Dil Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıcılığı (XVI. ve XVII. Yüzyıl Örnekleriyle)

liJiFDXJ..VI(2005), sayı I,s. 103-132
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında
Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih
Yazıcılığı
(XVI. ve XVII. Yüzyıl Örnekleriyle)
EYÜP BAŞ
DR., ANKARAÜ. İLAHİYATFAKÜLTESİ
e-mail: bas@divinity.ankara.edu.tr
abstract
History-Writing in Arabic in the Context of Language-History Relationship in the
Ottornan Turks (With Speclal Reference to 16'band 17'b Century Examples). Ottoman
State, thanks to its Islamic identity, interacted with cultures of various other Muslim nations since
its inception. Ottoman Turks, who had this interaetion most in the area of language, used Arabic
as the medium of instruction at the madrasa. Even though Persian was dominant in literature, they
generally used Arabic in the ir scientific works, especially in the field of Islamic sciences.
This study focused on the examples written in the 16'" and 17'" centuries because of the fact that
the interaction mentioned above was felt most intensively in that period. The study concludes that
it was not Arabic -as being the language of the religion- that was the most effeetive in choosing
it as the language of the text in writing a given book, but it was rather scientific and personal
choices. The fact that, among our examples, excep for Taşköprülüzade who wrote all of his
writings in Arabic, Mustafa Cenabi, Katip Çelebi and Müneccimbaşı authored also Turkish books
confirms this conclusion.
key words
Ottoman, Language-History Relationship, Arabic, Taşköprülüzade, Mustafa Cenabi, Katip Çelebi,
Müneccimbaşı.
Giriş
Osmanlı Devleti, kurulduğu coğrafya ve kendinden önceki Türk-İslam devletlerinden
miras aldığı birtakım özellikler nedeniyle, mevcut bir Türk-İslam
geleneğinin takipçisi olmuştur. Özellikle medreselerdeki öğretim, mevcut
geleneğe bağlı kalınarak Arapça yapılmıştır. Yüzyıllarca devam eden bu
süreç, Osmanlıları Arap ve İran kültürleriyle yakın temas içerisine sokmuş-
tur. Bilhassa İstanbul'un fethi ve daha sonraları Yavuz Sultan Selim döneminde
Arap toprakları üzerinde kurulan hakimiyet, bahsedilen etkileşirnin
104 AÜiFD XLVI (2005), sayı i
artma eğilimi gösterdiğ,j önemli dönüm noktaları olmuştur. Söz konusu
gelişmelerle yaşanan küİtürel etkileşim ise en yoğun şekilde "dil" hususunda
yaşanmıştır. NeticedJ, diğer bilim dallarında olduğu gibi tarih alanında
da, çok dilliliğin tesiriyıJ Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça eserler kaleme
alınmıştır. Tarihyazıhıında Türkçe dışında dil kullanımı, bir kültür zenginliği
olarak algılanabiieceği gibi, tarihin faydacılık ilkesiyle bağdaşmayan
bir görüntü olarak da g&rülebilir.
Bu çalışmamızda söt. konusu hususu, Osmanlı Türklerince Arapça ola-
~
rak kaleme alınmış tarih eserleri çerçevesinde ele almak istedik. Zira ülkemizde
gerek müstakil ~ir Osmanlı tarihçi si üzerinde, gerekse Osmanlı tarihçiliğini
bir bütün olar~k değerlendiren çalışmalarda, tarihyazımında farklı
dillerin kullanılmasına ilişkin değerlendirmeler hem dağınık hem de yetersiz
durumdadır. Daha doğrusu tarihyazımında farklı dil kullanımı, üzerinde
durduğumuz siyası ~'e kültürel gelişmeler bazında bir değerlendirmeye
tabi tutulmamıştır. İştejbu nedenle, XVI. ve XVII. yüzyılda Arapça yazılmış
bazı tarih eserlerinden hareketle, Osmanlı Türklerinin tarihyazıcılığını diltarih
ilişkisi bağlamındk ele alan bir çalışma yapmanın gerekli olduğunu
düşündük. Zamanların~n şartlarına göre Arapça yazılmış olmaları doğal
karşılanan tarih eserle}ini, bir makalenin hacminin elverdiği ölçüde ayrı
ayrı değerlendirerek, O~manlı tarih literatüründeki yerlerini, Osmanlı Türk
toplumuna tarih bilinci ve bilgisi kazandırma noktasındaki katkılarını tesbite
çalıştık. Bu vesileYle, Osmanlı Devleti'nin klasik dönemi kapsamında
değerlendirilen XVI. ve~XVII.yüzyılların kültürel tarihinin aydınlatılmasına
katkıda bulunmak istedik.
Öncelikle belirtelirti ki, Osmanlılar dönemi tarihyazıcılığında ağırlıklı
olarak Osmanlı Türkç~si kullanılmıştır. Ancak meseleye dil-tarih ilişkisi
noktasından baktığımı~da, dil kullanımının insanların tarih ile rahatlıkla
diyaloğa girmelerini erigelleyen örneklerin de bulunduğunu açıkça görmekteyiz.
i
Bilindiği üzere insanoğluna bahşedilmiş en büyük nimetlerden biri olan
dilde, insan varlığının' toplum içindeki binlerce yıllık yaşayışının zaman
süzgecinden geçerek billurlaşmış anlam ve özünü bulabilmekteyiz. Bu bakımdan,
on binlerce k~lime ve şekilden kurulmuş olan dil, yapı ve işleyişinin
ayrıntılarına doğn~ inildikçe, insan, toplum, millet ve küıtür varlığına
hükmeden çok yönlü ;ve derin anlamlı bir sistem olarak karşımıza çıkar.
Niteliği ve özellikleri itibariyle de her dil, kendi kuralları içinde yaşayan ve
i .
gelişen canlı bir varlıktır. Insanın iç dünyası ile dış dünyasını birbirine bağ-
layan en önemli araçtfr. Kuşaktan kuşağa aktarılabilen ve toplumun çeşitli
özelliklerini aksettire~ sosyal bir kurumdur. Kültürün koruyuculuğunu ve
Oil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanh Türklerinde Arapça Tarih Yazıcdığı ---_ 105
taşıyıcılığını yapan temel varlıktır.! Bu durumda, insan topluluklarının kendilerine
has kültürlerinin tarih boyunca önemli, hatta yegane taşıyıcı unsuru
ve şartı olan dil ile bu toplulukların özgün kültürleri, tarihi süreç içerisinde
sahip oldukları bütün birikimleri, yani tarihleri arasında sıkı bir iliş-
kinin olduğunu görmemek imkansızdır. Dolayısıyla bütün bilimlerin insanlar
arasında paylaşımını sağlayan dilin, doğalolarak tarih ilmi açısından da
aynı fonksiyonu gerçekleştirdiği söylenebilir.
Tarih, konusu ve alanı itibariyle -farklı tarih anlayışları olmakla birlikteherkesçe
benimsenmiş niteliklere sahiptir. Akademik kaygılarla işlenmiş olsa
da, toplum fertlerinin büyük oranda ilgi duyduğu bir daldır. Bu ilgi nedeniyle
profesyonel bir tarihçiden farklı olmakla birlikte, sıradan insanı dahi zihninde
kendince bir tarih dünyası kurmaktan hiçbir şeyalıkoyamaz. İşte bu noktada
pek çok bilim dalının tersine, sıradan insanlara da kolaylıkla hitap edebilen
tarihin önemli bir işlev yerine getirdiği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Ancak
yaşanılan deneyimlerle iç içe olan tarih bu işlevi yerine getirirken, yazı-
mında kullanılan dilin de topluma yakınlaşma noktasında son derece önemli
olduğu göz ardı edilemez.2
Bir tarihyazımında tarihçi, üç farklı safhada dilin bağlayıcılığı ile yüz
yüzedir. Birinci düzey, tarihçinin yararlandığı, çoğu kez bir metin olan belgeyle
ilişkisidir. İkinci düzey tarihçinin kendi yazdığı metinle olan ilişkisidir.
Üçüncüsü ise, tarihçinin yazdığı metni okuyan okuyucunun durumudur.
Bu üç düzeyde metin ile tarihçi arasındaki ilişkinin ne olduğunun zihinsel
söylem ve kamusal söylem dönemlerinde çok farklı anlamlar kazanacağı
açıktır.3
Konunun bu boyutu bir tarafa, söz konusu safhalarda dilin etkinliğini
ortaya koyan özel bir duruma işaret etmek gerekmektedir. Zira kimi zaman,
kendi tarihini bilme ve nesilden nesile aktarma bilincinde olan bir millet
için, dil kullanımında tarih yazarlarınca sergilenen birtakım tutumların olumsuz
etkilerde bulunması söz konusu olabilir. Bunlardan birisi, tarihin, bir
toplumun kendi diliyle yazılmış olmasına rağmen oldukça karmaşık, kimi
zaman başka dillerin tesiriyle ve alınan ödünç kavramlarla ağırlaşmış anlatı-
mıdır. Diğeri ise yazarın kendi milletinin dili yerine yabancı bir dille tarihini
kaleme almasıdır. Bizce her iki durum da tarihi bilginin insanlara aktarılmasında
önemli bir sorundur. Çünkü tarih insanın tarihidir. İnsan var olduğu
için tarih vardır. Tarihte her şey insana göredir ve insan merkezlidir. İnsan
tarihe kendini, milli ve evrensel değerlerini bilmek için yönelir. Bu itibarla
ı Zeynep Korkmaz, Türk Dili Üzerine Araştımıalar; Ankara 1995, I, 660-661.
2 Salih Özbaran, Tarih, Tarihçi ve Toplum, İstanbul 1997, 52-56.
3 İlhan Tekeli, Tarihyazımı Üzerine Düşünmek, Ankara 1998, 65.
106 AÜiFO xl.vi (2005), sayı i
bazı ilim dalllarında, özellikle edebiyatta, felsefede görülebilecek komplike
anlatım üslubuna sahip yazın türlerine oranla, tarih yazın türlerinde sergilenen
anlatımın, anlam ve bilginin önüne geçmeyen bir üsluba sahip olması
i
ve dolayısıyla daha geniş bir kitleye hitap etmesi gerektiğini söylemek durumundayız.
Aksi takdird~ tarihin faydacılık ilkesinin, dil noktasındaki işlevini
yerini getirdiğinden, doiayısıyla "anlayan" ve "anlatan" tarihten bahsedemeyiz'~u
değerlendirmelJ ışığında Osmanlılarda tarihyazıcılığının başlangıç
ve gelişme evrelerine bkktığımızda, tarih eserlerinin büyük oranda Osmanlı
Türkçesiyle kaleme Jlınmış olduğunu görürüz. Tespitlerimize göre XVI.
yüzyıla kadar yazılmış Iyaklaşık 25 tarih eseri içerisinde Arapça ve Farsça
yazılmış olanlar istisna sayılabilecek kadar azdır. Verilen sayı içerisinde Farsça
olarak sadece şükrullah (ö.1488)'ın Behcetü't-Tevdrih'i ve İdris-i Bitlisl'nin
(ö.1520) Heşt Bihişt acilı eserleri göze çarpmaktadır. Arapça olarak ise, sadece
iki kişinin tarih esJrine rast1amaktayız. Bunlardan birisi Karamani Kara
Yakub b. İdris (ö. 1429)"e ait olan İşrdku 't-Tevdrih, diğeri ise Karamani Mehmed
Paşa (ö.1481)'nırl Tevdrihu Seldtini'l-Osmdniyye adlı eseridir. Bu durum
bize, daha sonraki dönemlerde olduğu gibi Osmanlıların ilk dönemlerinde
de Türkçe'nin, ta'rihyazıcılığında daha baskın bir şekilde kullanıldığı-
nı göstermesi bakımınaan önemlidir. Ancak, daha çok dini ilimlerle ilgili
eserlerin yazımında k011anılan Arapça ile sonraki dönemlerde bazı tarih
eserlerinin kaleme alırimış olduğu da bir vakıadır. i ..
