KUR’ÂN’DA BURÇLAR MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA

ÖZ
Burçlar, Müslüman toplumlar içerisinde aktüel bir değere sahip olduğu
için, bu konunun dinî epistemolojik temellerinin tespiti önem arz etmektedir.
Bu çalışmada burçların Kur’ân, Astronomi ve Astroloji’deki mahiyetine değinilmiş,
Kur’ân merkeze alınarak burçlarla ilgili verilerin genel bir tahlili yapılıp,
kavramın Kur’ân bağlamında ifade ettiği anlam ve bu anlamın Astronomi ve
Astroloji’deki burç kavramından farkı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Araştırmanın
neticesinde hem içerik hem de işlev bakımından Kur’ân’daki burç kavramıyla
-özellikle- Astroloji’deki burç kavramı arasında kapanması mümkün olmayan bir
ayrılığın olduğu sonucuna ulaşılmış ve burçların insanlara etkisi bu bağlamda ele
alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Astronomi, Astroloji, Semâ/Gökyüzü, Burç.
ABSTRACT
Constellations in Qur’an
In Context of Constellation’s Nature and their Effect to People
The determination of the constellations’ religious-epistemological foundations
is very important because the subject has been a current value in muslim societies.
In this study the position of constellation has been mentioned according to Quran,
Astronomy and Astrology; the knowledges about constellations has been analyzed
by taking Quran to center. The differences between the concepts of constellation
in Quran, Astronomy and Astrology has been determined. As a result, in terms of
both content and function, it has seen that there are big distinctions between the
concepts of constellation in Quran and -especially- Astrology and in this context,
the constellations’ effect to people has been analyzed.
Keywords: Astronomy, Astrology, Sky, Constellation.
* Arş. Gör., Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı.
(davutagbal@hotmail.com)
Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 38 ● Erzurum 2012
Davut AĞBAL (*)
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA
250 Davut AĞBAL
1. Giriş
İnsanoğlunun tarih boyunca gökyüzüyle alakadar olduğu bir vakıadır.
Bu ilgi insanlığın bilgisinin ve tasavvur gücünün ilerlemesine paralel olarak
daha da artmaktadır. Gökyüzü, varlığı itibariyle ilgi çeken bir odak olması
nedeniyle de üzerinde çokça tefekkür edilmiş, araştırmalar yapılmış ve teoriler
geliştirilmiştir. Ancak bu ilginin müsbet neticeleri olmakla birlikte menfi sonuçlarına
da fazlaca rastlanmaktadır.
Heybeti, güzelliği ve esrarıyla insanoğlunun önceden beri kendisinden
ilgisiz kalamadığı gökyüzüne Kur’ân’da da insanların dikkati çekilmektedir.
Çünkü yaratılış olarak yeryüzünden daha girift ve daha tafsilatlı olan1 gökyü-
zü vasıtasıyla dikkatlerin, bu varlıkların bizzat işaret ettiği yaratıcıya yönelmesi
hedeflenmekte; hatta bu husus, konuyla ilgili âyetlerin içeriğini ve maksadı-
nın en önemli noktasını teşkil etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de gökyüzü hakkında farklı birçok bilgiye ulaşmaktayız.
Bunların bir kısmı gökyüzünün yaratılışı ile ilgili iken bir kısmı da yapısı
ile alakalıdır. Yine bu âyetlerin bazısı gökyüzündeki düzen ve ahenge dikkat
çekerken bazısı da aynı konunun diğer bir yönü olan gök cisimlerinin menzilleri/yörüngeleri,
bunların varoluş gayeleri ve içinde bulundukları düzen içerisindeki
yerleri ile ilgilidir.
Kur’ân’da gökyüzündeki cisimlerin yapısı, yaratılışı ve düzeninden bahseden
âyetler incelendiğinde onların nasıllığından ziyade niçin var edildiklerine
dikkat çekilir. Bu yönüyle de gök cisimlerinin varlık olarak neye işaret ettiği,
daha çok ön plana çıkarılır.
Bu noktayla alakalı olarak incelemek istediğimiz konu, aktüalitesi ve
uzunca bir geçmişi bulunan “burçların mahiyetinin, burçlar ve gök cisimlerinin
insanoğlunun hem iradi hem de gayri iradi fiillerine etkisinin, -eğer
varsa- bu etkinin nasıllığının ve sınırlarının” Kur’ân odaklı yorumlanmasıdır.
Bu konu İslam toplumu içerisinde yer alan bazı eğilimlerin dinî epistemolojik
temellerini ortaya çıkarma açısından önem taşımaktadır.
Burçlar ve gök cisimlerinin özellikle geleneksel tıbbın tedavi sistemi içerisinde
kullanılması, o cisimlerin taşıdıkları enerji sebebiyle Dünya’ya, dolayısıyla
da insanın fizyolojik yapısına etkileri ve bu etkinin nasıl ve ne oranda
gerçekleştiği konumuzun dışında kalan hususlardır.
2. Kavramsal Çerçeve
2.1. Gökyüzü İle Alakalı İlimler:
Araştırmada yer yer atıfta bulunulan iki ilim dalına değinmekle iktifa
edeceğiz. Bunlar Astronomi ve Astroloji’dir.
1 Bu manaya işaret eden ayet-i kerimeler için bkz. 37. Saffât, 11; 79. Naziât, 27.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 251
2.1.1. Astronomi:
“Astronomi, gök cisimleri ile ilgilenen ve bu cisimlerin büyüklükleri,
düzeni, konumları, kökeni ve dinamik davranışlarını ele alan bir bilim dalı-
dır.”2 Bu bilim dalı İslam dünyasında “felekiyyât, ilm-i nücûm, ilm-i nücûm-i
ta’limî, sınaat-ı nücûm, sınaat-i tencîm, ilm-i hey’e, ilm-i hey’eti’l-âlem” terimleri
ile karşılık bulmuştur.3 Astronomi -beşerî ilimler açısından- reel durumu
bilimsel yöntemlerle incelemeye çalışması sebebiyle müsbet bir bilim
olarak addedilmektedir.
Neredeyse insanlık tarihiyle yaşıt olan bu bilim dalı son teknolojik geliş-
melerle gökyüzünü daha da ileri düzeyde incelemektedir. Hatta bu gün gök
cisimlerinin ve evreni oluşturan maddenin fiziksel ve kimyasal özelliklerini
konu edinen Astrofizik; Ay’ın ve güneş sistemi gezegenlerinin yanı sıra küçük
gezegenler, meteorlar ve kuyrukluyıldızlar gibi gökcisimlerinin jeolojik yapı-
larını, özellikle yerküreye etkileri açısından inceleyen Astrojeoloji gibi dallara
ayrılmış durumdadır.
2.1.2. Astroloji:
Astronomi ile yakından alakalı ve tarih içerisinde -belirli dönemlerde de
olsa- bu bilimle iç içe geçmiş bir şekilde varlığını sürdüren Astroloji, İslam
dünyasındaki adıyla İlm-i Ahkâm-ı Nücûm: “Erken dönem astronomlarının
Dünya’nın gelecekteki olayları hakkında sabit yıldızlar, Güneş, bilinen gezegenler
ve Ay’ın konumları ile alakalı gözlemler ve yorumlar yaparak tahmin
etme girişimi”4 olarak tarif edilmiştir.
Kullandığı yöntemler ve bilgi türü açısından tarih içerisinde yıldız falcı-
lığı ve müneccimlik olarak da isimlendirilen5 Astroloji ile Astronomi arasında
-tanımlarda da görüldüğü üzere- bariz farklılıklar bulunmaktadır.
Astroloji, -genel olarak- Tabiî Astroloji ve Ahkâm Astrolojisi olmak üzere
iki kısma ayrılmaktadır: Tabiî Astroloji: feleklerin (gök küre) atmosfer ve yeryüzündeki
dört unsura dayalı fizikî nesne ve olaylar üzerine yaptığı tesirleri
2 Joseph A. Angelo JR, Encyclopedia of Space and Astronomy Science, New York, 2006, s. 62;
Benzer tanımlamalar için bkz. İbn Haldun, Mukaddime, Darul’l-Beyda, 2005, c.3, s. 187;
Muhammed Sıddîk b. Hüseyin el-Kannûcî, Mevsûatu Mustalahâti Ebcedi’l-Ulûm, Mektebetu
Lübnan, Beyrut, 2001, s. 864.
3 Bkz. Fehd,Tevfik, “İlm-i Felek”, DİA, c. 22, s. 126; Yakıt, İsmail; Durak, Necdet, İslam’da
Bilim Tarihi, Isparta, 2002, s. 78.
4 Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 61; Benzer tanımlamalar için bkz. The World Book Encyclopedia
of Science, Chicago, 1992, c. 1, s. 15; Muhammed Sıddîk b. Hüseyin el-Kannûcî,
a.g.e., s. 368; Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 124; Cevizci, Ahmet,
Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005, s. 157.
5 Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 124.
252 Davut AĞBAL
inceler ve eski astronominin kozmolojik modelini esas alarak tahmin ve kehâ-
netlerde bulunur. Ahkâm Astrolojisi: Gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde
etkileri olduğu inancıyla gelecek hakkında kehânetlerde bulunur.6
Falcılıkla ilişkilendirilmesinden dolayı sahte ve gerçek dışı bir ilim şeklinde
vasfedilmesine karşın, eski ve yeni birçok uygarlık Astroloji’den az veya
çok etkilenmiştir. Tercüme dönemiyle, Yunan mirasının bir parçası olarak İslam
dünyasına giren Astroloji7
, içeriğinde kehânet ve falcılıkla alakalı bilgiler
bulundurduğundan, hem bir ilim dalı olarak kabul görmemiş hem de -İbn
Haldun (ö. 808/1406) örneğindeki gibi8
- İslamî öğretilere karşıt bir konumda
görülmüştür. Hatta bu özelliğinden dolayı birkaçı müstesna bütün İslam
âlimlerinin Astroloji’yi reddetme ve kötüleme konusunda hemfikir olduğu da
söylenebilir.9
Gökyüzünü araştıran bu iki alan iki farklı bilgi türüne dayanmaktadır.
Astronomi, bugün kabul gören standartlar içerisinde -yöntem ve muhteva
açısından- bir “bilim” niteliğine sahipken; Astroloji, özellikle tarihteki varoluş
koşulları bir kenara bırakıldığında10, “bilim” olmaktan uzak kendine has
yöntemleri bulunan bir alandır. Dolayısıyla bu iki alanla ilgili bilgiler çalış-
mamızda bu sahaların mevcut özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmeye
çalışılacaktır.
2.2. Gökyüzü İle İlgili Kavramlar:
2.2.1. Semâ/
Astroloji, -genel olarak- Tabiî Astroloji ve Ahkâm Astrolojisi olmak üzere iki
kısma ayrılmaktadır: Tabiî Astroloji: feleklerin (gök küre) atmosfer ve yeryüzündeki
dört unsura dayalı fizikî nesne ve olaylar üzerine yaptığı tesirleri inceler ve eski
astronominin kozmolojik modelini esas alarak tahmin ve kehânetlerde bulunur.
Ahkâm Astrolojisi: Gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde etkileri olduğu inancıyla
gelecek hakkında kehânetlerde bulunur.6
Falcılıkla ilişkilendirilmesinden dolayı sahte ve gerçek dışı bir ilim şeklinde
vasfedilmesine karşın, eski ve yeni birçok uygarlık Astroloji’den az veya çok
etkilenmiştir. Tercüme dönemiyle, Yunan mirasının bir parçası olarak İslam
dünyasına giren Astroloji7, içeriğinde kehânet ve falcılıkla alakalı bilgiler
bulundurduğundan, hem bir ilim dalı olarak kabul görmemiş hem de -İbn Haldun (ö.
808/1406) örneğindeki gibi8- İslamî öğretilere karşıt bir konumda görülmüştür. Hatta
bu özelliğinden dolayı birkaçı müstesna bütün İslam âlimlerinin Astroloji’yi reddetme
ve kötüleme konusunda hemfikir olduğu da söylenebilir.9
Gökyüzünü araştıran bu iki alan iki farklı bilgi türüne dayanmaktadır.
Astronomi, bugün kabul gören standartlar içerisinde -yöntem ve muhteva açısındanbir
“bilim” niteliğine sahipken; Astroloji, özellikle tarihteki varoluş koşulları bir kenara
bırakıldığında10, “bilim” olmaktan uzak kendine has yöntemleri bulunan bir alandır.
Dolayısıyla bu iki alanla ilgili bilgiler çalışmamızda bu sahaların mevcut özellikleri
dikkate alınarak değerlendirilmeye çalışılacaktır.
2.2. Gökyüzü İle İlgili Kavramlar:
2.2.1. Semâ/السماء:
Semâ, Arapça bir kelime olup و - م - س) Se-Me-Ve) kökünden türemiştir.
Bu kök; yükselmek, ulu, yüce, seçkin olmak, belirginleşmek, bakışları göğe doğru
6 Bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 125. 7 Yakıt, İsmail, Durak, Necdet, a.g.e., s. 78–79. 8 İbn Haldun, temel olarak kader anlayışı ve kainatta tek failin Allah olduğu dolayısıyla da yıldızların
etkisiyle bazı hadiselerin meydana geldiğine inanmanın tevhid inancına aykırılığı açısından itirazlarda
bulunmaktadır. İbn Haldun, a.g.e., c.3, s. 187-190; Ayrıca bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”,
DİA, c. 22, s. 124. 9 Bkz. Albayrak, Halis, Kur’ân’da İnsan Gayb İlişkisi, Şule Yay., İstanbul, 1993, s. 87. 10 Tarih içerisinde; Astroloji, Astronomi ile iç içe geçmiş olarak varlığını sürdürmüş olmasından dolayı bir
bilim dalı olarak kabul edilebilirdi. Ancak zamanla incelediği konular ve kullandığı yöntemler açısından
Astronomi’den farklılaştığı ve kendine has bir çizgi ile temeyyüz ettiği için -geçmişteki durumundan
farklı olarak- bu gün kullanılan hususî anlamıyla bir “bilim” olmaktan uzaklaşmış ve daha çok “kehanet”
ile özdeşleşmiştir. Benzer değerlendirmeler için bkz. Cilacı, Osman, “Büyücülük, Modern Falcılık ve
Astroloji”, Diyanet İlmi Dergi, sy. 4, 1997, s. 38.
Semâ, Arapça bir kelime olup
Astroloji, -genel olarak- Tabiî Astroloji ve Ahkâm Astrolojisi olmak üzere iki
kısma ayrılmaktadır: Tabiî Astroloji: feleklerin (gök küre) atmosfer ve yeryüzündeki
dört unsura dayalı fizikî nesne ve olaylar üzerine yaptığı tesirleri inceler ve eski
astronominin kozmolojik modelini esas alarak tahmin ve kehânetlerde bulunur.
Ahkâm Astrolojisi: Gök cisimlerinin insan kaderi üzerinde etkileri olduğu inancıyla
gelecek hakkında kehânetlerde bulunur.6
Falcılıkla ilişkilendirilmesinden dolayı sahte ve gerçek dışı bir ilim şeklinde
vasfedilmesine karşın, eski ve yeni birçok uygarlık Astroloji’den az veya çok
etkilenmiştir. Tercüme dönemiyle, Yunan mirasının bir parçası olarak İslam
dünyasına giren Astroloji7, içeriğinde kehânet ve falcılıkla alakalı bilgiler
bulundurduğundan, hem bir ilim dalı olarak kabul görmemiş hem de -İbn Haldun (ö.
808/1406) örneğindeki gibi8- İslamî öğretilere karşıt bir konumda görülmüştür. Hatta
bu özelliğinden dolayı birkaçı müstesna bütün İslam âlimlerinin Astroloji’yi reddetme
ve kötüleme konusunda hemfikir olduğu da söylenebilir.9
Gökyüzünü araştıran bu iki alan iki farklı bilgi türüne dayanmaktadır.
Astronomi, bugün kabul gören standartlar içerisinde -yöntem ve muhteva açısındanbir
“bilim” niteliğine sahipken; Astroloji, özellikle tarihteki varoluş koşulları bir kenara
bırakıldığında10, “bilim” olmaktan uzak kendine has yöntemleri bulunan bir alandır.
Dolayısıyla bu iki alanla ilgili bilgiler çalışmamızda bu sahaların mevcut özellikleri
dikkate alınarak değerlendirilmeye çalışılacaktır.
2.2. Gökyüzü İle İlgili Kavramlar:
2.2.1. Semâ/السماء:
Semâ, Arapça bir kelime olup و - م - س) Se-Me-Ve) kökünden türemiştir.
Bu kök; yükselmek, ulu, yüce, seçkin olmak, belirginleşmek, bakışları göğe doğru
6 Bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 125. 7 Yakıt, İsmail, Durak, Necdet, a.g.e., s. 78–79. 8 İbn Haldun, temel olarak kader anlayışı ve kainatta tek failin Allah olduğu dolayısıyla da yıldızların
etkisiyle bazı hadiselerin meydana geldiğine inanmanın tevhid inancına aykırılığı açısından itirazlarda
bulunmaktadır. İbn Haldun, a.g.e., c.3, s. 187-190; Ayrıca bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”,
DİA, c. 22, s. 124. 9 Bkz. Albayrak, Halis, Kur’ân’da İnsan Gayb İlişkisi, Şule Yay., İstanbul, 1993, s. 87. 10 Tarih içerisinde; Astroloji, Astronomi ile iç içe geçmiş olarak varlığını sürdürmüş olmasından dolayı bir
bilim dalı olarak kabul edilebilirdi. Ancak zamanla incelediği konular ve kullandığı yöntemler açısından
Astronomi’den farklılaştığı ve kendine has bir çizgi ile temeyyüz ettiği için -geçmişteki durumundan
farklı olarak- bu gün kullanılan hususî anlamıyla bir “bilim” olmaktan uzaklaşmış ve daha çok “kehanet”
ile özdeşleşmiştir. Benzer değerlendirmeler için bkz. Cilacı, Osman, “Büyücülük, Modern Falcılık ve
Astroloji”, Diyanet İlmi Dergi, sy. 4, 1997, s. 38.
(Se-Me-Ve) kökünden türemiş-
tir. Bu kök; yükselmek, ulu, yüce, seçkin olmak, belirginleşmek, bakışları göğe
doğru uzatmak anlamlarına gelmektedir.11 Kelimenin Arap dili kalıplarındaki
diğer türevleri bu ilk manalar ile ilişkili anlamlarda kullanılmaktadır.
