KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM”

KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE
“İLİM”
Ziyad ALRAWASHDEH
Özet
Bu makalede, Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, Arap dilinin klasik
sözlüklerinde ve cahiliye şiirinde “ilim” kelimesinin kullanılışı, tüm
türevleriyle ele alınarak incelenmiş ve tarih içerisinde kavramın kazandığı
yeni anlamlar göz önüne alınarak semantik yöntemle analizi yapılmağa
çalışılmıştır. Ayrıca söz konusu “ilim”kavramının, Kur’ân-ı Kerim’in bir
çeşit açıklaması sayılan hadislerdeki farklı yansımaları incelenmiş ve
Kur’ân-ı Kerim’in bakış açısı ile bu kavramın kazandığı yeni anlamların
“semantik” delaletleri ve Cahiliye dönemine mahsus Arap dilinde
kullanılmakta olan kelimelerle arasındaki anlam farklılıkları ele
alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: İlm, tâlîm, muallim.
Abstract
In this article, the concept of "knowledge", the handling of it, firstly in
the Holy Quran, in the classical dictionaries of Arab language and
Ignorance poem in its all the derivatives has been studied, and also it has
been semantically analyzed by the new meanings which gained in history.
Moreover, different reflections of the concept of "knowledge" in Hadith
which a kind of explanation of the Qur’an have been discussed, and the
mean difference between the words used in Arab language in Ignorance
period and the new meanings of that concept which gained by the Quranic
view semantically have been taken.
Keywords: Knowledge, teaching, teacher.

 Bu makale yayınlanmamış doktora tezimizden çıkarılmıştır. Bkz. Ziyad ALRAWASHDEH, “Kur’ân’da
İlim Kavramı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2010.
 Dr. Ziyad ALRAWASHDEH, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. . (guller_guler@yahoo.com)
20 Ziyad ALRAWASHDEH
I. KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM”
KELİMESİ
A. “İlim” Kelimesi Kök Harflerinin Sözlük Anlamı
Arapçadan Türkçeye geçen “İlim” kelimesinin kök harflerinden oluşan
“Alem” kelimesi için İbn Fâris (ö. 395) “Ayın, lam ve mim’den ibaret üç sahih
harften oluşan bu kelime, bir şeyin üzerinde bulunan bir alameti ifade eder ki bu
şey bu alametle başkasından ayırt edilir” der.1
“İlim” kelimesinin kök
harflerinden oluşan “Alem” sözcüğü sözlükte, sancak ve dağı ifade etmek için
de kullanılmıştır. Hansa kardeşi Sahr için yazdığı mersiyede şöyle der:

Ā وإن ƪ
َ
íْ
ó
ً
ا Ĥـ
َ
ħÜÉÝ
ُ
اıĤ
ُ
ُïاة
ـÖ ِ į
ِ
ĬÉĠـ
ƪ
į
ُ
Ę ħĥĐ ِ
ٌ
َ
َ
َĹ ر
ـįِ أø
ِ
Ĭـ
َ
Óر
ُ
.
“Sahr yoldaki bir işarettir / Üzerinde ateş bulunan bir dağ gibi.”
2
Şeybânî buradaki “âlem” kelimesini şöyle açıklar: “Alem dağ manasına
olup “ünlü” ve “meşhur” kelimelerinden mecazdır3
. “Alem” kelimesinin çoğulu
ise “a‘lam” dır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
ِ ِ ِ وīĨ آįÜÓĺ
َ ْ َ
﴾مŻĐŶÓĠ óé×Ĥا ĹĘ ارijåĤاَ
ْ
َ ْ ِ َ
ْ َ
َ
ْ ْ
ِ
ِ
َ
﴿
“Denizde dağlar gibi akıp gidenler (gemiler) de O'nun (varlığının)
delillerindendir” (Şûrâ 42/32) Dağlar kelimesinin karşılığı ayette “a‘lam” olarak
geçmektedir4
. Bu ifadelerin kelimenin kök anlamı ile olan bağlantıları açıktır.
Nitekim bu lafızların hepsi bir şeyi başkasından ayırt etmek için kullanılmıştır.

1 Ahmet b. Fâris, Mu’cemu Makâyisi’l-Lüğa, thk. Abdusselam Harun. I.Baskı, Beyrut, Daru’l-Cîl, 1991,
.md ” 109“ , م ل ع ,IV
2 Tumadır bint Ömer b. el-Harîs, Dîvânü’l-Hansâ, 5. Baskı, Beyrut, Darü’l-Endülüs, 1968, s. 51.
3 Sa’leb Ebu’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ en-Nahvî Eş-Şeybânî, Şerhu Dîvâni’l-Hansâ, I. Baskı, Umman,
Dâru Ammâr, 1988, s. 386.
4 Cârullah ez-Zemâhşerî (h.538), el-Keşşâf, thk. Muhammed Abdusselam Şahin, I. baskı, Beyrut,DarulKütübi’l-İlmiyye,
1995/1415, IV, 220.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 21
Yani sülâsî mastar “ilim” kelimesinden türetilen tüm lafızların, mana açısından
köküyle açık ya da gizli, doğrudan ya da dolaylı olarak alakası vardır. Bilindiği
gibi alamet ( ÙĨŻđĤا ( alem ( ħĥĐ
َ
َ
) kelimesinden gelir. “Bir şeyi işaretledim” (
ÛĩĥĐ ĵĥĐ ءĹýĤا ÙĨŻĐ ) denir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
ونïÝıĺ ħİ ħåĭĤÓِÖو تÓĨŻĐوْ َ ْ َ ﴿ ُ َ
ُ َ
ِ
ْ ƪ َ َ َ
ٍ ﴾ َ

“Daha nice alâmetler (yarattı). Onlar, yıldızlarla da yollarını
doğrulturlar” (Nahl 16/16) Ayette geçen “alâmet” deliller manasınadır5
. Ebû
Ali el-Kâlî şöyle der: el İlm, alamet kökünden türediğinde “alem” denmiştir.
Yani gösterge ve işaret demektir. “Meâlimü’s-sevb ve’l-ard” (رضŶوا بijáĤا ħĤÓđĨ)
elbisenin numarası ve yeryüzünde belirgin yerleri ifade eder. “Ma’lem” (ħĥđĩĤاَ
ْ َ
)
ise yol göstermek için kullanılan işaretlerdir6
. Kelimenin kökü, (ħĥĐ
َ
ِ
َ
)’dir.
مijĜ īĨ ħĻĥĐو ħĤÓĐ ģäر kavmin bilginleri, demektir. Bir kişinin bilgisinin
derin ve çokluğunu ifade etmek için “allâme” ve “ti’lâme” (ÙĨŻđÜ ِ - ÙĨŻĐ) ifadesi
kullanılır. Halil b. Ahmed ilimle marifeti aynı görmüştür. O, “bir şeyi bildim
(ءĹýĤا ÛĩĥĐ) demek o şeyi tanıdım ( įÝĘóĐ ) demektir”, der. Cevherî de aynı
görüşte olduğunu ifade eder7
.10 İlim, kesp ile elde edilmesi dolayısıyla insana
has bir özelliktir. Marifet ise cüzi idraktir ve bir araçla elde edilir. Bu nedenle
ÛĘóĐ ųا denir, ųا ÛĩĥĐ denmez. İlim idrak edip kavrayabildiğimiz şeylerde
kullanılır8
.

