KLASİK ŞİİRDE MİTOLOJİNİN YERİ

AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
1
KLASİK ŞİİRDE MİTOLOJİNİN YERİ
Elmas Şahin*
Öz
Klasik şiirin kaynaklarına baktığımızda İslami inançlar (ayetler ve hadisler), İslami
bilimler (tefsir, kelam, fıkıh), İslam tarihi, Tasavvuf felsefesi, İran mitolojisi, Peygamberlerle
ilgili menkıbeler, efsaneler, söylentiler, mucizeler, tarihin derinliklerindeki efsanevi ve
mitolojik unsurlar; Türk tarihi ve kültürü, çağın şiir anlayışı, Arapça, Farsça sözcük ve
tamlamalar önemli bir yere sahiptir.
Bu çalışmada mazmun, motif, imge ve sembollerin belirgin bir biçimde yer aldığı
klasik şiirde, mitolojinin yeri ve ne sıklıkta kullanıldığı tartışılarak; mitolojinin klasik şiire
kattığı anlam ve düşünce zenginliği Muhibbi mahlasıyla binlerce beyit yazan Kanuni Sultan
Süleyman’ın divanından örneklerle irdelenecektir.
Muhibbi’nin divanında özellikle Fars ve İran odaklı doğu mitolojisine neden ağırlık
verdiği, şiirindeki mitolojik tınının klasik şiire kattığı biçim ve anlam zenginliği, mitolojinin
klasik şiire hangi açılardan kaynaklık ettiği bu çalışmanın odak noktasını oluşturacaktır.
Anahtar Kelimeler: klasik şiir, mitoloji, Muhibbi divanı, efsanevi kuşlar, semboller
MYTHOLOGY IN CLASSICAL POETRY
Abstract
When we look at resources of classical poetry, Muslim beliefs (the verses and
hadiths), the Islamic sciences (exegesis, theology, jurisprudence), Islamic history, Sufi
philosophy, Iranian mythology, warriors, legends, rumors and miracles about the Prophets,
the legendary and mythical elements; in the depth of history; Turkish history and culture,
poetry understanding of contemporary, Arabic and Persian words and phrases has a
significant place.
In this study, by discussed the place of mythology in the classical poetry that imagery,
motifs, images and symbols take part significantly and how often it is used; the fact that
mythology enriches the classic poem by the meaning and thoughts will be examined by
several examples from Divan of Kanunî Sultan Suleyman who wrote thousands of couplets by
the pseudonym Muhibbi
Why Muhibbi mainly gave place to Persian and Iranian-oriented eastern mythology
especially in his Divan, that richness of the form and meaning which mythological tones in
his verses bring into the classic poem, which aspects mythology forms the source of the
classic poem will be the focus of this study
Keywords: classical poetry, mythology, Muhibbi's Divan, mythological birds,
symbols

*
Yrd. Doç. Dr., Çağ Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
elmassahin@cag.edu.tr
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
2
GİRİŞ
Mitolojinin görevi, insanoğlunun ilkel çağlardan itibaren dinsel, kültürel ve bilimsel
deneyimlerle ilişkili olan mitleri ya da masalları araştırmak, incelemek, değerlendirmek ve
kulaktan kulağa dolaşan efsaneleri gün ışığına çıkarmaktır. Kurgusal anlatılar ve inançlar
kümesi olan "mitler, halk masalları ve efsaneler genellikle geleneksel anlatım biçimleri olarak
tanımlanırlar. " (Spence 1921: 11)
"Yunanca muthos söylence ve logos söylem kelimelerinden türemiş olan Mitoloji
(Laudon 1835: 138), konu itibariyle, tanrıları, olağanüstü varlıkları, kahramanları ve olayları
anlatan; yazın dünyasına kaynaklık eden bir bilgi dalıdır. Mitoslar, her toplumun kendi
geleneği, inancı ve kültür birikimleri içerisinde filizlenip yerellikten evrenselleşerek bazen
aynı bazen de farklı görüş, duyuş ve anlayış tarzlarıyla harmanlanıp zenginleşerek sembolik
bağlamda canlılıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu çalışmada, edebiyat dünyasının vazgeçilmezlerinden olan mitolojinin Türk klasik
şiirindeki yansıması, 1520 yılında Osmanlı saltanatının on ikinci sultanı olarak tahta çıkan
Kanuni Sultan Süleyman (1494-1566)'ın şiirlerinden yola çıkılarak değerlendirilecektir. Kırk
altı yıl büyük imparatorluğun cihan padişahlığını yapan Muhteşem Süleyman Kanuni, devlet
adamlığının yanı sıra şiirleriyle de adından sıkça söz ettirmiştir. Sultan Süleyman, Muhibbî
mahlasıyla Divanı'nda1
2799 gazel, 217 beyit, 51 dörtlük, 30 murabba, 18 muhammes, 5
nazım şekli parçası, 1 elifname ve 1 terci-i bend kaleme almış, gönlünü şiirle bütünleştirmiş
bir şiir ve sanat aşığıdır.
Köken olarak muhabbet kelimesiyle akraba olan Muhibbi kelimesi, Seven, sevgi
duyan, muhabbet besleyen anlamına gelen Arapça habbe (sevdi) kelimesinden meydana gelir.
Böylece Kanuni, şiirlerinin özünü oluşturan aşk, âşık, sevgi, sevgili sözcükleriyle Muhibbi
mahlasını bir potada eritmiş olur. Habbe kelimesi, aynı zamanda Arapça’da ağaç ve bitkilerin
tohumu, aslı, özü (Kuzubaş 2010: 410) anlamına da geldiğinden şiir Muhibbi'nin gönül
arkadaşı olur. Zira gönül, şiir ile coşar, şiir ile hüzünlenir, şiir ile ağlar, şiir ile bir Ankâ olup
Kaf dağının ardında sevgiliyi arar, gün gelir göklerde Hümâ gibi süzülerek aşığın gölgesi olur,
gün gelir Semender gibi ateşte yaşar ve Simurg ya da Kaknüs gibi küllerinden yeniden doğar.
Muhibbi için şiir, duygularının dili, dertlerinin dermanı ve yorgunluğunun ilacı olduğu
gibi; bazen sevgiliye ulaşmayı arzulayan çaresiz bir âşık, bazen de dünyevi hazlardan uzak
diyarlara kaçıştır. Bu kaçış efsanelere, menkıbelere, mitolojilere doğru bir kaçıştır. Sevgili,
Yusuf yüzlü, İsa nefesli, Şirin dudaklı, Leyla saçlıdır. Vamık'ı deli divane eden Azra gibi
aşkıyla yakıp, Zühre gibi Muhibbi'nin yüzüne ışık saçar. O sevgili ki; aşığı, Yakub gibi
ağlatıp dağlar; Ferhat gibi bela dağına sürükler, Mecnun gibi çöllere atar. Gönüllere taht
kurmuş bir av olarak avcıyı peşinden sürükler. Sevgili ankâ olup göklerde süzülür, âşık da
doğan olup avını yakalamaya çalışır. Böylece özellikle Fars ve İran edebiyatında önemli bir
yer tutan İslami inançlar, dini kıssalar, efsaneler ve mitolojik imgeler; klasik Türk şiirinin
vazgeçilmez unsurları olarak; Şeyhî, Ahmet Paşa, Necatî, Cem Sultan, Mesihî, Fuzûlî, Hayâlî,
Bâkî, Nef’î, Nedim, Nailî, Nâbî, Kadı Burhaneddin, Nesâtî, Seyh Gâlîb, Seyhülislâm Yahya
ve Zatî gibi isimlerin yanı sıra Muhibbi'nin nazmına da anlam ve içerik bakımından zenginlik
katar.

1
Bu çalışmada Muhibbî’nin Divanı’yla ilgili şu kaynaktan faydalanılmıştır: Muhibbi Divanı, Hazırlayan Coşkun
AK, Trabzon, Trabzon Valiliği Yayınları, 2006
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
3
Muhibbi, aşkını yerlere sığdıramayınca, yüreğinde taşıp çağlayan aşkına uçsuz
bucaksız göklerde yer bulmaya çalışır. Çünkü sevgili hümâ olup yükseklerde uçmakta,
göklerde yaşamaktadır. Aşığa yüz güldürmeyen melek yüzlü sevgili, yüksekte uçan bir hümâ
kuşudur.
ʿÂşık oldum bir melek ruhsâre gayet nâzı çok
Yüksek uçar bir hümâdur dâyimâ pervâzı çok (Muhibbi D., G 1390, b1: 429)
Uzun bir aşk sarhoşluğundan sonra, çöllere düşüp ateşlerde dağlanan aşığın yüreği
kanatlanarak dünyevi aşktan ilahi aşka doğru yol alır, öyle ki o aşk, mitolojik bir kuş olarak
kanadının her bir tüyünde ayrı bir mana ve renk taşıyarak büyüdükçe büyüyecektir. Attâr’ın
Mantıku’t-Tayr’ından Gülşehri'nin Mantıku’t-Tayr’ına, Firdevsî'nin Şehnamesi'nden
Mubiibi'nin divanına gelinceye dek nice Zal ve Rüstemleri peşinden sürükleyen yücelerin
hâkimi ankâ bir diğer adıyla Simurg, en çok kullanılan mitler arasında yerini alacaktır.
Ankâ'nın yanı sıra Hümâ, Kaknüs ve Semender de olağanüstü yönleri ve gizemleriyle şairin
şiirlerine konuk olacaktır.
