İnşâ ve Tarihî Gelişimi

Festschrift
To Commemorate the 80th Anniversary of
Prof. Dr. Talat Tekin’s Birth
The International Association of Central Asian Studies
Korea University of International Studies
ISSN 1226-4490
Editor in Chief
Choi Han-Woo
International
Journal of
Central
Asian Studies
Volume 13 2009
Intern ational Journ al o f Central Asian Studies Volume 13 2009
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
Hasan Gültekin
Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın
Özet: Bu çalışma inşânın tarihî gelişimini ortaya koymaktadır. Tarihî
gelişim süreci inşânın ortaya çıkışından itibaren ele alınmıştır. Yazma
eserlerden ve konuyla ilgili diğer kaynaklardan yararlanılarak inşâ kuramı tespit
edilmiş, mektup türlerine ait bilgiler verilmiştir.
Anahtar sözcükler: inşâ, inşâ kuramı, münşeât, elyazma eser, telhîsât
Abstract: This study aims to put forward the historical progress of the inšâ
literature. The process of the historical progress of the inšâ literature was taken
up from its appear. The theory of inšâ that is concerned to correspond with
another one, was determined. The information about the type of letters was
expressed.
Key words: inšâ/letter writing, theory of inšâ/theory of letter writing,
letters, manuscript, summarizing report for the Sultan.
İnşâ: Arapça ism-i masdar olan neşe’e kökünden türetilmiş inşâ
kelimesi, çok sayıda farklı anlamı bulunmasına rağmen, genel olarak
resmî veya husûsî mektup yazımı ile mektup yazma kuralları şeklinde
anlaşılmıştır.
Yapma, meydana getirme gibi anlamlara gelen inşâ’nın terim anlamı
belirli kurallara uyularak mektup yazma işi ve sözü belâgata uygun
söyleme sanatıdır (bk. Roemer 1957: 1241, Arûzî trs: 19-23, Nüzhet
1321: 149, Nüzhet 1321: 71, 150-151). Sözün söylendiği kişinin
makamına uygun hitap edilmesi ön plânda tutulmaktadır. Yanlış
anlaşılmaya meydan vermemek için sözü sağlam ve belirli kurallar
dahilinde söylemek gerekmektedir.
Müslüman Arap bürokrasisinin ortaya çıkardığı inşâ kelimesi, devlet
işlerinin ve yazışmalarının düzenli yürütülmesi konusunda -dîvân-ı
resâil, dîvân-ı harâc, dîvân-ı ceyş, dîvân-ı hâtem gibi devlet dairelerinin
yaptığı işlerin düzenlenmesi için- ortaya konulmuş birtakım kuralları
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
318
ifade ederken, zamanla farklı bir anlam kazanarak, çok sayıda ilim ve
nazariye ile zamanın edebî ilimlerine vâkıf olmak koşuluyla nesir
yazabilme hünerine ve yeteneğine ad olmuştur.
İnşâ kelimesinin sâdece mektup yazma anlamı dikkate alındığında,
sanatlı nesirle yazılmış eser ve risâleleri kapsam dışında tutmak
gerekmektedir. Hâlbuki inşâyla ilgili kaleme alınmış kuramsal eserlerde
her türlü resmî ve husûsî yazışma örnek ve sûretlerinin yanında herhangi
bir konuyla ilgili sanatlı nesirle yazılmış risâleler de yer almakta ve
bazen bu risâlelerin başlığında “fülân kişinin inşâsıdır” gibi başlıklar
bulunmaktadır. Fakat bu durum inşâ ve münşeât kavramlarının resmî
veya husûsî yazışma kurallarına uygun kaleme alınmış yazışmaları ifade
etmesini engellememiştir.
Resmî hiyerarşiye ait olan inşâya ait kurallar manzumesi, sonraki
dönemlerde nesir yazılarını da etkilemiş olup önceleri husûsî
muhâberâtta hüner gösterme amacı muhâberât dışı yazışma ve yazılarda
bir gelenek hâlini alarak konuların secîli ve uzun terkipli cümlelerle
kaleme alınmasına sebep olmuştur. Muhâberât dışına taşan bu anlayış,
günümüz nesir sınıflandırmasında, sanatlı nesir denilen yazılara ve bu
tarzda yazılmış eserlerin özelliğine atfedilmiştir.
Resmî yazışmalarda birtakım kuralların kullanılmasındaki amacın
muhatap tarafından yanlış anlaşılmama düşüncesiyle ilgili olduğu
ortadadır. Yanlış anlaşılmamaya özen göstermek için, bazı formüllerin
dışında belîğ ve fasîh cümlelerle meramın aktarılması da devletin
ihtişamı ve makamın yüceliğinin bir göstergesi sayılmıştır. Bunun
yanında, resmî yazışmaları yapan kişinin makamlar arasındaki unvan ve
hitapları karıştırması veya bilerek yanlış yazması, öncelikle o kişinin
kötülenmesine daha sonra kurumun kötülenmesine ve en sonunda da
devleti yöneten kişinin kötülenmesine yol açacaktır.
Sanatlı nesir yazılarına da inşâ denilmesinin sebebi ise, resmî
yazışmalardaki kurallar gibi nesir yazılarında da belâgat ve fesâhat
şartlarının aranması, meram anlatılırken hüner gösterme düşüncesinin ön
plânda olması ve münşî kelimesinin ifade ettiği anlamın alelâde bir
kâtibin yazdıklarını karşılamamasıdır.
Toplum ve devlet yönetiminin iç içeliği, yazışma kurallarının günlük
hayata sirâyet etmesi, sanatkârların devlet adamlarıyla olan
münasebetleri ile eserlerinin yetkinliği ve güzelliği konusunda
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
319
ödüllendirilmeleri gibi sebeplerden dolayı sanatlı nesir denilen yazım
üslûbunun revaç kazanması tabiî olup inşâ kelimesi ile sanatlı nesrin
kastedilmesi de kaçınılmaz olmuştur.
Münşeât:
Münşeât mecmûaları genel olarak iki farklı şekilde
düzenlenmektedir (ayrıntılı tasnif için bk. Kütükoğlu 1988: 169-171,
Levend 1988: 113-116, Tekin 1971: 9, İA: 9: 677-678). Birincisi
kuramsal içerikli münşeât mecmûaları olup inşâ yazmaya yeni
başlayanlara, merâsim, âdâb-ı muhâtabât, yazı şekilleri ve edevâtını
öğretmek amacıyla kaleme alınmış veya derlenmiştir. Merâsimin içine,
padişah, ümera, hükemâ, havâtin, sâdât, şuarâ, ulemâ, kuzât, meşâyıh ve
vüzerâ için yazılacak yazıların başlıkları, hâtimeleri, yazılara uygun
düşecek beyitler, duâ cümleleri, ibareler ve inşâ lûgatleri girmektedir
(Levend 1988: 115). Arapça edebü’l-kâtib adı altında yazılan eserler bu
tarzda kaleme alınmıştır. Türk edebiyatında bu türün ilk örneği ise, elde
eksik bir nüshası bulunan ve Ahmed-i Dâ’î tarafından yazılmış Teressül
adlı eserdir. Eserde kâtiplerin yazışmalarda uyması gereken 10 edebin
neler olduğu açıklanmış, padişah, vezir, çavuş, imam, kadı, amca, ana ve
babaya vs. yazılacak ser-nâmeler sıralanmıştır. Bunun dışında,
Karaferyeli Yahya b. Mehmed’in (XV. asır) Menâhicü’l-İnşâ’sı, Şeyh
Mahmûd b. Edhem (ö. 897/1491)’in Gülşen-i İnşâ’sı kitâbet usûllerini
öğretmek amacıyla kaleme alınmış eserlerdir. Bu eserlerin yazılış tarzı
ile muhtevalarına bakılacak olursa, Selçuklular tarafından Osmanlı’ya
ulaştırılan Fars inşâ geleneğinin devamı oldukları görülür.
İkincisi mektup örneği içerikli münşeât mecmûaları olup derleme
münşeâtlar ile tanınmış şairlerin kendilerine ait mektup sûretlerini bir
araya getirmeleriyle oluşturdukları münşeâtlar olmak üzere iki kısma
ayrılmaktadır.
Tanınmış şairler, dostlarına veya devlet adamlarına yazmış oldukları
mektuplarının sûretlerini çoğu zaman bizzat kendileri bir araya
getirmişlerdir. Fakat yazdığı mektupları bir mecmûa hâlinde bir araya
getirmeyen şairlerin mektupları bazen başkaları tarafından bir devlet
büyüğünün isteği ile bazen de müstensihler veya şairin dostları
tarafından bir araya getirilmiştir.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
320
Derleme türü münşeâtlarda ise, bazen resmî yazışmalara ait sûretler
ile tanınmış şairlerin mektup sûretlerinden seçilenler bir arada
bulunabilmekte bazen de mecmûada sâdece resmî yazışmaların sûretleri
veya sâdece tanınmış şairlerin mektup sûretleri yer alabilmektedir.
Resmî yazışmalardan derlenmiş olup Osmanlı padişah ve devlet
adamlarının yazmış oldukları mektupların sûretlerini içeren
münşeâtlardan en önemlileri Feridûn Bey (ö. 990/1582) tarafından
derlenmiş olan Münşeâtü’s-Selâtîn, Okçu-zâde Mehmed Şâhî (ö.