A. Arapça Tarihyazıcılığına Ornek/er
XVi. ve XVII. yüzyılla~da yaşamış müelliflerden Taşköprülüzade Ahmed
(ö.156l), Mustafa Ceriabi (ö.1590), Katib Çelebi (ö.1657) ve Müneccimbaşı
Ahmed (ö. 1702)'in eserlerinden bazıları incelediğimiz konuya örnek
teşkil etmektedirler. N-apça yazmalarının nedeni hakkında aynı gerekçeler
ileri sürülemeyecek olan bu müellifler ve eserleri hakkında kısa da olsa
genel bir değerlendinheye gidebiliriz.
i
7. Taşköprü/üzôde Ahmed Efendi
Arapça yazmış olduğJ tarih eserleriyle çalışmamızda yer vereceğimiz ilk
,
müellif Taşköprülüzade Ahmed Efendi'dir. Biyografik eseri Şakdiku'nNu'mdniyye'nin
sonunaa verdiği otobiyografisinden anlaşıldığı üzere Taş-
ı
4 Dil-tarih ilişkisi noktasında ayrıntılı bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Ahmed Rasim, Tarih ve
Muharrir; İstanbul 1911, 3.10; Önay Sözeı; Anlayan Tarih, İstanbul 1981, 11-26; İlhan Tekeli,
Tarihyazım! Üzerine D~Jnmek, 62-74; Anton Stengl, "Tarih, Bilinç ve Dil Arasındaki İlişki",
Felsefelogos, S.9, İstanbui Ocak-2000, lll. ı17.
Dil-Tarih ilişkisi Bağlammda Osmanl, Türklerinde Arapça Tarih Yazıcılığı ---- 707
köprülüzade, yoğun bir Arapça tahsili görmüş, zamanın şartları gereği Tefsir,
Hadis, Mantık, Akaid, Kelam ve Hikmet alanlarında almış olduğu bütün
dersleri Arapça olarak okumuştur. Hemen bütün fertleri ilimle meşgulolan
bir ailenin çocuğu olması sebebiyle, müderrislik hayatına kadar bilinçli ve
istekli bir öğrenim hayatı sürdürmüştür. Taşköprülüzade, aynı zamanda
yoğun bir tedris hayatı geçirmiş, kadılık görevlerinde bulunmuştur. Son
olarak rahatsızlığı nedeniyle ayrıldığı İstanbul (1551-1554) kadılığı görevinden
sonra, vefat ettiği 1561 yılına kadar, İstanbul'da ders okutmak ve
kitap telif etmekle meşgulolmuştur. 5
Taşköprülüzade'nin, hac veya seyahat gibi birtakım vesilelerle Arap memleketlerinde
bulunup bulunmadığı hususunda, otobiyografısinde ve diğer yazarların
verdikleri bilgilerde herhangi bir veriye rastlamadık. Bu durumda
Taşköprülüzade'nin, medrese tahsilinden aldığı Arapça ile yetinerek eserlerini
kaleme almış olduğu düşünülebilir. Söz konusu durumun da doğalolarak
onun oldukça basit ve yalın bir Arapça kullanmasına sebep olmuştur.6
Bildiğimiz tüm eserlerini Arapça kaleme almış olan Taşköprülüzade'-
nin,? çalışmamıza örnek teşkil eden eserlerinden birisi Nevadirü'l-Ahbar rı
Menakibi'l-Ahyar'dır. Bu, müellifin tarih alanında kaleme aldığı ilk eser olup
lS32'de Üsküp'te tamamlanmıştlr.~ Taşköprülüzade, mukaddimesinde eserinin
muhteva, metot ve kaynakları hakkında bilgiler vermiş, ancak diğer
eserlerinde olduğu gibi Arapça yazmayı niçin tercih ettiği konusunda bir
açıklamada bulunmamıştır. Eseri kaleme alış sebebini, büyük insanların
hayat hikayelerini okumaya küçüklüğünden beri var olan ilgisine dayandı-
ran müellif, bu çalışmasıyla tarih meraklısı olanlara, gereksiz bilgi ve hikayelerden
arındırılmış, seçkin kişilerin biyografilerini içeren bir eser bırak.
mak istemiştir.9
5 Taşköprülüzade Isamüddin Ebu'l-Hayr Ahmed Efendi, eş-Şakaiku'n-Nu'maniyye iiUlema-i
Devleti'[-Osmaniyye, neşr. Ahmet Subhi Furat, İstanbul 1985, 556.560.
cı Taşköprülüzade ve ilmi kişiliği hakkında geniş bilgi için bkz. M.Tayyib Gökbilgin, "Taşköprü-
zade ve İlmi Görüşleri I-II", İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, VI, CÜZ: 1-2, İstanbul 1975, 127-
138; VI. diz: 3-4, İstanbul 1976. 169-182; İlhan Kutlueı; "Farabrden Taşköprizade'ye: Uygarlık,
Din ve Bilim", Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, 2000, 13-30.
7 Gevher Nesibe Sultan Taşköprülüzade Ahmed Efendi Kongresi'ne "Taşköprü-zade'nin Eserleri"
başlıklı bir tebliğle katılmış olan Ali Rıza Karabulut, çeşitli kaynaklardan ona ait olduğunu
tespit ettiği 52 adet eseri konulanna göre sınıflandırmıştır. Geniş bilgi için bkz. Gevher Nesibe
Sultan Taşköprülüzade Ahmed Efendi Kongresi (Kayseri 1989) Bildirileri, Kayseri 1992, 113-
129. Bursalı Mehmed Tahir ise onun 27 eserinin adını vermiştir. Osmanlı Müellifleri, İstanbul
1914, I, 346-347.
~ Taşköpriilüzade Ahmed Efendi, Nevadiru'I-Ahbar li Menakibi'I-Ahyar, İstanbul Bayezid Umumi
Ktp., Veliyyüddin Efendi, m. 2458, 391"; Nev'izade Atfıi, Hadaiku'[-Hakaik li Tekmileti'ş-
Şakaik, İstanbul 1851. 9.
o Taşköpriilüzade, Nevadiru'I-Ahbar, 1".
108 AÜiFDXl.VI (2005), sayı i
Nevddiru'l-Ahbdr, müellifin biyografı tarzındaki ilk denemesidir. 391 varaklık
bu eser, yaptığıhuz tespitlere göre, sahabe, abid, zahid, fakih, filozof,
müneccim ve tabitı olan 1396 kişinin biyografisini içermiştir. Taşköp-
,
rülüzade, yukarıda belirttiğimiz gibi eserinde takip ettiği metodu kendisi
açıklamıştır. Eserini yırrıara göre değil, faydalanmak isteyen kimselere kolaylık
olması bakımından alfabetik olarak tertip etmiştir.
Kendisinin de ifadel
ettiği gibi, daha çok derleme olan bu eserde, onun
Arap dilini kullanmad~ki yeterlilik ve özgünlüğünü tespit etmek zordur.
Çünkü bilgilerin çoğul alıntı yaptığı yazarların ifadeleriyle aktarılmıştır.
Nitekim bu hususta es~r ve kaynakları üzerinde yaptığımız karşılaştırmalara
dayanarak müellifiA, kimi zaman bazı cümlelerde kısaltına yoluna gitmek
dışında, alıntı ya~tığı kişilerin kullandıkları dile bağlı kaldığını rahatlıkla
söyleyebiliriz.l o Ancak bu durum, sadece yazarın dil kullanımındaki
özgünlüğünü tespit etinemizi engelleyen bir husus olup, bütün eserlerini
Arapça olarak kaleme' almış ve Arapça şiirler yazmışl ı biri olarak, onun
Arapça'yı kullanma ydterliliği noktasında aksi bir düşünce ortaya koymamaktadır.
Nevddiru'l-Ahbdr'ın dili, değindiğimiz özellikleri nedeniyle basit ve akı-
cıdır. Bu da tabakat ve teracim türü eserlerin genel bir özelliğidir diye dü-
şünmekteyiz. Çünkü kişiler hakkında verilmesi düşünülen bilgiler aynı türdendir,
dolayısıyla bu ıda, çok incelikli bir dil kullanmayı gerektirmez. Biyografileri
verilen kişiler hangi meslek grubundan olurlarsa olsunlar, do-
ğum ve ölüm tarihleri,! nerede doğup yaşadıkları ve nerede öldükleri, öğrenim
hayatları, hangi d'evlet bünyesinde bulundukları, görevleri, seyahatleri,
kişisel özellikleri vs
l
.gibi hususlar biyografi yazımında doğalolarak göz
önünde tutulan noktalardır. Bu şablonda değişen noktalar, kişilerin isimleri
ve onlara ait diğer özdı bilgilerdir.
Nevddiru'l-Ahbdr, b'iyografi türünde olduğu için kaynakları da doğal olarak
bu sahada daha örice kaleme alınmış teracim kitaplarıdır. Arıcak bunlar
i
çok fazla olmayıp, müellif tarafından eserin mukaddimesinde belirtilmiş-
lerdir. Müellifin ifadeierine göre onun yararlandığı temel eserler, İbn Hallikan
(ö.1228)'ın Vejeydtü'I-Aydn'l, Ebu Muhammed'in Siyeru's-Sahdbe'si
ile Şehristani (ö.1l53)'nin Tdrfhu'l-Hükemd'sıdır. ı2
LO Karşılaştırmaya bir örneJiçin bkz. İbn Hallikan. Vefeydtü'I-Aydn, thko M.Muhyiddin Abdülliamid.
Kahire 1948. I, 217j218 ve Taşköprülüzade, Nevddiru'I-Ahbdr; 41".
II Ali b. Bali, el-Ikdu'I-Manzı1m, (Şakaik ile birlikte), Beyrut 1975, II, 339; Atai, Haddik, 10;
Hasan b. Muhammed el-Bürini (ö.1615), Terdcimü'I-Aydn min Ebndi'z-Zaman, thko Selahaddin
el-Müneccid, Olmeşki1959, I, 75.
12 Taşköprütüzade, Nevddiru'I-Ahbdr; ıb.
Dil. Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanl, Türklerinde Arapça Tarih Yaz/cliığı ---- 109
Taşköprülüzade, hakkında bilgi verdiği kişileri genelolarak adı geçen
eserlerden seçmiştir. Seçimindeki kriterini ise şöyle ifade etmiştir: "Kur'an
ve tefsir kitaplarında geniş bir şekilde yer verildiğinden peygamberleri, çok
meşhur olmayan kişileri, menakibinde insanlara ibret olmayanları, hakkında
çok az şey yazılmış olanları ve ravilerin ihtilaf ettiği kişileri hazfettim.
Yaşantıları ibret dolu kişileri tercih ettim. Tarihten maksad, alimlerin sözlerinden
ve latif yaşantılarından dersler çıkarmaktır".13 Ayrıca Taşköprü-
1üzade'nin, hükümdar ve komutanların cihad ve savaşlarını da eserinde
sunmadığını belirtmesine bakılırsa, hanedanların tarihini yansıtan siyasi
tarihçilik yerine -şüphesiz bunun da siyasi tarih çalışmaları için özel bir
yararı olmakla birlikte- daha çok toplumun her tabakasından insanın hayatını
içeren; buna bağlı olarak da toplumların hayatını çeşitli yönlerden gözler
önüne seren sosyolojik bir tarih çalışması yapmayı tercih ettiği söylenebilir.
