TÜRKÇE TE’LÎF EDİLMİŞ BİR BELÂGAT KİTABI: ŞERÎFÎ’NİN HADÎKATÜ’L-FÜNÛN İSİMLİ ESERİ

Özet
Belâgat ilminin temel kural ve metotları, Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi
anlamak amacıyla tefsir ve kelam âlimleri tarafından Arap dilinin
kuralları içerisinde ortaya konmuştur. Arap dilcileri tarafından yazılan
eserler Osmanlı’da genelde yine Arapça olarak şerh edilmiştir. Osmanlı
Devletinin Klasik döneminde Belâgat hakkında Türkçe yazılmış eser
sayısı oldukça azdır. Bilinen eserler de doğrudan belâgati konu
edinmemişlerdir. Çalışmamıza konu olan Hadîkatü’l-Fünûn, Şerîfî’ye ait
olup eserde belâgat konuları hakkında izahlı beyitler eşliğinde
açıklamalar bulunmaktadır. Eser, belâgate dair Türkçe müstakil bir eser
olması bakımından önemlidir.
Bu çalışmada, öncelikle Klasik dönemde belâgat hakkında yazılmış
Türkçe eserlere kısaca değinildikten sonra Hadîkatü’l-Fünûn’un belâgat
tarihi içindeki yerine değinilecek ve daha sonra da muhteva özellikleri
hakkında ayrıntılı bir özet ve değerlendirme yapılacaktır. Çalışmamıza
konu edilen Hadîkatü’l-Fünûn’un gerek muhtevası gerekse de yazarının
konuların anlatımında takındığı eleştirel tavır nedeniyle Türkçe yazılmış
belagat eserleri içinde özgün bir yere sahip olduğu görülmektedir. Ayrıca,
şu andaki bilgilerimize göre Hadîkatü’l-Fünûn’un Türkçe te’lîf edilmiş
ilk belâgat kitabı olduğunu da söyleyebiliriz.
Anahtar Kelimeler: Belâgat, Edebî sanatlar, Hadîkatü’l-Fünûn, Şerîfî.
A BOOK ABOUT ELOQUENCE WRITTEN IN
TURKISH: THE BOOK OF SHERÎFÎ, HADÎKATÜ’LFÜNÛN
Abstract
Eloquence is a scientific method developed by Islamic scholars in parallel
with Arabic Grammar for the purpose of a better understanding of the
Kor’an.

* Yrd. Doç. Dr, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, mukac80@gmail.com.
212
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
In the Ottoman Period, the interpretations and commentaries of the Arabic
books of eloquence were again made in Arabic more often. There are a
few texts in Classical Otoman Era, about eloquence written in Turkish.
Hadîkatü’l-Fünûn, the one of them, was written by Sherifi who was one
of Ottoman poets. This book gives information about terms of eloquence
by means of couplets. This eloquence book is important for Turkish
Literature as it was written in Turkish. We can say that Hadîkatü’l-Fünûn
is an original book in terms of both content and presentation style.
According to current knowledge, this eloquence book can be the first
book written in Turkish.
In this study, after a short description of the works on eloquence, this
book will be mentioned in the history of eloquence and Hadîkatü’lFünûn’s
content will be presented with evaluations.
Key Words: Eloquence, Figurative language, Hadîkatü’l-Fünûn, Sherifî
Belâgat ilminin temel kural ve metotları, Kur’ân-ı Kerîm’i daha iyi
anlama ve mucize olma yönünü gösterme gayesiyle tefsir ve kelâm âlimleri
tarafından sağlam hale getirilmiştir. Câhız, Abdülkâhir Cürcânî ve Zemahşerî
gibi belâgatle uğraşan zatlar, bu ilmin temel kurallarını Arap dilinin kuralları
dâhilinde sağlam bir şekilde ortaya koymuşlardır1
. Osmanlı döneminde de
medreselerde birçok belâgat eserinin yanında özellikle Sekkâkî’nin Miftahu’lUlûm
isimli eserinin el-Kazvinî tarafından Telhisü’l-Miftah ve Taftazânî
tarafından da el-Mutavvel isimleriyle yapılan şerhleri okutulmuştur. Hem
Arapçanın Müslüman toplumların ortak ilim dili olması hem de Osmanlı
medreselerinde müderrislerin rahatlıkla Arapçayı okuyup yazabilmeleri belâgat
alanında yazılan temel eserlerin Türkçe yapılmış şerh ve tercümelerinin az
olmasınasebep olmuştur2
. Fakat Türkçeye tercüme edilmeyen bu eserlerin

1 Belâgat ilminin târîhî Gelişimi için bkz: M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belâgat, 8.
Baskı, Gökkubbe Yay., İstanbul, 2010, s. 17-26.; Belâgatin tarîhî gelişimi içerisinde mantık,
felsefe ve edebiyatın ağırlıklı olduğu farklı belâgat ekolleri oluşmuştur. “Meşârika”, “megâribe”
ve “Arap ve Bülegâ” isimleriyle anılan bu belâgat ekolleri hakkında bkz: Nasrullah
Hacımüftüoğlu, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat Çalışmaları”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, sy. 8, Erzurum 1988, s. 115-127.
2 Anadolu sahası Klasik Türk Edebiyatında belâgatle ilgili eserlerin Türkiye kütüphanelerinde
bulunan az sayıdaki Türkçe tercüme ve şerhleri hakkında geniş bilgi için bkz: Sadık Yazar,
Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh Geleneği, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2011.
213
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Osmanlı medreselerinde ders veren müderrisler tarafından yine Arapça yapılmış
yüzlerce şerhi kütüphanelerimizdebulunmaktadır.3
Türkçe’de klâsik tarzda belâgat çizgisini takip eden kitaplar olmamakla
birlikte belâgatin bazı bölümlerini konu edinen birkaç eser bulunmaktadır.4
Şeyh Ahmed el-Bardahî (d.850/1446-7)’nin Kitâb Câmii Envâi’l-Edebi’lFârisî5
isimli eserinin (yazılış tarihi: 907/1502) son bölümünün adı “der kısm-ı
şi’r ü tecnisât ü teşbihât-ı gazeliyât ve mecaz-ı mürsel ve aruz ve asl-ı ta ‘miye”
olup buradan da anlaşılacağı gibi eser doğrudan belâgatle ilgili değildir.
Muslihiddin Mustafa Sürurî(1491-1562)’nin Bahru’l-Maârif6
isimli eseri (yazılış
tarihi: 956/1549) ise benzetmeleri konu edinen üçüncü bölümüyle belâgat
açısından değerlidir. Daha çok şiir ıstılâhları, arûz ve kafiye ile ilgili olan bu
eserin de bir belâgat kitabı olmadığı ortadadır. Muidî (XVI.yy.) Miftahu’tTeşbih7
isimli eserinde,şiir yazmak isteyenlere teşbih konusunda yol gösterme
amacıyla sevgilinin azalarına ait benzetmeleri konu edinmiş olup bu eserde
belâgat kitabı olarak değerlendirilemez.Müstakimzâde Sadeddin(öl.1788)
tarafından yazılan Istılahât-ı Şi’riyye8
(1187/1773) isimli küçük risalenin baş
tarafında şiir hakkında birtakım açıklamalar bulunmakta ve eserde arûzun
anlaşılması için bazı edebiyat terimleri verilmektedir. Buna benzer başka bir şiir
ıstılahları kitâbı da XVII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Alî b. Hüseyin
Amâsî’nin Risâletün Mine’l-Arûz ve Istılâhi’ş-Şi’r isimli eseridir. Eserin
adından da anlaşılacağı üzere asıl olarak aruz konusunda yazılmış olan bu

3 Bu eserlerin kısa bir listesi, Osmanlı medreselerindeki belâgat eğitimi ve çalışmaları için bkz:
M.A. Yekta SARAÇ, “Osmanlı Döneminde Belâgat Çalışmaları”, Journal of Turkish Studies,
Harvard University, C. XXVII, 2004, s. 311-344.
4 Bu eserler hakkında ayrıntılı bilgi için M. A. Yekta Saraç, “Türk Edebiyatında Belâgat ile ilgili
Yazılan ilk Türkçe Eserlerin Değerlendirilmesi”, Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat
Bilgi Şöleni, Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Kayseri, 12-13 Nisan 2001.
5 Bu eserle ilgili çalışmalar için bkz: Kemal Eraslan, “Eski Bir Belâgat Kitabı”, Birinci Millî
Türkoloji Kongresi, İstanbul, 1986, 6-9 Şubat 1978; Kâzım Yetiş, “XVI. Yüzyıl Başında
Yazılmış Bir Kavâid-i Şiiriyye Risâlesi”, İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, sy. 29, İstanbul,
2000, s. 285-343
6 Bu eser hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz: Yakup Şafak, “Sürûrî’nin Bahrü’l-Maârifi ve Bu
Eserdeki Teşbîh ve Mecâz Unsurları”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 4, Konya, 1997, s. 217-
235.
7
İsmail Erünsal, “Muîdî’nin Miftâhu’t-Teşbîh’i”, Osmanlı Araştırmaları, sy. VII-VIII,İstanbul
1988, s. 215-272.
8Harun Tolasa, “XVIII. Yüzyılda Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüğü:
Müstakimzâde’nin Istılâhâtü’ş-Şi’riyye’si-I”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Dergisi,
sy. 1, 1982, s. 221-229.
214
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
risalede de muammâ, cinas, ihâm ve teşbih gibi edebî sanatlar hakkında özet
mahiyetinde bilgiler bulunmaktadır.9
Belâgat konusunda Türkçe te’lîf edilen ilk kitap olarak kabul edilen
Miftâhu’l-Belâga ve Misbâhu’l-Fesâha10, İsmail Ankaravî’ye (öl.104/1631) ait
olup, yazarı tarafından Telhis’i anlamak isteyenler için yazıldığı ifade
edilmektedir. Eserde beyân ve bedî hakkında ayrıntılı bilgiler sunulmuştur. Bu
eserden sonra Türkçe te’lîf edilmiş eserlerin yazımı devam etmiştir.
Türkçe te’lîf edilmiş bu mensûr eserlerden başka Enderunlu Hasan
Yâver’in (d. 1179/1765) manzumolarakte’lîf ettiği Kitâb-ı Fenniyye-i Eş’âr
isimli eseri de şiire ve söz sanatlarına dair manzum ve müstakil bir mesnevi
olması bakımından önemlidir. Kitâb-ı Fenniyye-i Eş’âr’da teşbih, cinas, kinaye,
tezad, teşbih-i beliğ, tevriye, iham, iltifat, terdid, ıslâh-ı şi‛r, ilmâm, ta‛lîk-i
muhâl ve fikr-i iddi‛âî gibi sanatlar örneklerle açıklanmaktadır.11
Hadîkatü'l-Fünûn
Yukarıda da vurgulandığı üzere belâgat konusunda Türkçe te’lîf edilen
ilk kitap İsmail Ankaravî’ye (öl.104/1631) ait olan Miftahu’l-Belâga ve
Misbahu’l-Fesâha olarak kabul edilmektedir. Araştırmacılar tarafından belâgat
kitabı olarak sunulan diğer eserlerin ise müstakil olarak belâgatle ilgili
olmadıklarını yukarıda belirtmiştik. Şu ana kadar yapılan araştırmalara göre,
doğrudan belâgati konu edinen bir eserin varlığı bilinmemekteydi. Fakat
Süleymâniye ve Millet kütüphanelerinde birer nüshası bulunan ve kaynaklarda
XVI. yüzyıl şairlerinden Şerîfî’ye ait olduğu belirtilen Hadîkatü’lFünûnisimlibir
belâgat kitabı bulunmaktadır. Hadîkatü’l-Fünûn belâgati konu
edinen müstakil bir eser olması bakımından dikkat çektiği ve şu andaki
bilgilerimize göre Türkçe te’lîf edilmiş ilk belâgat kitabı olabileceği için
çalışmamızda ayrıntılı bir şekilde muhtevası bakımından tahlil edilecektir.
Yukarıda da değinildiği gibi Hadîkatü’l-Fünûn’un iki nüshası mevcuttur.
Birinci nüshası Süleymâniye Kütüphanesi Lala İsmail Koleksiyonu’nda 409
numarada kayıtlıdır. Eserin başlığında Hâzihi Risâletün ismuhâ Hadîkatü’l-

