ancak onlara göre daha itidalli
bir tutum sergilemiş, istihza ve aşağılayıcı ifâdelerden kaçınarak, aşı-
rılıkları yumuşatmış, fikirleri yakınlaştırmaya çalışmıştır.
2-Mu’tezile
Mu’tezile tarihi açısından bu dönem, durgunluk süreci olarak
görülebilse de Zemahşerî gibi bu ekolün en etkin temsilcisi bu devirde
yaşamıştır. Sadece Mu’tezile tefsiri açısından değil özellikle dil ve
incelikleri ile ilgili açıklamaları açısından tefsir tarihinde her müfessirin
kendisine yer verdiği, görüşlerinden istifade ettiği Ebu’l-Kâsım
ez-Zemahşerî (538/1144) Abdülkâhir el-Cürcanî’nin kaideleştirdiği
belâğatı, K. Kerim’e uygulamış ve terimlerin oturmasına büyük katkıda
bulunmuştur.54
İncelediğimiz dönemin en etkili isimlerinden birisi olan
Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı, dil konusundaki yorumları, Belâğatı ön
plana çıkaran üslûbu ile tefsir ilminde yeni bir çığır açmış, alanındaki
üstünlüğü ve orjinalliği sayesinde, mezhep farklılığına rağmen her
dönemde dikkate alınmış, hatta Mu’tezile ile aralarında yoğun bir
çekişme olan Ehl-i Sünnet ulemâsı, mu’tezilî görüşlerin savunulduğu
bu eseri okumaktan ve okutmaktan kendilerini alıkoyamamışlardır.
Osmanlı dönemi tefsir kaynaklarının da başında55 gelen bu eser,
Nesefî (710/1310)’nin el-Medîrıku’t-Tenzîl isimli eseri nde yaptığı gibi
içindeki i’tizalî fikirleri ayıklanarak yeniden yazılmış, böylece şerh ve
hâşiyeler dışında bu tür müstakil eserlerin ana kaynağı olmuştur.

51 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi,c. I, s. 467. 52 Taberistan’a nisbetle Tabresî denilmiştir. 53 Tabresi, Mecmeü’l-Beyân’ı yazdıktan sonra Zemahşerî’ nin Keşşâf adlı tefsirini
bulduğunu, eseri çok beğendiği için el-Kâfî ve’ş-Şâfi ismi ile bunu ihtisar ettiğini
söylemektedir. Tabresî, Cevâmiü’l-Câmi', Süleymaniye Ktp. Hamidiye 71,vr. 1b. 54 Kamil Muhammed Ubeyde, ez-Zemahşeri, el-Müfessir el-Beliğ, Beyrut 1994, s.
132. 55 Abay, Osmanlı Dönemi Müfessirleri, s. 3,4.
46 İshak ÖZGEL
Bu dönemde yaşayan bir diğer mu’tezilî müfessir, Zemahşerî
(538/1143)’nin talebesi olan Ebu’l-Fadl, el-Bakkâlî (562/1167) dir.
Bakkâlî’nin tefsire dair eseri kaynaklarda Miftâhu’t-Tenzîl ismiyle
zikredilmiştir. Ayrıca Tefsîrü’l-Kur’ân veya et-Tefsîr diye başka bir
eseri de zikredilmektedir.56
Bu dönem tefsirlerinde mu’tezilî fikirler, sadece mu’tezilî müfessirlerce
kaleme alınan tefsirlerde değil aynı zamanda şîi müfessirler
kanalıyla da tefsirlerde yer almıştır. Ayrıca i’tizâlî düşünceler gerek
eleştiri gerekse beğeni nedeniyle kimi sünnî kaynaklara da girmiş
hatta Mâverdî57 ve Ragıp el-İsfahanî58 gibi müellifler, eserlerinde
mu’tezilî görüşlere yer vermeleri nedeniyle bazıları tarafından
mu’tezilî olmakla tanımlanmışlardır.
3- Mâturîdî
Bu dönemde ehl-i sünnet fırkaları arasında eş’arîlerin etkinliği
yanında az da olsa bazı Mâturîdî müfessirlerin de yetiştiğini belirtmiştik.
Bunlardan biri, Ebu’l-Kâsım, Tâcu’l- Kurrâ el-Kirmânî
(505/1111 dolayları) dir. Kirmânî kendisinden önce yazılmış rivâyet
ve dirâyet tefsirlerinin özetlediği Lubabu’t-Tefâsir adlı bir eser telif
etmiştir. Eserinde rivâyet tefsirlerini ve bu dönemde özellikle
mu’tezilenin etkisiyle yaygınlaşan dil, sarf, nahiv, belâğat ve nazım
icazına yönelik açıklamalardan oluşan dirâyet tefsirlerini cemeden
Kirmânî, bu yönüyle güzel bir sentez yapmıştır.