Yazar bunları zamanın şartları gereği bilinçli bir şekilde sistematize
edememiş de olsa, gelinen nokta itibariyle eserleri, Osmanlı toplumunun
sosyal ve kültürel yapısını somut olarak yansıtmaya çalışan çağdaş araştırmaların
temel kaynaklarından olmuşlardır.
Eser, müellifin biyografi tarzında ilk eseri olmasının yanında, Osmanlı
dönemi tarihyazıcılığının da bu tarzdaki ilk örneklerinden sayılır. Taşköprülüzade'nin
yararlandığı kaynakları belirtmesi, tarihten ve tarihçilikten ne
anlaşılması gerektiğini dile getirmesi, eserinde yer verdiği kişileri seçerken
göz önünde bulundurduğu kriterleri açıkça ifade etmesi, ek olarak takip
ettiği usulü net bir şekilde belirtmesi de Osmanlı tarihyazıcılığına hem metot
hem de içerik açısından önemli bir katkı sağlamıştır. Ancak şunu belirtmeliyiz
ki, eserin dilinin Arapça oluşu, doğalolarak dar bir çevreye hitap etmesi
sonucunu doğurmuştur.
Taşköprülüzade'nin adı geçtiğinde ilk akla gelen eseri ise Şakdiku'n-Nu'mdniyye'dir.
Diğer eserleri gibi Arapça olarak kaleme aldığı bu eserinde, daha
sonra kazanacağı şöhretten habersiz, oldukça saf duygular içerisinde ilim
dünyasına hizmet amacıyla Osmanlı alimlerinin ve mutasavvıflarının biyografilerini
toplamıştır. Kendisindn önce kimsenin bu memleket uleması
hakkında böyle bir teşebbüse girişmediğini belirterek Şakdik'i yazmaya
başladığını belirten ı4 Taşköprülüzade, böylece Osmanlı tarih literatürüne
"Şakaik tercüme ve zeyilleri" ifadeleri ile anılacak, literatür içinde bir literatür
oluşturarak uzun yıllar etkisini sürdürecek ve adını yaşatacak bir eser
bırakmıştır. Nitekim onun vefatından sonraki yıllarda ölen alimlerin, muta-
13 Taşköprüıüzade, Nevadiru'[.Ahbar; 1b.2'.
14 Taşköpıiilüziide, Şakaik, 2.
7 LO -------.,.------------ AüiFD xl.vi (2005), sayı i
savvıfların isim ve hatıralarının unutulmaktan kurtarma endişesi, daima
Şakaik'e zeyiller yazıııhası sonucunu doğurmuştur. Şaka ik ile birlikte bu
zeyil zinciri, Osmanlı İmparatorluğu devrlndeki Anadolu bilim ve kültür
hayatının, medrese ve ıtarikat cephelerini aydınlatmada başvurulan vazge-
çilmez bir birikim olmuştur. 15
Medrese dili olan Arapça ile yazıldığı için, bilhassa ilmi çevrede ilgi ile
karşılanan ve hızlı birlşekilde şöhrete ulaşan Şakaik, Arapça bilmeyenler
tarafından da yoğunilgi görmüştür. Bu sebeple tamamlanmasının üzerinden
çok vakit geçmeden Türkçe'ye tercüme edilme ihtiyacı duyulmuştur.
Konumuz açısından es~eriOsmanlı Türkçesine çevirenlerin, tercümelerinin
başlangıcında sarfettikleri ifadeleri son derece önemlidir.
Bunların en meşhJru olan, Edirneli Mecdi'nin (Ö.1S90) 1S86 yılında
tamamladığı tercümeriin başında, eserden Arapça bilmeyenıerin de rahatlıkla
yararlanmaları için bu tercümeyi yaptığını belirttiğini görmekteyiz.16
Yine Şakaik'in bir bkşka mütercimi Ahmed Haki (ö. 1S67)'nin anlattıklarından,
eserin Arapça bilen kişilerce zaman zaman insanlara okunduğunu,
Arapça bilmeyenlerin ise o toplantılarda "keşke Şakaik de Türkçe olsaydı"
şeklinde bir ifade kuııjnarak eserin Arapça yazılmış olmasından duydukları
rahatsızlığı dile geti~diklerini ve onun da bu konuşulanlar doğrultusunda
eseri tercümeye karar Verdiğini öğrenmekteyiz. 17
i .
Eserin bir diğer mutercimi Arnasyalı ıbrahim b. Ahmed (ö.1S89) de
mukaddimesinde bent.er gerekçeler ve ifadeler kullanmış, Arapça olduğu
için herkesin rahatlıklJ istifade edemediğini belirterek tercüme amacını ifade
etmiştir. 18 BuradaRi ifadeleriyle o, Arapça eser yazımının, eğitim-öğretim
dilinin Arapça olmbsına rağmen Osmanlı Türk toplumuna tersliğini açıki
.
ça ortaya koymuştur. Amasyalı ıbrahim b. Ahmed ve diğer mütercimler şüphesiz
toplumun ihtiyaçları doğrultusunda tercüme çalışmaları yapmışlar, ilmiye
sınıfının kendi sınıfı için vücuda getirdiği eserleri, hangi meslekten olurlarsa
olsunlar halkın oicur-yazar katmanlarına ulaştırmayı hedeflemişlerdir.
Taşköprülüzade'nirl yine Miftdhu's-Sadde adlı eserinin oğlu tarafından
Türkçe'ye çevirilmesi,ldaha açık bir ifadeyle ilmiye sınıfının dışındaki insanların
kolaylıkla fayaalanabileceği hale getirilmesi, aynı şekilde Osmanlı
15 Şaka ik zeyilleri hakkında laynnUh bilgi için bkz. Behcet Gönül, "İstanbul Kütüphanelerinde al-
Şakiiik al-Nu'maniya Ter~üme ve Zeyilleri", Türkiyat Mecmuası, VII-VIli, cüz: 11,İstanbul
1945,137-140,155-168; 'Abdulkadir Özcan, Şakaiku'n-Nu'maniyye ve Zeyilleri, İstanbul 1989.
16 Mehmed Mecdi Efendi, Haddiku'ş-Şakaik fi Tekmileti'ş-Şakdik, İstanbul 1852, 10-11.
17 Muhtesibziide Ahmed Haiü, Terceme-i Şakdik (Haddiku'r-Reyhdn fi Tercemeti Şakdyıkı'n-Nu'man),
İstanbul Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, m. 2220, 1b_2'.
ı8 İbrahim b. Ahmed el-Am~si, Terceme-i Şakaik, İstanbul Süleymaniye Ktp., Saliha Hatun, nr.
158,2'-2".
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıcılığı - 111
Türk toplumunda bilgi dolaşım sisteminin önünün açılması yolunda atılan
adımlardandır.19 Zira o dönemlerde, insanların doğrudan bilgiye ulaşmaları
oldukça zordu. Bunun sebebi ise temel kaynakların çoğunun Arapça olu-
şu ve bunların verdiği bilgilerin, topluma alimler vasıtasıyla aktarılmasıydı.
Bu itibarla Taşköprülüzade'nin, eserlerini yalnızca ilmiye sınıfına hitaben
yazmış olduğunu, ancak bunlardan bir kısmının toplumun diğer kesimleri
arasında da zamanla ilgi ve ihtiyaç uyandırdığını söylemek her halde
daha doğru olur. Çünkü neticede hepsi Arapça olan eserlerinden, yalnızca
Şakdik ve Miftahu's-Sadde'nin, tarzları gereği daha geniş bir kitleye hitap
etmesi, bu eserlerin tercümelerini gerekli kılmıştır. Toplum, bu ikisinde -
özellikle Şakaik'te- kendi örf-adetinden, geleneğinden, nisbeten yakın tarihinden
birşeyler bulmuştur. Dolayısıyla esere bireysel ilgi artmış, insanlar
okumak ve sahip olmak istemişlerdir. 20 Nevddiru'l-Ahbdr da biyografik bir
eserdir. Ancak hayat hikeyeleri verilen kişilerin, oldukça eski zamanlarda
yaşamış olmaları ve çoğunluğunu Arapların oluşturması, esere ilmi çevrede
bir itibar kazandırmışsa da toplumun ilgisini çekmemiştir.
Son olarak belirtelim ki, Taşköprülüzade Ahmed Efendi, yaşadığı dö-
nemde kendisini bir tarihçi olarak tanıtmaya çalışmamıştır. Tarih alanında
kaleme almış olduğu eserlerinin orijinal bir tarzı olmayıp, kendi zamanına
kadar Arap tarihçiliği içerisinde oluşan tabakat-teracim türündedirler. Ancak
önemli ölçüde tarih malzemesi içermektedirler. Müellifin tarihçilik yö-
nünün açığa çıkmasına işte bu çalışmaları neden olmuş, adının Osmanlı
tarih yazarları içerisinde anılmasını sağlamışlardır.21 Dolayısıyla müellif
hakkında sonradan yapılan "Osmanlı tarihçisi" nitelemesinin ifade ettiği
manayı, günümüz şartlarıyla değil onun bulunduğu ortam ve yaşadığı şartlar
çerçevesinde değerlendirmek durumundayız. Bu itibarla klasik bir medrese
öğrenimi görmüş ve aldığı bu klasik öğrenimle yine Osmanlının en
19 Taşköpıiilüzade, Mevziidtü 'I-Uliim , terc. Kemaleddin Muhammed, İstanbul 1895, i, 16-17.
20 Bu ilgi Türklerin yaşadığı bölgeleri dahi aşmıştır. Öyle ki eseı; Arap bölgelerinde yetişmiş olan
yazarların da önemli bir başvum kaynağı olmuş, kendileri de Taşköpriilüzade'nin biyografisine
eserlerinde yer vermişlerdir. Tabiki bunda temel etken eserin Arapça yazılnuş olmasıdır. Bu
noktada Osmanlı Türk toplumu için dezavantaj olan dil farklılığı onlar için bir avantaj olmuş-
tur. Bu yazarların ve eserlerinin isimleri şu şekildedir: İbnü'l-lmad (ö.1678), Şezercitü'z-Zeheb;
Muhammed Emin Abdullah el.Muhibbi (1651-1699), Hulcisatü'I-Eser fi A'ycini'I.Kami'I.Hcidf
Aşer; Hasan b. Muhammed el-Bıirini (ö. 1615), Tercieimü'I-A'ydn min Ebndi'z-Zaman; Necmeddin
Muhammed b. Muhammed el-Gazzi ed-Oımeşki (1570.1651), Lutfu's-Semer ve Katfu's-Simer
min Terdeimi A'ydni't-Tabakdti'I.Old mine'I-Kami'I.Hddf Aşer; es-Sıddiki (ö.1661),
el-Men/ı u 'r-Rahmdniyye ii'd-Devleti'I-Osmdn iyye.
Ayrıca Şakdik'in 1881 yılında Bulak'ta İbn Hallikan'ın Vefeydtü'I-A'ydn'l ile birlikte basılması,
Arap aleminde, Arapça oluşundan dolayı kazanmış olduğu ilgiyi gösteren başka bir husustur.