9 Bu eserin ayrıntılı incelemesi ile Bardahî ve Sürûrî’nin eserleriyle karşılaştırılması için bkz:
Menderes Coşkun, “Edebî Terimler ve Aruzla İlgili Bir Eser: Ali b. Hüseyin Hüsâmeddin
Amâsî’nin Risâletün Mine’l-Arûz ve Istılâhi’ş-Şi’r’i”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 8,
İstanbul 2003, s. 97-130.
10 Abdülkadir Summak, Miftâhü’l-Belâga ve Misbâhü’l-Fesâha, Harran Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Şanlıurfa 1999.
11 Bu eserin metni için bkz: Mücahit Kaçar, “Şiire ve Söz Sanatlarına Dâir Bir Mesnevî: Hasan
Yâver’in “Kitâb-ı Fenniyye-i Eş‛âr” İsimli Eseri”, İÜEF Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, sy. 40,
İstanbul 2011, s. 99-154.
215
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Fünûn yazmaktadır. 74 varaktan oluşan nüsha, okunaklı bir nesîh hattıyla
yazılmış olup her sayfada 15 satır bulunmaktadır. İbarenin âyet veyahadis
olduğuna dâir kelimeler (kavluhu te‘âlâ, kavluhu a.s. vb.), şair isimleri, bölüm
başlıkları, nazım-nesir ifadeleri ve nokta görevi gören işaretler kırmızı renkli
mürekkeple yazılmıştır. Eserin kim tarafından hangi tarihte istinsah edildiğine
dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Hadîkatü’l-Fünûn’un ikinci nüshası Millet Kütüphanesi AE Edebiyat 170
numarada bulunmaktadır. 52 varaktan oluşan bu nüsha da harekeli nesihle
yazılmış olup her sayfada 15 satır bulunmaktadır. Bu nüshada da eserdeki
bölüm başlıkları, nazım-nesir ifadeleri vb. açıklayıcı ibareler kırmızı renkli
mürekkeple yazılmış olup kim tarafından hangi tarihte istinsah edildiğine dair
herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.
Hadîkatü’l-Fünûn; gerek eserin sebeb-i te’lîf bölümünde gerekse de
eserde yer alan şiirlerdeki mahlas beyitlerinde kendisini Şerîfî mahlasıyla
tanıtan biri tarafından kaleme alınmıştır. Mahlası dışında kendisiyle ilgili olarak
başka bilgi vermediği için, müellifin bilinen Şerîfî’lerden hangisi olduğu
konusunda eserden hareketle kesin bir şey söylemek zordur. Kaynaklara
bakıldığında Hadîkatü’l-Fünûnve yazarı hakkında bilgi veren iki eserle
karşılaşmaktayız. Bunlardan birincisi Ali Emirî Efendi’nin Tezkire-i Şu‘ârâ-yı
Âmid isimli tezkiresidir. Bu eserinde Diyarbakırlı şairlerden bahseden Ali
Emîrî, Diyarbakır’da tahsilini tamamladıktan sonra İstanbul’a giden Şerîfî’nin
Hadîkatü’l-Fünûn isimli aruza ve edebi sanatlara dair bir eseri olduğunu ve
bunu Sinan Paşa’ya ithaf ettiğini bildirmektedir.12 Aşağıda eser hakkında
ayrıntılı bilgi verirken göstereceğimiz üzere Şerîfî de sebeb-i te’lîf bölümünde
“merd-i meydān-ı belāġat ve dilīr-i Ǿarśa-i feśâĥat muĥibb-i büleġā ve şefîķ-i
fuśaĥā” şeklinde belâgatle ilgili terimler kullanarak Sinan Paşa’yı övmekte ve
anlatılan konulara örnek olarak Sinan Paşa övgüsünde yazdığı şiirleri
vermektedir.Hadîkatü’l-Fünûn’u Diyarbakırlı Şerîfî’ye ait gösteren diğer
kaynak da Bursalı Mehmed Tâhir’dir. Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri’nde
“beyân ve bedî‘den bâhisSinân Paşa nâmına Türkçe te’lîf edilen Hadîkatü'lFünûnsâhibi
Şerîfî'nin de bu zât olması me'mûldür”
13ifadeleriyle bu eserin
Diyarbakırlı Şerîfî’ye ait olabileceğini söyler. Her ne kadar Alî Emîrî’nin
ifadelerinde bir kat’îlik söz konusu olsa da, Hadîkatü’l-Fünûn hakkında bu iki
kaynakta verilen bilgiler tevsike muhtaçtır. Elimizde de bu eserden bahseden

12 Ali Emîrî’nin 217 Diyarbakırlı şairi anlatan bu eserinin nüshaları Millet Kütüphanesi AE Tarih
781 ve İÜ Kütüphanesi TY 3914’te bulunmaktadır.
13 Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, (hazırlayanlar: Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı), C. 2, Bizim
Büro Yayınları, Ankara 2000, s.256.
216
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
başka kaynak olmadığı için Hadîkatü’l-Fünûn’un bahsi geçen Diyarbakırlı
Şerîfî’ye ait olduğu konusunda kat’î bir şey söylemek zordur.
Hadîkatü’l-Fünûn’da hem sebeb-i te’lîf bölümünde eserin ithaf edildiği
kişi olarak hem de konulara örnek olarak verilen şiirlerde ismi geçen Sinan
Paşa’nın da bilinen Sinan Paşalardan hangisi olduğuna dair net bir şey söylemek
mümkün değildir. Zira Osmanlı’da’ Sinan Paşa ismiyle meşhur olan dört
sadrazam bulunmaktadır. “…merd-i meydān-ı belāġat ve dilīr-i Ǿarśa-i feśāĥat
muĥibb-i büleġā ve şefīķ-i fuśaĥā” şeklinde belagat ve fesahat terimleriyle
övüldüğü için adı geçen Paşa’nınTazarrunâme yazarı olup 1486 tarihinde
ölen14Sinan Paşa olduğu akla gelmektedir. Zira bu dört Paşa içinde edebiyatla
en çok uğraşan kişi Tazarrunâme yazarı olan Sinan Paşa’dır. Hadım Sinan Paşa,
Yavuz Sultan Selim zamanında Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliği ve iki defa da
sadrazamlık görevlerini yapmıştır. Sadârete getirilişinin hemen ardından
Güneydoğu Anadolu bölgesinde Osmanlı hâkimiyetini sağlamak için
Diyarbakır yöresi seraskerliğiyle görevlendirilmiş ve 1517 Ridâniye savaşında
şehit olmuştur.15 Yavuz Selim’in "Gerçi Mısır'ı aldık ama Sinan'ı kaybettik"
sözlerinden de anlaşılacağı üzere güvenilir bir devlet adamı olan Hadım Sinan
Paşa, Diyarbakır serdarlığı dolayısıyla Şerîfî’nin bu eseri ithaf ettiği kişi
olabilir. Koca Sinan Paşa,Yemen Fâtihi” lakabıyla anılmakta veMısır
beylerbeyliği yanında, sarayda ve ulema arasında kendisine bağlı olan adamlar
sayesinde beş defa sadrazam olmasıyla da meşhur olmuş ve 1596 yılında vefat
etmiştir.Kaynaklarda ulemânın ilmini beğenmeyen biri olarak tarif
edilmektedir.16Cigalâzâde Sinan Paşa ise, bugün İstanbul’daki Cağaloğlu
semtine adını veren ve Erzurum ve Şam Beylerbeylikleri ile Kaptanıderyâlık
vazifelerini de yapmış olan bir sadrazam olup 1606’da ölmüştür.17Kaynaklarda
kendisinin şiir ve sanatla ilgili olduğu hakkında bir bilgi bulunmamaktadır.
Ölüm tarihleri bilinen bu dört Sinan Paşa’dan hangisinin Şerîfî tarafından
övülen paşa olduğu konusunda fikir yürütmek için Şerîfî’nin ölüm tarihini
bilmek gerekmektedir. Fakat yukarıda bahsettiğimiz Diyarbakırlı Şerîfî’nin de
ölüm tarihi konusunda elimizde net bilgi bulunmamaktadır. Ali Emîrî, Şerîfî’nin
1524’de öldüğünü söyler. Şerîfî’nin Cem Sultân’ın yakınlarından olup Arapça,
Farsça ve Türkçe’de şiir yazabilecek kadar bu dilleri iyi bildiğini ve Şehnâme’yi
tercüme ederek Sultan Gavrî’ye sunduğunu söyleyen Mehmed Tâhir, şâirin
Mısır’da 1544’te öldüğünü belirtir. Tuhfe-i Nâilî’de ise Şerifî’nin 1532’de