1039/1629) tarafından derlenmiş olan Münşeât-ı Okçu-zâde ve Sarı
Abdullah (ö. 1071/1660) tarafından derlenmiş olan Düstûrü’l-İnşâ adlı
mecmûalardır.
Münşeât mecmûalarında mektup örnekleri ve konuyla ilgili teorik
bilgilerin dışında farklı konularda sanatlı nesir diye adlandırılan üslûpla
kaleme alınmış risaleler, fetih-nâmeler, dinî konularla ilgili bilgiler ve
fetva sûretleri de bulunabilmektedir.
Çoğunlukla XVIII. asrın sonlarından itibaren kaleme alınmış olan
münşeât mecmûaları, inşâ eserleri ve özellikle İnşâ’-i Mergûb adını
taşıyan eserlerin sonlarında kavâid-i rakam, kerrât, Arabî ayların
remzleri, hesap cetvelleri, siyâkat rakamları ve ilaç tarifleri gibi pratik
bilgiler yer almaktadır.
Münşî-Kâtip-Yazıcı
İnşâ ile ilgili kaynaklardaki tanımlara göre, secî denilen vezinli
kelime kafiyesine dayalı, zincirleme tamlamalarla oluşturulmuş cümleler
kullanarak herhangi bir konuda yazı yazan veya eser kaleme alanlara,
sanatkâr vasfını da taşıdığı için münşî; devlet dairesinde görevli olup
resmî yazışmaları kaleme almakla görevli kişilere de kâtib denilmektedir
(bk. Nüzhet 1306: Ankaravî 1284: 187-188).
Kâtipliğin en üst kademesi münşîlik olup devlet görevlisinden ziyâde
bir sanatkârı ifade etmektedir. Münşî olabilmek için gerekli şartlarla
ilgili olarak bk. Ankaravî 1284: 188-189, katiplar için XIX. asırda
kaleme alınmış İnşâ’-i Mergûbe adlı bir yazmanın 4b-5a sayfalarına bk.,
münşî ve kâtip arasındaki fark için bk. Nüzhet 1306: 19-20.
Biri devlet görevlisi biri de sanatkâr olan bu yazıcıların amaçları da
farklıdır. İnşâ kelimesinden ism-i fâil olan münşî kelimesinin sanatlı yazı
yazmada usta kişi olması ile inşâ kelimesinin ilk zamanlarda kazandığı
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
321
resmî yazışma kurallarının bilgisi anlamından farklı bir anlam
kazanması da dikkat çekicidir.
XIX. asırdan itibaren devlet kalemlerinde inşâ ile ilgili herhangi bir
eğitim almadan biraz talim ile yazışmaları öğrenen devlet görevlilerine
ve özellikle kitâbet-i resmiyye görevlilerine kâtip adının verilmeye
başladığı görülmektedir.
Arap Edebiyatında İnşâ
İnşâ kelimesi, belirli kurallara göre mektup yazımı anlamında ilk
olarak M. X. asrın başında Kudame b. Cafer tarafından Kitâbü’l-Harâc
ve SınâǾati’l-Kitâbe adlı eserinde kullanılmıştır. İslâm’ın ortaya
çıkışından sonraki üç asırlık olgunlaşma döneminde, önce resmî
yazışmalar için kullanılan bu kavram, zamanla sanatlı nesirle yazılmış
her türlü yazıyı da içine almıştır. Cahiliye Dönemi hitâbetlerinin
etkilerinin görüldüğü Hz. Muhammed devri kitâbet üslûbu, ortaya
çıkışından itibaren sürekli değişmiş ve gelişmiştir. Bu değişme ve
gelişmeler, İslâm devletinin büyüyüp genişlemesi sonucu birtakım
yönetim kurumlarının ortaya çıkmasına ve yönetimde görev alan
kişilerin şahsî tutumlarına bağlanmaktadır. İnşâ üslûbu, Abbâsî
Dönemi’nde ortaya çıkan emirliklerde görevlendirilen İran asıllı valilerin
şahsî hırsları sonucunda anlaşılması zor bir dil hâlini almış, daha sonraki
dönemlerde de bu üslûp takip edilmiştir.
İslâm öncesi Arap toplumunda bedevîler -göçebe gruplar- arasında
okur-yazarlık yaygın olmamakla birlikte, hadarîler -yerleşik gruplararasında bazı anlaşmaların yazıya geçirildiği, Himyer, Hîre, Gassan ve
Kinde gibi Arap toplulukları arasında resmî ve husûsî yazışmaların
yapıldığı bilinmektedir.
Hz. Muhammed tarafından gönderilen ilk mektuplarda estetik
kaygıdan ziyade tebliğ amacına bağlı olarak anlaşılırlık ön plândadır ve
kinaye dışında hiçbir sanata yer verilmemiştir (ayrıntılar için bk.
Keskiner 1996: 50-63). Müslüman olmayanlara gönderilen mektuplarda
ve antlaşmalarda yanlış anlaşılmamaya özen gösterildiği için çoğu zaman
lafzî tekrarlara baş vurulmuştur. Yazılanlara açıklık getirmek ve
iddiaların ispatı için Kur’ân âyetleri tamamen ya da iktibas yoluyla
kullanılmıştır.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
322
Hz. Muhammed, mektuplarına besmele ile başlamış, hitâb kısmında
kendi adından sonra mektûbun gönderildiği kişinin adını yazmıştır.
Selâmdan sonra mektûbun konusuna girişi gösteren ammâ baǾdü
ifadesini kullanmıştır. Sonuç kısmında ise, tekrar selâm ve duâ
ifâdelerini yazmıştır.
Dört Halife Dönemi’nde mektuplar, Hz. Muhammed’in
mektuplarındaki gibi besmele ile başlamakta, mektûbu gönderenin ve
muhatabın adı yazılmakta, Allah’a hamd ve peygambere salât ile devam
etmektedir. Bu dönem mektuplarındaki genel üslûp ise, Kur’ânî lafızların
ve âyetlerin sıkça kullanılması, hadîslere yer verilmesi, az da olsa şiirin
kullanılması, atasözleri ve hikmetli sözlerin kullanılması, kelime
tekrarlarına yer verilmesi, secînin kullanılması, inşâî sîgaların
kullanılması, tezat sanatının kullanılması ve duyguların ifadesine uygun
kelimelerin seçilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Emevîler Dönemi kitâbetinin en önemli özelliği sâdece dîvânlarda
kullanılması ve resmî nitelikli olmasıdır. Muâviye b. Ebû Süfyan (41-
60/661-680) tarafından kurulan Dîvânü’r-Resâil’de görevlendirilen
kâtipler de devlete ait resmî yazışmaları halife adına yapmışlardır. Bu
kurumda çalışan kâtiplerin üstün nitelikte kişiler olmasına dikkat
edilmiş, yazışmaların düzenli ve doğru yapılabilmesi için kâtiplere yol
gösterici risâleler kaleme alınmıştır. Bu türde kaleme alınmış ilk risâle
Emevîlerin son zamanlarında yaşamış olan dîvân kâtiplerinin başkanı
İran asıllı mevâlî1, Abdülhamîd b. Yahyâ el-Kâtib’e (ö.132/750) ait olan
Risâle ile’l-Küttâb’dır (Dayf 1946: 117, Nassar 1966: 128-131,
Kalkaşendî 1987: II: 332, İbn Haldûn 1988).
Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkardığı sosyal ve siyâsî tepkiler
nedeniyle Emevîlerin yıkılmasından sonra ŞuǾûbiyye hareketini başlatan
İran asıllı mevâlînin desteğiyle kurulan Abbâsîler, Sâsânî İran’ının
kültürünü ve diğer toplumsal unsurlarını benimsemişler ve devlet
yönetimine mevâlînin ileri gelenlerini atamışlardır. Abbâsîler, bu siyâset
anlayışına bağlı olarak İran kültürünü, millî bayramlarına varıncaya
1
Mevâlî, Arap olmadığı halde Müslüman olan kişilere ve özellikle de yabancı
edip ve bilginlere verilen addır.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
323
kadar taklit etmişlerdir. Böyle bir siyâsî anlayışın da kitâbet sanatına İran
unsurlarını katması kaçınılmaz olmuştur.2
Abbâsîlerin, Farslar, Rumlar, Hintliler ve Türkler ile temasa
geçmeleri sonucunda bu toplumların kültür ve edebiyatlarından
etkilenmişler ve özellikle kitâbet sanatında kendilerinden önceki kitâbet
üslûbundan farklı bir üslûp yaratmışlardır. Mevâlî denilen yabancı
kişilerin yönetimde etkin bir şekilde söz sahibi olmaları, devletin
sınırlarının her yönde genişlemesi ve refahın artması, devlet yönetiminde
çeşitli dîvânların kurulmasını gerektirmiştir. Özellikle mevâlîden
(ayrıntılı bilgi için bk. Emîn 1933) kişilerin başına getirildiği Dîvânü’rResâil’de çalıştırılacak kâtiplerin üstün vasıflara sâhip olmaları
istendiğinden, yetişmelerine önem verilmiş, yetişenler de yüksek bir
mevkiye kavuşma imkanı buldukları için refah ve zenginlik içinde
yaşamışlardır. Buna bağlı olarak da kitâbet dairesine rağbet artmış, bu
sanatın geliştirilmesi için çeşitli risâle ve eserler kaleme alınmıştır.
