İletişim Unsurları Açısından Vahiy

İnsanoğlu kendini bildi bileli hep bir diyalog içinde varolmuştur. İlk insan Hz. Adem’in
yaratılmasından sonra, onun kendi türünden bir ‘eş’e ihtiyaç duyması ve ardından Havva’nın
yaratılması, insan için iletişimin gerekliliğini ve onun toplumsal bir varlık oluşunu
göstermektedir. Adem ve Havva’nın yeryüzüne gönderilmesi ile başlayan dünya hayatı,
insan-Tanrı iletişiminin boyutunu da değiştirmiştir. Çünkü yeryüzündeki ve Cennetteki insanYaratıcı
iletişimi, boyut olarak farklıdır. Zira, Allah’ın, kullarına mesajlar göndermek
amacıyla insanlar arasından peygamberler seçerek onlarla temasa geçmesi, vahiy yoluyla
olmuştur.
Araştırmamızda önce iletişimin ne olduğundan, nasıl gerçekleştiğinden ve gerçekleşme
şartlarından bahsedeceğiz. Ardından vahiy olgusunu ve özellikle de vahyin iletişim yönünü
ele alacağız.
1. Genel Anlamda İletişim ve Dil
İnsanlar-arası iletişimde, duygu ve düşüncelerin aktarılmasında en önemli araç dildir1
.
Bu sebeple, insanlar-arası iletişimin temeli dile dayanır demek, yanlış olmayacaktır. O halde,
dil ve iletişim arasında doğrudan bir ilişki vardır.
İletişim, en sade anlatımla, bir duygu ve düşüncenin karşı tarafa aktarılması demektir.
Fert, tek başına bir varlık olduğundan, yaşantısı ve tecrübeleri de farklıdır. Buna rağmen
toplum, dil vasıtasıyla tüm fertlerin yaşantı ve tecrübelerini, herkesin kabul edebileceği
kavramlara dönüştürebilmiş ve bu kavramları yansıtmak üzere kullanılan lafızlar üzerinde de
bir uzlaşma sağlamıştır. İnsanoğlu, böylece yaşantı ve tecrübelerini, zihninde oluşmuş
kavramları, “temelde kendisinden başka bir şeyin yerine geçerek onu belirten veya gösteren
bir birim olan ‘gösterge’ niteliğine sahip, dilin yapıtaşları sözcükler” yoluyla dışa vurup
aktarabilmiştir. İnsanoğlu bunu yapmak zorunda kalmıştır. Çünkü o, tek başına tüm
gereksinimlerini karşılayamaz; yardımlaşmaya, birbirini tanımaya, tanışmaya ihtiyaç duyar.
Bu ise, zihinlerdeki kavramlara karşılık olarak lafızların vazedilmesi (kavramların
adlandırılması) ile mümkündür. Şu halde, insanlar-arası bir bildirişimin gerçekleşmesi,
yardımlaşma ve tanışmanın sağlanması, duygu ve düşüncelerin karşıya aktarılması için, karşı
tarafın da anlayacağı bir sistemin ortaya konulması gerekir. Ancak bu yolla insan, zihninde
varolan kavramlara karşılık gelen nesnelerden, kendileri mevcut olmadığı durumlarda dahi
bahsedebilecektir. Bu sistem dildir ve dilin yapıtaşını da sözcükler oluşturur. Sözcüklerin
kullanılması da soyut olarak dili var etmiştir.
Burada dil-düşünce ilişkisi ve kavram gibi konulara da kısaca değinmekte fayda
görmekteyiz. İletişim aracı olan dil, düşünceyle iç-içedir. Dil düşünceyi, düşünce de dili
etkiler ve destekler2
. Yani duygu ve düşüncelerimizi dille ifade ediyoruz, ama aynı zamanda

* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Arap Dili ve Belağatı Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi.
1 Dilin insan için önemi ve dil-insan ilişkinin iç-içeliği, Rahm1010n S1011resi, 55/1-4 1010yetlerinde açıkça
ortaya konmaktadır. 1007yette; “Rahman, Kur’1010n’ı öğretti. İnsanı yarattı. O’na beyanı öğretti” denilerek
insanın yaratılması ile insana beyanın öğretilmesi birbirine bedel olarak getirilmiş, insan demenin dil demek
olduğu ve insanın beyanla iç-içeliğini açıkça vurgulanmıştır. Geniş bilgi için bkz. el-C1010bir1012,
Mu1014ammed 10131007bid, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, (çev. B. Köroğlu ve diğer.), İst. 2000, s.
24-26.
2 Bu konuda bkz. Bayrav, Süheyl1010, Yapısal Dilbilimi, İst. 1969, s. 11; Uygur, Nermi, Dilin Gücü, 1994, s.
137-139; Aksan, Doğan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ank. 1978, s. 37; Condon, John C., Kelimelerin
Büyülü Dünyası, (çev. M. Çiftkaya) İst. 1995, s. 72-73; Erkman, Fatma, Göstergebilime Giriş, İst. 1987, s.
15; Vardar, Berke, Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, İst. 1998, s. 13; Öner, Necati, Felsefe Yolunda
Düşünceler, İst. 1995, s. 42; Alan, Yusuf, Lisan ve İnsan, İzmir 1994, s. 12; Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe
Sözlüğü, İst. 1996, s. 62-63; e1016-10151010yi1014, A1014med 1013Abdurra10141012m, “el-Lu1018atu’l-
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
dilimizin izin verdiği ölçüde düşünebiliyoruz. Diğer bir ifadeyle, konuşma gücümüzü
belirleyen dil olduğu gibi düşünme gücümüzü belirleyen de odur3
. Wittgenstein (1889-1951)
bu gerçeğe; “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”4
diyerek işaret eder. Herder (1744-1803)
ise dil-düşünce ilişkisini şöyle anlatır: “Her millet düşündüğü gibi konuşur, konuştuğu gibi
düşünür. Şöyle ki, her millet kendi dilinde doğrularıyla yanlışlarıyla yaşadıkları tecrübeleri
depolar ve bunları sonraki kuşaklara dil vasıtasıyla aktarır”5
. Goethe’nin (1749-1832)
yaklaşımı ise şöyledir: “Her göz görür ama sadece bildiğini görür”6
. Dil ve düşüncenin
birbirleriyle sıkı ilişkisinden dolayıdır ki, filozoflar da, dilbilimciler de göstergelerin (yani
sözcüklerin) yardımı olmadan iki kavramı açık seçik ve sürekli biçimde birbirinden
ayırmamıza imkan bulunmadığı görüşünde birleşmişlerdir. Dolayısıyla önceden oluşmuş ve
yerleşmiş kavram yoktur; dilin ortaya çıkmasından önce hiçbir şey belirgin değildir7
. Öyle
görünüyor ki, “kelimeler birtakım işaretlerdir; zihin bu işaretlerle düşünür, düşünürken de
nesnelerin yerine bunları koyar”8
. Leibniz’in (1646-1716) dediği gibi; “dil, insan zihninin en
iyi aynasıdır.”9
.
Kavramların belirginleştirilmesi, sözlü dilde seslerden, yazılı dilde ise şekillerden
oluşan sözcüklerle sağlanır. Buna göre dilin temelinde üç şey vardır: Ses, şekil ve anlam10.
Çünkü dil, sadece seslerin ard arda gelmesiyle oluşan kelimelerin cümle içinde kullanılması
demek değildir; bu kelimelerin anlam taşıması da gerekir. Zira harfler tek başlarına anlam
taşımazlar; bu sebeple iki, üç, dört ve beş harfli kelimeler (sözler) şeklinde terkip edilirler11.
Dilin, saydığımız bu üç unsuru da toplumca benimsenmiştir.
Dil, bir toplulukta insanların birbirleri ile karşılıklı olarak anlaşmalarına yarayan bir
bildirişim düzeneği olduğundan, hem sesletimleri (telaffuzu), hem anlamları, hem yazılı
göstergeleri, hem de bu göstergelerin kullanımını düzenleyen kurallar topluluğu (dilbilgisi ya
da gramer) ‘saymaca’ olarak toplumca saptanmıştır
12. Çünkü dil, toplumsal bir araçtır.
Dolayısıyla o, varlığını, topluluk üyeleri arasında yapılmış bir tür sözleşmeye borçludur13.
Arap bilginlerinin dile yaklaşımları da bu açıklamalara benzerlik gösterir. Örneğin
İbnu’l-_1010cib (ö. 646 h.) dili; “bir anlam için vazedilen her bir lafızdır” şeklinde
tanımlarken, el-Esnev1012 (ö. 772 h.); “Diller, (çeşitli) anlamlar için vazedilen lafızlardan
ibarettir14” der. İbn-i Cinn1012 (ö. 392 h.) ise dili şöyle tanımlar: “Dil, her kavmin amaçlarını

ins1010niyye, neş¢etuh1010-felsefetuh1010 mefh1011muh1010 ve ta1017avvuruh1010”, el-Lis1010nu’l-
1013Arab1012, c. 9, S. 1, Reb1010t 1972, s. 51, 53-54; Kayaalp, İsa, İletişim ve Dil, Ank. 1998, s. 154, 155.
3 el-C1010bir1012, Mu1014ammed 10131007bid, Arap Aklının Oluşumu, (çev. İ. Akbaba), İst. 1997, s. 106-
107.
4 Aksan, Doğan, Anlambilim, Ank. 1998, s. 15; e1016-10151010yi1014, a.g.e., s. 51.
5 el-C1010bir1012, Arap Aklının Oluşumu, s. 105-106.
6 Uçar, Şahin, Varlığın M1010n1010 ve Mazm1011nu, İst. 1995, s. 13.
7 Bkz. de Saussure, Ferdinand, Genel Dilbilim Dersleri, (çev. B. Vardar), Ank. 1985, s. 121; Izutsu, Toshihiko,
Kur’1010n’da Allah ve İnsan, (çev. S. Ateş), İst. ty, s. 45.
8 Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Ank. 1990, s. 22.
9 Aksan, Her Yönüyle Dil, I, 20, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, s. 22.
10 Dil1010çar, A., Dil, Diller ve Dilcilik, Ank., 1968, s. 51.
11 es-Suy101110171012, el-Muzhir fi 1013ul1011mi’l-lu1018a ve env10101013ih1010, (şrh. Mu1014ammed
Carulmevl1010 ve diğerleri) Beyrut 1987, I, 37; Lyons, John, el-Lu1018a ve 1013ilmu’l-lu1018a, (Arapçaya
terc. M. Al10171011n1012) Kahire 1987, I, 28.
12 Bkz. Başkan, Özcan, Bildirişim, İnsan Dili ve Ötesi, İst. 1988, s. 102.
13 Bkz. de Saussure, a.g.e., s. 12, 17-18, 83-84; 1019ass1010n, Temm1010m, el-Lu1018atu’l-1013Arabiyye
ma1013n1010h1010 ve mebn1010h1010, Kahire 1985, s. 26, 28, 314, 318; Erkman, a.g.e., s. 33, 34;
1019ic1010z1012, Ma1014m1011d Fehm1012, Med¯al il1010 1013ilmi’l-lu1018a, K1010hire 1978, s. 10-
12; Hançerlioğlu, a.g.e., s. 62-63. Benzer yaklaşımlar için bkz. Condon, a.g.e., s. 47; e1016-
10151010yi1014, a.g.e., s. 49-55.
14 es-Suy101110171012, a.g.e., I, 8.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
(maksatlarını, kendisiyle) anlattığı, ifade ettiği seslerdir15”. Bu tanımlara göre de dil,
seslerden (asv1010t) oluşur, bir anlam için vazedilir (ağr1010z) ve toplumsaldır
(ta?b1012r).
Dilin temel fonksiyonu, bildirişimde bulunmak, iletişimi sağlamak ve düşünceleri ifade
etmektir16. Buna göre dil, bir anlaşma (bildirişme) aracıdır ve temelde insanlar-arası
iletişimi sağlamak, onun asl1012 fonksiyonudur17, ancak tek fonksiyonu değildir. Ayrıca,
tek bildirişim/iletişim aracı da dil değildir, ama bildirişim türleri arasında en gelişmişidir18.
Genel olarak karşılıklı bilgi alışverişi anlamına gelen iletişimde ya da bildirişimde,
önce bir yöne, sonra da o yönden geriye doğru yapılan iki tane bildirim söz konusudur.
Buraya amaç ögesini de eklersek, iletişimi; “bir gönderici tarafından diğer taraftaki bir alıcı
üzerinde belli bir etki meydana getirmek amacıyla adına gösterge denilen, anlam yüklü
birimlerden yararlanarak karşı tarafa belirli bir bildiri ulaştırılması faaliyeti”19 şeklinde
tanımlayabiliriz. Bu tanıma göre bildirim/bildirişim işleminde, görüleceği gibi, verici ve alıcı
dışında temel iki öğe daha bulunmaktadır: Amaçlılık ve bu doğrultuda anlamlı göstergelerin
kullanımı
20.
1.1. İletişimin Unsurları
İletişim/bildirişim, verici açısından ele alındığında iletim/bildirim işlemini oluşturur.
Bildirim işlemini açığa kavuşturmak için, kim, kime, niçin (amaç), neyi, nasıl
aktarmaktadır? şeklinde beş soruluk bir formül oluşturulmaktadır. Bunlar aynı zamanda
iletişim unsurlarını oluşturmaktadır. Şimdi bu formülün çözümlemesini yapalım:
Bildirişim işlemi en az iki taraf arasında yapılacağından kim? ve kime? sorularının
cevaplanması gerekmektedir. Çünkü bildirim eyleminin gerçekleşmesi için bir tarafın belli bir
bildirimde bulunması durumunda, bu bildiriyi alacak bir karşı tarafın bulunması
gerekmektedir.
Niçin? sorusu, bildirim işleminin en can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Zira bildirim
eyleminde temel şart, belli bir amaca yönelik olma bilincidir. Amacın gerçekleşip
gerçekleşmemesi ise, konuşan kişinin elinde olan bir şey olmayıp işitene bağlıdır
21.
Yapılan bir davranışın, söylenen bir sözün amaç ögesine karşılık gelmesi için, o
davranış ya da sözün, gören ya da işitende belli bir etki uyandırmak, belli bir davranış biçimi
oluşturmak ya da bildirmek gibi bir gayeye matuf olması gerekir. Amaçsız yapılan bir
davranış ya da söylenen bir sözün, gerçekte iletişimsel bir değeri olmamalıdır; ne var ki alıcı

