KLASİK ARAP ŞİİRİNDE DİDAKTİK ŞİİRLER

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
47, 2 (2007) 147-171
KLASİK ARAP ŞİİRİNDE DİDAKTİK ŞİİRLER
Kemal Tuzcu*
Özet
Arap edebiyatında şiir Emevî devrinin sonlarından başlamak üzere bir öğretim
aracı olarak kullanılmıştır. Câhilîye devri şiirinde bu konu, genel olarak kaside
bütünlüğü içinde bir tema olarak görülmektedir. Emevî devrinde görülen urcûzeler
dil çalışmaları için bir kaynak oluşturmuş ve bu manzumeler didaktik birer şiir
kabul edilmiştir. Abbâsî devrinde urcûze formu tamamı ile didaktik veya bilimsel
konulu manzumelere kalmış, çeşitli konularda çok uzun urcûzeler yazılmıştır.
Anahtar sözcükler:Recez, Urcûze, Didaktik, Ebân, Odyssea, İbn Sînâ, elYeşkurî, Fabl
Abstract
Didactic Poems in Classical Arabic Poetry
Poetry in Arabic literature was used as a means of didactic tool starting from
the end of the Umayyad period. During the Jahiliyyah period poems, this is
generally seen as a theme in the entirety of qasîdah. The urjûzas seen during the
Umayyad period, formed a source for the language studies and these verses were
accepted as didactic poems. During the Abbasid period the form of urjûzah wholly is
left to didactic or scientific themed poems, very long urjûzas were written on various
themes.
Key words: Rajaz, Urjûzah, Didactic, Abân, Odyssea, Avicenna, al-Yashkurî,
Fable
* Öğr.Gör. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Arap Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı.
148 Kemal Tuzcu
ARAP EDEBİYATINDA DİDAKTİK ŞİİRİN ORTAYA ÇIKIŞI
Klasik bibliyografik eserler incelendiğinde çeşitli bilimsel konularda
yazılmış urcûze, kasîde veya manzume adı altında bazı didaktik şiirler
görülür. Doğu kökenli toplumların çoğunda bir öğretim yöntemi olarak
görülen bu aktarım biçiminin Araplarda tam olarak ne zaman başladığı
konusunda şimdiye kadar bir çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmada Araplarda
didaktik şiirlerin başlangıç ve gelişme süreci incelenerek konunun aydınlığa
kavuşması amaçlanmaktadır.
Arap Edebiyatında eş-Şi‘ru’-Ta‘lîmî adı verilen didaktik şiirler
okuyucularına bilimsel, dinsel, tarihsel, ahlaki vb. bilgiler vermeyi
amaçlayan şiirlerdir. Bu tür manzumeler şiirsel duyguları, heyecanları
anlatmaktan çok, seçtiği konuyu, konuşma diline yakın bir ifade ile, birbiri
ile kafiyeli dizeler halinde anlatan manzumelerdir.
Araplardan önce bu türün ilk örnekleri eski Hint ve Yunan’da
görülmektedir. Eski Hint’te matematikle ilgili kuralların, hafızada daha
kolay tutulabilmesi için manzum halde yazıldığı bilinmektedir (Emîn, 1936,
I: 263–264). Yunan edebiyatında, Truva savaşını konu alan, Homeros’un
İlyada ve Odyssea destanları da bu türden manzumelerdir. Bazı
edebiyatçılar, Homeros’un bu destanlarını, anlatım üslubundan dolayı ilk
roman örnekleri olarak kabul etmektedirler (Butler, 1991: 2).
Araplarda ise öğretici veya didaktik nitelikte ilk manzum temalar
Câhilîye döneminde görülmektedir. Ancak bunlar İlyada ve Odyssea gibi
uzun manzumeler değildir. M.250 yıllarında Tasm ve Cedîs kabileleri
arasında çıkan bir çatışmada (Çetin, 1973: 69) ‘Afîre binti ‘Abbâd tarafından
söylenen şu şiir buna örnek olarak verilebilir (el-İsfehânî, 1986, XI: 169):
لا أحد أذلُّ مِنْ جَديسِ أ هكذا يُفْعَلُ بِالعَـــروسِ
يَرْضَى بِهَذا يا لَقَوْمِي حُرُّ أَهْدَى وقَدْ أعْطَى و سِيقَ المَهْرُ
لأخْذَةُ الْمَوْتِ آَذَا لِنَفْسِهِ خَيْرٌ مِـنْ أنْ يُفْعَلَ ذَا بِعِرْسِهِ
Cedis’ten daha aşağı bir kavim yoktur. Geline böyle mi yapılır?
Mihri ve hediyeleri verilmişken benim hür kavmim böyle bir şeye razı
olur mu?
Onların ölmesi, gelinlerine böyle davranılmasından daha iyidir.
Câhilîye dönemi şairlerinden biri olan el-Ahnes b. Şihâb et-Taglebî adlı
şair ise Arap kabilelerinin yaşadıkları yerleri anlatırken aynı zamanda
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 149
coğrafi bilgiler verir. Örneğin şair, Arap kabileleri, Bekr b. Vâ’il ve Temîm
boylarının yaşadığı yerleri şöyle anlatıyor (ed-Dabbî, 1942:203) :
و بكر لها ظهر العراق و إن تشاء يحل دونها من اليمامة حاجب
و صارت تميم بين قفٍّ و رمـلة لها من حبال منتأى و مذاهب
Irak’ın üst tarafları Bekr kabilesinindir. Eğer isterlerse el-Yemâme ile
aralarına onları koruyan bir engel girer.
Temîm kum yığınları arasındadır. Uzak kum yığınları arasında
düşmandan kaçacak yolları vardır.
İslâmiyetten hemen önceki dönemde, bir konu bütünlüğü bulunmayan
kasidelerin özellikle sonlarında, şairin hayat tecrübesini, ahlak ve toplum
değerlerini aktardığı birkaç beyiti bu tür şiirlerden saymak mümkündür.
Zuheyr b. Ebî Sulmâ (öl.615) bir kasidesinde seksen yaşında hayattan
bıktığını söyleyerek, hayat tecrübesini şu şekilde aktarıyor (ez-Zevzenî, tsz:
86-87) :
سئمت تكاليف الحياة و من يعش ثمانين حــولا لا أبا لك يسأم
و أعلم ما في اليـوم و الأمس قبله و لكنني عن علـم ما في غد عم
رأيت المنايا خبظ عشواء من تصب تمته و مــن تخطئ يعمر فيهرم
و من لم يصانع في أمــور آثيرة يضــرس بأنياب و يوطأ بمنسم
.................
و من هــاب أسباب المنايا ينلنه و إن يرق أسباب السماء بسلّم
و مـن يجعل المعروف في غير أهله يكن حمده ذمّا عليه و ينــدم
Bıktım, usandım hayatın sıkıntılarından, elbette usanır -babası
olmayasıca- seksen yıl yaşayan.
Ben bu günü ve öncesi olan dün olup biten şeyleri bilirim, fakat yarın
olacaklara karşı körüm.
Ölümü, gece göremeyen bir devenin toslamasından ibaret görüyorum,
rast getirdiğini öldürüyor, rast getiremediği kimse ise yaşayıp
yaşlanıyor.
Kim bir çok işte ılımlı davranmayıp geçimsizlik ederse köpekdişleriyle
ısırılır ve ayaklar arasında ezilir.
……………….
150 Kemal Tuzcu
Kim ölümün sebeplerinden korkarsa, merdivenle göğün kapılarına
yükselse bile, ölümün sebepleri ona ulaşır.
Kim layık olmayan birine iyilik ederse, onun kendisine teşekkürü,
kendisine bir yergiden ibaret olur ve bu iyiliği yapan kimse pişman
olur. (Ceviz vd.2004, 62-63)
Câhilîye devrine ait bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu
örnekler yapı bakımından Emevî ve Abbâsî devrinde ortaya çıkan öğretici
şiirler gibi değildir. Didaktik şiirlerin temeli olan recez ile yukarıda bir
örneğinden alıntı yapılan kaside, şiir tekniği olarak farklı nazım türleridir.
Kökenleri Câhilîye devrine uzanan bu iki türün gelişim süreçleri de farklıdır.
Kaside içyapı ve vezin bakımından bir olgunluğa ulaşarak yine Câhilîye
devrinde gelişimini tamamlamış ve klasik kaside formu ortaya çıkmıştır.
Recez ise develerin uyluklarında ortaya çıkan bir titreme hastalığına
benzetilerek isimlendirilmiş, günümüze kadar ulaşan bir gelişme süreci
içinde Arap şiirini sürekli genişletmiştir. Bu tür, Câhilîye devrinde ve
İslamîyetin ilk yıllarında, savaşlarda tarafların birbirleri ile olan
atışmalarında, deve çobanlarının ezgilerinde veya Arapların diğer günlük
işlerinde kullandıkları bir halk şiiri türüdür. Konuşma diline yakın yapıda,
birkaç beyitlik dizeler halinde söylenen recez, Emevî döneminin başlarında
el-Ağleb el-İclî (öl.21/641), el-‘Accâc (öl. 97/715) ve oğlu Ru’be b. el-
‘Accâc’ (öl.145/762) tarafından uzatılmış (el-İsfehânî, 1986, X:34), yüzlerce
beyitten oluşan manzumelere dönüştürülmüştür.