Arapçada tayr ve Farsçada mürg denilen kuş, gerek sevgili gerekse âşık için imgesel
bir anlam taşır. Her ne kadar divan şiirinin vazgeçilmez kuşu "bülbül" olsa da göklerin hâkimi
olan "ankâ" ve "hümâ" ile delikli gagasından çıkardığı etkileyici sesiyle "kaknüs" klasik şiirin
mitsel zenginliğini oluşturur. Kaf dağının efsanevi kuşları ankâ/simurg ve hümâ'nın peşine,
şahin (şâhbâz) ve doğan (bâz) gönderilerek bir türlü ulaşılamayan sevgili avlanmaya
çalışılırken musiki kuşu kaknüs şarkılarıyla aşığın aklını başından alır, semender de aşığı
ateşler içerisinde bırakır. Ehrimen ise onu nefsi ile çatışma içerisine sokar. Divan şairini
olağanüstü yönleriyle etkileyen bu mitsel kuşlar ve yaratıklar klasik şiire malzeme zenginliği
katmasının yanında çeşitli betimleme ve teşbihlerle şairin düşünce ve imgelem gücünü de
geliştirerek, beyitlerin akıcı bir dil ile işlenmesini sağlar.
Muhibbi; Hümâ; Hümâ pervâz, devlet hüması, hümâ-tal'at, hümâ-yı bâzı himmet,
hümâ-yı vasi, hümâ-veş, sâye-i hümâ; Ankâ, 'Ankâ-yı 'ışk, 'Ankâ-yı Kaf, 'Ankâ-yı Kûh~ı Kaf,
Kaf'ın 'Anka'sı; Si-murg/simurg; Kaknüs/musikâr, Semender ve Ehrimen mitlerine yeniden
doğuşun, ölümsüzlüğün, yüceliğin, zenginliğin ve mutluluğun, hayatın, şansın, iyiliğin ve
kötülüğün simgesi olarak divanında yer verir.
Yerin ve Göğün Hâkimleri: Ankâ ve Hümâ: Sî-Murg/simurg, zümrüdüanka, sireng,
anka-yı mugrib gibi adlarla da anılan ankâ, Muhibbi'nin divanında çoğunlukla Ankâ, Kaf'ın
Ankâsı, Kaf'ın Simurgu olarak kullanılırken, bazı dizelerde Simurg adıyla geçer. Kaf dağının
zümrüt yeşilliğinde olduğu inancıyla halk arasında Zümrüdüanka adıyla bilinen Ankâ, Arap
mitolojisinde "Roc ya da Ruck, İran mitolojisinin ürünü olup Simurg adıyla Şark'ın Fenix
(Phoenix)’idir, üç fili pençelerinde taşıyabilen, kuşa benzeyen, kartal kanatlı ve olağanüstü
büyüklükte kuyruğu ile dev cüsseli bu devasa yaratığın 1700 yıl kadar yaşayabildiği söylenir."
(Brande 1867: 295)
Boynunun uzunluğu, kanatlarının büyüklüğü, yırtıcılığı ve yüceliğiyle tanınan ankâ,
kendisi gibi mitsel Kaf dağında yaşar. Bir diğer adıyla farsça otuz anlamına gelen si ve kuş
anlamına gelen murg kelimelerinin birleşiminden oluşan, otuz kuştan ya da her kuştan bir iz
taşıdığından Si-murg; İran mitolojisinde de çok renkliliğiyle Si-reng ve Türk mitolojisinde de
Ankâ ve Zümrüdüanka isimleriyle yaygınlık kazanır. Kendini yenileyen, küllerinden yeniden
doğduğuna inanılan bu ölümsüz kuş Simurg'a Yunan ve Mısır mitolojisinde Feniks adı verilir.
"Hint mitolojisinde Garuda [Grifon], Mısır medeniyetinde benu kuşu ya da phoenix İslam
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
4
rivayetlerinde Ankâ (Simurg)," (Ceylan 2007: 6) Türk mitolojisinde de Ankâ olarak yerini
alır. Renkli tüyleriyle, "cennetkuşu" (Pala 2003: 228) olarak da tanınan Ankâ; Arap, İran,
Fars, Türk, Hind, Çin ve batı edebiyatında adından sıkça söz ettirir.
Hatta Fars mesnevisinin önemli ismi Feridüddin Attar, Mantıku't Tayr (Mantık AlTayr-Tuyurnâme
1187)'da Simurgun kanadından bir tüyün bir gece Çin ülkesinin üzerine
düştüğünden, herkesin o tüyden bir nakış elde edip bir işe koyulduğundan bahseder. O tüyün
şimdi Çin Nigaristan'ında bulunduğu haberini de verir. Bu yüzden ilim Çin'de de olsa onu
talep edin diye öğüt de verir.
Birgece simurg oldi cilveger
Şehri Çin üzre seger kıldi güzer
Şehri Çine düşti anun bir peri
Eyledi pür-şur o şehru kişveri (Attar 1857: 38)
Türk mesnevisinin üstatlarından Gülşehri de, kısmen Attar'dan çevirdiği ve büyük
oranda başka kıssalar eklediği kendi kitabı Mantıku't Tayr (1317)'da, Attar'ın anlatımını
kendine has çağının Türkçesiyle şöyle ifade eder.
Bir gice Çîn şehri üstinden meger
Nâgehân sîmurg geçdi cilveger
Bir kanadı düşdi Çîn’e key ulu
Sad herâzân dürlü nakş anda tolu (Gülşehri tarihsiz: 2)
Gerek Attâr'ın gerekse Gülşehri'nin kuşlar meclisinde Simurg, kuşların padişahı olarak
anlatılır. Hüdhüd kuşunun önderliğinde binlerce kuş Simurg'u bulmak için Kaf dağına doğru
yola çıkarlar, ancak uzun yolculukta çoğu ölür; bir kısmı da yolculuktan vazgeçip geri
dönerler. Sadece otuz kuş Kaf dağına ulaşabilir "Simurg" diye yola çıkıp aradıkları "Simurg"un
kendileri olduğunu anlayan kuşlar, her biri birer Si-murg olarak efsaneleşirler ve
vahdet-i vücuda yani tek olan Yaratıcıya kavuşurlar.
Kim bizüm bir şâhumuz var bî-hilâf
Ol tag ardında ki dirler Kûh-ı Kâf
Adı sîmurg u cemâli bî-kerân
Kudreti peydâ vü zâtı bî-nişân
Ol kılur tedbîri kamu işlere
Pâdişâh oldur dükeli kuşlara (Gülşehri tarihsiz: 5)
Cihan padişahı olan Muhibbi de Hakk'a ulaşmak için kendisini ankâ ile özdeşleştirerek
Kaf dağını mesken edinir. Muhibbi birçok şair gibi, kendine eş olarak simurgu seçmekte
haksız değildir. İsmen varolup, cismen olmayan bu kuş, varlığı bilinen, ancak görülmeyen
Tanrıyı imgesel bağlamda temsil eder. Bilgi ağacını elinde bulunduran ankâ, kendisini dünya
nimetlerinden arındırıp, bu ruhsal güce ulaşma arzusu duyanları birer ankâ yapar. Dünyevi
istekler yüzünden simurgu'un yolundan dönen binlerce kuş gibi olmak istemeyen Muhibbi,
ankânın yoluna baş koyar.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
5
Dünyadan vazgeçen, şairin kazancı büyük olur. Ankâ kuşu gibi kanaat Kaf'ında yer
edinen aşığın eline tokgözlülük gibi bir cevher geçer.
Eyledüm Kâf-ı kanâʿatda mekân ʿankâ gibi
Bir cevâhir girdi bu elime istignâ gibi (Muhibbi D., G 2705, b1: 784)
Şair yine kendisini dünyanın dostu olmaması için uyarır. "Er olan kişi kocakarıya
gönül vermez" sözleriyle cismani sevgidense ilahi sevgiyi üstün görür.
Muhibbi olma dünyânun muhibbi
ʿAcuzeye gönül virmek er itmez. (Muhibbi D., G 1129, b5: 359)
Böylece Muhibbi, dünyaya muhabbet duymayarak kanaat Kaf'ına baş koyar.
Kanaatten uzaklaşanların hali, açgözlü kuşların hali gibi yaman olur. Bülbül gül; dudu kuşu
ab-ı hayat; tavuskuşu cennet; kaz su; keklik mücevher; hümâ kibir ve gurur, doğan mevki ve
iktidar; puhu define, kuyruksalan Yûsuf ve binlercesi bin bir bahane ile hakikat yolunu terk
etmiş ve ziyan olmuşlardır. Otuz kuş o uzun ve çetin yolculukta İstek, Aşk, Marifet, İstiğna,
Vahdet, Hayret, Fena ve Beka adlı vadileri geçip Kaf dağına ulaşırlar.
Kimisi sayru olur kimi ölür
Anda varınça bir otuz kuş kalur
Ol otuz kuş kûh-ı Kâf’a iriçek
İşbu istedüklerini göriçek
Ol otuz kuş kim adı sî murg-ıdı (Gülşehri tarihsiz: 266)
Bir zamanlar dünyaya meyl edip, nefsine köle olan âşık da, gittiği yolu yol olarak
beğenmez ve ankâ olup Kaf dağına yönelir, hakka doğru yol alır.