14 Aylin Koç, “Sinan Paşa”, C. XXXVII, DİA, İstanbul 2009, s. 230.
15 Şerafetttin Turan, “Hadım Sinan Paşa”, C. XV, DİA, İstanbul 1997, s.7.
16 Mehmet İpşirli, “Koca Sinan Paşa”, C. XXVI, DİA, Ankara 2002, s.137.
17 Mahmut H. Şakiroğlu, “Cigalâzâde Sinan Paşa”, C. VII, DİA, İstanbul 1993, s.526.
217
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
öldüğü söylenmektedir.18Bu üç kaynağa bakarak 1524, 1532 veya 1544 yılında
ölmüş olduğunu kabul edebileceğimiz Diyarbakırlı Şerîfî’nin bu eseri sırasıyla
1597 ve 1606 yıllarında ölen Koca Sinan Paşa ile Cigalâzâde Sinan Paşa’ya
değil de 1486 yılında ölen Tazarrunâme yazarı Sinan Paşa’ya veya 1517 yılında
Ridâniye Savaşı’nda şehit olanDiyarbakır Seraskeri Hadım Sinan Paşa’ya
sunmuş olma ihtimali kuvvetlenmektedir.
Bu çalışmada eserin muhtevası ve belâgat tarihi içindeki yerine işaret
etmeyi amaçladığımız için şimdilik eserin hangi Şerîfî tarafından yazılıp hangi
Sinan Paşa’ya sunulduğu meselesi hakkında yukarıda verilen bilgilerle
yetiniyoruz. Çalışmamızın bundan sonraki kısmında Hadîkatü’l-Fünûn’un
bölümlerinin geniş özeti ve eserin genel değerlendirilmesi yapılacaktır. Eser
hakkında değerlendirme yapılırken “giriş” dışındaki bölümlerin sadece
tanımlamaları ve verilmesi zorunlu olan bazı açıklamaları aynen alınacak,
bölümlerin muhtevası özetlenerek sunulacaktır. İlgili bölümlerde yer alan
Arapça ve Farsça şiirler yazılmayacak fakat örnek olarak verilen Türkçe
şiirlerin büyük bölümü çalışmamıza alınacaktır. Oldukça kapsamlı olan bu
eserin geniş bir şekilde tanıtılabilmesi amacıyla, eserin bölümlerinin
özetlenmesiyle yetinilecek ve yukarıda kısaca değindiğimiz diğer Türkçe
belâgat eserleriyle karşılaştırılması veya anlatılan konuların ayrıntılı yorum ve
değerlendirilmeleri yapılmayacaktır. Eserle ilgili bu tür ayrıntılı yorum ve
değerlendirmelerin metnin tamamının yayımlanmasından sonraki çalışmalarda
daha iyi yapılabileceğine inanıyoruz.
Eser, 1b-2b arasında yer alan ve Cenâb-ı Hakkve Hazret-i Muhammed’in
övüldüğü bölümle başlamaktadır. Manzum-mensûr karışık olarak yazılmış olan
bu bölüm, Şerîfî’nin şiir ve nesir dili hakkında bilgi vermesi amacıyla aşağıya
aynen alınmıştır.
“Ĥamd-i bī-kerān u ŝenā-yı bī-pāyān ol Ħālıķu'l-ins ve'l-cānna ki
Ǿandelībān-ı gülistān-ı belāġat ve ŧūŧiyān-ı şekeristān-ı feśāĥat gülzār-ı
midĥatinde zār u sergerdān ve sebze-zār-ı vaĥdetinde dem-beste vü
ĥayrān ķalmışlardır. [Rubāǿī]
feǾilātün feǾilātün feǾilātün feǾilün
Ĥamd ol Ħālıķa ki oldı ħıred ĥayrānı
Midĥati gülşeninüň bülbül dil-i nālānı
Murġ-ı Ǿaklum idicek seyr-i śıfātı çemenin
Oldı źātı gülinüň Ǿışķ ile ser-gerdānı

18 Mehmet Nail Tuman, Tuhfe-i Naili (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı), Bizim Büro Yayınları,
Ankara 2001, C. II, s. 486-487.
218
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
[Neŝr]: ve tesbīĥāt-ı zākiyāt ve taķdīsāt-ı śāfiyāt ol Ħudā-yı pāk-źāte ki
müsebbiĥān-ı mesācid-i ins ve temcīd-ħānān-ı mecālis-i ķuds cāmiǾ-i
ķudretinde ĥayretle rükūǾ ü sücūd ve mecāmiǾ-i saŧvetinde dehşetle
ķıyām u ķuǾūd eylemişlerdür. [Rubāǿī]
mefāǾilün feǾilātün mefāǾilün feǾilün
Ŝenālar ol şehe kim zümre-i melek ü ricāl
Yusebbiĥūne lehū bi'l-ġuduvvi ve’l-āśāl
19
Şu resme Ħālıķ-ı bī-çūndur ol Ħudā-yı Kerīm
Kim oldur iki cihānda müyessirü'l-āmāl
BaǾdehū śalāvāt-ı ŧayyibāt ve taĥiyyāt-ı muŧayyebāt ol eblaġ-ı bülegā-i
benī Ādem ve efśaĥ-ı füśaĥāü'l-Arab ve'l-Acem ĥabīb-i Ħudā Muĥammed
Muśŧafā üzerine olsun ki būstān-ı cihān gülleri anuň yüzi śuyına zībā vü
bahāristān-ı süħan bülbülleri anuň Ǿışķına gūyā olmuşlardur. [Rubāǿī]:
feǾilātün feǾilātün feǾilātün feǾilün
Biň śalāvātla selām ey rüsülüň sulŧānı
Saňa vü āliňe ķılsun beşerüň Raĥmānı
Nice medĥ idebilem ben seni kim şevket ile
Oldı meddāĥ saňa yir ü gögüň Sübĥānı
[Neŝir]: ve selām-ı bī-nihāye ve peyām-ı bī-ġāye ol maĥbūb-ı Ħudāya ki
ħoros-ı Ǿarş ve murġān-ı melek anuň muĥabbetine tesbīĥ-ħān ve āsiyāb-ı
sipihr ve ŧôlāb-ı felek anuň āb-ı rūyına ser-gerdān olmuşdur. [Rubāǿī]
mefāǾilün feǾilātün mefāǾilün feǾilün
ŦulūǾ idince ĥabīb-i Ħudā-yı celle celāl
Cihāna raĥmet idübdür o Ħālıķ-ı MüteǾāl
Ne resme medĥ idesin anı terk ķıl lāfı
Çü midĥatinde göňül murġı ķaldı deng ü lāl
Şerîfî, Hadîkatü’l-Fünûn’u yazma sebebini eserin 2b-4b sayfaları
arasında yer alan “sebeb-i te’lîf” kısmında gayet süslü ve uzun tamlamalardan
oluşan cümlelerle beyân ve bedî ilimlerinin edep ilimleri içerisindeki yerine
işaret ederek açıklamaktadır. Ona göre beyan ve bedî “edep ilminin yanağındaki
elmacık kemiği, gözünün nuru, burnunun güzel kokusu, dişindeki yemek ve
çerağındaki kıvılcım”dır. Bu ilimler, Kur’ân-ı Kerîm’in sırlı hazinelerinin kilidi
ve Kur’ân yolunda yürüyenler için yol gösterici yıldız ve lamba görevi
görmektedir. Şerîfî’ye göre edep fenleri içinde beyân ve bedî gibi sağlam ve
faydalı bir fen yoktur. İnsanlar sözün zayıfını ve sağlamını, güzel veya çirkin
olanını birbirine karıştırdıkları ve özellikle de beyân ilminin ne olduğu ve sözün