Önceleri yalnızca bir nazım türü olarak algılanan recezi, aruz vezninin
kurucusu el-Halîl b.Ahmed (öl.175/791) aruz sistemine almış ve aynı adla
bir aruz bahri oluşturmuştur. Bundan sonra recez bahrinde söylenen
manzumelere Urcûze (ç.Erâcîz) adı verilmiştir.
Kasidede bir beyit iki şatırdan1 oluşurken urcûzede aynı kafiyede tek
şatırlık kısma beyit adı verilir. Bu şekilde alt alta yazılan aynı kafiyedeki
beyitlerden oluşan meştûr recez2 formundaki urcûzeler Abbasî devrinin
başlarında önemini yitirmiştir. Ancak urcûze, bazı şekil değişiklikleri ile
tekrar kendini göstermiş, bu defa fabl, aruz, tarih, fıkıh benzeri konuların
anlatımında kullanılmıştır. Birer dizelik, üç tefileli kısa beyitlerin, yanlarına
aynı kafiyede üç tefileli bir beyit daha eklenerek urcûzede kâfiye bütünlüğü
kırılmış, Emevî devrinde görülen birer mısralık kısa beyitler bu defa ikişer
ikişer kafiyelenmiştir. Böylece urcûzedeki kısa aralıkla kafiye tekrarı
1
Şiirinde beyiti oluşturan iki kısımdan her biri.
2
Şatırlardan birinin atılarak beyitin tek şatır halinde kalmasıdır. (bkz. el-Hâşimî, 1965: 22)
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 151
zorluğu aşılmış ve onbinlerce beyitten oluşan, muzdevic veya muzdevice adı
verilen manzumeler ortaya çıkmıştır (Çetin, 1973: 68).
Bu yeni urcûze formu tam anlamıyla şiir değil, sadece kavramsal açıdan
şiirdir. Şiirde olması gereken duygusal coşku, tasvir vb. hiç biri yoktur.
Yalnızca manzum oluşu ve aruz bahirlerinden birinde yazılması dolayısıyla
şiirdir. Yukarıda da belirtildiği gibi recez, gerek bahir olarak gerek nazım
türü olarak konuşma diline yakın bir yapıdadır. Bu bahirde eser vermek için
tam bir şair olmaya gerek yoktur. Bu kolaylığı yüzünden recez bahrine
Şairlerin Merkebi denmiştir. Çünkü zihaf ve illetlerin bolluğu Arap dilinde
mevcut türetme şekillerinin hemen hepsini kapsıyor, dile giren yabancı
sözcükler bir şekilde Arapçalaştırılıyor veya sözcüğün yapısına harf eklemek
ya da çıkarmak suretiyle, bazen zorluklar çekilse de sözcük vezne ve
kafiyeye uyduruluyordu3.
Câhilîye ve Sadru’l-İslâm dönemlerinde, kaside ve recez arasında
yapılan belirgin ayrım sonucu recez ikincil bir nazım şekli olarak
görülmüştür. Ancak, halk şairleri olarak da adlandırabileceğimiz râcizler bu
nazım biçimine sahip çıkmışlar, özellikle Emevî döneminde urcûzeleri,
kasidelerle yarışır duruma getirmişlerdir.
1- Emevî Dönemî ve İlk Didaktik Urcûzeler
Emevî devrinde Arapların fethettikleri yerlerin halklarıyla olan
bağlantıları onların fikir ve düşünce dünyasını etkilemiş, meyveleri daha çok
Abbâsî döneminde alınacak olan bilimsel bir kıpırdanma başlamıştır. Emevî
döneminde, Câhilîye döneminde olduğu gibi Arapçılık ruhu önem kazanmış,
şehirleşme hareketleri hızlanmış, ortaya çıkan dini ve siyasi çekişmeler
toplumda kültürel ve edebi bakımlardan bazı gelişmelere neden olmuştur.
Halifelerin, şairleri, şiir ravilerini, dilcileri bizzat saraylarına çağırarak
yaptıkları edebi sohbetlerde ağırlıklı olarak işlenen konu Arap şiiri ve Arap
diliydi. Arapların, Arap olmayan toplumlarla ilişkiye girdikleri bu dönemde,
şiiri ve dili koruma çabası içinde bulunduklarını görüyoruz. Bu noktada
özellikle Kur’ân-ı Kerîm’in doğru okunup, doğru anlaşılması endişesi de
dikkatleri dile yöneltmiş, dilin korunması amacıyla dili kayıt altına alma
çalışmaları başlamıştır. Bu nedenle hicri I.yüzyıl ve II. yüzyılın başlarında
3
el-Câhiz şiir konusunda bazı açıklamalar yaparken Arapçada söylenen her sözün mutlaka bir
tefileye uygun olduğunu belirtiyor ve bir satıcı “ ”من يشتري باذنجانdiye bağırsa onun bu sözleri
مستفعلن مفعولاتşeklinde vezinlenir.” demektedir. O bununla şiirde kasd esasına örnek veriyor.
Yukarıdaki sözlerde kasd olmadığı için tabii olarak şiirden saymıyor. Ancak konuşma diline
yakın bir aralıkta yazılan öğretici şiirlerde bir kasd olduğu için bunları şiirden saymak gerekir.
(bkz. el-Câhiz, 1968 I: 154)
152 Kemal Tuzcu
üzerinde durulan ilk bilimsel konular Arap filolojisi merkezli tefsir, hadis ve
fıkıh gibi İslami bilimler olmuştur.
Öz Arap kültürünün öne çıktığı bu dönemde, şairlerin yanı sıra
şiirlerinde bedevi hayatına özgü temalara ve garîb yani anlaşılmaz, yabancı
sözcüklere yer veren el-‘Accâc ve oğlu Ru’be, Ebû Nuhayle, el-‘Umânî gibi
râcizler4 de kabul görmüştür. Bu râcizler sık sık kafiye tekrarı gerektiren
urcûzelerinde Arapçanın zengin söz varlığını sergilemişler, bu arada
urcûzelerde geçen ve dilde az kullanılan veya hiç kullanılmayan, anlaşılmaz
sözcükler gün ışığına çıkmıştır. Bu sözcükler, özellikle Kur’ân ve hadisteki
garîb sözcükleri derleyip açıklamaya çalışan bilimsel çevrenin sürekli
ilgisini çekmiştir. Râcizlerin yanı sıra Arap diline ve şiir bilgisine hâkim
olan Beşşâr b. Burd, Ebû Nuvâs, Ebû Temmâm gibi tanınmış şairler de
urcûze söylemişler ve dilde râcizlerin üslubunu izlemişlerdir.
Dil çalışmalarının önem kazandığı böyle bir ortamda şairler ve râcizler
dönemin ruhuna uygun olarak dilcilerin dikkatini çekecek ve kendilerini ön
planda tutacak, dilde hiç kullanılmayan ya da az kullanılan sözcükleri ve
kural dışı kullanımları şiirlerine doldurmuşlardır. Dilciler eldeki
kaynaklardan anlamları hakkında bilgi edinemedikleri bazı sözcüklerin
anlamlarını bizzat şairlerden sormak gereksinimi duymuşlardır. Yûnus b.
Habîb, es-Sânih ve el-Bârih sözcüklerinin anlamlarını Ru’be’ye sormuştur
(el-İsfehânî, 1986, II: 202). Dilcilerin Cuma günleri onunla bir araya gelip,
dile ait konuları görüştükleri rivayet edilir (el-İsfehânî, 1986, XX: 366–367).
Öyle ki Ru’be bazı sözcüklerin anlamını yalnız kendisinin ve babasının
bilebileceğini iddia etmiştir (el-İsfehânî, 1986, XX: 363). Abdullah b. el-
‘Accâc ve oğlu Ru’be urcûzelerinde o kadar çok garîb sözcük
kullanmışlardır ki kendilerinden sonra bu beyitler şahit beyit olarak ilgili
eserlerde yerlerini almışlardır. el-Halîl b. Ahmed, Ru’be b. El-‘Accâc’ın
cenazesinden dönerken “Bugün şiiri, fesahati ve dili gömdük" demiştir (el-
İsfehânî, 1986, XXI: 71). Ru’be’nin bir urcûzesinin ilk dizeleri şöyledir
(Ru’be, 1903: 104):
و قَاتِمِ الأعماقِ خَاوي المُخْتَـرَقْ
مُشْتَبِهِ الأعـلامِ لـَمَّاعِ الخَـفَقْ
يَكِلُّ وَفْدُ الرِّيحِ منْ حَيْثُ انْخَرَقْ
شَأزٍ بِمَنْ عـَوّهَ جَـدْبِ الْمُنْطَلَقْ
نـاءٍ مِـنْ التَّصْبيحِ نَاءي المغْتَبَقْ
تَبْدو لَنا أعْـلامُهُ بَعْـدَ الْغَـرَقْ
4
Recez söyleyen.