Ebû’l-Yüsr İbrâhim b. Muhammed el-Müdebbir’in dîvânlarda yazı
yazmanın kurallarından bahseden Risâletü’l-Azrâ’sı (Nassar 1966: 134)
Abbâsî Dönemi kitâbetinin üslûbunu göstermesi bakımından önemlidir.
İnşâ sanatında geniş bilgi ve kültüre sâhip olan Dîvân-ı Resâil’in
başındaki kişilerin, resmî yazışmalarda kullandıkları üslûplarını husûsî
yazışmalarında da kullanmaları ihvâniyât denilen husûsî yazışma
türünün ortaya çıkmasına neden olmuş, zamanla devlete ait yazışmalara
da sultâniyât adı verilmiştir (Yılmaz 1995: 181).
Eyyûbîler Dönemi’nde (1171-1462) Arap nesri, Moğolların
baskılarından kaçan âlim ve ediplerin sayesinde estetik yönden
gelişmesini sürdürmüştür. Adı, Fâtımîler Dönemi’nde Dîvân-ı İnşâ
olarak değiştirilmiş olan Divânü’r-Resâil, Eyyûbîler Dönemi’nde de
Dîvân-ı İnşâ adıyla görevine devam etmiştir. Bu dîvânda görev yapan
kâtiplerin ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla da çeşitli risâleler kaleme
alınmıştır. Eyyûbîler, Abbâsî siyâsetini takip ettikleri için devlet
yönetiminde onlar gibi davranmışlar, Şiî Fâtımîlerin aksine Dîvân-ı
2
Sâsânî İmparatorluğunun idârî teşkilâtının İslâm devletleri tarafından ideal bir
örnek olarak alındığı ve çoğu devlet kurumunun Sâsânî geleneğine göre teşkil
edilip çalıştırıldığına dair ayrıntılı bilgi ve bibliyografya için bk. Köprülü
1981:168-170.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
324
İnşâ’da Müslüman olmayan kâtip çalıştırmamışlardır. Bu dönemin ünlü
münşîlerinden Ebû Abdurrahîm el-Lahmî el-Kâdı el-Fâdıl’ın
(ö.596/1199) geliştirdiği Fâdılî adı verilen üslûp, kendi zamanının
kâtiplerini ve kendinden sonra gelen nesilleri etkilemiştir. Bu üslûbun,
hayâli tasvirlerin yapıldığı şiirsel anlamlara baş vurma, secî, tıbak,
telmih, tevriye ve cinas sanatlarının kullanılması, cümlelerin ve
paragrafların aşırı uzatılması, ilmî terimlere sıkça yer verilmesi gibi
özellikleri vardır (Dayf 1946: 377).
Mısır’da Eyyûbîlerden sonra kurulan Memlûkler Devleti (1250-
1517) bir Türk devleti olmasına rağmen, devlet dili olarak Arapçayı
kullanmış ve bu dilin edebiyatının gelişmesinde son derece önemli bir
yere sâhip olmuştur. Resmî yazışmaların yapıldığı Dîvân-ı İnşâ bu
dönemde daha çok önem verilen bir kurum hâline gelmiş, dîvânın
başındaki kâtibe de sır kâtibi adı verilerek sultanın en yakın
adamlarından biri durumuna getirilmiştir. Sultanın bütün sırlarına vâkıf
olduğu gibi, sultan gittiği her yere beraberinde sır kâtibini de
götürmüştür (Kalkaşendî 1987: I: 131). Sultana yakın olmak ve bu
önemli mevkide bulunmak isteyen kişiler inşâ sanatına dair her türlü
bilgiyi elde etmek için büyük gayret göstermişler, bu konuda yazılmış
eserlerden fazlasıyla yararlanmışlardır. Tabiî olarak inşâ dîvânı, İslâm
devletlerinin hiçbirisinde olmadığı kadar gelişmiş olup bu sanata dair
çok sayıda eser kaleme alınmış ve bu sanatın gelişmesinde de dönemin
yazarları çok önemli bir yere sâhip olmuşlardır.
Fars Edebiyatında İnşâ∗
İnşâ sanatının Fars edebiyatında ortaya çıkışı, Abbâsî hilâfetinin
zayıfladığı dönem olan M. IX. asrın ikinci yarısıdır. Bu dönemde inşâ ile
ilgili tertip edilen risâlelerde, Arap inşâ sanatının izleri açıkça
görülmektedir. Siyasî gelişmelerin tarih içindeki seyrine bağlı olarak
Fars inşâ sanatı, Arap dili ve kültürünün etkisi ile taklit şeklinde
başlamıştır. İranlı âlimlerin çoğunun, eserlerini Arapça olarak kaleme
almış olmaları, inşâ sanatının Fars edebiyatında ortaya çıkışını
geciktirmiştir. Zamanla İranlı âlimlerin kendi kültür ve geleneklerini ön
∗Bu bölümün hazırlanmasında, Emirçupani 2001, Şafak 1977’den
yararlanılmıştır. Diğer kaynaklar ise ayrıca belirtilmiştir.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
325
plâna çıkarmasıyla Fars inşâ sanatında Fars dili ile orijinal eserler
meydana gelmiştir.
İslâmiyet öncesi İran devletlerinde, padişahların kâtiplerinin
bulunduğu ve resmî yazışmaları yürüttüğü bilinmektedir (Şemîsâ 1377:
19). İran’ın eski dili olan Pehlevîcede inşâ terimi yerine, nâme-nevîsî
veya nâme-nigârî, kâtipler için de debîr kelimesi kullanılmıştır. Bunun
yanında Sâsânî Dönemi’nde herhangi bir konuda sanatlı nesirle yazılmış
yazılara risâle anlamında nâme denilmiştir. Nâme-nevîsî denilen risâle
yazma işi ise, resmî mektup yazmaktan ziyade genelde yemek yeme,
giyinme âdâbı veya toplumsal bazı kurallara dair risâle yazma anlamında
kullanılmıştır (Fürûzânî 1379: 13).
İslâmiyet sonrası Fars edebiyatında, inşâ ile ilgili olarak yazılmış ilk
yazılara Gazneliler Devleti’nin (387-431/998-1040) son zamanlarında
rastlanmaktadır. Gaznelilerin dîvân kâtibi olan ünlü tarih yazarı Ebû’lFazl Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakî’nin mektuplarında ilk Farsça
örnekleri görülen inşâ sanatı, (385-470/995-1077) yine onun sayesinde
önemli bir yol almıştır. Belîğ ve fasîh yazmanın siyâset için ne kadar
önemli olduğunu savunmuş olan Beyhakî ile Farsça mektup yazma işi
başlamış olup diğer ilimlerde olduğu gibi inşâ sanatı, Selçukluların
sonlarına doğru en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Beyhakî, hocası Sultan
Mahmud ve oğlu Mesud’un kâtibi olan Ebû Nasr-ı Müşkân (ö.431/1039)
tarafından yazılmış mektupları da Târîh-i Beyhakî adlı eserine almıştır
(Şemîsâ 1377: 34). Sâmânîler ile Gaznelilerin ilk dönemlerinde yazılan
resmî mektuplar, mürsel denilen sâde nesirle yazılmış olup son derece
anlaşılır bir üslûba sâhiptir. Sâde bir Farsçayla yazılan mektuplarda
Arapça kelimeler, terimler hâricinde kullanılmamıştır. Sözün süslenmesi
için şiire, âyet, hadîs ve rivâyetlere yer verilmiştir. Kısa ve sıralı
cümleler kullanılmış, anlam ön plânda tutulmuştur. Fiil tekrarına baş
vurularak konuşma diline yaklaşılmıştır (Şemîsâ 1377: 95).
Selçuklu Devleti (431-552/1040-1158), Türkler tarafından kurulmuş
olmasına rağmen resmî dil olarak Farsçayı kullanmış ve bu dönem
boyunca Farsçanın ve her türlü ilmin gelişmesine yardımcı olmuştur. Bu
dönem, şair ve yazar sayısı bakımından İran edebiyatının en parlak
dönemlerindendir. Özellikle Alparslan ve Melikşâh’ın vezirliğini yapan
Nizâmülmülk, bilginleri, şair ve yazarları himaye ederek onlara bol
ihsanlarda bulunmuştur. Kendi adıyla anılan medreseleri kurarak da
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
326
İslâmî ilimlerin yayılmasını ve gelişmesini sağlamıştır. Sûfî inancı
kuvvetli olan Nizâmülmülk, şehirlerde, medreseler yanında tekkelerin
kurulmasını da teşvik etmiştir (Ferîver 1341: 117).
Devlet yönetim sisteminin Moğollarla birlikte değişmesi dîvânların
önemini azaltmış ve yetişmemiş sıradan kâtiplerin ortaya çıkmasına
neden olmuştur. Genelde günlük olayları yazmakla görevlendirilen
kâtipler Farsçaya yanlış ve galat kelimelerin girmesinde etkili
olmuşlardır.
Safevî Devleti’nin (907-1135/1501-1722) kurulmasından sonra Şia
mezhebinden olmayan âlim, şair ve yazarlara acımasız ve baskıcı bir
tutum sergilenmiştir. Bu baskılar nedeniyle âlim, yazar ve şairlerin çoğu
vatanlarını terk ederek Hindistan’a ve Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardır.