19 “Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki…” (Nūr 36).
219
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
nasıl olması gerektiği konularında bir kargaşaya düştükleri için kendisi bu
konuda bir eser yazmaya karar verdiğini söyler: “Ĥaķįr daħi murād idindüm ki
bu Ǿilmüň meǾāliminüň ve rüsūmınuň iĥyāsına sebeb ve mużmerinüň ve
mektūmınuň ižhārına vesīle olsun içün bu fende Ĥadīķatü’l-Fünūnla müsemmā
bir muħtaśar īcād idem” sözleriyle bu amacını ifade eden Şerîfî, güzel sözün ve
şiirin nasıl olması gerektiğine dair yazdığı bu kitabın ileride yazılacak başka
kitaplar için işaretler taşıyacağına inandığını ifade eder.
Şerîfî, bu eserini “merd-i meydān-ı belāġat ve dilīr-i Ǿarśa-i feśāĥat
muĥibb-i büleġā ve şefīķ-i fuśahā ki ħāk-i deri merciǾ-i fużalā ve merkez-i
žurefā ve mecmaǾ-ı şürefā ve maŧlab-ı ehl-i śafādur” şeklinde övdüğü Sinan
Paşa’ya ithaf eder ve Hadîkatü’l-Fünûn’da Sinan Paşa için yazdığı birçok şiir
bulunduğunu belirterek aşağıdaki kıtayı verir: [ĶıŧǾa]
mefǾûlü fâǾilâtün mefǾûlü fâǾilâtün
Cūd u şecāǾati hem mānend-i Ĥaydar ey dil
Luŧf ıśśı bir saħīde cemǾ itdi Ĥaķ TeǾālā
Başın bıraġa düşmen baġrın delüp ġamından
Heycāda nīze çekse yaǾnī Sinān Paşa
Anuň kef-i seħāsı beźl itmede cevāhir
Degüldür aňa ki nisbet bir ķaŧre yedi deryā
Ey şehsüvār-ı devrān düşdüm ayaķda ķaldum
Destüm ŧut imdi luŧf it yāb yāb ayaķlanam tā
Gün gibi şöhretile ŧuta bu kāǾinātı
Bir źerre iltifātuň olursa bana hemtā
Olsun senüň duǾācun dāyim Şerîfî benden
Her śubĥ u şām olunca źikrüňle itsün iĥyā
Dāyim murādum oldı şevketle ser-firāz ol
Dökülsün ayaġuňa virüp serini aǾdā (3b-4a)
Sebeb-i te’lîf bölümünün sonunda bu eseri okuyanlardan “…ve mercūdur
ki buňa nažar iden ehl-i Ǿirfān bu faķīrüň rūĥını bir duǾāyla şādān ve nāķıś yerlerini
itmāma saǾy idüp Ǿaybumuzı dāmen-i luŧuflarıyla örtüp aǾdā gözinden pinhān eyleye”
ifadeleriyle dua isteyerek kendisinin kusurlarına bakılmamasını rica eder ve
aşağıdaki rubâîyi verir:
220
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
[RubāǾī]:
fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün
Her ki noķśānum görüp tekmīline iķdām ide
Dilerem Allāh anuň eksüklerin itmām ide
Kim ki örtüp Ǿaybumı pinhān ide aġyārdan
Cümle Ǿaybın setr idüp Settār aňa inǾām ide (4a)
Hadîkatü’l-Fünûn’un bölümlerininmuhtevâsı şu sözlerle özetlenmektedir:
“Bu risāle-i müstaķīme bir muķaddime ve iki bāb ve bir ħātime üzerine tertīb olındı.
Muķaddime belāġat ve feśāĥatüň taǾrīfini tebeyyün ve ikisi beyninde olan farķı taǾyīn
eyler. Bāb-ı evvel fünūn-ı beyān ve bedīǾüň eşref-i eşrāfını beyān ve elŧaf-ı elŧāfını
Ǿıyān eyler. Bāb-ı ŝānī śınāǾat-ı bedīǾden ĥālā şuǾarā-i zamāne ķatında muǾteber olan
fünūnı ižhār eyler. Ħātime daħi şuǾarā beyninde vāķiǾ olan eşyāyı işǾār eyler.” (4a-b)
Bu ifadelerden sonra eserin 4b-6a sayfaları arasında yer alan mukaddime
bölümüne geçilmektedir. Bu bölümde belâgat ile fesahatin tanımları verilerek
ikisi arasındaki fark açıklanmaktadır. Şerîfî’ye göre, belâgatçilerin çoğu
belâgatin fesahatten farkı konusunda söz söyleyememiş, bu iki terimi aynı
anlamda kullanmışlardır. Hatta Cevherî gibi büyük bir dilcinin bile Sıhah’ında
bu hataya düştüğünü ifade eder.20 Daha sonra bazı belâgatçilerin “belāġat ĥüsn-i
meǾānī-i kelāmdur ve feśāĥat ĥüsn-i elfāž-ı kelāmdur”şeklindeki açıklamasını
alıntılar ve bu konuda daha fazla söz söylemeye gerek olmadığını ifade ederek
fesahat konusunda açıklamalar yapar. Ona göre belâgatçilerin fesahat için
dedikleri “feśāĥat kelāmuň taǾķīdden ħulūśudır” sözü fesahatin tanımı için
yeterlidir. Bu tanımlamadan sonra fesahat için önemli bir husus olan ve
kelimede anlaşılma güçlüğüanlamına gelen garâbet terimine “şol lafž-ı şāz ki
nā-mefhūm ve şol ġarīb ki ġayr-ı maǾlūm ola anuň istiǾmāli feśāĥat degüldür”
sözleriyle işaret eder.
Şerîfî, belâgati “belāġat, bir recül Ǿibārātile ķalbinde olan şeyǿüň
ĥaķīķatine irişmekdir ammā ki maǾa īcāz bi-lā iħlāl ve iŧāle bi-lā imlāl ola”
şeklinde tarif ederek belîğ ibarenin manasına halel gelmeyecek şekilde kısa
veya muhatabı sıkmayacak şekilde uzun olabileceğini belirtir. Bu bölümde,
hazret-i peygamberin لسحرا البیان من ان 21 hadisini veren Şerîfî, îcâz konusuna

20 Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî (ö. 400/1009'dan önce) aslen Türk olup Tâcü’l-lügâ
sözlüğüyle tanınan Arap dili âlimidir. Tâcü’l-lügâ, Sıhâhu’l-lügâ veya kısaca Sıhâh diye bilinen
ve sadece sahih kelimeleri ihtiva eden meşhur sözlüğü Arap sözlükçülüğü tarihinde tertip
itibariyle yeni bir çığır açmıştır. (Hulûsî Kılıç, “Cevherî, İsmâil b. Hammâd”, C. VII, DİA,
İstanbul 1993, s. 459.)
21 “Beyanda sihir vardır”, Sahîh-i Buhârî, C. XII, (çev: Mehmed Sofuoğlu), Ötüken, İstanbul
1988, s. 5791.
221
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
geçerek îcâzı, îcâz-ı kısar ve îcâz-ı hazf adı altında iki kısımda inceler. Bu
bölümde îcâz-ı kısar “taķlīl-i lafž ve tekŝīr-i maǾnādur” şeklinde tanımlanmakta
veörnek olarak verilen iki âyetin îcâzla ilgili yönleri birer cümleyle izah
edilmektedir:
22 فاصدع بما تؤمر
“pes bu āyet-i kerīme üç kelimedür cemīǾ-i meǾānī-i risāleti
müştemildür”
الجاھلین عن اعرض و بالعرف وامر العفو خذ 23 “bu āyet-i kerīme cemīǾ-i mekārim-i
aħlāķı cāmiǾdür” (5b)
İcâz-ı hazfi ise “īcāz-ı ĥaźf meźkūr ile ġayr-i meźkūrdan istiġnādur”
و لكن البرّ برّ من 24 âyetinin و لكن البرّ من التقى ,şeklinde kısaca tanımlayan Şerîfî
التقى 25 şeklinde olduğunu ve bu āyette iyi davranış anlamına gelen “ّبر/birr”
kelimesinin cümleden eksiltildiğini söyler.
Mukaddime kısmını bu açıklamalarla bitiren Şerîfî, Bâb-ı Evvele geçer.
Bu bâbda “fünūn-ı beyānuň eşref-i eşrāfını beyān ve śınāǾat-i bedīǾüň elŧaf-ı
elŧāfını Ǿıyān” (6a) eyleyeceğini ifade eden yazar, bu fennin bütün meselelerinin
önemli olduğunu fakat belâgatçilerin yanında on tanesinin (teşbîh, istiâre,
tevriye, tenâsüb, te’kîd, tazmîn, iktibâs, aks-i cümel, kalb, tecnîs) çok makbul,
bunlar içinde de “Ǿinde'l-büleġā ġāyet derecede merġūb ve beyne'l-fuśeĥā
nihāyet mertebede maŧlūb” olanın teşbih, istiāre ve tevriye olduğunu ifade
ederek bâb-ı evveli bu üç sanatın anlatıldığı üç fasla ayırdığını belirtir.
Fasl-ı Evvel: 6b-40b sayfaları arasında yer alan bu fasıl, teşbih
beyânındadur. Hadîkatü’l-Fünûn’un en kapsamlı bölümü olan bu bahse teşbihin
tarifiyle başlanmaktadır: “teşbīhe iki şeyǿüň baǾżı śıfatda iştirākine delālet
dirler.” (6b) Teşbihin sarîh ve aklî olmak üzere iki kısımda incelenebileceğini
söyleyen Şerîfî, sarih teşbihi aşağıda verildiği gibi dört kısma ayırarak
örneklendirir:
Ķısm-ı evvel śūretde ve şekilde teşbīhdür. Yuvarlak şeyi küreye
benzetmek
Ķısm-ı ŝānī levnde teşbīhdür: Saçı geceye benzetmek
Ķısm-ı ŝāliŝ śūretde ve levnde maǾan teşbīhdür. Nergisi sarı inciye
benzetmek

22 “(Ey Muhammed!) Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy”, (Hicr Sūresi: 94)
23 “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir”, (A’raf Sūresi: 199)
24 “Ama iyi davranış, takva sahibi insanın (davranışıdır)”, (Bakara Sūresi: 189)
25 “Ama iyi davranış, takva sahibi insanın davranışıdır”
222
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Ķısm-ı rābiǾ tabiat ve yaratılışda teşbīhdür. Cesur insanı aslana, cömert
kişiyi denize benzetmek.(6b-7a)
Aklî teşbih hakkında açıklama yapmayan Şerîfî sadece “bunuň miŝāli
beni’l-mühleb ĥaķķında dinilen beyt gibi” diyerek aşağıdaki Arapça beyti
vermektedir:
من تلق منھم تقل لاقیت سیدھم
26 مثل النجوم التى یھدى بھا السارى
Daha sonra sarîh ve aklî teşbih arasındaki farkı “śarīĥde aślı ferǾ ve ferǾi
aśl ķılmaķ mümkindür. Meŝelā meśābīh nücūm gibidür ve nücūm meśābīh
gibidür dersin ve teşbīh-i Ǿaķlīde bu mümkin degüldür(7a)” şeklinde açıklayan
Şerîfî teşbihin yedi türü olduğunu söylemektedir(8a-10b). Aşağıda bunların kısa
açıklamaları ve Türkçe örnekleri verilmiştir:
“Teşbīh-i Muŧlak: Beyne'n-nās meşhūr ve maǾrūfdur. Bu bir şeyǿi bir
şeyǿe edāt-ı teşbīhle teşbīh eylemekdür ki bu ǾArabīde “ك”dür veya anuň
maķāmına ķāyim olandur. Fārisīde “mānend” ve “çün” ve Türkīde “gibi”
ve “benzer” lafıžlarıdur.
Teşbīh-i meşrūŧ: Bu bir şeyǿi bir şeyǿe bir şarŧile teşbīh itmekdür.
feǾilātün feǾilātün feǾilātün feǾilün
Serv oķırdum ķadüňe servde reftār olsa
Ġonca dirdüm femüňe ġoncada güftār olsa
Teşbīh-i tafđīl: Bu bir şeyǿi bir şeyǿe teşbīh idüp śoňra rücūǾ idüp
müşebbehi müşebbehün bih üzerine tafđīl lafžī veya maǾnevī ile tafđīl
eylemekdür.
fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün
Āfitābı nice teşbīh ideyin ruħsāruňa
Sen saǾādet nūrısın ol ħāke düşmiş bir źelīl
Teşbīh-i Müǿekked: Bir şeyǿi bir şeyǿe maǾnā yöninden teşbīh
eylemekdür edāt-ı teşbīhi īrād itmeksizin. Buňa müǿekked didüklerine
vech budur ki bunda müşebbehün bih müşebbehüň Ǿaynı ķılınmaġla
teşbīh teǿkīdlendi zīrā “lüǿlü yaġdurdı nergisden” dir. Murād nergise
benzeyen gözden lüǿlüye benzer göz yaşı aķıtdı dimekdür.
ǾAks: Bu iki şeyǿi aħź idüp daħi bunı aňa ve anı buna teşbīh eylemekdür.