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 153
فـي قِطَعِ الآلِ و هَبْـواتِ الدُّقَقْ
خــارِجَةً أعْناقُها مـِنْ مُـعْتَنَقْ
Nice derin karanlıklar, ıssız geçitler.
Bir birine benzer tepeler, uçsuz bucaksız çöller.
Rüzgâr çıktığı yerden buralara gelince esmekte yorgunluk çeker.
Oraya oturup yerleşene hiçbir şeyi olmayan bir tepe.
İyi sabahlar diyen birinin çıkması, akşam şarabı içecek birinin çıkması
kadar imkânsızdır.
Bir tufandan sonra tepeleri bize,
Ceylan sürüleri gibi ve ince toz bulutları halinde görünür.
Başları seraptan çıkmış bir halde.
Urcûzeler, çoğu zaman kasidelerde olduğu gibi sevgilinin bıraktığı
izlere ağlayarak başlar. Daha sonra yolculuk, deve veya çöl tasvirine geçilir.
Oldukça uzun olan bu tasvirlerde dil de çok ağırdır. Birçok anlaşılmaz
sözcükle örülüdür. Daha sonra asıl konu olan methiye, hicviye vb.lerine
geçilir. Ancak konu, yoğun tasvirler arasında çok cılız kalır. Son bölümde
ise râciz, kasidelerde olduğu gibi hikmetli söz, öğüt veya hayat tecrübelerini
içeren birkaç beyitle urcûzesini noktalar. Câhilîye devri şiir geleneğini
sürdüren Emevî şiirinde, kısmen İslâmî kavramlar da etkisini göstermiş
urcûzelerin girişlerinde hamdeleler ve salveleler yer almıştır. Halife
‘Abdulmelik b. Mervân’ın, Hâricîlerden Ebû Fudeyk el-Hâricî’yi öldürtmesi
üzerine el-‘Accâc’ın onu övdüğü urcûzesinin girişi bu türden bir
mukaddimedir (el-‘Accâc, 1995:63-64):
قد جـبر الـدين الإله فجبر
و عور الرحمن من ولَّى ا لعور
الحمد الله الذي أعْـطَى الحبْر
Allah dini ıslah etti o da düzeldi.
Allah çekip gidenin gözünü kör etsin.
Sevinci veren Allah’a hamd olsun.
Öte yandan el-‘Accâc’ın rakibi olan Ebu’n-Necm el-‘İclî’nin, recez
sanatının en olgun örneklerinden biri sayılan meşhur Lâmiyyesi şu şekilde
başlamaktadır (İbn Sellâm, tsz, II, 748):
154 Kemal Tuzcu
الحمدُ الله الوَهُوبِ المُجْزِلِ
أعطى فلم يبخلْ ولم يُبَخَّلِ
Cömert, bolca veren Allâh’a hamd olsun.
Hep verdi, eli sıkı davranmadı.
Emevî halifelerinden Velîd b.Yezîd (Hilafeti: 125-126/742-743)’in bir
hutbesi içinde söylediği urcûzesi şu şekilde başlar (el-İsfehânî, 1986, VII:
68):
الْحَمْدُ اللهِ وَلِــيِّ الْحَمْدِ أحْمَدُ في يُسْرِنَا والْجَهْدِ
وهُوَ الّذِي في الْكَرْبِ أسْتَعِينُ وهُوَ الّذِي لَيْسَ لَهُ قَرِينُ
أشهد في الدنيا وما سـواها أنْ لا إله غَيــره إلها
Hamda layık olan Allah’a hamd olsun, sıkıntıda ve rahatlıkta ona hamd
ederim
Üzüntü sırasında yardım istediğim, eşi, benzeri olmayan O’dur.
Dünya ve dünyanın dışında Ondan başka tanrı olmadığına şahitlik
ederim.
Her ne kadar Abbâsî devrinde göreceğimiz türde çeşitli bilimsel ve
edebî konularda verilen didaktik şiirler gibi olmasalar da hemen her
dizesinde mutlaka garîb bir sözcüğün bulunduğu bu dönem urcûzeleri, Arap
edebiyatının ilk didaktik şiirleri olarak kabul görmüş ve Abbâsî devri
didaktik şiirlerin ilk çekirdeklerini oluşturmuştur (Dayf, 1966: 5 ).
2.Abbâsî Döneminde Öğretici Şiirler:
Abbâsî döneminde, Arapların yabancı unsurlarla ilişkileri daha da
artmış, edebî zevk değişmeye başlamıştır. Artık anlaşılmaz sözcüklerle dolu
urcûzeler önemini yitirmiş ve urcûzeler şekil bakımından ve içindeki
anlaşılmaz, yabancı sözcükler yüzünden eleştiriye uğramıştır. Ebu’l ‘Alâ’ elMa‘arrî, Emevîler devrinde sanatsal açıdan beğeni kazanan urcûzelerin,
içinde bulunan yabancı veya işlek olmayan sözcüklerden dolayı methiye
konusuna hiç uymadığını belirterek şöyle der: “ Sözünüz övgüye uymuyor,
siyah bir katrandan fazlası değil, bir taşla memduhun kulaklarını
tırmalıyorsunuz. Hoş kokulu bir ud buhuruyla keyifleniliyor. Çok seyahatten
dolayı ağıt yaktığınız deve vasfından ne zaman çıktınız da yüzer gibi koşan
ata ya da avı için havlayan köpeğe geçtiniz” (el-Ma‘arrî, 1969: 377 ). Bu
sözleriyle hem konu hem de şekil bakımından urcûzeyi eleştirmektedir.
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 155
Diğer yönden Emevî devrinde görülen ve vezin olarak meştûr recez adı
verilen üç tefileli urcûze şekli, bir anlatım darlığı yaratıyor, ifade edilmek
istenen fikirler çoğu zaman birkaç beyite taşıyordu. Bu nazım şeklinin bir
başka zorluğu yukarıda belirtildiği gibi kafiye tekrarıdır. Şair urcûzesine
hangi kafiyede başlamışsa o kafiyede bitirmek zorundadır ve yüzlerce
beyitlik uzun urcûzelerde bunu yapmak oldukça zordur.
Yazının yaygın olarak kullanılamadığı ve yerleşik sözlü aktarım
geleneğinin sürdüğü bu dönemde, recez eğitim alanında çok ilgi gören bir
nazım biçimi olmuştur. Ezberin ön planda olduğu öğretim kurumlarında
recez önemli bir boşluğu doldurmuştur. Her beyti, kendi arasında kafiyeli,
iki şatırdan oluşan müzdevic şiirleri ezberlemek, düz nesri ezberlemekten
çok daha kolaydır. İbn Sînâ (öl.427/1035) bu konuda : “ Çocuğa önce recez
sonra kasîde öğretmek gerekir. Çünkü recezi ezberlemek vezninin hafif,
beyitlerinin kısa oluşu yüzünden daha kolaydır5 .”diyerek bunu
vurgulamıştır.
Klasik mensûr eserler bir inşa düzeni içinde yazılmıştır. Yazar
besmeleden sonra Allah’a hamd ve peygambere salat ile söze başlar,
ardından mütevazi ibarelerle kendi adını ve eserinin adını belirtir. Bundan
sonra konuya geçer. Eser uzunsa, konu mensur eserlerde olduğu gibi alt
başlıklara ayrılır. Yazar anlatacaklarını anlattıktan sonra bir sonuç bölümü
ile eserini bitirir. Öğretici manzumelerde de aynı inşa düzeni korunmuştur.
Örneğin İbn Mâlik (öl. 672/1273) “Elfiyye”sine şöyle başlamaktadır:
قال مـحمد ابـن مـالك أحمد ربي االله خير مالك
مصليا على الرسول المصطفى و آله المستكملين الشرفاء
Yukarıdaki örnekteki beyitlerden de anlaşılacağı üzere didaktik şiirler
mensur eserlerden, görünüşte kafiyeden başka bir fark taşımamaktaydı.
Konuşma dilinde mensur bir yazının yalnızca kafiyeye dökülmüş hali
gibiydi. Zaten şiire yatkın olan Arap toplumunda, bilginler ve sanatçılar bu
manzumeleri söylemekte hiç zorlanmamış, hemen her alanda bu üslupta
manzum eserler vermişlerdir.