6 Bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 125.
7 Yakıt, İsmail, Durak, Necdet, a.g.e., s. 78–79.
8 İbn Haldun, temel olarak kader anlayışı ve kainatta tek failin Allah olduğu dolayısıyla da
yıldızların etkisiyle bazı hadiselerin meydana geldiğine inanmanın tevhid inancına aykırı-
lığı açısından itirazlarda bulunmaktadır. İbn Haldun, a.g.e., c.3, s. 187-190; Ayrıca bkz.
Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkam-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 124.
9 Bkz. Albayrak, Halis, Kur’ân’da İnsan Gayb İlişkisi, Şule Yay., İstanbul, 1993, s. 87.
10 Tarih içerisinde; Astroloji, Astronomi ile iç içe geçmiş olarak varlığını sürdürmüş olmasından
dolayı bir bilim dalı olarak kabul edilebilirdi. Ancak zamanla incelediği konular
ve kullandığı yöntemler açısından Astronomi’den farklılaştığı ve kendine has bir çizgi ile
temeyyüz ettiği için -geçmişteki durumundan farklı olarak- bu gün kullanılan hususî anlamıyla
bir “bilim” olmaktan uzaklaşmış ve daha çok “kehanet” ile özdeşleşmiştir. Benzer
değerlendirmeler için bkz. Cilacı, Osman, “Büyücülük, Modern Falcılık ve Astroloji”, Diyanet
İlmi Dergi, sy. 4, 1997, s. 38.
11 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c. 2,
s. 281; Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 253
Bu kökten türeyen semâ
uzatmak anlamlarına gelmektedir.11 Kelimenin Arap dili kalıplarındaki diğer türevleri
bu ilk manalar ile ilişkili anlamlarda kullanılmaktadır.
Bu kökten türeyen semâ/السماء ,lügatte; gök, semâ, gökyüzü, yeryüzünün
karşıtı gibi bilinen manalarındaki kullanımının yanında, çatı ve yağmur gibi
kelimelerle de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.12
Astronomi açısından bakıldığında gökyüzü, uzay veya evren kavramı ile
karşılanmaktadır. Bu kavramlar ise; içerisinde farklı özelliklere sahip yıldızlar,
gezegenler v.b. oluşumların bulunduğu alanı ifade etmektedir.
13
2.2.2. Burç/الربج:
Burç, Arapça ج - ر - ب) Be-Ra-Ce) kökünden türemiş bir kelimedir.
Yükselmek, açığa çıkmak, (kadın için) cazibesini ve çekiciliğini göstermek,
süslenmek14 anlamlarının yanında kale (hisar), kule ve gökyüzündeki burçları ifade
için de kullanılmaktadır.15
Burç kavramı Astronomi’de: “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen
yörüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her
biri” olarak tanımlanmaktadır.16
İnsanlık tarihinde burçlarla ilgili en erken bilgilere Sümerler döneminde
rastlanmıştır. Konu daha sonra farklı birçok uygarlıkta ve Yahudi-İbranî literatüründe
de yer almıştır. Bu kaynaklarda burçların sayısının on iki olduğu bilgisine
rastlanılmakla birlikte, zikredilen sayının daha fazla olduğunu söyleyenler de
olmuştur. Örneğin “Milattan önce IV. Yüzyılda yaşayan Grek matematikçisi Eudoxus
kırk dört burç adı saymaktadır. Ptolemy/Batlamyus (m.s. 100–178) ise kırk sekiz burç
sıralar.17” Ptolemy ve Eudoxus tarafından yapılan bu sınıflandırmalar sadece kuzey
11 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c. 2, s. 281; Zemahşerî,
Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, c. 1, s. 476; Ahmed b. Fâris
b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyisu’l-Luga, Dâru’l-Fikr, 1979, c. 3, s. 98; Zebîdî, Muhammed Murtazâ,
Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt, 2004, c. 38, s. 312. 12 Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 3, s. 98; İbn Manzur, Cemâlu’d-dîn b. Muhammed, Lisanu’lArab,
Kahire ts., c. 3, s. 2107; Isfahanî, Ragıb, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kalem, Dimeşk,
2002, s. 427. 13 Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 554. 14 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, c. 1, s. 53. 15 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, a.g.e., c. 1, 125; Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 1, s. 238; İbn
Manzur, a.g.e., c. 1, s. 232; Isfahanî, Ragıb, a.g.e., s. 115; Zebîdî, Muhammed Murtazâ, a.g.e., c. 5,
s. 414-415. 16 Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi,
İstanbul, ts., c. 5, s. 3608 . 17 “Batlamyus, yirmi biri kuzeyde on beşi güneyde, on ikisi ortada muaddilunnehar etrafında Güneşin bir
sene zarfında kateder göründüğü yörüngesinin bulunduğu noktada olmak üzere toplam kırk sekiz
burç saymıştı. Bu kırk sekiz burç bin yirmi dokuz yıldızdan ibaret olup üç yüz altmış biri kuzey
lügatte; gök, semâ, gökyüzü, yeryüzünün
karşıtı gibi bilinen manalarındaki kullanımının yanında, çatı ve yağmur gibi
kelimelerle de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.12
Astronomi açısından bakıldığında gökyüzü, uzay veya evren kavramı ile
karşılanmaktadır. Bu kavramlar ise; içerisinde farklı özelliklere sahip yıldızlar,
gezegenler v.b. oluşumların bulunduğu alanı ifade etmektedir.13
2.2.2. Burç
uzatmak anlamlarına gelmektedir.11 Kelimenin Arap dili kalıplarındaki diğer türevleri
bu ilk manalar ile ilişkili anlamlarda kullanılmaktadır.
Bu kökten türeyen semâ/السماء ,lügatte; gök, semâ, gökyüzü, yeryüzünün
karşıtı gibi bilinen manalarındaki kullanımının yanında, çatı ve yağmur gibi
kelimelerle de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.12
Astronomi açısından bakıldığında gökyüzü, uzay veya evren kavramı ile
karşılanmaktadır. Bu kavramlar ise; içerisinde farklı özelliklere sahip yıldızlar,
gezegenler v.b. oluşumların bulunduğu alanı ifade etmektedir.
13
2.2.2. Burç/الربج:
Burç, Arapça ج - ر - ب) Be-Ra-Ce) kökünden türemiş bir kelimedir.
Yükselmek, açığa çıkmak, (kadın için) cazibesini ve çekiciliğini göstermek,
süslenmek14 anlamlarının yanında kale (hisar), kule ve gökyüzündeki burçları ifade
için de kullanılmaktadır.15
Burç kavramı Astronomi’de: “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen
yörüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her
biri” olarak tanımlanmaktadır.16
İnsanlık tarihinde burçlarla ilgili en erken bilgilere Sümerler döneminde
rastlanmıştır. Konu daha sonra farklı birçok uygarlıkta ve Yahudi-İbranî literatüründe
de yer almıştır. Bu kaynaklarda burçların sayısının on iki olduğu bilgisine
rastlanılmakla birlikte, zikredilen sayının daha fazla olduğunu söyleyenler de
olmuştur. Örneğin “Milattan önce IV. Yüzyılda yaşayan Grek matematikçisi Eudoxus
kırk dört burç adı saymaktadır. Ptolemy/Batlamyus (m.s. 100–178) ise kırk sekiz burç
sıralar.17” Ptolemy ve Eudoxus tarafından yapılan bu sınıflandırmalar sadece kuzey
11 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c. 2, s. 281; Zemahşerî,
Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, c. 1, s. 476; Ahmed b. Fâris
b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyisu’l-Luga, Dâru’l-Fikr, 1979, c. 3, s. 98; Zebîdî, Muhammed Murtazâ,
Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt, 2004, c. 38, s. 312. 12 Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 3, s. 98; İbn Manzur, Cemâlu’d-dîn b. Muhammed, Lisanu’lArab,
Kahire ts., c. 3, s. 2107; Isfahanî, Ragıb, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kalem, Dimeşk,
2002, s. 427. 13 Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 554. 14 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, c. 1, s. 53. 15 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, a.g.e., c. 1, 125; Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 1, s. 238; İbn
Manzur, a.g.e., c. 1, s. 232; Isfahanî, Ragıb, a.g.e., s. 115; Zebîdî, Muhammed Murtazâ, a.g.e., c. 5,
s. 414-415. 16 Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi,
İstanbul, ts., c. 5, s. 3608 . 17 “Batlamyus, yirmi biri kuzeyde on beşi güneyde, on ikisi ortada muaddilunnehar etrafında Güneşin bir
sene zarfında kateder göründüğü yörüngesinin bulunduğu noktada olmak üzere toplam kırk sekiz
burç saymıştı. Bu kırk sekiz burç bin yirmi dokuz yıldızdan ibaret olup üç yüz altmış biri kuzey
Burç, Arapça
uzatmak anlamlarına gelmektedir.11 Kelimenin Arap dili kalıplarındaki diğer türevleri
bu ilk manalar ile ilişkili anlamlarda kullanılmaktadır.
Bu kökten türeyen semâ/السماء ,lügatte; gök, semâ, gökyüzü, yeryüzünün
karşıtı gibi bilinen manalarındaki kullanımının yanında, çatı ve yağmur gibi
kelimelerle de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.12
Astronomi açısından bakıldığında gökyüzü, uzay veya evren kavramı ile
karşılanmaktadır. Bu kavramlar ise; içerisinde farklı özelliklere sahip yıldızlar,
gezegenler v.b. oluşumların bulunduğu alanı ifade etmektedir.
13
2.2.2. Burç/الربج:
Burç, Arapça ج - ر - ب) Be-Ra-Ce) kökünden türemiş bir kelimedir.
Yükselmek, açığa çıkmak, (kadın için) cazibesini ve çekiciliğini göstermek,
süslenmek14 anlamlarının yanında kale (hisar), kule ve gökyüzündeki burçları ifade
için de kullanılmaktadır.15
Burç kavramı Astronomi’de: “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen
yörüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her
biri” olarak tanımlanmaktadır.16
İnsanlık tarihinde burçlarla ilgili en erken bilgilere Sümerler döneminde
rastlanmıştır. Konu daha sonra farklı birçok uygarlıkta ve Yahudi-İbranî literatüründe
de yer almıştır. Bu kaynaklarda burçların sayısının on iki olduğu bilgisine
rastlanılmakla birlikte, zikredilen sayının daha fazla olduğunu söyleyenler de
olmuştur. Örneğin “Milattan önce IV. Yüzyılda yaşayan Grek matematikçisi Eudoxus
kırk dört burç adı saymaktadır. Ptolemy/Batlamyus (m.s. 100–178) ise kırk sekiz burç
sıralar.17” Ptolemy ve Eudoxus tarafından yapılan bu sınıflandırmalar sadece kuzey
11 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c. 2, s. 281; Zemahşerî,
Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998, c. 1, s. 476; Ahmed b. Fâris
b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyisu’l-Luga, Dâru’l-Fikr, 1979, c. 3, s. 98; Zebîdî, Muhammed Murtazâ,
Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt, 2004, c. 38, s. 312. 12 Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 3, s. 98; İbn Manzur, Cemâlu’d-dîn b. Muhammed, Lisanu’lArab,
Kahire ts., c. 3, s. 2107; Isfahanî, Ragıb, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kalem, Dimeşk,
2002, s. 427. 13 Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 554. 14 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, c. 1, s. 53. 15 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, a.g.e., c. 1, 125; Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 1, s. 238; İbn
Manzur, a.g.e., c. 1, s. 232; Isfahanî, Ragıb, a.g.e., s. 115; Zebîdî, Muhammed Murtazâ, a.g.e., c. 5,
s. 414-415. 16 Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi,
İstanbul, ts., c. 5, s. 3608 . 17 “Batlamyus, yirmi biri kuzeyde on beşi güneyde, on ikisi ortada muaddilunnehar etrafında Güneşin bir
sene zarfında kateder göründüğü yörüngesinin bulunduğu noktada olmak üzere toplam kırk sekiz
burç saymıştı. Bu kırk sekiz burç bin yirmi dokuz yıldızdan ibaret olup üç yüz altmış biri kuzey
(Be-Ra-Ce) kökünden türemiş bir kelimedir.
Yükselmek, açığa çıkmak, (kadın için) cazibesini ve çekiciliğini göstermek,
süslenmek14 anlamlarının yanında kale (hisar), kule ve gökyüzündeki burçları
ifade için de kullanılmaktadır. 15
Burç kavramı Astronomi’de: “Güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yö-
rüngenin içlerinden geçtiği belli sembollerle gösterilen on iki takımyıldızdan her
biri” olarak tanımlanmaktadır.16
İnsanlık tarihinde burçlarla ilgili en erken bilgilere Sümerler döneminde
rastlanmıştır. Konu daha sonra farklı birçok uygarlıkta ve Yahudi-İbranî
literatüründe de yer almıştır. Bu kaynaklarda burçların sayısının on iki olduğu
bilgisine rastlanılmakla birlikte, zikredilen sayının daha fazla olduğunu
söyleyenler de olmuştur. Örneğin “Milattan önce IV. Yüzyılda yaşayan Grek
matematikçisi Eudoxus kırk dört burç adı saymaktadır. Ptolemy/Batlamyus
(m.s. 100–178) ise kırk sekiz burç sıralar.17” Ptolemy ve Eudoxus tarafından
1998, c. 1, s. 476; Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyisu’l-Luga, Dâru’l-Fikr,
1979, c. 3, s. 98; Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt,
2004, c. 38, s. 312.
12 Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 3, s. 98; İbn Manzur, Cemâlu’d-dîn b. Muhammed,
Lisanu’l-Arab, Kahire ts., c. 3, s. 2107; Isfahanî, Ragıb, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’lKalem,
Dimeşk, 2002, s. 427.
13 Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 554.
14 Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, Esâsu’l-Belâğa, c. 1, s. 53.
15 Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, a.g.e., c. 1, 125; Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 1, s.
238; İbn Manzur, a.g.e., c. 1, s. 232; Isfahanî, Ragıb, a.g.e., s. 115; Zebîdî, Muhammed
Murtazâ, a.g.e., c. 5, s. 414-415.
16 Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser
Kitabevi, İstanbul, ts., c. 5, s. 3608 .
17 “Batlamyus, yirmi biri kuzeyde on beşi güneyde, on ikisi ortada muaddilunnehar etrafında
Güneşin bir sene zarfında kateder göründüğü yörüngesinin bulunduğu noktada olmak
üzere toplam kırk sekiz burç saymıştı. Bu kırk sekiz burç bin yirmi dokuz yıldızdan ibaret
olup üç yüz altmış biri kuzey burçlarında, üç yüz on sekizi güney burçlarında, üç yüz ellisi
de “mıntakatü’l-bürûc” denilen orta alandadır. Bu burç alanı üzerindeki on iki burç bir
sene zarfında adeta Güneşin birbirini müteakip uğradığı haneler gibi mülahaza olunur.”
254 Davut AĞBAL
yapılan bu sınıflandırmalar sadece kuzey yarım küre gök haritasını ifade etmektedir.
Güney yarım küre gök haritasındaki takımyıldızları daha sonraki
dönemlerde belirlenmiş ve gökyüzündeki takımyıldızlarının sayısı bazı astronomlar
tarafından yüz sekize kadar çıkartılmıştır. Son olarak, Uluslararası
Astronomi Birliği gökyüzünü seksen sekiz takımyıldıza bölmüştür.18 Bu da
bize göstermektedir ki Astronomi ilmi açısından burçları on iki ile sınırlandırmak
mümkün değildir. Burçların sayısının daha fazla olduğunu ifade eden
Elmalılı M. Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) on iki burcun19 itibari olduğunu,
diğerlerinin değil de bu on ikisinin “burç” olarak adlandırıldığı malumatına
yer vermektedir.20 Bu gün kullanıldığı şekliyle on iki burcun adları ise Latin
literatüründe ortaya çıkmıştır.21
3. Kur’ân’da Semâ Kavramı:
Semâ
yarım küre gök haritasını ifade etmektedir. Güney yarım küre gök haritasındaki
takımyıldızları daha sonraki dönemlerde belirlenmiş ve gökyüzündeki
takımyıldızlarının sayısı bazı astronomlar tarafından yüz sekize kadar çıkartılmıştır.
Son olarak, Uluslararası Astronomi Birliği gökyüzünü seksen sekiz takımyıldıza
bölmüştür.18 Bu da bize göstermektedir ki Astronomi ilmi açısından burçları on iki ile
sınırlandırmak mümkün değildir. Burçların sayısının daha fazla olduğunu ifade eden
Elmalılı M. Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) on iki burcun19 itibari olduğunu, diğerlerinin
değil de bu on ikisinin “burç” olarak adlandırıldığı malumatına yer vermektedir.20 Bu
gün kullanıldığı şekliyle on iki burcun adları ise Latin literatüründe ortaya çıkmıştır. 21
3. Kur’ân’da Semâ Kavramı:
Semâ (السماء/(gökyüzü kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 116 âyette, 120 kere
geçmektedir. Kelimenin çoğulu “السموات “ise 188 âyette 190 kere geçmektedir.22
Semâ kelimesinin çoğul ve tekil kullanımlarının Kur’ân üslûbu açısından bir özelliği
olduğundan bahsedilmesine23 karşın bu hususu çalışmamızın kapsamı dışında
kaldığı için göz önüne almayıp; çoğul ve tekil kullanımları birlikte değerlendireceğiz.
Semâ, Kur’ân’da farklı birçok anlamda kullanılmaktadır. Örneğin; herhangi
bir mekândan mücerret; yükseklik, ‘üst’telik; yücelik, ululuk manasında kullanılmıştır.
Mülk Sûresi 16 ve 17. âyetlerde geçen semâ kelimesi bu anlamdadır.24
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan ‘yer ve gök/gökler’ terkibi -birçok âyetteAllah
Teâla’nın yarattığı bütün mahlûkatı kapsayan alana işaret eder. Bu kullanım
aynı zamanda ‘Semâ’ kavramıyla, Dünya haricindeki her yerin ifade edilmesi olarak
burçlarında, üç yüz on sekizi güney burçlarında, üç yüz ellisi de “mıntakatü’l-bürûc” denilen orta
alandadır. Bu burç alanı üzerindeki on iki burç bir sene zarfında adeta Güneşin birbirini müteakip
uğradığı haneler gibi mülahaza olunur.” Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. (Tarafımızdan yapılan
ufak sadeleştirmelerle alıntılanmıştır.) 18 Bkz. Robinson, Leif J., Philip’s Astronomy Encyclopedia, London, 2002, s. 92-93; The World Book
Encyclopedia of Science, c. 1, s. 21. 19 Bahsi geçen on iki burcun isimleri şunlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep,
Yay, Oğlak, Kova ve Balık 20 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 21 Greklerin bu takım yıldızlara kendi mitolojilerindeki yüce karakterlerin isimlerini verdiklerine dair bkz.