Kasd kıldı himmetüm bâzı kanâʿat Kâfına
Tâ ki ülfet tuta ʿankâ gibi varıp Kâf ile (Muhibbi D., G 2392, b3: 699)
Farsça bir kelime olan Hümâ da ankâ gibi, kendisini onun kadar yüce görüp, ankanın
padişahlığını kabul etmez. Zira kanadı her kime dokunsa o kişi âleme padişah olur. Attar'ın
kitabında Hüman'ın övüngenliği şöyle efsaneleşir.
Eyledim nefis seni ben hur u zar
Padişahlar benden oldi tacdar.
Virdim nefis sana bir insan u hun,
Beslenür sayemde şahan-ı hüman (Attar 1857: 48)
Gülşehri de Hümanın ankâ yerine kendini padişah olarak sunmasını ve marifetleriyle
övünmesini şu dizelerle anlatır.
Kibr ile ara yire geldi hümâ
Kamu kuşlar pâdişahlıgın uma
Kim benüm sâyemde er sultân olur
İrmeyen sâyeme sergerdân olur
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
6
Anda kim her derde dermân ben kılam
Kamu sultânlara fermân ben kılam (Gülşehri tarihsiz: 58)
Hümânın bir diğer özelliği de "kemik yiyerek yaşadığına inanılan efsanevi bir kuş"
(Özkırımlı 1982: 656) olmasıdır. Saadet, kutluluk, iktidar, ikbal, talih, cennet gibi
anlamlarıyla kuşların en soylusu "devlet kuşu" olarak adından söz ettiren Hümâ, hümay,
kumay, umay gibi adlarla da anılır. Hümâ'nın yaşadığı mekân da ankâ gibi gözün
göremeyeceği kadar yükseklerde, aklın kavrayamayacağı kadar genişlikte, ulaşılamayacak
kadar uzaklıkta bir yerdir. Kimisi hümanın da ankâ gibi Kaf dağında yaşadığına inanır, kimisi
de bu devlet kuşunun yerinin Kafdağı değil, cennet olduğu görüşündedir. Bu görüşün altında
yatan neden de hümânın, yedi kat göğün üstünde felekler arasında dolaştığı, Tanrı'nın katına
gidip gelen bir kuş olduğu inancıdır. Halk arasındaki söylentilere göre hümâ kimin başına
konarsa o kişi büyük bir şerefe ve zenginliğe kavuşur, talihi açık olur.
Efsanevi özelliklerinden dolayı Ankâ gibi Hümâ da klasik şiirin vazgeçilmez mitolojik
kuşu olur. "Havada çok yüksekten uçması, elde edilemeyişi, tuzağa düşmemesi, gölgesinin
insanlara şans getirmesi, kemikle beslenmesi, diğer kuşlardan üstün olması gibi özellikleri ve
bunlarla ilgili inançlar, efsaneler, rivayetler dolayısıyla divan şairinin şiirinde zengin bir hayal
ve benzetme dünyası içinde karşımıza çıkar" (Batislam 2002: 193) Öyle ki, hümânın gölgesi
her kimin üzerine düşerse ya da kimin başına konarsa o kişi ya hükümdar olur ya da büyük bir
servete kavuşur.
Muhibbi, haklı olarak "gölgesini salsa, dilenciyi padişah yapar öyleyse o saçı hümâ
olan sevgiliyi kim sevmez" diyerek devlet kuşu hümâ'ya göndermede bulunur.
Sâye salsa gedâyı şâh eyler
Pes ol zülfi hümâyı kim sevmez (Muhibbi D., G 1094, b5: 349)
Yine bir başka beyitte Muhibbi, hümâ kuşunun şans getirme özelliğine değinir.
Ayakaltında kalmış saçı, yerden kaldırır ve Hümâ kuşunun gölgesi sevgilinin üzerine
düştüğünden sultan âleme sultan olacağı muhakkaktır.
Pâmâl ider Muhibbi zülfün götürdü yirden,
Tan mı olursa sultân çün sâye-i hümâdur. (Muhibbi D., G 666, b5: 228)
Cihan padişahı, sultan oluşunu sevgiliye ve hümâ kuşuna bağlayarak şiirine mitolojik
bir imgelem katar. "Saçının perçemi hümâ kuşu gibi üstüme gölge saldı; sana kul olduğum
için âleme padişah oldum" diyecektir.
Perçemün zülfün hümâ-veş sâye saldı üstüme
Pâdişâh-ı ʿâlem oldum çün gedâ oldum sana (Muhibbi D., G 38, b2: 52)
Bir başka gazelde de Muhibbi, devlet kuşu Hümâ'nın gölgesinin düşmesini tahayyül
ederek; ondan gelecek olan talihin neleri değiştireceğine dikkatleri çeker.
Sâye salsa ol hümâ ger ben gedâya devletüm
ʿÂlemi Kâfdan Kâfa tutmak olurdı himmetüm (Muhibbi D., G 1793, b1: 535)
Öte yandan sevgili aynı zamanda hümâ yüzlüdür ve âşık ondan cömertlik bekler,
toprağına hümâ salmasını bekler. Zira üzerine gölge yapacak ya da başına konacak olan hümâ
ile talihi açılacak, âşık maşukuna kavuşacaktır. Sevgilinin kapısında beklemekten yorulan
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
7
avcı, "Kemiklerimi itlerin ne zamana kadar dişleyecek" diyerek sevgiliye sitemde
bulunacaktır.
Ey hümâ-tâlʿat kerem kıl hümâ sal ben hâküne
Üstühˇ ânumı nice bir itlerün ta dişleye (Muhibbi D., G 2377, b4: 695)
Gerek Hümâ gerekse Ankâ sevgilinin ve aşığın gözdesi olur. hümâ kanadının gölgesi
ile uğur getirirken, Ankâ da erişilmezliği ile dikkatleri üzerine çeker. Anka’nın Kaf dağında
yaşaması, yükseklerden uçması ve kolay kolay avlanamayışı gibi özellikler onu divan şiirinde
bir türlü elde edilemeyen sevgili ile özdeşleştirir. Bu aynı zamanda bir ironidir, çünkü âşık,
sevgiliden ziyade kendisi ankâ olmayı arzular. Âşık sevgiliye ulaşmanın çetin bir yolu olarak
ankayı avlamak ve onu elde etmek için göklere doğan ve şahin gibi yırtıcı, güçlü kuşları
salarak ankâ avına çıkar. Ne var ki, avlanan kendisi olur.
Gönlümün şehbâzı 'ulvîlerde itmişken karâr
Bir ʿaceb lu ʿb ile sayd itdi anı ʿAnkâ-yı ʿışk (Muhibbi D., G. 1439, b. 4: 443)
Her ne kadar âşık sevgiliye av olsa da, aşkı yüreğinde hapsetmeyi başaran avcı, çıktığı
sevgili avından eli boş dönmez ve göğün yücelerinde simurg/ankâ ile hümâ kuşu doğmadan,
sevgi kuşunu gayret kuşu ile avlamayı başarır.
Togmadan simurg ile evc-i semâ içre hümâ
Bâz-ı himmetle mahabbet murgını ben avladım (Muhibbi D., G 1866, b4: 556)
Sevgili bazen ankâ bazen de hümâ kuşu olup aşığa tuzak kurar. İmgesel olarak âşık
Ankâ, sevgili hümâ'nın ellerine düşer ve himmet doğanı ile hümayı avlamak ister. Tıpkı
sevgili gibi hümaya erişmek de hayli zordur.
Sayd olurken ol hümânun dâmına ʿankâ-yı Kâf
Bâzı-ı himmet birle ben anı şikâr itsem gerek (Muhibbi D., G 1469, b3: 451)
Bazen de gayret şahinini hümâ kuşunun peşine salar. İnatçıdır âşık, sevgiliyi elde
etmek için her şeyi yapar. Kim ne derse desin umursamaz ve bir şahin gibi hedefini seçip
avının üzerine atlar.
Himmetüm bâzını saldum sen hümâyı sayd için
Fârig ol sen her ne dilerse disünler il bana (Muhibbi D., G 74, b5: 63)
Bu inatçı âşık, yerde de gökte de, pes etmez. Sevgili, hümâ kuşu bile olsa onu
avlamayı kafasına koyar, kuşların en büyüğü, en güçlüsü ve tehlikelisi olan Hümâ gibi sevgili
de ele avuca sığmaz, her seferinde avcıya pençelerini gösterip saçını kement yaptığından onu
yakalamanın yolu da bir o kadar güçlü ve yırtıcı bir kuş olan şahin ya da doğan ile olacaktır.
Büyük bir gayret ve azimle âşık, yakalanması zor olan Hümâ'nın peşine düşer.
Himmetüm destiyle saldum gönlümün şâhbâzını
Umarım dildârı sayd idem olursa da hümâ (Muhibbi D., G 103, b3: 71)
Aynı beyte benzeyen bir başka dizede de Muhibbi, "Eğer Hümâ kuşu gibi göklerde
uçarsan, seni avlayacak gönül gibi bir şahinim var" diyerek sevgiliye aba altından sopa
gösterir.
Hümâ gibi eğer pervâz idesin sen hevâlarda,
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
8
Gönül gibi şikâr eylerseni bir şâhbâzum var. (Muhibbi D., G 514, b2: 185)
Sevgiliden yüz çevirip kanaatkâr olan ankâ, kısmetine razı olup bir kenarda
yaşayacaktır. O, yani sevgili anka kuşu gibi kimseye görünmeyip Kaf dağına yönelecektir.
Böylece âşık da ona ulaşmanın yollarını arayacaktır.