2.1.Abbasi Döneminde Didaktik Şiirin Başlıca Konuları
2.1.1.Arap Dili ve Grameri
Bu dönemde üzerine en çok manzum eser yazılan konu Arap dili
grameri olmuştur. Gramerle ilgili en eski manzumenin, Araplarda gramer
çalışmalarını başlatan ve aruz vezninin kurucusu olduğu kabul edilen elHalîl b. Ahmed’e (öl.175/791) ait olduğu belirtilmektedir. Sultan Kâbus
5
www.annabaa.org/nba56/aalam.htm (2008)
156 Kemal Tuzcu
Üniversitesi profesörlerinden Ahmed ‘Afîfî, 293 beyitten oluşan, tam kâmil
bahrinde bir manzume yayınlamış ve manzumenin el-Halîl b. Ahmed’e ait
olduğunu iddia etmiştir. Konuyu iki makale halinde yayınlayan yazar bu
manzumenin gramer konusunda yazılmış ilk manzume olduğunu iddia
etmekte ve bu konuda bazı kanıtlar sunmaktadır. Bu manzumenin ilk
beyitleri şöyledir (‘Afîfî, 1995, 120):
الحمد الله الحميد بمنه
أول وأفضل ما ابتدأت و أوجب
حمدا يكون مبلغي رضوانه
وبه أصير إلى النجاة واقرب
وعلى النبي محمد من وبه
صلواته وسلام ربي الأطيب
إني نظمت قصيدة خبرتها
فيها آلام مؤنق وتأدب
..............................
Hamd, lutfuyla övgüye değer Allah içindir.
Başladığım şeyin ilki ve en değerlisi,
Rızasına ulaşacağım kadar büyük hamd,
Onunla kurtuluşa döner ve yaklaşırım.
Peygamber Hz.Muhammed’e,
Rabbimin en güzel salâtı ve selamı üzerine olsun.
Ben bir kasîde düzdüm.
Sözün güzelini anlattım.
Ancak bibliyografik ve biyografik eserlerin hiç birinde el-Halîl b.
Ahmed’e ait, gramerle ilgili bir manzumeden söz edilmemektedir.
Daha sonra bu alanda Ahmed b. Mansûr el-Yeşkurî’nin (öl.370/980-81)
üç bin beyite yaklaşan urcûzesini görüyoruz. el-Halîl b. Ahmed’in kaynak
eserlerde, hiç söz edilmeyen manzumesi dikkate alınmazsa bu konudaki en
eski urcûzenin el-Yeşkurî’ye ait olduğunu söyleyebiliriz. Bu urcûzenin ilk
beyitleri şöyledir (et-Tannâhî, 2002, I, 140, 144):
الحمد الله الذي تعالى واستخلص العزة و الجلالا
.......
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 157
فجمعنا زيدا على أزياد و أزيُدٌ إن شئت أو زيـادِ
و ربّما قيل زُيُودٌ و زُيُدْ و جمْعُنا العبدَ عِبادٌ و عُبُـدْ
Hamd, ululuk ve şerefin kaynağı yüce Allah’adır.
İstersen Zeyd sözcüğünü, Ezyâd, Ezyud veya Ziyâd olarak çoğul
yaparız.
Belki Zuyûd ve Zuyud da olur. ‘Abd sözcüğünü ‘ibâd ve ‘ubud şeklinde
çoğul yaptığımız gibi.
Ebû Muhammed Kâsım b.‘Alî el-Harîrî (öl.516/1122) Mulhatu’l-İ‘râb
adlı urcûzesinde yine Arap gramerini ele almıştır. Urcûzenin ilk beyitleri
şöyledir (Çelebî, 1992, II: 1817 ):
أَقُولُ مِن بَعْدِ افْتِتَاحِ القَولِ بِحَمْدِ ذِي الطَّولِ الشَّدِيدِ الحَولِ
وَبَعْدَهُ فَأَفْضَـلُ السَّــلاَمِ عَلَى النَّبيِّ سَـــيِّدِ الأَنَـامِ
وَآلِـهِ الأَطْـهَارِ خَـيرِ آلِ فَافْـهَمْ آَلاَمِي وَاسْتَمِعْ مَقَالِي
يَا سَائِلِي عَنِ الكَلاَمِ المُنْتَظِمْ حَـدّاً وَنَوعاً وَإِلَى آَمْ يَنْقَسِمْ
اسْمَعْ هُدِيْتَ الرُّشْدَ مَا أَقُولُ وَافْهَـمْهُ فَهـمَ مَنْ لَهُ مَعْقُولُ
Güç ve kudret sahibine hamd ile sözü açtıktan sonra
Arından da bütün yaratılmışların efendisi olan peygambere
Ve en hayırlı aile olan onun temiz ailesine selamın en güzeli, sözümü
anla, dediğimi dinle
Ey düzgün sözün tanımını, çeşitlerini ve kaç kısma ayrıldığını bana
soran
Dinle söyleyeceğim ile doğruya ulaşacaksın, öyleyse akıllı biri gibi
anla.
Dilci İbnu Dureyd’in (öl.321/933) de dille ilgili bazı urcûzeleri vardır.
Fakat daha ilginç olanı onun Ahvâz valisi Abdullah b. Muhammed b. Mîkâl
ve oğlu İsmail’i övdüğü el-Maksure’sidir. Eser yaklaşık iki yüz elli beyittir.
Bu urcûze, maksûr harflerle kâfiyelendiği için el-Maksûre adı verilmiştir.
Girişi klasik kasîde girişi gibi bir nesible başlar ve ardından tasvirle devam
eder (Dayf, 1973: 251-252; el-Cevherî, tsz: 377):
158 Kemal Tuzcu
يا ظبيةُ أشبه شيء بالـمَهَا ترعَى لخزامى بيـن أشجـار النقَا
إمّا تَرَيْ رأسِيَ حَاآَا لـونُهُ طُرَّةَ صُبـحٍ تـحتَ أذيال الدُّجَى
اشْتغَلَ المبيّضُّ في مسْـودِّهِ مِثْلَ اشْتِغالَ النّارِ في في جزلِ الغَضَى
Ey Ceylan, (gözlerin), en-Nekâ ağaçları arasında güzel kokulu
bitkilerle otlayan yaban ineğinin gözlerine ne kadar benzer.
Başıma bak, kaybolmaya yüz tutan karanlıktaki sabahın ilk ışıkları gibi.
Siyahlıklarda beyazlar, sönük alevlerle yanan el-Gadâ ağacının yanışı
gibi yanar.
Bu eserin konuyu ilgilendiren yönü, beyitleri arasında dilde
kullanılmayan bazı sözcükleri, bazı maksûr isimlerin az rastlanan çoğullarını
içermesi ve dilcilerin çeşitli amaçlarla sık sık bu urcûzeye başvurmalarıdır.
İbn Dureyd’in didaktik şiire gerçek anlamda katkısı Arapçada maksûr
ve memdûd isimleri içeren bir urcûze yazmış olmasıdır. Burada elli yedi
maksûr ve memdûd sözcükten bahsetmektedir. Bu urcûzenin ilk beyitleri de
şöyledir (Dayf, 1973, 253):
لا تَرآَنْ إلى الهَوَى و احذرْ مفارقة الهواء
يوماً تَصيرُ إلى الثَّرَى و يفوزُ غيرُكَ بالثَّراءِ
Boş arzulara yönelme, bir gün nefessiz kalacaksın, sakın!
Toprak olup gideceksin, servete senden başkası konacak.
Eser yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı üzere ilk şatır sonunda
maksûr okunan isimleri, son şatırda ise memdûd okunan isimleri
vermektedir. Bundan sonra kendinden önceki harf kesra olup maksûr ve
memdûd okunan اللِّوَىve اللِّوَاءgibi6 veya kendinden önceki kesralı olup
kendisi maksur olan ve kendinden önceki fethalı kendisi memdûd olan سِوَى
ve سَوَاءgibi isimlerle7 farklı anlamlara da gelebilen sözcükle devam
etmektedir.
‘Abbâsî döneminin sonlarında Arap dili grameri alanında İbn Mâlik
(öl.672/1273)’in urcûzesini görmekteyiz. Yazar eserini el-Hulâsa diye
adlandırmasına rağmen urcûze el-Elfiyye adı ile tanınır. Bu dönemlerde
ortaya çıkan bu tür manzumeler revi harfine göre isimlendirilmiştir. Fakat
İbn Mâlik’in eseri tam bin beyit olduğu için bu adı almıştır. Gramer alanında
6 اللوىTabaka tabaka görülen kum katmanları, اللواءbayrak, emîr
7
سوىistisna edatı, سَواءise eşitlik
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 159
yazılan manzumelerin en tanınmışı bu eserdir. Eserin ilk beyitleri şöyledir
(Çelebî, 1992, I: 151):
قال مـحمد ابـن مـالك أحمد ربي االله خير مالك
مصليا على الرسول المصطفى و آله المستكملين الشرفاء
......
Muhammed İbnu Mâlik dedi ki: En iyi sahip, Rabbim olan Allah’a
hamd ederim.