15 İbn Cinn1012, Ebul Fet1014 1013Osm1010n, el-1019a10161010¢i1016,, (thk. M. 1013Al1012 enNecc1010r),
Kahire 1986, I, 34. Ayrıca bkz: eş-Şer1012f el-Curc1010n1012, es-Seyyid 1013Al1012 b.
Mu1014ammed, Kit1010bu’t-Ta?r1012f1010t, İst. 1308 h., s. 89; es-Suy101110171012, a.g.e., I, 7; e1016-
10151010yi1014, a.g.e., s. 49, 52.
16 Kıran, Zeynel, Dilbilim Akımları, Ank. 1986, s. 60; Vardar, a.g.e., s. 57.
17 Aksan, Doğan, Türkçenin Gücü, Ank. 1993, s. 50-51; Suleym1010n, Fet1014ullah A1014med, Med¯al ile
1013ilmi’d-del1010le, 1991, s. 15. Dilin iletişim/bildirişim dışında belirtme, yaptırma, törensel ve eylemsel
görevleri hakkında bkz. Grünberg, Teo, H. Batuhan, Modern Mantık, Ank. 1970, s. 9-12.
18 En gelişmiş bildirim aracı olan insan dili, gösterge olarak lafızları kullanmaktadır; ancak insan bildirimde
bulunurken sadece dilsel göstergeleri değil, bunun yanında işitme, görme, koklama, tatma ve dokunma
duyularına dayalı göstergeler, bir diğer ifadeyle beden dilini de kullanır. Bkz. Başkan, a.g.e., s. 18, 67.
19 İletişim/bildirişim tanımları için bkz. Başkan, a.g.e., s. 17; Condon, a.g.e., s. 67; Koç, Nurettin, Açıklamalı
Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, İst. 1992, s. 50; Erkman, a.g.e., s. 39; Vardar, a.g.e., s. 60; Kayaalp, a.g.e., s.
106-107.
20 Başkan, a.g.e., s. 17.
21 Başkan, a.g.e., s. 21-22. Göstergeyi gösterge yapan amaçtır. Amaçsız göstergeler, anlamsızdır. (Bkz. Guiraud,
Pierre, Göstergebilim, (çev. M. Yalçın), Ank. 1994, s. 39-40.) Gaflet içindeki kişinin (s1010h1012) ve
uyuyanın (n1010im) sözüne itibar edilmemesi, sözün kasıtlı olarak sud1011r etmemesinden dolayıdır. Bkz.
es-Subk1012 (es-Sebk1012), 1013Al1012 b. 1013Abdilk1010f1012 ve ibnuhu T1010cudd1012n
1013Abdulvehh1010b b. 1013Al1012 es-Subk1012, el-İbh1010c fi şerhi’l-Minh1010c, Beyrut 1995, I, 193;
es-Suy101110171012, a.g.e., I, 39.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
tarafından bu kasıtsızlık bilinemediği durumlarda, her bir işaret anlamlı hale
gelebilmektedir22.
Dördüncü sıradaki ne? sorusu ise, büyük oranda söz konusu amaca bağlıdır
23. Çünkü
bir eylemin amaç boyutu; “ne” sorusuna verilen cevap, “niçin” sorusuna verilen cevapla
açıklandığı zaman iyice anlaşılmış olur. Bu çerçevede insan dili, iş olsun diye kullanılan bir
cümleler dizisi değil, belli bir amaç güdülerek yapılan bir bildirişim işlemi olarak
görülmelidir24.
‘Söyleyecek bir şeyi’ olup ta, bu şeyi, karşısındaki kimsede belli bir etki yaratma veya
belli bir davranışa neden olma amacı ile söyleme veya bildirme biçiminde yapılan bir bildirim
eylemi, eğer karşı taraftan da bir bildirim ile karşılanırsa, karşılıklı bildirim ya da
bildirişim/iletişim eylemi ortaya çıkmış olur. Bazı durumlarda tek yönlü bildirim daha ağır
basabilir25. Şu halde bir iletişim işleminin yerine getirilmesi için, yalnızca söyleyici açısından
tasarlanmış olan “amaçlılık” yetmez. Karşı taraftaki dinleyici de, kullanılan sözlerin anlamını
doğru olarak yorumlayabilmelidir. Söyleyici açısından amaçlama ve dinleyici açısından da
yorumlama işlemleri birbirini bütünleme durumundadırlar. Eğer doğru amaçlanmış olan bir
bildiri yanlış yorumlanırsa, ortaya bir aksaklık çıkacağı gibi; hiç te öyle amaçlanmadığı halde
bir bildiri, sanki amaçlanmışçasına yorumlanırsa, o zaman da bir aksaklık çıkar. Böyle bir
durumda, söyleyici tarafından dolaylı olarak anlatılmak istenenle, dinleyici tarafından
yüzeysel olarak kabul edilen anlam şeklinde iki türlü yorumlama olabilmektedir26.
Beşinci sıradaki nasıl? sorusu, bildirim işleminin gerçekleştirilme biçimini
ilgilendirmektedir. Mesaj, nasıl/hangi yolla iletilecektir? Ancak böyle bir araç sağlandıktan
sonra bir gönderici, karşısındaki bir alıcıya, belli bir amaç ile, belli bir bildiriyi, belli bir
aktarım biçiminde ulaştırabilmektedir27.
Her aktarım aracı, kendi payına bir bildiri değeri taşımaktadır. Sözgelimi, kişisel bir
mektubu daktiloda beyaz kağıda yazıp göndermek sıradan bir anlam taşıdığı halde, aynı
yazıyı pembe bir kağıda süslü bir el yazısı ile yazıp yollamak çok daha başka bir anlam
taşımaktadır. O halde bir bildirinin yalnızca içerik kesimi değil, biçim kesimi de kendi başına
bir bildiridir28.
İletişimde nasıl? sorusuna cevap verirken akla gelen diğer bir husus ta bağlamdır.
Çünkü ifadeleri ne şekilde (nasıl) anlayacağımız sorusunu ele aldığımızda ‘bağlam’
kavramına da ulaşırız. Zira, bütün ifadeler bağlamları içinde ortaya çıkar ve ancak onlar
aracılığıyla anlaşılabilir. İletişimde bağlam, özellikle anlayan açısından çok önemlidir. Verici
açısından bağlamın önemi, sözü, dinleyiciye nasıl aktaracağında ortaya çıkarken; alıcı
açısından, söylenen sözü nasıl anlayacağını belirler. Bu sebeple anlama faaliyetinin en temel
unsurunu bağlam oluşturur29.
Croce (1866-1952); “bir sözcük, şartlardan, im1010lardan, vurgudan ve de içinde
düşünüldüğü, canlandırıldığı ve üretildiği tutumlardan ayrı tutulduğunda artık hiçbir anlam
taşımaz, kesin, hiçbir anlamı yoktur”30 der. Yani onun başka sözlerle olan bağlantısını,
söylenme amacını, söyleyen kişinin muhatabından beklediği cevabı, sözün

22 Başkan, a.g.e., s. 22-23, 28, 104; Guiraud, a.g.e., s. 22.
23 Başkan, a.g.e., s. 24.
24 Başkan, a.g.e., s. 248.
25 Başkan, a.g.e., s. 104.
26 Başkan, a.g.e., s. 258-259; Kayaalp, a.g.e., s. 110.
27 Başkan, a.g.e., s. 24.
28 Başkan, a.g.e., s. 25. Benzeri ifadeler için bkz. Erkman, a.g.e., s. 34.
29 Bağlamın tanımları için bkz. Aksan, Her Yönüyle Dil, III, 204; Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Ank., 1996,
s. 63; Bozkurt, Fuat, Türkiye Türkçesi, İst. 1995, s. 187; Rickman, H.P., Anlama ve İnsan Bilimleri, (çev. M.
Dağ), Ank. 1992, s. 108.
30 Boucher, David, “Geçmişi Yaratmak”, (çev. K. Aysever), Felsefe Dünyası, S. 10, Ank. Aralık-1993, s. 55.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
gerekçelendirilmesi için öne sürülen nedenleri vs. unsurları da bilmek gerekir. Söz’e olumlu
ya da olumsuz (pasif ya da aktif) katılan tüm şahıslar (konuşmacı, dinleyici ya da
dinleyiciler), toplumsal ilişkiler, zaman ve mekan çerçevesinde farklı şartlar, geçmişte ve
günümüzde meydana gelmiş olaylar, makam/bağlam olarak değerlendirilir. Buna kültür,
olaylara ve nesneye bakış açısı da, gelenek-görenek, alışkanlıklar ve inançlar da dahildir31.
İletişimin diğer unsurları da dikkate alındığında bir metnin ya da bir uygulamanın
bağlam çerçevesinde ve doğru bir şekilde anlaşılması, dolayısıyla iletişimin sağlıklı bir
şekilde devam etmesi, şu soruların cevabını gerektirir: Kim (ve hangi sıfatla) söylüyor?,
Kime söylüyor?, Niçin (ve hangi şartlardan etkilenerek) söylüyor?, Nerede söylüyor?, Ne
zaman söylüyor?, Nasıl söylüyor?, Hangi dış şartları etkilemiştir?.
1.2. İletişimin Gerçekleşme Şartları
Yukarıda söylediklerimiz ışığında, “iletişimin gerçekleşmesi için hangi şartların
tahakkuk etmesi gerekir ve iletişimin unsurları nelerdir?” sorularına geçilebilir. Aslında, bu
soruların cevapları yukarıda genel hatlarıyla verilmiştir. Ama önemli gördüğümüz noktaları
biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele almak istiyoruz.
İletişimde genelde verici tarafından şifrelenmiş (kodlanmış) bir mesajın alıcı tarafına
gönderilmesi, aktarılması ve alıcı tarafın da bu mesajın şifresini çözmesi söz konusudur. Alıcı
tarafına gönderilecek mesajın, (sözlü ya da yazılı) bir dilsel metnin oluşmasında bazı şartlar
yerine getirilmiş olmalıdır. Mesela bunlardan biri, amaçlı olma durumudur ki, yukarıda
bundan bahsetmiştik.
Bir diğer şart ise konuşan ile dinleyen arasında bir yaşantı ortaklığının (bilgi, deneyim,
duygu vb. konularda eşdeğer yaşantının) bulunması durumudur32. Bir başka deyişle,
göstergelerin hangi anlamlara geldikleri üzerinde önceden uzlaşılmış olmalı ve bildirinin
tümü aktarılmasa bile, eksik olarak verilen kesimine bakılarak anlamın tümü
çıkarılabilmelidir. Aksi takdirde, kendi ülkesindeki matem rengi ‘beyaz’ olduğu için, bir Batı
ülkesindeki cenaze törenine çok iyi niyetlerle beyaz elbise giyerek katılan birisi gibi; hiç
istenmediği halde yanlış bir bildirimde bulunulmuş olunabilir. Çünkü ‘yaşantı ortaklığı’
olmadığı, yani ‘art-alan bilgisi’ denilen dağarcık bakımından iki taraf arasında bir ‘eş
geçerlilik’ bulunmadığı zaman, yanlış anlama kaçınılmaz olmaktadır
33. Bir diğer ifadeyle,
konuşan ile dinleyen arasındaki ortak nokta (yaşantı ortaklığı: art-alan bilgisi) ne kadar
ise bildirişim işlemi de o oranda gerçekleşir. Çünkü, ancak ortak bilgilere dayanarak
bildirişimi sağlayabiliriz. Nitekim, “birini anlamak demek, zihnimizde, bizimle konuşan
kişininkine benzer kavramlar oluşturmak demektir34”.
Bildirişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesinin bir başka şartı da karşı tepki, yani geri
bildirimdir. Bildirinin gerçek bir bildiri olması, onun hedefe, doğru yoldan ulaşmasına
bağlıdır. Bu sebeple herhangi bir bildiriyi hedefe doğru yöneltirken, yanlış anlaşılmalara karşı
sürekli bir bilgi alışverişi sağlanmalı, bildirinin nasıl anlaşıldığı denetlenmelidir. Böyle bir
denetleme yapılmazsa, bildirinin yerine varmış olup olmadığını anlamak mümkün olmaz.
Askerlikte, verilen bir komutun doğru anlaşılıp anlaşılmadığını denetlemek için yaptırılan
‘emir tekrarı’ dışında, istenen görevin yerine getirildiğini bildiren bir ‘tekmil haberi’ (‘görev
tamamlandı’ bildirisi), bu görevi veren kişiye ulaştırılmaktadır. Eğer ‘geriye bildiri’
biçiminde böyle bir denetleme yapılmazsa, bu gibi bir bildiriyi yollayan kurum, örgüt, parti,
vb. gibi birimlerin doğru yolda ilerleyip ilerlemedikleri anlaşılamaz35. Şu halde, verilen