Kanâ ʿat ihtiyâr iden ana lâbüd gelür ʿuzlet
Görinmez kimseye ʿankâ gibi ol ʿazm-i Kâf eyler. (Muhibbi D., G 754, b2: 252)
Sonunda sevgiliyi yakalamak için aşığın çabaları boşa gitmez. Hümâ kuşu göğün
zirvesinde uçsa da âşık, gayret doğanını salarak onu avlar. Sevgilinin de ankâ ya da hümâ gibi
gizemli ve erişilmez oluşu, âşıktan gizlemesi, hayranlarını ardından koşturması aşığın
dikkatlerini yücelere çeker.
Felek evcinde uçardı egerçi ol hümâ-pervâz
Ben ana himmetüm bâzın salup anı şikâr itdüm (Muhibbi D., G 1872, b3: 557)
Sevgili bazen güneş, bazen ay bazen de ankâ ya da hümâ gibi semalarda dolaştığından
aşığın işi oldukça zordur. Fakat aşığın gayret ve çabası gönül hırsızı olan sevgiliyi
yakalamakta zorlanmaz.
Hümâ gibi uçar gördüm felek sakfında ol mâhı
Salup himmetle ol bâzın anı ol dem şikâr itdüm (Muhibbi D., G 1955, b2: 580)
Muhibbi, hümâ kuşunu akdoğan olarak da niteler. Eski Türk masallarında "akdoğan"
hümâ kuşunun yerine kullanılırdı. Yenleşme döneminin Türkçü yazar ve düşünürü Ziya
Gökalp, Alageyik adlı efsanesinde kahramanını akdoğana bindirerek Kaf dağından aşırtır ve
devlere meydan okutur. O akdoğan divan şirinde hümâ olarak karşımıza çıkar. Şair, doğan ile
akdoğanı karşılaştırarak hümâ ve doğanın gücünü eşitleyerek, hümâ kuşuna göndermede
bulunup sevgiliye meydan okur. Çünkü hümâ kuşu yüksek uçarsa birgün akdoğandan farkı
olmayan doğan tarafından avlanacaktır.
Ol hümâ yüksek uçarsa idersem bir gün şikâr
Himmetüm bâzı benim alçak degül şungurdan (Muhibbi D., G 2211, b5: 651)
Yine bir başka dizede o hümâ yükseklerden uçsa da, âşık, gönül doğanını gayret eliyle
salıp onu avlayacağından emindir. Aşk, her şeye kadir olarak karşımıza çıkacak ve hümâ aşk
doğanına yenik düşecektir.
Ol hümâ yüksek uçarsa gönlümün şehbâzını
Dest-i himmetle şalup anı şikâr itmek nice (Muhibbi D., G 2513, b3: 732)
Şair aynı umutlu tınıyı devam ettirerek, aşkı sayesinde uçabilme yetisiyle, himmet
doğanıyla yakaladığı yegâne avı hümâya sahip olmanın tadını çıkarır. Doğanın fendi hümâyı
yenecek ve ulaşılması zor olan cevhere âşık, gayret ve azmiyle ulaşacaktır.
Sen hümayı bâz-ı himmetle şikâr itsem ne tan
Çünki pervâz eylemek gelmiş ezelden şânuma (Muhibbi D., G 2520, b3: 734)
Şair, avına yaklaştıkça, onu elde ettikçe cesareti daha da artar ve gayret kanadıyla o
hümâ kuşunu avlaması hiç de şaşırtıcı olmaz. Zira doğanın hızlısı avında aciz değildir.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
9
Yakalamaya çalıştığı av büyük de olsa, aşk doğanı için küçücük bir lokma olarak pençeleri
arasına düşecektir.
Ol hümâyı bâl-i himmetle şikâr itsem ne tan
ʿÂciz olmaz çün şikârında toganun yügregi (Muhibbi D., G 2713, b2: 786)
Yücelerin hâkimi efsane Hümâ'yı avlamaktan duyduğu sevinç, ne var ki kendisinin av
oluşu ile noktalanır. Yani ava giden avlanır. Aşk şahini bazen avcı bazen de av olarak
sevgilinin gönlünü çelerken bir tuzaktan bir başka tuzağa düşer.
Salıp dil şâhinin yine bugün ʿışkun hümâsına
Değil iken kimsenün saydı ʿaceb ala şikâr oldum (Muhibbi D., G 1895, b2: 564)
Âşık, sevgiliye her ne kadar meydan okusa da; yılmadan ardı sıra gitse de; onu elde
etmenin kolay olmadığını bilir ve yer yer umutsuzluğa kapılır. Sevgiliyi bir hümâ, ankâ gibi
yüceltip kendisini sinek gibi aciz görür. Öyle ki, sinek, ankâ kuşunu yakalayamayacak kadar
küçük ve de güçsüzdür.
Ol hümâ – pervâzı sayd itmek dilersen ey gönül
Hiç olur mı ki şikâr eyleye ʿankâyı mekes (Muhibbi D., G 1235a, b4: 389)
Bazen Muhibbi, sevgilinin gücü karşısında kendisini yenik görüp sinek kadar çaresiz
hissetse de, aşkının büyüklüğü ile yeniden devleşip aşk kuşunu ankâdan üstün görür. Kâf
dağının ankâsını sinekleştirip, aşk kuşunu yüceltir.
ʿIşk murgı key ʿazimü'ş -şândur
Bir mekesce görünür ʿankâ-yı Kâf (Muhibbi D., G 1361, b3: 422)
Aşkının büyüklüğü ile giderek cesaretlenip, sevgiliye ve rakiplerine meydan okuyan
âşık, bir kahraman edasıyla mitolojik göndermelerle bir aslan gibi kükrer. Yolu Kaf dağına
kadar asker ile dolsa da er meydanına yalın kılıç dalmaktan çekinmez.
Karşıda leşker olsa eğer Kâf-tâ-be-Kâf
Nâmerd ola yüz çeviren görücek mesâf (Muhibbi D., G 1363, b1: 422)
Sevgili yücelerde gezince, âşık da kendine yükseklerde yer edinmeye çalışır.
Kendisine uygun mekân ise Kaf dağıdır. İmgesel açıdan simurgun yaşadığı Kaf dağı
Muhibbi'nin yüreğidir ve simurgun yani ankânın yuvası şairin gönlüdür.
Ger muhabbet Kâfını gezse Muhibbi tan degül
Çün ezel si-murg-ı ʿışkun âşiyanıdur gönül (Muhibbi D., G 1684, b7: 507)
Ayrıca ne kadar büyük olduğunu gösterip, kendini övmek maksadıyla şair, kendisini
ankâ yerine koyup, erişilmesi imkânsız olan Kaf dağını yurt edinir. Zira ankaya ulaşanın
ölümsüzlüğe de ulaşacağı düşüncesi aşığı bu mitolojik kuşa ve dağa doğru uçurur.
Ne var ki, uçarak ankanın yuvasından geçmedikçe de gönül simurguna (ankâsına)
Kafdağı mekân olmayacaktır. Gönül kuşu ancak çetin yolculuklardan geçerek ankâ olabilecek
ve kanaat dağında yaşama şansını yakalayacaktır.
Kâf-ı kurbet bu gönül simurgına olmaz mekân
Bâl açup pervâz idüp bu âşiyândan giçmeye (Muhibbi D., G 2506, b3: 730)
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
10
Cismani aşktan ilahi aşka doğru kanatlanan şairin yüreği, kendisine dünyadan farklı
bir mekân arar. O mekân da Kaf dağından başkası olamayacaktır. Zevkusefayı bırakıp,
kanaatkâr olmayı hedefler ve bir gün yok olup gideceği düşüncesiyle, Sultan Süleyman'a
kalmayan dünyanın kendisine de kalmayacağını bilen Muhibbi, Tanrının gölgesine sığınmak
ister. "Ey gönül, yürü, var kanaat köşesini yuva yap. Ta ki Kaf'ın ankâsı işitip sana kanadının
en uzun tüylerini göndersin" diyecektir. Ankâ ölümsüzlüğü temsil etmesinin yanında yalnız
yaşayan bir kuş olarak aynı zamanda "kanaat"i temsil eder. Muhibbi, mitleşen, efsaneleşen
Kaf dağını ve ankayı kanaat ankası, kanaat dağı, kanaat kafı gibi kavramlarla betimler.
Kanâʿat küşesin ey dil yüri var âşiyân eyle
İşitip göndere şeh-per sana ta Kâfun ʿankâsı (Muhibbi D., G 2645a, b5: 768)
Kaf dağında ankâ kuşu ile arkadaş olmak için gayret doğanını kanaat Kaf'ına gönderen
âşık, yavaş yavaş dünyadan el etek çekmeye çalışır. Dünyanın nimetlerinden uzaklaşıp,
kanaat dağında, Kaf dağının tepelerinde aza kanaat eden Ankâ gibi bir yaşam sürmeyi düşler.
Kasd kıldı himmetüm bâzı kanâʿat Kâfına
Tâ ki ülfet tuta ʿankâ gibi varıp Kâf ile (Muhibbi D., G 2392, b3: 699)
Giderek, maddi aşktan manevi aşka yönelen Muhibbi, dünya nimetlerini terk edip, aç
gözlülüğü bırakacak, doğan olup uçacak, kanaatin Kaf dağına varacak ve Ankâ kuşlarıyla
arkadaş olmayı seçecektir.