Seçilmiş peygambere ve onun mükemmel, şerefli ailesine salat ederek
(dedi ki:)
İbn Mâlik, manzumesinin dizeleri arasında, daha önce bu konuda
manzume söylemiş olan İbn Mu‘tî’nin Efiyye’sinden de bahseder (İbn ‘Akîl,
1980, I: 11-12):
و تقتصي رضاً بغيـر سخطِ فائقة ألفية ابن مـــعطِ
وهْـو بسبْقٍ حـائزٌ تفْضيلا مستوجبٌ ثنائي الجمـيلا
İbn Mu‘tî’nin Elfiyyesinden de üstün olduğuna gücenmeden rıza
göstermek gerekir.
O daha önce böyle bir Elfiyye yazmış olup bir üstünlük kazanmıştır.
Onu iyi bir şekilde yad etmeyi görev sayarım.
İbn Mâlik’in anmayı bir görev saydığı Yahyâ b. ‘Abdilmu‘tî b.
Abdinnûr (öl.628/1229), urcûzesini ed-Durretu’l-Elfiyye olarak
adlandırmıştır. Yine nahiv konulu urcûzenin ilk beyti şu şekildedir (Çelebî,
1992, I: 155):
يقول راجي ربه الغفور يحيى بن معط بن عبد النور
Bağışlayıcı rabbini dileyen Yahyâ b. ‘Abdilmu‘tî b. Abdinnûr şöyle der:
İki urcûze arasında bir karşılaştırma yapıldığında, İbn Mâlik’in
yukarıdaki urcûzeden oldukça yararlandığı görülmektedir. Urcûzelerin
girişleri bile aynı üsluptadır.
Arap kültürünün yükselişe geçip olgunlaştığı Abbasî döneminde
urcûzelerin en belirgin kullanım alanlarından biri de manzum hikâye tarzı
olmuştur.
2.1.2 Hikâye (Fabl)
Batı edebiyatında Fabl olarak adlandırılan, hayvanları veya diğer cansız
varlıkları konuşturarak hikâye etme yöntemi, Hint kökenli bir edebî türdür.
Daha çok ahlaki bir ders vermek amacıyla yazılan didaktik konulu
160 Kemal Tuzcu
hikâyelerdir. Hint kültürüyle olan etkileşimi nedeniyle Farslara geçen bu
edebî tarz, Fars-Arap kültürel etkileşiminin en yoğun zaman olan Abbâsîler
döneminde Araplara geçmiştir. Bu tarzda verilen en belirgin edebî eser İbn
Mukaffa‘ nın (öl.139/756-757) Farsçadan Arapçaya çevirdiği Kelîle ve
Dimne’dir. Ancak bu eserin, manzum anlatımın çok yaygın olduğu
Araplarda, urcûze üslubuna konması kaçınılmazdı.
Manzûm hikâyecilikte Abbâsî devrinin başlarında, bu konuda oldukça
fazla eser veren bir şair olarak, didaktik şiirin mucidi kabul edilen Ebân b.
Abdilhâmid el-Lâhikî’yi (öl.200/815) görmekteyiz (Huseyn, 1993, II: 220).
Onun en büyük eseri şüphesiz ki on dört bin beyitlik manzum Kelîle ve
Dimne tercümesidir. Muzdevic urcûze şeklinde yazılan bu eserin girişi şu
şekildedir:
هذا آِتابُ أَدَبٍ و مِحْنَهْ و هو الذي يُدْعى آَلِيلة و دِمنَهْ
فيه احْتِيالاتٌ و فيه رُشْدُ و هو آِـتابٌ وَضَعَتْه الهِنـْدُ
Bu edep ve meşakkat kitabıdır. Bu Kelîle ve Dimne denilen kitaptır.
Onda hem hileler hem doğru yol vardır. Hintlilerin yazdığı bir kitaptır.
Kaynaklarda bu eserin hemen tamamının kayıp olduğunu
belirtilmektedir. Kimine göre yalnız bu iki beyit kalmıştır (Zeydân, 1983, I:
387). Ancak çeşitli rivayetlerde bazı bölümleri yine nakledilmektedir. Eserin
asıl başlangıcı olan Aslan ile Öküz babına ait birkaç beyit de şu şekildedir
(el-Cevherî, tsz: 365):
وَ مَنْ يَعِشْ في وَحْشَةٍ و ضِيقِ و قِلّةَ الـمَعْروفِ في الصَّديقِ
فَهْوَ و إنْ عَمَّرَ طـولَ دَهْرهِ ليْـسَ بِمَغْبوطٍ بِطولِ عُمرِهِ
قِيـلَ أيـضاً أنَّهُ قـدْ يَنْبَغي للرَّجُلِ الفاضِلِ فِيـما يَبْتَغي
ألا يُـرى إلاّ مع الأمْـلاكِ أوْ يعْبـُدُ االلهَ مــع النُّسَّاكِ
قَالَ لَهُ السَّبعُ : لَقَدْ سَمِعْتُ وآُـلَّ ما تَقُولُ قَدْ فَهِمْتُ
لكنّني لَسْتُ أظُنُّ مَـا تَظُنْ بالثّوْرُ مِنْ غِشٍّ بَلَى ظَنيّ حَسَنْ
Yalnızlık, sıkıntı ve arkadaşına az iyilik ederek yaşayan
Uzun yaşasa da ömrü boyunca mutlu olamaz.
Faziletli kişiye istediği şeyi yapması gerekir
Hep refah içinde ya da dindarlarla birlikte Allah’a tapanlarla
görülmemelidir.
Aslan ona şöyle dedi: bütün söylediklerini işittim ve anladım.
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 161
Fakat ben öküzün yaptığının bir hile olduğu konusunda senin gibi
düşünmüyorum. Aksine yaptığı iyidir.
Bu alanda bir başka eser ise Ebû Ya‘lâ b. Muhammed b. El-Hubâriyye
el-Hâşimî (öl.509/1115-16)’nin, es-Sâdih ve’l-Bâgim adı altında kaleme
aldığı manzum hikâyelerdir. Yazar bu eserinde üslup olarak el-Lâhikî’nin
Kelîle ve Dimne adlı manzum eserini taklit etmiştir. Eser genel olarak üç
bölüme ayrılmıştır. İlk bölümde dindar ile kâtil’in tartışmaları, ikinci
bölümde beyan ve hayvanların karşılıklı övünmeleri ve son bölümde edeb
kısmı bulunur:
الحمد الله الذي حبـاني بالأصغرين القلب واللسان
Bana kalbi ve dili veren Allah’a hamd olsun
Yazarın on yılda tamamladığını belirttiği, iki bin beyitlik eserin son
beyitleri ise şu şekildedir. (Çelebi, 1992, II: 1070 )
هذا آتاب حسن تـحار فيه الفطن
أنفقت فيه مـده عشر سنين عـده
Bu akıl sahiplerini hayrette bırakan güzellikler kitabıdır
Onu yazmak için on yıl harcadım
el-Lâhikî daha çok mevcut mensur eserleri ustaca şiire dökmüş ve bu
konuda beğeni kazanmıştır. Kendisinden sonraki yazarlar özellikle manzum
Kelîle ve Dimne’yi taklitle aynı tarzda yeni eserler vermişlerdir.
2.1.3.Tarih ve Biyografi
Araplardaki, Ahbâr, Vefeyât, Terâcim, Tabakât ve Siyer konulu
eserlerin tamamı bu başlık altında değerlendirilebilir. Ancak özellikle ilk
dönemlerde tarih ve biyografi kitapları arasında kesin bir ayrım yapmak
fazla mümkün değildir. Erken dönem siyer kitaplarının çoğu daha sonra
yazılan tarih kitaplarına da kaynaklık yapmıştır. Arap kültüründe her zaman
önemli bir yer tutan bu tür eserlerin ilklerine baktığımızda hepsinin mensûr
eserler olduğunu görmekteyiz.
Tarih ve biyografiyi manzûm bir konu olarak düşünen ve bu konuda
eser veren ilk yazar yine Ebân b.Abdilhâmid el-Lâhikî’dir. Zâtu’l-Hulel
adını verdiği bir urcûzesinde insanlığın yaratılışından kendi zamanına kadar
dünyanın durumunu anlatır. Ayrıca Erdeşîr ve Enuşirevân’ın hayat
hikâyelerini ele aldığı başka urcûzeleri de bulunmaktadır (Brockelman III,
1959:105; Dayf, 1973: 246).
Abbâsî dönemi şairlerinden Alî b. el-Cehm’in (öl.249/863) elMuhabberetu’l-Kubrâ adlı urcûzesinde yaratılışın başlangıcı ile söze başlar.