31 Hass1010n, a.g.e., s. 351, 352.
32 Başkan, a.g.e., s. 266-267; Vardar, a.g.e., s. 66-67; Kayaalp, a.g.e., s. 91, 93-94.
33 Başkan, a.g.e., s. 30. Ayrıca bkz. Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, (çev. V. Ülkü), Ank. 1985/1986, I, 78-
79; Öner, a.g.e., s. 98.
34 Vardar, a.g.e., s. 67.
35 Başkan, a.g.e., s. 37-38.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
mesajı hedefe, doğru olarak ulaştırmak ve sonra da bunu kontrol etmek gerekir. Zira, geri
bildirim/karşı tepki, iletişimin devamı için önemli bir unsurdur.
Yukarıda genel hatlarıyla iletişimden ve gerçekleşmesi için gerekli unsurlardan
bahsettik. Şimdi ise bu bilgiler ışığında vahiy konusunu inceleyeceğiz.
2. Sözlük ve Terim Olarak Vahiy
Bir kelime, kullanıldığı ortama göre anlam değişikliğine uğrayabilmekte, daha doğru bir
ifadeyle farklı anlamlar, farklı ortamlarda aynı kelimeyle ifade edilebilmektedir36. Bunlardan
birisi de vahiy kelimesidir.
2.1. Vahyin Sözlük Anlamları
Vahy, Arapça v - _ - y harflerinden oluşan ve_1010 fiilinin mastarı durumunda bir
kelime olup, özellikle Allah-insan iletişiminde odak bir terimdir. Örneğin sözlüklerde vahiy;
“Allah Ta1010l1010’nın beşer ile dilediği bir maksat ve dilediği bir biçimde iletişim kurma
ve konuşma çeşitlerinden her birine, özellikle de peygamberler ile konuşma çeşidi37”ne
verilen bir isim olarak geçer. Vahy sözcüğü mastar olarak, iş1010ret, kit1010bet, ris1010let,
ilh1010m, gizli söz söylemek (kelam), fısıldamak ve başkalarına ilk1010 edilen (iletilen) her
şey man1010larına geldiği gibi, emretmek, vesvese vermek ... gibi man1010lara da
gelmektedir38.
İbn-i F1010ris’e (ö. 395 h.) göre vahyin temel anlamı, “bir bilginin gizlilik içinde
iletilmesi” demektir. V1010v-_1010-Y1010 harfleri, gizlilik içinde ya da gizlilik dışında, bir
ilmin başkasına iletilmesine (ilk1010) del1010let eden kelimenin köküdür. Şu halde vahy,
işarettir; vahy, kitap ve risalettir. Başkasına, bilmesi için iletilen (ilk1010 edilen) her şey
vahydir. Vahy çerçevesinde zikredilenler, bu asla dayanır
39. Onun bu ifadelerini dikkate
aldığımızda, vahy kelimesini Türkçe’ye isim olarak ileti/mesaj, bildiri şeklinde, mastar olarak
da iletim, iletme/bildirim şeklinde tercüme etmemiz mümkündür.
er-R1010©ib el-İ_feh1010n1012 (ö. 425 h.) ise vahyin “hızlı işaret etmek” anlamına
geldiği görüşündedir ve yukarıda sayılan vecihleri, vahyin vesileleri (yolları) olarak görür. Bu
hızlı işaret, remiz (sembol) ve ta’riz yoluyla sözle olabileceği gibi; ses, işaret, yazı, vesvese,
ilh1010m ve uyku (burada kastedilen rüyadır) ile de olabilir40. Bundan da anlaşılıyor ki,
sözlük anlamı itibariyle vahy “süratli ve gizlice işaret etmek” demek olup, sözlü ve sözsüz
olmak üzere iki şekilde iletişim41 söz konusu olabilir. Sözlü işaret lafza dayanır. Sözsüz

36 Ayrıntılı bilgi için bkz. Şimşek, Mehmet Ali, Arap Dilinde Çok Anlamlılık ve Karine İlişkisi, (Basılmamış
Doktora Tezi) Konya 2000.
37 er-R10101018ib el-İ1016feh1010n1012, Mufred1010tu elf10101020i’l-Kur’1010n, (thk. Safv1010n
Adn1010n D1010vud1012) Beyrut 1992, V1019Y md; İbn Man10201011r, Ebu’l-Fa_l Cem1010lu’dD1012n
Mu1014ammed b. Mukerrem, Lis1010nu’l-1013Arab, Beyrut 1990, V1019Y md.
38 er-R10101018ib, el-Mufred1010t, V1019Y md; İbn Man10201011r, Lis1010nu’l-1013Arab, V1019Y md.;
el-F1012r1011z1010b1010d1012, Mecdu’d-d1012n Mu1014ammed b. Ya1013k1011b, el-ì1010m1011su’lmu101410121017,
Beyrut 1994, V1019Y md. Ayrıca bkz. Mu“1010til b. Suleyman, İbn Beş1012r elEzd1012
el-Hor1010s1010n1012 el-Mervez1012 Ebu’l-1019asan, Kit1010bu’l-vuc1011h ve’nne10201010ir,
(tahriç: Ali Özek) İst. 1993, s. 69; el-Muncid, Mu1014ammed Nuruddin el-Muncid, el-
İştir1010ku’l-laf10201012 fi’l-Kur’1010ni’l-Ker1012m beyne’n-na1020ariyyeti ve’t-ta1017b1012“, Beyrut
1998, s. 234.
39 İbn F1010ris, Ebu’l-1019useyn A1014med b. Zekeriyy1010, Mu1013cemu Me“1010y1012su’l-lu1018a,
(thk. Abdus-Sel1010m Muhammed H1010r1011n) Beyrut 1991, V1019Y md.; el-Muncid, a.g.e, s. 234.
Benzeri bir ifadeyi 1013Abdullah et-Teym1012 el-İ1016feh1010n1012 (ö. 181 h.) de söylemektedir. Bkz. etTe10141010nev1012,
Mu1014ammed 1013Al1012, Mevs1011?1010tu keşş1010fi ıÏtıl1010h1010ti’lfun1011n
ve’l-1013ul1011m, (thk. 1013Al1012 Da1014r1011c) Beyrut 1996, II, 1776.
40 Bkz. er-R10101018ib, el-Mufred1010t, V1019Y md.
41 Sözlü ve sözsüz işareti, bir diğer ifadeyle sözlü ve sözsüz iletişimi, malzemesi bakımından incelediğimizde
karşımıza günümüz terimiyle gösterge çıkmaktadır. Gösterge (dilde sözcük), kendisinden başka bir şeyin
yerine geçerek onu belirten veya gösteren bir birimdir (Bkz. Başkan, a.g.e., s. 108). Örneğin tabiattaki
1010yetler, Allah’ın varlığının ve gücünün göstergeleridir. Ancak dil-içi değil, dil-dışı göstergelerdir.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
işaret ise vücut organları aracılığıyla ve söz şeklinde olmayan, herkesçe anlamlı bulunmayan
seslerle meydana gelir. Sözlü iletişimde de, sözsüz iletişimde de söz, sembol ve işaretlerin
anlamını sadece iletişimi kuranlar bilir. Bu tür vahiy yollu iletişimlerde iletilen bilgiye üçüncü
şahıs ulaşamaz. Gizlilik ve sürat anlamı da buradan geliyor olmalıdır. Bu sebepledir ki,
“birine gizlice ve süratli bir şekilde bir söz söylemek, kulağına hafifçe fısıldamak; biri ile,
üçüncü kişinin anlayamayacağı bir dil ile konuşmak ki -bu konuşma açık ta olabilir, gizli de
olabilir- şifreli söz söylemek ... gibi anlamlar da vahy kelimesinin sözlük anlamlarındandır
42.
Arapçada vahyin, mektup veya kitap yazmak, yazı, hat sanatı, harf, şifre ve kitabe
(yazıt) anlamlarıyla kullanılmasında da, yine gizli bir şekilde iletişim kurmak söz konusudur.
Zira unutulmamalıdır ki, c1010hiliye döneminde yazı yaygın bir iletişim aracı değildir43.
Vahyin gizli söz söylemek, konuşmak anlamı içerisinde “buyurmak, emretmek”
man1010sı da bulunmaktadır. Nitekim İbn ìuteybe (ö. 276 h.), “İşte o gün yer, Rabbinin
emretmesiyle (vahyetmesiyle) bütün haberlerini anlatır” (ez-Zilz1010l, 99/4-5) 1010yetindeki
vahyin emretmek anlamında kullanıldığı görüşündedir. Vahyin emretmek anlamına, Bedir
Muharebesi’nde Allah’ın meleklere vahyi de gösterilebilmektedir: “Rabbin meleklere
vahyediyordu ki, ‘Ben sizinle beraberim. Gidin iman edenleri desteğinizle yerlerinde sabit
tutun. Birazdan, kafirlerin kalplerine korku bırakacağım. Siz de onların boyunlarının üstünü
vurun, her birinin parmaklarını kesin’ (el-Enf1010l, 8/12). Izutsu, buradaki vahyin “meleklere
emretmek” anlamının, karşılıklı konuşmak şeklinde değil, aksine Allah’ın iradesi anında
mesajın derhal yerine getirilmesi şeklinde tecelli ettiğini söylemiştir44. Bu, bizce isabetli bir
yorumdur.
Kur’1010n’da ins ve cin şeytanlarının, insan zihnini bulandırmak maksadıyla ona
verdikleri vesveseler ile kendi aralarındaki şeytanlıkları ve kötülükleri birbirlerine
fısıldamalarına da vahy kavramı içinde yer verilmiştir. Söz konusu bu anlam da kelimenin
sözlük anlamı içerisindedir45.
Görüldüğü gibi vahyin sözlük anlamındaki en belirgin yön, “gizlilik içerisinde ve süratli
bir biçimde bildirmek”tir46. Bu bildirme ise iş1010ret, im1010, kit1010bet, ris1010let,
ilh1010m ... gibi yöntemlerle olabilir. Vahiy kelimesindeki gizlilik özelliği aşağıdaki beyitte
de açıkça ortaya çıkmaktadır. Şunu hemen hatırlatalım ki gizlilik, diğer ifadeyle
anlaşılmazlık, üçüncü şahıslar için söz konusudur. İletişime giren verici ve alıcı arasında bu
durum (gizlilik ve anlaşılmazlık) söz konusu değildir. C1010hiliye şairi £Al“ame el-Fa_l (ö.
603 h.) beytinde şöyle diyor:
Y1011_1012 ileyha biin“1010_in ve na“na“atin kem1010 ter1010«anu fi
efd1010niha er-r1011mu
“Erkek deve kuşu ona (dişiye) çatırtılı seslerle (in“1010_, deve kuşu dilidir) ve na“na“a
ile (deve kuşunun laklaklarından meydana gelen seslerin birleşimi) söylüyor. Onlar, Rumların
kendi kalelerinde anlaşılmaz bir dille birbirleriyle konuştukları gibi (konuşuyorlar)”47. Beyitte
hem erkek deve kuşu ile dişi deve kuşu arasında meydana gelen anlaşılmaz sesler, hem de
üçüncü şahıs durumunda bulunan kişinin anlamadığı Rumca konuşmalar, vahiy kelimesinin