21 Bkz. F.Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, çev. Coşkun Üçok, Ankara 2000, 94-97.
112 AÜiFD xl.vi (2005), sayı i
klasik sayılabilecek toplumsal ve dinı hayatının yaşandığı bir dönemde,
müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunmuş olan müellifin, ilmı çevrede
saygınlığını artırmak, birikimini sergilemek, ilim dili olarak kabul görmüş
i
Arapça'ya bağlılığını göstermek, biraz da kendisini tatmin etmek için hemen
bütün eserlerini -içinde yaşadığı toplumun dilinden farklı olarak- Arapça
kaleme almış olduğunu söyleyebiliriz.
2. Mustafa Cenôb, i
Çalışmamızın bir diğer örneği, XVI. asrın meşhur alimlerinden ve önde
i
gelen tarihçilerinden Mustafa Cenabi Efendi (ö.1S90)'dir. Devrin meşhur
müfessiri ve şeyhulisl~mı EbussuCıd Efendi'nin mülazımlığında bulunmuş,
çeşitli medreselerde m'üderrislik, birçok yerde de kadılık yapmıştır.22
Kendisiyle aynı dön~mde yaşamış olan Kınalızade Hasan Çelebi (ö.1604)
i
ve Mustafa Beyanı (ö.~lS97), Mustafa Cenabl'nin Arap edebiyatındaki derinliğinden
ve tarihe blan özel ilgisinden bahsetmişler, yazmış olduğu cil
han tarihini övmüşlerdir.23 Cenabı hakkında Türkiye'deki en kapsamlı araş-
tırmayı gerçekleştirmiş olan Mehmet Canatar, tarih eserinin son derece tertibli
ve metodik olmasından hareketle onun titiz, dikkatli ve disiplinli bir
kişi olduğuna dikkat çekmiş, yaşadığı devrin yöneticilerince de itibar edilen
saygın bir ilim ada'mı olduğunu ifade etmiştir.24
Cenabl'nin, Arapça! yazmış olması nedeniyle çalışmamıza örnek olarak
i
seçtiğimiz tarih eserinin orijinal adı el-Haftlu'l-Vasıt ve'l-Aylamü'z-Zahir elMuhıt'dir.
Ancak bu ~ser XVII. yüzyıldan itibaren müellifin kendi adıyla
meşhur olmuş ve Cenabı Tarihi olarak anılagelmiştir.
Eser, daha önceki talrih eserlerinde basit ifadelerle yer verildiğini gördüğü-
müz tarihin önemine,/ ilmı bir yaklaşımın sergilendiği giriş kısmıyla başlamaktadır.
Cenabl'nin burada, tarihi başlı başına bir ilim dalı olarak kabul
i
etmiş olduğunu, tarihçinin de insanlara iyiyi ve doğruyu göstermek gibi önemli
bir sorumluluk taşıdığ'ını ve yerine getirdiğini net olarak belirten ifadeleri
bulunmaktadır. 25
22 Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-Şuara, haz. İbrahim Kutluk, Ankara 1989, ı, 263; AtiH,
Hadaik. I, 118, 308-309; Katip Çelebi, Keşfü'z-Zürıun an Esamii'/-Kütübi ve'/-fünun, neşr.
M.Şerefettin Yaltkaya, I-İl, İstanbul 1971, I, 224, 291, 851; II, 1181; M. Canatar, "Cenabi
Mustafa Efendi", DİA, İst~nbul 1993, VII, 352.
LL Kınalızade, eserinde kuııinması için Cenabi'nin kendisine gönderdiği Arapça, Türkçe şiirleri ve
muammaları "bi misal" o'larak nitelendirmiştir, Tezkiretü'ş-Şuara, I, 263; Bkz. Beyani Mustafa
b. Canıllah, Tezkiretü'ş-Ş~ara, haz. İbrahiın Kuıluk, Ankara 1997, 63. Arai de ondan övgüyle
bahsetmiştir, Hadaik, I, 309.
24 Mehmeı Canatar, Müve,.;ih Cenabf Mustafa Efendi ve Cendbf Tarih~ Ankara Ü. Sos.Bil. Enst.
Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara 1993, 27.
Z C",'bi, Aymm"', "";', 1..... , R",p p", «p" m, 983, 2',
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih YazlCllığl -- __ 113
Eseri genel tarih niteliğinde olması nedeniyle ilk insan Hz.Adem'den
başlamış olup 1587-1588 tarihine kadar gelmekte ve Hz.Peygamber devri
hariç26 85 babtan (bölüm) oluşmaktadır. Metot bakımından klasik Arap
tarihçiliği geleneğine uygun bir şekilde yazılmış olan eserde, Arap tarihçili-
ğinden farklı olarak rivayetler uzun bir ravi zinciriyle verilmemiştir. Cenabi,
konu başında veya sonlarında, verdiği bilgileri hangi kaynaklardan aldı-
ğını da kitabı ayıplanmasın diye zikrettiğinj27 kaydetmiştir.
Müellif gerek içerik gerekse olaylarda kronolojiyi gözetip bazı ihtilafları
belirtmesi dışında yorumdan uzak kalması gibi özellikleriyle, klasik Arap
tarihçiliğinin zamanı için yeni bir örneğini teşkil etmiş,28 ancak Osmanlı
dönemi tarihyazıcılığında ilk genel tarih eseri örneğini vermekle bir orijinalite
yakalamıştır. Eserinin asıl özgünlüğü kendi zamanına ait verdiği bilgilerde
yatmaktadır. Çünkü o, şahsi fikir ve kanaatlerine daha çok bu kısımlarda
yer vermiştir. Bu bölümler ilk defa Cenabi tarafından telif edilmiş
olan lLSelim (1566-1574) ve III.Murad (1574-1595) dönemleri, onların
zamanında yaşamış olan alimler, şeyhler ve daha başka önde gelen kişilerin
hayat hikayelerini içeren bölümlerdir. Bunlara ek olarak Cenabi'nin zaman
zaman serdettiği müşahedeleri, ziyaretleri, devlet adamları ve saray
çevresinden işittikleri, ulemadan duyup naklettikleri ve Osmanlı coğrafyası
hakkında verdiği bilgileri esere orijinallik katan ve Osmanlı kültür-medeniyet
tarihi açısından önem taşıyan diğer yönlerdir. 29
Eserinde Arapça'yı oldukça güzel kullanmış olan Cenabi, dil kuralları-
na olabildiğince uymuş, kolayanlaşılabilir nitelikte bir üslup tercih etmiştir.
Şairlik yönü de olan, hatta Arapça şiirler yazabilecek düzeyde bu
dili iyi bildiğini daha önce belirttiğimiz Cenabl'nin, bazı müellifler gibi
ağdalı ifadeler kullanarak, edebi bir üslupla eserini yazabileceği muhakkaktır.
Ancak o, edebi ve ağdalı bir anlatım sergilememiş, ifade tarzından
daha çok manaya önem vermiştir. Biz bu durumun Cenabl'nin kullandığı
kaynaklarının bir etkisi olduğunu düşünmekteyiz. Şöyle ki, yararlandığı
eserlerin çoğunluğu Arap müelliflere ait tarih eserlerinden oluşmaktadır
ve bunlar basit ve sade bir anlatım üslubuna sahiptirler. Burada dikkat
çekilmesi gereken bir husus daha vardır ki, o da Cenabl'nin, eserini Arap-
ça yazmayı tercih etmesiyle işinin bir hayli kolayolduğudur. Çoğunluğu
Arapça olan kaynaklardan çok rahat bir şekilde istifade etmiş, kimi za-
26 Çünkü müellif, Hz.Peygamber'in peygamberlik öncesi başından geçen olayları, gazveleri ve
onun bazı üstün özelliklerini "Kitab" başlığı altında müstakil olarak işlemiştir.
27 Cenabi, Ay/amu'z-ZiJhir, 2'.
28 Bkz. Şehabettin Tekindağ, "Osmanlı Tarih Yazıcılığı", TTK BeI/eten, xxx{ Ankara 1971, 660.
29 Ayrıntılı bilgi için bkz. M.Canatar, Müverrih Cendbı Mustafa Efendi ve Cendbı Tarihi, 164.165.
114-------7----------- miFO XLVI(2005), sayı i
man bilgileri özet bir şekilde bazen de aktarmıştır. Bu tarz bir yazım hiç
şüphesiz eserini Türkçe kaleme almaya çalışan bir tarihçiye göre oldukça
kolaydır diye düşünmJkteyiz.
Canatar, araştırmasılıın Giriş kısmında Cenabi'nin Tarih'i hakkında "..yirmi
beş yılı aşkın bir dman dilimi içerisinde ve yoğun bir çalışma neticesinde
tamamlanabilmi'ş olan Cenabi Tarihi gerçek kıymetini bulamamış-
tır. Kendisini kullananı eserler şöhret bulup basılma imkanı dahi bulduğu
halde, Cenabi Tarihi kkpsamlı bir çalışma konusu dahi olmamıştır diye bi- ,
liriz" derken önemli bir gerçeği tespit etmiştir. Cenabi Tarihi'nin maruz
kaldığı belirtilen ilgisizliğin -başka sebeplerinin de olması söz konusu
olabilmekle beraber- kanaatimizce önemli bir sebebi de Arapça olarak
yazılmış olmasıdır. Çü:nkü eser, matbaa öncesi dönemde sadece ilmi çevre
tarafından bilinip ~cullanılmış, matbaa sonrası ise Arapça oluşundan
dolayı basılması mümkün olmamıştır. Zira matbaa sonrası, geneli Arapça
olan dini eserlerin balsıırnama hususundaki eğilime ek olarak, topluma
kendi diliyle yazılmışı eserleri sunma fikri hakim olmuştur. Matbaadan
maksadın topluma daha kolay ve çok sayıda eser kazandırmak, en önemlisi
faydalanabileceği ~serleri ulaştırmak olduğu göz önünde bulundurulur
ise Arapça eserleri~ basılma imkanı bulamamalarının nedeni daha net
anlaşılacaktır. i
Son olarak belirtelim ki Cenabi de daha sonra "Osmanlı Tarihçileri" diye
anılacak olan hemen bÜtün alimler gibi yetişme döneminde özel tarih dersleri
almamış, zamanının ablayışı ve şartları gereği hocalar nezdinde tarih eserleri
üzerinde bir çalışı'nada bulunmamış ve tarih ilmine dair özel bir eğitimden
geçmemiştir. Hangi dilde yazmayı tercih etmiş olursa olsun hemen
bütün Osmanlı tarihçiİeri için geçerli olan bu durum ve sorun, ancak onların
özel ilgi ve gayretleriyle giderilebilmiştir. Daha açıkçası tarih ilmiyle
ilgilenen Osmanlı aydınları tamamen kendi özel ilgi ve gayretleriyle birer
tarihçi olmuşlar, eserle~ kaleme almışlar, bir tarih felsefesi ve literatürü oluş-
i
turmaya çalışmışlardır.
Osmanlı Devleti'niri dünyaya açılımına paralelolarak gelişen ve değişen
tarihçilik, her nekadat bu bilim dalının daha uzunca bir süre medreselerin
müfredat programına ~irmesini sağlayamamışsa da tarih alanına özel ilgisi
olan kişileri etkilemiş) kaleme aldıkları tarih eserlerinin tarzını, içeriğini,
metodunu ve anlatış biçimlerini zamanla değiştirmiştir. İşte bunlardan biri
olan Cenabi Efendi, dmanının Arap dünyası ile olan ilmi ve kültürel etkileşiminin
bir neticesi blarak, tarih eserini Arapça olarak kaleme almış, üslup
ve kaynakları kuılanımı açısından dönemin Arap tarihçiliğini muhtemelen
tetkik etmiş ve bundan etkilenmiştir.
