Arapça, İslam’ın Dilidir

Ç a n a k k a l e O n s e k i z M a r t Ü n i v e r s i t e s i
İ l a h i y a t F a k ü l t e s i D e r g i s i
2 0 1 5 , S a y ı 6
( S a y f a 8 9 - 9 4 )
Arapça, İslam’ın Dilidir
Mustafa b. el-‘Adevî Şelbâye
Çev. Ramazan DEMİR*
Arapçanın İslâm’ın dili olması, İslâm’ın doğuşundan ve Kur’ân-ı Kerim’in
apaçık Arap diliyle indirilişinden beri, tarihî hadiselere şahit olan herkesin
anlayabileceği sağlam ve değişmez bir hakikattir.
Arapça yerellik elbisesini çıkarmış, etnik ve milli aidiyetlerini bir tarafa
bırakmıştır. Arapça, Arap yarımadasının dar sınırlarının arkasında gizlenmişken bu
sınırları aşıp ne zaman ve nerede olurlarsa olsunlar Müslümanların ortak dili haline
geldi. Dolayısıyla Arapça, insanları İslâm’a ulaştıran bir yol haline geldiği gibi İslâm
da Arapçayı insanlarla buluşturan bir yol oldu. İnsanlar, İslâm ile Arapçayı, Arapça
ile İslâm’ı tanıdı.
Bu sebeple Arapçayı Kur’ân ve İslâm’ın dili olması hasebiyle doğru konuma
yerleştirerek ona hak ettiği değeri vermek etnik kökenleri ne olursa olsun bütün
Müslümanların boynunun borcudur. Aynı şekilde Müslümanlar, dile ihtiyaç duyan
veya dile dayanan hiçbir alanda başka bir dili Arapçadan üstün görmemelidirler.
Kanaatimizce bu husus, farz mesabesindedir. Çünkü bu karar, bizim
içtihadımız olmadığı gibi bizim gibilerin Arapçaya olan sevgisi, tutkusu veya
Arapçayı övünç kaynağı yapması sebebiyle ileri sürdüğü bir iddia da değildir.
Bununla beraber Arapçayı sevmek, onunla gurur duymak ve coşkulu bir şekilde ona
sahip çıkma duygusu ile hareket etmek bu dilin ümmetin her bir ferdi üzerindeki
haklarının sadece bir kısmını oluşturmaktadır.
Bu konuda hüküm, gökler ve yer var olduğu müddetçe Yüce Allah’ın
kitabında okunacak olan bazı ayetlere dayanmaktadır. Bu ayetler, Arapçayı -Kur’ân
dilini- Yüce Rabbimiz’in seçtiğini ve diğer dillerden üstün kıldığını beyan etme
konusunda hakkı ve hakikati açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yüce Allah, Yusuf suresinin başında şöyle buyurmaktadır:
“Biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (Yûsuf, 12/3)
Aynı şekilde aşağıdaki ayetlerde de şöyle buyurmaktadır:
“Kendisine nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur’ân), apaçık
bir Arapçadır.” (en-Nahl, 16/103)

* Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, E-posta: ramadandemir76@hotmail.com
9 0 | Çanakkal e Onseki z Mart Üni v ersi t esi İl ah i y at Fa kül t esi Derg i si
“(Resûlüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (Tâhâ,
20/113)
“(Resûlüm!) Onu Rûhu’l-emîn (Cebrail), uyarıcılardan olasın diye apaçık
Arap diliyle senin kalbine indirmiştir.” (eş-Şuarâ, 26/193-195)
“Dosdoğru Arapça bir Kur’ân.” (ez-Zümer, 39/28)
“İşte böyle! Sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.” (eş-Şûrâ, 42/7)
“Onu Arapça bir Kur’ân kıldık.” (ez-Zuhruf, 43/3)
Kanaatimizce bu ayetler iki zâhir olguya delâlet ediyor:
İlki, Arapçanın Kur’ân için seçilmiş dil olduğudur.