42 Bkz. Duman, M. Zeki, Vahiy Gerçeği, Ank. 1997, s. 34-35.
43 Zikredilen anlamlar için bkz. İbn Man10201011r, Lis1010n’ul-1013Arab, V1019Y md.
44 Duman, a.g.e., s. 36. Söz konusu 1010yetteki vahy kelimesinin emir anlamı için ayrıca bkz.
1015ubh1012’1016-10151010lih, Meb1010hi_ fi 1013ul1011mi’l-Kur’1010n, Beyrut 1990, s. 24.
45 Örneğin, en-N1010s, 114/1-6, el-En’1010m, 6/121, el-En’1010m, 6/112) 1010yetlerinde olduğu gibi. Bkz.
1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 24; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Us1011lü, Ank. 1997, s. 37;
Duman, a.g.e., s. 37. Mu“1010til b. Suleym1010n (a.g.e., s. 69), söz konusu 1010yetlerdeki vahy
kelimelerini emretmek anlamı çerçevesinde ele almıştır.
46 Bkz. İbn Man10201011r, V1019Y md.; et-Te10141010nev1012, a.g.e., II, 1776; 1015ubh1012’1016-
10151010lih, a.g.e, s. 23; Duman, a.g.e., s. 37.
47 Izutsu, a.g.e., s. 198.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
kullanılmasını uygun hale sokmakta ve gerçekte birileri için anlamlı olan birimler, diğerleri
için anlamsız semboller olarak algılanmaktadır.
2.2. Vahyin Terim Anlamı
Terim olarak vahiy kelimesine baktığımızda ise, genel sözlük anlamının daraltılmış
olduğunu görüyoruz. Örneğin eş-Şer1012f el-Curc1010n1012 (ö. 816 h.) vahyi, “bir
man1010yı her hangi bir varlığa gizli ve süratli bir biçimde iletmek (il“1010)”48 olarak
tanımlarken, er-Ra©ib el-İ_feh1010n1012 (ö. 425 h.), “Allah’ın peygamberlerine ve veli
kullarına gönderdiği ilah1012 sözler”49 şeklinde tarif eder. ez-Zer“1010n1012 (ö. 1948 m.)
ise, “vahiy, Allah Ta1010l1010’nın kullarına bildirmek istediği hid1010yet ve buyruklarını,
onların arasından seçtiği peygamberlerine, insanların alışık olmadığı gizli ve süratli bir yolla
bildirmesi demektir”50 der. Görüldüğü gibi, terim olarak vahiy kelimesi anlam daralmasına
uğrayan İslam1012 kavramlardan biridir.
Vahiy kavramının Kur’1010n-ı Kerim’deki kullanılış biçimlerine bakıldığında söz
konusu terimin, genelde, ‘bir varlıktan diğer bir varlığa bir şeylerin iletilmesi’ anlamını ifade
ettiği görülür51. Bu anlamda Kur’1010n-ı Kerim, şeytanların (Bkz. el-En’1010m, 6/112-113)
ve insanların (Hz. Zekeriyy1010’nın, bkz. el-Meryem, 19/11) vahyetmesinden de söz eder.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, vahyin bu türü, her ne kadar va_1010 fiilinin türevleriyle
ifade ediliyorsa da o, ilah1012 vahiy olarak telakki edilmemektedir. Çünkü söz konusu vahiy
olgusunun her iki ucunda da varlıklar bulunmaktadır. Yani vahyeden de vahye muhatap olan
da mahluktur. O nedenledir ki, bu tarz bir vahye konu olan lafızlar, telkin etmek, fısıldamak,
işaret etmek gibi sözlük anlamlarından öte bir man1010da kullanılmamıştır
52.
Şu halde Kur’1010n1012 vahiyden anlaşılması gereken, kaynağı Allah olan vahiylerdir.
İnsanların, şeytanların birbirlerine yaptıkları gizli/şifreli işaretleşmeler/fısıldamalar bu
çerçeveye girmediği gibi; kaynağı Allah olan, ancak gayr-ı 1010kıl varlıklara hitaben yapılan
yönlendirmeler/sevk ü idare/yaratmalar da bu çerçeveye girmez.
Kişiye özel emir nitelikli vahiylerin (kişilerin önüne onların, onları yapmaktan
kaçınamayacakları yaratmaların/imkan ve fırsat koymaların) de, her ne kadar kaynağı Allah
olsa da Kur’1010n1012 vahye yani üçüncü şahısların sorumlu tutulduğu vahiy türüne dahil
edilemeyeceği kanaatindeyiz. Yukarıda bazı alimlerin görüşleri çerçevesinde ele aldığımız ve
diğer insanları bağlamayan, sorumluluk altına almayan vahiyleri, sözlü ya da sözsüz iletişime
dahil etmeden Allah’ın “ol” emrine muhatap olduklarını düşünüyoruz. Ancak buradaki
emretmek, sözlü değildir. Aksine kader1012 emir, kader çizgisi çerçevesinde kişinin bütün
benliğini kaplar, kişi kaderinin esiri olur. “Kader1012 emir”, daha doğru ve bilinen bir
ifadeyle “tekvin1012 emir”, Allah’ın emretmesi ve bu emirle emredilen şeyin/kişinin emre
am1010de olup gereğini yerine getirmesidir. Burada herhangi bir seçim söz konusu değildir.
Bu çerçevede ele aldığımızda, fıtr1012 ilh1010m ve gariz1012 (içgüdüsel) ilh1010m olarak
değerlendirilen vahiyler, Allah’ın ol emri (vahyi) dahilinde, emredilen şey, emredilen kişi ya
da şeyde bir mevcudiyet bulur; Allah emrini yaratır. Kur’1010n1012 vahiy türünde ise
üçüncü şahıslara da iletilmesi için ekseriyet vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla peygambere,
emir ve yasaklar gibi insanın hid1010yeti için gerekli bilgiler iletilir. Bu tür vahiyde vahyin
hitap ettiği kişiler, sorumludurlar ve bu sorumluluk karşısında da ihtiyar sahibidirler.

48 eş-Şer1012f el-Curc1010n1012, a.g.e., s. 40.
49 er-R10101018ib, el-Mufred1010t, V1019Y md.; Duman, a.g.e., s. 19.
50 ez-Zer“1010n1012, Mu1014ammed 1013Abdu’l-1013Az1012m, Men1010hilu’l-1013irf1010n fi
1013ul1011mi’l-Kur’an, Beyrut 1988, I, 64; Duman, a.g.e., s. 20. Terim olarak vahiy kısaca, “Allah
Ta1010l1010 tarafından, nebilerine indirilen söz” olarak da ifade edilmektedir. Bkz. et-Te10141010nev1012,
a.g.e., II, 1776.
51 Bkz. er-R10101018ib, el-Mufred1010t, V1019Y md; İbn Man10201011r, Lis1010nu’l-1013Arab, V1019Y
md; el-F1012r1011z1010b1010d1012, el-ì1010m1011su’l-Mu101410121017, V1019Y md.
52 Demirci, Muhsin, Vahiy Gerçeği, İst. 1996, s. 24-25.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
Emir niteliğinde vahiyde bir sorumluluk ve dolayısıyla bir ihtiyar yoktur. Çünkü
vahyedilen/emredilen şeyler, “ol” emri gereğince yerine getirilmektedir. Bu tür emre,
meleklere yapılan emir girdiği gibi, Hz. Nuh’a hitaben yapılan “bir gemi yap” (Müminun,
23/27); Hz. Musa’ya hitaben yapılan “kullarımı gece yarısı götür” (Taha, 20/77), “as1010nla
denize vur” (eş-Şuar1010, 26/63), “as1010nla taşa vur” (el-A’r1010f, 7/160); Havarilere
hitaben yapılan “bana ve İsa’ya inanın” (el-M1010ide, 5/111) vahiyler/emirler de girer.
Tekrarlamak gerekirse, bu tür emirler, diğer insanları bağlamayan vahiyler olup din1012
içerik taşımazlar. Burada söz konusu vahiy, kader1012 esaret anlamındadır. Allah’ın Kun ve
Feyuk1011n (en-Nahl, 16/40) 1010yeti hükmüne binaen gerçekleşen vahiyler, hep bu türden,
kader1012 esaret çerçevesine girer. Bu tür vahiyde bilgilendirme ve sorumluluk yoktur. Allah
bu tür vahiyde emrettiğini yaratır. Çünkü bunlar kişisel niteliklidir, kişiye özel emirdir53.
2.3. Vahyin Geliş Yolları
Şu andan itibaren vahiyle, Allah’ın insanla olan din1012 muhtevalı iletişimini
kastediyoruz. Vahyin geliş şekilleriyle ilgili olarak Kur’1010n’da şu 1010yet geçmektedir:
“Allah’ın bir beşer ile konuşması ancak ya vahiy yoluyla veya perde gerisinden (kelam ile),
yahut ta bir elçi gönderip dilediği şeyleri -izni ile- O’nun vahyetmesiyledir.” (eş-Ş1011r1010,
42/51). 1007yette, üç çeşit vahiy yolundan bahsedilmektedir: 1) Allah’ın, man1010yı elçinin
kalbine atması/indirmesi; 2) Allah’ın, bir perde arkasından elçiyle konuşması, 3) Allah’ın,
vahiy meleğini peygambere göndererek, meleğin kendisine iletilen mesajı elçiye
(peygambere) iletmesi54.
Vahyin geliş şekillerinden birincisi, vahy kelimesiyle ifade edilmiştir. Söz konusu
kelime, Allah’ın doğrudan doğruya, çok süratli ve gizli bir tarzda bilgi aktarması ve birden
bire kalbe iletmesi anlamındadır
55. Sözlü bir konuşmadan olan ikinci şekilde, dinleyen
(peygamber) konuşanı (Allah’ı) göremez56; sadece kendisine yakın bir yerden gizemli tarzda
hitap eden gizli bir varlığın mevcut olduğunu anlar. Bu çeşit bir iletişimin/vahyin özelliği,
doğrudan doğruya işitme duyusuna yönelik olmasıdır
57. İlah1012 iletişimin üçüncü şeklinde
ise Allah, mesajını bir elçi/melek vasıtasıyla bildirir58. İslam alimlerine göre bu tür vahiy iki
şekilde gerçekleşmiştir. Birinci şekli, vahiy elçisinin melekiyetten beşeriyete intikal
etmesiyle; ikincisi ise, Hz. Peygamberin beşeriyetten melekiyete geçişiyle gerçekleşmiştir59.
Şu halde, Allah, insanlarla vasıtasız olarak gizli konuşma (kalbe ilh1010m etme)
şeklinde, perde arkasından konuşma şeklinde ve elçi göndermek suretiyle iletişim kurar.
Vahyin anlamlarından birinin de ilh1010m olduğunu daha önce söylemiştik. Vahyin
ilh1010m anlamı, Allah’ın insanlarla iletişim kurduğu yollardan biri olup, vahyin yukarıda
zikredilen birinci çeşidini teşkil eder. Vahyin bir çeşidi olan ilh1010mda bir aracı bulunmaz.
Vahyin bu türü, verici durumunda bulunan tarafın (Allah’ın), iletmek istediği bilgi ve anlamı,
alıcı durumunda bulunan tarafın kalbine iletmesi (bırakması/ilk1010 etmesi) şeklinde
gerçekleşir.