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yaz/cd/ğı 7 75
Bu anlayış içerisinde tarih ilmiyle meşgulolmaya başlamış olduğunu _
Kına1ızade'nin ifadeleri de bunu desteklemektedir30 - düşündüğümüz Cenabı
Efendi, sahip olduğu Arapça ile başta Osmanlı ilmiye sınıfı olmak üzere,
dili Arapça olan İslam dünyasına ve Türkler gibi öğrenim dili olarak Arap-
ça'yı kabul etmiş daha başka müslüman milletlere hitap ederek daha geniş
bir kitleye ulaşmak, ek olarak da Arapça kaynaklardan istifadeyi azami öl-
çüde yapabilmek maksadıyla eserini Arapça yazmıştır diye düşünmekteyiz.
Bununla birlikte başta kendi çevresi olmak üzere İslam dünyasında bir
şöhrete ulaşmayı, prestij elde etmeyi pekala düşünmüş olabilir. Ancak gö-
rülen o ki, eserinin Arapça olması nedeniyle içerisinde yaşadığı topluma
hitab etmemesi, çağdaşları olan Hoca Sadeddin Efendi (ö.1599) ve Gelibolulu
Mustafa Aıı (ö.1599) gibi ünlü kişilerin gölgesinde kalması, Arap
dünyasında da kendi eserinden ziyade onun yanlışlarla dolu bir özeti olan
Ahmed b. Yusuf el-Karamanı (ö.16ıo)'ye ait Ahbdru'd-Düvel adlı eserin
meşhur olmasıyla, yukarıda sözünü ettiğimiz her yazar için doğal olabilecek
muhtemel beklentileri pek gerçekleşmemiş, böylece Cenabı gerek zamanında
gerekse günümüzde hak etmiş olduğu ilgiyi görememiştir.
Son olarak Cenabı'nin tarihçiliğindeki gelişime bakarak, onun yaklaşık
25 yılını verip Arapça olarak kaleme aldığı el-Aylamu'z-Zdhir'ini önce yine
Arapça olarak özetlemesinin/1
sonra da bu özeti -her ne kadar III. Murad'ın
isteği söz konusu olsa dan - kullandığı dil itibariyle içinde yaşamış
olduğu toplumu göz ardı ettiğini yansıtan ifadeler kullanarak33 Türkçe'ye
çevirmesinin oldukça anlamlı olduğunu düşünmekteyiz. Bu gelişime göre
Cenabi, sonuçta tarih bilgisinin insanların öz malı olduğunu, buna en kolay
ve doğru biçimde ulaşma hakkına sahip olduklarını, tarihçinin görevinin
ise bu bilgi ile insanlar arasındaki engelleri kaldırıp anlaşılır ve aktardıkları
bilgilere güvenilir eserler kaleme almak olduğunu anlamı Ş gözükmektedir.
3. Kôtip Çelebi
çalışmamızda örnek olarak ele aldığımız bir diğer müellif ise Kaıip Çelebi'-
dir. 1609'da İstanbul'da doğmuş ve Hacı Halife diye de anılmış olan KMip
Çelebi, XVII. yüzyılın en önemli ilim ve fikir adamlarındandır. Küçüklüğünden
itibaren dinı ilimIere ilişkin özel dersler almış, 1623 yılında babası
30 Kınalızade. Tezkiretii'ş-Şuarô, I. 263
31 Arapça özetin adı Nihôyetü'l-Merônı ve Bah,-ü Cevôlıiri'l-Kelôm'dır. EBabingel, Osmanlı Tarih
Yazarları ve Eserleri. 122.
32 Cenabi. DiilT-i Meknıin, İstanbul Nuruos1l1aniye Ktp. nr. 3107, 2"-2b
:ı:ı Cenabi. Dürr-i Meknıin, 2'-2".
116 JıijifO xl. vi (2005), sayı i
aracılığıyla divan kale~lerinden Anadolu muhasebesi kalemine katip olmuş,
burada hesap kurallarını ve siyakat yazısını öğrenmiştir. Ordu ile birlikte
çok sayıda sefere k~tılmıştır.34 Son olarak 1634'de LV.Murad'ın Revan
seferine katıldıktan son~a kalan ömrünü ilim öğrenmek ve öğrenci yetiştirmekle
geçirmeye karar ~ermiştir. Zamanının alimlerinden Kadizade Mehmed
Efendi, A'rec Mustafa Efendi, Vaiz Veli Efendi, Ayasofya dersiamı Abdullah
Efendi ve Süleyırtaniye dersiamı Mehmed Efendi'den farklı ilim dallarında
dersler almıştır, 3;S
Katip Çelebi, genel kabul görmüş 6 Ekim 1657 tarihinde36 vefatına kadar
yorucu ve aralıksız bir çalışma hayatı geçirmiş, kısacık ömrüne çok şeyler
sığdırmaya çalışmışdr. Tarih, coğrafya, sosyoloji, atlas, felsefe, astronomi,
matematik, hadis, f;kıh gibi çok çeşitli alanlarla ilgilenmiş olması sebebiyle
birçok konuda ese~ kaleme almıştır. 3 7
Fezleketü Akvaıi'l-Ahyar fı İlmi't-Tarih ve'l-Ahyar, Katip Çelebi'nin yazmış
olduğu ilk eserdir. Yazımı 1642 yılında tamamlanmış olan eser,38 yaratılış-
tan müellifin yaşadığı z~mana kadar gelen Arapça bir dünya tarihidir. Eseri
de, Cenabf Tarihi'nden özetle alınan seksen iki hükümdar sülalesi yüz elliye
çıkarılmıştır.39 MüeÜifin ifadesiyle bir mukaddime, üç asıl (bölüm) ve
bir harimeden 0Iuşmuşt'ur.4o Mukaddimede tarih kavramı, tarihin yararı ve
gayesi üzerinde durulm~ş, genel tarih niteliği taşıyan tarih kitaplarının bibliyografyası
verilmiş v~ tarih metodolojisi mahiyetinde tarihçinin bilmesi
i
34 Katip Çelebi, Sü/lemü'I-Vusill, Istanbul Süleymaniye Ktp. Şehid Ali Paşa, nr. 1887,272'.
:ıs Katip Çelebi, Mfzanii 'I-Hah, İstanbul 1869. 127-134; Ayrıca bkz. Şeyhi Mehmed Efendi,
Vekayiii'I-Fudala, neşL Abd'ülkadir Özcan, İstanbul 1989, 263. Fahri Ç. Derin, "Katip ÇelebiHayatı",
Bilgi Dergisi Kacip Çelebi Özel Sayısı, XI, S. 128, Kasım 1957, 5; Eyüp Baş, "Katip
Çelebi", Türkler; edt. H.Ceİal Güzel-K.Çiçek-S. Koca, Ankara 2002, XI, 80-88.
36 Şeyhi Mehmed Efendi, Vekayiü'l-Fudala, 263; Mustakimzade Süleyman, Mece/letü'n-Nisab,
362'; Bıırsalı Mehmed Tfıı1.iı; Osmanlı Miie/lijleri, 124; Şemseddin Sami, Kamusu'l-A'ldm, İstanbul
1896, V, 3806; Babingeı; Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, 215.
37 Eserleri hakkında ayrıntılı 'bilgi için bkz. Şeyhi, Vekayiü'l-Fuda/d, 263-264; Bursalı Mehmed
Tahir, Osmanlı Müellifleri,lm, 124-131; Babinger, Osrr;-an/ıTarih Yazarları ve Eserleri, 215.
223; J.H. Mortmann, "Hacı Halife", Dairetü'l-Mearif el-ls/dmiyye, Tahran 1933, VII. 235-239;
Bilgi Dergisi Katip Çelebi Özel Sayısı, Xi, S. 128, Kasım 1957 (Bu sayıda ayrıca EÇ. Derin
tarafından İstanbul kürüpl;anelerinde bulunan Katip Çelebi'ye ait yazma eserler liste halinde
verilmiştir); Katip Çelebi Hbyacı ve Eserleri Hakkında İncelemeler; Ankara 1991; Gürbüz Deniz,
"Katip Çelebi", Osmanlı, edt. Güler Eren, Ankara 1999, VIII, 127-130; Eyüp Baş, "Katip Çelebi",
Türkler; .XI, 80-88. i . .
38 Abdülkadir Ozcan, "Fezleketü't-Tevarih", DıA, Istanbul 1995, XII, 542. [Eserin tek ve müellif
hattı nüshası Beyazıt Umüh-ıi Kütüphanesi 10318 mımarada kayıtlıdiL)
J9 Katip Çelebi, Keifij'z-ZiinlJ."I, i, 291.
40 Katip Çelebi, Fezleketü Aktali'I-Ahyar.rı İlmi't- Tarih ve'l-Ahyar; İstanbul Beyazıt Umumi Ktp,
nL 10318, P-3'.
Dil- Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yaz/eliığı ---- 117
gereken kurallar sunulmuştur. Eserin Osmanlı tarihine ayrılmış olan 197".
250" varakları arasında ise kuruluştan 1641 yılına kadar meydana gelen
olaylar sıralanmış, N.Mehmed'e (1648-1687) kadar padişahlar, veziriazamlar,
şeyhulislamlar, kazaskerler, İstanbul kadıları ile diğer vezirler, beylerbeyiler,
padişahların hocaları, nakibüleşratlar ve diğer bazı yüksek rütbeli devlet
adamlarının isimleri verilmiştir.
Eser genel tarih niteliğinde ve daha çok derleme bir çalışma olması nedeniyle,
Cenabi örneğinde de belirttiğimiz gibi, müellifin dil kullanımı ve
konuları işleyiş üslubu noktalarındaki özgünlüğünü tespit etmek hayli güç-
tür. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Katip Çelebi'nin eserde kullandığı
Arapça oldukça sadedir. Bunu bilinçli olarak tercih etmiş olabileceği
gibi yazarlarının çoğu Arap olan tarih kaynaklarından alıntı yapması da
bunda etkili olmuştur denebilir. Zira bu kaynakların çoğunluğu edebi anla.
tımı ön plana çıkarmak yerine, aynı konuda ne kadar rivayet varsa gerek
senedIerinde gerekse haberlerin içeriklerindeki farklılıklarıyla birlikte bunları
aktarma amacı taşıyan eserlerdir. Arap tarzı tarihçilik olarak nitelenen
bu tarz tarihyazımı, daha önce belirttiğimiz gibi rivayetlerin senedIerinden
kırpma yapılarak ya da hepten senedIerinden vazgeçilerek Osmanlı tarihçilerinden
bazılarınca kullanılmıştır. Cenabi bunun ilk örneği olarak kabul
edilmiştir. Cenabı Tarihi'ni kullandığı belli başlı eserler arasında sayan Katip
Çelebi de bir nevi onun takipçisi olarak yorumlanmıştır.41
Katip Çelebi metot ve üslubu nedeniyle Arap tarzı tarihyazımını takip
etmiş olmanın yanı sıra, İbn Haldun (ö.1406)'un tarih felsefesini kabul
edip uygulayan Osmanlı tarihçilerinden biri olarak da gösterilmektedir.42
Onun tarih felsefesi hususundaki görüşlerine ve müslüman tarihçilerin düş-
tükleri hatalara ilişkin Mukaddime'sinde verdiği örneklere,43 Fezleke'nin giriş
kısmında değinmiş olan KMip Çelebi,44 ancak bu husustaki bilgileri İbn
Haldun'dan aldığını belirtmemiştir. Katip Çelebi'nin ayrıca Düsruru'l-Amel
adlı eserinde, devletin içerisinde bulunduğu durumu sebep-sonuç ilişkisi
bağlamında ortaya koyması ve geçirdiği evreleri organizmacı bir yaklaşımla
anlatması da onun İbn Haldun takipçisi olarak yorumlanmasına sebep
olmuştur. Ancak KMip Çelebi, devletlerin hayatını doğma, gelişme, duraklama,
gerileme ve yıkılma evrelerine ayıran bu tarih felsefesini kabul et-
41 Bkz. Ş. Tekindağ, "Osmanlı Tarih Yazıcılığı", 660; M.Canatar, Müverrih Ceııdbi Mustafa ~fendi
ve Ceııabi Tarihi, 108-115.