5
İmâdüddîn Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I. Baskı, Beyrut, Müessetü’r- Risâle,
2001, II, 737.
6 Ebü'l-Hasan Ali b. İsmail İbn Sîde el-Endülüsî, el-Muhassas, I. Baskı, el-Emîriyye – Bulak, 1317, III, 29;
İbn Dureyd el-Ezdî, Cemheretü’l-Lüğa, I. Baskı, Haydarabad, Dairetü’l-Maârifi’l- Osmaniyye, 1345, III,
139.
7
el-Halîl b. Ahmed ez-Zahidî, el-Ayn, thk. Mehdi el-Mahzûmi ve Dr. İbrahim es-Samerrâî, Daru’r Raşid
Li’n-Neşr, 1981, II, 152; İsmail b. Hammad el-Cevherî, Sıhahu’l-Lüğa ve Tacu’l- Arabiyye, thk. Ahmet
Abdulğafur, I. Baskı, Kahire, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, ع ل م , ”1956 ” md.
8
İbnu’l-Kutta’ es-Sadi (ö. 515), el-Ef’âl, I. Baskı, Haydarabad, Dairetü’l-Maârifî’l-Osmaniyye,1360, II,
323.
22 Ziyad ALRAWASHDEH
B. ‘İ-l-m (م ل ع (Kelime Kökünden Türeyen Kelimeler ve Anlamları
1. ‘A-li-me (ħĥĐ
َ
ِ
َ
)
Bir şeyi veya bir durumu bilmek, anlamak, farkına varmak, yakînen
bilmek, kuşatmak ve ayırt etmek manalarına gelir9
.
ħĥđÝĘ هÓĺإ įĩĥĐوأ ħĥđĤا įĩĥĐ
َ
ƪ
َ
Sibeveyh bu iki ibarenin arasındaki farkı şöyle dile
getirir: ĥĐƪ
َ
Ûĩُ
ْ
“öğrettim” ÛÖأد
ُ ْ ƪ
َ “eğittim” gibidir. ÛĩĥĐأ , ise ÛـĬآذ
ْ
gibidir. įÝĩĥĐ
ÓĩĻĥđÜ “onu eğittim”; ħĥđĩĤا” öğreten” دبËĩĤا” eğiten” manasınadır10
.
Araştırmamız sırasında incelediğimiz sözlüklerde, İlim kökünden ģđęĨ ِ
ّ
َ
ُ
vezninde
Türkçe’de kullanılan “muallim” kelimesine rastlanılmamıştır.
2. Te‘alleme (ħĥđÜ
َ
ƪ
َ
َ
)
رجÓì ÓĬŻĘ أن ÛĩĥđÜ ٌ
ِ
َ َ
ً ُ ƪ
َ
ُ
ْ
ƪ
َ
ibaresinde ÛĩĥđÜ
ُ
ْ
ƪ
َ
َ kelimesi ÛĩĥĐ ُ
ْ
ِ
َ
ile aynı anlamdadır. İbn
Sikkît şöyle der: Eğer biri sana, رجÓì اïĺز أن ħĥĐإٌ
ِ ِ
َ َ ً
ْ
ƪ
َ
ْ
َ
ْ
derse, sen; ÛĩĥĐ ُ
ْ
ِ
َ
dersin. Eğer
sana;
اñĠ įĬأ ħـĥđÜ َ َ ƪ َ
ُ َ
َ
ْ ƪ
bil ki bu iş şöyle şöyledir” denilirse sen ÛĩĥđÜ ïĝĤ
ُ
ْ
ƪ
َ
َ ْ َ
َ “(kendim)
bildim” diyemezsin. Çünkü bunu kendi başına öğrenmemiş, sana öğreten
başkasından öğrenmişsindir11. et-Teallüm ( ħĥđÝĤا ( kökü ile įÝĩĥĐأ - įÝĩĥĐ kökleri
arasında fark yoktur. Ancak مŻĐإ açık bir şekilde haber verilen şeyler için
özeldir. et-Ta‘lim ( ħĥĻđÝĤا” ,( müteallim”in kendisinde etki hâsıl olana dek
tekrarlanan eyleme aittir12. Konu ile ilgili bir ayet şöyledir:
﴿ َ اīĩèóĤ ħĥĐ اóĝĤآن
ْ
ُ
ْ
َ
ƪ
َ ُ َ ْ
ƪ

“Rahman Kur’ân'ı öğretti” (Rahman 55/1-2) Başka bir ayet de şöyledir:

9
İbn Fâris (ö. 395), Mu’cemu Makâyisi’l-Lüğa, Beyrut, Darü’l-Cîl, 1991, IV, 109.
10 Bkz. Ahmed b. Fâris (ö. 395), Mücmelü’l-Lüğa, Beyrut, Müessesetü’r-Risâle, 1984, III, 624.
11 Ahmed b. Fâris (ö. 395), Mu’cemu Makâyisi’l-Lüğa, IV, 109; a.m., Mücmelü’l-Lüğa, III, 624.
12 Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 580.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 23
įäوزو ءóĩĤا īĻÖ įِÖ نijĜóęĺ ÓĨ ÓĩıĭĨ نijĩĥđÝĻĘ ِ )
ْ َ َ ُ َ
َ
ِ
ْ ّ َ ُ َ
ْ
َ
ْ َ
َ
ِ ِ َ ُ َ َ
ِ َ ƪ ْ
ُ
َ
( “Onlar, o iki melekten, karı ile koca
arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı” (Bakara 2/102)
3. et-Ta‘lîm – el-İ‘lâm – el-İsti‘lâm (ħĻĥđÝĤاِ
ْ ƪ
َ اŻĐŸم –
ْ
َ اŻđÝøźم – ِ
ْ
ِ
ْ
ِ
)
مŻĐŸا hızlıca bir çırpıda haber vermek manasınadır. مŻđÝøŸا ise bilgi talep
etmektir. مŻđÝøŸا kelimesinin ifade ettiği mana مÓıęÝøإ‘ ın ifade ettiği manadan
daha özeldir ve daha güçlüdür. Çünkü مÓıęÝøإ kelimesinin türetildiği ħıĘ
(anlamak, bilmek) kelimesi, ilim kelimesinin aksine zan ve tahmin manalarını
içermektedir. Dolayısıyla her fehm’edilen ilim olmayabilir aksine bu zan ve
tahmin de olabilir. مŻĐŸا kelimesinde bu şekilde bir çırpıda ve hızlıca bildirmek
anlamı varken, kelimenin tef’îl babından gelen şekli olan ħĻĥđÜ (öğretmek,
eğitmek); öğretilen ve eğitilende etki bırakmak amacıyla çokça tekrarlamak
manasına gelir. Bazen, tekrar söz konusu olduğunda “ ħĥđÝĤا) “ et-teallüm) “ مŻĐإ
” manasında kullanılır13
.
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
ħĻĥĐ ءĹü ģġِÖ ųوا رضŶا ĹĘ ÓĨو واتÓĩùĤا ĹĘ ÓĨ ħĥđĺ ųوا ħġĭĺïِÖ ųا نijĩĥđÜأ ģĜ)
ٌ ُ
ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ
َ
ٍ
ْ
َ َ ُ ِّ ْ ُ ƪ ƪ ُ ƪ ُ
ُ َ ُ َ َ ْ َ َ َ َ ْ َ َ
َ ْ
ِ
َ ƪ
َ ّ
ْ ُ
( َ
“De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde
olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurât
49/16) Buradaki, ėĻđąÜ yani fiilin kökündeki “ ل “harfinin şeddeli okunması,
kastedilen i‘lam’ın tekrarlanan bir bildirme olduğunu ifade eder14
. İbn Cinnî bu
konuda şöyle der: İlim, uzun soluklu bir uğraşla elde edilen bir vasıf
olduğundan dolayı adeta insana doğuştan gelen bir yeti ve içgüdüye dönüşmüş
gibidir. O yeti ile zatî sıfatlara intikal ederken insan âlim olur. Ancak, insanoğlu
ilim için ilk yola koyulduğunda durum böyle değildir. Bundan yani ilim insan