Abell, George, Exploration Of The Universe, U.S.A., 1969, s. 15; The World Book Encyclopedia of
Science, c. 1, s.20; Ayrıca bkz. Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Joseph A. Angelo JR,
a.g.e., s. 148-151. 22 Abdülbâki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres Li elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, Daru’l-Hadis, Kahire,
2001, 445-450. 23 Semâ kelimesinin Kur’ân’da tekil geldiği yerlerde ‘yön’e; azamet ve çokluğa delâlet eden çoğul siga ile
geldiğinde ise ‘sayı’ya işaret ettiğine dair görüş ve değerlendirmeler için bkz. Suyutî, Celâlu’d-dîn, el-
İtkan fi Ulumi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2006, c. 2, s. 594-595.
24 İlgili ayetlerdeki semâ/السماء kelimesinin yorumu için bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 7, s. 5234.
gökyüzü kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 116 âyette, 120 kere
geçmektedir. Kelimenin çoğulu
yarım küre gök haritasını ifade etmektedir. Güney yarım küre gök haritasındaki
takımyıldızları daha sonraki dönemlerde belirlenmiş ve gökyüzündeki
takımyıldızlarının sayısı bazı astronomlar tarafından yüz sekize kadar çıkartılmıştır.
Son olarak, Uluslararası Astronomi Birliği gökyüzünü seksen sekiz takımyıldıza
bölmüştür.18 Bu da bize göstermektedir ki Astronomi ilmi açısından burçları on iki ile
sınırlandırmak mümkün değildir. Burçların sayısının daha fazla olduğunu ifade eden
Elmalılı M. Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) on iki burcun19 itibari olduğunu, diğerlerinin
değil de bu on ikisinin “burç” olarak adlandırıldığı malumatına yer vermektedir.20 Bu
gün kullanıldığı şekliyle on iki burcun adları ise Latin literatüründe ortaya çıkmıştır. 21
3. Kur’ân’da Semâ Kavramı:
Semâ (السماء/(gökyüzü kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 116 âyette, 120 kere
geçmektedir. Kelimenin çoğulu “السموات “ise 188 âyette 190 kere geçmektedir.22
Semâ kelimesinin çoğul ve tekil kullanımlarının Kur’ân üslûbu açısından bir özelliği
olduğundan bahsedilmesine23 karşın bu hususu çalışmamızın kapsamı dışında
kaldığı için göz önüne almayıp; çoğul ve tekil kullanımları birlikte değerlendireceğiz.
Semâ, Kur’ân’da farklı birçok anlamda kullanılmaktadır. Örneğin; herhangi
bir mekândan mücerret; yükseklik, ‘üst’telik; yücelik, ululuk manasında kullanılmıştır.
Mülk Sûresi 16 ve 17. âyetlerde geçen semâ kelimesi bu anlamdadır.24
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan ‘yer ve gök/gökler’ terkibi -birçok âyetteAllah
Teâla’nın yarattığı bütün mahlûkatı kapsayan alana işaret eder. Bu kullanım
aynı zamanda ‘Semâ’ kavramıyla, Dünya haricindeki her yerin ifade edilmesi olarak
burçlarında, üç yüz on sekizi güney burçlarında, üç yüz ellisi de “mıntakatü’l-bürûc” denilen orta
alandadır. Bu burç alanı üzerindeki on iki burç bir sene zarfında adeta Güneşin birbirini müteakip
uğradığı haneler gibi mülahaza olunur.” Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. (Tarafımızdan yapılan
ufak sadeleştirmelerle alıntılanmıştır.) 18 Bkz. Robinson, Leif J., Philip’s Astronomy Encyclopedia, London, 2002, s. 92-93; The World Book
Encyclopedia of Science, c. 1, s. 21. 19 Bahsi geçen on iki burcun isimleri şunlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep,
Yay, Oğlak, Kova ve Balık 20 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 21 Greklerin bu takım yıldızlara kendi mitolojilerindeki yüce karakterlerin isimlerini verdiklerine dair bkz.
Abell, George, Exploration Of The Universe, U.S.A., 1969, s. 15; The World Book Encyclopedia of
Science, c. 1, s.20; Ayrıca bkz. Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Joseph A. Angelo JR,
a.g.e., s. 148-151. 22 Abdülbâki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres Li elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, Daru’l-Hadis, Kahire,
2001, 445-450. 23 Semâ kelimesinin Kur’ân’da tekil geldiği yerlerde ‘yön’e; azamet ve çokluğa delâlet eden çoğul siga ile
geldiğinde ise ‘sayı’ya işaret ettiğine dair görüş ve değerlendirmeler için bkz. Suyutî, Celâlu’d-dîn, el-
İtkan fi Ulumi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2006, c. 2, s. 594-595.
24 İlgili ayetlerdeki semâ/السماء kelimesinin yorumu için bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 7, s. 5234.
ise 188 âyette 190 kere geçmektedir.22
Semâ kelimesinin çoğul ve tekil kullanımlarının Kur’ân üslûbu açısından
bir özelliği olduğundan bahsedilmesine23 karşın bu hususu çalışmamızın
kapsamı dışında kaldığı için göz önüne almayıp; çoğul ve tekil kullanımları
birlikte değerlendireceğiz.
Semâ, Kur’ân’da farklı birçok anlamda kullanılmaktadır. Örneğin; herhangi
bir mekândan mücerret; yükseklik, ‘üst’telik; yücelik, ululuk manasında
kullanılmıştır. Mülk Sûresi 16 ve 17. âyetlerde geçen semâ kelimesi bu anlamdadır.24
Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. (Tarafımızdan yapılan ufak sadeleştirmelerle alıntı-
lanmıştır.)
18 Bkz. Robinson, Leif J., Philip’s Astronomy Encyclopedia, London, 2002, s. 92-93; The World
Book Encyclopedia of Science, c. 1, s. 21.
19 Bahsi geçen on iki burcun isimleri şunlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak,
Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık
20 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609.
21 Greklerin bu takım yıldızlara kendi mitolojilerindeki yüce karakterlerin isimlerini verdiklerine
dair bkz. Abell, George, Exploration Of The Universe, U.S.A., 1969, s. 15; The World
Book Encyclopedia of Science, c. 1, s.20; Ayrıca bkz. Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s.
421; Joseph A. Angelo JR, a.g.e., s. 148-151.
22 Abdülbâki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres Li elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, Daru’l-Hadis,
Kahire, 2001, 445-450.
23 Semâ kelimesinin Kur’ân’da tekil geldiği yerlerde ‘yön’e; azamet ve çokluğa delâlet eden
çoğul siga ile geldiğinde ise ‘sayı’ya işaret ettiğine dair görüş ve değerlendirmeler için bkz.
Suyutî, Celâlu’d-dîn, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2006, c. 2, s. 594-
595.
24 İlgili ayetlerdeki semâ
yarım küre gök haritasını ifade etmektedir. Güney yarım küre gök haritasındaki
takımyıldızları daha sonraki dönemlerde belirlenmiş ve gökyüzündeki
takımyıldızlarının sayısı bazı astronomlar tarafından yüz sekize kadar çıkartılmıştır.
Son olarak, Uluslararası Astronomi Birliği gökyüzünü seksen sekiz takımyıldıza
bölmüştür.18 Bu da bize göstermektedir ki Astronomi ilmi açısından burçları on iki ile
sınırlandırmak mümkün değildir. Burçların sayısının daha fazla olduğunu ifade eden
Elmalılı M. Hamdi Yazır (ö. 1361/1942) on iki burcun19 itibari olduğunu, diğerlerinin
değil de bu on ikisinin “burç” olarak adlandırıldığı malumatına yer vermektedir.20 Bu
gün kullanıldığı şekliyle on iki burcun adları ise Latin literatüründe ortaya çıkmıştır. 21
3. Kur’ân’da Semâ Kavramı:
Semâ (السماء/(gökyüzü kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de 116 âyette, 120 kere
geçmektedir. Kelimenin çoğulu “السموات “ise 188 âyette 190 kere geçmektedir.22
Semâ kelimesinin çoğul ve tekil kullanımlarının Kur’ân üslûbu açısından bir özelliği
olduğundan bahsedilmesine23 karşın bu hususu çalışmamızın kapsamı dışında
kaldığı için göz önüne almayıp; çoğul ve tekil kullanımları birlikte değerlendireceğiz.
Semâ, Kur’ân’da farklı birçok anlamda kullanılmaktadır. Örneğin; herhangi
bir mekândan mücerret; yükseklik, ‘üst’telik; yücelik, ululuk manasında kullanılmıştır.
Mülk Sûresi 16 ve 17. âyetlerde geçen semâ kelimesi bu anlamdadır.24
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan ‘yer ve gök/gökler’ terkibi -birçok âyetteAllah
Teâla’nın yarattığı bütün mahlûkatı kapsayan alana işaret eder. Bu kullanım
aynı zamanda ‘Semâ’ kavramıyla, Dünya haricindeki her yerin ifade edilmesi olarak
burçlarında, üç yüz on sekizi güney burçlarında, üç yüz ellisi de “mıntakatü’l-bürûc” denilen orta
alandadır. Bu burç alanı üzerindeki on iki burç bir sene zarfında adeta Güneşin birbirini müteakip
uğradığı haneler gibi mülahaza olunur.” Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. (Tarafımızdan yapılan
ufak sadeleştirmelerle alıntılanmıştır.) 18 Bkz. Robinson, Leif J., Philip’s Astronomy Encyclopedia, London, 2002, s. 92-93; The World Book
Encyclopedia of Science, c. 1, s. 21. 19 Bahsi geçen on iki burcun isimleri şunlardır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep,
Yay, Oğlak, Kova ve Balık 20 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 21 Greklerin bu takım yıldızlara kendi mitolojilerindeki yüce karakterlerin isimlerini verdiklerine dair bkz.
Abell, George, Exploration Of The Universe, U.S.A., 1969, s. 15; The World Book Encyclopedia of
Science, c. 1, s.20; Ayrıca bkz. Demirci, Kürşat, “Burç”, DİA, c. 11, s. 421; Joseph A. Angelo JR,
a.g.e., s. 148-151. 22 Abdülbâki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres Li elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, Daru’l-Hadis, Kahire,
2001, 445-450. 23 Semâ kelimesinin Kur’ân’da tekil geldiği yerlerde ‘yön’e; azamet ve çokluğa delâlet eden çoğul siga ile
geldiğinde ise ‘sayı’ya işaret ettiğine dair görüş ve değerlendirmeler için bkz. Suyutî, Celâlu’d-dîn, el-
İtkan fi Ulumi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2006, c. 2, s. 594-595.
24 İlgili ayetlerdeki semâ/السماء kelimesinin yorumu için bkz. Yazır, M. Hamdi, kelimesinin yorumu için bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 7, s. 5234. a.g.e., c. 7, s.
5234.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 255
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan ‘yer ve gök/gökler’ terkibi -birçok
âyette- Allah Teâla’nın yarattığı bütün mahlûkatı kapsayan alana işaret eder.
Bu kullanım aynı zamanda ‘Semâ’ kavramıyla, Dünya haricindeki her yerin
ifadeedilmesi olarak da okunabilir.25 Yine Semâ kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de
kullanılışı -bu anlamların dışında- gökteki cisimleri anlatacak bir anlam geniş-
liğine de sahiptir.26
Semâ kavramı; Kur’ân-ı Kerîm’de, her hangi bir mekânla irtibatlandırılacak
şekilde yukarı, üst, yüksek anlamlarında da kullanılmıştır. Bu kullanım,
birçok mekânsal yüksekliği içerisinde barındırmaktadır. Örneğin Kur’ân’da;
‘evin tavanı’27 için semâ kelimesi kullanılırken; kelimenin, atmosferin yeryü-
züne en yakın olan ve içerisinde hava olaylarının (bulut, rüzgâr, yağış v.s.)
gerçekleştiği katmana da sema denmiştir.28 Bununla birlikte ‘en yakın gök’29
terkibindeki gök kelimesi, yıldızlarla süslendiği Kur’ân’da ifade edilen ve yıldızların
tamamının içerisinde bulunduğu alan manasındadır.
O haldeKur’ânî bağlamda burçlara bir yertespitedebilmek için,Kur’ân’da
semâ kavramı ile tam olarak neyin kastedildiğine odaklanmak gerekmektedir.
Dolayısıyla kavramın bütün bu kullanımlarına ek olarak Kur’ân’daki “yedi kat
gök” ifadesi de burada önem arz etmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı
vurgulanmaktadır. Farklı âyetlerde de en yakın göğün yıldızlarla süslendiğine
işaret edilmektedir. İşte bu iki husus, bizim “yedi kat gök” kavramını anlamlandırmada
hareket noktamız olacak niteliktedir. Konuya tam da bu noktadan
bakan Ahmed Naim’in (ö. 1353/1934) tespitleri ise, üzerinde durulmaya
değer nitelikledir. O, Kur’ân’daki “yakın göğün yıldızlarla süslendiği” bilgisinden
yola çıkarak birinci semâyı, yıldızların bulunduğu alanın ötesinden
başlatmaktadır. Daha sonra da yıldız ve gök cisimlerini kuşatan yakın semâyı
25 İlgili ayetlerin bir kısmı için bkz. 2, Bakara, 33, 107, 116, 255, 284; 3. Âl-i İmran, 29,
109, 129; 4. Nisa, 126.
26 22. Hacc, 65. Sema kelimesinin anlam olarak gökteki cisimleri karşılaması ile ilgili olarak
bkz. Merâği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Meraği, Mısır, 1946, c.17, s. 137.
27 22. Hacc, 15. Ayet-i kerimedeki sema kelimesine, ‘evin tavanı’ anlamının verilmesi ile ilgili
olarak bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, Meâni’l-Kur’ân ve İ’rabuhu, Alemu’lKütüb,
Beyrut, 1988, c. 3, s. 417; İbn Ebi Zemenîn, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Aziz, Kahire, 2002,
c. 3, s. 173; Zemahşerî, Mahmud b. Ömer el-Keşşâf, Beyrut, 2009, c. 3, s. 144; Endülüsî,
Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhît, Beyrut, 1993, c. 6, s. 333; Râzi, Fahreddin, Mefâtihu’lGayb,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1981, c. 23, s. 17; Merâği, Ahmed Mustafa, a.g.e., c.17, s. 96;
Derviş, Muhyiddin, İ’rabu’l-Kur’ân ve Beyânuhu, Suriye, 1992, c. 6, s. 407; Ahmed b. Fâris
b. Zekeriyyâ, a.g.e., c. 3, s. 98.
28 2. Bakara, 22; 21, Enbiyâ. 32; 25. Furkan, 48; 27. Neml, 60.
29 37. Saffat, 6; 67. Mülk, 5; 50, Kâf. 6; 41. Fussilet, 12.
256 Davut AĞBAL
ikinci bir semâ’nın, onu da kuşatan üçüncü bir semâ’nın olduğunu ve bunun
yedi semâya kadar vardığını ifade eder. Ahmed Naim, Yedi kat göğü böyle
bir uzaklık/büyüklük ile ele aldıktan sonra Hz. Peygamber’in (a.s.) bir hadî-
sini zikrederek gökler ile ilgili şu tabloyu ortaya koyar. İlgili hadîs’te Peygamber
Efendimiz Ebu Zer’e hitaben: “Ya Ebâ Zer, yedi kat gök ile yedi kat yer
Kürsî’ye nispeten bir çölün ortasına atılmış bir kapı veya yüzük halkasından
fazla bir şey değildir. Arş’ın Kürsî’ye nazaran büyüklüğü, o çölün o halkaya
nazaran büyüklüğü derecesindedir.”30 buyurmaktadır.
Her ne kadar “en yakın sema” olarak bahsedilen kısmın -Ahmed Naim’in
ifade ettiği gibi- yıldız ve gök cisimlerinin bulunduğu alandan ötesi için kullanılabilmesi
muhtemel olsa da; “en yakın semâ” lafzıyla işaret edilen yerin bizzat
bu gök cisimlerini içine alan mekân manasında olması da mümkündür.31
Birinci semânın maddî alem diğerlerinin ise mânevî semâlar olduğu şeklindeki
görüşleri32 de dikkate alacak olursak Astronomi’nin inceleme alanı
olan gök ile Kur’ân’ın bahsettiği gök birbirinden ayrılmaktadır. Ancak her
halükarda araştırmamızın konusunu teşkil eden burçlar (ya da takımyıldızlar)
hem âyetlerde ifade edilen en yakın gök içerisinde hem de Astronomi’nin
çalışma alanı içerisinde değerlendirilecek bir konudur.
4. Kur’ân’da Burç Kavramı:
Burç kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de tekil isim olarak yer almaz. Çoğulu
“Burûc” ise Kur’ân’da dört yerde geçmektedir. Ayrıca kelimenin, tefe’ül
İlgili hadîs’te Peygamber Efendimiz Ebu Zer’e hitaben: “Ya Ebâ Zer, yedi kat gök ile
yedi kat yer Kürsî’ye nispeten bir çölün ortasına atılmış bir kapı veya yüzük
halkasından fazla bir şey değildir. Arş’ın Kürsî’ye nazaran büyüklüğü, o çölün o
halkaya nazaran büyüklüğü derecesindedir.”30 buyurmaktadır.
Her ne kadar “en yakın sema” olarak bahsedilen kısmın -Ahmed Naim’in
ifade ettiği gibi- yıldız ve gök cisimlerinin bulunduğu alandan ötesi için
kullanılabilmesi muhtemel olsa da; “en yakın semâ” lafzıyla işaret edilen yerin bizzat
bu gök cisimlerini içine alan mekân manasında olması da mümkündür.31
Birinci semânın maddî alem diğerlerinin ise mânevî semâlar olduğu
şeklindeki görüşleri32 de dikkate alacak olursak Astronomi’nin inceleme alanı olan
gök ile Kur’ân’ın bahsettiği gök birbirinden ayrılmaktadır. Ancak her halükarda
araştırmamızın konusunu teşkil eden burçlar (ya da takımyıldızlar) hem âyetlerde
ifade edilen en yakın gök içerisinde hem de Astronomi’nin çalışma alanı içerisinde
değerlendirilecek bir konudur.
4. Kur’ân’da Burç Kavramı:
Burç kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de tekil isim olarak yer almaz. Çoğulu “Burûc”
ise Kur’ân’da dört yerde geçmektedir. Ayrıca kelimenin, tefe’ül/لّ
babındaki تفع
kullanımı Ahzab Sûresi 33. âyette ve aynı bâbtan türeyen bir ism-i fâili de Nûr Sûresi
60. âyette mevcuttur.