Safevî padişahları Türkçe konuştukları için bu şairler Farsçayı en rahat
şekilde Hindistan’daki Farsça konuşan Ekber Şâh’a yazdıkları şiirlerde
ve kitaplarında kullanabiliyorlardı. Safevî korkusunun etkisi ile bu
dönem şiiri ve nesrinde Hind Üslûbu denilen hayale dayalı anlaşılmaz ve
muğlak bir üslûp ortaya çıkmıştır. Edebî eserler çoğunlukla Şia
mezhebinin yayılması için araç olarak kullanıldığından bu dönem edebî
faaliyetleri duraklamaya girmiştir. Safevî Dönemi’nin resmî mektupları,
fermânları ve edebî eserlerinde kullanılan dil, edebî sanatların gölgesi
altında kalmış, lafzî güzellikler uğruna anlam tamamen feda edilmiştir.
Sanatkârane Arap nesrinin M. X. asırda ve XI. asır başlarında büyük
revaç bulmasında büyük İranlı yazarların etkisi olmuştur. M. X. asırda
İranlı yazarların Arapça olarak kaleme aldıkları inşâ eserleri, sonraki
nesiller tarafından örnek ve kaynak olarak kullanılmış, özellikle M. XII.
asırda Farsça yazılmış inşâ eserlerinde, bu Arapça eserlerden
yararlanılmış, bazen de benzerleri Fars diliyle yazılmıştır (Safâ 2002:
242).
Türk Edebiyatında İnşâ
VI. asrın sonlarında yaşamış Eski Türk hakanlarının kullandığı bazı
unvânlar, resmî yazışmaların tarihini Köktürk Dönemi’ne kadar
götürmektedir. İşbara Kağan’ın (581-587) 584 Ejder yılının 9. ayının 10.
günü tarihli mektubunda, Köktürk komutanlarından İstami (Sir
Yabgu)’nin Bizans İmparatoru II. Justinos’a gönderdiği İskit harfleriyle
Türkçe yazılmış mektubunda, Chi-min Kağan’ın (600-609) 607 tarihli
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
327
Türk runik alfabesiyle yazılmış diplomatik mektubunda ve Çin
yıllıklarında Türk hakanlarına ait unvânlar yer almaktadır (Barutcu
Özönder 2002: II: 457-492). Türklerin tarih boyunca kurmuş oldukları
devletlerde kağanların ve devletin yönetiminde görev almış kişilerin
bulundukları mevkilere göre unvânlar aldıklarını da Çin kaynaklarından
öğreniyoruz. Kağanların ve devlet adamlarının unvânları adlarından çok
anıldığı için asıl adlarının unutulduğu da bir gerçektir. Türklerin ilk
yazılı belgeleri olan Köktürk Yazıtları’nda kağanların adları yerine
unvânları zikredilmiştir. İltiriş Kağan’ın asıl adı Çin kaynaklarına göre
Kutluğ, Bilge Kağan’ın adı da Mo-ki-lien’dir. Çin yıllıklarına göre
Köktürklerde 28 çeşit unvân ve memuriyet vardı: Yabgu, şad, kündür,
ayguçı, apatarkan, sübaşı, alpagu, yula, elçi, tilmaç, tamgaçı, bitikçi,
emçi vs. Karahanlı şeh-zâdeleri de hükümdar olunca Kadir Han, Buğra
Han, Arslan Han, İlig Han gibi unvânlar almışlardır. Selçuklular, ataları
olan Türklerin bu geleneklerini beraberlerinde Ortadoğuya getirmişler ve
kurdukları devletlerin başındaki hükümdarlara Tuğrul Bey (asıl adı,
Muhammed’dir), Çağrı Bey (asıl adı, Davud’dur), Beygu (asıl adı,
Musa’dır) ve Yınal (asıl adı, İbrahim’dir) gibi unvânlar vermişlerdir
(Sümer 1990: 24-25, Koca 2002: II: 328).
Osmanlı’da fermân kelimesinin karşılığı olan yarlıg kelimesi
Köktürk Dönemi’nde bağışlamak ve Tanrının izni daha sonraları da
kağanın izni anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime Osmanlıya İlhanlı ve
Kırım Türkleri vasıtasıyla ulaşmıştır (Ögel 1982: 231-232). Oğuzlar ise
yarlıg yerine buyruk kelimesini kullanmışlardır. Moğolların Gizli
Tarihi’nde carlık kelimesi imparatorun resmî devlet emri anlamıyla
kullanılmıştır. Yine Uygur yazısı ile yazılmış Oğuz Destanı içindeki
biltürgülük kelimesi elçi ile gönderilen emir anlamındadır. Han ve
beylerin halka herhangi bir konuda haber vermelerine çalıg denirdi.
Kırgızlarda hem buyruk hem de carlık kelimesi kullanılır, fermân yerine
barman denilirdi (Ögel 1982: 237).
Arap edebiyatında, Cahiliye Dönemi hitâbetinin kitâbeti etkilemesi
gibi Kül Tigin Yazıtının hitâbet özellikleri taşıması, o devirlerde resmî
yazışmaların yapıldığına örnek olarak gösterilebilir.3
3
Ayrıntılı bilgi için bk. Ercilasun 1990: 31-39. İlgili makalede, Kül Tigin
yazıtının gramer yapısı incelenmiş, cümlelerin ve kelimelerin tekrarından
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
328
Köktürk kağanları, yazıtlarında önce besmele yerine geçen gökte kut
bolmış Türk Bilge Kağan derler ondan sonra da sabım diyerek devam
ederlerdi. Bilge Kağan Yazıtı, İslâmî dönem fermânlarının besmele veya
Allah lafzı yerine geçen hüve kelimesi ile başlaması gibi Tengri teg
tengri yaratmış Türk Bilge Kagan girişi ile başlar ve sabımın tüketi
eşitgil, katıgtı tingle! cümlesi ile devam eder (Ögel 1982: 238). Bu yapı
bize İslâmî dönem resmî yazışmalarında kullanılan giriş cümlesi
formüllerini hatırlatmaktadır.
Eski bozkır Türk devletlerinde danışma kurulu görevini yürüten
daimî bir devlet meclisi vardı ve bu meclise toy adı verilirdi. Yılda bir
defa toplanan bu mecliste ordu teftişi ile hayvan sayımı yapılır ve
memleket meseleleri görüşülürdü. Büyük Türk imparatorluklarında ise
dış işleri dairesi önemli kurumlardan birisiydi. Bu kurumda çeşitli
dillerde konuşan ve yazan bir heyet bulunurdu ve yazılara kağanın
mührü basılırdı (Çandarlıoğlu 2002: II: 37-38). Karahanlılarda da
devletin iç ve dış yazışmaları, başında tamgaçı unvânı ile anılan bir
devlet adamının bulunduğu kurum tarafından yapılmaktaydı. Bu
kurumda Uygur harfleriyle Türkçe yazan bitigçi ve ılımga unvânlı
kâtipler görev yapmaktaydı (Koca 2002: III: 484). Buna rağmen yazılı
kaynakların azlığı Türk devletlerinde yazışmaları yürüten bir kurumun
olup olmadığı konusunda kesin bilgiler elde edilmesini engellemektedir.
Fakat işlek bir dile sâhip olan Türk edebiyatının eldeki ilk yazılı
metinlerine bakıldığında resmî yazışmaların varlığı da ortaya
çıkmaktadır.
Uygurcada esengü bitig4 tamlaması esenlik mektubu anlamında
husûsî mektuplar için kullanılırdı. Bu tür mektupların çoğunda alıcının
ve gönderenin adı yazılır, adlardan sonra da mektuplar “esengü bitigim”
meydana gelen secîye ve âhenge dikkat çekilmiştir. Hitap cümlelerinin metnin
bir nutuk metni olduğunu gösterdiği fakat halka hitâben söylenmek amacının
olmadığı sâdece yazılı olarak tespit edildiği belirtilmiştir. Göktürk Yazıtlarında,
kullanılan unvânlar hakkında ayrıntılı bilgi verilmektedir; Sertkaya 1995: 209-
216.
4
Uygurca mektupların varlığı ve metinlerinin ortaya çıkarılma serüveni için ve
ayrıca bu mektupların iç yapısı ile mektup metinleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için
bk. Tekin 2004: 289-299, Tezcan ve Zieme 1971, Tezcan 1978, Hamilton 1986.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
329
ibaresi ile başlardı. Bu girişten sonra muhatabın hâli ve hatrı, sorulur
sağlık durumu hakkında bilgi istenir, daha sonra da gönderen kendi
hâlini ve sağlık durumunu bildirirdi. Hasbihâlden sonra mektubun yazılış
amacı ve mektup yazılan kişiye ulaştırılması istenirdi (Tekin 2004: 293).
Hârzemşâhların kötü yönetimi, Moğolların Orta Asya, Orta Doğu ve
Anadolu’yu istilâ etmesine neden olmuştur. Bu istilâ sonucunda inşâ
divanı, kâtiplik mesleği ve Fars dili ile yazışma eski önemini
kaybetmiştir. Moğollar, Uygurları yıkmalarına rağmen onların kuvvetli
kültürlerine tâbi olmuşlar ve yazışmalarında Uygurcayı kullanmışlardır.