İkincisi ise söz konusu seçimin Allah tarafından gerçekleştirildiğidir. Şüphesiz
O (Kur’ân), Allah’ın gönderdiği bir vahiy olup, kıyamete kadar okunacak bir
Ku’rân’dır.
Tüm bunlar Arapçanın İslâm’ın dili olduğu anlamına gelmektedir. Bütün
Müslümanlar için ortak bir dil olması gereken İslâm’ın apaçık dili.
Herhangi bir şüphe götürmeyecek şekilde sabit olan bu hakikat, genel kabul
gördüğünde kalplerinde hastalık bulunan kötü niyetli, ileri geri konuşan kimseler,
Arapçanın İslâm’daki saygınlığını ve konumunu Hz. Muhammed’in (sav) kendi
kavmi veya kabilesinin diline olan taassubuna bağlayamayacaklardır. Aynı iddiayı
onun râşid halifeleri ve hidayete erdirilmiş ashâbı (Allah, hepsinden razı olsun) için
de ileri süremeyeceklerdir.
Kur’ân ayetleri, hikmeti sonsuz olan Yüce Allah’ın iradesi ve dileğinin apaçık
Arap dilinin Kur’ân dili olması yönünde tecelli ettiğini böylece de Arapçanın
İslâm’ın dili olduğunu ifade etmektedir.
Ümmetin Varlığı İçin Arapçanın Gerekliliği
Dilin milletler ve halklar arasındaki birliğin ve bir araya gelmenin en önemli
etkenlerinden biri olduğu değişmez bir gerçektir.
İslâm ümmeti, onun için pusuda bekleyen, ona karşı birbirine sırt çıkan, onu
yok etmeye, kökünü kazımaya çalışan zalim, haddi aşmış, sinsi, hilekâr şer güçler
karşısında saflarını birleştirmeye, yekvücut olmaya bugün her zamankinden daha
çok ihtiyaç duymaktadır. Birbirine sımsıkı bağlı tek bir ümmet olmaktan başka bir
seçeneği de yoktur. Söz konusu birliğin güçlü ve eksiksiz olması da ancak dil birliği
ile gerçekleşebilir.
Ancak Müslümanların konuştuğu diller çoktur. Bu dillerin hangisi üzerinde
birleşecekler? Şüphesiz bu sorunun cevabı izaha mahal bırakmayacak derecede
açıktır. Diller arasında üzerinde birleşilmeye en layık dil, kendisine vakıf olunmadan
İslâm’ın gerçek anlamda anlaşılamayacağı dildir. Bu dil de âlemlerin rabbi olan
Arap ça, İ sl am’ ı n Di l i d i r | 9 1
Allah’ın Arapça olmasını dilediği ve kıyamete kadar her yerde Arapça olarak
okunacak olan Kur’ân-ı Kerim’in indiği dildir.
Selef-i sâlihîn bu hakikati anlamış ve araştırmak, incelemek ve düşünmek
suretiyle aşkla, şevkle, muhabbetle Kur’ân diline yönelmiştir. Bu ümmetin Arap
olmayanları (Acem) ile Arapları bu alanda yarışmış ve çoğu zaman Acemler, bu
yarışı kazanmışlardır. Bu hususta Sîbeveyhi, Ebû Ali el-Fârisî, el-Müberred, el-Ferrâ,
el-Kisâî, İbn Cinnî ve Abdulkâhir el-Cürcânî’nin isimlerini hatırlamamız yeterlidir.
Bu âlimler, Arap dili ilimlerinde otorite (hocaların hocaları) olup hepsi soy
bakımından Arap değil Acemdirler. Ancak Onlar, Dâd dili1 olan Arapçaya Arapların
dili olarak değil İslâm’ın ve tüm Müslümanların dili olarak baktılar. Çünkü o,
âlemlerin rabbi olan Allah’ın emri ile Kur’ân-ı Kerim’in dili olmuştur. Bu hakikati
idrak ettiklerinde güçlü ve sağlam bir ümmet inşa ettiler; kültürel yönden asırlarca
hüküm sürmüş yüksek, üstün ve ilerlemiş bir medeniyet kurdular.