162 Kemal Tuzcu
Havva ve Adem, İblisin onlara verdiği vesveseler, cennetten yeryüzüne
inişleri, Nuh tufanı Hz. İbrahim’in putları kırması ve kutsal kitaplarda geçen
diğer peygamberlerin kıssalarını manzum bir şekilde anlatır (Dayf, 1973:
247). Şair urcûzesine şu girişle başlar (el-Cehm,1949: 228):
الحمد الله المعيد المـبدي حمدا آثيرا و هو أهل الحمدِ
ثمَّ الصلاة أوّلاً و آخـِراً على النّبِيِّ باطناً و ظاهـرا
يا سائلي عن ابتداء الخلقِ مسْألةَ القاصدِ قصْد الـحقِّ
...........................................................
Yoktan yaratan ve yeniden dirilten Allah’a sayısız övgüler olsun o buna
hakkıyla layıktır.
Sonra ezelde ve ebedde açık ve ya gizli her halde salat Hz. Peygambere
olsun
Ey yaratılışın başlangıcını gerçeği kasd ederek soran....
Daha sonra Âdem’le Havva’nın yaratılışı ve şeytanın onları aldatması
kıssası ile devam eder (el-Cehm, 1949: 228-229):
إنّ الذي يفعل ما يشاءُ و من له العزة و البـقاء
أنْشأ خلقَ آدمٍ إنْـشاءَ و قدَّ منه زوْجَهُ حـوّاءَ
مبْتَدِئاً ذلك يومَ الجمعهْ حتّى إذا أآمل منه صُنْعَهْ
أسْكنه و زوجَهُ الجِنانَا فكان من أمرهما ما آانا
غرّهما إبليسُ فاغترّا بِهِ آما أبانَ االله في آِتـابهِ
İstediğini yapan izzet ve beka sahibi,
Ademi sağlam bir şekilde yarattı, eşi Havva’yı da yine ondan yarattı.
Buna Cuma günü başladı ve Cuma günü tamamladı.
Onu ve eşini cennetlere yerleştirdi, ancak olan oldu.
Ve İblis onları aldattı, onlar da aldandı,
Allah’ın Kitabında apaçık anlattığı gibi.
el-Cehm’in divanında bazı rivayet farkları ile yine Hz.Adem’in
yaratılışı konusunda on sekiz beyitlik kısa bir müzdevic urcûze daha vardır
(el-Cehm: 1949: 157-159).
İbnu’l-Mu‘tezz’in, Halife el-Mu‘tezid b’illâh’ın hayat hikâyesini
anlattığı manzum müzdevic urcûze dört yüz on sekiz beyitten oluşmaktadır.
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 163
Yazar burada halifenin yaşamını, devletin, hilafete geçmeden önceki
durumunu, hilafeti boyunca olan tarihi olayları, savaşları anlatmaktadır.
Divanda Urcûzetu’l-Mu’tezid adı verilen bu manzumenin, halifenin emriyle
yazıldığı belirtilmektedir. Bu urcûzenin ilk beyitleri şöyledir (İbn elMu‘tezz, 1995: 399):
بسم الإِلّهِ الـمَلِكِ الرَّحْمنِ ذِي العِزِّ والقُدْرَةِ والسُّلطانِ
الحمدُ للَّهِ عـَلــى آلائِه أحْمَدهُ والحَمْدُ مِنْ نَعمَـائِهِ
أبْدَعَ خَلْقاً لَمْ يـكُنْ فَكانا وأظـهَرَ الُحجَّةَ والبَيـانا
وَ أرْسَلَ الرُّسُلَ بِحَقٍّ سَاطِعِ قَـاهرِ آُلَّ باطـلٍ وَقَامعِ
وَ جَعلَ الـخَاتَمَ لِلنبُـوَّهْ أحمَد ذَا الشَّفَاعـةِ المَرجُوَّهْ
الصَّادقَ الـمهذَّبَ المُطَهَّرا صَلَّى عَلـيه رَبُّـنا فَأآْثَرا
مَضَى وَ أبقـى لِبنِي العَبْاسِ مِيراثَ مُلْكٍ ثَابتِ الأسَاسِ
بِرغْم آُلِّ حَاسدٍ ِلا يَبْغِيهِ يَـهْدِمـُهُ آَـأنَّه يَبْنـِيهِ
................................................................
Melik ve Rahman olan, güç ve kudret sahibi Allah’ın adıyla
Nimetlerinden dolayı Allah’a hamd olsun, Ona hamd ederim, hamd da
onun nimetlerindendir.
Mevcudatı yoktan yarattı delilleri açıkça ortaya koydu.
Bütün batıl şeyleri ezip kahreden ap açık gerçek delillerle peygamberler
yolladı.
Şefaati umulan Ahmed’i nübüvvet mühürü yaptı.
Doğru sözlü, terbiyeli temiz, Rabbimiz de ona çokça salat etti.
O geçip gitti, Abbâs oğullarına sağlam bir miras bıraktı.
Sanki yapıyormuş gibi yıkan, istemeyen kıskançlara rağmen.....
Endülüslü şair ve yazar İbn Abdirabbihi (öl.328/940), Halife
Abdurrahman b. Muhammed en-Nâsır’ın savaşlarını anlatan 444 beyitlik
urcûzesinde, hamdeleden sonra uzun bir methiyeye girer. Burada halifenin
üstün özelliklerinden bahseder. Urcûze, halifenin h.301 –322 / 914-934
yılları arasındaki savaşlarını konu edinir:
سُبحانَ مَن لم تَحوِه أقطار ولم تكنْ تُدرآُهُ الأبصـار
وَمن عَنت لوجهه الوجوهُ فما له نِــــدٌّ ولا شَبيهُ
سبحانَه مـِن خالقٍ قديرِ وعـــالمٍ بِخلْقهِ بَصـيرِ
164 Kemal Tuzcu
وأوِّلٍ ليـس له ابـتداءُ وآخــِرٍ ليـس له انتهاءُ
أوْسَعنا إِحسـانُه وفضلُهُ وعَزَّ أن يكـونَ شيءٌ مثلُه
وجَلَّ أنْ تُدْرآَهُ العُيـونُ أو يَحْوياه الوَهم والظُنـونُ
لكنَّه يُدرَك بالقَـريـحَه والعَقلِ والأبْنيةِ الصحيـحَه
وهذه مِن أثبتِ المعارفْ في الأوْجهِ الغامضَةِ اللَّطائفْ
مَعْرفةُ العَقْل من الإنسانِ أثبتُ من مَــعرفةِ العِيانِ
فالحمْدُ لِلّهِ علـى نَعْمائِهِ حمداً جزيلاً وعلـى آلائِهِ
وبعدَ حَمْدِ االله والتَّمجيدِ وبعـد شُكرِ المُبدىءِ المُعيدِ
أقولُ في أيامِ خيرِ الناسِ ومَن تـحلَّى بالنَّدى والباسِ
Hiç bir yere sığmayan, bakışların ulaşamadığı
Yüzüne yüzlerin yöneldiği, Onun ne bir eşi ne bir benzeri vardır.
Yaratan, her şeye gücü yeten, yarattıklarının halini hakkıyla bilen
Evvel olup, başlangıcı olmayan. Âhir olup sonu olmayan (Allah’ı)
noksan sıfatlardan tenzih ederim.
İhsanı ve fazlı bizi kuşatmıştır. Bir şeyin onun gibi olması çok zordur.
Gözlerin ona yetişmesi, ya da hayal ve düşüncelerin onu kavraması
imkansızdır.
O ancak his ve akılla, dürüst ahlakla bilinir.
Bu, güzel, esrarlı yüzlerdeki bilgilerin en doğrusudur,
İnsanın aklıyla bilmesi, gözüyle görmesinden daha doğrudur.
Nimet ve ihsanlarından dolayı bol bol övgü Allah içindir.
Allah’a övgü ve medhten, ilk defa yaratan ve öldükten sonra yeniden
yaratan,(el-Mubdi ve’l-Mu‘îd) e şükürden sonra.
İnsanların en hayırlısı, cömertlik ve cesaret takılarıyla süslenmiş
kişinin.
Tarih ve biyografi konusunda manzûm eserler, ciltler dolusu mensûr
eserler kadar geniş olmasa da bunlar, kendi zamanlarında estetik ve edebi
arayışlar içinde yapılmış başarılı denemelerdir.
2.1.4. Tıp
Miladi X. yüzyıla kadar, tıp alanında Hipokrat ve Calinus gibi
filozofların eserlerini tercüme yoluyla özümseyen İslam kültürü bu alana
büyük katkılarda bulunmuş ve müslüman bilim adamlarının eserleri yakın
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 165
zamana kadar Batı üniversitelerinde okutulmuştur. Eski Yunan’ı çok iyi
anlayan büyük filozof İbn Sînâ (öl.427/1035) onların eserlerini yeniden
yorumlamış ve tıp alanında ölmez eserler vermiştir. İslam literatüründe eş-
Şeyhu’r-Re’îs olarak anılan İbn Sînâ’nın tıp konusunda verdiği temel
bilgilerin didaktik urcûzeler halinde olması dikkat çekicidir.