13 Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 581.
14 Abdurrahman Hasan el-Meydânî, el-Akîdetü’l-İslâmiyye ve Esâsuha, 1. Baskı, Dimaşk, Darü’l-İlm,
1994, s. 31.
24 Ziyad ALRAWASHDEH
için zati bir vasıf haline dönüştüğünden dolayı insan için müteallim (ħĥđÝĨ ِ
ّ
َ
َ
ُ
) değil,
daha çok âlim sıfatını kullanırız15
.
ħĤÓĐ ÓĬا
ٌ
ِ
َ
َ َ (ben biliyorum) ifadesi, bir bilinene (مijĥđĨ) işaret eder. Çünkü alim
lafzı ÛĩĥĐ ُ
ْ
ِ
َ
(bildim) kelimesinden gelir ve geçişlidir. Ama sıfat-ı müşebbehe olan
ħĻĥĐ kelimesi geçişli olmadığı için bir bilineni gerektirmez. Bu lafız vasfettiği
kişinin, eğer ortada bir bilgi konusu varsa onu bileceğini gösterir16
.
4. ‘Âlim (ħĤÓĐِ
َ
)
Âlim ( ħĤÓĐ - bilen) ism-i fâil siygası olup, gayb kelimesi ile birlikte
Allah’ın
vasfı olarak 13 yerde zikredilmiştir17. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
﴿ عالمِ الْغيبِ والشهادة فَتعالَى عما يشرِكُونَ ﴾
“Allah, görünmeyeni de görüneni de bilendir. O, müşriklerin ortak
koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir” (Müminûn 23/92) Yani göklerde
ve yerde halkın gözüne görünmeyen şeyleri bilendir18
. Allâmu’l-ğuyûb ( مŻĐ
بijĻĕĤا (ifadesi ise Kur’ân’da dört ayette geçmektedir19
.
5. el-‘Alîm (ħĻĥđĤاِ
َ
)
Alîm: “İlim” kökünden türetilen sıfattır. İlimle vasıflanma konusunda
mübalağa ifade eden bir siygadır20
.

15 Ali b. İsmâil b. Sîde el-Endülüsî, el-Muhkem ve’l-Muhitu’l-A’zam, thk. Mustafa es-Sekka’ ve Hüseyin
Nassâr, 2. Baskı, Haleb, 1958, II, 125; Bkz. Süleyman b. Benîn ed-Dakiki, İttifâku’l- Mebânî ve
İftiraku’l-Maânî, thk. Yahya Abdurraûf, 1. Baskı, Amman, Daru Ammar, 1985, s. 207.
16 Ebu Hilâl el-Askerî, el-Furûkü’l-Lüğaviyye, Kahire, Mektebetü’l-Kuds, 1353, s. 70; Bkz. Muhammed b.
Yakup el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut, Daru’l-Fikr, 1983/1403, IV, 153.
17 Muhammed Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’ân, “ م ل ع “ md.
18 Muhammed Cerir et-Taberî (ö. 310), Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Mısır, 1954, XXVIII, 54.
Ayrıca bkz. a.e., XVIII, 49; Bkz. Tevbe 9/ 93, 105; İsrâ 17/46; Secde 33/6; Fâtır 35/28; Haşr 59/22.
19 Maide 5/109-116; Tevbe 9/78; Sebe’ 34/48. Bkz. el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’ân,م ل ع
md.
20 İbn Manzûr, Lisânu’l-A’rab, Beyrut, Daru Sadır, م ل ع , ”1983 ” md., IV, 415; Ahmed b. Fâris (ö.
395), Mu’cemu Mekâyisi’l-Lüğa, IV, 110.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 25
6. el-‘İlm (ħĥđĤاْ
ِ )
İlim iki türlüdür. İlki bir şeyin zatını idrak etmektir. İkincisi ise kendisi
için var olan bir şeyle o şey üzerine hükmetmek veya kendisinden nefyedilen bir
şeyle o şeyin nefyine hükmetmektir. İlki bir mefule geçişlidir21. Sibeveyh’in
dediğine göre: “ ÛĩĥĐ” ifadesi “ ÛĘóĐ” yerinde kullanılabilir. Ancak bu durumda
da marifet değil ilim kastedilir22. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ ولَقَد علمتم الَّذين اعتدوا منكُم في السبت فَقُلْنا لَهم كُونوا قردةً خاسئين ﴾
“İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine:
Aşağılık maymunlar olun! Dediklerimizi elbette bilmektesiniz”
23 Ayette geçen
ħÝĩĥĐïĝĤ kelimesi ħÝĘóĐïĝĤ manasınadır24. Çünkü bu önceden cahil
olmadıklarını gerektirir. Ama marifet bunun aksidir. “ħÝĩĥĐ ” ibaresi “ ħÝĘóĐ ”
ibaresinin manasını içermektedir. Yani sizden öncekilerin Musa (a.s)’a
muhalefet ettikleri için başlarına gelen belaları, mütevatir haberle idrak ettiniz,
demektir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ فَإِنْ علمتموهن مؤمنات فَلَا ترجِعوهن إِلَى الْكُفَّارِ ﴾
“Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları
kâfirlere geri göndermeyin” (Mümtehine 60/10) İkisinin arasındaki fark;
marifet müsemmanın zatını ifade eder. Ama ilim, müsemmanın hallerini, artı ve