53 Aslında, bizim burada tekv1012n1012 emir olarak da ifade edilebilecek olan kader1012 es1010ret kavramı,
fıtr1012 ve içgüdüsel (gar1012z1012) ilh1010m olarak ifade bulmuştur. Örneğin; el-Kasas, 28/7
1010yetinde Musa’nın annesine, çocuğunu emzirmesi; el-M1010ide, 5/111 1010yetinde de
hav1010r1012lere, Allah’a ve peygamberine inanması vahyedilmesi, birer fıtr1012 ilh1010m (Bkz.
1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 23.); en-Nahl, 16/68-69 1010yetinde Allah’ın arıya vahyetmesi
ise hayvan için içgüdüsel (gariz1012) ilh1010m olarak görülmüştür (Bkz. 1015ubh1012’1016-10151010lih,
a.g.e., s. 23; Duman, a.g.e., s. 33.).
54 1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 25.
55 Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’1010n Dili, İst. 1979, VI, 4255.
56 Bkz. Elmalılı, a.g.e., VI, 4255; Izutsu, a.g.e., s. 221.
57 Demirci, a.g.e., s. 177.
58 Bu türdeki vahyin temel yapısı şöyledir: A’dan M’ye, M’den B’ye. (A: Allah, B: Peygamber, M: Melek).
Bkz. Izutsu, a.g.e., s. 221.
59 Demirci, a.g.e., s. 178.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
Vahyin ilh1010m (sözsüz vahiy) türünde, feyiz yoluyla kalbe gelen özel bir anlam ve
bilgi, bir şeyi akla (zihne) koyma ve telkin etme durumu vardır. Bu durum, özellikle Allah
Ta1010l1010 ve Cibril tarafından süratli ve gizli bir şekilde zihne konulana özeldir60 ve Allah
ilh1010mı kullarından dilediğine tahsis eder61.
Vahyin sözsüz kısmını ifade eden ilh1010ma, “Musa’ya ‘as1010nı bırak’ diye
vahyettik” (el-A’r1010f, 7/117) 1010yeti örnek verilmektedir. 1007yette geçen ilh1010m
anlamında vahiy şu şekilde gerçekleşir: Allah, kendi isteğini, araya bir aracı koymadan, gizli
ve süratli bir şekilde herhangi bir dil kullanmaksızın doğrudan insanın kalbine indirir. İnsan
da Allah’ın kendisine ilh1010m ettiği anlamı anlarken, mesajı alabilecek bir zihn1012 oluşum
içinde bulunur62. Kalbe iletmek suretiyle meydana gelen ilh1010m anlamına verilen
örneklerden biri de “Musa’nın annesine çocuğu emzirmesini ... vahyettik “ (el-Kasas, 28/7)
1010yetidir63. Bu ve benzeri 1010yetlerdeki vahyin, kader1012 esaret anlamında olduğunu
söylemiştik.
3. İletişim Unsurları Açısından Vahiy
Vahyin lügat ve terim anlamları ve türleri anlatılırken onun iletişim unsurlarına zaman
zaman değinilmişti. Söz konusu unsurlar, burada biraz daha ayrıntılı bir şekilde ele
alınacaktır.
Tanrı, insanoğlunu yarattıktan bu yana onunla iletişim kurmuş, bunu bazen dille bazen
de dil dışı yollarla gerçekleştirmiştir. Tanrı-insan ve insan-Tanrı iletişimi, Hz. Adem’in
yaratılıp Cennete konulması ve daha sonra yeryüzüne indirilmesi ile başlar ve insan var
oldukça sürecektir.
İletişimin, karşılıklı iletim, yani karşılıklı bilgi alış-verişi olduğunu söylemiştik. Hemen
hatırlanmalıdır ki, aktarılan şey yeni bir bilgi olmasa da karşılıklı diyalog çerçevesinde
paylaşılan her şey iletişimdir. Selamlaşmalar, temenniler, duyguların ifadesi, kısaca iki varlık
arası (canlı-canlı, cansız-canlı, canlı-cansız, cansız-cansız) her türlü anlamlı birimlerin
aktarımı bir iletişimdir. Bu çerçevede düşündüğümüzde, Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişki
de bir iletişim boyutunda olmalıdır. Allah ile insan arasında iki çeşit haberleşme/iletişim aracı
vardır. Biri sözlüdür (bundan bahsetmiştik); her iki taraf ta insan dilini kullanarak meramını
anlatır. İkincisi sözsüzdür; yani Allah tabiat 1010yetlerini, insan da vücudunun hareket ve
işaretlerini kullanarak meramını anlatır
64.
Sözlü haberleşme üst makamdan aşağı doğru olursa dar ve teknik anlamıyla vahiydir;
Allah, 1010yetler gönderir, iradesini söz şeklinde ifade eder. Aşağıdan yukarı doğru olursa
duadır; namaz veya genellikle ibadet şeklinde cereyan eder65.
Kur’1010n’a göre Allah, insan ile konuşmak isterse birtakım 1010yetler (işaretler)
gönderir. Bu durumda sözlü işaretlerle sözsüz işaretler arasında bir ayırım yoktur; her ikisi de
Allah’ın 1010yetleridir (fakat, 1010yet denince akla ilk önce, vahiy 1010yetleri gelir).
Allah’tan insana doğru olan konuşmanın tipik bir örneği olan vahiy, Allah ile insan arasındaki
konuşmanın yalnız bir bölümüdür. Bundan dolayı Kur’1010n, “vahyedilen sözlere”
“1010yetler” der ve bunlarla yine 1010yetler adı verilen sözsüz tabiat işaretleri (bkz. elBakara,
2/164, 1007l-i İmr1010n, 3/190, Y1011nus, 10/6, el-Mü’minun, 23/80, R1011m,
30/22, el-C1010siye, 45/5) arasında bir ayırım yapmaz. Zira, nasıl ki yola dikilen işaretler,
yolcunun gözlerini kendilerine değil, gideceği istikamete yöneltirse, her tabiat olayı da bizim

60 Bkz. Duman, a.g.e., s. 127-128; Demirci, a.g.e., s. 63-65.
61 Krş. Duman, a.g.e., s. 128. Allah’ın peygamberlere ilh1010mına vahy, veli kullarına vahyine de ilh1010m
tabir edilir. Bu ifade aynı zamanda her ikisi arasındaki farkı da açıklamak içindir. Bkz. Elmalılı, a.g.e., V,
3719; Duman, a.g.e., s. 209; Demirci, a.g.e., s. 64-65.
62 Bkz. Duman, a.g.e., s. 129-130.
63 İbn Man10201011r, Lis1010nu’l-1013Arab, V1019Y md.; Duman, a.g.e., s. 32, 130.
64 Izutsu, a.g.e., s. 168, 189-190.
65 Izutsu, a.g.e., s. 95, 189-190.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
dikkatimizi kendi üzerine değil, kendisinin ötesinde olan bir istikamete yöneltmeye çalışır. Bu
anlayışa göre bir tabiat olayı, artık bir tabiat olayı değildir; bir işarettir, bir semboldür.
Kur’1010n’a göre birer 1010yet (gösterge) olan bütün tabiat olayları, Allah’ın z1010tını,
yahut da Onun şu veya bu sıfatını ve iyiliğini, saltanat ve ad1010letini gösterir66.
Allah, sözlü konuşmada insana duyurmak istediği şeyi, tahlil1012 yoldan verir. Verilen
her unsur mümkün olduğu kadar açıktır. Meselenin unsurları birden değil, birbiri peşi sıra
verilir. Sözsüz konuşmada ise Tanrı ifadesi, analitik olarak arka arkaya değil topyekün verilir.
Bu son durumda fikr1012 bir açıklık olamayacağı için getirilen mesaj da son derece
belirsizdir, sözlü değildir. Ancak sözsüz 1010yetlerin önemli bir avantajı vardır: Bunlar fiilen
bütün insanlığa gönderilmiştir; hiçbir aracıya gerek olmadan herkese doğrudan doğruya hitap
ederler. Oysa sözlü 1010yetler, yalnız bir aracı, peygamber vasıtasıyla gönderilirler, ancak
aracı ile insanlığa duyurulabilirler. Akıl sahibi bulunan herkes bu 1010yetleri -az ya da çokkavrayabilir67.

Allah, ister sözlü 1010yetleriyle, ister sözsüz 1010yetleriyle insanla iletişime girsin,
doğal olarak, olumlu ya da olumsuz bir karşılık bekleyecektir. Çünkü iletişim sürecinin son
işlevi tepkidir. Bu, alıcının mesaja karşı alacağı tavırdır. Bu tavır, aynı anda alıcıdan
(hedeften), vericiye (kaynağa) doğru ikinci bir iletidir. Yani burada çift yönlü, karşılıklı ve
otomatik bir etkileşim söz konusudur. Bu durumda mesaj, hedefte amaca uygun etki yaparsa,
tepki olumlu olur; amaca uygun etki yapmazsa, tepki olumsuz olur.
Vahiy de insandan böyle bir tepki bekler. İlah1012 1010yetlere insanlığın ne türlü
cevap verdiklerini tespit etmek önemlidir. Kur’1010n’a göre bu iki türlüdür: Kabul
(ta_d1012k) veya Red (tek_1012b). İnsan bu 1010yetleri ya doğru (ha“), ya da yanlış
(b1010«ıl) şeyler olarak kabul eder. Tabiidir ki tasd1012k, iman1010 doğru atılmış ilk
adımdır, tekz1012b de küfrün temelidir68.
Tepki, sadece vahy1012 iletişimde söz konusu değildir; beşer1012 iletişim, yani insanın
dua hareketi de Allah tarafından cevaplandırılmak ister. Başka deyişle insan, arzusunun kabul
edilmesi amacıyla Allah’a yalvarır. Allah’ın insanların yaptığı duaya cevap verişine
Kur’1010n’da istic1010be denmiştir ki, tam “cevap verme”, “cevaba hazır olma” demektir69.
İletişim unsurları açısından vahyi ele aldığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
Vahyin kaynağı Allah, hedefi insandır. Amacı ise insanlığın hid1010yetidir. Vahiy,
Peygamberin konuştuğu dille inmiştir. Allah ekseri durumlarda vahyi, elçisi Cebrail
vasıtasıyla indirmiştir. Tabiidir ki, insana indirilen vahyin ulv1012 bir maksadı vardır. Bu
maksada binaen insanın vahyi dinlemesi ve ona göre hareket etmesi beklenir. Şimdi kısaca
değindiğimiz vahy1012 iletişimin unsurlarını daha ayrıntılı olarak ele alabiliriz.
3.1. Vahy1012 İletişimde Amaç (Niçin? Sorusu)
Kur’1010n, esas olarak insanın kurtuluşu meselesiyle ilgilenir. Çünkü “vahyin hedefi
insan ve onun mutluluğudur”70. İnsanı uyaracak ve onu, en doğruya, en güzele ulaştıracak
vahiy muhtevalarına ihtiyaç vardır. İşte bu sebepten ötürüdür ki, yarattığı mahlukları en iyi
bilen Allah, yaratılışına uygun hareket etmeleri, şerre düşmemeleri, isyan etmemeleri için her
devirde insanlara vahiyler göndermiş ve bu vahiy muhtevalarını peygamberleri aracılığıyla
onlara duyurmuştur. Vahy1012 g1010ye, insanlığa doğru yolu göstermekten ve yeryüzünde
ortaya çıkabilecek zulüm, haksızlık ve fitneyi bertaraf ederek ad1010leti hakim kılmaktan
ibarettir ki, esasen Kur’1010n’ın hedeflediği dünya düzeni de budur71.