Ey Muhibbi dûn-himmet olma şehbâz oluver
Hem-ser ol Kâf-ı kanâʿatda vurup ʿankâlara (Muhibbi D., G 2531, b6: 737)
Kanaate yönelen şair, pişmanlık duymaz ve rızkına kanaat gösterir. Böylece kanaat
dağında aşk ankası olmayı başaracaktır.
Kâniʿem rızkuma ne gelse kanâʿatdür işim
Olmışam kûb-i kanâʿatda bugün ʿankâ-yı ʿışk (Muhibbi D., G 1433, b4: 442)
Şair, dünayı ve Kaf dağı ayrımını sinek ve ankâ ile vermeye çalışır. "Bir lokma eline
geçse kanaat gösterici ol. Hırs ile sinek olma, ankâ kuşu olup Kaf dağına gel" diyerek tok
gönüllü olmanın önemine dikkatleri çeker.
Kıl kanâʿat girse bir lokma eline kâniʿ ol
Hırs ile olma mekes ʿankâ oluben Kâfa gel (Muhibbi D., G 1711, b2: 514)
Hırs ile dolu olan dünyanın cefasından bahsederek, şatafatlı haline aldanmama
konusunda uyarılarda bulunan Muhibbi, padişah olmasının da getirdiği ayrıcalıkla Kaf
dağının sultanı ankâ ile boy ölçüşür ve tahtını, tacını dünyada bırakıp Ankâ olup göklerde
süzülmek ve yüceler yücesi Kaf dağına uçmak ister.
Konma dünyâ cifedür pervâz kıl ʿankâ gibi
Himmet-i bâlân ile ʿankâ oluben Kâfa gel (Muhibbi D., G 1758, b2: 526)
Âşık, gayret ve azmiyle gerçek sevgiliye kaf dağının ankâ kuşuna kavuşur. O artık ne
dünyaya meyleden bir sinektir ne de darı harmanına meyleden bir serçedir.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
11
Ey Muhibbi ben kanâʿat Kâfınun ʿankâsıyam
Sanma güncişk gibi meyl-i hırmen-i erzen kılam (Muhibbi D., G 1765, b5: 528)
Kanaatin anlamını, ilahi sevginin değerini kavrayan Muhibbi, sinek gibi dünyanın
leşine meyletmez ve ankayı kendine rehber edinerek kanaate yönelir. Böylece gönlünü
tokgözlülük Kaf'ında ankâ kuşu yapar.
Cife-i dünyâya mâyil olmadum hemçün mekes
Kâf-ı istignâda bu gönlümi ʿankâ eyledüm (Muhibbi D., G 1794, b4: 536)
Âşık sonunda dünya nimetlerin tamamıyla vazgeçer. Dünya onun gözünde artık
çöplüktür, sinek gibi ona bağlanmaktan vazgeçer. Simurg (ankâ) kuşu olup Kaf dağına varır
ve şan şöhret yerine kanaati seçer.
Bu dünyâ cifedür gördüm mekes-veş kâniʿ olmadum
Varıp si-murg olup Kâfa kanâʿat ihtiyar itdüm (Muhibbi D., G 1872, b2: 557)
Dünya nimetlerinin leşleriyle beslenen sinek sık sık ankâ ile karşılaştırılarak ankanın
soyluluğu, yüceliği, büyüklüğü ve ölümsüzlüğü vurgulanmaya çalışılır. Gönlüne çöpten çöpe
atlayan kanı kirli bir sinek olmaması için söz geçirmeye çalışan Muhibbi, "kanaatkâr olup,
Kaf dağının Ankâ kuşu olmak için çaba gösterir.
Ey dil kanâʿat eyle ʿankâ-yı küh-ı Kâf ol
Olma sakın mekes-veş dâyim mülevves-i hûn (Muhibbi D., G 2281, b2: 669)
Şair, Kaf dağının ankâsı iken, alçak, itibarsız dünyanın tuzağına düşüp, avlanan âşık
kurtulabilir mi? diyerek dünyaya meyl etmekten sakınıp, ilahi güce sığınmaya çalışır.
Andan düşer mi ʿâşıka ʿankâ-yı Kâf iken
Dünyâ-yı dûn dâmına düşüp şikâr ola (Muhibbi D., G 2602, b3: 756)
Muhibbi, böylece yüzünü kanaate çevirir, çünkü Kaf dağının ankası da kanaati
gözlemekte ve dünyadan kendisini uzaklaştırmaktadır.
Ey Muhibbi gözle istignâ yüzin
Nitekim gözler anı ʿankâ-yı Kâf (Muhibbi D., G 1366, b5: 423)
Ankâ olmanın verdiği ayrıcalık ve gerçek sevgiyi bulmanın coşkusuyla şair, hüdhüd
kuşu ya da bir mürşid gibi yol gösterici rol oynayarak sinek gibi dünya çöplüğünde
boğulanları kanaat dağının Ankaları olmaya çağırır.
Kim cihâna bakmaya olsun hezârân âferin
Göstere kûh-ı kanâʿat içre ʿankâ meşrebin (Muhibbi D., G 2052, b4: 607)
Kendisini dünya malına çekmeye çalışanlara da yine mitolojinin gizemli kuşu ankâ ile
cevap verir. Zira Kaf dağının ankâ kuşu aza kanaat etmiş, kurtuluşa ermiştir. Bu nedenle de
gökyüzü ile yeryüzünün minneti Muhibbi'yi yolundan çeviremeyecektir.
Olmuştur çünki istingâ ile ʿankâ-yı Kâf
Bana ʿarz itmen semâ ile zeminün minnetin (Muhibbi D., G 2086, b4: 617)
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
12
Muhibbi, tasavvufi söylemlerini daha da genişleterek, ankâ olabilmenin yollarına
değinir. Ona göre, dünya vadisinin yuvasına girip fert olan, bugün Kaf dağının Ankâ'sıyla
denk olacaktır.
Hem-cenâh olur bugün ʿankâ-yı küh-ı Kâf ile
Âşiyân-ı vâdi-i dehre girüben ferd olan (Muhibbi D., G 2095, b3: 619)
Dünya nimetlerinden uzaklaşmak, manevi hazlara kavuşmak için tasavvufi bir yol
seçen şair, mitolojik unsurlardan güç alarak uzaklara yücelere gitmek, Kaf dağının ardında
yaşamak ister. "Ey gönül, sinek gibi dünyanın pisliğine aldanma. Gel ankâ gibi kanaat Kaf'ını
hedef seç" diyerek kendisini de ankanın kanaatkârlığıyla özdeşleştirir. Verdiği öğütlerle
insanları kanaatkâr ve alçakgönüllü olmaya çağırır. Sinek gibi insanı cezbeden dünyanın
leşlerine, çöplüğüne ya da zevklerine dalıp, ömrünü boş şeylerle geçirmektense; ankâ gibi
kanat sahibi olmayı yeğler.
Cife-i dünyâya aldanma mekes gibi gönül
Menzil eyle gel kanâʿat Kâfına ʿankâ gibi (Muhibbi D., G 2613, b2: 759)
Kadın nedir ki yiğit olanlar ona gönül verirler. Ey oğul seni sevdim, gönlüm
kadındadır sanma.
Zen nedür ki merd olanlar vireler ana gönül
Ey puser sevdüm seni sanma ki gönlüm zendedür. (Muhibbi D., G 532, b2: 190)
Sinek ve ankâ benzetmelerinden sonra şair, dünyanın cezp edici güzelliği ile kadını
aynı kefeye koyarak, bu kez de kadına yüklenip, Servet-i Funun şairi Tevfik Fikret'in
İstanbul'u "bin kocadan arta kalan bir fahişeye" benzetişindeki tını gibi Muhibbi de dünyayı
dul bir kadına benzetecektir. Kadına meyleden bir yiğide rastlamadığını belirterek "Ey
Muhibbi, yiğit olan büyücü kadına arzu duymaz" diyecektir sonunda.
Ey Muhibbi virme dil dünyâya zendür bilmiş ol
Hiç işitmedük zene meyl eyleye merdâneler. (Muhibbi D., G 717, b5: 242)
Nev ʿarus-ı hüsnine aldanma dünyâ bivedür
Ey muhibbi merd olan itmez zen-i mekkâre şevk (Muhibbi D., G 1412, b7: 436)
Bir bakıma kendisi ile de bu sözlerle çelişkiye düşerek yiğitlikleriyle övdüğü âşık
Rüstemleri, Keykavusları ve Ferhatları, Feridunları da bir kalemde silmiş olur. Feridun gibi
alemi baştan başa gezen, Rüstem olup dünyanın pençesini buran Muhibbi, beklide günah
çıkarmaktadır.
Ser-â-ser ʿâlemi gezdün tutalum oldun Efridûn
Bu dehrün pençesin Rüstem olup ʿâlemde burdun tut (Muhibbi D., G 183, b.2: 93)
Belki de dünyevi aşktan dolayı çektiği ıstıraplar sonucu ilahi aşkı bulması onu
dünyadan ve kadından el etek çekmeye zorlamış da olabilir. Muhibbi giderek daha da kızacak
ve dünyayı alçak olarak görüp ona gönül vermekten sakınacaktır. Mantuku't Tayr'da Hüdhüd
kuşunun bir derviş gibi çevresine topladığı kuşlara öğüt verişi gibi muhibbi, de alır gazeli
eline ve dünyayı yerden yere vurur, elbette vurduğu sadece dünya değil kadındır da. Sevgili
yüzünden düştüğü durum onu kadına karşı da yöneltir. Divan şiirinin uğruna nice mısralar
dizildiği kadın ya bir Ehrimen ya da bir büyücü gibi kötülenip, vefasızlıkla suçlanır.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
13
Muhibbi virme dil dünyâ denidür
Vefâ yokdur bilirsin çünki zende (Muhibbi D., G 2511, b5: 731)
Simurgun yaşamından etkilenen şair, sonunda ilahi aşka ulaşır ve sinek gibi dünyanın
lezzetine aldanmaktan vazgeçerek, ankâ kuşu gibi Kanaat dağında kendisine bir yer edinip
ilahi güce yakın olur.