21 Râğıb el-İsfehani, Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’âni’l-Kerim, Mısır, el-Matbaatü’l-Meymeniye, 1306, s.
348; Bkz. Muhammed Yakup el-Fîrûzâbâdî (ö. 817), Besâiru Zevi’t-Temyîz fi’l- Kitâbi’l Azîz, thk.
Muhammed Ali en-Neccar, Beyrut, el-Mektebetü’l-İlmiyye, IV, 88.
22 Amr b. Osman b. Kamber Sibeveyh, el-Kitâb, thk. Abdusselam Harun, Beyrut, Dâru’l-Kalem, 1966, I,
40.
23 Bakara 2/65.
24 Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetu’t-Tefâsîr, I, 53.
26 Ziyad ALRAWASHDEH
eksi vasıflarını ifade eder. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerîm’de marifet değil ilim
emredilmiştir25
.
7. ‘Alleme (ħĥĐƪ
َ
)
Alleme ( ħĥĐƪ
) “tef‘îl” vezninden; geçmiş, gelecek ve emir siygalarıyla
Kur’ân-ı Kerîm’de 41 defa geçmektedir26. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ وما علَّمتم من الْجوارِحِ مكَلِّبِين تعلِّمونهن مما علَّمكُم اللَّه فَكُلُوا مما أَمسكْن علَيكُم ﴾
“Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların
sizin için yakaladıklarından da yiyin” (Mâide 5/4) Bu kökten türetilmiş
mastarsa ta‘lim (ħĻĥđÜ)’dir.
8. Te‘alleme (ħĥđÝĤا
َ
ƪ
َ ƪ
)
Te‘alleme (ħĥđÜ
َ
ƪ
َ
َ
) beşli (sülâsî mezîd - humâsî) fiilinden türetilen mastar
“ette‘ allum” (ħĥđÝĤا ƫ
َ ƪ
) dür. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ ويتعلَّمونَ ما يضرهم ولَا ينفَعهم ﴾
“Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler”
(Bakara 2/102) et-Ta‘lim ( ħĥĻđÝĤا ,( et-tefhîm ( ħĻıęÝĤا” ( bildirmek” manasına
gelebilir27. ÖğreneninħĥđÝĩĤا ilim elde edebilmesi için, öğretilecek şeyin onun
zihninde/nefsinde etki bırakacak biçimde çokça tekrarlanması ya da onun
zihninde tasavvur edilmesi için uyarılması gerekir28. et-Talim ( ħĻĥđÝĤا‘( in diğer
bir anlamı ise ilm’in ortaya çıkması için gerekli sebepleri meydana getirmek
manasına gelir. Ancak ilim tahsili gerçekleşmeyebilir. Bu nedenle zıtlık kabul
eder. Örneğin: ħĥđÝĘ įÝĩĥĐ
َ
ƪ ƪ
َ ُ
َ
َ
ُ
ْ
َ
ona öğrettim ve O da öğrendi ya da ħĥđÜ ÓĩĘ įÝĩĥĐ
َ
ƪ ƪ
َ ُ
َ
َ ْ
َ
ُ َ
ona

25 el-Fadl b. el-Hasan et-Tabersi (ö. 548), Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Beyrut, Daru’l Mektebi’lHayât,
1961/1380, I, 287.
26 Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’ân, “ ع ل م “ md.
27 Ebû Hayyân el-Endülüsî (ö. 725), el-Bahru’l-Muhît, 4. Baskı, Dâru’s-Saâde, 1328/1992, I, 392.
28 Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 318.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 27
öğrettim ancak o öğrenmedi, denir. Bu sebeple et-talim ( ħĥĻđÝĤا‘( in ifade ettiği
anlam bir şeyin zihinde tasavvur edilebilmesi için hazır hale gelmesi
anlamındaki , teâ‘lleme (ħĥđÜ
َ
ƪ
َ
َ
)’nin ifade ettiği anlamdan farklıdır.
9. el-Mu‘allim (ħĥđĩĤاِ
ّ
َ ُ
)
Öğreten (ħĥđĩĤاِ
ّ
َ ُ
) öğretilecek bilgiyi öğretilecek kimsenin zihnine ulaştırma
çabasında bulunan ve bu hususa sebep olan kimsedir. el-Mu‘allem (ħـĥđĩĤا
ƪ
َ ُ
-
öğretilmiş) ise ismi meful siygası olup, Kur’ân-ı Kerîm’de sadece bir defa varit
olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ ثُم تولَّوا عنه وقَالُوا معلَّم مجنونٌ ﴾
“Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğretilmiş bir deli! dediler.” (Duhân
44/14)
10. el-‘Âlem (ħĤÓđĤاَ
َ
)
el-Âlem ( ħĤÓđĤا ( َ cevher ve arazlardan oluşan feleğin adıdır. Yani Yüce
Allah’ın dışında kâinat ve kâinata dair her şeyi ifade eder. Onların her biri
yaratıcısını ifade eden belgelerdir. Allah Teâlâ kendisinden başka ilah
olmadığını bilmemiz için evrendeki ayetleri araştırmamızı emretmiştir29. İlim
kökünden türetilen âlem (ħĤÓđĤا ( َ yaratılmışların tamamı ve kâinat30 manasında
Kur’ân’da 72 defa zikredilmiştir31
.
11. el-‘Alem – el-‘Aleme – el-‘Ulme( ħĥđĤاَ
َ
- اÙĩĥđĤ
َ
َ
َ
- اÙĩĥđĤ
َ
ْ
ُ
)

29 Râğıb el-Îsfehanî, Müfredatu Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1. Baskı, Dımaşk, Daru’l-Kalem, 1991, s. 581.
30 İsmail b. Hammad el-Cevherî, Mu‘cemü’s-Sıhâh, Beyrut, Daru’l-Marife, s. 1140; Lisânü’l- Arab, “م ل
ع “md., IV, 418; Muhammed b. Ebu Bekir er-Razî, Muhtâru’s-Sıhâh, 1. Baskı, Beyrut, Daru’l-Marife,
2005, s. 399.
31 Muhammed Fuad Abdulbâkî, el-Mu‘cemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’ân, “م ل ع “ md.
28 Ziyad ALRAWASHDEH
َ اħĥđĤ(
َ
- اÙĩĥđĤ
َ
َ
َ
- اÙĩĥđĤ
َ
ْ
ُ
) üst dudaktaki yarıklar anlamına gelir32
.
12. el-‘Alem (ħĥđĤاَ
َ
)
َ اħĥđĤ
َ
yol, sınır ve benzerlerine konmuş olan işaret manasınadır. Harem’in
işaretli yerleri ve üzerine konmuş bayraklar (įĻĥĐ ÙÖوóąĩĤا įĩĤÓđĨو مóéĤا مŻĐأ (gibi33
.
13. el-‘Ulâm (مŻđĤاَ
ُ
)
el-‘Ulâm (مŻđĤاُ
)kına manasınadır. Zira kına yakmak konulduğu yeri
işaretlemek demektir34
.
C. Klasik Sözlük ve Dil Âlimlerine Göre “i-l-m” (م ل ع(
Kökünün Analizi
Râğıb ilm’i şöyle tarif eder: İlim, bir şeyin hakikatini idrak etmektir35. Bu
tariften anlaşılır ki, ilim, ilimle malum arasındaki bağlantıyı idrak etmektir. Zira
bu bağlantı malum hakkında kesin bilgiye ulaştıran belge ve delildir36. “i-l-m”
kelime kökünün sülâsî/üçlü mastarı olan ilm’in iki delâleti olduğunu görüyoruz.
Birincisi: Duyu organlarımızla hissedebileceğimiz zahiri delâleti ki ħĥĐ
ٌ
َ
َ
(bayrak), مŻĐ ُ
َ
ُ
(kına), ÙĨŻĐ ٌ
َ
ƪ
َ
(çok bilen), ħĥđĨ
ٌ
َ
ْ َ
(yol izi, işaret) buna örnektir.
İkincisi: Eseri büyük dağlar gibi zahir ama kendisi manevi ve zihinde var
olan delâletidir. Bu manevi delâleti gösteren tek ifade ĥĐْ
ِ
ħ
ٌ
(ilim)’dir. Ve iki
delâlet arasında sıkı bir bağ bulunur. Yukarıdaki zikredilen hususlardan iki
işarete ulaşabiliriz: İnsan için asıl olan ümmilik yani bir şey bilmeme halidir.
İlim ise arizîdir. Sonradan ortaya çıkar, yani sonradan kazanılan bir şeydir.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