66 Izutsu, a.g.e., s. 168-169.
67 Izutsu, a.g.e., s. 171.
68 Izutsu, a.g.e., s. 172.
69 Izutsu, a.g.e., s. 247.
70 Demirci, a.g.e., s. 49.
71 Demirci, a.g.e., s. 17-18.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
Vahyin gönderiliş amacı -el-M1010ide, 5/44, 46, 1007l-i İmr1010n, 3/4 1010yetlerinde
görüldüğü gibi- hud1010 (yol gösterici) ve n1011r (aydınlatıcı) kelimeleriyle ifade edilmiştir.
Demek ki vahyin asıl hedefi, insana sır1010t-ı müstak1012m denilen doğru yolu
göstermek ve o yolu aydınlık bir hale koymaktır. Şayet Allah’ın kullarına hid1010yeti
olmasaydı, başka bir deyişle Allah yol gösterici olarak vahiy göndermeseydi, insanoğlu
karanlıklar içinde kalacak ve yaratanı gereği gibi tanıyamayacaktı. Dolayısıyla vahiy bir
taraftan, insana ilah1012 birliğe dayanan bir dünya görüşü kazandırmayı, diğer taraftan da
1010hiret saadetine nasıl ulaşacağının yollarını göstermeyi amaç edinir. Bu yüzden her vahiy
muhtevasında Yüce Allah, bireylerden beklenen davranış ve hareketleri açıklamaya ve
insanın fıtr1012 yapısına uygun hareket tarzlarını bildirmeye önem vermiştir72. Peygamberin
bir çok din1012, siyas1012, ahlak1012 vs. sorunlarla karşılaşıp vahyin de ona göre şekil
alması
73, daha doğru bir ifadeyle vahyin, insanlığın karşılaşabileceği sorunlar dikkate alınarak
gönderilmesi gösteriyor ki, insan yalnız bırakılmayarak dünya ve 1010hiret mutluluğu için
zorunlu olan vahiy ve peygamberlikle kendisine yardımcı olunmaktadır.
3.2. Vahy1012 İletişimde Vericinin Konumu (Kim? Sorusu)
İletişimi; katılanların, bilgi/sembol üreterek birbirlerine ilettikleri ve bu iletileri
anlamaya, yorumlamaya çalıştıkları bir süreç ve bu sürecin unsurlarını da bilgi kaynağı -
gönderici - kanal (işaret, gürültü) - alıcı - hedef olarak ta görebiliriz. Bu ögelerden bilgi
kaynağı, mesajın oluştuğu yerdir. Eğer iletişimi başlatan bir insan ise, bu insanın beyni bilgi
kaynağı sayılır. Gönderici, bilgi kaynağında oluşan mesajın alıcıya gönderilmek üzere işaret
şekline dönüştürüldüğü yerdir. İletişim zincirinde, bilgi kaynağı lengüistik, gönderici ise
fizyolojik düzeyde fonksiyona sahiptir. Kanal, göndericiden yola çıkan mesajın hedefe
ulaşmasını sağlayan ileticidir. Mektuplar, telefon telleri ya da yüz yüze konuşma ortamındaki
hava, kanala örnek gösterilebilir. Alıcı, kanaldan gelen işaretleri hedefe ulaştıran yapıya
verilen addır. Göz ve kulak bu alıcılara örnektir. Hedef ise, alıcıdan iletilen işaretlerin
yorumlandığı, anlamlandırıldığı yerdir. Karşıdan mesaj alan kişinin beyni hedef sayılır
74.
İletişime bu çerçevede yaklaştığımızda vahyin kaynağı, Allah olacaktır
75. Vahiy, aracı
melek tarafından peygambere iletilse bile, vahyin kaynağı yine Allah’tır. Allah, vahyin
oluştuğu bilgi kaynağıdır; vahyin muhtevasını belirleyen ve vahyi başlatan otoritedir.
3.3. Vahy1012 İletişimde Alıcının Konumu (Kime? Sorusu)
İletişimde gönderilen mesajın ulaşması istenen kişi (ya da kişiler) için alıcı veya hedef
kavramı kullanılır. Vahyin hedefinin insan olduğunu söylemiştik. Şu halde, vahye muhatap
olan ilk kişi de insanlardan seçilmeli, kendisine bildirilecek mesajı onlara iletecek üstün birisi
olmalıdır. Çünkü vahiy, hem muhteva hem de özel bir iletişim yolu olarak madde ve duyular-
üstü bir nitelik arzeder76. Bu sebepledir ki, kurumsal vahiy, tamamen peygamberlere ait özel
bir hadise, sübjektif bir tecrübedir77.
Burada peygamberin vahiy karşısındaki konumundan biraz bahsetmek uygun olacaktır.
Peygamber, alıcı konumundadır ve o bu konumundayken zayıf olduğunun bilincindedir78.
Peygamberin Kur’1010n1012 vahiyle ilişkisi, şahs1012 iradesinin ortadan kalkması,
beşer1012 tabiatından soyutlanması şeklindedir. Peygamberin, vahyedilecek olanlar hakkında
bir seçimi, ihtiyarı da bulunmamaktadır. Hatta öyle bir zaman olur ki, vahiy üst üste devam

72 Demirci, a.g.e., s. 121-122.
73 Çiftçi, Çiftçi, Adil, Fazlur Rahman ile İslam’ı Yeniden Düşünmek, Ank. 2000, s. 164.
74 Dökmen, Üstün, İletişim Çatışmaları ve Empati, İst. 2000, s. 322.
75 Makalemizde, vahyin kaynağı olarak gösterilen akıl, tabiat, kollektif şuur ya da ruh iddialarına
değinmeyeceğiz. Bu iddialar için bkz. Demirci, a.g.e., s. 45-48.
76 Demirci, a.g.e., s. 11-12.
77 Demirci, a.g.e., s. 51.
78 Vahiyde bilinç ve şuur söz konusudur. Peygamber, vahiy esnasında farklı bir boyutta olsa bile bilinç ve şuur
her zaman söz konusudur. Bkz. 1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 27.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
edebilmekte, bazen ona en ihtiyaç duyulan zamanda bile bir süre için kesilebilmektedir.
Kısacası vahiy, Hz. Muhammed’e Rabbi istediği zaman iner ve dilediği zaman da kesilir.
Vahyin gelmesi ve gecikmesine duyguların vb. etkisi yoktur79. Kur’1010n’da ìul (söyle!)
lafzının üç yüzden fazla tekrarlanması, hitabın peygambere yöneltilmesi ve ne söylemesi
gerektiğinin talim edilmesi de gösteriyor ki, peygamberin vahye bir dahli yoktur.
Kendisine vahyedilene uymakta, hev1010sından konuşmamakta (Bkz. en-Necm, 53/3); vahyi,
kendi lafzı ve kelamı ile değil, aksine kendisine nasıl iletildiyse, insanlara da olduğu gibi
iletmektedir. Bu çerçevede peygamberin görevi sadece mesajı iletmektir (bel1010©; bkz.
M1010ide, 5/99, en-N1011r, 24/54, el-Ankeb1011t, 29/18, Y1010s1012n, 36/17). Çünkü o,
mütekellim değil, muhataptır; aklına gelen şeyi ifade edici değil, aksine duyduğunu tekrar
edicidir (_1010k1012)
80.
Üç şahıslı sözlü münasebet şeklinde de değerlendirebileceğimiz aracılı vahyin, üçüncü
şahsı Peygamberdir: A --- M --- B. Burada başlama noktası Allah (A), bitiş noktası
peygamber (B), aracı da melek Cebrail’dir (M)81. Allah, elçisi vasıtasıyla iradesini
Muhammed’e bildirir, fakat o son nokta değildir. Vahiy, Muhammed’in şahsını kurtarma
hedefini gütmez; Cenab-ı Allah, sırf Hz. Muhammed’le konuşmuş olmak için onunla
konuşmaz. Tanrının vahyi, Hz. Muhammed’i aşmalı, başkalarına nakledilmelidir. Normal
konuşma hallerinde (A ---- B), A, B’ye konuşur ve konuşma B’ye ulaşınca durur; eğer
konuşma bir diyalog halinde devam edecekse aynı usul karşılıklı değişme ile devam eder.
Dinleyici durumunda olan B, bu kez konuşan durumuna geçer ve ilk konuşan A’ya bir şeyler
söyler (A ---- B). Normal konuşmanın yapısı budur. Halbuki vahy1012 iletişimde B
(dinleyici), sıra kendisine gelince konuşur ama ters istikamete (A’ya) doğru değil, aynı
doğrultuda konuşur. Daha doğrusu B, sadece A’nın söylediklerinin vericisi olur. İşte burada
tebl1012g yahut bel1010g (söyleneni duyurma) meseleleri ortaya çıkar ve B, ilah1012 sözleri
taşıyan resul, peygamber yahut elçi adını alır.
Bu çerçevede bakılınca vahyin, üç-şahıs münasebetli değil, dört şahıs münasebetli bir
kavram olduğu görülür: A ---- M ---- B ---- C. Kur’1010n’a göre C, tarihi bakımdan önce
Mekke halkı idi, sonra bütün Araplar, en sonunda bütün insanlık oldu. B, sadece ilah1012
vahyi alan bir insan değildir; o aynı zamanda, vahyi alıp insanlara aktaran insandır. Bu
anlamda nasıl melek Cebrail, Allah’ın Muhammed’e elçisi ise, Muhammed de Allah ile
dünya halkı arasında aracı vazifesini gören bir Allah elçisidir82. Kısacası vasıtalı ve vasıtasız
vahiy dikkate alındığında karşımıza dört şekil çıkmaktadır:
Allah ---- Muhammed ---- İnsanlar
Allah ---- Cebrail ---- Muhammed ---- İnsanlar
Allah ---- Muhammed ---- İnsanlar ---- Tüm İnsanlar
Allah ---- Cebrail ---- Muhammed ---- İlk Muhataplar ---- Tüm İnsanlar
Burada işaret etmek istediğimiz bir diğer konu da, vahye muhatap olan ilk alıcı
konumundaki peygamberin, diğer muhataplar açısından ne kadar önemli olduğudur. Çünkü O,
sadece vahyi sırf iletici değil, bilakis vahyi tam anlamıyla yaşayandır. Vahyi diğer insanlara
iletmek birinci vazifesi olduğundan, vahyedilenle kastedilen anlamların da açık bir şekilde
kendisine bildirilmiş olması icap eder.
Burada değinmemiz gereken bir diğer husus ta, Allah’ın peygamberi üzerindeki
kontrolüdür. Peygamber, vahyin kaynağı tarafından sürekli bir mur1010kabe altında
tutulmuştur. Kur’1010n’da Hz. Peygamberi ikaz eden 1010yetler de bunu göstermektedir. Bu

79 Bkz. 1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 36-38. Hz. Peygamberin vahiy beklentisi içinde bulunduğu
bazı olaylar için bkz. Demirci, a.g.e., s. 97-98.
80 1015ubh1012’1016-10151010lih, a.g.e., s. 30.
81 Izutsu, a.g.e., s. 224. Bir açıdan, belki (vasıtalı) vahiyde, iki hatta üç alıcıdan ve yine iki hatta üç vericiden
söz edebiliriz. Aşağıdaki ifadeler de bunu açıklamaktadır.
82 Izutsu, a.g.e., s. 225-226.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
ikazlar arasında Resulullah’ın görme özürlü bir zat olan İbn Ummi Mekt1011m’a karşı
gereken ilgiyi göstermeyip, ayrıca ısrarından dolayı biraz yüzünü ekşitmesi (Bkz. Abese,
80/1-10), Cebrail’in vahiy getirmesi esnasında herhangi bir cümle veya kelimeyi fevt etme
endişesiyle vahiy meleği henüz okumayı tamamlamadan Resulullah’ın dilini depretmesi ve
vahyi almada acele davranması (Bkz. Taha, 20/114; el-Kıy1010met, 75/16), Bedir
Gazvesi’nde alınan müşrik esirler hakkında yapmış olduğu içtihadın hatalı bulunması (Bkz.
el-Enf1010l, 8/67-69) ve Tebük Savaşı’nda münafıkların özür beyan ederek savaşa
katılmamak için izin istemeleri üzerine Resulullah Muhammed’in izin vermesi (Bkz. etTevbe,
9/43) gibi hususlar sayılabilir. Bunlardan başka Resulullah, hanımlarıyla ilgili bir
meselede (Bkz. et-Tahr1012m, 66/1), Zeyneb ile evlenmesinde (Bkz. el-Ahz1010b, 33/50),
yakınları da olsa müşrikler için Allah’tan af dilemesi (Bkz. et-Tevbe, 9/113) gibi hususlarda
da uyarılara maruz kalmıştır
83.
3.4. Vahy1012 İletişimde Mesaj (Neyi? Sorusu)
Allah tarafından Peygamber aracılığıyla hedef insana intikal ettirdiği iletiler, vahy1012
iletişimin mesaj kısmını (yani iletişimin neyi? sorusunu) cevaplar. Bunlar, emirler ve yasaklar
olabileceği gibi, geçmişten ve gelecekten haber verme, kendi varlık ve kudretini bildirme ya
da insanlığın dünya ve 1010hiret mutluluğunu gerçekleştirme amacına matuf konular
olabilmektedir.
Daha önce Allah’ın, insanlarla sadece vahiy yoluyla sözlü 1010yetler göndererek
iletişime girmediğini, aynı zamanda sözsüz 1010yetler de gönderdiğini söylemiştik. Her iki
durumda da bir iletişim söz konusudur. Çünkü sözlü iletişimin sembolleri kelimeler, sözsüz
iletişimin sembolleri ise somut varlıklardır. Hem kelimeler hem de somut varlıklar (söz-dışı
unsurlar) birer gösterge olup, anlamlı birimlerdir. Dolayısıyla sözsüz göstergeler de bir
iletişime yol açar. Bundan dolayıdır ki, “Kur’1010n terminolojisine göre, tabiat varlıkları
Allah’ın varlığının işaretleridir (1010yetleridir)”84.
3.5. Vahy1012 İletişimde Aracın (Dilin) Konumu (Nasıl? Sorusu)
Allah Ta1010l1010’nın insanlara vahiyler göndermesi muhakkak bir amaca dayalıdır.
Bu amaç -daha önce de yer yer belirttiğimiz gibi- öz olarak, insanın dünya ve 1010hiret
mutluluğunu kazanmasına yöneliktir. Tabiatıyla söz konusu amaç gerçekleştirilirken ilk
olarak insanın vahye konu olan hususları öğrenmesi ve anlaması hedeflenmiştir. Elbette ki bu
da, vahyin, içerik itibariyle insanların kullandığı dil kalıplarına dökülmesiyle mümkündür85.
İbrahim S1011resi, 14/4 1010yetinde Allah Ta1010l1010: “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice
açıklasın diye her peygamberi, yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik” buyurarak, insanları
bilgilendirmek istediğinde kelamını onlara kendi lisanlarıyla indirdiğini haber vermiştir. Zira
hakikatler, insanların tanıdıkları, bildikleri ve ülfet ettikleri sözcüklerle anlatılmalıdır.
Nitekim, insanlar anlayabilsinler diye, Kur’1010n’da geçen bütün konular, mutlak 1010lem
dahi olsa, beşer1012 kavramlar ve kategoriler çerçevesinde anlatılmaktadır. “Çünkü aranan ve
bilinmek istenen şeyin ne olduğunu anlamak için yeterli ve zorunlu olan kavram
gerekmektedir”86. Netice olarak insan için, beşer1012 terimler kullanmaksızın Allah’tan söz
etmek mümkün değildir87. Bu sebeple, vahyin kaynağı Cenab-ı Allah ile muhatabı peygamber
arasındaki ortak vasıtalardan biri DİL olmuştur88.
Dil, bir topluma mensup fertlerin anlaşma aracı olarak müşterek söz işaretlerini
kullanmalarından meydana gelen bir sistemdir; sosyal bir olgudur. Dil, millete özgü bir