Arapça Düşmanlığı, İslâm Düşmanlığından Kaynaklanmaktadır.
İslâm’ın daimi düşmanları ve hasımları, İslâm birliğini koruma ve himaye
etmede Arap dilinin etkisini idrak ettiler. Bundan da önemlisi söz konusu dilin
bilinç, idrak, algı, anlayış, ilim ve amel yönünden Müslümanları İslâm’a
bağlamadaki etkisinin de farkına vardı. Başka bir ifadeyle İslâm’ı anlama, İslâm’ın
emirlerini yerine getirme ve onun kapsayıcı davetini yayma noktasında
Müslümanların Arapçanın gerekliliğini ve önemini gözden kaçırdıklarını anladılar.
Bu ise İslâm düşmanlarının zulüm ve haksızlıklarının egemen olduğu topraklarda
Müslümanların yok edilme, soykırıma tâbi tutulma ve sürgün edilmeleri anlamına
gelmektedir. Bu sebeple hâkimiyet altına alıp kontrolü ele geçirdikleri topraklarda
bütün gayret ve çabaları Arap diline yöneldi. Oklarını ve saldırılarını Arapçaya
doğrultular. Varlığı ve izi bulunan her yerde Arapçanın peşine düştüler. Çünkü
O’nun yok olmasını veya göz önünden kaybolmasını istiyorlardı.
Onların bu çirkin faaliyeti, dâhice ve sinsi bir şekilde birbirine paralel iki plan
şeklinde cereyan etti. Bu planların ilki, Arap ülkelerinde uygulananıdır. Bu ülkelerde
Arapçayı zayıflattılar, saygınlığını zedelediler ve tahtından indirdiler. Şöyle ki, kendi
dilleriyle Arapçayı boğdular. Hatta dillerini bazen Arapçanın önüne geçirdiler. Daha
sonra Fasih Arapçaya karşı savaş savaş açtılar. Fasih Arapçanın yetersiz, eksik,
muğlak, karmaşık ve zor anlaşılır olduğunu iddia ettiler. Avamcayı teşvik ettiler,
O’nu güçlendirdiler. Avamcanın yayılmasına ve kullanım alanının genişlemesine
yardımcı oldular. Avamcanın konuşma, yazı, telif, hitabet ve eğitim dili olması için
propaganda yaptılar.

1 Dâd dili ile Arapça kastedilmektedir.
9 2 | Çanakkal e Onseki z Mart Üni v ersi t esi İl ah i y at Fa kül t esi Derg i si
İkinci plan ise Arap olmayan İslâm ülkelerinde uygulanmıştır. Bu ülkelerde
Kur’ân diline savaş açtılar. İşgalci güçler, işgal dillerine hayran olma; Müslümanlar
için hakiki anlamda birleştirici bağın dayanağı ve gerçek birliğin esası olan
Arapçadan uzaklaşma fikrini cazip hale getirdiler. Kısa bir süre sonra sırasıyla İslâm
ülkelerinden çıkarılan Arapça, kendisini savunup sahip çıkanların azlığı ve tefrika
yüzünden hedef alınan Arap toprakları bölgesine sıkışıp kaldı. Böylece Arapça, onu
sevmeyen, kıskanmayan, sımsıkı sarılmayan, önem vermeyen ve ilgilenmeyen bir
topluma mahkûm edildi.
Fasih Arapça ve Avam Arapçası
Bu konunun dar sınırları çerçevesinde “Fasih Arapça ve Avam Arapçası”
meselesini detaylı bir şekilde ele almamız mümkün değildir. Çünkü bu,
incelediğimiz konunun sınırlarını aştığı gibi özel zaman ve çaba gerektirmektedir.2
Bu bölümde Avam Arapçasının propagandasını yapmanın; eğitim-öğretim ve İslâmî
tebliğ sahalarında insanların avamca konuşmada ısrar etmesinin tehlikesi üzerinde
duracağız. İslâmî davetle uğraşan bir cemaate mensup bazı kimselerin tebliğde,
hitabette ve ders vermede avamcayı tercih etmeleri beni üzmektedir. Avamcanın bu
sahalarda kullanılması, aşağıda zikredilen iki sebepten dolayı büyük bir hatadır.