Türevleri ile Kur’ân’da toplam altı âyette yedi kez geçen kelimenin bu
âyetlerde kullanıldığı anlamları şu şekilde tespit etmek mümkündür:
4.1. Hisar, Kale:
ْ ِِف “
ُم
ْت
ْ ُكن
لَو
َ
ْ ُت و
َو
ْم
ُ ال
ْك ُكم
ُْدِر
ُوا ي
َ ُكون
ا ت
َ
َم
ن
ُ أَي و ج ْ
ُر
ِ ب
ه
ِ
َذ
ُولُوا ه
ق
َ
ٌ ي
َة
ن
َ
َس
ْ ح
ُم
ْه
ُ ِصب
ِ ْن ت
إ
َ
ٍ و
َة
َّد
ُ َشي
م
َل
ُ
َؤ
ِ ه
ال
َ
َم
ِ ف
ِ اللَّه
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِن
ٌّ م
ْ ُكل
ُل
َك ق
ِ
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِن
ِ م
ه
ِ
َذ
ُولُوا ه
ق
َ
ٌ ي
َة
ِّئ
ي
َ
ْ س
ُم
ْه
ِصب
ُ
ِ ْن ت
إ
َ
ِ و
ِ اللَّه
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِ م َل ِن
م
ْ
َو
ْق
ِ ال
ء
ا
ً
يث
ِ
َد
ُوَن ح
َه
ْق
ف
َ
ُوَن ي
ي ” َ َكاد
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız
bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler; başlarına bir kötülük gelince
30 Naim, Ahmed; Miras, Kamil, Sahih-i Buhârî Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara,
1981, c. 2, s. 270-271 . 31 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; En yakın gök’ün, içerisinde yıldızların bulunduğu yer olduğuna
dair İbn Abbas’tan gelen rivayet için bkz. Nisâburî, Ebu Abdullah el-Hâkim, el-Müstedrek, Dâru’lMarife,
Beyrut, ts., c. 2, s. 222; Makdîsî, Ebu Şâme, el-Mürşidü’l-Vecîz, T.D.V. Yay., Ankara, 1986, s.
17. 32 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; Ayrıca bkz. Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, Marifet
Yay., İstanbul, 1984, s. 61.
babındaki kullanımı Ahzab Sûresi 33. âyette ve aynı bâbtan türeyen bir ism-i
fâili de Nûr Sûresi 60. âyette mevcuttur.
Türevleri ile Kur’ân’da toplam altı âyette yedi kez geçen kelimenin bu
âyetlerde kullanıldığı anlamları şu şekilde tespit etmek mümkündür:
4.1. Hisar, Kale:
30 Naim, Ahmed; Miras, Kamil, Sahih-i Buhârî Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi,
Ankara, 1981, c. 2, s. 270-271 .
31 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; En yakın gök’ün, içerisinde yıldızların bulunduğu yer
olduğuna dair İbn Abbas’tan gelen rivayet için bkz. Nisâburî, Ebu Abdullah el-Hâkim, elMüstedrek,
Dâru’l-Marife, Beyrut, ts., c. 2, s. 222; Makdîsî, Ebu Şâme, el-Mürşidü’l-Vecîz,
T.D.V. Yay., Ankara, 1986, s. 17.
32 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; Ayrıca bkz. Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri,
Marifet Yay., İstanbul, 1984, s. 61.
İlgili hadîs’te Peygamber Efendimiz Ebu Zer’e hitaben: “Ya Ebâ Zer, yedi kat gök ile
yedi kat yer Kürsî’ye nispeten bir çölün ortasına atılmış bir kapı veya yüzük
halkasından fazla bir şey değildir. Arş’ın Kürsî’ye nazaran büyüklüğü, o çölün o
halkaya nazaran büyüklüğü derecesindedir.”30 buyurmaktadır.
Her ne kadar “en yakın sema” olarak bahsedilen kısmın -Ahmed Naim’in
ifade ettiği gibi- yıldız ve gök cisimlerinin bulunduğu alandan ötesi için
kullanılabilmesi muhtemel olsa da; “en yakın semâ” lafzıyla işaret edilen yerin bizzat
bu gök cisimlerini içine alan mekân manasında olması da mümkündür.31
Birinci semânın maddî alem diğerlerinin ise mânevî semâlar olduğu
şeklindeki görüşleri32 de dikkate alacak olursak Astronomi’nin inceleme alanı olan
gök ile Kur’ân’ın bahsettiği gök birbirinden ayrılmaktadır. Ancak her halükarda
araştırmamızın konusunu teşkil eden burçlar (ya da takımyıldızlar) hem âyetlerde
ifade edilen en yakın gök içerisinde hem de Astronomi’nin çalışma alanı içerisinde
değerlendirilecek bir konudur.
4. Kur’ân’da Burç Kavramı:
Burç kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de tekil isim olarak yer almaz. Çoğulu “Burûc”
ise Kur’ân’da dört yerde geçmektedir. Ayrıca kelimenin, tefe’ül/لّ
babındaki تفع
kullanımı Ahzab Sûresi 33. âyette ve aynı bâbtan türeyen bir ism-i fâili de Nûr Sûresi
60. âyette mevcuttur.
Türevleri ile Kur’ân’da toplam altı âyette yedi kez geçen kelimenin bu
âyetlerde kullanıldığı anlamları şu şekilde tespit etmek mümkündür:
4.1. Hisar, Kale:
ْ ِِف “
ُم
ْت
ْ ُكن
لَو
َ
ْ ُت و
َو
ْم
ُ ال
ْك ُكم
ُْدِر
ُوا ي
َ ُكون
ا ت
َ
َم
ن
ُ أَي و ج ْ
ُر
ِ ب
ه
ِ
َذ
ُولُوا ه
ق
َ
ٌ ي
َة
ن
َ
َس
ْ ح
ُم
ْه
ُ ِصب
ِ ْن ت
إ
َ
ٍ و
َة
َّد
ُ َشي
م
َل
ُ
َؤ
ِ ه
ال
َ
َم
ِ ف
ِ اللَّه
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِن
ٌّ م
ْ ُكل
ُل
َك ق
ِ
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِن
ِ م
ه
ِ
َذ
ُولُوا ه
ق
َ
ٌ ي
َة
ِّئ
ي
َ
ْ س
ُم
ْه
ِصب
ُ
ِ ْن ت
إ
َ
ِ و
ِ اللَّه
ْد
ن
ِ
ْ ع
ِ م َل ِن
م
ْ
َو
ْق
ِ ال
ء
ا
ً
يث
ِ
َد
ُوَن ح
َه
ْق
ف
َ
ُوَن ي
ي ” َ َكاد
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız
bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler; başlarına bir kötülük gelince
30 Naim, Ahmed; Miras, Kamil, Sahih-i Buhârî Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara,
1981, c. 2, s. 270-271 . 31 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; En yakın gök’ün, içerisinde yıldızların bulunduğu yer olduğuna
dair İbn Abbas’tan gelen rivayet için bkz. Nisâburî, Ebu Abdullah el-Hâkim, el-Müstedrek, Dâru’lMarife,
Beyrut, ts., c. 2, s. 222; Makdîsî, Ebu Şâme, el-Mürşidü’l-Vecîz, T.D.V. Yay., Ankara, 1986, s.
17. 32 Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 1, s. 294; Ayrıca bkz. Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, Marifet
Yay., İstanbul, 1984, s. 61.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 257
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız
bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler; başlarına bir kötülük
gelince de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir
türlü laf anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve Resulüne
itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”34
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal
yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları süsledik.”36
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”37
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bah-
33 4. Nisâ, 78.
34 33. Ahzâb, 33.
35 24. Nur, 60.
36 15. Hicr, 16.
37 25. Furkân, 61.
38 85. Burûc, 1.
de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf
anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
َ “ َل
ِ ُك َّن و
وت
ُ
ي
ُ
ْ َن ِِف ب
َر
ق
َ
ِ و
يَّة
ِ
ِل
اه
َ
َ الْج
رج
ُّ َ
َب
َ ت
ْن
َ َّرج
َب
َ ت
ْن
ِع
أَط
َ
َ و
َكاة
َني الَّز
ِ
آت
َ
َ و
َ ال َّصََلة
ْن
ِم
أَق
َ
اْْلُوََل و
ا
ً
ِْهري
َط
ْ ت
ُكم
َ
َِّهر
ُط
ي
َ
ِت و
ْ
ي
َ
ْب
ال
َ
ْل
َ أَه
ْس
ِّج
ُ الر
ْ ُكم
ن
َ
َ ع
ِب
ْذه
ُ
ي
ِ
ُ ل
ُ اللَّه
ِريد
ُ
َا ي
ََِّّن
ُ إ
ُولَه
َس
ر
َ
َ و
الل ” َّه
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”
34
ُ َّن “
َه
اب
َ
ي
ِ
َ ث
ْن
َ َضع
ٌ أَ ْن ي
اح
َ
ن
ُ
ِه َّن ج
ْ
َي
ل
َ
َ ع
ْس
َي
َل
ا ف
ً
ِ َكاح
ُوَن ن
ْج
ر
َ
ِ الََّلِِت َل ي
اء
َ
َ النِّس
ِن
ُ م
ِد
اع
َ
َو
ْق
ال
َ
َ و
ْر
َي
غ
ا ت
َ
َِّرج
ب
َ
ت
ُ
َ م
ِِزين
ٌ ب
يم
ِ
ل
َ
ٌ ع
يع
ِ
ُ ََس
اللَّه
َ
َُّن و
ٌ ََل
ْر
ي
َ
َ خ
ْن
ِف
ْف
َع
ت
ْ
َس
أَ ْن ي
َ
ة ” ٍ و
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli
davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
ً و ا َ
ُوج
ُر
َ ب
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
و “ َ
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları
süsledik.”
36
“ ِ
اء
َ
ِِف ال َّسم
َ
َل
َع
ِي ج
َ َك الَّذ
ار
َ
ب
ً ت ا َ
ُوج
ً ب ا ُر
ِري
ن
ُ
ا م
ً
ر
َ
َم
ق
َ
ا و
ً
اج
َ
ِر
ا س
َ
يه
ِ
َ ف
َل
َع
و “ َج
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
37
ا ِت ”
َ
ِ ذ
اء
َ
ال َّسم
ُ و وِج َ
الْب “ ُر
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”
38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bahsedilen
“burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür. Müfessirlerin
çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki anlamında değerlendirmiş
ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı yıldızların menzilleri/konakları
olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu ifade ettikten sonra da bu on iki burcun
ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları
içerisinde toplayan bir metni burada zikretmek istiyoruz:
33 4. Nisâ, 78. 34 33. Ahzâb, 33. 35 24. Nur, 60. 36 15. Hicr, 16. 37 25. Furkân, 61. 38 85. Burûc, 1.
de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf
anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
َ “ َل
ِ ُك َّن و
وت
ُ
ي
ُ
ْ َن ِِف ب
َر
ق
َ
ِ و
يَّة
ِ
ِل
اه
َ
َ الْج
رج
ُّ َ
َب
َ ت
ْن
َ َّرج
َب
َ ت
ْن
ِع
أَط
َ
َ و
َكاة
َني الَّز
ِ
آت
َ
َ و
َ ال َّصََلة
ْن
ِم
أَق
َ
اْْلُوََل و
ا
ً
ِْهري
َط
ْ ت
ُكم
َ
َِّهر
ُط
ي
َ
ِت و
ْ
ي
َ
ْب
ال
َ
ْل
َ أَه
ْس
ِّج
ُ الر
ْ ُكم
ن
َ
َ ع
ِب
ْذه
ُ
ي
ِ
ُ ل
ُ اللَّه
ِريد
ُ
َا ي
ََِّّن
ُ إ
ُولَه
َس
ر
َ
َ و
الل ” َّه
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”
34
ُ َّن “
ه
َ
اب
َ
ي
ِ
َ ث
ْن
َ َضع
ٌ أَ ْن ي
اح
َ
ن
ُ
ِه َّن ج
ْ
َي
ل
َ
َ ع
ْس
َي
َل
ا ف
ً
ِ َكاح
ُوَن ن
ْج
ر
َ
ِ الََّلِِت َل ي
اء
َ
َ النِّس
ِن
ُ م
ِد
اع
َ
َو
ْق
ال
َ
َ و
ْر
َي
غ
ا ت
َ
َِّرج
ب
َ
ت
ُ
َ م
ِِزين
ٌ ب
يم
ِ
ل
َ
ٌ ع
يع
ِ
ُ ََس
اللَّه
َ
َُّن و
ٌ ََل
ْر
ي
َ
َ خ
ْن
ِف
ْف
َع
ت
ْ
َس
أَ ْن ي
َ
ة ” ٍ و
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli
davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
ً و ا َ
ُوج
ُر
َ ب
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
و “ َ
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları
süsledik.”
36
“ ِ
اء
َ
ِِف ال َّسم
َ
َل
َع
ِي ج
َ َك الَّذ
ار
َ
ب
ً ت ا َ
ُوج
ً ب ا ُر
ِري
ن
ُ
ا م
ً
ر
َ
َم
ق
َ
ا و
ً
اج
َ
ِر
ا س
َ
يه
ِ
َ ف
َل
َع
و “ َج
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
37
َا ِت ”
ِ ذ
اء
َ
ال َّسم
ُ و وِج َ
الْب “ ُر
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”
38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bahsedilen
“burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür. Müfessirlerin
çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki anlamında değerlendirmiş
ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı yıldızların menzilleri/konakları
olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu ifade ettikten sonra da bu on iki burcun
ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları
içerisinde toplayan bir metni burada zikretmek istiyoruz:
33 4. Nisâ, 78. 34 33. Ahzâb, 33. 35 24. Nur, 60. 36 15. Hicr, 16. 37 25. Furkân, 61. 38 85. Burûc, 1.
de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf
anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
َ “ َل
ِ ُك َّن و
وت
ُ
ي
ُ
ْ َن ِِف ب
َر
ق
َ
ِ و
يَّة
ِ
ِل
اه
َ
َ الْج
رج
ُّ َ
َب
َ ت
ْن
َ َّرج
َب
َ ت
ْن
ِع
أَط
َ
َ و
َكاة
َني الَّز
ِ
آت
َ
َ و
َ ال َّصََلة
ْن
ِم
أَق
َ
اْْلُوََل و
ا
ً
ِْهري
َط
ْ ت
ُكم
َ
َِّهر
ُط
ي
َ
ِت و
ْ
ي
َ
ْب
ال
َ
ْل
َ أَه
ْس
ِّج
ُ الر
ْ ُكم
ن
َ
َ ع
ِب
ْذه
ُ
ي
ِ
ُ ل
ُ اللَّه
ِريد
ُ
َا ي
ََِّّن
ُ إ
ُولَه
َس
ر
َ
َ و
الل ” َّه
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”
34
ُ َّن “
ه
َ
اب
َ
ي
ِ
َ ث
ْن
َ َضع
ٌ أَ ْن ي
اح
َ
ن
ُ
ِه َّن ج
ْ
َي
ل
َ
َ ع
ْس
َي
َل
ا ف
ً
ِ َكاح
ُوَن ن
ْج
ر
َ
ِ الََّلِِت َل ي
اء
َ
َ النِّس
ِن
ُ م
ِد
اع
َ
َو
ْق
ال
َ
َ و
ْر
َي
غ
ا ت
َ
َِّرج
ب
َ
ت
ُ
َ م
ِِزين
ٌ ب
يم
ِ
ل
َ
ٌ ع
يع
ِ
ُ ََس
اللَّه
َ
َُّن و
ٌ ََل
ْر
ي
َ
َ خ
ْن
ِف
ْف
َع
ت
ْ
َس
أَ ْن ي
َ
ة ” ٍ و
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli
davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
ً و ا َ
ُوج
ُر
َ ب
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
و “ َ
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları
süsledik.”
36
“ ِ
اء
َ
ِِف ال َّسم
َ
َل
َع
ِي ج
َ َك الَّذ
ار
َ
ً ت ا َب
ُوج
ً ب ا ُر
ِري
ن
ُ
ا م
ً
ر
َ
َم
ق
َ
ا و
ً
اج
َ
ِر
ا س
َ
يه
ِ
َ ف
َل
َع
و “ َج
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
37
ا ِت ”
َ
ِ ذ
اء
َ
ال َّسم
ُ و وِج َ
الْب “ ُر
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”
38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bahsedilen
“burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür. Müfessirlerin
çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki anlamında değerlendirmiş
ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı yıldızların menzilleri/konakları
olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu ifade ettikten sonra da bu on iki burcun
ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları
içerisinde toplayan bir metni burada zikretmek istiyoruz:
33 4. Nisâ, 78. 34 33. Ahzâb, 33. 35 24. Nur, 60. 36 15. Hicr, 16. 37 25. Furkân, 61. 38 85. Burûc, 1.
de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf
anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
َ “ َل
ِ ُك َّن و
وت
ُ
ي
ُ
ْ َن ِِف ب
َر
ق
َ
ِ و
يَّة
ِ
ِل
اه
َ
َ الْج
رج
ُّ َ
َب
َ ت
ْن
َ َّرج
َب
َ ت
ْن
ِع
أَط
َ
َ و
َكاة
َني الَّز
ِ
آت
َ
َ و
َ ال َّصََلة
ْن
ِم
أَق
َ
اْْلُوََل و
ا
ً
ِْهري
َط
ْ ت
ُكم
َ
َِّهر
ُط
ي
َ
ِت و
ْ
ي
َ
ْب
ال
َ
ْل
َ أَه
ْس
ِّج
ُ الر
ْ ُكم
ن
َ
َ ع
ِب
ْذه
ُ
ي
ِ
ُ ل
ُ اللَّه
ِريد
ُ
َا ي
ََِّّن
ُ إ
ُولَه
َس
ر
َ
َ و
الل ” َّه
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”
34
ُ َّن “
ه
َ
اب
َ
ي
ِ
َ ث
ْن
َ َضع
ٌ أَ ْن ي
اح
َ
ن
ُ
ِه َّن ج
ْ
َي
ل
َ
َ ع
ْس
َي
َل
ا ف
ً
ِ َكاح
ُوَن ن
ْج
ر
َ
ِ الََّلِِت َل ي
اء
َ
َ النِّس
ِن
ُ م
ِد
اع
َ
َو
ْق
ال
َ
َ و
ْر
َي
غ
ا ت
َ
َِّرج
ب
َ
ت
ُ
َ م
ِِزين
ٌ ب
يم
ِ
ل
َ
ٌ ع
يع
ِ
ُ ََس
اللَّه
َ
َُّن و
ٌ ََل
ْر
ي
َ
َ خ
ْن
ِف
ْف
َع
ت
ْ
َس
أَ ْن ي
َ
ة ” ٍ و
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli
davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
ً و ا َ
ُوج
ُر
َ ب
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
و “ َ
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları
süsledik.”