83 Bkz. Demirci, a.g.e., s. 151.
84 Izutsu, a.g.e., s. 30.
85 Demirci, a.g.e., s. 118; Macit, Nadim, Kur’1010n’ın İnsan-Biçimci Dili, İst. 1996, s. 28. Ayrıca bakılabilir:
Izutsu, a.g.e., s. 190.
86 Macit, a.g.e., s. 78.
87 Macit, a.g.e., s. 94.
88 Bkz. Duman, a.g.e., s. 51.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
sembolik sistemdir ki, isteğini anlatmak isteyen toplum üyesi, buna başvurmak zorunda kalır.
Bu müşterek işaret sistemine başvurmadıkça iki kişi arasında anlaşma mümkün değildir.
Kur’1010n bu gerçeği g1010yet iyi kavramış ve dil kavramını açık bir biçimde modern teknik
terim olan “langue” man1010sıyla anlamıştır. Kur’1010n vahiy kavramını ve peygamberlik
görevini bu açık fikir üzerine kurmuştur. Kur’1010n, her milletin kendine özgü bir dili olduğu
gerçeğini kabul ederek işe başlar ve peygamberlik görevi ile olan münasebeti bakımından dile
büyük önem verir (Bkz. İbrahim, 14/4)89.
Her toplumun kendine özgü bir dili vardır ve toplumla onun dili arasında ayrılmaz bir
bağ bulunmaktadır. Bu nedenle, nasıl ki Musa’ya kendi dilinde bir kitap verildi ise, Arap
peygambere de Arap dilinde bir kitap verilmiştir. Allah vahyini Yahudilere Tevrat şeklinde
gönderdiği zaman, mesajının aracı olarak İbran1012ceyi seçmişti. Çünkü vahyin hitap ettiği
ulusun dili İbranice idi. Diğer milletlere gelen vahiyler de aynıdır. Her kitap ehli kendi
dillerinde inmiş bir kitaba sahiptir. Keza Hz. Muhammed’den önce gelen bütün
peygamberler, uluslarına kendi dilleriyle (Bkz. İbrahim, 14/4) hitap etmişlerdir. Hz.
Muhammed’in durumu da aynıdır. Kendisi her şeyden önce Arap olduğu ve Araplara hitap
ettiği için kendisine Arapça bir kitap (vahiy) verilmiştir (Bkz. Yusuf, 12/2, er-Ra’d, 13/37,
en-Nahl, 16/103, Taha, 20/113, eş-Şuar1010, 26/195, ez-Zümer, 39/28, Fussilet, 41/3, 44,
Ş1011r1010, 42/7, ez-Zuhruf, 43, 3, el-Ahk1010f, 46/12)90.
Bu konuda son olarak vahyin lugav1012 yönü konusunda şunları söylemek istiyoruz:
Vahiy, insanların diliyle inmeli ve insanların dil oyunlarını (mec1010z-isti1010re vb.)
oynamalı, insanların kavramlarıyla hitap etmelidir. Çerçeve böyle oluştuktan sonra dil
oyunları ve kavramlar biçimselliğini korumakla birlikte mahiyeti - kendi bütünlüğü içerisinde
kendini açığa vurma koşuluyla - değişebilir. Nitekim Kur’1010n için böyle bir durum söz
konusudur. Dil-kelime ve kavramlar, biçimsel olarak Araplarındır ama Kur’1010n kendine
göre bir sistematiğe, dile ve kavram dünyasına sahiptir. Cahiliye kavram dünyası ile
Kur’1010n kavram dünyası –aynı kelimeler kullanılsa da- birbirinden farklıdır. Çünkü,
kelimeler asıl kavramlarını bir sistem dahilinde ortaya koyarlar. Sistem değişince kavram da
değişir. Izutsu da bu görüştedir: “Eski kelime ve kavramların çoğu, Kur’1010n’da tamamen
yeni anlamlarda kullanılmıştır; yepyeni bir düşünce sistemine alıştırılmıştır. Eski kavramlar
vardır ama bunlar yeni değerler sistemi içine konulunca önemli semantik değişmelere
uğramışlardır”91. Kur’1010n’ın lafızlarının del1010let ettiği kavram ve anlam, o günkü
Arapların anlam ve kavram anlayışlarına bazı açılardan benzer, ama asla aynı değildir. Bir
çok kelimeyi de kendi bütünlüğü içerisinde farklı bir çerçevede kullanan yine
Kur’1010n’dır
92. Kur’1010n, eğer o günkü kavram dünyasıyla inecek olsaydı, açmazlara
düşülürdü. Kur’1010n’ın kendine has bir kavram dünyası olması, bizce, Onun evrenselliğine
de bir del1010lettir. Kur’1010n’ın kavram dünyasının anlaşılması ise, Onun bütünlüğünde
saklıdır.
3.6. Vahy1012 İletişimde Bağlam
Teknik anlamdaki vahiy, Allah’ın peygamberlerle bir iletişim yolu olup, istediği zaman
kullanır. Peygamberin vahiyle ilişkisi, Cebrail’in Allah’la ilişkisi gibidir; bir elçi olarak
görevi, kendisine indirilen 1010yetleri sadece tebliğ ve beyan etmektir.
Vahiy olayı, en basit ifadeyle A ve B iki kişi arasında cereyan eden bir iletişim olayıdır.
Şu kadar var ki, bu karşılıklı konuşmada, birinci şahıs durumunda olan vahyin sahibi ve
kaynağı Allah, tamamen aktif; ikinci şahıs konumunda olan elçi ise, o esnada bilinç ve irade
sahibi bir insan olarak kendisine iletilen vahye kulak verip dinleme pozisyonundadır. Bu

89 Izutsu, a.g.e., s. 233-235.
90 Bkz. Izutsu, a.g.e., s. 235-236, 242.
91 Izutsu, a.g.e., s. 233.
92 Örnek bir inceleme için bkz. Çalışkan, İsmail, Kur’1010n-ı Kerim’de Din Kavramı, (Basılmamış Doktora
Tezi) Ank. 1998.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
pozisyonda Hz. Muhammed iç aleminde, Cibril tarafından kendisine iletilen vahye, bilinçli ve
dikkatli olarak kulak verip dinlerken, dış aleminde de kendisinden geçmiş, uykuda veya
bayılmış görünümündedir93. Burada zikredilen son cümle, vahy1012 iletişimin iniş
esnasındaki peygamber1012 bağlama biraz işaret etmektedir.
Vahiy kelimesi Cahiliye döneminde hem insan hem de hayvan konuşması için
kullanılmaktadır. Ancak gerek insan gerek hayvan konuşması, vahiy kelimesiyle anlatılacaksa
bu, olağan-üstü, normal insanın anlayamayacağı esrarengiz ve sırlı bir konuşma
olmalıdır
94. Vahyi böyle olağan-üstü bir konuma getiren şey, böyle bir iletişim yolunda
kaynağın Allah, hedefin de insan olmasıdır. Yani burada konuşma, metafizik bir varlıkla
fizik1012 bir varlık arasında cereyan etmektedir. Öyle ki konuşanla dinleyen arasında hiçbir
ontolojik denge yoktur. Normal konuşmada kelimeleri veren ve alan, konuşan ve dinleyen,
aynı düzeyde ontolojik eşitliğe sahip varlıklardır. Mesela insanla at arasında mecaz1012
anlam dışında bir dil konuşması olamaz. Çünkü biri insan, öteki hayvandır; arada eşitlik
yoktur95.
Şu iki sebepten ötürü insan ve hayvan birbiriyle dil vasıtasıyla konuşamaz: 1) İkisi
arasında müşterek bir işaret sistemi yoktur, 2) İkisinin ontolojik eşitliği yoktur, mahiyetleri
ayrıdır. Aynı sebeplerden ötürü Allah (daha doğrusu vahiy elçisi Cebrail) ile insan arasında
da sözlü konuşma mümkün değildir. Çünkü burada da ikisi arasında ortak bir işaret sistemi
yoktur ve mahiyetlerinin farklılığı da ikisini birbirinden ayırmaktadır.
Kur’1010n vahyinde birinci engel yani ortak işaret sisteminin yokluğu ortadan
kaldırılmıştır. Zira Arap dili, bizzat Allah tarafından Allah ile insan arasında ortak anlaşma
vasıtası olarak seçilmiştir. Fakat ikincisi olan ontolojik engel (mahiyet farklılığı), kolaylıkla
bertaraf edilecek cinsten bir engel değildir. Çünkü olay, olağan üstüdür. Zira burada mahiyet
itibariyle birbirinden farklı iki varlık arasında bir konuşma vuku bulacaktır. Allah insana
konuşacak ve insan da Onun sözlerini anlayacaktır
96. Vahy1012 iletişimdeki ikinci engel de
vahiy meleği ile ortadan kaldırılmıştır. Biraz sonra buna değinilecektir.
Karşılıklı eşit konuşma (parole qua parole) hareketi için konuşmada A ve B’nin aynı
işaretler sistemini kullanmaları esas noktayı oluşturur. Başka deyişle etkili bir lisan1012
konuşma olabilmek için A, B’nin anlayabileceği bir dili kullanmalıdır. Normal durumlarda
hem A, hem de B aynı dile mensuptur. Böyle olmadığı takdirde ya A, B’nin dilini kullanır, ya
da her ikisi tarafından anlaşılan yabancı bir dil kullanır. Dolayısıyla Allah (A) vahyini,
Muhammed’e (B), onun anlayacağı bir dille, Arapça ile indirecektir97.
A ve B aynı kategoriye mensup aynı düzeyde varlıklar olmalıdır. Fakat vahiy halinde –
ki vahyin gerçek özelliği burada başlar- bu ana kural bozulur. Çünkü vahiyde A ve B yani
Allah ile insan birbirinden çok farklı varlıklardır, yatay olarak aynı düzeyde değildirler.
Aradaki ilişki dikeydir: A yukarıdadır, en yüksek varlık düzeyini temsil eder. B ise
aşağıdadır, aşağı bir varlık düzeyini temsil eder. Bu ontolojik durum, Kur’1010n’ın vahiy
telakkisinde önemli bir rol oynar. Bu ontolojik uyuşmazlık bulunduğu sürece A ile B arasında
lisan1012 bir anlaşma olamaz. Bu dil kuralına rağmen ikisi arasında lisan1012 bir konuşma
olması için ya A’da veya B’de olağan üstü bir şey vuku bulmalıdır. Bu noktayı elKirm1010n1012
(ö. 786/1384) şöyle ifade eder: “Vahiy, Allah ile insan arasındaki
konuşmadan meydana gelir. İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçekleştirilmedikçe yani