26 O kabileden birini gördüğünde/onunla bir araya geldiğinde “gece yolculuk yapanların onunla
yollarını buldukları yıldızlar gibi olan ulularına kavuştum” söyle.
223
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün
Vaśl olurken yār ile gören beni
Şöyle žan eyler ki ol ben ü ben ol
Iżmār: Bu bir ķażiyye źikr eyleyüp baǾdehā bir ķażiyye daħi źikr
eylemekdür ki anuň ķażiyye-i ūlāya teşbīh-i ıżmār eyleyicek aślā irŧibātı
olmaya. Pes imdi bunda egerçi teşbīh mezkūr degüldür ammā ki mużmer
ü maķśūddur.
mefǾūlü fāǾilātü mefāǾilü fāǾilün
Şol şehr içinde durma ki ĥāźıķ ŧabīb yoķ
Bir daħi şol mahallede meyħāne olmaya
Tesviye: Bu iki şeyǿi aħź idüp maǾan bir şeyǿ-i āħere teşbīh eylemekdür.
mefāǾīlün mefāǾīlün mefāǾīlün mefāǾīlün
Senüň fülfül beňüň varsa benüm dāġ-ı siyāhum var
Senüň sünbül śaçuň varsa benim de dūd-ı āhum var
Teşbih çeşitlerinden sonra “bāb-ı teşbīh belāġat ve feśāĥatüň ġāyetde
eşrefi olduġı ecilden bu bābda serāpā maĥbūbı on ŧoķuz nevǾ üzerine medĥ
eylemişlerdür ve dikkat yüzünden mūya bālālıķ virmişler(10b)” açıklamasını
yapan Şerîfî, sevgilinin “mûy, pîşâni, ebrû, çeşm, müjgân, rûy, hat, hâl, leb,
dendân, dehân, zenahdan, gerden, ber, sâǾid, engüşt, kadd, miyân, sâk” gibi
fiziksel özelliklerinin şiirde nelere nasıl benzetildiklerini eserin 10b-39a
sayfaları arasında ayrı ayrı bölümler halinde olmak üzere 19 kısımda
incelemiştir. Bilindiği gibi sevgilinin fiziksel güzelliğine ait unsurların şiirde ne
tür teşbih ve mecazlarla ele alınabileceğini gösteren eserler yazılmıştır.
Şerafeddin Râmî’nin Fars ve Türk edebiyatlarında büyük ilgiye mazhar olan
Enîsü’l-uşşâk
27 isimli eseri de 19 bâb üzerine yazılmıştır. Bahru’l-maârif ve
Miftahu’t-teşbîh gibi teşbihi konu edinen eserlerin yazarları gibi Şerîfî’nin de bu
eserden faydalanmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyoruz.
Hadîkatü’l-Fünûn’da teşbih bahsi, Şerîfî’nin teşbih çeşitlerini bir araya
getirdiği, aşağıda verdiğimiz Türkçe şiiriyle bitmektedir.
Li-müellifihi hāźe'l-meŝneviyyil-merġūb fi vaśf-ı cemīǾ aǾżaǾi'l-maĥbūb
mefāǾīlün mefāǾīlün feǾūlün
Elā ey server-i ħūbān-ı Ǿālem
Sipeh-sālār-ı maĥbūbān-ı Ǿālem

27 Turgut Karabey, Numan Külekçi, Habib İdrisī;Enīsü’l-Uşşāk - Klasik Doğu Edebiyatlarında
Sevgiliyle İlgili Mazmunlar, Ecdad Yayınları, Ankara 1994.
224
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Siyāh zülfüň esīr itdi cihānı
Ki bend itdi niçe śāĥib-ķırānı
Eger görseydi sen zühre-cebīnī
Çala nāhīd şevķından defini
Ne siĥr itdi baňa ķaşuň hilāli
Ki gözden dem-be-dem gitmez ħayāli
Gözüň siĥri degül taķrīre ķābil
Benüm Ǿaynum çün oldı çāh-ı Bābil
Müjeň gör sīneme şāhā ne çekdi
Bir oķ urdı anā kim cāna geçdi
Görüp gün yüzüň ey ħurşīd-peyker
Ķamaşur gözlerüň Allāhu Ekber
O bīnī śafĥa-i rūyuňda kem-yāb
Elifdür çekdi ay üstüne küttāb
Göründi gün gibi gözüňe çün düş
Kulaġuňa çeküpdür māh-ı nev gūş
Ħaŧ-ı reyĥānuňa yazmaz miŝāli
Ola Yāķūtuň er yüz biň kemāli
Ger ol ħāl-i siyāhı görse bir şeb
Olurdı münħasif çarħ üzre kevkeb
Leb-i laǾlüň n'ola śorsam mükerrer
Kim oldur şīr u ħurma şīr u sükker
Dişiňüň ĥasreti ey māh-ı ġarrā
Ķılupdur göz yaşın Ǿıķd-ı Ŝüreyyā
Yazan vaśf-ı dehānuň ser-ķalemden
Vücūda nokta vażǾ itmiş Ǿademden
Niçe İskenderi ol çāh zeneħdān
Śuya iltüp śusuz getürdi iy cān
O sīmīn gerdenüň kāfūra beňzer
225
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Ya başı çarħa irmiş nūra beňzer
Tenüň yumşaķ ĥarīr ü perniyāndan
Anuňçün sevdi gönlüm seni cāndan
Ĥamāyil olsa boynuma o sāǾid
Olurdı baħtum ol demde müsāǾid
Niye destüň bulaşmış ķana beňzer
Ki pençeň pençe-i mercāna beňzer
Ser-efrāz oldı ķaddün serve beňzer
Ķatında pāymāl oldı śanavber
Ķılı ķırķar yaran ……………
Miyānuň vaśfın itmiş cānda pinhān
O nāfeň nāfe-i tātāra dönmiş
Hemīn-dem külbe-i Ǿaŧŧāra dönmiş
Çü sensin bezm-i cān içinde sāķī
Ayaķ śun öpem ol billūr sāķi
Ĥasendür ĥüsnile nāmuň ĥasensin
Şerîfî bendedür sulŧānı sensin
Tamām oldı burada vaśf-ı aǾżā
Benüm eksükligüme ķalma şāhā (39b-40b)
Faśl-ı ŝānī:İstiǾāre beyānındadur. Şerîfî bu bölümde (40b-45a) istiareyi
şöyle tarif eder: “sen bil ki egerçi istiǾāre mecāzdan ķısımdur velī ĥaķīķatde
teşbīhdür ki lafžen ve taķdīren edāt-ı teşbīh andan ĥaźf olunmuşdur.” (40b)
İstiare iki kısımda incelenmiştir: İsmî ve fiilî istiare. İsmî istiare için
“şeyǿüň Ǿġayrini Ǿayni ķılursun” diyen Şerîfî buna örnek olarak “bir aslan
gördüm” cümlesini vermekte ve “zīrā sen recüle esed dimiş olduň esed recülüň
ġayriken” açıklamasını yapmaktadır. Şerîfî bu bölümde “sen bil ki ne bir kimse
bu ikisinüň biribirine müşābehetde ķīl ü ķāl ve ne bu ikisi beyninde olan farķda
keşf-i maķāl itmiş ammā ĥaķīr eydürin” sözleriyle ismî istiare ile teşbih-i
mü’ekkedin birbirine karıştırıldığını ve kimsenin bu konuda açıklama
yapmadığını ifade ederek “bu ikisi beyninde farķ oldur ki teşbīh-i mü’ekkedde
edāt-ı teşbīh maĥźūf-ı muķadderdür ve istiǾārenüň şu ķısmında maĥźūf-ı ġayr-i
muķadderdür” sözleriyle kendisi bu farkı ortaya koymaya çalışmıştır.
226
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Fiilî istiare için de “şeyǿüň ġayrıya mensūb olanı şeyǿüň kendüye mensūb
ķılursun” açıklaması yapıldıktan sonra 28الرحمة من الذل جناح لھما واحفض âyeti örnek
verilmekte ve “pes imdi bunda źül için cenāĥ iŝbāt olunmışdur. Ĥālbuki źülde
cenāĥ olmaz belki ŧuyūr maķūlesinde olur” sözleriyle âyetteki fiilî istiare izah
edilmektedir. Fiilî istiarenin de dört kısma ayrıldığını söyleyen Şerîfî, bu
kısımları ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Ardından da istiareye dâhil
olduğunu söylediği “tecrîd-i istiâre” ve “tevşîh-i istiâre” isimli iki sanattan daha
bahseder.
Bu kısmın sonunda “Ǿulemā-i beyān beyninde temŝīl ve kināye egerçi
śınāǾatān-i muħte’līfetāndur velīk istiǾāre gibi mecāz ve ferǾ-i teşbīh olduķları
içün istiǾāreye ilĥāķ itdiler” açıklaması yapılmakta ve temsîl “bir şaħıśdan bir
ķıśśa źuhūr eylese ol muķābelede ol ķıśśaya münāsib bir meŝel-i sābıķuň
mefhūmını īrād idüp ol şaħśa isnād idesin”; kināyede “bir maǾnādan baǾźı
levāzimiyle taǾbīr edersin” şeklinde tarif edilerek örnekler verilmektedir. Bu
bölüm şairin istiāre çeşitlerini bir araya getirdiği, aşağıda verdiğimiz Türkçe
şiiriyle bitmektedir.
Li-müǾellifihī fī cemīǾi envāǾi'l-istiǾārāt li-medĥ-i Pāşā-yı pāk-zāt
mefāǾīlün mefāǾīlün feǾūlün
Eyā şīr ü peleng-i kūh-ı elŧāf
Keremle ŧoldı nāmuň ķāf-ta-ķāf
Cenāĥ olsun saňa luŧfı ilāhuň
MuǾīnüňǾavnı hem ol pādişāhuň
Olaldan luŧfile peydā vücūduň
Bulupdur tāze can bostānı cūduň
Sehā vü cūdı çünkim itdüň iĥyā
N’ola kim fāķa fevt olsa hemānā
Şu resme eyledüň ħalķa Ǿaŧāyı
Kim ögretdüň seħāya sen seħāyı
Çü luŧfuň dehre gösterdi vefāyı
ǾAdem baĥrine yutdurdı cefāyı
Kerem kānı vefā deryāsı sensin
Bu baĥrüň lüǾlü-i lālāsı sensin