İbn Sinâ’nın tıpla ilgili yedi urcûzesi vardır. Bunlardan en meşhuru bin
üç yüz otuz sekiz beyitlik Urcûze fi’t-Tıbb’dır (Çelebi, 1991, I: 63). Yirmi
dört beyitlik mukaddimenin ilk beyitleri şöyledir (Muhammed, tsz, X: 57):
الحمد الله الملك الواحد ربّ السموات العلي الماجد
سبحانه منفردا بالقدم مخرج موجوداتنا من عدم
Sahip ve tek olan, yüce göklerin şerefli efendisi olan Allah’a hamd
olsun
Ebedi ve ezeli özelliği ile onu tenzih ederim. Varlıklarımızı yoktan var
eden.
Yazar bu mukaddimeden sonra tıp bilimini tanımlar (Muhammed, tsz,
X: 58):
الطب حفظ صحة برء مرض من سبب بدن عنه عرض
Tıp sıhhati koruma, bedende çıkan hastalığı iyileştirmedir.
İbn Sinâ’nın tıp ilmiyle ilgili bir başka urcûzesi Dört Mevsimde Sağlığı
Koruma konuludur. 147 beyitlik bu urcûzenin girişi ise şu şekildedir
(Muhammed, tsz, X: 138):
يقول راجي ربه ابـن سينا و لم يــزل باالله مستعينا
يا سائلي عن صحة الأجساد اسمع صحيح الطب بالإسناد
2.1.5. Diğer Konularda Yazılmış Didaktik Şiirler :
Bibliyografik eserler incelendiğinde fıkıh, tecvîd, ferâ’iz, akâ’id gibi
İslâmi bilimler alanında da çok sayıda manzum eser görülmektedir. Bu
konuda yine el-Lâhikî’nin ilk adımı attığını görüyoruz. Yazarın fıkıh konulu
urcûzesinin, oruç ve zekâta dair hükümlerin yer aldığı oruç kısmının başı
şöyledir (el-Cevherî, tsz: 384: ):
هذا آتابُ الصَّومِ و هو جامِعُ لكلِّ ما قامتْ به الشَّرائعُ
Bu oruç kitabıdır. Bütün şeriatlerin bu konuda yaptıklarını içerir.
166 Kemal Tuzcu
el-Lâhikî’nin oğlu Hamdân b. Ebân, alışılmış konuların dışına çıkarak
Aşk Sanatı ile ilgili bir urcûze yazmıştır. Yazar urcûzesine bu konuyu ele
almasının nedenlerini açıklayarak başlar. Bu konuda biraz açıklamada
bulunduktan sonra aşkın çeşitlerinden söz ederek konuya girer (el-Cevherî,
tsz: 384-385):
إنَّ الهَـوى ضُروبُ و أمْـرُه عَجِيـبُ
و أهــلُه أطـوارُ فيـهِ لَهم أطْـوارُ
للعَـاقِلِ الشَّريـفِ و الأحمقِ السَّخيفِ
Aşkın çeşitleri, şaşılacak halleri vardır.
Ona tutulanlar türlü türlüdür ve aşktan bazı beklentileri vardır.
Hem akıllı değerli kişinin hem de ahmağın
İslam dünyasında ‘İlmu’l-Nucûm konusuyla ilgilenen ilk kişi olduğu
belirtilen Muhammed b. İbrahim el-Fezârî (öl.180/796) bu konulara değinen
bir urcûze yazmıştır (Çelebî, 1992, II: 1345). On ciltlik bir kitap boyutunda
olduğu rivayet edilen (Dayf,1973:191 ) urcûzenin ilk dizeleri şöyledir (Dayf,
1960: 140; el-Cevherî, tsz.: 427-428):
الْحَمْدُ الله العَــليِّ الأعْظمِ ذي الفَضْلِ و الْمَجْدِ الكَبِيرِ الأآْرَمِ
و الْواحدِ الْفَرْدِ الْجودِ الْمُنْعِمَِ
الخالق السبع العلا طباقا و الشمس يجلو ضوءها الإغساقا
و البدر يملأ نوره الآفاقا
Ulu, yüce, Allah’a hamd olsun. Fazilet, şeref ve nihayetsiz kerem sahibi
Bir, tek, cömert, nimet veren (Allah’a hamd olsun)
Yedi kat göğün, ışığı karanlığı aydınlatan güneşin, nuru ufukları
dolduran ayın yaratıcısı.
Diğer urcûzelerde bir beyit kafiyeli iki şatırdan oluşurken bu urcûze
sonuna kadar birbiri ile kafiyeli üç şatırla devam etmektedir.
Özellikle hikmet konulu şiirleri ile tanınan, Abbâsi dönemi şairlerinden
Ebu’l-‘Atâhiyye (öl.211/826-827)’nin, dîvânında yer alan ahlak konulu,
Zâtu’l-Emsâl adlı üç yüz yirmi beyitlik muzdevic urcûzesinde, dört bin kadar
zühd ve ahlak içerikli atasözü derlediği belirtilmektedir. Bu urcûzenin başı
şöyledir (el-İsfehânî, 1986, IV: 40):
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 167
حَسْبُكَ مِمَّا تَبْتَغِيهِ القُـوتُ مـا أآْثَرَ القُـوتَ لِمَنْ يَموتُ
الْفَقْرُ فِيمَا جـَاوَزَ الكِفَافا مَـنْ اتَّقَى االلهَ رَجـا و خَـافا
هِـيَ المَقَادِيرُ فَلُمْني أوْ فَذَرْ إنْ آُنْتُ أخُطأتُ فَمَا أخطا القَدَرْ
لِكُلِّ مَا يُؤذِي و إنْ قَلَّ ألَمْ ما أطـولَ اللَّيْلَ عَلَى مَنْ لَمْ يَنَمْ
ما انْتَفَعَ المَرْءُ بِمِثْلِ عَقْـلِهِ وَخَيْرُ ذُخْـرِ الْمَـرْءِ حُسْنُ فِعْلِهِ
إنَّ الفَسَادَ ضِـدَّهُ الصَّلاحُ و رُبَّ جِـدٍّ جـَرَّهُ الْمــِزاحُ
.....................................................................
Dünya azığı istediğin yeter. Ölecek kişi için ne fazla bir azık.
Geçinemediğin zaman fakir sayılırsın, Allah’tan sakınan, ümit ve korku
içinde olur.
Beni ister kına, ister kınama ama miktarlar böyledir. Hata yaptıysam,
kader hata yapmaz.
Az acı verse de acı veren her şeyi kader bitirir. Uyumayana gece ne
kadar uzundur.
Kişiye, aklı gibi yarar verecek bir şey yoktur. Kişinin geriye koyduğu en
iyi şey iyi ameldir.
Bozgunculuğun tersi düzeltmedir. Mizahın işaret ettiği nice ciddi işler
vardır.
Ebû Muhammed b. Hasan b. ‘Alî b.Vekî et-Tinnîsî’ye (öl.393/1003) ait,
senenin mevsimleri konulu yüz yedi beyitlik bir muzdevic urcûzede yaz,
sonbahar, kış ve ilk baharı sırasıyla anlatılır. Urcûzenin başı şöyledir (esSe‘âlibî, 1979, I: 363):
يا سَائِلي عَـنْ أطْيَـبِ الدُّهُـورِ وَقَعْتَ في ذَاكَ عَلَى الخبِيرِ
سألتَني أيَّ الـزَّمانِ أحْـلَــى و أيه بالقَصْفِ عِنْدِي أوْلَى
عِنْدِي فـي وَصْفِ الفُصُولِ الأرْبَعةِ مَقَالَةٌ تُغْنِي اللَّبِيبِ مَقْنَعَه
Ey bana zamanların en iyisini soran bu konuda bilen birine rastladın.
Bana zamanların en tatlısını ve hangisinin bence daha şiddetli
olduğunu sordun.
Benim dört mevsim konusunda akıl sahiplerini ikna edecek sözlerim
var.