42 Bkz. Z. Fahri Fındıkoğlu, "Türkiye'de İlın Haldunizm", Fuad Köprnlü Annağanı, İstanbul 1953,
157.
43 ibn Haldun, Mukaddime, Beyrut 1998, 21-45.
44 Katip Çelebi, Fezleketii AkvdIi'I-Ahydr, 4"-4".
118 AijiFD XLVI(2005), sayı i
mekle birlikte, yerinde ve zamanında alınacak önlemlerle beklenen sonun
uzatılabileceğini, en azıridan bu evrelerin daha rahat ve uyumlu geçirilebileceğini
savunarak4s İbrt Haldun'un determinizminden ayrılmıştır.
Fezleketü't-Tevarih'in:temel kaynağı, Katip Çelebi'nin de belirttiği gibi46
Cenabi Mustafa Efendi'nin yine Arapça olan el-Aylamu'z-Zahir adlı eseridir.
Bu eseri genel olarak öz~tlemiş, kimi zaman da aynen iktibas etmiş47 olan
müellif gerek metin içeri'sinde gerekse sayfa kenarlarında yararlandığı kayi
nakların isimlerini belirtmiştir. Ancak doğalolarak tefsir, hadis ve genel
tarih eserleri ve diğer O~manlı tarihleri de onun başlıca kaynaklarıdır.
Eserin Osmanlı tarihi 'açısından taşıdığı değeri sayfalarca anlatmak mümkündür.
Ancak biz konuhıuz açısından baktığımızda, Fezleketü't-Tevarih'in,
bütün özelliklerine rağıhen tarihi değerini tam olarak kabul ettirememiş
olduğunu anlamaktayız! Bunu etkileyen en önemli faktör de kanaatimizce
eserin Arapça olmasıdJ Bizi bu düşünceye sevkeden neden de müellifin
bizzat kendi tutumudul Çünkü K~tip Çelebi, Arapça Fezleketü't- Tevarih'e
zeyl olarak kaleme aldı~ı Türkçe Fezleke'sinin mukaddimesinde, bu eserini
ana dili Türkçe olan Osmanlı Türklerinin anlaması için Türkçe yazdığını
belirtmiştir.48 i
Bu derleme çalışmasında, ilk eseri olması nedeniyle hem içerik hem
de dil kullanımı yönün~den Katip Çelebi'nin oldukça deneyimsiz olduğu
görülür. Çünkü müellif; bazı ekleme ve çıkarmalarda bulunmasına bakı-
lırsa henüz bu eserde t'am olarak neyi ne kadar sunmak istediğini tespit
i
edememiş, bütün birikimlerinden birşeyler sunmak gayretinde olduğunu
hissettirmiştir. Yukarıdh da belirttiğimiz üzere Süllemü'l-Vüsul ve Keşfü'zZünun
gibi daha sonralkaleme alacağı farklı türden eserlerin içeriklerindeki
bir kısım malzemeyi Fezleke'sine katmış olması bu kanaati uyandırmaktadır.
i
İlk eserini Arapça kaleme alması, dil tercihi yönünden de müellifin tecrübesizliğinin
bir parça~ı olarak görülebilir. Bizde bu hissi uyandıran nokta,
daha sonra kaleme hlmış olduğu Süllemü'I-VüsCıI ve Keşfü'z-Zunun gibi
iki büyük eserin Arapça' olarak kaleme alınmalarına nitelik ve malzemeleri
gerekçe gösterildiği hal~e, Fezleke'nin Arapça kaleme alınış sebebi hakkında
bir gerekçe ileri sürÜlmeyişidir. Ancak kanaatimizce Fezleke'riin de, Katip
Çelebi'nin kendi yaş~dığı dönemle ilgili aktardıkları hariç, daha çok za-
4s Katip Çelebi, Düstı1rıl'I-A11l1 li IsIclhi'I-Halel, İstanbul 1863, 5-6.
4tı Katip Çelebi, Ke~fü'z-Zünı1J, I, 291.
47 Bu hususta örnekler için bkz. Mehmet Canatar, Mıiverrih Cenabi Mustafa Efendi ve Ceniibi
Tarihi, ıOB-115. i . .
48 Katip Çelebi, Fezleke, 1"; Bekir Kütükoğlu, "Fezleke", DIA, Istanbul 1995, XII, 541.
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıetiığı ---- 119
manına kadar oluşmuş ve çoğu Arap tarihçiler tarafından kaleme alınmış
tarih literatürüne dayanıyor olması, esasında diğer iki eser için gösterilen
gerekçeden fazla farklı bir durum ortaya çıkarmamaktadır. Bu kanaatimizle
birlikte onun henüz ilk eserini yazan bir kişi olarak, eserini daha kolay
yazmak ve kabul görmediği ilmiye sınıfına karşı bir saygınlık kazanmak
için Arapça yazmayı tercih etmiş olabileceğini de düşünmekteyiz,
Değinmeye çalıştığımız bu hususlar nedeniyle eser, Osmanlı tarih litaretüründe
az tanınan ve kullanılan bir çalışma olmuştur. Dilinin Arapça olması
eserin çoğaltılmayıp tek bir nüsha halinde kalmasına, buna bağlı olarak
az tanınmasına ve kullanılmamasına sebep olmuştur. Oysa daha sonra
kaleme almış olduğu eserlerden Türkçe Fezleke ve Takvımü't-Tevarih hem
çok sayıda istinsah edilmişler hem de matbaa sonrası basılma imkanı bulmuşlardır.
Sonuç olarak denilebilir ki, ıbu derleme çalışması, müellifin yaşadığı dönemler hakkında orijinal bilgiler
içermesine rağmen49 fazlaca müracaat edilen bir kaynak olma niteliği
kazanamamıştır.
Katip Çelebi'nin batı ve doğu ilim dünyasında en çok tanınmış olan eseri
olan Keşfü'z-ZünCın da Arapça kaleme alınmıştır. İlk olarak Alman şarkiyatçı
Gustav Leberecht Flügel (1802-1870) tarafından 1835-1858 tarihlerinde
Latince tercümesiyle birlikte neşredilmiş olan eser, Türkiye'de ise ancak 1941
yılında basılmış olup henüz Türkçe bir tercümesi bulunmamaktadır.
Kaıip Çelebi'nin ifadelerindenso anlaşılacağı üzere bu eserin içeriği, ilimlerin
konuları ve bu ilim dallarında telif edilmiş eserlerdir. Bu özelliğiyle
"Şark ilim hazinesinin anahtarı" olarak nitelenen esere çok sayıda zeyl yazılmıştır.
S ı Ancak kendisi de netice itibariyle Arap müellif İbn Nedim (ö,995)
ve Osmanlı müellifi Taşköprülüzade (ö,1561)'nin bu nitelikte yazılmış eserlerinin
bir tamamlayıcısı sayılır.
49 Örneğin Ali Şakir Ali, Katip Çelebi'nin özellikle Irak bölgesine Osmanlı Devleti tarafından
düzenlenen seferlere katılmış olduğuna dikkat çekmiş, dolayısıyla onun Irak bölgesinin idari,
iktisadi ve içtima! tarihine dair verdiği bilgileri gözardı etmenin mümkün olmayacağuu dile
getirmiştiı; "Müellefiitü Hacı Halife et-Tarihiyye Masdaran li Tarihi'l-Irak el-Hadis", el-Mecelletü't-
Tarihiyye el-Arabiyye li Dinhat el-Osmaniyye, Ekim 1999, S. 19-20, 82-86.
50 Katip Çelebi, Mizanü'I-Hakk, 135-136.
51 Keşfii'z-Ziiııiın'a zeyl yazanların ilki VişnezMe Mehmet İzzeti Efendi (ö.1681 )'dir. Zeylinin
müsvedde halinde kaldığı söylenmektedir. Daha sonra Arabacılar şeyhi İbralıim Efendi (ö.I775)
ve HanifzMe Alımed Tahir Efendi (ö.1802) birer zeyl yaznuşlardır. Hanifzade'nin zeyli 506
kitap ismini içermekte olup Asar-, Nevadını taşımaktadır. Şeyhulislam Arif Hikmet Bey (ö.l-
8S8)'in de günümüzde mevcudu bulunan ve Cim harfinde biten bir zeyli vardır. Son olarak
Bağdadlı İsmail Paşa (ö.1920) tarafından yazılmış olan İzahu'l-Mekniın adlı zeyli vardır ki, bu
zeyl on binden fazla eser ismi içermekte olup, Keşfii'z-Zünun'un en önemli zeyillerinden kabul
edilir. Bkz. M.Şerefettin Yaltkaya, Keşfii'z-Züniın (Mııkaddime Kısmı), I, 12-13.
120 AÜiFD XLVI (2005), sayı i
Eserin çeşitli bölümlere ayrılmış olan giriş kısmında, ilmin önemi, değeri,
bölümlenmesi ve tarihi üzerinde durulmuş, sırası geldikçe bütün ilimIerin
adları, tarifieri ve kotiuları verilmiştir. Bu ilimler hakkındaki eserler bablar
halinde sıralanmıştırl
. 300'den fazla ilim dalında yazılmış olan yaklaşık
15.000 eser tanıtılmıştır~ Bu vesileyle 10.000 kadar da müellif ve şarih haki
kında bilgi verilmiştir. Eser bir harime ile son bulmuştur.
Diğer eserinde olduğtı gibi bu eserde de Karip Çelebi'nin dil kullanımını
ve üslfıbunu net olarak/yansıtacak bir durum söz konusu değildir. Çünkü
eserde yer alan ve çoğu Arap müellifierin Arapça eserleri olan kitap isimleri,
yanlış anlama ve kullanımlara mahal vermemek maksadıyla aynen kaydedilmiştir.
Kitaplar vel yazarları hakkında verilen özlü bilgiler de büyük
oranda yine eserlere bağlı olarak verildiği için, Karip Çelebi'nin özgün bir
üslup sergilediğini söyleyemeyiz. Derleme niteliğinde olan eserde, daha
önceki benzerlerine gö~e farklılık arzeden yön, eserlerin alfabetik olarak
sıralanmış olmasıdır. Ahcak eserin mahiyetinin neden olduğu bu üslup ve
metoda, Katip Çelebi'nin kişisel birtakım katkı ve müdahalelerinin bulunduğunu
da düşünmeliyiz. Çünkü yapmış olduğumuz karşılaştırmalar, onun
bazı eserler hakkındaki/bilgilerde kısaltma veya eklemelere gittiğini göstermektedir.
Bu durumun eserde pekçok örneğini bulmak mümkündür.