32 Ebu’l-Umeysil el-A’râbî, Ma İttefeka Lafzuhu ve İhtilafe Ma‘nâhu, thk. Mahmud Şakir Sait, 1. Baskı,
Cidde, Daru’l-Âlem, t.y., s. 84; bkz. Lisanu’l-Arab, “م ل ع “ md., XII, 419.
33 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “م ل ع “ md., XII, 419.
34 Ahmed b. Fâris (ö. 395), Mu‘cemu Makâyîsi’l-Lüğa, III, 110.
35 Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât, s. 580.
36 Ali Seyid Ahmed, et-Ta’lîm ve’l-Muallimûn, 1. Baskı, Halep, Daru’s-Sâbûnî, 1997, s. 16.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 29
﴿ واللَّه أَخرجكُم من بطُون أُمهاتكُم لَا تعلَمونَ شيئًا وجعلَ لَكُم السمع والْأَبصار والْأَفْئدةَ لَعلَّكُم
تشكُرونَ ﴾
“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı;
şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi” (Nahl 16/78) Demek ki,
ilimde asıl olan, müktesep olma yani sonradan elde edilmesidir. Çünkü o, bir
takım vasıtalarla sonradan kazanılan sıfattır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿ واتقُوا اللَّه ويعلِّمكُم اللَّه واللَّه بِكُلِّ شيءٍ عليم﴾
“Allah’tan korkun. Allah size gerekli olanı öğretiyor. Allah her şeyi en
iyi bilendir” (Bakara 2/282) Burada Abdurrahman Hasan el-Meydanî’nin bir
ifadesine işaret etmenin gerekli olduğunu düşünüyorum; O şöyle diyor; “İlim,
bilinen şeylerin, hissi idrak halinden insan aklındaki bilgi ve marifetin hazinesi
durumuna intikal etme evresidir. Başka bir deyişle bu bilinenlerin, insan
nefsinin derinliklerinde yerleşmesi demektir. Bu haldeki ilim, gerçek ilim olur.
İlmin en doğrusu ise, insan duygusunu harekete geçireni yani faal olanı ve
insanda tasarruf yetisi yaratanıdır37
.
Yukarıda kelimenin tarifinde şöyle demiştik: Kelimenin üç harfli aslı yani
“ayın” ( ع” ,(lam” ( ل (ve “mim” ( م (harflerinden oluşan i-l-m (م ل ع (kelime
kökü, bir şeydeki izi ifade eder ve bu izle o şey başkasından ayırt edilir. İlim
(ħĥĐْ
ِ) kelimesinin kökü ile ‘alem (ħĥĐَ
) ve ‘alâme ( ÙĨŻĐ ) kelimelerinin kökü
aynıdır. (ÙĐÓùĥĤ ħĥđĤ įĬوإ َ ƪ
ِ
ٌ
َ
َ ُ
َ ƪ
ِ ) olarak okunması bunun açıkça göstergesidir. Nitekim
Abdullah b. Abbas, Ebû Hureyre, Ebû Vâil el-Ğifarî, Zeyd b. Ali, Katâde,
Mücâhid, ed-Dahhâk, Mâlik b. Dinâr, el-A‘meş, el-Kelbî, Ebû Nadr, İkrime,

37 Abdurrahman Habenneke el-Meydânî, el-Akîdetü’l-İslâmiyye, Dımeşk, Dâru’l-Kalem, 1994, s.31.
30 Ziyad ALRAWASHDEH
Ebû Rezin, Ebû Abdurrahman es- Sülemî ve İbn Muhaysın bu şekilde
okumuştur38
.40 Ancak bu kıraatler şaz kıraatlerdir.
Cumhurun okuması ise (ÙĐÓùĥĤ ħـĥđĤ įĬوإ َ ƪ
ِ ِ
ٌ ْ
َ
ُ
ƪ
ِ ) şeklindedir. Ancak çoğu müfessire
göre bu da aynı anlamı ifade eder39. (ÙĐÓùĥĤ ħĥđĤ įĬوإ َ ƪ
ِ
ٌ
َ
َ ُ
َ ƪ
ِ ) olarak okunurken İsa
(a.s)’nın kastedildiği söylenmektedir. Yani işaret, belge ve alâmet
manasınadır40. Ne var ki, ilmî ölçütlere göre şaz kırâatlara itimat edilemez.
Çünkü şaz kıraat, aslen muteber değildir. O halde kelimenin asıl anlamının “bir
şeyi başkasından ayırt eden iz ve eser” ile ilişkilendirilmesi gerekir. Bu ilişki,
ilmin müktesep olma olgusu ile başka şeylerden ayırt edilmesi şeklinde kendini
gösterir. İşte bu, Âdem (a.s)ı başkasından ayırt eden ayrıcalıktır. Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:
﴿وعلَّم آدم الْأَسماءَ كُلَّها ثُم عرضهم علَى الْملَائكَة فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسماءِ هؤلَاءِ إِنْ كُنتم صادقين﴾
“Allah Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arz
edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin, dedi”
(Bakara 2/31) Burada Âdem (a.s)’i Meleklerden üstün kılan ayrıcalık ilimdir.
İdrak edilen şeyler idrak edilmeyen şeylerde olmayan ayrıcılığa sahiptir. Bilinen
zahir bilinmeyen ise gizlidir. Ama iki kıraat (ħĥđĤ ، ħĥđĤ ِ
َ
َ
) meselesine gelince;
Ferrâ (ö. 207) bu iki kıraat’in her ikisi ile de okumuş ve Ubey’in “ÙĐÓùĥĤ óĠñĤ įĬوإ “
(O, kıyamet için bir hatırlatmadır) şeklinde okumasına da işaret etmiştir. Bir
takım çıkarımlar yoluyla bu kıraatların hepsinin doğru ve manalarının bir birine
yakın olduğu rivayet edilmiştir41
.
en-Nehhâs (ö. 238) şöyle demiştir: (ÙĐÓùĥĤ ħĥđĤ ْ
ِ )’nin manası, “elbette o,
hatırlatma, uyarma ve tarif etmedir” manasındadır. Ama (ħĥđĤ َ
َ
) denince mana,