36
“ ِ
اء
َ
ِِف ال َّسم
َ
َل
َع
ِي ج
َ َك الَّذ
ار
َ
ً ت ا َب
ُوج
ً ب ا ُر
ِري
ن
ُ
ا م
ً
ر
َ
َم
ق
َ
ا و
ً
اج
َ
ِر
ا س
َ
يه
ِ
َ ف
َل
َع
و “ َج
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
37
َا ِت ”
ِ ذ
اء
َ
ال َّسم
ُ و وِج َ
الْب “ ُر
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”
38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bahsedilen
“burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür. Müfessirlerin
çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki anlamında değerlendirmiş
ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı yıldızların menzilleri/konakları
olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu ifade ettikten sonra da bu on iki burcun
ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları
içerisinde toplayan bir metni burada zikretmek istiyoruz:
33 4. Nisâ, 78. 34 33. Ahzâb, 33. 35 24. Nur, 60. 36 15. Hicr, 16. 37 25. Furkân, 61. 38 85. Burûc, 1.
de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf
anlamıyorlar.”33
4.2. Süslenmek (Ziynet takınmak):
َ “ َل
ِ ُك َّن و
وت
ُ
ي
ُ
ْ َن ِِف ب
َر
ق
َ
ِ و
يَّة
ِ
ِل
اه
َ
َ الْج
رج
ُّ َ
َب
َ ت
ْن
َ َّرج
َب
َ ت
ْن
ِع
أَط
َ
َ و
َكاة
َني الَّز
ِ
آت
َ
َ و
َ ال َّصََلة
ْن
ِم
أَق
َ
اْْلُوََل و
ا
ً
ِْهري
َط
ْ ت
ُكم
َ
َِّهر
ُط
ي
َ
ِت و
ْ
ي
َ
ْب
ال
َ
ْل
َ أَه
ْس
ِّج
ُ الر
ْ ُكم
ن
َ
َ ع
ِب
ْذه
ُ
ي
ِ
ُ ل
ُ اللَّه
ِريد
ُ
َا ي
ََِّّن
ُ إ
ُولَه
َس
ر
َ
َ و
الل ” َّه
“Evlerinizde oturun. Cahiliye süslenmesi gibi süslenmeyin Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”
34
ُ َّن “
ه
َ
اب
َ
ي
ِ
َ ث
ْن
َ َضع
ٌ أَ ْن ي
اح
َ
ن
ُ
ِه َّن ج
ْ
َي
ل
َ
َ ع
ْس
َي
َل
ا ف
ً
ِ َكاح
ُوَن ن
ْج
ر
َ
ِ الََّلِِت َل ي
اء
َ
َ النِّس
ِن
ُ م
ِد
اع
َ
َو
ْق
ال
َ
َ و
ْر
َي
غ
ا ت
َ
َِّرج
ب
َ
ت
ُ
َ م
ِِزين
ٌ ب
يم
ِ
ل
َ
ٌ ع
يع
ِ
ُ ََس
اللَّه
َ
َُّن و
ٌ ََل
ْر
ي
َ
َ خ
ْن
ِف
ْف
َع
ت
ْ
َس
أَ ْن ي
َ
ة ” ٍ و
“Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, ziynetlerini
teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli
davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.”
35
4.3. Gökyüzündeki Burçlar:
“ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
ً و ا َ
ُوج
ُر
َ ب
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
و “ َ
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onları
süsledik.”
36
“ ِ
اء
َ
ِِف ال َّسم
َ
َل
َع
ِي ج
َ َك الَّذ
ار
َ
ب
ً ت ا َ
ُوج
ً ب ا ُر
ِري
ن
ُ
ا م
ً
ر
َ
َم
ق
َ
ا و
ً
اج
َ
ِر
ا س
َ
يه
ِ
َ ف
َل
َع
و “ َج
“Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay
barındıran Allah, yüceler yücesidir.”
37
َا ِت ”
ِ ذ
اء
َ
ال َّسم
ُ و وِج َ
الْب “ ُر
“Burçlara sahip gökyüzüne andolsun.”
38
Görüldüğü üzere sadece son gruptaki âyetler, gökte var olan bir takım
“burç”lardan sözedilmektedir. Tefsirlerde, çoğul bir ifade ile kendisinden bahsedilen
“burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür. Müfessirlerin
çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki anlamında değerlendirmiş
ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı yıldızların menzilleri/konakları
olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu ifade ettikten sonra da bu on iki burcun
ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları
içerisinde toplayan bir metni burada zikretmek istiyoruz:
33 4. Nisâ, 78. 34 33. Ahzâb, 33. 35 24. Nur, 60. 36 15. Hicr, 16. 37 25. Furkân, 61. 38 85. Burûc, 1.
258 Davut AĞBAL
sedilen “burç”ların manasıyla ilgili farklı birçok görüşe rastlamak mümkündür.
Müfessirlerin çoğunluğu bu âyetlerdeki burç kelimesini Astronomi’deki
anlamında değerlendirmiş ve bu kelimeyle kastedilenin; Güneş, Ay ve bazı
yıldızların menzilleri/konakları olduğu ve bunların ise on iki tane olduğunu
ifade ettikten sonra da bu on iki burcun ismini tek tek zikretmişlerdir. Daha
açıklayıcı olması bakımından bu tür yorumları içerisinde toplayan bir metni
burada zikretmek istiyoruz:
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları menzillere,
medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile
Mîzân burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına
ait bulunmuştur…”39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda yukarıda
verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
çoğulu
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
kelimesiyle
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42
Furkan Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka
rivâyette Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729)
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
“İçerisinde muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu
yapmıştır.43
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve
Tefsiri, İstanbul, ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e.,
c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, elCami’
li Ahkami’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin,
a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c. 31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir,
el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387; Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin,
Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s. 212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâ-
hir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7.
40 Kurtubî’ninİbnAbbas’tannaklettiği birrivayet hariç.OrivayetteİbnAbbas, burç kelimesini
güneşveay’aizafeederekkullanır.BukullanımıKurtubîdegüneşveay’ınmenzilleriolarakte’vil
eder.
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186.
41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s.
518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 259
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
ve
“Burç, lügatte kale, hisar, menzil, büyük yıldız manasınadır. Cem’i
“buruç”tur. Gökte güneşin, ayın ve seyyâre denilen yıldızların bulundukları
menzillere, medârlara, hareket noktalarına burûç denilmektedir ki, başlıca on iki
burca ayrılmıştır. Bunlara; Hamel, Sevr, Cevzâ, Seratân, Esed, Sünbüle, Mîzân,
Akrep, Kavs, Cedi, Delv, Hût namı verilmiştir. Bunlardan Esed burcu güneşe,
Seratân burcu kamere aittir. Hamel ve Akrep burçları, Merih yıldızına, Sevr ile Mîzân
burçları Zühre yıldızına aittir. Cevzâ ile Delv burçları da Zuhâl yıldızına ait
bulunmuştur…”
39
Ancak, Sahâbe ve tabiinden, bu âyetlerle ilgili nakledilen yorumlarda
yukarıda verilen manaya işaret edilmemektedir.40 İbn Abbas (r.a.), bu âyetlerdeki
burûc kelimesini; köşk, saray v.b. manalara gelen “ َ
ٌ ق
kelimesiyle” قصور” çoğulu ” ر ْص
açıklamıştır.41 İbrahim en-Nehaî (ö. 96/714) de bu fikri kabul etmiştir.42 Furkan
Sûresi’ndeki âyetin tefsirinde Taberî’de (ö. 310/922) yer alan bir başka rivâyette
Atıyye b. Sa’d (ö. 110-111/728-729) “ ُ
ُ ق
َ ال َّس ورا ِِف ًص
ِم
ِ اء
َ ف
ْ يه
ُ ا ا
ُ لَّر
İçerisinde ”: “س
muhafızların bulunduğu gökyüzündeki köşkler, saraylar…” yorumunu yapmıştır.
43
Mücahid (ö. 103-104/721-722), Katade (ö. 118/736) ve Dahhak da (ö.
105/723), bu âyetlerdeki “burç” kelimelerini “ ك َالَ
ُ الن ” ve ” اكب ِو
ُج
وم “ kelimeleri ile
açıklamışlardır.
44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte bunun
“büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
39 Metnin alındığı kaynak: Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul,
ts., c. 4, s. 1719; Ayrıca bkz. Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, a.g.e., c. 3, s. 175; Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437; Kurtubî, Muhammed b. Ahmed, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’ân,
Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts., c. 17, s. 449; Râzi, Fahreddin, a.g.e, c. 19, s.172; c. 24, s. 106; c.
31, s. 114; İbnu’l-Cevzî, Zadü’l-Mesir fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslami, Beyrut, 1984, c. 4, s. 387;
Suyutî, Celâlettin, Mahallî, Celâlettin, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, ts., c. 1, s.
212; Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346, c. 8, s. 7. 40 Kurtubî’nin İbn Abbas’tan naklettiği bir rivayet hariç. O rivayette İbn Abbas, burç kelimesini güneş ve
ay’a izafe ederek kullanır. Bu kullanımı Kurtubî de güneş ve ay’ın menzilleri olarak te’vil eder. “ والربوج
,12. c., e.g.a, Kurtubî ” القصور واملنازل قال ابن عباس أي جعلنا ِف السماء بروج الشمس والقمر أي منازَلا
s. 186. 41 Taberî, Muhammed b. Cerîr, Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’ân, Beyrut, 2009, c. 12, s. 518.
42 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404 “ السماء ف ِقصورا, بروجا.“
43 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu Hayyan, a.g.e., c. 5, s. 437. 44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn Ebi
Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114. 45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
kelimeleri ile
açıklamışlardır.44 Yine Ebu Salih’ten (ö. 101/719-720) nakledilen bir görüşte
bunun “büyük yıldızlar” olduğu ifade edilmiştir.45
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane
olduğu görüşünü konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak
ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler,
Nisa Sûresi 78. âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları
gibi; gökyüzünde bulunan, yüksek, sağlam konaklar (menzil) olduğunu söylerken47
Ahzâb Sûresi 33 ve Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer
gök cisimlerine oranla daha fark edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için
süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir.
Yedi kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu
açısından daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün
burçlarla alakalı olan kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen
kısım olabileceğine değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane olduğu görüşünü
konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler, Nisa Sûresi 78.
âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları gibi; gökyüzünde
bulunan, yüksek, sağlam konaklar(menzil) olduğunu söylerken47 Ahzâb Sûresi 33 ve
Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer gök cisimlerine oranla daha fark
edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir. Yedi
kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu açısından
daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün burçlarla alakalı olan
kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen kısım olabileceğine
değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
‘ال َّسم
49 ifadesindeki ‘dünya/
ا
َ
ْي
دن
ال’ ,‘denâ/دىن ‘kökünden müştak ‘ednâ/أدىن ‘kelimesinin müennesidir. Lafız olarak
“en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
en “ifadesi’ ال َّسم
yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın olan bu gök Kur’ân’da geçen
ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle “İçerisinde yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da
zikri geçen “burç”lardan bahsetmek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı
mekândan bahsediyor olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzüne
bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da yer aldığı
şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs gibi anlamlarının,
yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de içerik olarak var olduğunu
görmek mümkündür.
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519. 47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187. 48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584; Kurtubî,
a.g.e., c. 12, s. 186-187. 49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
49 ifadesindeki
‘dünya/
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane olduğu görüşünü
konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler, Nisa Sûresi 78.
âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları gibi; gökyüzünde
bulunan, yüksek, sağlam konaklar(menzil) olduğunu söylerken47 Ahzâb Sûresi 33 ve
Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer gök cisimlerine oranla daha fark
edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir. Yedi
kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu açısından
daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün burçlarla alakalı olan
kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen kısım olabileceğine
değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
‘ال َّسم
49 ifadesindeki ‘dünya/
ا
َ
ْي
دن
ال’ ,‘denâ/دىن ‘kökünden müştak ‘ednâ/أدىن ‘kelimesinin müennesidir. Lafız olarak
“en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
en “ifadesi’ ال َّسم
yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın olan bu gök Kur’ân’da geçen
ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle “İçerisinde yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da
zikri geçen “burç”lardan bahsetmek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı
mekândan bahsediyor olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzüne
bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da yer aldığı
şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs gibi anlamlarının,
yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de içerik olarak var olduğunu
görmek mümkündür.
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519. 47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187. 48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584; Kurtubî,
a.g.e., c. 12, s. 186-187. 49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
, ‘denâ
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane olduğu görüşünü
konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler, Nisa Sûresi 78.
âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları gibi; gökyüzünde
bulunan, yüksek, sağlam konaklar(menzil) olduğunu söylerken47 Ahzâb Sûresi 33 ve
Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer gök cisimlerine oranla daha fark
edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir. Yedi
kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu açısından
daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün burçlarla alakalı olan
kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen kısım olabileceğine
değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
‘ال َّسم
49 ifadesindeki ‘dünya/
ا
َ
ْي
دن
ال’ ,‘denâ/دىن ‘kökünden müştak ‘ednâ/أدىن ‘kelimesinin müennesidir. Lafız olarak
“en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
en “ifadesi’ ال َّسم
yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın olan bu gök Kur’ân’da geçen
ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle “İçerisinde yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da
zikri geçen “burç”lardan bahsetmek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı
mekândan bahsediyor olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzüne
bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da yer aldığı
şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs gibi anlamlarının,
yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de içerik olarak var olduğunu
görmek mümkündür.
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519. 47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187. 48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584; Kurtubî,
a.g.e., c. 12, s. 186-187. 49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
kökünden müştak ‘ednâ
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane olduğu görüşünü
konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler, Nisa Sûresi 78.
âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları gibi; gökyüzünde
bulunan, yüksek, sağlam konaklar(menzil) olduğunu söylerken47 Ahzâb Sûresi 33 ve
Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer gök cisimlerine oranla daha fark
edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir. Yedi
kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu açısından
daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün burçlarla alakalı olan
kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen kısım olabileceğine
değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
‘ال َّسم
49 ifadesindeki ‘dünya/
ا
َ
ْي
دن
ال’ ,‘denâ/دىن ‘kökünden müştak ‘ednâ/أدىن ‘kelimesinin müennesidir. Lafız olarak
“en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
en “ifadesi’ ال َّسم
yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın olan bu gök Kur’ân’da geçen
ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle “İçerisinde yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da
zikri geçen “burç”lardan bahsetmek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı
mekândan bahsediyor olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzüne
bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da yer aldığı
şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs gibi anlamlarının,
yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de içerik olarak var olduğunu
görmek mümkündür.
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519. 47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187. 48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584; Kurtubî,
a.g.e., c. 12, s. 186-187. 49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
kelimesinin müennesidir.
Lafız olarak “en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki
Tefsirinin ilgili yerlerinde bu görüşleri sıralayan Taberî; burçlarla kastedilenin
Güneş ve Ay’ın menzilleri olduğu ve bu menzillerin de on iki tane olduğu görüşünü
konuya ilişkin değişik görüşlerden doğruya en yakını olarak ifade eder.46
Klasik tefsirlerin bir kısmında, “gökyüzündeki burçlar” ifadesinin geçtiği
ayetlerdeki “burç” lafzını; kelime kökünün içine aldığı diğer anlamlarla ilişkilendirip
açıklamaya yönelik bir eğilim gözlenmektedir. Nitekim müfessirler, Nisa Sûresi 78.
âyete atıfla, burçların tıpkı yeryüzündeki kaleler ve burçları gibi; gökyüzünde
bulunan, yüksek, sağlam konaklar(menzil) olduğunu söylerken47 Ahzâb Sûresi 33 ve
Nur Sûresi 60. âyetlere atıfla da burçların, diğer gök cisimlerine oranla daha fark
edilir olması ve özellikle onlara bakanlar için süslenmiş olduğuna dikkat çekerler.48
5. Burçların Mahiyeti
Kur’ân’da gökyüzünün yedi kat olarak yaratıldığı haber verilmektedir. Yedi
kat gök ile ilgili görüşlerin farklılık arz etmesi bir yana Kur’ân’a uygunluğu açısından
daha makul olduğunu düşündüğümüz yorumda, gökyüzünün burçlarla alakalı olan
kısmının Kur’ân-ı Kerîm’de “en yakın gök” olarak belirtilen kısım olabileceğine
değinilmişti.
Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
‘ال َّسم
49 ifadesindeki ‘dünya/
ا
َ
ْي
دن
ال’ ,‘denâ/دىن ‘kökünden müştak ‘ednâ/أدىن ‘kelimesinin müennesidir. Lafız olarak
“en yakın” manasına gelmektedir. Bu durumda ayetlerdeki ‘ا
َ
ْي
دن
اء ال
َ
en “ifadesi’ ال َّسم
yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın olan bu gök Kur’ân’da geçen
ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle “İçerisinde yıldızların ve diğer gök
cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da
zikri geçen “burç”lardan bahsetmek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı
mekândan bahsediyor olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzüne
bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da yer aldığı
şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs gibi anlamlarının,
yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de içerik olarak var olduğunu
görmek mümkündür.
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519. 47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187. 48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584; Kurtubî,
a.g.e., c. 12, s. 186-187. 49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
ifadesi “en yakın gök” anlamınındadır. İşte Dünya’ya en yakın
olan bu gök Kur’ân’da geçen ifadeyle yıldızlarla süslenmiştir. Başka bir ifadeyle
“İçerisinde yıldızların ve diğer gök cisimlerinin tamamının yer aldığı mekân
en yakın göktür.” Buna göre eğer Kur’ân’da zikri geçen “burç”lardan bahset-
44 Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 7, s. 499; c. 12, s. 518; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; İbn
Ebi Zemenîn, a.g.e., c. 5, s. 114.
45 Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 187; Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716 .
46 Taberî, a.g.e., c. 12, s. 519.
47 Bkz. Taberî, a.g.e., c. 9, s. 404; c. 8, s. 519; Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187.
48 Beydâvî, Nasruddin Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut, 2006, c. 2, s. 584;
Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186-187.
260 Davut AĞBAL
mek istiyorsak Astronomi’nin araştırma sahası ile aynı mekândan bahsediyor
olmamız gerekir.
Astronomi açısından takımyıldızlar da diyebileceğimiz burçlar gökyüzü-
ne bakıldığında hemen dikkati çeken, fark edilir bir durumdadır. Kur’ân’da
yer aldığı şekliyle, burç kelimesinin, lugavî olarak ifade ettiği görünürlük, süs
gibi anlamlarının, yine aynı kelimenin göklere atıfla kullanıldığı yerlerde de
içerik olarak var olduğunu görmek mümkündür.