Bahsettiğimiz özelli!deri nedeniyle, sade bir Arapça anlatırnın egemen
olduğu Keşjü'z-Zünfın'da, hemen her eser için göz önünde bulundurulan
hususların; eserin adı, Ine zaman ve kim tarafından yazıldığı, yazarın do-
ğum yeri ve tarihi, ölüm yeri ve tarihi, eserin konusu ve bölümleri, Arapça
değilse eserin dili, ön~mi, baş kısmındaki ifadeler, telif, zeyl, şerh, haşiye
veya tercüme olup olırtadıkları, yapılmışsa tercüme, zeyl veya şerhlerinin
isimleri ve bunlar ha~ında bilgi gibi hususlar olduğu anlaşılmaktadır.s2
Eser hakkında güni.imüze değin çok şey yazılmış ve söylenmiştir. Bunlardan
Şemseddin Sam'i'nin "Keşjü'z-ZünCı.n hakikaten takdir ve takdise sezavar
bir eserdir ki, onda'n evvel misli mesbfık olmadığı gibi, kendisi tahririne
himmet etmemiş olaydı ondan sonra kimse tarafından vücuda getirilmesi
de me'mfıl oıamazdl"S,'3 sözleri onun kıymetini oldukça veciz bir şekilde
ortaya koymaktadır.
Karip Çelebi'nin Keşjü'z-ZünCı.n'u Arapça yazmış olması, edindiğimiz
kanaate göre çalışman'ın konusundan kaynaklanmıştır. Yani önceki bölümde
üzerinde durduğubuz ilim dilinin Arapça olması veya zamanın dinı
anlayışlarının etkileri gibi faktörler, bu gerekçeye ancak ek sebepler olarak
i
52 Katip Çelebi eserin mukaddimesinde içerik ve metodu hususunda ayrıntılı bilgi vermiştir. Bkz.
Keşfü'z-Ziinun, I, ı-3. i .
" Ş,",""di' S,mi,"m'l"A'"m, ,,,,,'"' 1896, ,3807.
Oil- Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yaz/cliığı ---- 121
düşünülebilir. Daha öz bir ifadeyle onun yaptığı tamamen ilmı bir tercihtir.
Şerefettin Yaltkaya'nın bu husustaki ifadeleri de aynı doğrultudadır: "Katip
Çelebi Keşfü'z-Zünu.n'u Arapça yazmıştır. Çünkü konusu olan kitap isimlerinin
yüzde doksan beşi Arapça olduğu gibi bu kitapların tayin ve tarifieri
için başlarından aynen irad olunan cümlelerin de yüzde doksan beşi Arap-
ça olduğundan, eserin bu lisanla yazılmasına mevzu kendisini sevketmiş-
tir. Müellifierin hal tercümelerini bildiren ve bunun da yüzde doksan beşi
Arapça menbalardan alınmış olan Süllemü'l-Vusul li Tabakdti'l-Puhu.l'unu
da Arapça yazması aynı sebebe mebni olmakla beraber o zamanlarda Arap-
ça'nın ilim lisanı olması da bu hususta müessir olmuştur. Maamafih Karip
Çelebi Türkçe yazmış olduğu bir çok güzel eseriyle lisanımızın kıymetini
takdir etmiş ve etrafını tenvir etmek için bu lisanı kullanmanın zaruri oldu-
ğunu unutmamıştır."S4
Aynı hususa değinen Eleazar Birnbaum da şu ifadeleri kullanmıştır:
"Çoğu çalışması için Türkçe'yi seçmiş olan Karip Çelebi bu eser için Arap-
ça'yı tercih etmiştir. Neden? Çünkü o, çoğunluğu Arapça olan tüm İslamı
bibliyografyayı toplayarak, etnik kökenleri ve ana dilleri ne olursa olsun
eğitim-öğretimde Arapça'yı kullanan bütün müslümanlara ulaşmak istemiş-
tir."SS
Gerçekten de bu eser, Arapça oluşu nedeniyle daha yazıldığı yüzyıldan
itibaren tüm İslam dünyasında tanınmış, hatta şarkiyatçıların dahi ilgi odağı
olmuştur. Müellifin ifadesine göre yirmi yıllık bir birikimin ürünü olan eser,
çoğu araştırmacı tarafından "bibliyografik ansiklopedi" olarak tanımlanmış-
tır.S6
Bu vesileyle belirtmeliyiz ki, Keşfü'z-Zünu.n daha çok bilimsel çalışmalar
yapan kişilere yönelik bir eserdir. Buna rağmen Arapça yazılmış olmasını,
Türk toplumu için bir dezavantaj görenler de olmuştur. Örneğin Katip Çelebi'nin
basılmış olan Türkçe eserlerini sıralayan Faik Reşad (1850-1914),
Arapça olanların basılamamış olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirs4
M.Şerefettin Yaltkaya, Keifii'z-lüIıCııı (Mukaddime Kısmı), i, 15.
ss Eleazar Bimbaum, The Questiııg Miııd: Katib Chelebi (1609-1657), Toronto Oriental Club'ta
sunulan konuşma metni, 6 Aralık 1988, 12; Aynca bkz. Vasfı Mahir Kocatürk, Büyük Türk
Edebiyatı Tarihi, Ankara 1964, 483.484.
s6 M.Şerefettin Yaltkaya, Keşfü'z-lüIıCııı (Mukaddime Kısmı), I, ıo; M.Reşidoğlu, "Bizde Ansiklopedi
ve Keşfü'z-Zünfın", Bilgi Dergisi Katip Çelebi Özel Sayısı, XI, S. 128, Kasım 1957, 22, 32;
Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı, İstanbul 1965, I, 199; J.H. Mortmann, "Hacı Halife", Dairetü'lMearif
el-İsIamiyye, Tahran 1933, VII, 237; Halil İnaleık, The Ortomaıı Empire (The Classical
Age 1300-1600), London 1994, 174; C. Huart, Arap ve İsIam Edebiyatı, çev. Cemal Sezgin,
Ankara (?), 361; Louis Mitler, Ortomaıı Turkish Writers, New York 1988, 78; Muhammed
Receb el-Beyümi, "Hacı Halife, Şezerat Mechfıle an AHmin Şehir", Mecelletü'I-Ezher, Kahire
1969, XL, S. 9, 715-716.
122 AÜifO xl.vi (2005), sayı i
mekte, Keşfü'z-Zünu.n için de "Diğerleri ve hele 'hazine-i marifet' denilmeye
layık olan Keşfü'z-Zünu.h dahi Türkçe'ye ba'det-tercüme basılmış olsa ne
• kadar istifade ederdik."57 ifadesini kullanmıştır.
Muallim Cevdet de, /Keşfü'z-Zünu.n'un gerek İslam alemindeki gerekse
Batı'daki şöhretinden bahsettikten sonra -başka bir yorumda bulunmadan-
"Fakat Katip Çelebi bu 'eseri Arapça yazmıştır" cümlesiyle sözlerini bitirerek
bir nebze de olsa bJndan hoşnut olmadığını hissettirmiştir. Zaten mü-
ellif aynı yerde onun TÜrkçe eserlerini dikkate alarak, "Karip Çelebi kadar
Türk'ü ve Türkçe'yi dü~ünmüş bir müderris gelmemiştir" ifadesini kullanmış,
dolayısıyla bu husustaki tavrını açıkça ortaya koymuştur.5B
Söz konusu görüşleır çerçevesinde, daha çok akademik çevreye hitap
ettiğini düşündüğümüi Keşfü'z-Zünu.n'un, Osmanlıların son döneminde
yaşanan tercüme ve nJşir hareketliliğinden nasibini almasının beklendiği
ortaya çıkmaktadır. Be'lki o zamanlar için bu husus çok ciddi bir eksiklik
olarak görülmemiştir. ~cak günümüzde akademik çevrenin de bu eseri
kullanacak kadar dil yciterliliğine sahip olmadığı göz önüne alınırsa, eserin
o zamanlar Osmanlı T6rkçesi'ne çevrilmiş olmasının ne kadar önemli oldu-
ğu ortaya çıkmaktadır. i
Katip Çelebi'nin Arapça kaleme almış olduğu bir diğer eser ise Süllemü'l-Vusul
ila Tabakakl-Fuhu.l'dur.59 Eserde müslüman ve müslüman olmayan
pek çok meşhÜr alim, devlet adamı, filozof, yazar, şair ve çeşitli
mesleklerden kişilerinI kısa biyografileri alfabetik olarak sıralanmıştır. Dil
kurallarına bağlı ve oldukça sade bir Arapça ile kaleme alınmış olan Süllei

mü'l-Vusı1l, biyografik özelliği sebebiyle oldukça yalın bir anlatıma sahiptir.
Süllemü'l-Vusı1l, OJmanlı tarih literatüründe türü itibariyle ilk olmasa
da kapsamı bakımınd!n ilk sayılabilir. Çünkü müslüman ve müslüman olmayan
binlerce önemİi kişinin biyografileri, ilk defa bu eserle bir kitap içerisinde
toplanmaya ç!lışılmıştır. Eserde esas olan nokta, gerek kişilikleri
gerekse eser ve icraatlarıyla tanınmış tüm tarihi şahsiyetlerin tanıtılması-
dır. Bu açıdan bakıldı~ında eser tam anlamıyla biyografik bir ansiklopedidir.
Her bir biyografi içerisinde verilen bilgiler göz önünde bulunduruldu-
,
ğunda da bir genel kültür ansiklopedisi denilebilecek özelliktedir.
Ne var ki eser, beİirttiğimiz özelliklerine rağmen istinsahı yapılmamış
ve neşredilme imkanl bulamamıştır. Bu durumun kanaatimizce çeşitli nedenleri
bulunmaktad~r. Bunlardan birisi, eserde yer verilen kişilerin büyük
57 Faik Reşad, Esldf, İstanLı 1893. 129.
58 Mualliııı Cevdet, Mektep' ve Medrese, haz. Erdoğan Erüz, İstanbul 1978, 76-77.
S~ Günümüze ulaşmış olan lek nüsha Süleymaniye Kütüphanesi Şehid Ali Paşa bölümü, nr. 1887'de
kayıtlı olup, müellifin e~eri tam olarak bitirememiş olduğu anlaşılmaktadır.
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıcılığı --- 723
oranda Keifü'z-ZünCın'da adı geçen kitapların yazarları olarak görülmesidir.
Dolayısıyla istinsahı ve neşri için uğraşmanın gereksiz olduğu düşünülmüş-
tür. Diğer bir husus ise içeriğiyle ilgilidir. Bahsettiğimiz gibi eserde sadece
Osmanlı coğrafyasındaki meşhur şahsiyetlere değil, tüm İslam coğrafyasındaki
hatta müslüman olmayan nice meşhur kişiye yer verilmiştir. Dolayı-
sıyla bu genellik ilginin az olmasına neden olmuştur. Bu tutumu en güzel
açıklayan örnek daha önce üzerinde durduğumuz Taşköprülüzade'nin
Şaka ik' ine gösterilen ilginin sebebinde yatmaktadır.
Son olarak Kfıtip Çelebi'nin eserlerinin, hem içerik hem de yaklaşım
bakımından Osmanlı tarihçiliğinde önemli bir dönüm noktası olduklarını
ifade etmek gerekmektedir. Çünkü o tarih, teracim, bibliyografi, otobiyografi,
tarihi coğrafya ve atlas konularındaki birbirinden güzel, sağlam ve
güvenilir eserleriyle XVII. asra damgasını vurmuştur. Bu nedenle onun tarihçiliği
sadece üzerinde durmaya çalıştığımız Arapça eserlerinden hareketle
ortaya konamaz. Bu noktayı gözardı etmemekle birlikte, ağırlıklı olarak
şu hususları belirtmekte yarar vardır.