38 Muhammed Fehdi’l-Harûf ve Ramiye Muhammed Kerim Rasih, el-Müyesser fi’l-Kırââti’l- Erbeate
Aşar, 1. Baskı, Dimaşk, 1416/1995, s. 494; Bkz. Ahmed b. Muhammed ed-Dımyâtî eşŞâfiî, İthâfu
Fudelâi’l-Beşer fi’l-Kırââti’l-Erbeate Aşar, thk. Ali es-Siba’, Beyrut, Dâru’n- Nedveti’l-Cedide, s. 386;
Abdullatif el-Hatip, Mu‘cemu’l-Kırâât, 1. Baskı, Dimaşk, Daru Sa’deddin, 2002, I, 393.
39 İmâduddîn Ebu’l-Fidâ İsmail İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye ve
İsa’l-Babi’l-Halebî ve Şurekâuh, IV, 167.
40 Muhammed Fehd el-Harûf, el-Muyesser fi’l-Kırââti‘l-Erbeate Aşar, s. 494.
41 Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, thk. Abdulfettah Çelebi, III, 37.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 31
elbette O, bir delâlet ve belgedir şeklinde olur42. Zemahşerî şöyle der: İlim,
sözlükte “şuur” manasına gelir. Örneğin:كó×íĨ ÛĩĥĐ ÓĨ (sana haber vereni
bilmedim) cümlesindeki ÛĩĥĐÓĨ ibaresi įÖ تóđü ÓĨ (onu hissetmedim) demektir43
.
Bu mana araştırmamızda büyük öneme sahiptir. Nitekim “şuur” ve “hilm”
aşağıda zikredeceğimiz gibi ilmin ilk mertebelerindendir.
Fîrûzâbâdî de şöyle der: “İlim”, bir şeye bırakılan iz, işaret, genişlik, iki
yer arasını bağlayan sınır ve yolu belirlemek için dikilen işaret manalarına gelir.
Ayrıca, marifet, şuur, itkân ve yakîn ilim kelimesi ile eş anlamlı kelimelerdir.
Örneğin: įÝĘóĐ إن ءĹýĤا ÛĩĥĐ (bir şeyi tanıdıysam onu bildim). įĨوïĜ ó×íÖ ÛĩĥĐ
(onun geldiği haberini bildim) yani įÖ تóđü (onu hissettim) demektir.óĨŶا ħĥĐ
َ
ْ
َ ْ
َ
ِ
َ
(işi bildi) yani įĭĝÜأ
َ َ ْ
َ (mükemmel yaptı) demektir44. Ancak, ilim ile itkân arasında
ince farklar vardır. İleride bu konuyu müstakil bir başlıkta inceleyeceğiz.
Adududdîn el-Îcî ilmin tarifini şöyle yapar: Mevsufunun, başkalarının taşıdığı
zıt manalara ihtimal bırakmayacak bir şekilde ayırt edilmesini gerektiren bir
vasıftır.
Kelamcılara göre ilim, zihinde bir şeyin tasavvur edilmesi olarak tarif
edilmiştir45. Külliyât sahibi Ebu’l-Bekâ şöyle der: ilim kelimesinin hakiki
manası idraktir. Bu mananın taalluk ettiği bir şey (müteallak) vardır ki o da
malum, yani bilinendir. Bu mananın hâsıl olması için bu manaya tabi ve bu
mananın bekası için de vesile olan bir şey vardır ki bu da melekedir. İlim lafzı
tüm bunlar için hakîkî, örfî, ıstılâhî ve mecâzî anlamlarda (:idrâk, malum, ilim
melekesi) kullanılabilen bir kelimedir46
.
Abdulhalîm el-Üveysî şöyle der: İlim, bir şeyin hakikatini idrak etmektir.
Bu, lafzın küllî delâletidir. Ve lafzın marifet, idrak, şuur vb. gibi cüz’î delâletleri
de vardır47
. ÓĩĥĐ įĩĥĐ
ً
ْ َ
َ َ
ibaresi, bir şeyi bilinmesi için belgelemek manasınadır. ħĥĐ
ءĹýĤÓÖya da ءĹýĤا ħĥĐ sözümüz ise, onu hissetti, kuşattı ve idrak etti

42 Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed en-Nehhâs, İ’râbu’l-Kur’ân, thk. Zuheyir Zahid, 3. Baskı, Beyrut,
Mektebetü’n-Nehdati’l-Arabiyye, 1988, IV, 117.
43 Carullah Ebulkâsım Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî (ö. 538), Esasu’l-Belağa, 1. Baskı, Beyrut, Daru
İhyai’t-Türâsi’l-Arabî, 1422/2001, s. 517.
44 Ahmed b. Yakub el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut, Daru’l-Fikr, 1403/1983, IV, 153.
45 el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, Daru’s-Saade, h. 1325, I, 62.
46 Ebu’l-Beka el-Hüseynî Eyyûb b. Musa, el-Külliyyât, Bulak, 1281, III, 204.
47 Abdulhalim Üveys, Müstalahâtu Ulûmi’l-Kur’ân, 1. Baskı, Mısır, Daru’l-Vefa, 2008, II, 585.
32 Ziyad ALRAWASHDEH
manasınadır. ÓđĘÓĬ ءĹýĤا ħĥĐ bir şeyi tasdik etmek ve yakînen bilmek
manasınadır. ÓĩĥĐ įĩĥĐ
ً
ِ
ibaresi فóĐ yani tanıdı demektir. óĨŶا ħĥĐ iyi kavradı ( įĭĝÜأ
) demektir48
.
D. HADİS KİTAPLARINDA “İLİM” KELİMESİ
Arapça klasik sözlük kitaplarından “ilim” kelimesi üzerinde yapmış
olduğumuz incelemelerden sonra bu kısımda, kelimenin Hadis kitaplarında nasıl
kullanıldığını ele alacağız. Biliyoruz ki, Rasûlüllah (s.a.v.)’ın ilmi vahiyle
yakından bağlantıdır. Bu nedenle onun ilmi, Şafii‘nin (ö. 204) dediği gibi diğer
insanların Müslüman ve gayri Müslimlerin ilminden farklıdır.49
Hadis kitaplarını incelediğimizde ilim ve ilim kelimesinin kökünden
türeyen kelimelerin anlamları şunlardır:
1. Müeddip ve rehber: Allah Teâlâ Resulünü, insanlar için bir öğretmen,
onlara dini nasıl hayata geçireceklerini gösteren bir rehber olarak hazırlamıştır.
Resûlüllah (s.a.v.) bunu şu sözleri ile ifade buyurmuştur:

ÓـĩĥđـĨ ÛáđـÖ ÓĩـĬإ(
ً
ِ
َ ُ ُ
ُ
ƪ
(
“Ben bir öğretmen olarak gönderildim”.50
Burada ilim dini konulara özel bir lafız olarak zikredilse de aslında
geneldir. Zira Resûlüllah’ın sünneti insanların her yönünü ilgilendiren ilimleri
ihtiva ettiğinden ilim talep etmek her Müslüman’a farz kılınmıştır. İslami
ilimden kasıt amelle bağlantılı ilimdir. Râğıb el-Isfahânî, ilmin nazari ve ameli
olmak üzere iki tür olduğunu, ilkinin amelleri tamamladığını ikincisinin ise

48 Ahmed Ebû Kâfe, Mucemu’n-Nefâis, 1. Baskı, Amman, Daru’n-Nefâis, 2007, s. 849-850.
49 eş-Şâfiî, el-Ümm, Kahire, Silsiletu Kitabi’ş-Şa’b, t.y., VII, 255.
50 Ahmet b. Hanbel (ö. 1313), el-Müsned, Mısır, el-Matbaatü’l-Meymeniye, 1313, I, 379-462.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 33
amelle tamamlandığını söyler.51 Çünkü kişiyi sevapla mükâfatlandırmak
amellerine göre olacaktır.
2. Vahiy: Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
(ألا إنَّ ربي أمرنيَ أنَّ أ ُعلمكـُم ما جهِلتم مما علَمنِي يومي هذا)
“Bilin ki! Rabbim, sizin bilmediklerinizi bugün bana öğreterek, bunları
size öğretmemi emretti.”52
Bu hadisin birçok delâleti vardır. Bunlardan biri: Resûlüllah (s.a.v.)’ın
ilminden kasıt dinle ilgili vahidir. Resûlüllah (s.a.v.)’ın “اñİ ĹĨijĺ ĹĭĩĥĐ ÓĩĨ”
“Bugün rabbimin bana öğrettiklerinden.” sözü bunun açık delilidir. İleride bu
konu üzerinde detaylı bir şekilde duracağız.
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle der:
الْعلْم ثَلَاثَةٌ وما سوى ذَلك فَهو فَضلٌ آيةٌ محكَمةٌ أَو سنةٌ قَائمةٌ أَو فَرِيضةٌ عادلَةٌ
“İnsana öğrenmesi farz olan asıl ilim üçtür. Bu üç ilimden başkasını
öğrenmek insana fazilet kazandırır; Muhkem ayet, uygulanan sünnet ve adaleti
sağlayan miras ilmi”.53
3. Kavramak, anlamak ve amel: Ayrıca yukarıdaki hadisten anlıyoruz
ki, ilmin delâlet ettiği iki önemli nokta vardır; biri kavramak diğeri amel etmek.
Râğıb el-Isfahânî de buna işaret ederek şöyle demiştir: Nazarî ilim, anlamak ve
kavramak, amelî ilim ise bildiğini uygulamaktır. Resûlüllah (s.a.v.)’ın “muhkem

51 Râğıb el-Isfehânî, Müfredat, s. 580- 581.
52 Ebu Zekeriya en-Nevevî (ö. 676), Şerhu Sahihi Müslim, Beyrut, Daru’l-İlm, 1987, (Kitâbü’l-Cennet)
XVII, 197.
53 Ahmed b. Hüseyin Ebu Bekr el-Beyhakî (ö. 458), Sünenü’l-Beyhakî, thk. Muhammed Ata, Mekke,
Daru’l-Baz, 1994/1414, VI, 208.
34 Ziyad ALRAWASHDEH
ayet” sözünden kasıt anlamak ve düşünmektir. “uygulanan sünnet” de
bildiklerine uymak ve onu hayata geçirmek demektir.
Resûlüllah (s.a.v.) başka bir hadisinde şöyle buyurur: “ ħĥđĤا ħĥđĤا ģąĘأ إن
ųÓÖ” “En faziletli ilim Allah’ı bilmektir”. Yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla onu
hakkıyla tanımaktır.54 Onun yarattığı varlıklar üzerinde düşünmek, zira onun
yarattığı her şey onun sonsuz ilmi, kudreti ve azametini gösterir. Ayrıca ilim,
bilinenin zatına değil onun durumuna ve fazilet gibi özelliklerine gönderme
yapar.55 Hadisin manasına uygun olan da budur.
Başka bir hadis de bu manayı desteklemektedir; Resûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurur: “ųا ĹĘ واóġęÜ źو ųا ءźآ ĹĘ واóġęÜ” “Allah’ın nimetleri hakkında düşünün,
Allah’ın zatı hakkında düşünmeyin”.56
4. Emâre ve işaret: İlim kelimesi, başka bir hadiste emâre ve işaret
manasında kullanılmıştır: Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “ ĹĬأ ĹÖر ĹĬó×ì
ųا نÓé×ø لijĜ īĨ تóáĠأ ÓıÝĺرأ ذاÍĘ ĹÝĨأ ĹĘ ÙĨŻĐ ريÉø” “Rabbim bana ümmetimin içinde
bir işaret göreceğimden haber verdi, ben o işareti gördüğüm zaman çokça
Allah’ın yüceliğini dile getireceğim Yani ųا نÓé×ø diyeceğim”.57 Bu hadis ilim,
marifet, hikmetin fazileti ile ilgili hadislerden değildir. İlmin fazileti ile ilgili
çeşitli konu ve münasebetlerle ilim okumanın önemini beyan eden çok sayıda
hadisler zikredilmiştir.58
5. Anlayış ve fıkıh: Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurur: “ ă×ĝÖ ħĥđĤا ă×ĝĺ
ءÓĩĥđĤا” “Ulemaların çekilmesi vefat etmesiyle toplumda ilim azalır”.59 İbn
Kuteybe’nin şöyle dediği nakledilir: İlmin bir fıkhı vardır. Çünkü ilim fıkıhla