28 “Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir”, (İsrā Suresi: 24).
227
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Kerem çarħında rūyuň aya beňzer
Nežāfetde lüceyn elmaya beňzer
Ġamı refǾ itdi çün cūduň cemāli
İder esvedde ebyāż iştiǾāli
Aġarsun vech-i pāküň gibi re’süň
Olasın pīr olup pür-nūr ke’süň
Niķābın refǾ idelden rūy-ı cūduň
Dilüň maŧlūbı olmışdur vücūduň
Libās-ı niǾmi çün itdün iźāfet
Bulurlar fāķadan diller ifāķat
Ġarīķ-i luŧf idüp ħalķ-ı cihānı
Baturdun cūda fülk-i āsumānı
İdenler saňa öykünmek yerāġın
Öňüne ardına iltür ayaġın
Niçün źikr itmeye ħayrile aduň
Şu merdümler ki çok gördi remāduň
Muĥaśśal cān u dilden bu Şerîfî
Görince sende ol luŧf-ı laŧīfi
Didi Ĥaķ luŧfın idüp sende ižhār
Müyesser ķıla maķśuduň ne kim vār (45b-46a)
Faśl-ı ŝāliŝ: Tevriye beyānındadur. Şerîfî, “buna īhām ve taħyīl ve
muġālāŧa daħi dirler ve bunuň ŧarīķi oldur ki mütekellim maǾneyn beyninde
müşterek olan lafzı tekellüm eyleye ve kendü maǾnā-yı baǾīdini murād idinüb
sāmiǾ maǾnā-yı ķarībini murād idindi tevehhüm eyleye (46a)” şeklinde tarif
ettiği tevriye için یسجدان والشجر والنجم 29 âyetini örnek vererek “bu āyet-i kerīmede
necmden şol nebāt murāddur ki anuň sāķı münǾadim ve berbāddur ammā ki
sāmiǾ kevākib murād olundı tevehhüm ider. Siyemmā mütekellim bundan
aķdem bu maǾnāyı teǾkīd idüp şems ve ķameri tekellüm ider” diyerek bu âyette
geçen ve iki manası olan “necm” kelimesinde “yıldız” anlamının değil de
“çemen” anlamının kastedildiğini söyler. Birçok belâgat kitabında ve

29 “Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.”, (Rahmān Sūresi: 6).
228
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
günümüzde bu konuda araştırma yapanlar arasında bile problem olan “îhâm” ve
“tevriye”nin farklı sanatlar olup olmadığı meselesine şöyle bir açıklık
getirmektedir: “Şol ki tevriye degül iken tevriye īhāmın ider ve aňa ehl-i tevriye
īhām-ı tevriye diyü tesmiye eyler.”
30
Şerîfî bu bölümü, tevriye çeşitlerini bir araya getirdiği, aşağıda
verdiğimiz Türkçe şiiriyle bitirmektedir.
Li-müǾellifihi hāźe’l-ķıŧǾa fī cemīǾi'l-envāǾi't-tevriye
mefāǾīlün mefāǾīlün feǾūlün
Giriftāruňdur ey gül bülbül-i dil
Ki sümbüldür śaçuň rūyun durur bāġ
N'ola zerrīn ķadeĥ gülşende bitse
Senüň nergislerüň var ey yüzi aġ
Düşüp abdāl-ı dil Ǿışķuňla daġa
Ķılupdur sīnesin şevküňle pür-dāġ (47a-b)
Bāb-ı ŝānī: Şerîfî, Hadîkatü’l-Fünûn’un ikinci bābının “śınāǾat-i bedīǾden
ĥālā şuǾarā beyninde muǾteber olan fünūnı ižhār ve fünūn-ı beyāndan žurefā-i
cihān ķatında müstaǾmel olan śınāǾati işǾār” eylediğini ifade ederek bu bâbı
47b-71b sayfaları arasında beş fasl halinde anlatır.
Faśl-ı evvel: ķalb beyānındadur. Şerîfî kalb sanatının tecnîsin bir alt dalı
olduğunu fakat ondan daha güzel bir sanat olduğu için tecnîsden önce ele
alınacağını ifade eder ve “ķalb oldur ki evvelā bir kelimeyi źikr eyleyesin ŝāniyā
maǾkūs-ı ķulūb ziyādesiz ve noķsansız ol kelimeyi tekrār źikr eylemekde bir
ħoşça fikr eyleyesin” şeklinde tarifini yaparak kalb sanatını maķlūb-ı müstevī,
maķlūb-ı küll, maķlūb-ı baǾż ve ķalb-i mücennaĥisimleriyle dört kısımda
incelemektedir. Bu fasl, kalb çeşitlerinin bir araya getirildiği, aşağıda
verdiğimiz Türkçe gazelle bitmektedir:
Gazel li-müǾellifihi fi cemīǾi aķśāmi'l-ķalb
mefǾūlü fāǾilātü mefāǾīlü fāǾilün
ǾĀdetken eylemek ķulına şāhlar Ǿaŧā

30 Bu konuyla ilgili olarak, tevriyeden ayrı bir de īham sanatı olamayacağını, bu yanlışlığın
durumun farkında olmayanlarca tekrarlanarak “kendi geleneğini oluşturduğunu vurgulayan bir
çalışma için bkz: M. A. Yekta Saraç, “Tevriyedeki Īham”, İlmī Araştırmalar, sy. 13, 2002, s. 133-
149. Konuyla ilgili iki çalışma için bkz: Menderes Coşkun “Edebī Sanatlardan Īhamın Tanım
Problemi Üzerine Düşünceler”, Türk Dili, sy. 600, 2001, s. 882-890; Menderes Coşkun “Tevriye
ve Çeşitleri Üzerine Düşünceler”, Turkish Studies, C. II, sy. 4,2007, s. 248-261.
229
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Niçün ider ki bendeden ol padişāh ibā
Gördüňse rūy-ı yāri alınma raķībden
DefǾ idiser bürūdeti çün āteş-i şitā
Götür ĥicābı yüzüni göster niķābın aç
Naķş-ı cemālüň eyledi çün levĥ-i dilde cā
Şol serverüň ki gün gibi başı semādadur
Pāmāl-i zülfüň oldı senüň śubĥ-ile mesā
Baş egme ger felekse baħīl āsitānına
Aç ol Şerîfî ŧutma denīler yanında cā (48b-49a)
Faśl-ı ŝānī: tecnīs beyānındadur. Bu bölümde cinâs konusu tecnīs-i tām,
tecnīs-i nāķıś, tecnīs-i zāyid, tecnīs-i mürekkeb, tecnīs-i mükerrer, tecnīs-i
muŧarraf, tecnīs-i ħaŧŧī, tecnīs-i müşevveş, tecnīs-i işāretisimleriyle dokuz
kısımda incelemektedir. Bu fasl, Şerîfî’nin tecnîs çeşitlerini bir araya getirdiği,
aşağıda verdiğimiz Türkçe mesneviyle bitmektedir
Li-müǾellifihi hāźe’l –meŝneviyyi'l –müsellem fī cemīǾi aķsami't-tecnīs limedhi’l-vezīri'l-mükerrem

mefāǾīlün mefāǾīlün feǾūlün
Elā ey luŧf baĥrı cūd kānı
Gören görmez miŝālün kün-fe-kānı
Dem-i luŧfuň açup bāġ-ı cinānı
Cemālüň cāna göstersin cenānı
Fünūn-ı Ǿilm içinde muĥteremsin
Ki fażluňla bugün śāĥib-Ǿalemsin
Yanuňda sehldür her emr-i muǾžam
Ki ķılmış himmetüň ol Ĥaķ muǾažžam
Ķapuňda sürmeyen dem pür-nedemdür
Ħamīde ķılmayan ķad bī-ķademdür
Şu kim eyler ķapuňda secde gāhī
Anuň tā Ǿarş olupdur secdegāhı
Anuň ķaddi ki virdüňden kemerdür
Aňa kim dir ki Ǿālemde kem erdür
230
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
O ķul bilmez cihān içre nesi vār
Ki ķapuň gibi devlet-ħānesi vār
Sikenderdür didüm ben saňa el-ĥaķ
Ferīdūn-fer dinilse daħi elyaķ
Cihān źevķin süren śāĥib-Ǿabādur
Ķılan Ǿömrin hebā ehl-i hevādur
Ser-i ħayl-i efāżıl ħayra māǾil
Ki sensin luŧfile maǾķūle ķāǾil
Ġamuň maǾdūm ola maǾdūd u maĥdūd
Degül fażluň maķāmuň ola maĥmūd
ǾAdūnı yaǾni k’ol dīv-i racīmi
Süre dergāhdan aň ol Raĥīmi
Ögersen ög demādem ol ǾAlīmi
Ki cāhil düşmenüň oldur ġarīmi
Sinān Paşayı ħoş medĥ it Şerîfî
Ki delsün sīnemüz ism-i şerīfi (53a-b)
Faśl-ı ŝāliŝ: iştiķāķ beyānındadur. Bu sanatı “Bunun tarīki oldur ki aśl-ı
vāĥid lüġatde kelimeteyni cāmiǾ ola” şeklinde tarif eden Şerîfî, Matarrazî ve
Reşidüddīn Vatvat’ın bu sanatı tecnîsden saydıklarını belirtir ve bu faslı, iştikak
çeşitlerini bir araya getirdiği, aşağıda verdiğimiz Türkçe rubaisiyle bitirir.
Li-müǾellifıhī hāźe'r-rubāǾī fi cemīǾi envāǾi'l-iştiķāķ ħiŧābe'l-maĥbūb Ǿanlisāni'l-müştāķ