Lezzet-i dünyâya dil aldatmadı hemçün mekes
Eyledüm kûh-ı kanâʿat içre câ ʿankâ gibi (Muhibbi D., G 2667, b3: 774)
Şair, sinek ile ankâ kuşunu karşılaştırarak ankanın yüceliğini ve sineğin acizliğini
gözler önüne serer. Çöplük olarak gördüğü dünyadan vazgeçip ankâ olmayı tercih eden âşık,
Kaf dağında yaşamı seçer. Ankâ kuşu gibi kanaat Kaf'ını mesken tutarak, "sinek gibi
dünyanın lezzetine aldanmaması" konusunda gönlüne söz geçirmeye çalışır.
Lezzet-i dünyâya aldanma mekes gibi gönül
Kasdun olursa kanâʿat Kâfı ger ʿankâ gibi (Muhibbi D., G 2715, b4: 787)
Aynı dizeye benzeyen bir başka dizede de "Ey Muhibbi, dünyaya sinek gibi yapışma.
Ankâ kuşu gibi kanaat Kaf'ını yer edin" diyerek kendisine telkinde bulunur.
Ey Muhibbi olma dünyâya mekes gibi haris
Mesken it Kâf-ı kanâʿat kühını ʿankâ gibi (Muhibbi D., G 2738, b6: 793)
Yine, kendisini ankanın yoluna adayan Muhibbi, Dünya gamını yemeyip, sinek gibi
dünyaya meyletmekten kaçınır ve umursamazlık, tok gözlülük Kaf'ında anka gibi kanaat
bekler.
Yimezüz dünyâ gamın meyl itmezüz hemçü mekes
Kâf-ı istignâda ʿankâ-veş kanâʿat beklerüz (Muhibbi D., G 1200, b2: 379)
Âşık dünyaya meyletmeyerek, sonunda kanaat dağı olan Kafın hem ankası hem de
şahini olur. Hem avcı hem de av olan şair, böylece tüm gücü kendinde toplayarak kuşların
şahı simurgun bedenine yerleşiverir.
Tu'me diyu cife-i dünyâya ey dil itme meyl
Kim kanâʿat Kâfının ʿankâsı yâ şehbâzsın
Muhibbi D., G 2109, b.4: 623
Zira İslam mitolojisinde anka, kuşların padişahı olarak anılır. Dolayısıyla birliği ve
gerçek varlık olan, yaratanı ifade etmesi bağlamında hükümdarların da simgesi olur.
Hükümdar büyüklüğünü kanıtlamak için kendisini güçlü olan simurga benzetecektir. Hüthüt
kuşunun kılavuzluğunda yola çıkan kuşların yedi vadiyi geçtikten sonra ulaştıkları padişah
Ankâ, tüm bilgilerin kaynağını üzerinde toplar.
Simurgun tüm güçleri, bilgileri ve hâkimiyeti elinde bulunduruşu, İran şairi
Firdevsi'nin Şehnamesinde karşımıza çıkar. Firdevsi, Simurg ya da Griffin (Latince
Gryphus)'in için, Zal ve Rüstem'in koruyucusu olarak İranlıların kutsal dağı olan "Elburz"
(Firdevsi 1832: 72) dağında yaşadığından bahseder. Ancak eserde Kaf dağından da bahsedilir.
İran efsanesinde M.Ö. 1500 yıllarında yaşamış olan efsanevi "kral Keykavus, Zal'i ve oğlu
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
14
Rüstemi ziyarete gelirken Turan'dan Çin'den ve Kaf dağı'ndan" (Firdevsi 1832: 161) geçip
Zabulistan (Zabolistan) ülkesine ulaşır.
Firdevsî'nin Şehnâme'sinde Zâl'i yetiştiren ve oğlu Rüstem'e yardım eden kuş olarak
İran mitolojisinde büyük yer tutan Simurg, yıllarca, Zâl'ı besleyip büyütür. (Firdevsi 1832: 73)
Simurg Zal'den ayrılırken ona tüylerinden birini verir ve bir tehlike anında bu tüyün bir
kısmını yakmasını söyler. Oğlunun doğumu sırasında bu sihirli tüyle çağrılan Simurg, Zal'a
ilahi güçlere sahip savaşçı bir oğlu olacağının müjdesini verir. Zal'ın oğlu Rüstem'i
doğururken annesini şarapla bayıltır ve acısız bir biçimde doğumu gerçekleştirir. Zal'a yaraya
iyi gelecek süt ve misk karışımından oluşan bir ot vererek karısının böğründeki yaraya
sürdürür ve üzerinden de tüyünü geçirip ovarak anneyi iyileştirir. (Firdevsi 1832: 93-94) Zal,
Simurg'u Rüstem'in İsfendiyar ile savaşı sırasında bir kez daha çağırır. Ölümcül bir şekilde
yaralanan Rüstem'in ve atı Rakuş'ın vücutlarına saplanan okları çıkartır ve Rüstemin
yarasından akan kanları emen simurg ikisinin de yaralarını tüyleriyle iyileştirir." (Firdevsi
1832: 462)
Ancak Şehnâme'de, iki dişi simurgtan söz edilir. Bunlardan birisi Zal'i büyüten,
yetiştiren ve oğlu Rüsteme'de yardım edip koruyan iyi yürekli Simurg, öteki ise her biri bir fil
büyüklüğünde iki yavrusuyla beraber yaşayan canavar Simurg'tur. İsfendiyar, bu dev kuşun
yuvası Elbruz'a gelip onu öldürür. (Firdevsi 1832: 419) İran mitolojisinin aranılan ismi simurg
bu özellikleriyle Muhibbi'ye İran milli kahramanları Zal ve Rüstem'i hatırlatır. Şair, sevdiği
kıza ulaşmak için amansız savaşlar veren Zal oğlu yiğit Rüstem'e birçok kez atıflarda bulunur.
Muhibbi, Aşk yüzünden deli divane olup güçsüz düşen Zal oğlu Rüstemi kendisine
benzeterek, sevgilinin karşısında çaresiz kalışını Rüstem ile aynileştirir.
Geşt-gir-i ʿışk elinden Zâl ü Rüstemler zebûn
Dostlar insâf idün bu dil nice basılmasun (Muhibbi D., G 2122, b.4: 627)
Muhibbi de çaresiz bir âşık olarak, sevgilinin ardı sıra koşmaktan bitkin düşer. Yüreği,
bütün dağların anası olarak kabul edilen Kafdağı kadar büyük ve yüce olsa da, ankanın
yüreğinde açtığı yaraların verdiği ıstırabın yükü katlanılmaz olur.
Bâr-ı gamını çekmeğe dil kûh-ı Kâf ise
Sabrum dikendi kalmadı bir zerre tâkatum (Muhibbi D., G 1839, b4: 548)
Kaf dağına taht kurup sevgiliden medet uman, gam yükünü tek başına çeken gönül
olsa da; Kaf dağının sabrı tükenir ve aşığın haline tahammül edemez. Biçare âşık, onu insafa
çağırır.
Dil çeker bâr-ı gamı itmez tahammül kâf ana
Dostlar itmez misüz billah diyün insâf ana (Muhibbi D., G. 21, b.1: 47)
Aynı söylem, bir başka dizede gönül ile Kafdağı karşılaştırılarak tekrarlanır. Gönlünün
artık acılara katlanamadığından yakınan şair, o yüceler yücesi, efsanevi Kafdağı'na
göndermede bulunarak "Kafdağı üzüntü yükünü yükleseler katlanamaz" diyerek feryat eder.
Dil nice itsün tahammül cân nice doysun gama
Ursalar bâr-ı gamı kılmaz tahammül küh-ı Kâf (Muhibbi D., G 1371, b5: 424)
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
15
Yine bir başka gazelinde de mecazi olarak Kaf dağını küçük görerek, kendi gönlünün
büyüklüğünü yüceltir. Gönlünü gece gündüz gam yükünü taşıyabilecek kadar dayanıklı,
ancak Kaf'ı buna katlanamayacak kadar aciz görür.
Ey Muhibbi götürürsen dün ü gün bâr-ı gama
Âferin sana tahammül idemezdi ana Kâf (Muhibbi D., G 1376, b5: 426)
Ve sonunda kendisini överek, Kaf dağından daha dayanaklı olduğunu şu sözcüklerle
kanıtlar. Ey dostlar, aşk derdine Kafdağı bile dayanmaz, ama benim gönlüm ona ne güzel, ne
hoş der, ona insaf olsun.