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve
Astronomi’deki “burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir:
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
“Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burç-
ları süsledik.” Âyette
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
kelimesindeki
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
zamirinin gökyüzüne
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
mi
yoksa bürûc
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak
buradaki zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir-
aid olduğu görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
’a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya çıkmaktadır.
Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı olacaktır.
“Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
Mülk 5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
kelimesi kullanılmıştır.
Dolayısıyla gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi
geçtiğinde bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldü-
ğünde; gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade
edilen “takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu
anlaşılabilir.
49 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12.
50 Bu ayetteki
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir.
Gerek Hicr Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın
olan kelimelere irca edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi,
a.g.e., c. 5, s. 3609.
51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.”
52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 261
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve
yine o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı
koruduğu, oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip
eden bir alev topunun olacağı ifade edilmektedir.
Âyetleri bir bütün olarak ele aldığımızda, burçlar ile şeytanların kulak
hırsızlığı yapmaya çalışmaları arasında bir bağ ortaya çıkmaktadır. Aradaki bu
ilişkinin sağlıklı bir şekilde yorumlanmasıyla, Kur’ân-ı Kerîm’deki burçların
ne anlama geldiği daha belirginleşecektir.
Bu durumda Hicr Sûresi’nde yer alan istirak-ı sem’/kulak hırsızlığı kavramıyla
yakından alakalı âyet-i kerîmeleri de analize dahil etmek gerekecektir.
Cinlerin kulak hırsızlığı yapmaya çalışmaları Saffât sûresinde şöyle anlatılmaktadır:
“Biz en yakın göğü, bir süsle; yıldızlarla süsledik. Ve onu itaat dışına
çıkan her şeytandan koruduk. Onlar artık mele-i a’lâya kulak veremezler. Her
taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak
(meleklerin konuşmalarından) bir söz kapan olursa, onu da delip geçen bir parlak
ışık takip eder.”54
Olay, Cin sûresinde ise şöyle zikredilir: “Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık.
Fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Hâlbuki
biz onun bazı kısımlarında dinlemek için oturacak yerler bulup otururduk. Fakat
şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor. Bilmiyoruz,
yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır
mı diledi?”55
Şuarâ sûresindeki ayetlerde ise: “O’nu (Kur’ân’ı) şeytanlar indirmedi. Bu
onlara düşmez; zaten buna güçleri de yetmez. Şüphesiz onlar vahyi işitmekten
uzak tutulmuşlardır.”56 şeklinde yer verilir.
Bu âyetlerde anlatılan vakıa ile Hicr Sûresi’nde zikredilen arasında hiçbir
fark yoktur. Şu halde bu durumu biraz daha detaylandırmak yerinde olacaktır.
53 15. Hicr, 16–18.
54 37. Saffât, 6-10.
55 72. Cin, 8-9.
56 26. Şu’arâ, 210–212.
Bu husus Astronomi’deki burç ile Kur’ân’da ifade edilen burçların benzer
noktası olarak görülmektedir. Ancak Hicr Sûresi 16. âyet, Kur’an ve Astronomi’deki
“burç” kavramının birkaç noktadan farklılığa işaret etmektedir:
Âyet-i Kerîme’de şöyle denilmektedir: “ ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْلن
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ و ا َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ُ
ب
َ
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ل” “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları
süsledik.” Âyette “ا
َ
َّنَّاه
ي
َ
ا” kelimesindeki” ز
َ
ه “zamirinin gökyüzüne/
ِ
اء
َ
yoksa mi ال َّسم
bürûc/
ً
وجا
ُ
ر
ُ
ب kelimesine mi âid olduğu konusunda ihtilaf mevcuttur. Ancak buradaki
zamirin kendisine en yakın olan kelimeye -ki o da bürûc kelimesidir- aid olduğu
görüşü daha kuvvetlidir.50
Bu zamir bürûc/بروج‘a raci olursa yukarıda verdiğimiz mana51 ortaya
çıkmaktadır. Böyle olunca da âyette geçen “süs” kelimesine değinmek yararlı
olacaktır. “Ziynet/süs” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de -bir tanesi Hicr Sûresi 16. âyet
olmak üzere- toplam beş âyette gökyüzü ile alakalı olarak geçmektedir.52 Bu
âyetlerden Saffât Sûresi 6. âyet-i kerîmede gökyüzünün süsü olarak “ ك َالَ
Mülk ”; اكب ِو
5 ve Fussilet 12. âyet-i kerîmelerde ise “ َ
املص ِ ابيح “ kelimesi kullanılmıştır. Dolayısıyla
gökyüzüne ait bir âyette “süs” veya “süsleme/ziynetleme” kelimesi geçtiğinde
bununla kastedilenin yıldızlar olduğu anlaşılabilir.
Bu hususu göz önüne alarak “burçların süslenmesi” tekrar düşünüldüğünde;
gökyüzünde bulunan bu kaleler ve hisarların yıldızlarla süslenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla gökyüzündeki burçların, Astronomi’de ifade edilen
“takımyıldızlar” değil de; o takımyıldızlarının süslediği yerler olduğu anlaşılabilir.
Bir diğer husus ise, Hicr Sûresi 16. âyetin siyakı “burç” kavramının hakikati
konusunda bize farklı bir ipucu vermektedir.
ِ
اء
َ
ا ِِف ال َّسم
َ
ْن
ل
َ
َع
َ ْد ج
لَق
َ
َ و
ِ ِرين
لنَّاظ
ِ
ا ل
َ
َّنَّاه
ي
َ
ز
َ
ً و
وجا
ُ
ر
ِ ب / ُ
َف
َح
َ و
ٍ ر
َان
ْط
ِّ َشي
ِن ُكل
ا م
َ
اه
ْن ي ٍم َ
َّ ِ ظ
ِل
ج / إ
َ
ْع
َ َق ال َّسم
َر
ت
ْ
َ ِن اس
ِ ٌني م
مب
ا ٌب
َ
ِه
ُ ش
ه
َ
ع
َ
ْب
َأَت
53 ف
Bu âyet-i kerîmelerde; Allah Teâlâ’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine
o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu,
oradan kulak hırsızlığı yapanlar (şeytanlar) bulunursa onları takip eden bir alev
topunun olacağı ifade edilmektedir.

50 Bu ayetteki ها zamirinin mercii konusundaki ihtilaf 25. Furkan, 61. Ayet için de geçerlidir. Gerek Hicr
Sûresi’ndeki ve gerekse Furkan Sûresi’ndeki zamirlerin, kendilerine daha yakın olan kelimelere irca
edilmesi ile ilgili bkz. Razi, a.g.e., c. 24, s. 106; . Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3609. 51 “Andolsun, biz gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için o burçları süsledik.” 52 37. Saffât, 6; 67. Mülk, 5; 41. Fussilet, 12; 50. Kâf, 6. 53 15. Hicr, 16–18.
262 Davut AĞBAL
Hicr, Saffât, Cin ve Şuarâ Sûreleri’nde anlatılan, cin ve şeytanların semâdaki
burçlara çıkıp kulak hırsızlığı yapmaya çalışmalarını Rasulullah (a.s.) şöyle
anlatmıştır:
“Cenab-ı Hak gökyüzündeki meleklere bir emrin infaz olunmasını hükmettiği
zaman Allah Teâlâ’nın -düz bir taş üstünde (hareket ettirilen) zincir sesi gibi
(mehabetli) olan- bu ilahi hükme melekler tamamıyla inkiyâd ederek (korku ile)
kanatlarını birbirine vururlar. Gönüllerinden bu korku gidince de melekler, Cebrail
ve Mikail gibi mukarrabîn meleklerine:
—Rabbiniz ne söyledi? Diye sorarlar. Mukarrabîn melekleri:
—Allah’ın söylediği hak sözdür, diye Allah’ın hüküm ve takdirini bildirirler
ve: Allah yücedir, Allah büyüktür, derler. Bu suretle kulak hırsızı şeytanlar
Allah’ın o emir ve takdirini işitirler. O sırada kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe
kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş (ve kulak hırsızlığına hazırlanmış)
bulunurlar. Şeytanlar bu vaziyette iken bazı defa meleklerin diyaloğunu
işiten en üstteki şeytana bir ateş parçası yetişip altındaki şeytana o haberi işittirmeden
onu yakar. Bazı defa da ateş erişmeyip altındaki şeytana haberi verir. O da
altındakine vererek bu suretle yere kadar haber ulaşır ve sihirbazın ağzına verilir.
Şimdi sihirbaz o haberle beraber yüz yalan uydurup (halka söyler) ve emr-i ilahi
yeryüzünde tahakkuk edince sihirbaz doğru çıkmış olur ve ondan bu haberi işitenler
halka:
—Nasıl size vaktiyle şöyle şöyle olacak diye bunları birer birer haber vermemiş
miydim? Gördünüz ya sihirbazın gökyüzünden işittim dediği sözünü hak ve
doğru buluyoruz, derler.”57
Diğer bir rivâyet şöyledir:
Abdullah İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Peygamber’in Ensar’dan olan
sahabeden biri bana haber verdi ki kendileri bir gece Rasulullah (a.s.) ile beraber
otururlarken bir yıldız atılmış/kaymış da ortalık aydınlanmış. Rasulullah
da onlara: “Cahiliye devrinde bunun gibi bir yıldız atıldığı zaman sizler ne
derdiniz?” diye sordu. Oradakiler: “Allah ve Resulü en iyi bilendir. Bizler, bu
gece büyük bir kimse doğdu ve büyük bir kimse öldü derdik.” dediler. Rasulullah:
“Şüphesiz ki bu yıldız hiçbir kimsenin ölümü ve hayatı için atılmaz. Lakin ismi
çok mübarek ve âli olan Rabbimiz bir işe hükmettiği zaman hameletu’l-arş58
tesbih ederler. Sonra onların arkasından gelen semâ ehli tesbih eder. Nihâyet bu
tesbih şu yakın semâ ehline ulaşır. Sonra arşı taşıyan meleklerin ardından gelenler,
arşı taşıyan meleklere: Rabbiniz ne buyurdu? diye sorarlar. Onlar da bu
57 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahih, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1998, Tefsir, 34; Bed’ul-Halk, 56; Tıb,
46; Tevhid, 57; İbn Mâce, es-Sünen, (Çev., Haydar Hatipoğlu), Kahraman Yay., İstanbul,
1982; Mukaddime, 13; Benzer bir hadîs için bkz. Tirmizî, es-Sünen, yy., ts., Tefsir, 69.
58 Arşı taşıyan melekler.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 263
taraftakilere, Rabbin buyurduğu şeyi haber verirler. Böylece semâlar ahalisinin
bir kısmı diğerinden haber ister. Nihâyet o haber şu yakın semâ’ya ulaşır. Bu
esnada cinler, kulak hırsızlığı yapıp süratle bir şey kaparlar da bunu kendi dostlarına
fırlatırlar/söylerler ve bu yıldızla kendileri taşlanırlar. İşte bu vecih üzere
yani kendisinde hiçbir tasarruf yapmadan getirdikleri şey, sabittir, vakidir. Lakin
onlar buna yalan karıştırırlar ve artırma yaparlar.”59
Konuyla ilgili benzer bir rivâyette de İbn Abbas (r.a.) kendi ifadesiyle
konuya şöyle değinir:
“Cinler göğe çıkarlar ve vahyi dinlerlerdi. Bir kelime işittikleri vakit ona, dokuz
ilave ederlerdi. O kelime hak, ilave ettikleri şey ise batıl oluyordu. Rasulullah
(a.s.) gönderilince, (gökteki) oturma yerlerinden atıldılar. Sonra durumu İblis’e
anlattılar. Bu hadiseden (Peygamberin gönderilmesinden) önce (cinleri kovmak
için) yıldız atılmıyordu. İblis onlara: “Mutlaka bu, yeryüzünde meydana gelen
bir hadise yüzünden olmuştur!” dedi. Sonra İblis, askerlerini gönderdi. Bunlar
Rasulullah’ı (a.s.) iki dağ arasında -zannedersem Mekke’de, dedi- ayakta namaz
kılarken buldular. Sonra İblis ile buluştular ve ona bildirdiler. İblis: “Dünyada
meydana gelen hadise işte budur!”dedi.”60
İlgili âyetler ve bu hadîslerin ışığında, burçların “meleklerin içerisinde
iskan ettikleri mekanlar” olduğu fikri daha da ön plana çıkmaktadır. Zaten
yukarıda Atıyye bin Sa’d’dan zikredilen görüşte burçlar; “İçerisinde muhafızları
olan saraylar” olarak tavsif edilmişti.
Ayrıca Saffât Sûresi’nin baş kısmı da konumuzla ilgili bir muhtevaya sahiptir.
Allah (c.c.) bu âyetlerde saf saf dizilen, haykırıp da süren (yani def
edici) ve o yolda zikir okuyanlara yemin etmektedir. Daha sonraki âyetler ise
Allah’ın tek olduğu, yer, gökler ve bütün maşrıkların rabbi olduğunu ifade
eder ve sonrasında da kulak hırsızlığı yapmaya çalışanları anlatır. Burada adeta
bir ordu gibi saf saf duran oraya gelen casusları def eden ve orada zikir61 okuyan
meleklerin varlığından bahsedilmektedir.62
Bu durumda burçlar; Zemahşerî (ö. 538/1144) ve Kadı Beydavî’nin (ö.
685/1286) vermiş olduğu farklı manada da anlaşılabilir: “Burçlar: gök kapılarıdır.
İndirilecekler oradan indirilir.”63 Bu yorum, Kur’ân’da bahsedilen burç-
59 Müslim, el-Camiu’s-Sahih, (Çev., Mehmet Sofuoğlu), İrfan Yay., İstanbul, 1988, Selâm,
35, h. no: 124.
60 Tirmizî, Tefsir, 69.
61 Burada, yukarıda geçen hadislerdeki “Allah’ın meleklere emir buyurması ve onların bu
emri aralarında konuşmaları” tekrardan düşünülebilir.
62 Bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 6, s. 4046.
63 Beydavî, a.g.e., c. 2, s. 584; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 716; Ayrıca bkz. Endülüsî, Ebu
Hayyan, a.g.e., c. 8, s. 443.
264 Davut AĞBAL
ların mahiyeti ve işleviyle alakalı tamamlayıcı bir yorum niteliğine sahip gö-
rünmektedir.
İçerisinde meleklerin bulunduğu ve Allah Teâlâ’nın emirlerinin kendilerine
iletildiği hisar, kale veya burçlar ile ilgili bu bilgiler, bize; burçların yeryüzündekileri
andırırcasına âlî bir mevkide, gösterişli, korunaklı, muhkem
olmasının yanında güçlü muhafızlar tarafından da hiçbir taviz verilmeksizin
korunduğunu göstermektedir. Nitekim burçların, yer halkı ve hatta bütün
kâinat için önemli haberlerin bulunduğu ve buralarla ilgili verilen ilahi hü-
kümlerin burçlarda bulunan görevli melekler tarafından tekrar edilip o emirlerin
icra edilmeye başlandığı çok stratejik bir nokta olduğunu söyleyebiliriz.
Öyleyse Astronomi ilmi içerisinde farklı sayılar ile ifade edilen burçlar en
yakın semâ içerisinde tahayyül edilen sayılardan çok daha fazla da olabilir.64
Ayrıca burçların Kur’ân-ı Kerîm’de konu edilmesi, Astronomi’dekinden, gaye
olarak da farklılık arz etmektedir. Binaenaleyh araştırma hedef, teknik ve yöntemleri
açısından Astronomi “takımyıldızları” olarak tanımladığı burçların
nasıllığı üzerinde araştırma yaparken Kur’ân, onların ne için var olduğundan
bahsetmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm’de burçların bu şekilde ele alınması aynı zamanda
Astroloji’de konu edilen burçlar ve mahiyetinden ciddi oranda bir farklılık arz
eder. Burçların mahiyeti ile ilgili zikredilen hususlardan yola çıkarak burçların
yeryüzü için aktif bir rolü mümkün görülebilir. Ancak böyle bir etki, onların
bizzat var oluşları ile değil de ilahi emirlerin oradan icraata konulması şeklindedir.
Dolayısıyla da Astroloji’deki burçların insan karakterinin oluşmasına
etki etmesi fikrinden farklı bir durumdur.
Âyetlerdeki burç ifadesiyle; Astronomi ve Astroloji’de incelenen burçların
kastedildiğini serdeden müfessirlerin görüşleri âyetin muhtemel anlamları
içerisinde görülebilir. Ancak özellikle yukarıda değindiğimiz hususiyetlerden
dolayı Kur’ân-ı Kerîm’de burçlarla kastedilenin, hem Astronomi hem
de Astroloji’deki manasından farklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu haliyle de
burçların mahiyeti ve işlevlerinin geçmişte ve günümüzde genel olarak kabul
edilenin aksi bir konumda olduğu sonucuna varılabilir.
Burçların mahiyetini bu şekilde ortaya koyduktan sonra şimdi de burçlar
da dâhil olmak üzere diğer gök cisimlerinin insanlar üzerinde etkilerinin olduğu
yönündeki bir takım inançlara temas edelim.
64 Hicr Sûresi 16. ayette burç kelimesinin çoğul ve nekra olarak geçmesinden dolayı Elmalılı
burçların adedinin on ikiyle sınırlandırılmasının ayetin zahirine muhalefet ettiğini dile
getirir. Bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 5, s. 3048.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 265
6. Burçlar ve Gök Cisimlerinin İnsan Karakteri ve Fiilleri
Üzerindeki Etkisine İlişkin Görüşler
6.1. Burçlar ve Gök Cisimlerinin İnsan Karakterine Etkisi
İnsan karakteri ve fiillerineetkieden faktörler klasik eserlerde65 ve modern
çalışmalarda66 etraflıca incelenmiştir. Bu çalışmalarda insan karakterinin farklı
etkenlerle şekillendiği üzerinde durulmaktadır.67 Her bir etkene maruz kalma
oranı, şahsiyetin oluşumunda ayrı sonuçlar doğurmakla birlikte tamamen
aynı etkenlere maruz kalan insanların aynı şahsiyete sahip olduğunu söylemek
de zor görünmektedir.68 Bu etkilenme, bireyin faklı etkenlerle aktif veya pasif
durumdayken ilişkiye geçmesine göre de değişime uğramaktadır.
Konuya bu açıdan bakıldığında kozmik olayların insanı etkilememesi dü-
şünülemez. Özellikle geleneksel tıbbın tedavi sistemi içerisinde Ay’ın hareketlerinin
insan üzerindeki etkisinin hesaba katılması69 bu savı doğrulamaktadır.