54 el-Hâkim en-Nisaburî, el-Müstedrek ala’s-Sahihayn, y.y., Dairatü’l-Maarifi’l-Osmaniye, 1334, IV, 68;
Bkz. Sahihu Müslim, Kahire, Matbaatü Hicazî, t.y., (Kitabu’s-Salât) II, 50.
55 Tabersî, Mecmeu’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’an, I, 287.
56 Celalettin es-Suyûtî, el-Fethu’l-Kebîr fî Dammi’z-Ziyâde İle’l-Camii’s-Sağîr, Beyrut, Daru’l-Kitabi’lArabî,
t.y., I, 35.
57 Muhammed b. Abdurrahman el-Mubarekfûrî, Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerhi Süneni’t-Timizî, thk.
Abdurrahman Osman, 2. Baskı, el-Mektebetü’s-Selefiyye, 1967, VI, 603.
58 Bkz. Ebû Süleyman el-Hattabî, Mealimü’s-Sünen Şerhu Süneni Ebî Davud, 1. Baskı, Halep, elMatbaatü’l-İlmiyye,
1955, IV, 86.
59 Nasıruddîn el-Elbânî, Muhtasaru Sahihi Süneni’t-Tirmizî, 1. Baskı, Riyad, 1988, s. 337-338; Bkz.
Sunenu İbn Mace, thk. Muhammed Fuad Abdulbaki, Kahire, Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabî, 1952, I, 42.
KLASİK ARAPÇA SÖZLÜKLERDE “İLİM” 35
olur. Âlim fakihtir. Çünkü o ilmin fıkhını bilir. Bu da bir şeyi kendi illeti ile
isimlendirmektir.60
6. Bir şeyi istifade amacıyla almak: Bazı hadislerde ilim, sözlük
manasında (bir şeyi istifade amacıyla almak) kullanılmıştır. İstiare üslubu ile
mecaz manasına gelir. Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “ īĨ ÓĩĥĐ ģäر×÷ ÝĜا ÓĨ
زاد زاد ÓĨ óéùĤا īĨ Ù×đü įÖ ÷×ÝĜا źإ مijåĭĤا” “Müneccimlikten bir ilim alan kimse,
sihirden bir parça almış olur. Müneccimlikten ne kadar fazla alırsa, o kadar
fazla sihir öğrenmiş olur”.61
7. Bir şeyi belli bir sebepten dolayı tamamlamak manasına gelir:
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “ħĥđÜ ÓĩÖ źإ īĥāęÜ źو īĻąĝÜ ź” “Ancak bildiğin
şey ile bir konu hakkında hükme var ya da o konuya açıklık getir.”62 Yani
olayla ilgili bütün detaylı bilgileri elde ettikten sonra, net bilgiye dayanarak
hükmet ve kararını ver, demektir.
8. Yazılan ya da söylenendekine uygun olarak anlamak kavramak:
İbn Abbas’ın anlattığına göre, Resûlüllah (s.a.v.) duasında şöyle buyurmuştur:
“بÓÝġĤا įĩĥĐ ħıĥĤا” “Ey Allah’ım ona kitabı öğret.”63 Duadaki ‘öğret’ ten kasıt
kitabın lafzını öğretmektir. Çünkü lafız manayı ifade eder. Yani birincisinin
tahsili ile ikincisi tamamlanır.
9. Bir şeyin artırılmasını istemek: Bu, kelimenin mecazi anlamıdır;
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurur:
من غَدا من بيته يطْلُب علْماً فَرشت لَه الملائكةُ أجنِحتها رِضى بِما يصنع
“Kim ilim talep etmek için evinden çıkarsa, melekler onun yaptığına
hoşnutluğunu ifade etmek için ona kanatlarını serer.”64
10. Kavratmak: “ĹđÜ أن ųا ĵĥĐ ěèو ĹđÜ وأن ğĩĥĐأ أن” “Sana öğreteceğim,
sen de onu kavramalısın, senin onu kavraman Allah üzerine bir haktır.”

60 Bedruddin el-Ayni (ö. 855), Umdetu’l-Kârî bi Şerhi’l-Buharî, y.y., el-Münîriyye, t.y., II, 49.
61 İbnü’l-Esir, en-Nihaye fî Ğarîbi’l-Hadis, Mısır, el-Matbaatü’l-Hayriye, t.y., III, 251; Bkz. Ahmed b.
Hanbel, Müsned, I, 227, 311.
62 İbn Mace, Sünen, I, 21.
63 Nasıruddîn el-Elbanî, Muhtasaru Sahihi Süneni’t-Tirmizî, 1. Baskı, Riyad, 1988, s. 337-338.
36 Ziyad ALRAWASHDEH
Hadisindeki talimden kasıt hakiki manada öğretmektir. Yani bildirmek ve
anlatmak manasınadır. Zira bu talimde müşareket söz konusudur.65
Kur’ân-ı Kerîm ilim ve marifet ifade eden birbirine benzemeyen çeşitli
kelimeler içerdiği gibi, Hadisi şerifler de ilim ve marifet manasını içeren
muhtelif kelimeler ihtiva etmektedir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de varit olan
kelimeler Kur’ân-ı Kerîme has mucizelik özelliği ile hadislerden farklıdır.
(Yukarıda bunların bazı örneklerinden bahsetmiştik ve ilerleyen sayfalarda da
bazı örnekler vereceğiz). Allah Teâlâ’nın kelamı başka her hangi bir insanın
sözü ile mukayese edilemez. İnsan sözü ne kadar beliğ olursa olsun Allah’ın
kelamının mertebesine asla ulaşamaz.66
Resûlüllah (s.a.v.) konuşmasında Allah Teâlâ’nın kelamından, Kur’ân-ı
Kerîm lafızlarından etkilenmiştir. Resûlüllah (s.a.v.) lafızlara önce bilinmeyen
bazı yeni delâletler eklerdi. Bazı lafızların sözlük manalarını açıklar, lafızdan
kastedilen şerî gerçekleri beyan ederdi. Hz. Peygamber’in salât ve takvâ
lafızlarını açıklaması bunun örneğidir. Bu nedenle birçok lafız Kur’ân-ı
Kerîm’in indiği dönemde yeni manalar kazanmış ve bu manalar Resûlüllah
(s.a.v.) tarafından teyit edilmiştir.
Nitekim açık ve fesahatli konuşma yeteneğine sahip olan Resûlüllah
(s.a.v.) konuşmalarında bu lafızları çeşitli bağlamlarda kullanmış ve o
kelimelerin kullanımlarındaki delâletlerini açıkça göstermiştir.67
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
مثلُ ما بعثَنِي االلهُ بِه من الهُدى والعلمِ كَمثَلِ الغيث الكَثيرِ
“Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağmura benzer.”
“Hidayet ve ilim” (ħĥđĤوا ىïıĤا (ibaresinde medlul delile atfedilmiştir. Çünkü
hidayet delildir ve ilim onun medlulüdür. İkisini bir arada toplayan yön bakış
açısıdır. Özeli genele atfetmek, şerefi ve önemine özellikle vurgu yapmaktır.68
Burada ilmin vahiy manasında kullanıldığını düşünüyoruz.

65 Taberi, Camiu’l-Beyân, XXIX, 56.
66 Tâhâ er-Râvî, Nazarât fi’l-Lüga ve’n-Nahv,Beyrut, el-Mektebetu’l-Ehliyye, t.y., s. 20.
67
İzzuddin Ali es-Seyit, el-Hadisu’n-Nebevi mine’l-ciheti’l-Belağiyye, Kahire, Daru’t-Tibâati’lMuhammediye,
1973, s. 60-61.
68 Bedrüddin el-Ayni (ö. 855), Umdetu’l-Kârî bi Şerhi’l-Buharî, (Kitâbü’l-İlm), II, 76-79.

Konular