Yukarıda adı geçen İbn ‘Abdirrabbihi’nin, divanında bulunan ikinci
urcûze aruz konuludur. Yazar burada aruz konusunu manzum bir şekilde
anlatmaktadır. Eser 192 beyitliktir. Dîvânda bu manzume “Urcûzetu’l-
168 Kemal Tuzcu
‘Arûz” olarak adlandırmıştır. Yazarın aruz bahirlerine gösterdiği şahit
beyitlerin uzunluğu beş beyti aşmaz. Kendi beyitleri ile alıntı yaparak şahit
beyit olarak gösterdiği beyit kafiyelerinde uyum zorlukları çekmiştir. Vezin
ve kafiye çoğu zaman yapmacıktır (İbn ‘Abdirabbihi, 1993: 201):
باللّهِ نَبْـدأ و بـه التَّـمامُ وباسـمِهِ يُفْتَتحُ الكـلامُ
يا طالبَ العلْمِ هـو المنهاجُ قد آثُرَت مِن دونه الفِجاجُ
و آُـلُِّعلْـمٍ فلَهُ فُـنُونُ و آـلُّ فَـنٍّ فَلَهُ عُـيونُ
أوَّلُها جـوامـعُ الـبيانِ و أصلُها مـعـرفةُ اللِّسانِ
فإِنَّ في المـَجازِ و التَّأويـلِ ضَنَتْ أساطيرُ ذَوي العُقُولِ
حتى إِذا عَـرَفتَ تلكَ الأبنيهْ واحـدَها وجَمعها و التَثنيهْ
طَلبتَ ما شِئْتَ مـنَ العُلومِ ما بينَ منَثـورٍ إِلى مَـنظومِ
فَداوِ بالإعرابِ و العَـروضِ داءَك في الإملالِ والقـريضِ
آِلاهُمَا طِبٌّ لِـداءِ الشِّعرِ واللَفظِ من لَحْنٍ بهِ وآسْرِ
ما فَلْسَفَ النيطسُ جالينوسُ وصاحبُ القانونِ بطْليْموسُ
....................................................................
Allah ile başlayıp onunla bitiririz. Söze onun adıyla başlanır.
Ey bilimi isteyen kişi, bilim sapılacak yolların çoğaldığı bir yoldur.
Her bilimin sanatları vardır. Her sanatın da bir özü vardır.
Bunların ilki beyan ilmini içerir. Temeli ise dili bilmektir.
Mecaz ve te’vîlde akıl sahiplerinin anlattıkları azdır.
Bunların tekilini, ikilini, çoğulunu bilirsen,
Mensurdan manzuma bütün ilimlerden istediğini öğrenirsin.
Nesirde ve şiirdeki eksikliğini aruz ve irabla gider.
Bunların her ikisi şiirdeki zayıflıkları ve söz hatalarını tedavi için
ilaçtır.
En-Naytıs, Calinus, Kanûn adlı kitabın yazarı Batlamyus’un felsefe
yaptığı ....
Abbasî döneminin sonlarına doğru öğretici şiirlerin daha da arttığı
görülmektedir. Kıraat ilminde8 Ebû Muhammed el-Kâsım b. Firruh eş-
Şâtibî’nin (öl.590/1193-94) Hırzu’l-Emânî ve Vechu’t-Tehânî veya elKasîdetu’ş-Şâtibiyye (Çelebi, I: 646) adı ile tanınan urcûzesi, Arap yazı
8
Kuran-ı Kerîm’i usulüne uygun şekilde okuma
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 169
sanatında ‘Avnuddîn Ebu’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed el-Vezîr’in
(560/1164-65) Urcûze fi’l-Hatt (Çelebi, 1992, I: 63), matematik konusunda,
İbnu’l-Yâsemîn’in (öl.h.600/1203-4) Urcûze fi’l-Cebr ve’l-Mukâbele’si
(Çelebî, 1992, I: 62) kendi alanlarında en tanınmış didaktik şiirlerdir.
Bunların yanı sıra daha ilginç konularda da urcûzeler verilmiş, özellikle
Celâluddîn Abdurrâhmân es-Suyûtî (öl.911/1505) çok değişik konularda
urcûzeler yazmıştır. Bunlardan ilgi çekici olanları; Ebu’l-‘Alâ’ elMa‘arrî’nin “köpeğin yetmiş adını bilmeyen köpektir” sözü üzerine
nazmettiği et-Teberrî min Ma‘arreti’l-Ma‘arrî adlı urcûzesidir. Burada yazar
bu sıfattan kurtulmak için yetmiş köpek adı bulmaya çalışmış ancak
başaramamıştır (DTCF Kütüphanesi Yazmaları, No: İ.S.I, 3262, varak 43b).
Yazarın kuş adları ile ilgili bir urcûzesi de vardır (Çelebi, 1992, I: 666).
Sonuç olarak didaktik şiirler Arap-İslam kültüründe gerek sosyal
hayatta gerek eğitim hayatında önemli bir iletişim aracı olmuştur. Recez adı
verilen, çoğu zaman şiirden bile sayılmayan konuşma havası içindeki
manzûm anlatım zamanla gelişerek çeşitli edebî ve bilimsel eserleri aktarım
yöntemi haline gelmiştir. Anlatımda alışılmışın dışında bir edebî estetik
arayan yazarlar receze dayanan ve urcûze adı verilen uzun didaktik şiirlerle
eserlerinin zihinlerde daha kalıcı olmasını amaçlamışlardır. Ancak,
köklerinin tarih öncesi devirlere uzandığı bu anlatım tarzının kullanımının
başka nedenlerinin de olabileceği göz ardı edilmemelidir.
170 Kemal Tuzcu
KAYNAKÇA
Kitap
ABDULHAMÎD, Muhammed Muhyiddîn. (1980) Şerhu İbn ‘Akîl. Kâhire.
Dâru’t-Turâs
EL-‘ÂCCÂC, (1995). Dîvân. (Rivâyet ve Şerh: Abdulmelik b. Karîb elAsma‘î. Haz. İzzet Hasan), Beyrût –Haleb: Dâru’ş-Şarki’l-‘Arabî
‘AFÎFÎ, Ahmed. (1995). “el-Manzûme en-Nahviyye li’l-Halîl b. Ahmed elFerâhîdî et-Ta‘rîf bihâ ve Tahkîk Nisbetihâ” Mecelletu Nizve, 4, 120–
127. ‘Ummân.
BROCKELMANN , Carl. (1959). Târîhu’l-Edebi’l-Arabî. (Çev.:
‘Abdulhalîm en-Neccâr ). Kâhire: Dâru’l-Me‘ârif.
EL-CÂHİZ, Ebû ‘Osmân ‘Amr b. Bahr. (1968). el-Beyân ve’t-Tebyîn. (Haz..
el-Muhâmî Fevzî ‘Atvî). Beyrût.
EL-CEHM, ‘Alî b. (1949). Dîvân. (Haz. Halîl Merdum Bek.). Şam:
Matba‘atu’l-Hâşimiyye.
EL-CEVHERÎ, Recâ’. (tsz). Fennu’r-Recez fi’l-‘Asri’l-‘Abbâsî.
İskenderiye: Menşe’etu’l-Me‘ârif.
ÇELEBÎ, Kâtib. ( 1992). Keşfu’z-Zunûn ‘An Esâmi’l-Kutub ve’l-Funûn.
Beyrût: Dâru İhyâ’i Turâsi’l-‘Arabî.
ÇETİN, Nihat M. (1973). Eski Arap Şiiri. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları.
ED-DABBÎ, el-Mufaddal. (1962). el-Mufaddaliyyât. (Haz. Ahmed
Muhammed Şâkir-Abdusselâm Muhammed Hârûn). Mısır: Dâru’lMe‘ârif.
DAYF, Şevkî. (2001). el-‘Asru’l-‘Abbâsî es-Sânî. Kâhire: Dâru’l-Me‘ârif.
DAYF, Şevkî. (2004). el-Asru’l-Abbâsî el-Evvel. Kahire: Dâru’l-Me‘ârif.
DTCF Kütüphanesi Yazmaları, No: İ.S.I, 3262, varak 43b
EMÎN , Ahmed. (2003 ) Duha’l-İslâm. Mısır: Mektebetu’l-Usre.
EL-HÂŞİMÎ, Ahmed. (1965). Mîzânu’z-Zeheb. Mısır: Mektebetu’l-Âdâb.
HOMER. (1991). The Illiad.(Çev. Samuel Butler). Ottowa: World Library
İnc.
İBN ‘ABDİRRABBİHİ. (1993). Dîvân. (Haz..Muhammed et-Tancî).
Beyrût.
Klasik Arap Şiirinde Didaktik Şiirler 171
İBNU’L-MU‘TEZZ. (1995). Dîvân. (Haz.. Mecîd Tarâd ). Beyrût.
EL-İSFAHÂNÎ, Ebu’l-Ferec. (1986). el-Eğânî, (Haz. ‘Ali Muhennâ-Semîr
Câbir ). Beyrût.
KEŞŞÂŞ, Muhammed. (1995). er-Recez fi’l-‘Asri’l-Emevî , Beyrût:
Âlemu’l-Kutub
EL-MA‘ARRÎ, Ebu’l-‘Alâ’. (1977). Risâletu’l-Gufrân. (Haz..‘Âişe
‘Abdurrahmân binti’ş-Şâti’). Kâhire: Dâru’l-Me‘ârif
MUHMAMMED, Sirâcuddîn. (tsz) Mevsû‘atu Revâ‘i ‘ş-Şi‘ri’l-‘Arabî.
Beyrut: Dar al-Rateb al-Câmian.
Web adresleri:
www.annabaa.org/nba56/aalam.htm (2008).

Konular