Uygur kâtipleri ve devlet adamlarının sivil idareyi ellerine geçirmeleri ile
Moğollar kısa zamanda Türkleşmişlerdir. Uygurcanın devlet işlerinde
kullanılması da XV. asır sonuna kadar devam etmiştir (Gömeç 1997: 78-
79). Moğol devlet teşkilatında kâtiplerin bulunmasına bağlı olarak eldeki
vesikalar, belirli bir resmî yazışma üslûbunun bulunduğunu
göstermektedir. Vesikalardaki yazım şekillerinin birbirine benzemesi,
resmî yazışmalarda belirli formüllerin kullanıldığını ve dolayısıyla da
inşâ sanatıyla ilgili eserlerin kaleme alındığını ispatlamaktadır (Spuler
1957: 315-320).
Selçukluların kuruluşundan XIII. asrın ortalarına gelinceye kadar
devlet dili olarak Farsçanın kullanılmış olması eserlerin Türkçe
yazılmasını engellemiştir. Elde bulunan Türkçe eserlerin sayısı da çok
azdır. Türkçe eserlerin sayısının bu kadar az olması ise, Moğol istilâsı
sırasında yok olmalarına ve Anadolu’daki yerleşme mücadelelerinin
yarattığı karmaşaya bağlanmaktadır (Mazıoğlu 1982: 34).
Türkmen Beylerinin Selçuklu yönetimine ve dolayısıyla Moğol
baskısına toplu olarak tepki göstermeleri sonucunda Türkçenin kullanımı
yaygınlaşmıştır. Divan dili olarak Türkçeyi kullanan beyliklerin
sayesinde yazışma dili Farsça olmaktan kurtarılmıştır. Özellikle
Osmanlıların kurulması ile her türlü yazışmada ve her alanda Türkçenin
kullanılması yaygınlık kazanmış, Farsça önemini yitirmiştir (Turan
1990: 56).
XIV. asırdan itibaren kaleme alınan eserlerin çoğu Türkçe olmasına
rağmen teliften ziyade Farsça ve Arapçadan tercüme edilmiş dinî
nitelikli eserlerdir. Türk dilinin rağbet görmesinde, Beyliklerin başındaki
yöneticilerin Arapça ve Farsça bilmemeleri ile Moğol zulmü altında
ezilen halkın dinî duygularının tatmin edilmek istenmesi etkili olmuştur.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
330
Orta Asya’dan gelen sûfîler de İslâm inançlarını halka anlatabilmek için
Türkçeyi tercih etmişlerdir.
Anadolu Selçukluları devrinde Farsça yazılmış dinî eserlerin, bu
dönemde Türkçeye çevrildiği veya Türkçe benzerlerinin yazıldığı gibi
Farsça inşâ eserlerinin benzerleri de Türkçe olarak yazılmaya
başlanmıştır (Erzi 1963). Selçuklular tarafından geliştirilen Fars inşâ
geleneğinin devamı niteliğindeki bu inşâ eserlerinden ilki eldeki bilgilere
göre XV. asrın başlarında Ahmed-i Dâ’î (Ertaylan 1952) tarafından
yazılan mektup yazma kurallarını, hitap formüllerini ve mektup
örneklerini ihtiva eden Teressül5 adlı eserdir.
Genel anlamda, Hz. Muhammed’in pratik olarak ortaya koyduğu
yazışma kurallarıyla Roma, Bizans ve eski İran yazışma geleneklerinin
İslâm Arap ve Fars devlet kurumlarında uygulanmasıyla ortaya çıkan
inşâ sanatı, yetkin kişilerin elinde bir takım kurallara kavuşmuş ve
zamanla bu kurallar husûsî yazışmalara da sirâyet etmiştir (Mez 2000:
288). Bazen hüner gösterme merakı bu sanatı resmî olmaktan çıkarmış
belâgat erbabının elinde yazıları süsleme sanatına dönüşmüştür. Terim
olarak Türk edebiyatında önceleri yazışma kuralları manzumesi olarak
gördüğümüz inşâ sanatı zamanla hüner gösterme amacına bağlı olarak
belâgat kurallarına uygun yazılmış her türlü düzyazıyı da içine almıştır.
Türk edebiyatında sanatlı nesrin ortaya çıkışı ve gelişmesi İslâmî edebî
geleneğin etkisi ile olmuştur. XIV. asırda Anadolu’da yeni kurulmuş
olan Osmanlı Devleti’nin birliği sağlamak için sürekli savaşmış olması
bir edebî kültür ortamının kurulmasını geciktirmiştir. Bu devrede
genellikle Kur’ân tercüme ve tefsirleri ile diğer dinî eserler Farsçadan ve
Arapçadan çevrilmiştir. Bu eserlerin dili, devrin kültürel yapısına bağlı
olarak sâdedir. XV. asrın ikinci yarısından itibaren devletin büyümesi ve
gelişmesi ile kültürel ve sosyal ortam da gelişmiştir. Buna bağlı olarak
XV. asırda kaleme alınan eserlerde kullanılan Türkçeye rağbet azalmış
ve bazı yazarlar tarafından Türkçenin istenileni anlatmaya yetmediği
söylenmiştir. Bu nedenle tahsil için İran’a giden şair ve yazarlar İslâmî
5
Teressül, inşâ sanatından bir ilmin adı olup muhâtabın mevkiine uygun hitap
etme usûllerini öğretir. Ahmed-i Dâ’î’nin eserinde de bu isme uygun olarak,
padişahtan hekime ve babadan amcaya kadar kime nasıl hitap edileceği ile ilgili
formüllere yer verilmektedir.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
331
edebî geleneği ve sanat ekollerini öğrenerek geri dönmüşler ve
eserlerinde sanatlı nesir kullanmaya başlamışlardır. Bu yazarların ve
hüner gösterme merakının da etkisi ile zamanla nesirle yazılan eserlerin
çoğunda sanatlı ve külfetli bir dil kullanılmıştır. Sanatlı nesrin bu şekilde
maharet gösterme aracına dönüşmesinde, resmî yazışmalarda devletin
ihtişamına uygun sanatlı bir dil kullanma isteğinin etkisi vardır. Yazar ve
şairlerin büyük çoğunluğunun devlet adamı, şair veya âlim olduğu göz
önüne alındığında, yazışmalarda kullanılan sanatlı nesrin bu kişiler
tarafından kendi eserlerinde de kullanılması kaçınılmazdır. Arap nesrinin
gelişmesinde mektup ve makâme türlerinde kullanılan sanatlı dilin diğer
edebî türleri de etkilemesi gibi Türk nesrinin gelişmesinde ve sanatlı
nesrin ortaya çıkmasında Fars ve Arap edebî ekolleri ile resmî yazışma
dilinin etkisi vardır.
Büyük Selçukluların inşâ geleneklerini devam ettirmiş ve devlet
dairelerinde Farsçayı kullanmış olan Anadolu Selçukluları zamanında da
büyük münşîler yetişmiş ve eski büyük münşîler tarafından ortaya
konulmuş inşâ kuralları bu dönem münşîleri tarafından örnek alınmıştır.
Anadolu Selçukluları Dönemi’nde mükemmel bir inşâ divanı ve bu
divanda görev yapmış kudretli münşîler bulunmakla birlikte inşâ
sanatına dair yazılmış eser sayısı çok azdır (Köprülü 1943: 414). XIII.
asırda Ebû Bekr b. el-Zekiyyüddin (ö. 683-690/1284-1291) tarafından
Farsça olarak yazılmış bulunan Ravzatü’l-Küttâb ve Hadîkatü’l-Elbâb ile
aynı içeriğe sâhip olan El-Teressül ile’t-Tevessül adlı inşâ eserleri
yanında, XIII. asrın sonlarında Hüsâmüddin Hasan b. Abdülmü’min elHoyî (709/1309’da hayatta) tarafından yine Farsça olarak yazılmış olan
Nüzhetü’l-Küttâb ve Tuhfetü’l-Ahbâb ile onun muhtasarı mâhiyetindeki
Kavâidü’r-Resâil ve Ferâyidü’l-Fezâyil adlı eserlerde gerçek mektuplar
yoktur. Sultanlara, devlet adamlarına, kadılara, müderrislere, şeyhlere,
imamlara, hafızlara, mütevellilere yazılacak mektuplarda hangi lakap ve
hitapların kullanılması gerektiğini gösteren kısa mektup örnekleri ile
akrabaya yazılacak mektup örnekleri ve mektupların sonuna konacak
ibareler ile tarih hakkında usûller gösterilmektedir. Aynı kişi tarafından
yazılmış olan Gunyetü’l-Kâtib ve Münyetü’t-Tâlib adlı eser, Kavâidü’rResâil adlı eserle aynı mâhiyettedir. Kişiler için kullanılacak lakap ve
hitaplara bazı ilâveler yapılmıştır. Aynı kişinin yazmış olduğu bir başka
eser ise, Rüsûmü’r-Resâil ve Nücûmü’l-Fezâyil adını taşımaktadır. Dört
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
332
fasıl üzerine tertip edilen eserde her makam ve şahsa göre yazılmış olan
menşûr ve takrîrlerde yalnızca lakap ve hitaplar verilmemiş, her rütbe ve
makamın mâhiyeti ve vazifeleri, maaşları, makama geliş tarihleri ve
mesuliyetleri gibi ayrıntılara da yer verilerek kâtipler için tam bir örnek
oluşturulmuştur. Bu mektupların gerçek mektuplardan tek farkı kişilerin
ve görevli oldukları şehrin adlarının olduğu yerlerin boş bırakılmış
olmasıdır (Turan 1988: 172-177, Sâlihî 1380: 51-52: 71-72) .