93 Bkz. Duman, a.g.e., s. 66.
94 Bkz. Izutsu, a.g.e., s. 192-193.
95 Izutsu, a.g.e., s. 194. Ayrıca bkz. Demirci, a.g.e., s. 36-37.
96 Izutsu, a.g.e., s. 195. Ayrıca bkz. Demirci, a.g.e., s. 36-37; Macit, a.g.e., s. 47-48.
97 Izutsu, a.g.e., s. 208; Demirci, a.g.e., s. 36-37.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
konuşan (“1010¢il) ve dinleyen (s1010mi£) ilişkisi olmadıkça karşılıklı bir kelime alışverişi
(te_1010vur), öğretim (ta£l1012m) ve öğrenim (ta£allum) mümkün değildir”98.
el-Kirm1010n1012, Allah ile insan arasında böyle olağan üstü bir ilişki olmasının iki
mümkün yolundan bahsediyor: Ya (1) dinleyen (B) konuşan (A)’nın galip etkisiyle derin bir
kişisel değişikliğe uğrar, ya da (2) konuşan, aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatlarına
bürünür. Hz. Muhammed’in zil sesi ve arı uğultusu gibi acayip sesler işittiği vahiy çeşidi,
vahyin birinci kategorisine dahildir. Yine hadiste zikredildiği şekilde Hz. Muhammed’in, gök
habercisini/meleğini gördüğü vahiy çeşidi ise vahyin ikinci kategorisine aittir. İnsan tabiatını
değiştirmek mümkün olursa üstün varlıkla münasebet kurmak mümkün olabilir. Bu takdirde o
insanın gücünün ötesinden, kendi yaratılışına karşı olan bir kuvvet gelir, onu etkiler ve onun
tabiatını değiştirir99.
Peygambere vahiy geldiğinde zuhur ettiği rivayet edilen onun şiddetli ızdırapları, fiziki
ağrıları, sarsılışları, renginin sararması, bazen titremesi, bayılır gibi yere düşmesi, bazen de
inlemesi gösteriyor ki, bu haliyle o, vahiy alma anında beşer1012 özelliklerinin ve iradesinin
dışına çıkarak tamamen ilah1012 iradenin yönetimine giriyor ve aracı meleğin getirdiği vahyi,
onunla manevi yönden aynı seviyeye geldikten sonra alıyordu. Elbette ki bu durum ancak
vasıtalı vahiy için düşünülebilir. Çünkü, bu vahiy tarzında peygamberlere vahyi getiren ve
bunu onlara çeşitli şekillerde ileten bizatihi aracı melek Cebrail’in kendisidir. Vasıtasız
vahiyde ise bu özellik yoktur. Zira o, isminden de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamberin kalbine
bir şekilde ilk1010 edilen vahiydir. Orada aracı olarak nitelendirilen vahiy meleği ile buluşma
ve ondan herhangi bir tarzda vahiy alma yoktur100. Son cümle, vahyin Cebrail tarafından
sözsüz bir şekilde Peygamberin kalbine ilka edildiği unutulmadan anlaşılmalıdır.
3.7. Vahy1012 İletişimde Alıcının Vahye Tepkisi
İnsan, vahiy esnasında bilinç dışındaki vasıflarını kaybeder. Bu açıdan bakılınca vahiy
tek yönlüdür; yani sözlü bildirime karşılık sözlü bir bildirimde bulunmaz. “Vahiyde de
normal konuşmalarda olduğu gibi iki taraf bulunur. Bu şahıslara A ve B diyelim. Burada A,
aktif hareket eder, bu hareket, A’nın istek ve düşüncesinin, bazı işaret veya işaretlerle B’ye
naklinden ibarettir. Burada karşılıklı bir münasebet olamaz. Yani B’den A’ya bir cevap söz
konusu değildir (B, sadece alıcı durumundadır). Bu haberleşme, tamamen tek yönlüdür”101.
Belki ve büyük bir ihtimalle, geri bildirimin olmaması, insanın yanlış anlama, daha fazla bilgi
isteme ya da sorulan bir soruya karşılık verme durumunda olduğundan, vahiy yoluyla yapılan
iletişimde böyle bir geri bildirim talep edilmemektedir. Çünkü Allah, her şeyi bilendir.
İnsanlarla ilgili olan ve onları ilgilendirecek, onların ihtiyaçlarına karşılayacak her türlü
cevabı, kendileri istemeden verebilir. Şu da var ki, Allah vahyi, insanların ihtiyaçlarına
binaen göndermektedir. Her 1010yetin indirilişi bu çerçevede düşünülmelidir.
Geri bildirimin sebebi, bize söylenen bilginin doğruluğunu onaylatmaktır. Söyleyeni
Allah olan bir söz için bu gerekli olmadığından, tek yönlü olması iletişimi bozmaz. Çünkü,
bilginin değeri kaynağa bağlıdır ve bilginin değeri de kaynağın güvenilirliğini gösterir. Vahyi
(ve ilh1010mı) istisna edersek insanın bilgisi, kaynak itibariyle akıl, duyular ve habere
dayanır. Bunlardan akıl ve duyular doğrudan bilgi veren vasıtasız kaynak, haber ise vasıtalı
kaynaktır. Vahiyle iletilen bilgiye gelince bu hususta da şunları söylemek mümkündür:
Vahy1012 bilgi, kaynak itibariyle ilah1012 olduğu için mutlak ve objektif bir gerçekliğe
sahiptir. İşte bu da kad1012m bir bilgi (Allah bilgisi) demektir. Mutlak varlık bilgisi, her

98 Bkz. Izutsu, a.g.e., s. 209; Demirci, a.g.e., s. 37.
99 Naklen, Izutsu, a.g.e., s. 209-210.
100 Demirci, a.g.e., s. 38.
101 Bkz. Izutsu, a.g.e., s. 196-197.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
zaman tam, hakikate uygun ve objektif bir bilgi olduğu halde, insan bilgisi aynı özellikte
değildir102.
Bir başka açıdan olaya yaklaştığımızda, vahyin ‘çift yönlü bir iletişim’ şeklinde
değerlendirilmesi de mümkündür. Izutsu bu konuda şunları söylemektedir:Gerek sözlü, gerek
sözsüz haberleşme; tek taraflı değil, karşılıklı olan bir konuşmadır. Allah’tan insana doğru
olan sözlü konuşma vahiy, insandan Allah’a doğru olan sözlü konuşma duadır: Dua, insan
kalbinin Allah ile konuşması, Onun nimetini ve yardımını istemesidir. Bu, aşağıdan yukarı
(kuldan Allah’a) doğru olan bir sözlü haberleşme çeşididir. Aynı şekilde sözlü olmayan
ilah1012 haberleşme -ki Allah’ın sözsüz 1010yetler göndermesi idi- nin insan tarafındaki
karşılığı, ibadet ve İslam’da sal1010t (namaz) diye tanınan din1012 hareketlerdir. Bu açıdan
namaz, aşağıdan yukarı, yani insandan Allah’a doğru olan sözsüz haberleşme şeklidir. Zira
namaz, insanın büyük Allah’ın huzurunda duyduğu derin huşunun şekli bakımından
ifadesidir. Dua ise, insanın herhangi bir anındaki kişisel duygu ve düşüncelerini yansıtır.
Kısaca insan duada, içinden geleni söyler, söyledikleri, içindeki fikirleridir103.
Dar -daha doğrusu din1012- anlamda vahiy, Allah ile insan arasında cereyan eden
yukarıdan aşağıya, Allah’tan insana doğru olan bir çeşit özel konuşmadır. Allah, kendi
kelimelerini insana yöneltir. Doğrudan peygambere ve dolaylı olarak insanlığa tevcih eder.
Fakat Allah ile insan arasındaki bu lisan1012 münasebet, tek taraflı değildir. Başka deyişle
insan bu münasebette daima pasif kalmaz, bazen o da Allah ile sözlü bir ilişki başlatır ve
onunla dilsel işaretler kullanmak suretiyle konuşmak ister. İşte bu isteğin neticesinde, yapı
bakımından vahye benzeyen bir durum ortaya çıkar. Ancak bunda konuşma doğrultusu
yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğrudur. Vahiy gibi bu da olağan üstü şartlar
altında ve özel bir biçimde meydana gelir. Normal olarak insan, doğrudan doğruya Allah’a
hitap etme vasıtasına sahip değildir. Normal kelime alışverişi olabilmek için iki taraf arasında
ontolojik eşitlik bulunmalıdır. Bu, dilin temel prensibidir. İşte bu prensibi bozacak bir hal
vuku bulduğu zaman insan Allah’a hitap edebilir. Onunla konuşma yeteneğine sahip olur. Bu,
öyle olağan üstü bir haldir ki bu halde insan, kendi kafasını günlük durumun üstünde bulur.
Böyle bir hal vuku bulunca insan kafası gerilir, gerilir, kırılma derecesine varır. İşte bu
raddeye gelince insan, Tanrı’ya doğrudan doğruya söz söyleme noktasına varmış olur. Böyle
bir durumda insan normal man1010da insan değildir -el-Kirm1010n1012’nin, yukarıda
kaydedilen cümlelerin de belirttiği gibi kendi benliğinden üstün bir varlığa dönüşmüştür-. İşte
olağan üstü durum içinde geçen böyle bir konuşma olayına dua denir104.
SONUÇ
Yukarıda açıklanan bilgiler ışığında kimlere vahiy gelir? sorusuna cevap verebilir, ya da
soruyu, kimlere hangi tür vahiy gelir? şeklinde değiştirebiliriz. İkinci sorudan da anlaşılacağı
gibi, mahiyeti ne olursa olsun her varlığa vahiy gelebilir, gelmelidir. Hatta, canlı varlıklar da
birbirlerine vahyederler. Ancak her vahiy birbirinden farklıdır. Şöyle ki, canlıların (insanların
ve hayvanların) birbirlerine vahyi, işaret etmek, fısıldamak, gizlice söylemek biçiminde olur.
Bu sadece teknik bir ifadedir. Bu durumda, Yaratıcının vahyi (ilah1012 vahiy) farklı bir
boyutta değerlendirilir. Allah’ın varlıklara gönderdiği vahiy de, vahye mazhar olan varlığa
göre farklılık arzeder. Bir diğer ifadeyle, vahyin türü, vahyin kaynak ve hedefi çerçevesinde
farklılık gösterir. Allah’ın peygamberlerine gönderdiği vahiy, din içerikli kurumsal vahiydir.
Peygamberler dışındaki akıl sahibi ve akıl sahibi olmayan varlıkların aldığı vahiy ise, cansız
varlıklarda fıtr1012 isti’dat iken, akıl sahibi varlıklarda “ilh1010m”, “kalpteki his” vb.
anlamlara gelir. Bunlardan sadece ilah1012 yönü bulunan ve Peygamberlere gelen vahiy,
diğer insanları bağlar.

102 Bkz. Demirci, a.g.e., s. 58-59.
103 Izutsu, a.g.e., s. 185-186.
104 Izutsu, a.g.e., s. 244-245.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni.
İlah1012 kaynaklı kurumsal vahyin iletişim yönünü şöylece özetlemek mümkündür:
Vahiy, ilah1012 kaynaklı olup sadece peygamberlere has bir olgu olduğundan, hakikatini
sadece Allah, mahiyetini ise ancak bu tür vahye muhatap olan peygamberler bilebilir. Bir
diğer ifadeyle, bu tür vahiy, sadece Allah ile peygamberleri arasında vuku bulan bir iletişim
yoludur. Bu iletişimde verici Allah, mesajı (vahiy) alıcı Peygamberdir. Vasıta da dikkate
alındığında, birinci verici Allah, ikinci verici Cebrail, diğer insanlar da dikkate alındığında
üçüncü verici durumunda bulunan kişi Peygamberdir. İletişim aracı insan-dilidir. İnsan dili
ise ses ve anlamdan oluşan kelimelere dayanır. Kaynağı Allah olan vahyin kurumsal olmayan
boyutunda, ya gizli konuşma ya da kader1012 esaret anlamı söz konusudur.
Demek oluyor ki, vahye muhatap olan alıcı ve vericinin durumu, vahy kelimesinin
anlamını da değiştirmektedir. Zira, bir kelimenin anlamını belirleyen unsurlardan birkaçı da
alıcı ve vericinin ontolojik, psikolojik, toplumsal yapıları ve özellikleridir.

Konular