feǾilātün mefāǾilün feǾilün
Gel benüm gül yanaķlu maĥbūbum
Bülbül-i dil muĥibbi maŧlūbum
Nice ġarrā idi o ġurre ġarīb
Ki o sāǾatde ŧoġdı merġūbum (54b)
Faśl-ı rābiǾ: reddü'l-Ǿacūz Ǿale'ś-śadr beyānındadur. Şerîfî, reddü’l-acûz
ale’s-sadr’ı “bunuň ŧarīķi oldur ki mütekellim kelāmınuň evvelinde źikr
eyledügi kelimenüň ya lafžını veya lafžına muķārib olanı veya maǾnāsına
muķārib olanı āħir-i kelāmda īrād eyleye” şeklinde tarif eder ve bu sanatın beş
231
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
temel başlık altında 25 kısımda incelenebileceğini ifade ederek54b-58a sayfaları
arasında anlattığı bunların her birine örnekler verir.
Faśl-ı ħāmis: muǾammā beyānındadur. Muammâ bahsine ayrı bir önem
veren Şerîfî, 58a-71b sayfaları arasında anlattığı bu bahse aşağıda verilen girişi
yapar.
“Sen bil ki muǾammā bir Ǿilimdür ki sehlü'l-ĥuśūl ve Ǿavām u ħavāś
ķatında maķbūl ve bu zamānda ekŝer ehl-i ŧabǾ aňa meşġūl ve bu fennüň
cümlesi bir muķaddime ve bir ħātime ve on ŧoķuz uśūldür. Muķaddime
māhiyyet-i muǾammāyı tebyīn ve muammāyla lüġaz beyninde olan farķı
taǾyīn eyler. Sen bil ki muǾammā taǾmiyeden müştaķdur ve taǾmiye
lüġatde bir nesneyi śaķlamaķdur ve ıśŧılāĥda erbāb-ı bedīǾ ve ehl-i beyān
muǾammā deyü bir beytüň veyāħūd daħī ziyāde de nām-ı maŧlūbı pinhān
itmege dirler.”(58a)
Muammayı bu şekilde tarif eden Şerîfî muammâ ve lügaz arasındaki
benzerlikten dolayı karıştırıldığını ifade ederek ikisinin farkını şöyle açıklar:
Ve muǾammāyla lüġaz beyninde farķ oldur ki muǾammāda intiķāl isme
ve lüġazda müsemmāyādur ve lüġaz aśĥāb-ı ķabūl ķatında ġayr-ı
maķbūldür. Ve baǾżılar bu ikisi beyninde olan farķı böyle taķrīr itdiler ki
lüġaz Ǿalā sebīli's-suǾāl ve'l-cevābdur ve muǾammā bunuň ħilāfınca bir
ŧarīķ-i müsteŧābdur.” (58a)
Şerīfi bunu ifade ettikten sonra lügaz ile muamma arasındaki farkın
“lügaz, soru-cevap şeklindedir” diyerek lügaza açıklanmasını yanlış bularak
şöyle bir açıklama yapmayı gerekli görmüştür:
“sen bil ki farķ-ı evvel maķbūl ve farķ-ı śānī nā-maǾķūldür. Ve farķ-ı
ŝānīyi taķrīr idenüň sözi śavāb degüldür. Zīrā baǾżı lüġaz vardur ki Ǿalā
sebīli's-suǾāl ve'l-cevāb degüldür” (58b)
Bundan sonra lügaza birkaç örnek veren Şerîfî, muammâları çözmek için
gereken teknik bilgileri açıklamalı örnekler eşliğinde 19 “asıl” başlığı altında
inceler. Bu asılların konuları şunlardır: hesāb-ı cümel; hesāb-ı hendese; rūzlar
ve hefteler ve māh u sāl; erķām-ı burūc; erķām-ı sebǾa-i seyyāre; esāmī-i
ĥurūf-ı kelime; ķalb ve Ǿaķs; teşbihāt; isķāŧ-ı ĥurūf-ı kelime; tażǾīf; tanśīf;
taķayyuż; taśĥīf; taśġīr; ĥırz u kaǾb; Ǿibāret-i Türkī vü Fārisī vü ǾArabī; ķaŧǾ-ı
ĥurūf; ittisāl-i baǾżı ĥurūf; ķuŧr-ı dāǾire ĥurūf.
İkinci bâbın bitmesiyle eserine bir hâtime yazan Şerîfî, bu kısımda (71b-
73b) “şuǾarā beyninde vāķiǾ olan eşyāyı işǾār ve žurefā miyānında žuhūr iden
vāridātı ižhār” eyleyeceğini söyleyerek şairler arasındaki şiir benzerliği, şiir
çalma vb. meseleleri altı bölümde açıklar. Belâgatin ilk dönemlerinden itibaren
232
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
şiirin taklit edilmesine dair meseleler hakkında belli kurallardan bahsedilmiştir.
Fakat bu meselenin belâgat kitaplarına dâhil edilmesi Kazvînî’nin (öl.
739/1338-39)Telhîs isimli eseriyledir. Yekta Saraç, bu meselenin Telhîs’te bedî
bahsinden sonra “Hâtime” başlığı altında yer aldığını, dolayısıyla da bu
konunun Kazvînî tarafından bedî ilmine eklendiğini ifade eder.31Aşağıda bu
bölümler içerikleri hakkında bilgi sahibi olunması için tarif cümleleriyle
verilmiştir:
nevǾ-i evvel: müvārede; bunuň ŧarīķi oldur ki şuǾarādan biri āħer kimse
nažm itdügi şeyǿi bi-Ǿaynihī lafž ve maǾnāsıyla īrād ide. Gerekse anuňla
muǾāśır gerekse ġayr-ı muǾāśır olsun. Velīk ol nažmı kimseden istimāǾ
itmekizin īcād ide ve müvāredenüň maǾlūmdur meǾāli lāzım degül miŝāli.
nevǾ-i ŝānī: muśālete; bunuň ŧarīķi oldur ki şāǾir-i āħerüň beytini ġaśb ve
sirķat yönünden benümdür deyü kendi şiǾrinde ibrāz eyleye.
nevǾ-i ŝāliŝ: naķl; ve bunuň ŧarīķi oldur ki şāǾir-i āħerüň şiǾrinde olan
maǾnāyı aħź eyleyüp aĥsen ŧarīķle ħoş-āyende bir vezn-i selīsde ītā eyleye
veyāħūd ol maǾnāda daħi ziyāde ķaśd ide veyāħūd ol maǾnāyı bu
maķāmuň ġayri bir maĥall-i münāsibde icrā eyleye.
nevǾ-i rābiǾ: selħ; bunuň ŧarīķi oldur ki şāǾir-i āħerüň beytini nažar
eyleyüp müŧālaǾasında kemāl mertebe żabŧ-ı dirāyet eyleye. Pes andan
śoňra ol beytüň elfāžını selb idüp ol elfāž … ġayri elfāžı anuň maķāmına
vażǾ eyleyüp mefhūm-ı evvele riǾāyet eyleye
nevǾ-i ħāmis:mesħ; bunuň ŧarīķi oldur ki şāǾir-i āħerüň şiǾrini aħž eyleyüp
kendi nefsine taķrīr eyleye. baǾdehu anuň ħaśśaten baǾżı lafžını veyā
baǾźı lafžı maǾnāsıyla maǾan teġayyür eyleye
nevǾ-i sādis: iĥtiźā; bunuň ŧarīķi oldur ki şuǾarādan biri ŧarīķ-i şiǾrde bir
ŧarz-ı ħāś ibdā ide pes şāǾir-i āħer bunuň īcād eyledügi üslūbı iħtiyār
eyleyüp mežhebinde buňa iķtidā ide. (71b-73a)
Eserinin bitiş bölümünde belāgatte vasl-fasl, takdīm-te’hīr gibi
konularına değinen Şerîfî eserini bu konulara değindiği aşağıdaki cümlelerle
bitirir:
“baǾdehū: sen bil ki deķāyıķ-ı belāġatdandur; mevżiǾ-i vaśl u faślı ve
merātib-i taķdīm u teǾħīrüň nedür aślı bilmek pes imdi taķdīm ü teǾħirüň
maǾrifeti Ǿilm-i naĥve müteǾalliķdür ħaśśaten ve vaśl u faślun maǾrifeti
mevāżiǾ-i Ǿaŧf u istīnāf ile ĥurūf-ı Ǿaŧf mevāżiǾinde itmāǾ itmek
teheddīsine müteǾalliķdür. ǾĀmme ve Ǿinde'l-büleġā bu bāb-ı aǾžamü'ş-
şān deyü tavśīf olundı. Bu ecildendür ki belāġat baǾżılar ķatında böyle