Anadolu Selçuklularının son zamanlarında Farsça yazılan bu inşâ
eserlerinin Büyük Selçuklular Dönemi’nin başlarında Muhammed b.
Abdülhâlik el-Meyhenî tarafından yazılmış olan Farsça ilk inşâ eseri
Destûr-ı Debîrî ile benzerliklerinin bulunması, Selçuklu inşâ
geleneklerinin Anadolu Selçuklularında da devam ettirildiğini
göstermektedir. Anadolu Selçukluları’dan sonra kurulan beyliklerde ve
Osmanlıda devlet dili olarak Türkçenin kullanılması neticesinde,
Anadolu Selçuklularının inşâ gelenekleri -yukarıda tanıtılan Farsça inşâ
eserlerinin içeriğine benzeyen- Türkçe yazılmış ilk inşâ eserlerinde de
devam ettirilmiştir (İnalcık 1963: IX: 673, Tekin 1971: 9-10).
Türkçe kaleme alınmış ilk inşâ eseri olan Teressül’den sonra ikinci
eser Menâhicü’l-İnşâ adıyla Yahya b. Mehmed el-Kâtib tarafından
884/1479’dan önce yazılmıştır. Elde bulunan nüshası, İbrahim elKaraviryevî tarafından 884/1479 Ramazan’ında istinsah edilmiştir
(Tekin 1971, Unan 1986). İnşâ geleneğinin devamı olması bakımından
Destûr-ı Debîrî ile yaklaşık olarak aynı içeriğe sâhip olan Menâhicü’l-
İn
şâ, tertip açısından da Ahmed-i Dâ’î tarafından ayrıca belirtilmese bile
Teressül gibi üç bölüm şeklinde tertip edilmiştir.
XV. asırda Fâtih Sultan Mehmed’in Kanûn-nâme-i Âl-i Osmân6
adıyla hayata geçirmiş olduğu devlet idaresine dair kuralların içinde,
yazışmaların nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili bir bölüm bulunmaktadır.
Bu bölümde kitâbet dairesinde çalışan memurlar için yazışmalarda
kimlere nasıl hitap edileceğiyle ilgili formüller verilmiş ve bunlara
uyulması kanun olarak emredilmiştir (Akgündüz 1990: 330-332). Bu
6
Fatih Kanunnâmesinde kâtiplerin reisi olan nişancı ve reisülküttâbın resmî
hiyerarşi içindeki yerleri, durumları, maaşları ve görevleri hakkındaki bölümde
yeterli bilgi vardır. Bu konuyla ilgili olarak Köprülü 1981:59-65’te ayrıntılı bilgi
bulunmaktadır.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
333
tarihten sonra yazılmış veya derlenmiş inşâ eserlerinin çoğunda bu
kanunda belirlenen kurallara göre yazılmış resmî mektupların
sûretlerinin yer aldığı görülmektedir. Bu devirde kuramsal eserlerin
sayısının azaldığı da dikkati çekmekle birlikte edebiyat tarihimiz
açısından olduğu kadar siyâsî tarih açısından da kıymetli vesikalar, bu
derleme münşeât mecmûalarında yer almaktadır. Siyasî veya resmî
mektupların yanında ünlü âlim, şair ve yazarların, dostlarına ve devlet
adamlarına hitâben yazdıkları mektuplarıyla hüner göstermek amacıyla
değişik konularda yazdıkları mektuplarının, kendileri veya başkaları
tarafından derlenilmesiyle başka bir türde münşeât mecmûaları ortaya
çıkmıştır (Levend 1988: 113-116).
Batılılaşma tesiri ile 12 Mart 1836’da çıkarılan bir hatt-ı hümâyûnla
reîsü’l-küttâblık makamının umûr-ı hâriciye nezâretine çevrilmesine
kadar kitâbet dairesi, Fâtih Sultan Mehmed’in Kanun-nâmelerine göre
idare edilmiştir (İnalcık 1963: 682). Bir nezâret hâlini alan kitâbet dairesi
için de batılı anlamda yenileşmelere bağlı olarak eski inşâ usûlünden
farklı yeni yazışma kuralları getirilmiş, yazı sitili, kullanılan elkâb, duâ
ve bitiş formülleri ve ifadeler değiştirilmiş veya kısaltılmış, hatta bazıları
terk edilmiş olmasına rağmen eski inşâ geleneklerinin devamını sağlayan
birçok münşî yetişmiştir (Ortaylı 1988: 153-168, İpşirli 1995: 3, Tansel
1974: 387). Tanzimat ile birlikte yeniden yapılanma çabalarının neticesi
olarak kitâbetle ilgili eserler de genel olarak iki kısımda toplanmıştır.
Bunlar, resmî ve husûsî kitâbet başlığı altında çoğu zaman aynı eserde
birlikte incelenmişlerdir. Resmî kitâbetin gereklerinin yerine getirilmesi
için sâdece dile ait kuralları öğrenmenin yeterli olmayacağı, cümlelerin
birbiri ile bağlantılarını gerektiren resmî tarzın öğretilmesinin de şart
olduğu vurgulanmaktadır. Resmî kitâbetin husûsî kitâbete göre daha zor
olduğu da belirtilmektedir. Resmî yazışmalarda kısalık, sâdelik, açıklık
ve maksada uygun ifadelerin önemi üzerinde çokça durulmuştur. Bu tür
eserlerin içerik bakımından ders kitâbı veya yardımcı kitap olarak
kaleme alındıkları dikkati çekmektedir. Bilindiği gibi daha önceleri bu
tür kitaplara münşeât veya inşâ eseri, tertipleyenlere de münşî denilirken
Tanzimat ile birlikte terimlerde değişiklik yapılarak bu tür eserlere
kitâbet-i resmiyye ve gayr-i resmiyye el kitâbı, yazışmalara kitâbet ve bu
işi yapanlara da kâtip denilmeye başlanmıştır. XIX. asırda bu tarz kitâbet
sahasında büyük gelişmeler olduğundan resmî ve husûsî kitâbet dışında,
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
334
adlî ve hukukî yazışmalar için kitâbet-i adliyye, askerî yazışmalar için
kitâbet-i askeriyye, diplomatik yazışmalar için kitâbet-i hâriciyye
terimleri kullanılmaya başlanmıştır. Genelde kuramsal olan bu eserlerin
giriş bölümünde, Osmanlı klâsik dönemi yazışma tarzıyla ilgili bilgiler
verildikten sonra yeni kurulan okullardaki müfredâta cevap vermedikleri
için yeni tarz kitâbetle ilgili eserlerin kaleme alındığı belirtilmektedir
(İpşirli 1995: 4-5).7
Tanzimat sonrası resmî yazışma kurallarına dair talimatlar çıkarılmış
ve bu talimatlara kitâbetle ilgili eserlerde yer verilmiştir. Örnek olarak,
Harbiye Nezâretince yayımlanan on bir maddelik ta’lîmât-nâmede şu
ifadeler yer almaktadır: “Müteselsil ibarelerden kaçınılmalı, meram kısa
cümlelerle anlatılmalı, maddeler sıra numarası ile biraz içeriden
yazılmalı, hesapla ilgili verilerde rakamlara dikkat edilmeli, yazıların
sonundaki ol bâbda ifadesi terk edilerek yerine tavsiye olunur, tebliğ
olunur ifadelerinin kullanılması, kağıdın sol üst köşesine nereden
yazıldığı matbu olarak yazılmalı, altına tarih yazılmalı, acele yazılarda
tarihin yanına saat ilâve edilmelidir” (İpşirli 1995: 7-8).
Görüldüğü kadarıyla Tanzimat ile birlikte klâsik Osmanlı yazışma
veya inşâ geleneklerinde köklü değişikliklere gidilmiştir. Devlet
adamlarının ve devlet dairelerinin yeni tarz kitâbet kuralları hakkında
talimatlar çıkardıkları, yeni kurulan okullarda ders olarak okutulmak için
konuyla ilgili eserlerin yazıldığı, sadrazamlık görevinde bulunan Küçük
Said Paşa’nın bile kitâbet-i resmiyye ile ilgili fikirlerini açıkladığı bir
kitap yazdığı bilinmektedir (Kurşun 1995: 9-10).
Mektup Türleri
Mektup yazımı ile ilgili kuralların belirlenmiş olması nedeniyle,
konu itibariyle değişik adlarla anılmış olsalar bile her mektup türünün
hemen benzer özelliklere sâhip olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
İranlıların resmî mektupları sultâniyât, husûsî mektupları ihvâniyât
adıyla sınıflandırmaları, Türklerin de benzer sınıflandırmalar yapmasına
neden olmuştur. Mektup sınıflandırmaları ve mektup incelemeleri de
7
Tanzimat sonrası yazılan kitâbete dair eserlerin içeriği ile resmî ve husûsî
kitâbetin özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Mehmed Tevfik 1307, M.
Cevdet 1341, Mehmed Fuad 1328.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
335
inşâ sanatının ortaya çıkışından günümüze kadar hep aynı şekilde
yapılagelmiştir. Özellikle resmî mektuplarda bir takım kalıp formüllerin
kullanılması araştırmacıya önceden belirlenmiş sınıflandırmalardan
farklı bir sınıflandırma ve inceleme imkânı da vermemektedir. Fakat
husûsî mektuplarda resmî mektuplarda olduğu gibi kurallara kesin riâyet
etme zorunluluğunun bulunmaması, mektupların şekle değil de
muhtevaya dayalı sınıflandırmaya tabi tutulmasına neden olmuştur.