Bir başka Hanefî ve Mâturidî olan müfessir Ebû Hafs,
Necmüddin, Ömer en-Nesefî (537/1142) dir. Kütüphanelerimizde, etTeysîr
fi’t-Tefsîr adlı tefsirinin birçok yazma nüshası bulunmaktadır.
Bu tefsirde lügavî ve belâğî açıklamaların olması, kelimelenin
vücûhlarını sıralaması, Arap şiiriyle istişhad edilerek lafza Kur’ân-ı
Kerim’in bütünselliği içinde anlamların yüklenmesi, esere bir lügavî
tefsir özelliği vermekte, Kuşeyrî’den yapılan alıntılar ve manevî neşve
ile sûfî yorumlar yapılması da esere İşârî tefsir görünümü kazandırmaktadır.


56 Bu iki eserin aynı olup olmadığı hakkında Miftâhu’t-Tenzîl’in nüshası sadece
Zâhiriyye Kütüphanesinde olduğu için birşey söylemek mümkün olmamıştır. Yaptığımız
araştırmada, Tefsîru'l-Bakkâlî ismiyle Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim
Paşa 99’no'da, kayıtlı tefsiri tespit edilmiştir. 57 Mâverdî’nin Tefsîri, en-Nüket ve’l-Uyûn veya Tefsîrü’l-Mâverdî adlarıyla anılmakta
olup, tahkikli olarak altı cilt halinde basılmıştır. Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyûn,
(Ta’lik: Seyyid Abdü’l-Maksûd b. Abdirrahim, Beyrut 1992. 58 İ’tikaden hangi mezhebe mensûp olduğu hususunda ihtilâf edilmiştir. Şiî olduğu
iddia edilmiş, Mutezilî olduğu söylenmiştir. Fahreddin er-Râzî, Te’sîsü’t-Takdîs isimli
eserinde, onun ehl-i sünnetten olduğunu ve İmâm Gazzâlî’ye yakın olduğunu
aktarmıştır. Suyûtî’de bu ibareyi görünceye kadar onu, Mu’tezilî zannettiğini söyler.
el-Müfredât, isimli eserinde, Tefsîr’inde ve diğer eserlerinde Mu’tezile’yi tenkid
etmesi, ehl-i sünneti, fırka-i nâciye diye vasıflaması bu konudaki tüm şâibeleri asılsız
kılmaktadır.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 47
Maturîdîler tarafından telif edilen her iki eser de dönemin tefsir anlayışını
özetleyen, belirli bir tertip ve tasnif ile oluşturulmuş derleme
özelliği taşımaktadırlar.
Sonuç
Araştırmamız neticesinde ele ettiğimiz sonuçları, dönemin ilmî
yapısı tefsirin gelişim süreci ve müfessir çevre ilişkisi açısından de-
ğerlendirdiğimizde şu sonuçlara ulaşılmaktadır.
Selçuklular dönemindeki tefsir hareketinde bu dönemde kurulmuş
olan Nizâmiye medreselerindeki eğitim, siyasî otoritenin dinî
mezhep anlayışı ve bu konudaki destekleri ile İslâm dünyasının ilmî
hayatta gelmiş olduğu süreç etkin olmuştur. Buna bağlı olarak özellikle
eş’arî ve şâfiî alimlerin yetişmesine uygun bir ortam oluşmuş,
mezhep taassubu tefsirlere fikri tartışma olarak yansımıştır.
Dönemin ilim dili Arapça’dır. Yazılan eserlerin çoğu bu dil ile
yazılmış olup bazı Farsça eserlere de rastlanmıştır. Bu dönemde
Türkçe’nin devlet dili olarak kullanılması, Türklerin daha ziyade
orduyu oluşturmaları ve fetihlerle uğraşmaları gibi sebeplerle bu dö-
nemde Türkçe ile yazılmış herhangi bir esere rastlanmamıştır.
Büyük Selçuklular Döneminde yazılan tefsirlerin tamama yakını
te’lifdir. Şerh ve hâşiye yok denecek kadar azdır. Buna karşılık ismi
şerh ve hâşiye olmasa da aynı işlevi gören, derleme ve ihtisar çalış-
maları yapılmış, genellikle mevcut rivayetler özetlenmiş ve anlaşılır
şekilde cem’edilmiştir.
Selçuklular dönemi tefsir kültürünün kaynakları arasında Ferrâ
(207/822), Taberî (310/922), Zeccac (311/ 923), Sülemî (412/1021)
ve özellikle Sa’lebî (427/1035) yi sayabiliriz. Sa’lebî rivâyet tefsirinde,
Ferrâ ve Zeccac dil konusunda Sülemî ise tasavvufî tefsirde etkili olmuştur.