Derd-i ʿışk kim eylemez bir dem tahammül kâf ana
Hoş u dir ey dostlar gönlüm benüm inşâf ana (Muhibbi D., b1: 858)
Musikinin Yaratıcısı: Kaknûs: Muhibbi'nin divanında yer verdiği bir diğer mitolojik
kuş da Kaknûs kuşudur. Kaknûs/Kuknus kelimesinin aslı "kuğu" anlamındaki Yunanca
‘kiknos’ kelimesinden gelir. Türlü türlü renklere sahip olan, vatanı Hindistan olan Kaknûs'ün,
gagasında yüz delik olduğu, bu deliklerden yüz çeşit ses çıkardığı rivayet edilir. Yüksek
dağların zirvesinde oturup, çıkardığı nağmelerle etrafına hayvanları toplarmış, aslında
kaknûsün çıkardığı bu etkileyici seslerin diğer kuşları tuzağa düşürüp avlamak için çıkardığı
söylenir. Söylentilere göre müzik kaknüsün çıkardığı seslerden icat edilmiş ve bu nedenle de
kaknûse musiki kuşu /musikâr adı verilmiştir.
Kaknüs adlu bir ulu kuş dilsitân
Vardur anuñ mevzi‘i Hindûsitân
Burnı uzun u delükleri üküş
Burnı üstindedür üni ança hôş
Sözi hûb u nagmaları sâz-ıla
Perdelerde ol latîf âvâz-ıla
Ötiçek kim mât olur yüz erganûn
Degme delükden çıkar yüz dürlü ün
Mûsikî tasnîf iden âvâzını
Andan ögrenür her bir sâzını (Gülşehri tarihsiz: 237)
Bin sene kadar yasadığına inanılan kaknûs, öleceği vakit etrafına çalı çırpı toplayıp
üzerine oturur kanat çırpıp ah vah ederek çalıları tutuşturur; alevler içinde yanarmış ve
küllerinden yeni bir kaknûs doğarmış. Küllerinden yeniden doğduğu için, öldükten sonra
yeniden dirilişi simgeleyen Kaknûs, musikâr kuşu olarak Türk mitolojisinde yerini alır.
Kaknüs ol oduñ içinde kül olur
Gör ki Tañrı kudreti neler kılur
Bir yıl üstine geçiçek bir dagı
Çıkar ol külden anuñ yavrıçagı
Girü bir kaknüs olur anuñ gibi
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
16
Dirilür biñ yıl dahı cânuñ gibi
Ol ki biñ yıl dirilür zârî kılur
Kendü ‘ömrine vü öldügin bilür (Gülşehri tarihsiz: 238)
Mısır mitolojisinin efsanevi kuşu Feniks (Phoenix) tüylerinin renkli oluşu ve
küllerinden doğuşuyla kaknüs kuşuna benzer. Ancak kaknûsü feniksten ayıran özelliği
musikâr oluşudur. Divan şairleri sevgili, bülbül, gül, ateş imlerini sık sık kullandıklarından
dolayı kaknûs şairin gönlünde hiç sönmeyen ateşin orta yerine oturacaktır, hem kendisini hem
de şairi yakıp kavuracaktır. Ney gibi delikli gagasıyla aşığa şarkılar söyleyecek, işret
meclisinde aşığı sarhoş edecektir.
Elbette şairin içindeki ateş hep yanınca "ateş ile Kaknus kuşunu klasik şiirde yan yana
koymak şaşırtıcı olmayacaktır. Ateş nasıl kaknüsü yakıp yeniden yaratıyorsa, şair de ateşler
içinde yandığı için Kaknûs'e göndermelerde bulunur. Aşığın ateşler içinde kaldığını duyan
Kaknus, onu şarkılarıyla över.
Bu Muhibbi nâlesiyle ateş içre yanduğın
Hind içinde işide tahsin ide Kaknus ana (Muhibbi D., G 63, b5. 60)
Aşkına karşılık bulamayan, âşık, aşk ateşiyle yanıp kül olmasını, kaknüsün de aşk
ateşinden yanıp kül olmasıyla özdeşleştirir. Zira kaknûs de ormanda tek başına yaşayan dertli
bir kuştur. Kendine bir eş arasa da bulmaz ve bin yıl yapayalnız kalıp sonrada ateşler içinde
kül olup giderek yeni kaknüsler doğurarak ölür. Âşık da sevgilisine bir tülü kavuşamaz, ya
mecnun olup çöllere düşecek, ya Ferhat olup dağlara çıkacak ya da bülbül gibi kanlı
gözyaşları dökecek ve aşk ateşiyle dağlanıp ölecektir.
Âteş-i ʿışka Muhibbi yana hâkister ola
Nâr-ı ʿışk ile yanıp nite kül oldı kaknüs (Muhibbi D., G 1215, b5: 383)
Muhibbi, kaknûsun musikar sesine de değinir. Gam meclisinde musiki (musikârkaknüs)
ilminden bahsederek yaralı gönlün ahu-zarını ortaya döker. Feleğin figanları da
musikarın figanları gibi gönülleri yakmaktadır.
Şive-i dolâb-ı çarhün nâlişin dil gösterir.
Olsa ger gam meclisinde ،ilm-i musikâr bahs (Muhibbi D., G 270, b3: 117)
Yine bir başka gazelde de yüreğindeki feryadı Hint mitolojisinin müsikârı kaknüsün
inleyişleri ile bütünleştirir. Aşığın çektiği çilelerin, yüreğindeki ıstırapların kaknûs kuşunkiler
kadar büyük olduğunu vurgulamak için, içinde bulunduğu durumu en iyi kaknûs kuşuyla
özetler. "Eğer ney gibi göğsümün inleyişini bilmek ister isen Hint iline var sefer yap,
Kaknus'un sesine, nağmesine bak" diyerek sevgiliye seslenir.
Bilmek istersen eğer ney gibi sinem nâlişin
Var sefer kıl Hind iline nagme-i Kaknûsa bak (Muhibbi D., G 1450, b2: 446)
Yine benzer bir gazelinde, içinin iniltisini anlatırken yine sevgiliye seslenerek, kaknüs
kuşlunu örnek gösterir. Çektiği sızıları böylece somutlaştırıp sevgilinin dikkatini kendisi ve
kaknûsün üzerine çekmeye çalışır.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
17
Bilmek istersen eger cânâ derûnum nâlişin
Âteş-i ʿışk içre bak bu gönlümün kâknûsına (Muhibbi D., G 2430, b5: 709)
Kötülük Tanrısı: Ehrimen: Zerdüştlük dinin de kötülük ve karanlık ilahı olarak
bilinen Ehrimen (Angra Menyu) Hint efsanesinde tanrıya karşı savaşan büyük güçleri olan bir
şeytan, bir dev olarak yerini alır. Zerdüşt inancında "Avesta'nın bir bölümü olan Gathalarda
kötülük ve düşman Angra Menyu terimi ile ifade edilmiştir. Angra Menyu İslam kültüründe
"Ehrimen" adıyla bilinmektedir. Özü iyilik olan Ahura Mazdah ile özü kötülük olan Angra
Menyu" (Adam 2005: 127) arasındaki mücadeleler mitleşerek edebiyatta da kendini
göstermiştir.
"Zerdüşt dinini temeli iyilikle kötülüğün savaşıdır. İyilik ve aydınlık tanrısı
Ahuramazda (Hürmüz) "insan aklından iyi düşünmeyi, insan elinden iyi işleri, insan dilinden
ise iyi sözleri" talep ediyordu. Ahuramazda, kötülük tanrısı Angramanyu (Ehrimen) ile sürekli
bir savaş halindedir." (Aydın 2001: 12) Gerek efsanelerde, gerekse gerçek yaşamda iyiler ve
kötüler hep karşılıklı bir çatışma içerisinde olduklarından edebi eserlere de yansır bu. Klasik
Türk şiirinde aşığın rakipleri hiç eksik olmaz.
Sevgilinin kapısında nöbet tutan âşıkların tabiriyle "itler" yani köpekler âşık ile sevgili
arasına set çekerler. Bu nedenle melekler, şeytanlar, huriler, zebaniler hep bir birlerini
çağrıştırarak şiirlere zenginlik katmışlardır. Bu nedenle Muhibbi'nin gazellerinde Peri
güzelinin bulunduğu yerde Ehrimen'in de görülmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Görün agyarı yârün işiğinde
Peri olmaz imiş âh ehrimensüz (Muhibbi D., G 1156, b4: 367)
Sevgili her ne kadar güzel ve peri yüzlü olsa da, bakışlarıyla aşığın gönlünü çelse de,
rakiplerine yüz güldürüp aşığı kapısında süründürdüğünden; amansız aşk ıstırabı
çektirdiğinden Ehrimen'den farkı olmaz, hatta bu durum aşığın canını öyle acıtır ki, âşık,
Ehrimen'i periye yeğ tutsa yeridir.
Nazar ʿuşşâka kılmazsun rakib-i rû-siyeh hâsun
Peri-rûsın senün yanunda yokdur ehrimenden yeg (Muhibbi D., G 1501, b2: 459)
Yeni Türk şiirinin güçlü kalemi Yahya Kemal de hatıralarında "Ehremen" dediği
kötülük tanrısı "Ehrimen'e yer verir. Ancak onun Ehremeni bambaşka biridir, o
Abdülhamid'tir. Yahya Kemal gençliğinde siyasi fikirlerinden etkilendiği Ragıp Efendi ile
olan bir anısına değinirken siyasi bağlamda Hürmüz ve Ehrimen'e de göndermede bulunur.
"Ragıp Efendiye göre Hürmüz ve Ehremen mücadelesi içinde bulunuyorduk. Hürmüz, Namık
kemal'di. Ehremen de Abdulhamit'di. Abdulhamid'in kemal'e galebesi, şerrin hayra galebesi
demekti." (Yahya Kemal 1999: 63)
Böylece hayr ve şer, iyilik ve kötülük, güzel ve çirkin, aydınlık karanlık, ahura angra
mitolojinin iyilik ve kötülük tanrıları yaşamın içine girerek, hayatın birer parçası olurlar.