Husûsî mektuplarda da bir takım kurallar belirlenmiş olsa bile mektup
yazanın psikolojik durumu ve mektup yazılan kişinin mevkii hem şekli
yapıyı hem de muhtevayı belirlemektedir.
Münşeât mecmûalarında, mektup türlerine ait metin örnekleri ve
sûretleri çeşitli adlandırmalar altında verilmektedir. Örneğin, Kınalı-zâde
Alâeddin Ali Efendi’nin münşeât mecmûasında mektuplar 5 kısma
ayrılmaktadır: Tehniyet-nâmeler, şefaat ve sipariş mektupları (ruk’alar),
muhabbet-nâmeler, taziyet-nâmeler, arîzalar.
Buna benzer sınıflandırmalar, yazma eserlerde ve konuyla ilgili
çalışmalarda farklı sayı ve adlandırmalarla karşımıza çıkmaktadır.
Yazma eserlerden ve konuyla ilgili çalışmalardan hareketle mektup
türleri şu şekilde gruplandırılabilir:
Husûsî Mektuplar
Aynı yerde veya iki farklı yerleşim yerinde bulunan kişilerin husûsî
sebeplerle birbirlerine gönderdikleri mektuplardır. Konusuna göre
değişik adlar alan bu tür mektupların adları şunlardır: Muhabbet-nâme
(bu tür mektuplara, meveddet-nâme, şevk-nâme veya uhuvvet-nâme de
denilmektedir), tehniyet-nâme veya tebrîk-nâme, ta’ziyet-nâme, şefakatnâme (şefkat-nâme), irsal-nâme, iştiyak-nâme, şikâyet-nâme, tavsiyenâme, teşekkür-nâme, ıyâdet-nâme, davet-nâme, şefâat-nâme.
Resmî Mektuplar
Aynı yerdeki ya da iki farklı yerdeki devlet daireleri veya devlet
adamları arasında önceden belirlenmiş kurallara uyularak yapılan
yazışmalar ve halk tarafından devlet dairelerine veya devlet adamlarına
hitâben yazılmış resmî içerikli her türlü yazışma bu türe dahil
olmaktadır. Mektûbu yazan kişi ile mektup yazılan kişinin mevkii ve
mektûbun konusu bu tür yazışmaların sınıflandırılmasında ve
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
336
adlandırılmasında belirleyici olmaktadır. Bu tür mektuplarda devletin
veya bulunulan mevkiin büyüklüğünü göstermek amacıyla çok daha
sanatlı bir üslûp tercih edilmiştir. Resmî mektupların bazılarında, tercih
edilen kâğıttan diğer şeklî özelliklerine kadar her türlü ayrıntı önceden
belirlenmiş olduğu için yazının içeriğine bakılmaksızın hangi türe ait
olduğu anlaşılabilmektedir. Resmî mektuplarda şeklî yapı husûsî
mektuplara göre daha belirleyici durumdadır. Şeklî yapısına ve
muhtevasına göre sınıflandırılabilecek olan resmî mektuplar şunlardır:
Fermân, nâme-i hümâyûn, hatt-ı hümâyûn, berât, menşûr, mülk-nâme,
ahd-nâme, irade, takrîr, telhîs, ruk’a, buyuruldu, tezkire, tarhaniyetnâme, arîza, kâime, temessük, arz, arz-ı hâl, arz-ı mahzar, tahrîrât, şukka.
Mektupların Yapısı
1. Dış Yapı
İncelediğimiz çok sayıda mektup metninde mektup kâğıdının
yalnızca ön yüzünün kullanıldığı, arka yüzüne herhangi bir yazının
yazılmadığı görülmektedir.
Mektup yazarken kâğıtların sağ tarafında geniş bir boşluk
bırakılmakta sol tarafında ise boşluk bırakılmamaktadır. Harflerin
kâğıdın sol tarafına ve yukarıya doğru bir kavisle bazen üst üste gelecek
şekilde sıklaştırılarak istif edildiği görülmektedir ki şekil olarak üst üste
konulmuş kılıca benzeyen bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Sağ tarafta
bırakılan boşluğa da çoğu zaman muhatap tarafından cevap yazılarak
geri gönderilmekte, bazen de bu boşluğa mühür, pençe, imza, derkenar
ve sahh kayıtlarının yazıldığı görülmektedir. Kâğıdın üst tarafında
yazının kapladığı alanın üçte ikisi kadar bir boşluk bırakılmakta,
mektûbun özelliğine göre bu boşluğa tuğra çekilmekte veya buyuruldu
ve telhîs mâhiyetinde yazılar yazılmaktadır. Yazılacak yazı üst
dereceden alt dereceye yazılacaksa kâğıdın ortasının yukarısından ve alt
dereceden üst dereceye yazılacaksa kâğıdın ortasının aşağısından
başlanmaktadır.
Mektup yazılacak muhataba göre seçilen kâğıtlar ise beyaz veya
sarımtırak renklerde olup yerine göre metrelerce uzunluğa sâhip
olabilmektedir. Beyaz renkli kâğıt kaliteli olup kolay yıpranmayan
cinstendir. Sarımtırak renkli olanı ise kolaylıkla yıpranıp yırtılabilen
kâğıt cinsidir. Yazışmalarda özellikle beyaz renkli kâğıt tercih edilmiş
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
337
olup Dîvân-ı Hümâyûn kalemi tarafından yabancı hükümdarlara
gönderilen nâme-i hümâyûnların sarımtırak renkli kâğıda yazıldığı
görülmektedir. Bunun sebebi ise, sarı renkli kâğıtların daha büyük
ölçülerde olmasıdır.
Muhatabın Müslüman olup olmamasına göre de değişiklik gösteren
kâğıtlardan âbâdî olanı İslâm hükümdarlarına yazılan yazılarda, büyük
boy İstanbul kâğıdı denileni ise Müslüman olmayan devlet yöneticilerine
yazılan yazılarda kullanılmaktadır (Gökbilgin 1992: 23-24).
Osmanlı Dönemi’nde, genellikle resmî yazışmalarda olmakla birlikte
husûsî yazışmalarda da Türkçeden başka diller kullanılmıştır. Özellikle
Farsça ve Arapça başta olmak üzere, Rumca, Sırpça, Boşnakça, Macarca,
İtalyanca ve Ermenice de mektuplar yazılmıştır. Farklı dillerde
mektupların yazılması, bu dillerin konuşulduğu yerlerin Osmanlı
hâkimiyeti altına girmesinden sonraya rastlamaktadır ki, ilişkilerin ilk
elden ve daha sağlıklı olması amacı ön planda tutulmuştur.
Yazı çeşitleri, yazılacak yazının ve mektûbun türüne göre
değişmektedir:
Reyhânî, Kur’ân ve dinî eserlerin yazımında, Sülüs, süsleme amaçlı
yazılarda, Rik’a, Mükâtebât ve mürâselâtta, Nesih, tefsîr ve hadîslerin
yazımında, Tevkî’, fermân ve menşûrlarda, Muhakkak ve Ta’lîk, dîvân
tertibinde, Dîvânî ve Siyâkat, mâliye ile ilgili işlerde ve dîvân-ı hümâyûn
tarafından kaleme alınan yazılarda kullanılmıştır.
2. İç Yapı
Mektup metinleri genellikle:
1- Giriş: Davet (Tahmîd veya Temcîd)
Unvân
Elkâb, Ser-nâme veya Hitâb
Duâ
2- Metin: Nakil, İblâğ ve Talep
3- Sonuç: Hâtime
Tarih, Yer, İmza veya Mühür olmak üzere, üç ana bölümden
oluşmaktadır. Bu bölümlerde kullanılacak hitap, elkâb ve unvan
formülleri, mektûbun yazılış amacı ve muhataptan istenilen şey ile
mektûbun tarihi, imza ve mührü gibi kısımlarının her birine rükn adı
verilmektedir.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
338
Kaynaklar
Akgündüz, Ahmed (1990). Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri. 9 cilt.
İstanbul: Fey Vakfı Yayınları.
Arûzî Nizâmî (1327). Çehâr-Makâle-i Nizâmî-i Arûzî. Kâhire.
Âsım Efendi (1354). Kamus-al muhit okyanus-ül-basit fi tercümet-il kamus-ilmuhit. İstanbul.
Barutcu-Özönder, Sema (2002). “Eski Türklerde Dil ve Edebiyat”. Türkler III,
s. 481-501. Ankara: yeni Türkiye Yayınları.
Çandarlıoğlu, Gülçin (2002). “Uygur Devletleri Tarihi ve Kültürü”. Genel Türk
Tarihi II: 9-46. Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
Dayf, Şevkî (1946). El-Fenn ve Mezâhibuhu Fi’n-Nesri’l-Arabî. Kâhire.
Demirayak, Kenan (1992). I. Abbâsî Asrında Edebî Çevre (132-232/750-847).
Atatürk Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Erzurum.
Emîn, Ahmed (1933). Zuhrü’l-İslâm. I-IV. Beyrut.