Mevcut birikim bu dönem müfessirlerince belirli bir tertip ve
tasnif anlayışı ile , tenkid edilerek alınmıştır. Bu sebeple döneme
tasnif, tertip ve tanzim dönemi diyebiliriz.
Hicri II. asırdan itibaren gelişmeye başlayan Arap dili zamanla
tefsirlerde etkili olmaya başlamıştır. Ferrâ, Zeccâc, Ebu Ubeyde’den
sonra dönemimiz müfessirlerinden Abdulkahir el-Cürcânî ile Belâgat
ilmî disipline edilmiş ve bütün tefsirler de yer almaya başlamış,
Zemahşerî ile zirveye çıkmıştır. Ayrıca bu dönemde I’râbu’l-Kur’ân,
Garibu’l-Kur’ân, Müşkilu’l-Kur’ân tarzında müstakil kitaplar yazılarak
Kur’an’ın dil yorumlarıyla anlaşılması yoğunluk kazanmıştır.
Dönemin önemli olaylarından birisi de Felsefe-Din ilişkileri açı-
sından yaşanan süreç olmuştur. Fârâbi, İbn Sinâ ile islâmi ilimlere
giren Yunan düşüncesi, Gazzâli ile tartışılmaya başlanmış, diğer
yandan Mu’tezile ile başlayan akılcılık sünnî âlimler tarafından da
belirli ölçülerde kullanılmıştır. Bu sebeble dönemin tefsir kültüründe
48 İshak ÖZGEL
her iki eğilimin yansımaları görülmektedir. Mesela Gazzali ile, mantık
ve bilimsel veriler tefsir ilmîne girmiş, bu durum Râzi’nin ansiklopedik
tarzdaki tefsiri ile zirveye çıkmıştır.
Yaptığımız araştırmada çeşitli tefsir ekollerinin en önemli örneklerinin
bu dönemde te’lif edildiği görülmüştür. Nizâmiye medreseleri
sebebiyle Mu’tezile mezhebi düşünce olarak zayıflarken metod olarak
etkisini devam ettirmiştir. Dolayısıyla dil ve belâgat yorumları,
sünnîler tarafından da benimsenmiş, Mu’tezile’yle mücadelede onların
akılcı metodları kullanılmıştır. Bu dönemde Mu’tezile inhitata
girmesine rağmen Şerif Murtaza, Zemahşerî gibi önde gelen mu’tezile
âlimleri mu’tezilenin önemli addedilen tefsirleri incelediğimiz dönem
içinde yazmışlardır.
Selçuklular döneminde Ehl-i Sünnet dışında en fazla Şiâ mezhebinin
etkili olduğu görülmektedir. Şiî Büveyhîlerin desteğiyle ayakta
duran bu mezhebin en temel ve ilk tam tefsir kitapları Tûsî ve
Tabresî tarafından bu dönemde te’lif edilmiştir.
Bu dönemde Ahkâm tefsirleri de ihmal edilmemiştir. Herrasî
Ahkâmu’l-Kur’ân’ı telif etmiş, Beyhâkî, İmam Şafiî’nin görüşlerini
toplayarak Ahkâmu’l-Kur’ân adıyla yayınlamıştır.
Hicri V. Asırda tasavvuf kurumlaşmaya başlamıştır. Bu sebeble
incelediğimiz dönemde İşâri tefsirde büyük gelişme görülmektedir.
Daha önce şifâhi nakillere dayanan tefsirler yerini müstakil eserlere
bırakmıştır. Bilindiği gibi Sülemî, Taberî’nin yaptığı görevi Sûfi tefsir
rivayetlerinde yapmış, mevcut görüşleri biraraya toplamıştır. Kuşeyrî
hocası Sülemî’nin eserini esas almış, tıpkı Vahidî ve Beğavî’nin,
Sa’lebî’nin tefsirine yaptıkları mevzuatı temizleme işini Sülemî’nin
tefsirine uygulamıştır. Sûfiler arasında yaygın bazı mevzû hadisleri
kullanmadan zâhire uygun İşârî tefsir yazarak bir çığır açmıştır.
Gazzalî de Bâtınîlerle mücadele ederken aynı zamanda zâhirden uzaklaşan
sûfileri de hedef alarak Kuşeyrî’yi desteklemiştir.
İncelediğimiz dönemde yaşamış olan müfessirlerin çoğu eserlerinde
öncelikle fıkhen ve itikaden mensup oldukları mezheplerin anlayışlarına
bağlı kalmışlardır. Diğer yandan bir müfessir hangi konuda
ihtisas sahibi ise K.Kerim’e o açıdan yanaşmış ve çoğunlukla eserine
o yönünü aksettirmiştir. Meselâ, Vahidî’nin tefsirinde nuzûl
sebebleri İbn Cevzi’de Nâsih, Mensuh, Secâvendî’de Kırâat ve vakıflar,
Ragıb’ın eserinde müfredât, Kirmanî’de Tekraru’l-Kur’an’a ait yorumlar
çoğunluktadır.