Kaldı ki Güneş ve Ay’ın hareketlerinin okyanuslarda gelgitlere sebep olduğu
göz önüne alındığında aynı hareketlerin insana ve diğer canlılara etkisinden
de söz edilebilir.
Özelde burçların ve gök cisimlerinin insan karakterineetkisi, Astroloji’nin
ilgi alanına girmektedir. Ancak ne var ki Astroloji, konuyu sadece tek bir etkene
indirgeme eğilimi içerisinde, kalıplaşmış ifadeler ve tanımlamalarla insanları
değerlendirmektedir.70
Astroloji’nin bir diğer eksikliği ise burçların sayısını on iki ile sınırlandırmasıdır
ki bu durumun Kur’ânî bağlamda bir karşılığı bulunmadığı gibi
bu,Astronomi içerisinde de müsellem bir husus değildir. Şu haliyle burçların,
Astroloji’de ele alındığı şekliyle insana etkisi, on ikiden çok daha fazla
65 İbn Haldun, a.g.e., c.1, s. 132-146, (Üçüncü, dördüncü ve beşinci mukaddime).
66 Cüceloğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002; Baymur, Feriha,
Genel Psikoloji, İnkılap yay., Ankara, 1976; Morgan, T. Clifford, Psikolojiye Giriş, (Çev.,
Komisyon), Hacettepe Ü. Psikoloji B. Yayınları, Ankara, 2005.
67 Bkz. İbn Haldun, a.g.e., c.1, s. 132-146; Kara, Osman, “Kur’an’a Göre İnsan Şahsiyetine
Etki Eden Faktörler”, SÜİFD, c. 14, sy. 25, Sakarya 2012/1, 1-24.
68 Benzer yorumlar için bkz. Baymur, Feriha, a.g.e., s. 218.
69 Hz. Peygamber’in ayın on yedisi, on dokuzu ve yirmi birinde hacamat olduğuna dair rivayetlerin
(Tirmizî, Kitabu’t-Tıb, 12.) yanı sıra Tıp tarihinin önemli simalarından olan İbn
Sinâ da (ö. 428/1037), bir tedavi şekli olarak uyguladığı hacamatı ayın belirli günlerinde
yapmayı uygun görmektedir. Bkz. Köşe, Abdullah, “Hacamat”, DİA, c. 14, s. 422.
70 Benzer kalıplaşmış Astrolojik yorumlar için bkz. Goodman, Linda, Burçlar ve Yıldızlar,
(Çev., Gülten Suveren), Sümer Kitabevi, İstanbul, 1993; Yılmaz, Dilek, Burçlar, (Hazırlayan,
Ahmet Hacıoğlu), İstanbul Kitabevi, İstanbul 2005; Lutin, Michael, Ailemin Astrolojisi
Annem, Babam ve Ben, (Çev., Güneş Yamanlıca, Sevgi Demiray), Barış İlhan Yayınevi,
İstanbul, 2009.
266 Davut AĞBAL
olduğu anlaşılan burçların da etkileri hesaba katılarak incelenmesi gereken
bir konu olmalıydı. “En yakın gök” olarak isimlendirdiğimiz gök cisimlerinin
bulunduğu alanın genişliği ve içerisindeki takımyıldızlarının sayıları yanında,
bu cisimlerin kendi yörüngelerinde dönme sürelerinin uzunluğu da hesaba
katıldığında konunun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale geleceği
görülmektedir.71
Modern psikolojide şahsiyet/kişilik, bir insanın duyuş, düşünüş, davranış
tarzlarını etkileyen faktörlerin kendine özgü bir örüntüsü72 olarak tanımlanmakta
ve şahsiyetin oluşumunun doğuştan, yaşamın sonuna kadar devam
ettiği üzerinde durulmaktadır.73 Bu da gösteriyor ki Astroloji’de sunulduğu
şekliyle insanın, doğum anında kendisini şekillendiren gücün etkisini adeta
hayatı boyunca taşımak zorunda olduğuna dair bir bakış açısı insanı anlama
açısından eksik görünmektedir.
Astroloji’nin sözünü ettiği etki, haddizatında, gök cisimleri arasında bulunan
manyetik alanlar, çekme itme kuvvetleri gibi burada ön plana çıkarılan
hususlarla ilgili değildir. Astrologların üzerinde durdukları etki, ‘insanoğlunun
kaderinin, doğuştan itibaren yıldızlar tarafından yönetildiği’ne74 dair eski
uygarlıkların mitolojilerine dayanmaktadır.
6.2. Burçlar ve Gök Cisimlerinin İnsan Fiillerine Etkisi
İnsan fiilleri irâdî ve gayr-ı irâdî olmak üzere iki kısımda incelenmektedir.75
Vücudumuzdaki organların belirli bir düzen içerisinde çalışması gibi
gayr-ı irâdî fiiler Allah’ın (c.c.) yaratılışımıza koyduğu programlama ile ger-
çekleşmekte ve bu fiiller bir nevi icbar içermektedir. İslam Kelamında kulların
fiillerine dair sorumluluktan bahsedildiğinde gayr-ı iradî fiiller ele alınmamakta,
sorumluluk ile ihtiyarî fiiller arasında bir bağ kurulmaktadır.76
71 İbn Haldun da yıldızların hareketlerinin hesaplanması noktasında eleştiride bulunmaktadır.
Bkz. Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkâm-ı Nücum”, DİA, c. 22, s. 124.
72 Baymur, Feriha, a.g.e., s. 254. Ayrıca bkz., Cüceloğlu, Doğan, a.g.e., s. 404.
73 Baymur, Feriha, a.g.e., s. 255;Çamdibi, Mahmut, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, İfav
yay., İstanbul, 1994, 40-41.
74 Albayrak, Halis, a.g.e., s. 86; Bu inanışın en eski medeniyetlerden biri olan Sümerler’deki
karşılığı için bkz. Atmaca, Veli, Tarih Boyunca İnanç Tıp İlişkisi, Gerekli Kitap, İstanbul,
2011, s. 205-214.
75 Başka bir ifadeyle zarurî ve ihtiyarî fiiler. Bkz. Pezdevî, Ebu’l-Yüsr Muhammed, Ehl-i Sünnet
Akaidi, (Çev., Şerafettin Gölcük), Kayıhan Yay., İstanbul, 1994, s.159.
76 Bkz. Sabûnî, Nureddin, Mâturîdiyye Akaidi, (Çev., Bekir Topaloğu), D.İ.B. Yay., Ankara,
1998, s. 129.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 267
Gayr-ı irâdî fiiller harici bir etki ile sonradan programlanan bir özellik
arz etmediği için77 burçların vücut organlarının çalışmasına etkisinden söz
edilememektedir. Kur’an’da; burçların, bireyin gayr-ı irâdî fiilleri üzerindeki
etkisini düşünmeye sevk edecek bir ilintiye rastlanmamaktadır.
Buçların ve gök cisimlerinin, insanın iradî fiillerine etki etmesi fikri ise
teolojik çıkmazlara sebebiyet verecek niteliktedir. Bireyin ihtiyarî fiillerini ortaya
koyarken burçlar ve gök cisimlerinin ona etki etmesi, insanın eylemlerine
hariçten bir etkenin dâhil olması anlamına gelecektir. Dolayısıyla şahıs, yapmış
olduğu fiillerini -tamamen veya kısmen- zorunlu olarak gerçekleştirecektir.
Neticede insanın sorumluluğunu ortadan kaldıran bir yapıyla karşı karşıya
kalınacaktır.
Burada ifade etmek gerekir ki Kur’an ve Sünnet’te burçlar da dâhil olmak
üzere gök cisimlerinin insanın ihtiyârî fiillerine etki ettiğine dair bir delil veya
karineye rastlanmamaktadır.
Saffât Sûresi’nde anlatılan Hz. İbrahim kıssası78 ise -ilk bakışta- gök cisimlerinin
insana/insan fiillerine etkisinin olabileceğine işaret ediyor görünmektedir.
Sözü edilen kıssada; kavmi, Hz. İbrahim’e gelerek yerleşim yeri dışındaki
bayram kutlamaları için kendilerine katılmasını isteyince İbrahim’in (a.s.) yıldıza
bir göz attığı ve “ben hastayım” dediğine yer verilmektedir.79
Hz. İbrahim’in yıldızlara bakarak hastalanacağına hükmettiği ifadelerden
yola çıkarak, gök cisimlerinin insan fiillerine etkisinin olacağını söylemek
yanlıştır. Zira kıssa, ele alındığı diğer Kur’ân pasajları80 ile bir bütün halinde
incelendiğinde İbrahim’in (a.s.) daha önceden planladığı “putları kırma” işini
77 Örneğin, insanın midesi ve karaciğeri gibi organlarının çalışma prensipleri, kan dolaşımı-
nın takip ettiği merhalelerin her biri Allah (c.c.) tarafından insan yaratılışına konulmuş bir
düzen dahilinde çalışmaktadır.
78 Kıssanın ilgili kısmı: “İbrahim de şüphesiz onun taraftarlarından biriydi. O, Rabbine tertemiz
bir kalp ile yöneldi. Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler?
İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah’tan başka mabud arıyorsunuz? Siz Rabbu’lalemin’i
ne zannediyorsunuz? Onun sıfatlarını iyice biliyor musunuz? (Bir bayram günü
İbrahim halkın içinde iken) yıldızlara bir göz atıp: “Ben hastayım” dedi. Derhal onun
yanından uzaklaştılar. O da çaktırmadan putların yanına sokuldu. (Onlara takdim edilmiş
öylece duran yemekleri görünce) “Buyursanıza neden yemiyorsunuz? Neyiniz var neden
konuşmuyorsunuz?” dedi. Hiddetini tutamıyarak iyice yaklaşıp putlara kuvvetli bir darbe
indirdi. Bunu haber alan halk telaşla ve süratle onun yanına gittiler. O da “A! Siz ellerinizle
yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan
Yüce Allah’tır” dedi… ” bkz. 37. Saffât, 83-96.
79 37. Saffât, 88-89.
80 21. Enbiya 51-73; 29. Ankebut 16-27.
268 Davut AĞBAL
gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Bunun en güzel yolu da onları bir şekilde
kendinden ve şehirden uzaklaştırmaktı. İşte bundan dolayı da kavmiyle,
onların inandıkları bir doneyi kullanarak konuşmuş ve muhataplarını başından
savabilmiştir. Bu ayetlerin mefhumundan bahsederken Hz. İbrahim’in
gerçekten hasta olduğu/olacağına dair fikirleri de ihtimal dahilinde zikreden
Razî (ö. 606/1209), yıldızlardan hastalık, sağlık ve daha başka konularla ilgili
bilgi alınabileceğini ve böyle bir uygulamanın caiz olduğunu söylemektedir.81
Ancak böyle bir hastalık durumunda82 İbrahim’in (a.s.) planladığı işi
yapmasının nasıl mümkün olacağı düşünülmelidir. Hali hazırda kıssada sözü
edilen hastalıktan ne önce ne de sonra her hangi bir şekilde bahsi geçen hastalığın
akıbeti ile ilgili bir ipucuna rastlanılmamaktadır. Bu durum hastalığın
hiç olmadığı anlamına gelmemekle birlikte kıssanın genel durumu göz önüne
alındığında, hastalığın dile getirilmesi, İbrahim’in (a.s.) zihninde kurguladığı
planın bir parçası olarak görülmektedir.83
Her ne kadar bazı müfessirler bu kıssada Hz. İbrahim’in yalan söylediğini
ifade eden rivayetleri84 kabul etmeseler de85 kıssadaki genel atmosfer ve birbirini
destekleyen farklı nakiller86 olayın, İbrahim’in (a.s.) kavmini başından
savmak için aslı olmayan bu sözü söylemesi şeklinde cereyan ettiğini göstermektedir.
Dolayısıyla bu kıssada anlatılan husus, yıldızların insanı etkilemesiyle
alakalı görülmemektedir.
81 er-Razi, a.g.e., c. 26, s. 146-147.
82 Tefsirlerde İbrahim’in (a.s.) kastettiği hastalığın taun hastalığı olduğu ve kavminin bu
hastalıktan çok korktuğu için Hz. İbrahim’i hemen bırakarak gittikleri bilgisine yer verilmektedir.
(Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s. 47; Taberî, a.g.e., c. 10, s. 500-501) Taun hastalı-
ğının ölüme sebebiyet veren salgın bir hastalık olduğuna dair bkz. Canan, İbrahim, Hz.
Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Tıbb-ı Nebevî, Akçağ yay., Ankara, 1995, 204-205.
83 Benzer yaklaşımlar için bkz. Taberî, a.g.e., c. 10, s. 500-501; Zemahşerî, el-Keşşâf, c. 4, s.
47; Beydavî, a.g.e., c. 2, s. 297; Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 6, s. 4061.
84 Ebu Hureyre’den rivayetle Hz. Peygamber (s.a.s.):“İbrahim (a.s.) üç yer haricinde yalan
söylememiştir.” buyurmaktadır. Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 8; Ayrıca bkz. Taberî, a.g.e., c.
10, s. 501.
85 er-Razi, a.g.e., c. 26, s. 147; Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an, (Çev., komisyon), İnsan Yay.,
İstanbul, 1997, c. 5, s. 25.
86 Buhari’deki diğer rivayette Ebu Hureyre kendi ifadeleriyle Hz. İbrahim’in yalan söylediği
üç durumu sıralamaktadır. Bunlardan bir tanesi de üzerinde durduğumuz Kur’an kıssasındaki
ifadesidir. Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 8; Tirmizî’nin rivayet ettiği şefaat ile ilgili
uzunca bir hadiste; kıyamet günü insanların biçare bir halde peygamberleri dolaştıkları ve
peygamberlerden kendileri için şefaat etmelerini istemeleri anlatılmaktadır. İnsanlar Hz.
İbrahim’e gelip bu isteklerini bildirdiklerinde Hz. İbrahim, kendisinin üç kere yalan söylediğini
gerekçe göstererek onların taleplerini çevirir. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyame ve’r-Rakaik
ve’l-Vera’, 10.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 269
Aslında gök cisimlerine tapan kavimlerden kalma bu inanca göre; gök
cisimlerinin etkisinin, edilgeni sadece insan değil, aynı zamanda Dünya’da
gerçekleşen herhangi bir olaydır. Daha sonra Babil dinlerinin bir parçası
olarak eski Arabistan’da yayılan87 yıldızlara tapınmanın kalıntıları Kur’an’ın
nazil olduğu ortamdaki Araplarda da görülmeye devam etmiştir. Kur’ân, bu
inanışların karşısında durmuş ve gök cisimlerin aslında ne için yaratıldıkları
açıklanmıştır.
Fussilet Sûresi 37. âyet-i kerîmede Allah (c.c.): “Gece ve gündüz, güneş ve
ay O’nun âyetlerindendir. Güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a
secde edin!” buyurmaktadır. Âyet açık bir şekilde, Araplarda bulunan ve gök
cisimlerine kudret atfeden bozuk itikada yönelik bir eleştiridir.
Konuya hadîslerde de dikkat çekilmiştir. İnsanların bu mesele hakkındaki
düşünce ve inançlarını duyan Rasulullah (a.s.), anında o yanlışları düzeltme
yoluna gitmiştir.
İlgili hâdiselerden birisi de şüphesiz Peygamberimizin çokça üzüldüğü
bir zamanda gerçekleşmiştir. Rasulullah’ın oğlu İbrahim vefat ettiği gün güneş
tutulması olur. Bunun üzerine insanlar: “Güneş İbrahim’in vefatından dolayı
tutuldu.” derler. Rasulullah (a.s.) orada hemen bu sözlere şöyle karşılık verir:
“Güneş ile Ay hiçbir kimsenin ne vefatından ne de hayatından dolayı tutulurlar.
Bunu görünce hemen namaza durup, Allah’a duaya koyulun.”88
Küsûf namazı konusunda hemen her hadîs kitabında Rasulullah’ın (a.s.)
bu ikazının bulunduğu hadîsler bulunmakta ve Güneş’in, Ay’ın Allah’ın âyetlerinden
iki âyet olduğu üzerinde özenle durulmaktadır.89 Bununla da, o cisimler
için tesir kabiliyeti ya da kudret değil; sadece Allah tarafından verilen
emir doğrultusunda hareket etmelerinin söz konusu olduğu ifade edilmektedir.
Nitekim Ay’ın menzillerinin olması90, gökyüzünde yörüngelerin bulunması91,
Güneş ve Ay’ın birer yörüngede92 ve bir hesaba göre93 yüzmesi, gökyü-
zünün devamlı bir döngüsünün olması94 onların her birinin ilahî güç ve tesir
etme kabiliyetinin değil95; kendilerine verilen emr-i ilahiye inkiyâdlarının bir
göstergesidir.
87 Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara Okulu Yay., Ankara,1997, s. 51.
88 Buhârî, Küsûf, 1.
89 Bkz. Buhârî, Küsûf, 1; Müslim, Küsûf 1; Darimî, es-Sünen, Riyad 2000, Namaz, 187.
90 10. Yunus, 5; 36. Yasin, 39.
91 51. Zariyât, 8.
92 21. Enbiyâ, 33
93 55. Rahman, 5
94 86. Tarık, 11.
95 Eğer gök ve yerde Allah’tan başka bir ilah olsaydı orası fesada boğulurdu.” 21. Enbiyâ, 22.
270 Davut AĞBAL
Şüphesizcahilî Arap düşüncesinde bulunan benzer yanlışlar sadece Güneş
ve Ay tutulmasıyla ilgili değildi. Örneğin yağmur, rüzgâr, sıcak, soğuk, bereket
ve kıtlık gibi durumlar da yıldızların doğması ve batmasına izafe edilirdi.
Zeyd b. Halid el-Cüheni (r.a.) şöyle demiştir: “Rasulullah (a.s.)
Hudeybiye’de geceleyin yağan yağmurdan sonra bize sabah namazını kıldırdı.