Emirçupani, Ahad (2001). Gaznelilerin İlk Döneminde Edebî Çevre. Atatürk
Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Erzurum.
Ercilasun, A. Bican (1990). “Köl Tigin Yazıtı Bir Nutuk Metni Midir?”. TDAYBelleten. 31-39. Ankara.
Erzi, A. Sadık (1963). Hasan Bin Abdülmümin El-Hôyî-Nüzhetü’l-Küttâb ve
Tuhfetü’l-Ahbâb; Gunyetü’l-Kâtib ve Rüsûmü’r-Resâil. Ankara.
Fekete, L. (1926). Einführung in die osmanisch-türkische Diplomatik der
türkischen Botmassigkeit in Ungarn. Budapest.
Ferîver, Hüseyin (1341). Târîh-i Edebiyat-ı İrân ve Tarîh-i Şu’âra. Tahran.
Fürûzānî, Seyyid Abdülkâsım (1379). “El-Tevessül İle’t-Teressül-Mecmûayî
Girân-Kadr Ez Münşeât-ı Bahâüddin Muhammed Bağdâdî”. Kitâb-ı Mâh-ı
Târîh ve Coğrafyâ. S. 32: 13-15. Tahran.
Gökbilgin, M. Tayyib (1992). Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi.
İstanbul: Enderun Kitabevi.
Gömeç, Sadettin (1997). Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü. Ankara: AKM
Yayınları.
Guboglu, Mihail (1958). Paleografia Si Diplomatica Turco-Osmana. Bükreş.
Gürkan, Nejdet (2000). Arap Edebiyatında Memlûkler (Moğollar) Dönemi (656-
923/1258-1517). Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi. Isparta.
Hamilton, James (1986). Manuscrits ouigours du IXe-Xe siecle de Touen-houang
Textes etablis, Traduits, et commentes par James Hamilton. Tom I, II.
Paris: Fondation Singer-Polignac.
İbn Haldûn, Abdurrahman B. Muhammed (1988). Mukaddime I-III (çev: Zâkir
Kadirî Ugan), İstanbul: MEB Yayınları.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
339
İnalcık, Halil (1963). “Reîsü’l-Küttâb”. İA. 9:671-683, İstanbul: MEB Yayınları.
İpşirli, Mehmet (1995). “Osmanlılarda Kitâbet-i Resmiyyeye Dair Eserler
Hakkında Bazı Gözlemler”. 1-8. Osmanlı Diplomatiği Semineri-30-31
Mayıs 1994. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Araştırmaları Merkezi Yayınları.
Kalkaşendî, Ahmed B. Abdullah (1987). Subhü’l-A’şâ Fî-Sınâ’ati’l- İnşâ’. Nşr:
Muhammed Hüseyin Şemseddin. Beyrut-Lübnan: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye
Matbaası.
Keskiner, Osman (1996). Arap Edebiyatında İnşâ Sanatının Gelişmesi. 19
Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Samsun.
Köprülü, M. Fuad (1981). Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine
Tesiri. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Kraelitz, F. (1921). Osmanischen Urkunden in turkischer Sprache aus der
zweiten Hafte des 15. Jahrhunderts. Wien.
Kurat, Akdes Nimet (1940). Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altınordu,
Kırım ve Türkistan Hanlarına Ait Yarlık ve Bitikler. Ankara: DTCF
Yayınları.
Kurşun, Zekeriya (1995). “Said Paşa’nın Kitâbet-i Resmiyye Hakkında Bazı
Mülâhazaları”. 8-30. Osmanlı Diplomatiği Semineri-30-31 Mayıs 1994.
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları
Merkezi Yayınları.
Kütükoğlu, Bekir (1988). “Münşeât Mecmûalarının Osmanlı Diplomatiği
Bakımından Ehemmiyeti”. Tarih Boyunca Paleografya ve Diplomatik
Semineri-Bildiriler. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları.
Levend, Agâh Sırrı (1988). Türk Edebiyatı Tarihi I (Giriş). Ankara: TTK
Yayınları.
Mazıoğlu, Hasibe (1982). “Türk Edebiyatı. Eski.”. Türk Ansiklopedisi. XXXII:
80-134. Ankara.
M. Cevdet [İnançalp] (1341). Zamânımızda Usûl-i İnşâ ve Muhâbere. İstanbul.
Mehmed Fuad (1328). Usûl-i Kitâbet-i Resmiyye. İstanbul: Artin Asadoryan ve
Mahdumları Matbaası.
Nüzhet, Mehmed (1306). Mu’addilü’l-imlâ ve Mükemelü’l-İnşâ’. İstanbul.
Nüzhet, Mehmed (1321). Mugni’l-Küttâb. İstanbul.
Mehmed Tevfik (1307). Usûl-i İnşâ ve Kitâbet. İstanbul.
Mez, Adam (2000). Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti. İslâmın Rönesansı. çev:
Salih Şaban. İstanbul: İnsan Yayınları.
Nassar, Hüseyin (1966). Neş’etü’l-Kitâbeti’l-Fenniyye fi’l-Edebi’l-Arabî.
Kâhire.
Hasan Gültekin
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
340
Ortaylı, İlber (1988). “Osmanlı Kançılaryasında Reform: Tanzimat Devri
Osmanlı Diplomatikasının Bazı Yönleri”. Tarih Boyunca Paleografya ve
Diplomatik Semineri-Bildiriler. S.153-168. İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları.
Ögel, Bahaeddin (1982). Türklerde Devlet Anlayışı (13. Yüzyıl Sonlarına
Kadar). Ankara: Başbakanlık Basımevi.
Reychman, J., Zajaczkowski, A. (1968). Handbook Of Ottoman-Turkish
Diplomatics. The Hague: Paris.
Roemer, Hans. R.(1957). “Inshâ’, EI 2. III: 1241-1244.
Safâ, Zebîhullah (2002). İran Edebiyatı Tarihi. 1. cilt. (çev: Hasan Almaz).
Ankara: Nusha Yayınları.
Sâlihî, Nasrullah (1380). “Kitâb-Şinâsî-i Tavsîfî-i Münşeât, Mükâtebât ve
Nâmehâ”. Kitâb-ı Mâh-ı Târîh ve Coğrafyâ II. S. 51-52: 55-153. Tahran.
Savran, Ahmed (1996). Arap Edebiyatı Tarihi (Cahiliye Dönemi). Erzurum.
Sertkaya, O. Fikri (1995). “Göktürk Yazıtlarında İsim ve Ünvan Söyleme
Geleneği”. Göktürk Tarihinin Meseleleri. Ankara: Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Spuler, Bertold (1957). İran Moğolları-İlhanlılar Devri 1220-1350. (çev: Cemal
Köprülü). Ankara: TTK Yayınları.
Sümer, Faruk (1990). Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri.
Ankara: TTK Yayınları.
Şafak, Rızâ-Zâde (1341). Tarih-i Edebiyât-ı İrân. Tahran.
Şemîsâ, Sîrûs (1377). Sebk-Şinâsî-i Nesr. Tehran.
Tansel, F. Abdullah (1974). “Türk Edebiyatında Mektup”. Türk Dili.
CCLXXIV. s. 386-413.
Tekin, Şinasi (1971). Menâhicü’l-İnşâ-Yahyâ Bin Mehmed El-Kâtib’in 15.
yy’dan Kalma En Eski Osmanlıca İnşâ El Kitâbı. Roxbory: Community Art
Workshop.
Tekin, Şinasi (1979). “II. Bâyezid Dönemine Ait Bir Mecmûa”. Journal of
Turkish Studies. V: 3: 343-383.
Tekin, Talat (2004). “İpek Yolundan Bin Yıllık Türkçe Mektuplar”. Makaleler
II. Tarihi Türk Yazı Dilleri. Yayınlayan Emine Yılmaz, Nurettin Demir. s.
289-299. Ankara: Öncü Yayınevi.
Tezcan, Semih (1978). “En Eski Türk Dili ve Yazını” Bilim, Kültür ve Öğretim
Dili Olarak Türkçe. 271-323. Ankara: TTK Yayınları.
Tezcan, Semih, Zieme, Peter (1971). “Uigurische Brieffragmente”. Studia
Turcicae. Edidit. L. Ligeti. S. 451-460. Budapest: Akademiái Kiadó.
Topaloğlu, Bekir, H. Karaman (1995). Arapça-Türkçe Yeni Kamus. İstanbul:
Nesil Yayınları.
İnşâ ve Tarihî Gelişimi
IJ C AS 1 3 2 0 0 9 , p p . 31 7 -3 41
341
Turan, Osman (1988). Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar. Ankara:
TTK Yayınları.
Unan, Fahri (1986). 15. Yüzyıl Yazarlarından Yahyâ Bin Mehmed El-Kâtib’in
Menâhicü’l-İnşâ’sı (İnceleme-Metin). Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Ankara.
Ünal, Ömer (1995). Sadru’l-İslâm’da Edebî Çevre (1-41/622-661). Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi. Erzurum.
Yılmaz, İbrahim (1997). Panayırlar ve Arap Dili ve Edebiyatının Gelişmesinde
Oynadığı Rol. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi.
Erzurum.
Yılmaz, Metin (1998). İslam Kitâbet Dairesinin Doğuşu. 19 Mayıs Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Samsun.
Yılmaz, Nurullah (1995). III. Abbâsî Asrında Edebî Çevre (334-447/945-1055).
Erzurum:Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi.

Konular