1-Avamcanın, eğitim-öğretim ve akademik alanda kullanılmasını talep etme,
işgal döneminin başlangıcına kadar gitmektedir.3 Avamcanın propagandasını
yapanların ilkleri de, siyasi ve askeri işgal sona erdikten sonra kültürel ve fikrî
işgalin temellerini atmanın öncüleri olmaları için bir takım güçlerin getirttiği
düşünce ve fikir adamlarıydı. Bu da önemli alanlarda avam Arapçasının
kullanılması, hâkimiyetlerini devam ettirme ve etki alanlarını genişletme de ihtilal
güçlerinin planlarını yürürlüğe koyan, gayelerini gerçekleştiren, uzak emellerine ve
hedeflerine ulaştıracak olan büyük bir hizmet anlamına gelmektedir.
2- Avam Arapçasının konuşulması, ümmetin kültürel yapısını olumsuz bir
şekilde etkileyen iki tehlikeli sonuca götürür.
Birincisi, halk nezdinde kültürel mirasın ihmal edilmesi, küçümsenmesi ve
hor görülmesidir. Çünkü o zaman söz konusu miras, anlaşılması ve idrak edilmesi
şöyle dursun, bilinmesi mümkün olmayan bir tılsım ve bilmece yığını haline gelir. Bu

2 Bu konuda detaylı bilgi için bizim çalışmamız “الباسلة اللغة/el-Lüğatu’l-bâsile” ve Neffûse Zekeriya’nın “ الدعوة
مصر في العامية إلى/ed-Da‘vatu ila’l-‘Ammiyye fî Mısr” isimli değerli çalışmasına bakınız.
3 Bu bağlamda daha meşhur olan ve yaygın olarak kullanılan “استعمار/isti‘mâr (emperyalizm)” kavramını
değil “احتلال/ihtilal” kavramını kullanmayı tercih ediyoruz. Çünkü “استعمار/isti‘mâr” kelime olarak Arap
dilinde güzel bir anlama sahip olup hayırlı bir ameli ifade etmektedir. Nitekim söz konusu kelime şu
ayette Allah’a nispet edilmiştir: “O, sizi yerden (topraktan) yarattı ve size yeryüzünde yerleşme ve imar
etme gücünü verdi.” (Hûd, 11/61). Ayrıca bu zalimlerin yaptıkları, zikri geçen büyük anlam ile tamamen
çelişmektedir. Çünkü Onlar, toprakları işgal eden, hayra engel olan ve insanlara zulmedenlerdir.
Arap ça, İ sl am’ ı n Di l i d i r | 9 3
da ümmetin kimliğini zayıflatır, başkalarına tâbi hale getirir ve yok olmasına sebep
olur.
İkincisi ise, Kur’ân’ın anlaşılmamasıdır. Bu ise avamca konuşmanın
doğuracağı en vahim ve en tehlikeli sonuçtur. Ancak İslam toplumu bunu
anlamamaktadır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’i incelemek ve anlamaya çalışmak gücü
nispetinde her Müslümana farzdır. Kur’ân’ın anlaşılması da ancak anlamayı
sağlayacak oranda Kur’ân’ın indiği dilin bilinmesiyle mümkündür. Avamca
konuşulacak her söz, Fasih Arapçanın pencerelerinden birini kapatır ve Avamcanın
yolunu açıp genişlettiği oranda Fasih Arapçanın yolunu daraltır. Dinî ve kültürel
açıdan Fasih Arapçaya sarılmaya ve Arap toplulukları arasında Fasih Arapçayı
kullanma bilincini yerleştirerek onu yaymaya muhtacız.