Bunun ucu Harut ve Marut'a kadar dayanır. Sevgili aşığı çileden çıkarınca, güzelliğin
hazinesin olan saçları, ejderhaya benzeyecek ve sihir ile Harut ve Marut'tan daha bir büyücü
gözükeceklerdir aşığının gözlerine.
Hüsninün gencinde zülfin çeşm-i ejder gösterir
Sihr ile Hârût ile Mârûtdan sâhir giçer (Muhibbi D., G 769, b3: 256)
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
18
Muhibbi, sevgiliyi daha da Ehrimen yaparak, o ay yüzlünün gözleri sihriyle aşığı
pençesine düşürüp Harutla Marut'u geride bırakırlar.
Sevgili bakışıyla sadece aşığı değil; dünyayı da kendine bağlayıcna; gözleri aşığın
gözüne Harut ve Marut'tan daha cadı gözükecektir.
Mâh-rûlar sihr ʿilmin cümle senden ögrenür
İki çeşmün sihr-arâ Hârûtla Mârûtdur (Muhibbi D., G 836, b3: 275)
Seni degül bir nazarla dehri teshir eyledi
Gözleri Hârût ile Mârûtdan câdü imiş (Muhibbi D., G 1242, b2: 390)
Ateşin Ejderi: Semender: Muhibbi'nin divanında Semender ateşte yaşayan "ateş
böceği" olarak görülür. Semender efsanelere göre ateşte yaşayan bir tırtıl, masal böceği ya da
kertenkele; bazen de Zümrüdüanka kuşudur. "Semender ateşe atıldığında yapışkan bir sıvı
çıkardığı için birkaç dakika ateşe dayanabilen " (Oktay 2008: 641) denize girdiğinde de
batmayan efsanevi bir hayvandır. Salgıladığı sıvı onu bir zırh gibi koruduğu için ateşten
korunduğu rivayet edilir.
Batı mitolojisinde Salamander olarak bilinene bu efsanevi yaratık "küçük dört ayaklı
bir sürüngendir, zehirlenmelerde iksir olarak faydası vardır. Küçük bir ejderha gibi bakışı
hariç, esrarengiz bir özelliği de vardır. Yunan mitolojisinde salamanderler ölene kadar ateşte
yaşarlar." (Stouffer 2007: 31) Diğer yandan "Semender, sadece ateşe karşı koymakla kalmaz,
ateşi söndürür de. Alevleri gördüğü zaman nasıl yeneceğini bildiği için bir düşman gibi ona
saldırır. hatta ateşe karşı dayanıklı olan kıyafetlerin de semenderin dersinden yapıldığı
söylenir." (Bulfinch 2009: 392)
Her ne kadar ankâ ya da hümâ kuşu kadar popüler olmasa da semender ateş ile ilgili
sembollerde başvurulan bir mit olma özelliğine sahiptir. "Simurg veya Zümrüdüanka kuşu ile
ilgili görülen hayvanlardan biri de Semenderdir. Bazı semboller ile ilgili incelemelerde
genellikle kanatsız bir ejder veya kertenkele şeklinde olduğu düşünülen, ateş unsuruna işaret
etiğine inanılan bu hayvan bazen de bir kuş gibi telakki edilmiştir." (Çoruhlu 1995: 31)
Aşk ateşi Muhibbi gibi divan şairlerinin gönlünü dağlayınca ateşi hatırlatan
mitolojinin vazgeçilmezi Kaknüs ve Semender şiirlerin ateşini daha da yükseltip, şairi
yüceltecektir. Korkmadan aşk ateşine giren âşık, kendisini semender ile özdeşleştirecek ve
ateşten korkmadığı için de hem efsanevi bir hüviyete bürünüp yücelecektir hem de efsanevi
kuş gibi yanıp küllerinden yeniden doğacaktır.
İzârında vatan tutmış görüp zülfini dildârun
Didum bu nâre bi-pervâ girür benzer semenderdür (Muhibbi D., G 579, b2: 203)
Aşk ateşine semender gibi girmekten korkmayan âşık, sevgilinin takdir ve beğenisini
bekler. Çünkü her sabah vakti aşk ateşine girip kendini semender olarak gösterir.
Âferin itmez misin ol ʿâşıka kim her seher
Âteş-i ʿışka girip kendin semender gösterir (Muhibbi D., G 938, b6: 305)
Yine bir başka gazelinde de Muhibbi, sevgilinin saçlarını yüzünün ateşinde yanmayan
bir sihirbaza benzeterek, Semenderin mekânı ateşi mesken tutup ateş, sevgili ve aşığı yan
yana getirir.
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
19
ʿAcep sehhârdur zülfün ki yanmaz şevk-i rûyunla
Semender gibi olmuştur ana her dem mekân âteş (Muhibbi D., G 1240, b2: 390)
SONUÇ
Muhteşem Süleyman Kanuni Sultan Süleyman, cihan padişahı oluşunun yanında divan
şiirine gönül verip; Nizamiler, Selmanlar, Camîler, Daralar, Nevayiler, Hassanlar ile boy
ölçüşen bir şair olarak binlerce dize kaleme almıştır. Farsça ve Arapçası iyi olmasına karşın
halk diline ağırlık verip sade bir dil seçmesi, halkın içinde doğmuş efsaneler ve menkıbelere
Osmanlı Türkçesinin diliyle atıflarda bulunması, hemen hemen her gazelinde klasik şiirin
kaynaklarını oluşturan dini, tasavvufi ve mitsel yönleriyle şiire zengin bir ahenk katmıştır.
Muhibbi, kullandığı mitolojik imgelerle hem aşığı hem de cihan sultanı olarak
kendisini yücelten bir şair olarak karşımıza çıkar. Hümâ kuşu kanadıyla dokunup onu hem
dünyaya hem de gönüllere padişah yapmış, Ankâ kuşu Kaf dağının gizemlerine götürüp
kanaati öğretmiş, Kaknüs ve Semender ateşte yanmamanın ilmini yüreğine kazımış, Ehrimen
hayr ve şerrin ne olduğunu ona göstermiştir.
Sadece âşık değil, şiir de mitolojik imgelerle olgunluğa erip, maddi ve manevi aşkın
sırlarına, aşk vadisinden beka vadisine kadar yedi vadinin hikmetine erişmenin şansını elde
etmiştir. Böylece mitsel öğelerin şiirin tadı ve tuzunu oluşturduğunu söylersek herhalde
yanılmamış oluruz.
Kaynaklar:
Adam, Baki (2005). "İran Dinleri Zerdüştlük ve Manheizm," Dinler Tarihi, içinde, ed.
Mahmut Katar, Anadolu Üni: AÖF Yay. 6. Baskı
AK, Coşkun (2006). Muhibbi Divanı, Trabzon: Trabzon Valiliği Yayınları
Attar, Feridüddin (1857). Mantıku't Tayr, İstanbul
Aydın, Ufuk (2001). Uygarlık Tarihi, Anadolu Üniversitesi: AÖF Yay.
Batislam, Dilek (2002). “ Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hüma, Anka ve Simurg”, Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi 1
Brande, William Thomas, George William Cox (1867). A Dictionary of Science, Literature
and Art, Vol. 3, London: Longmans
Bulfinch, Thomas (2009). Bulfinch's Mythology, The Age of Fable, Biblobazaar: LLC.
Ceylan, Ömür (2007). Kuşlar Divanı: Osmanlı Şiir Kuşları, İstanbul: Kapı Yayınları
Çoruhlu, Yaşar (1995). Kozmolojik, Mitolojik, Astrolojik, Dinı̂ ve Edebı̂ Tasavvurlara Göre
Türk Sanatı'nda Hayvan Sembolizmi, C-1, İstanbul: Seyran
Firdevsi (1832). The Sháh námeh of the Persian poet Firdausí, Trans. James Atkinson,
London, Great Britain & Ireland: the Oriental Translation Fund
Gülşehri (2010). Mantıku't Tayr, (Gülşen-Nâme), Haz. Kemal Yavuz,
www.kulturturizm.gov.tr
Kuzubaş, Muhammet (2010). "Muhibbi Divanı'nda Aşk Üzerine Teşbihler", Uluslararası
Sosyal Araştırmalar Dergisi/ The Journal of International Social Research, Volume 3 / 10
Winter
Laudon, Daniel (1835). A Short System Of Polite Learnig Being An Epitome Of The Arts And
Sciences, Philadelphia, Carty & Davis
AKADEMİK BAKIŞ DERGİSİ
Sayı: 38 Eylül – Ekim 2013
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi
ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası
Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN
http://www.akademikbakis.org
20
Oktay, Ahmet (2008). İmkansız Poetika, İstanbul: Ithaki Yay.
Özkırımlı, Atilla (1982). Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, Cilt 3, İstanbul: Cem Yayınevi
Pala, İskender (2003). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: L & M Yayınları
Spence, Lewis (1921). An Introduction to Mythology, New York: Moffat
Stouffer, Tere (2007). The Complete Idiot’s Guide to the World of Harry Potter, New York:
Alpha Books
Yahya Kemal (1999). Çocukluğum, Gençliği, Siyasi ve Edebi Hatıralarım, İstanbul:
Kubbealtı
View publication stats

Konular