Son olarak diyebiliriz ki; Selçuklular döneminde, mevcut rivayetleri
toplama süreci sona ermiş ve bu rivayetler tenkid ve tahlile tâbi
tutulmaya başlanmıştır. Bu dönem te’lif dönemi olduğu gibi tertib ve
tasnifteki yenilikler ile dikkati çekmektedir. Selçuklu dönemi müfessirleri,
kendilerinden önceki dönemin tefsir kültürünü değerlendire-
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 49
rek, kendilerinden sonraki Osmanlılara kaynaklık eden önemli eserler
yazmışlardır. Osmanlılar da bunlar üzerine yaptıkları şerh, hâşiye
gibi çalışmalarla bu kültürü devam ettirmişlerdir. Bu sebeble Selçuklular
dönemi Tefsir Tarihi’nde bir atılım dönemi olup diğer ilimler gibi
Tefsir İlmî’de genişlemeye, gelişmeye başlamıştır.
50 İshak ÖZGEL
KAYNAKÇA
Abdulhamid Muhsin, Râzî Müfessiran, Bağdat 1974.
Abdulkahir el-Cürcânî, Esrâru’l-Belağa, Mukaddime, M. Resid Rıza,
Lübnan 1982.
Abdülkerim Ünalan, Ilkıya el-Herrâsî ve Ahkâmu’l-Kur’an’ındaki Metodu,
Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İzmir 1990.
Adil Nüveyhiz, Mu’cemü’l-Müfessirin min Sadri’l-İslâm Hattâ’l-Ân,
Beyrut 1983.
Ahmed Çelebi, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, Çev: Ali Yardım, İstanbul
1983.
Ali Eroğlu, Müfessir Hüseyin b. Mes’ud el-Beğavî ve Tefsîrindeki Üslû-
bu , Yayınlanmamış Öğretim Üyeliği Tezi, Erzurum 1982
Ebu’l Fidâ İsmail Ibn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, tahk: Ahmed
Abdulvehhab Fettah , Kâhire 1994.
Hamid Abdulğafur Afaf, el-Beğavî ve Menhecuhu fi’t-Tefsîr, Bağdat
1983.
İbrahim Besyûni, Letâifü’l-İşârât (önsözü), Mısır 1981.
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1991.
İshak Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, Uludağ Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1996.
İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller,
A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1968.
İsmail Cerrahoğlu, Tefsîr Tarihi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 1980.
Kamil Muhammed Ubeyde, ez-Zemahşeri, el-Müfessir el-Beliğ, Beyrut
1994.
M. Asad Atlas, Nizâmiye Medresesi, çev: Sadık Cihan, Etüt Yayınları,
Samsun 1999.
Mehmet A. Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşeri Başkanlığı
Dergisi, Ankara, 1961.
Mehmet A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Alparslan Zamanı,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1992.
Muhammed Abay, Osmanlı Dönemi Müfessirleri, Yüksek Lisans Tezi,
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1992.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2 51
Muhammed Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Kâhire
1976.
Mustafa b. Abdillah el-İstanbulî Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zunûn an
Esmai’l-Kütüb ve’l-Fünûn, Beyrut 1990.
Mustafa Bilgin Tefsir’de Mu’tezile Ekolü, Doktora Tezi, Uludağ Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1991.
Mustafa Yavuz, Anadolu Selçukluları Dönemi Müfessirleri, Yüksek Lisans
Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Bursa 1997.
Nazif Hoca, Ruzbihan el- Baklî ve Kitab Kaşf al-Asrar ile Farsça Bazı
Şiirleri, İstanbul 1971.
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Ankara
1960.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsîr Tarihi veTabakâtü’l-Müfessirîn,
İstanbul 1973.
Süleyman Ateş, İşârî Tefsir Okulu, Ankara 1974,.
Süleyman Uludağ, Fahrettin Râzî (Hayatı, Fikirleri, Eserleri), Ankara
1991.
Şemsüddin Ebu’l-Abbas İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yan, Beyrut ts.
Tâcüd’d-Din es-Subkî, Tabakâtü’ş-Şâfiîyye, Tahk: Mahmud Muhammed
et-Tennâhî, Abdulfettah. Muhammed el-Hulv, Mısır
1965.
Zeki Duman, “İmam Gazalî’nin Tefsîr Anlayışı” Erciyes Ünv. İlâhiyat
Fak. Dergisi, S.VI, Kayseri 1989.
Ziya Demir, Osmanlı Müfessirleri, Doktora Tezi Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994.

Konular