31 M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belāgat, s.271.
233
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
taǾrīf olundı: والفاصل الواصل معرفة البلاغةve baǾżılar eydür zemān-ı evvelde
gāh olurdu ki ǾArab bir kelāmı tekellüm itse anuňla hemān Ǿaķabince
vaĥy nāzil olurdı. Pes ol kelāma nažar görürlerdi ki anuň içinden ħāśśaten
bir fā vāva veyāħūd bir vāv fāya münķalib olmaġla ol kelām muǾciz-i
kāmil olurdı. Allāhu aǾlem ve aĥkem bi'ś-śavāb.” (73a-b)
Hadîkatü’l-Fünûn’da 33 âyet-i Kerîme ve 11 hadîs-i Şerîf konulara örnek
olarak verilmiş ve bunların çoğunun da konuyla ilgisi kısa da olsa açıklanmıştır.
Eserde yer alan Türkçe şiirler Şerîfî’ye aittir. Şerîfî, eserine kendisine ait 6
rubâî, 2 kıta, 3 mesnevî, 1 gazel, 3 lügaz, 28 muamma ve 7 beyit almıştır.
Yukarıda da değindiğimiz gibi bu şiirlerin çoğu Sinan Paşa övgüsünde
yazılmıştır.
Eserde şairi belli olmayan Arapça ve Farsça toplam 190 beyit
bulunmaktadır. Şerîfî, Hadîkatü’l-Fünûn’a aldığı Arapça ve Farsça yazılmış
bazı beyitlerin de şairlerini zikretmiştir. Bu şairlerin isimleri ve beyitlerinin
eserin hangi bölümünde yer aldığı aşağıdaki tabloda görülmektedir:
Şairin Adı
Bâb-ı Evvel Bâb-ı Sânî
Teşbîh İstiâre Tevriye Kalb Tecnîs İştikâk Reddül-acûz
Ale’s-sadr
Mu’ammâ
İmrü’l-Kays 1
Ferruhî 1
Lebid 1
Tücteri 1 1 1 1
Bediüzzaman 1
Vava ed-Dımaşkî 2
Harîrî 1 1 4 6 1
Ebu Nüvâs 1 1
Esirüddin 2
Seyyid Zülfikar 1
Reşidüddin Vatvat 1
Kemâleddin Hâce 1
Zârî 1
Şeyh Sa’di 3
Hakanî 4
Zahir Faryabî 6 1
234
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
Emir Mağribî 4
Yemînî 1
Şeyh ‘İmad 2 1
Çevganî 1
Fahreddin Irakî 1
Esedî 1 1
Hâce Selmân 5 1
Behiştî 1
Mevlana
Hümameddin
2
Rudegî 1
Şirvânî 2
Enveri 2
Esedî 1
Tüsteri 1
Bâverdî 1 1
Firdevsi 1
Unsuri 2 1
Ercânî 1
Ağa-yı Tebrizi 1
Nizâmî 1
Hafâcî 1 1
İbn-i Kesîr 1
İbni Münir 1
Ebu Tümam 1 1 1 1
Matarrazî 1 2
Bestî 2
Ebu Firas 1
Hamasi 1
Yukarıda geniş bir şekilde özetlemeye çalıştığımız Hadîkatü’l-Fünûn,
gerek belâgat ve fesahat konularındaki ayrıntılı açıklamalar, gerekse de
konuların geniş anlatımı ve Türkçe şiir örneklerinin çokluğuyla Türkçe bir
235
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
belâgat kitabı görünümündedir. Nitekim Şerîfî de eserinin çalışmamızda
alıntıladığımız giriş kısmında bu hususu belirtmiştir. Müellifin eserdeki
konulara örnek verirken kendi şiirlerinden başka Türkçe şiirlerden örnekler
almaması bir eksiklik olarak görülebilir. Bununla birlikte eserde neredeyse
Arapça ve Farsça beyitlerin toplam sayısı kadar Türkçe beyit bulunması ve
belâgat konularının Türkçe şiirlerle de izah edilmesi eserin en olumlu tarafıdır.
Eserdeki Türkçe şiirlerinden hareketle Şerîfî’nin Divan Şiiri geleneğine, aruza
ve belagat meselelerine hâkim olduğu, çok süslü ve ağır olmayan bir dille şiirler
yazdığı söylenebilir. Eserin çalışmamıza da aldığımız manzum-mensur yazılmış
giriş bölümünden de anlaşılacağı üzere Şerîfî aynı zamanda iyi bir süslü nesir
yazarıdır. Eserde yer alan bütün konulara Türkçe, Arapça ve Farsça beyitlerden
örnekler sunan Şerîfî, özellikle muamma ve lügaz konusunda örneklerinin
çoğunluğunu Türkçe vermiştir. Gerek muamma konusunun ayrıntılı anlatımı
gerekse de kendisinin verdiği çok sayıdaki Türkçe örnek Şerîfî’nin bu konuya
özel bir ilgisi olduğunu düşündürmektedir.Şerîfî’nin çalışmamızın birkaç
yerinde işaret ettiğimiz gibi klasik belâgat geleneğini doğrudan yansıtmak
yerine yanlış ve yetersiz bulduğu görüşleri eleştirmesi, tartışmalı meselelerde
kendi görüşlerini de belirtmesi Hadîkatü’l-Fünûn’a orijinal bir çehre
kazandırmaktadır.Çalışmamızın başında açıkladığımız sebeplerle Hadîkatü’lFünûn’un
yazılış tarihi konusunda net bir şey söyleyemesek de gerek eldeki
kaynakların eserin atfedildiği Diyarbakırlı Şerîfî’yi XVI. yüzyılın ilk yarısında
öldüğünü söylemesi, gerekse de bilinen Sinan Paşalardan birinin XV. yüzyılda
diğer üçünün de 16. yüzyılda yaşamaları bu eserin en geç XVI. yüzyılda kaleme
alındığını göstermektedir. Zaten çalışmamızda alıntıladığımız mensur ve
manzum kısımlardan da anlaşılacağı üzere eser, 16. yüzyıldan daha geç bir
zamana tarihlenemeyecek bir üslup ve dil özelliği göstermektedir. Dolayısıyla
Hadîkatü’l-Fünûn’un şu andaki bilgilerimize göre Türkçe te’lîf edilmiş ilk
belâgat kitabı olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıntılı şekilde tanıtmaya çalıştığımız
bu eserin yakın zamanda tam metninin yayınlanmasıyla belâgat çalışmaları
literatürüne zengin bir kaynağın daha ekleneceği şüphesizdir.
KAYNAKLAR
COŞKUN, Menderes, “Edebî Terimler ve Aruzla İlgili Bir Eser: Ali b. Hüseyin
Hüsâmeddin Amâsî’nin Risâletün Mine’l-Arûz ve Istılâhi’ş-Şi’r’i”, Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul, sy. 8, 2003, s.97-130.
COŞKUN, Menderes, “Edebî Sanatlardan Îhamın Tanım Problemi Üzerine
Düşünceler”, Türk Dili, sy. 600, 2001, s. 882-890.
236
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
COŞKUN, Menderes, “Tevriye ve Çeşitleri Üzerine Düşünceler”, Turkish
Studies, C. II, sy.4, 2007, s. 248-261.
ERASLAN, Kemal, “Eski Bir Belâgat Kitabı”, Birinci Millî Türkoloji Kongresi,
İstanbul, 1986, 6-9 Şubat 1978;
ERÜNSAL, İsmail, “Muîdî’nin Miftâhu’t-Teşbîh’i” Osmanlı Araştırmaları,
İstanbul, sy. VII-VIII, 1988, s. 215-272.
HACIMÜFTÜOĞLU, Nasrullah, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat
Çalışmaları”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 8, 1988,
s. 115-127.
İPŞİRLİ, Mehmet “Koca Sinan Paşa”, C. XXVI, DİA, Ankara 2002, s. 137-139.
KAÇAR, Mücahit, “Şiire Ve Söz Sanatlarına Dâir Bir Mesnevî: Hasan Yâver’in
“Kitâb-ı Fenniyye-i Eş‛âr” İsimli Eseri”,İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, sy. 40, İstanbul 2011, s. 99-154.
KARABEY, Turgut,vd.,Enîsü’l-Uşşâk-Klasik Doğu Edebiyatlarında Sevgiliyle
İlgili Mazmunlar, Ecdad Yayınları, Ankara 1994.
KILIÇ, Hulûsî, “Cevherî, İsmâil b. Hammâd”, C. VII, DİA, İstanbul 1993, s.
459.
KOÇ, Aylin, “Sinan Paşa”,C. XXXVII, DİA, İstanbul 2009, s. 230.
Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, (hazırlayanlar: Cemal Kurnaz-Mustafa
Tatçı), Bizim Büro Yayınları, Ankara 2000.
Sahîh-i Buhârî(çev: Mehmed Sofuoğlu), Ötüken Yayınları, İstanbul 1988.
SARAÇ, M.A. Yekta, “Osmanlı Döneminde Belâgat Çalışmaları”, Journal of
Turkish Studies, Harvard University, C. XXVII, 2004, s. 311-344.
SARAÇ, M. A. Yekta, Klasik Edebiyat Bilgisi: Belâgat, 8. Baskı, Gökkubbe
Yayınları, İstanbul 2010.
SARAÇ, M. A. Yekta, “Tevriyedeki Îham”, İlmî Araştırmalar, sy. 13, 2002, s.
133-149.
SUMMAK, Abdülkadir, Miftâhü’l-Belâga ve Misbâhü’l-Fesâha, Harran
Üniversitesi, SBE, Şanlıurfa 1999, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi).
ŞAFAK, Yakup, “Sürûrî’nin Bahrü’l-Maârifi ve Bu Eserdeki Teşbîh ve Mecâz
Unsurları”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sy. 4, Konya 1997, s. 217-
235.
237
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Güz, 2011
ŞAKİROĞLU, Mahmut H., “Cigalâzâde Sinan Paşa”, C. VII, DİA,
İstanbul1993, s.525-526
TOLASA, Harun, “XVIII. Yüzyılda Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri
Sözlüğü: Müstakimzâde’nin Istılâhâtü’ş-Şi’riyye’si-I”, Ege Üniversitesi
Sosyal Bilimler Fakültesi, Dergisi, sy. 1, 1982, s. 221-229.
TUMAN, Mehmet Nail, Tuhfe-i Naili, (haz. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatçı),
Ankara 2001.
TURAN, Şerafetttin, “Hadım Sinan Paşa”, C. XV, DİA, İstanbul, 1997, s.7-8.
YAZAR, Sadık, Anadolu Sahası Klasik Türk Edebiyatında Tercüme ve Şerh
Geleneği, İstanbul Üniversitesi, SBE, İstanbul 2011, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi).
YETİŞ, Kâzım, “XVI. Yüzyıl Başında Yazılmış Bir Kavâid-i Şiiriyye Risâlesi”,
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,
sy. 29, İstanbul 2000, s. 285-343.

Konular