Namazdan çıkınca yüzünü cemaate döndürüp: ‘Bilir misiniz, Rabbiniz (c.c.)
ne buyurdu?’ diye sordu. ‘Allah ve Rasulü daha iyi bilir.’ dediler. (Allah Teâlâ)
buyurdu ki: ‘Kullarımdan kimi bana mü’min, kimi kâfir (olarak) sabahladı. Her
kim Allah’ın fazlı rahmeti ile üzerimize yağmur yağdı dedi ise, işte o bana iman
etmiş, yıldıza iman etmemiştir. Her kim de falan ve falan (yıldız)ın nev’i (doğup,
batması) ile üzerimize yağmur yağdı dediyse, işte o, bana iman etmemiş, yıldıza
iman etmiştir.’ buyurdu.”96 Hadîste bahsedilen Arapların bu yanlış itikadını
Ahmet Naim şöyle açıklamıştır:
“Enva’ veya Ay’ın menzilleri yirmi sekizdir ki, Ay her menzilde bir gece
bulunur. Bu menzillerin her biri o gökyüzü alanında bulunan yıldızlardan
birinin adıyla isimlendirilmiştir: Seratân, Butayn, Süreyyâ, Deberân, Hak’a,
Hen’a, Zirau’l-Esed, Nesre, Tarf, Cebhe, Zebre, Sarfe, Avva’, Simak-a’zel, Gafer,
Zubana, İklil, Kalbu’l-Akreb, Şevle, Neaim, Belde, Sa’d-i Zabih, Sa’d-ı
Bula’, Sa’du’s-Süud, Sa’du’l-Ahbiye, Fer’-i Evvel, Fer’i-Sani, Batnü’l-Hût. Bu
adlarla isimlendirilen yıldızların on dördü daima geceleyin ufkun üstünde,
diğer on dördü ufkun altındadır. Hangisi batı tarafından batarsa (râkib/takib
eden)i ismini alan yıldız doğu tarafından doğar. İlk on dört menzil “Menâzil-i
Şamiye”, sonrakiler “Menâzil-i Yemaniyye”dir ki, bu günkü ifademizde kuzey
ve güney menzilleri demektir. Araplar bu yıldızlardan herhangi birinin fecr
vaktinde düşmesi ve batmasıyla beraber takib eden yıldızın o saatte doğmasına
“Nev’ ” derlerdi. Onun için dilcilerin bir kısmı yıldızın batmasına, bir kısmı
da doğmasına, başka bir kısmı da her ikisine birden “Nev’ ” denildiğini söylü-
yorlar. Dil âlimlerinden İbnu’l-A’rabi: “Enva’ batan yıldızların adıdır. Doğan
yıldızın adı ise Bevârih’dir.” diyor.
Bunlar bir birini takip eder şekilde on üçer gün ara ile batar ve peşinden
gelen yıldızlar da doğar o müddet zarfında yağmur, rüzgâr, soğuk, sıcak, bereket,
kıtlık ve her ne olursa batan yıldıza izafe edilir, “falan şey falan yıldızın
nev’inde gerçekleşti” derler…
Diğer bir tabirle sene yirmi sekiz kısma bölünüp takriben (senenin) her
on üç günü zarfında gerçekleşen hava olayları o günlerde hâkim addedilen
yıldıza isnat edilirdi.”97
96 Buhârî, Ezan, 156.
97 Naim, Ahmet; Miras, Kamil, a.g.e., c. 2, s. 920–921 (Yukarıdaki metin, tarafımızdan sadeleştirilerek
verilmiştir.); Nev’ ile ilgili ayrıca bkz. Kurtubî, a.g.e., c. 12, s. 186; c. 17, s.
449.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 271
İlgili âyet ve hadîslerde gök cisimlerine yukarıda ifade edildiği şekliyle bir
kudret izafe etme ve onu bir inanç haline getirmeye yönelik bu yasaklar, aslında
burçlarla ilgili anlayışımızı da şekillendiren esaslar niteliğindedir.
7. Kehanet
Gerek Astroloji ve gerekse burçlarla alakalı bir diğer konu da kehanettir.
Astrologlar, gök cisimlerinin hareketleri ve konumlarından istifade ederek
muhatabına gelecek ve geçmiş ile ilgili haberler de vermektedirler. Bu çıkarımlarda
ise burçlar ön planda tutulmaktadır.
Gelecekten haber verme konusu gerek Kur’ân-ı Kerîm’de ve gerekse Hz.
Peygamber’in (a.s.) hadîs-i şerîflerinde kesin ifadelerle işlenmiştir. Gelecek,
her şeyden önce İslamî literatürde gaybî bir konudur. “Gayb”a ait konular ise
-İslam düşüncesinde- tasarrufu sadece Allah’a (c.c.) ait konulardır98 ve yine
O’nun tasarrufuyla kendisine bu ilmden verilen kişilerce (bir kısım gaybî konular)
bilinebilir. Bu ise çok sınırlıdır ve “hariku’l-âde/sıra dışı/mucize” olarak
kabul edilir.99 Bu durumda mahiyet itibariyle kehânetin, hakikat ile bir alakası
olmadığı gibi dinen de yasaklandığını görüyoruz.
Hz. Peygamber (a.s.), “Arrâf” denilen ve gelecekten haber verdiğini söyleyen
kişilere gidip onları tasdik edenlerin, kendisine indirilen Kur’ân’ı inkâr ettiğini”
ifade eder.100 Bir hadîsinde ise “Böyle kişilerin kırk gece namazı kabul olmaz”
der.101
Başka bir rivâyette Muaviye b. el-Hakem es-Sülemî: “Ben, ‘Ya Rasulallah!
Bir takım işler vardır ki, cahiliye devrinde biz onları yapardık. Bizler kâhinlere
giderdik.’ der. Rasulullah da (a.s.): ‘Sizler kâhinlere gitmeyiniz.’ buyurur. Bunun
üzerine (Muaviye) tekrar: ‘Biz teşe’um ederdik’102 der. Rasulullah: ‘Bu herhangi
birinizin gönlünde hissettiği asılsız bir şeyden ibarettir. Binaenaleyh böylesi asılsız
şeyler sakın sizleri kastedip giriştiğiniz işlerden men etmesin.’ buyurur.”103
Bu ve benzer hadîsler ve karşılaşılan olaylar, aslında bize konunun büyük
oranda insanın içerisinde bulunduğu psikolojiyle de alakalı olduğunu gös-
98 7. A’raf, 187–188; 6. En’âm, 50; 31. Lokman, 34.
99 Tartışmalı bir konu olsa da Hz. Peygamberin (a.s.) bile geçmiş, bugün ve gelecekle ilgili
herhangi gaybî bir bilgisinin olamayacağı, böyle bir bilgiden söz ediliyorsa bunun Kur’ân
ile sınırlı olacağını hususen inceleyen çalışmalar da vardır. Bkz. Hatipoğlu, M. Said, Hz.
Peygamber ve Kur’ân Dışı Vahiy, Otto Yay., Ankara, 2009.
100 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1997, c. 15, s. 331, h.no:
9536.
101 Müslim, Selâm, 35, h.no: 125.
102 Bazı şeyleri uğursuz saymak.
103 Müslim, Selâm, 35, h.no: 121.
272 Davut AĞBAL
termektedir. Problemli bir meselenin hallinde çözümsüz kalan insan, dıştan
gelen etkilere daha açık bir hale gelir. Belki mevcut birçok ihtimal arasında
kararsız kalan birey, kafa karışıklığı sebebiyle kâhinin laf cambazlığından etkilenecek;
dahası, birçok yalan sözün arasında bulunan belki kendi durumunu
ifade ettiğini düşündüğü bir iki kelimeden dolayı o kâhinin söylediklerini
doğru kabul edecektir.
Hâlbuki karşılaşılan sıkıntılı durumlarda, çözümü aklî muhakeme ve işin
ehli insanlarla istişare etmek gibi İslâmî ve bedihî yöntemlerde aramak gerekmektedir.
Nitekim Kur’an ve Sünnette mü’min, ferasetli104, zekî olmak105, fikir
alışverişine önem vermek106, şartları, imkânları değerlendirip en iyi çözüm
yolunu bulmak için gayret göstermek ve en sonunda da Allah’a tevekkül etmekle107
nitelendirilmiştir.
Bütün bunların ötesinde mü’min; içinden çıkamadığı bir meselenin çö-
zümünü; arrâf, kâhin, sâhir, medyumda değil bizzat Allah Teâlâ’nın kelamı ve
Rasülü’nün sünnetinde veya alanında yetkin din bilginlerinin rehberliğinde
aramakla emredilmiştir.108
Sonuç
Diğer gök cisimleri gibi burçların da Kur’ân’ın genel üslûbu ve gayesi
açısından ele alındığı görülmektedir.
Kur’an’ın, gök cisimlerini ele alış tarzı ise; ‘kâinatta bulunan her bir
varlığın, kendisini yaratana işaret ettiğine dikkatleri çekmek’ şeklinde ifade
edilebilir. Yani bir bilim adamının, gök cisimlerinin birbirleri ile uzaklıkları,
104 “Mü’minin ferasetinden (keskin zekâsından) sakının. Çünkü o Allah’ın nuru ile görür.”
Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an, 16.
105 “Mü’min bir haşere deliğinden iki kere ısırılmaz.” Buharî, Edeb, 83.
106 “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli
olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları
için dua et; iş hakkında onlarla danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp
güven/tevekkül et. Çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.” 3, Al-i İmran,
159. Ayette Hz. Peygamber’e yönelik istişare emri, ümmetinin bu konuya hassasiyetle
eğilmesinin gerekli olduğu açısından da okunabilir. Bkz. Yazır, M. Hamdi, a.g.e., c. 2, s.
1217; İstişare ile ilgili bkz. 42. Şûra, 38.
107 3. Al-i İmran, 159.
108 “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ulu’l-emre de itaat edin.
Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu
Allah’a ve Rasulüne götürün bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir.”
4. Nisâ, 59. Ayette geçen “ulu’l-emr”in idareciler olduğu söylenmekle birlikte İbn Abbas
(r.a.), Mücahid ve Tabiin’den daha başkaları, bu kelimenin “dinde ince anlayış sahibi
kişi”yi anlattığı fikrindedirler. Taberî, a.g.e., c. 4, s. 151-152; Celâlu’d-dîn es-Suyutî,
a.g.e., c. 2, s. 347.
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 273
birbirlerine karşı konumları, o gök cisimlerinin kökeni gibi konuları ele almasından
farklı bir mecraya sahiptir. Aynı şekilde bu üslûp o gök cisimlerine
atfedilen kudretin bir sonucu olarak ortaya çıkan Astroloji’nin de üslûbundan
ayrılmaktadır.
Elbette ki Kur’ân’ın ifade tarzı içerisinde işlenen bir kısım konuların farklı
birçok bilim dalındaki izdüşümlerini kabul etmeme gibi bir durum söz konusu
değildir. Zira Kur’ân’da geçen bazı ifadelerin hakikatlerinin değişik bilim
dallarının gelişmesiyle daha iyi anlaşıldığı ortadadır. Ancak Kur’ân’da bulunan
bu tür bilgilerden yola çıkarak Kur’ân’ı, herhangi bir bilim dalının başyapıtı
gibi görme yanlışına düşülmemesi gerekmektedir. Çünkü Kur’ân’ın gayesi ve
o gayeye yönelik kullandığı dil farklı birçok husustan dolayı kendine hastır.
Bu yüzden ilahî hitabın bu bilim dallarının kullandığı dilden farklılaşması
burada belirginleşmektedir.
Burçların -birçok müfessirin ifade ettiği üzere- Astronomi veya
Astroloji’deki kullanımıyla kavram olarak eşitlenmesi, lafzın taşıdığı manalar
içerisinde mütalaa edilebilirse de, Kur’ân’da sözü edilen burçların hem varlık
hem de işlevleri açısından daha farklı bir konumda olduğu görülmektedir.
Burçların bulunduğu mekân esas alınacak olursa, Kur’ân ve Astronomi
aynı alandan bahsetmektedir. Ancak Kur’ânî kullanımdaki burç kavramının,
Astronomi’deki burçtan farklılaştığı noktalar da bulunmaktadır. Örneğin
burçlar Astronomi’de belirli sayılarla ifade edilirken; Kur’ân’da zikredilen birinci
semânın genişliği düşünüldüğünde, burç sayısının çok daha fazla olabileceği
ve Kur’ân’da burç diye ifade edilen oluşumun ‘takımyıldızlar’ değil de,
takımyıldızların süslediği alan olabileceği gibi hususlar burada zikredilebilir.
Kur’ân’daki burç kavramının kullanım alanı Astrolojideki burçlardan da
ayrılmaktadır. Bu farklılık, özellikle burçların insan karakterine, irâdî ve gayr-ı
irâdî fiillerine etkisinin olduğuna dair astrolojik inançların Kur’ânî bir temelinin
olamayacağı konusunda kendisini göstermektedir. Mevcut farklılığın astrolojik
kehânetlere karşı net bir dinî konum belirlediği de düşünülmektedir.
Astroloji içerisinde burçlarla ilgili mütalaa edilen konularda i’tidal ve hakkaniyetli
tavır ortaya koymanın, konunun Astronomi bilimindeki içeriğinden
ziyade dinî zeminini doğru tahlil etmekle mümkün olacağı görülmektedir.
Bunun da ancak temel dinî kaynaklara inmekle gerçekleşeceği düşünülmektedir.
274 Davut AĞBAL
Kaynakça
Abdülbâki, Muhammed Fuad, Mu’cemu’l-Müfehres Li elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm,
Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2001.
Abell, George, Exploration Of The Universe, U.S.A., 1969.
Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ, Mu’cemu Mekâyisu’l-Luga, Dâru’l-Fikr, 1979.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1997.
Albayrak, Halis, Kur’ân’da İnsan Gayb İlişkisi, Şule Yayınları, İstanbul, 1993.
Atmaca, Veli, Tarih Boyunca İnanç Tıp İlişkisi, Gerekli Kitap, İstanbul, 2011.
Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkılap yay., Ankara, 1976.
Beydâvî, Ebu Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru’lKutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 2006.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsiri, Bilmen Yayı-
nevi, İstanbul, ts.
Buhârî, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahîh, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1998.
Canan, İbrahim, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Tıbb-ı Nebevî, Akçağ yay., Ankara,
1995.
Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2005.
Cüceloğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2002.
Çamdibi, Mahmut, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, İfav yay., İstanbul, 1994.
Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, Riyad, 2000.
Demirci, Kürşat; Kutluer, İlhan, “Burç”, DİA 6/421-424.
Derviş, Muhyiddin, İ’râbu’l-Kur’ân ve Beyânuhu, Dâru’l-İrşâd, Suriye, 1992.
Ebu Abdullah el-Hâkim en-Nisâburî, el-Müstedrek, Dâru’l-Marife, Beyrut, ts.,
Ebu Hayyan el-Endülüsî, el-Bahru’l-Muhît, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993.
Ebu Şâme el-Makdîsî, el-Mürşidü’l-Vecîz, T.D.V. Yay., Ankara, 1986.
Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara Okulu Yayınları, Ankara,1997.
Fehd, Tevfik, “İlm-i Ahkâm-ı Nücûm”, DİA c. 22/124-126.
-----------------, “İlm-i Felek”, DİA 22/126-129.
Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-Ayn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003.
Goodman, Linda, Burçlar ve Yıldızlar, (Çev., Gülten Suveren), Sümer Kitabevi, İstanbul,
1993.
Hatipoğlu, M. Said, Hz. Peygamber ve Kur’ân Dışı Vahiy, Otto Yay., Ankara, 2009.
Isfahanî, Ragıb, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kalem Dimeşk, 2002.
İbn Ebi Zemenîn, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîz, Kahire, 2002.
İbn Haldun, Mukaddime, Darul’l-Beyda, 2005
KUR’ÂN’DA BURÇLAR
MAHİYETİ VE İNSANA ETKİSİ BAĞLAMINDA 275
İbn Mâce, Muhammed b. Yezid, es-Sünen, çev.: Haydar Hatipoğlu, Kahraman Yayınları,
İstanbul, 1982.
İbn Manzur, Cemâlu’d-Dîn b. Muhammed, Lisânu’l-Arab, Kahire, ts.
İbnu’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr fi İlmi’t-Tefsir, el-Mektebetu’l-İslamî, Beyrut, 1984.
Joseph, A. Angelo JR, Encyclopedia of Space and Astronomy Science, New York,
2006.
Kannûcî, Muhammed Sıddîk b. Hüseyin, Mevsûatu Mustalahâti Ebcedi’l-Ulûm,
Mektebetu Lübnan, Beyrut, 2001.
Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, Marifet Yay., İstanbul, 1984.
Köşe, Abdullah, “Hacamat”, DİA, c. 14, s. 422.
Kurtubî, el-Cami’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, ts.
Lutin Michael, Ailemin Astrolojisi Annem, Babam ve Ben, (Çev., Güneş Yamanlıca,
Sevgi Demiray), Barış İlhan Yayınevi, İstanbul, 2009.
Merâğî, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merağî, Mısır, 1946.
Morgan, T. Clifford, Psikolojiye Giriş, (Çev., Komisyon), Hacettepe Ü. Psikoloji B.
Yayınları, Ankara, 2005.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccâc, el-Câmiu’s-Sahîh, çev.: Mehmed Sofuoğ-
lu, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1988.
Naim, Ahmet; Miras, Kamil, Sahih-i Buhârî Muhtasarı ve Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve
Şerhi, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982.
Nisâburî, Ebu Abdullah el-Hâkim, el-Müstedrek, Dâru’l-Marife, Beyrut, ts.
Pezdevî, Ebu’l-Yüsr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, (Çev., Şerafettin Gölcük),
Kayıhan Yay., İstanbul, 1994.
Râzi, Fahreddin, Mefâtihu’l-Gayb, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1981.
Robinson, Leif J., Philip’s Astronomy Encyclopedia, London, 2002.
Sabûnî, Nureddin, Mâturîdiyye Akaidi, (Çev., BekirTopaloğu), D.İ.B. Yay., Ankara,
1998.
Suyûtî, Celâlu’d-dîn, Celâlu’d-dîn Mahallî, Tefsiru’l-Celâleyn, Salah Bilici Kitabevi,
İstanbul, ts.
Suyûtî, Celâlu’d-dîn, el-İtkân fi Ulumi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2006.
Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 2009.
Tantâvî Cevherî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm, Mısır, (h.)1346.
The World Book Encyclopedia of Science, Chicago, 1992.
Tirmizî, Muhammed b. İsa, es-Sünen, yy., ts.
Yakıt, İsmail; Durak, Nejdet, İslam’da Bilim Tarihi, Isparta, 2002.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, ts.
276 Davut AĞBAL
Yılmaz, Dilek, Burçlar, (Hazırlayan, Ahmet Hacıoğlu), İstanbul Kitabevi, İstanbul
2005.
Zebîdî, Muhammed Murtazâ, Tâcu’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Kuveyt, 2004.
Zeccâc, Ebu İshak İbrahim b. es-Serrî, Meâni’l-Kur’ân ve İ’rabuhu, Alemu’l-Kütüb,
Beyrut, 1988.
Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâiki ve Gavâmidi’t-Tenzîl, Dâru’lKutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 2009.
----------------, Esâsu’l-Belâğa, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998.

Konular