İlk olarak vazgeçilmesi mümkün olmayan, o olmadan gücümüzün olmadığı,
bizim için zarûrî olan birliği bir nebze de olsa geri getirmek ve yeniden canlandırmak
için buna ihtiyacımız var. İkinci olarak İslâm’ı ve Kur’ân’ı anlama ve algılama
biçimimizin düzelmesi için buna muhtacız.
İşte bu sebeple Avamcaya sarılmanın ve bunda ısrar etmenin doğuracağı
vahim sonuçları ve tehlikeyi anlamaları için çağrımı, Allah’a davetin askerleri olan
kardeşlerimize yöneltiyorum. Çünkü Avamcayı kullanarak farkına varmadan
düşmanlarına hizmet ediyor ve onların gayelerini gerçekleştiriyorlar.
Diğer taraftan Kur’ân’ı ve İslâm mirasını bilinçli bir şekilde anlamanın önüne
setler çekmeye ve engeller koymaya ortak oluyorlar. Onlardan hiçbir kimsenin
(hepsinin iyi niyetli olduğu kanaatindeyiz) İslâm düşmanlarına yardım etmeyi kabul
edeceğini veya Kur’ân dilini yayma bilinci hususunda üzerine düşen görevi yerine
getirmekten kaçınacağını düşünmüyorum. Çünkü Kur’ân dili, İslâm’ı anlamanın en
doğru yoludur.
Doğrusu muhataba anlatma ve onu etkileme bahanesiyle Avamcaya
sarılmalarını ve meseleyi hafife almalarını fazilet sahibi kişilere yakıştıramıyorum.
Çünkü bu şekilde davranarak Avamcanın bayrağını yükseltmeye katkıda bulunmuş
oluyorlar. Aynı şekilde İslâm’ı tebliğ etmek için hitap alanlarını genişletmek
istemeleri gibi yüce gayelerle de olsa Avamcaya yönelmelerini de yakıştıramıyorum.
“Avamca, insanlara anlayabilecekleri bir şekilde hitap etmek için kaçınılmaz bir
zorunluluktur” demek, doğru olmadığı gibi doğru bir üslup da değildir. Çünkü
insanlara akıllarının anlayabileceği şekilde konuşmak dili sıradanlaştırma, sözün
değerini düşürme ve Fasih Arapçanın yolundan sapma anlamına gelmez. Tam
aksine anlatılmak istenen düşüncenin zorlaştırılmasından; garip, karmaşık,
anlaşılması zor ifadeler kullanmaktan uzak durmak anlamına gelmektedir.
9 4 | Çanakkal e Onseki z Mart Üni v ersi t esi İl ah i y at Fa kül t esi Derg i si
“Halka anlatmak” iddiasıyla Avamcaya meyletmek, Fasih Arapçayı
konuşamamaktan veya O’nu kullanmadaki acziyetten kaynaklanan yetersizliği
örtme çabası değilse hem Fasih Arapçaya hem de halka aynı anda haksızlık eden bir
iddiadır. Söz konusu iddia, anlaşılmıyor diye Fasih Arapçaya zulmediyor.
Vallahi/Allah’a yemin ederim ki Fasih Arapça son derece anlaşılırdır. Aynı şekilde
anlamıyorlar diye halka da zulmediyor. Tallahi/Allah’a yemin ederim ki onlar çok
iyi anlıyorlar. Eğer anlamıyorlarsa Kur’ân-ı Kerim’e nasıl itaat ediyorlar, etkileyici
nasihatten ve güzel sözden nasıl etkileniyorlar.
Bu sözlerle sadece fasih Arapça ile İslâm ve Müslümanların birliği arasındaki
sıkı bağa ve irtibata vurgu yapmak istedim. Size yasakladığım şeylerin aksini
yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadarıyla
ıslah etmeyi istiyorum. Ancak başarmam sadece Allah’ın yardımı iledir. O’na
tevekkül ettim, dayandım ve yalnız O’na döneceğim.

Konular