Katip Çelebi, Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça'ya da vakıf bir müe!-
liftir. Bu iki dile vukufiyeti görmüş olduğu derslerden ziyade, bu dilin konu-
şulduğu yerlere katıldığı pek çok sefer vesilesiyle gitmiş ve bulunmuş olmasından
kaynaklanır. Dolayısıyla seferler kendisine dil tecrübesi kazandırdığı
gibi çok zengin bir tarih, kültür ve engin bir literatür bilgisi de kazandırmıştır.
Eserlerinde büyük oranda Osmanlı Türkçe'sini kullanmış olan Katip
Çelebi Arapça ve Farsça eser de kaleme almıştır. İncelediğimiz üç eseri dı-
şında Arapça kaleme almış olduğu eseri yoktur. Bu eserlerin Arapça yazılmasına
da içerikleri sebep olmuştur. Çünkü Türkçe Fezleke, Takvfmü't-Tevarih,
Tuhfetü'l-Kibô.r gibi diğer tarih eserleri, Arapça anlatımı gerektirmeyen
ve büyük oranda Arapça kaynaklara dayanmayan çalışmalardır. Oysa Arap-
ça Fezleke, Keşfü'z-ZünCın ve Süllemü'l-VusCıl yüzde doksan oranda Arapça
kaynaklara dayalı olarak vücuda getirilmiş çalışmalardır. Dolayısıyla derleme
özelliği en fazla bu eserlerinde hissedilmektedir. Bu itibarla Katip Çelebi'nin,
klasik Osmanlı bilim hayatının etkisiyle daha çok dini ilimiere dair
kitapların yazılmasında görülen Arapça yazma anlayışına ve eğilimine sahip
olmayıp, çalışmayı planladığı konunun gereği olarak böyle bir dil tercihine
gitmiş olduğunu söylemek mümkündür. Üzerinde durduğumz üç eser
için Arapça yazmayı tercihi hususunda her hangi bir açıklama yapmayan
Kfıtip Çelebi, yukarıda belirttiğimiz gibi Türkçe Fezleke'sinin mukaddimesinde,
ana dili Türkçe olan Osmanlı halkının anlaması için Türkçe yazdığını
ifade ederek aslında bu meseleye duyarsız olmadığını ortaya koymuştur.
r--------------.---------------------- -
124 AÜifO xl.vi (2005), sayı i
4. Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfu/lah
Tarih sahasındaki eser~ni Arapça yazmış olması nedeniyle çalışmamıza örnek
teşkil eden bir diğbr müellif ise Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah'dır.
1632 yılında SeUınik'te doğmuş, çocukluğunda baba mesleği olan çulhacı-
lıkla meşgulolmasına Irağmen, tahsile olan büyük eğilim ve isteği nedeniyle
bu mesleği bırakarkk, Selanik Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Efendi'ye
intisap etmiştir.60 seı'anik ve İstanbul'daki öğrenim hayatında zamanının
önde gelen alimlerindbn tefsir, hadis başta olmak üzere İslami ilimIer, mantık,
felsefe, tıp ve tabii ilimIerde dersler almıştır.61
Müneccimbaşı, astronomi ve astroloji dersleri aldığı hocası ve selefi
Şekibi Mehmed Efendi'nin 1667 yılında vefatından sonra onun yerine mü-
i
neccimbaşı olmuşturf Latifeden hoşlandığını bildiği rv.Mehmed'e Ubeyd
Zakani'nin Arapça Letaifname'sini Türkçe'ye çevirerek takdim etmiş olan ,
Müneccimbaşı, bu itibannı onun tahttan indirilişine kadar sürdürmüş, 11.-
Süleyman tarafından' ise 1687'de Kahire'ye sürülmüştür. Orada iki yıl kaldıktan
sonra, önce M~kke'ye sonra da Medine'ye geçmiş olan Müneccimba-
şı, 1702'deki vefatın~ kadar öğrenci yetiştirmek ve eser telif etmekle meş-
gul olmuş, bir süre d'e Mekke Mevlevihanesinin şeyhliğini yapmıştır.63
Müneccİmbaşı AHmed Dede Efendi, özetle sunduğumuz bu hayat hikayesinden
anlaşılmaktadır ki, küçüklüğünden itibaren ilim tahsil etmeye
düşkün bir kişiliğe sAhiptir. Ancak yukarıdaki bilgilere göre onun, zamanın
örgün öğretim kumbılan sayılan medreseler yerine tahsil hayatını tekkelerde
geçirdiğini, kehdi okuttuğu dersleri de yine bağlı bulunduğu Mevlevi
tarikatının tekkelerihde verdiğini anlıyoruz. Önceleri klasik olarak dini ilimlerde
yoğunlaşmış Jlduğunu gördüğümüz Müneccimbaşı'nın, şeyhinin nzası
olmamasına ra~men mantık ve felsefe dersleri alması ise belli bir şab-
60 Salim Muhammed EJin Efendi, Tezkirerii'ş-Şuara, İstanbul 1897, 103-104; Mustakimzade
Süleyman, Mecellerü'nINisab, 408b
; Esrar Dede, Tezkire.i Şuaray.[ Mevleviyye, İstanbul Süleymaniye
Ktp, Halet Efendi, nt. 109, 4b
; M.Tayyilı Gökbilgin, "Müneccimbaşı Ahmed Dede", lA.,
İstanbul 1960, VIII, 801; Alımet Ağırakça, Müneccimbaşı Ahmed b. Lürfullah.Camiü'd-Düvel
(Osmanlı Tarihi 1299l1481), İstanbul 1995, 9.
61 Salim, Tezkire, 110-111; Esrar Dede, Tezkire-i Şuaray-ı Mevleviyye, 4b
; Şeyhi, Vekayiü'I.Fudala,
ı. 54; M.Süreyya, sicilli Osmani, İstanbul 1890. I, 232; Bursalı M.Tahir, Osmanlı Müellifleri,
III, 143; M.T. Gökbilgin, "Müneccimbaşı Alımed Dede ", İA., VIII, 801.
62 Şeyhi, Vekayiü'l-Fudalci. ıV, 282; Müstakimzade Süleyman, Mecellerü'n-Nisab, 408b
; M.Süreyya,
Sicilli Osmani, i, :b2; İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1977, III, 2. kısım, 548; N.
Atsız. "Müneccimbaşıl Şeyh Ahmed Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri", Konya Halkevi Mecmuası.
Konya 1949, S. 34, i945; Hasan Fehmi Turgal, Anadolu Selçükileri Müneccimbaşı'ya Göre,
İstanbul ı935. i
63 Şeyhi, Vekayiü'I-FudaIô, I. 54; Esrar Dede, Tezkire-i Şuaray-ı Mev/eviyye, 4
b
; Müstakimzade
Süleyman, MeCeııeriJı~'n-Nisab, 308.';A.Ağırakça, Müneccimbaşı Ahmed b. Lürfullah-Camiu'dDüveI,
13.
Dil. Tarih ilişkisi Bağlammda Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıcı/ığı ----725
lona sığmayacak ilim ve fikir anlayışına sahip olduğunu gösteren, onu farklı
kılan özelliğidir. Bu özelliğinin bir sonucu olarak sadece dinı ilimierde
eserler yazmaya çalışmamış, hatta daha çok dil ve edebiyat, mantık, ahlak
başta olmak üzere farklı alanlarda eserler vermiştir. 64
Müneccimbaşı'nın ilmı performansını gerçekten zorladığı ve ispat ettiği
en önemli eseri, Arapça yazılmış olması nedeniyle çalışmamıza örnek teş-
kil eden ve yaratılıştan başlamak üzere 1673 tarihine kadarki olayları içeren
Camiu'd-Vüvel (Sahdifü'l-Ahbô.r olarak da bilinir) adlı genel tarihidir.
Mukaddimesinde "zaman" kavramının gerçeğine tarih sözcüğünün lü-
gat ve ıstılah anlamlarına, tarih ilminin tanımına, konusuna, gayelerine,
tarihçinin özelliklerine, tarihçide bulunması ve tarihçinin bilmesi gereken
. hususlara önemle işaret edilmektedir.l>5 Müneccimbaşı burada, Taceddin
es-Sübkı (ö.1370)'nin Tabakdtü'ş-Şdftiyye adlı eserinde, tarihçinin kullanı-
lan lafızları gerçek anlamlarıyla bilmesinin, bu kelimelerin hangi anlamlara
delalet ettiklerinin, tarihı olayların anlamını açık bir şekilde kavramasının
gerekliliği hususunda kaydettiği66 bilgileri aktarmıştır. Bunların gözardı
edilmemesini belirten Müneccimbaşı, Sübki'nin kriterlerine katıldığını ortaya
koymuştur.
Ayrıca Müneccimbaşı'nın eserinin giriş kısmında verdiği bilgilerden, hem
Kiitip Çelebi'nin Arapça Fezleke'sinden hem de İbn Haldun'un Mukaddime'-
sinden yararlanmış olduğunu görmekteyiz. Zira bu eserler arasında yaptı-
ğımız karşılaştırmalı incelemeye göre Müneccimbaşı, tarihin tanımı, önemi
ve tarihçilerin hataya düşmernek için dikkat etmeleri gereken hususları
belirtirken, yer yer Kiitip Çelebi'den farklı olarak onun Mukaddime'de atladığı
bazı cümleleri vermiş, ancak İbn Haldun'un tarihçilerin düştükleri hatalar
hakkında sunduğu tüm örnekleri almayarak, sadece Kiitip Çelebi'nin
iktibas ettiği örneklerle yetinmiştir.b7 Verdiği bilgi ve değerlendirmeleri İbn
Haldun'dan aldığı noktasında ise bir açıklamada bulunmamıştır.
Dünyanın yaratılışından başlayarak, devletleri ayrı ayrı ele almak suretiyle
olayları anlatan Müneccimbaşı'nın eserinde, pek çok genel ve İslam
tarihi eserlerinde ele alınmamış olan küçük devletçikler hatta kabileierin
tarihleri hakkında bilgi bulmak mümkündür. Büyük devletlerin tarihini ise
ayrı kısımlar halinde yazmıştır.
64 Eserleri hakkında bkz. Salim, Tezkire, 111-112; Esrar Dede, Tezkire-i Şuardy-ı Mevleviyye, S';
Bursalı M.Tahir, Osmanlı MüeIIifleri, III, 143-144; A.Ağırakça, Müneccimbaşı Ahmed b. LütfulIcıh-Cdrııiu'd-Vüvel,
14-19.
bS Müneecimbaşı, Cdmiu'd-Vüvel, İstanbul Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nL 2101, 1'-10"
c.; Taeeddin es-Sübki, Tabakdtü'ş-Şdfiiyyeti'I-Kübrcı, thko Abdülfettah Muhammed el-Halevi-Mahnıud
Muhammed eı-Tenahi, ? 1964. II, 22-25.
67 Müneecimbaşı, Cdmiıı'd-Viivel, I, 8'.
126 AüiFD XLVI(2005), sayı i
i
Eserde kullanılan dil hususunda Müneccimbaşı'nın gerek eserin üslubundan
kaynaklanan bir nedenle gerekse yabancı dilde yazıyor olmasının
verdiği bir sadelikle, Jnlatımın olabildiğince basit olduğunu söylemek gei
rekmektedir. Müneccimbaşı'nın üslubu hakkında diğer bir önemli husus
ise, onun Arapça metin içinde, yaşadığı devrin Osmanlı Türkçesinin etkisiyle
bazen Türkçe ve ı'Farsçakelimeler, bazen de müstakil Türkçe cümleler
i
kullanmış olmasıdır.68
1
Bu şekildeki cümleler Türkçe tarihlerden aynen alınmış
olsa da, onun Arapça eserinde bunlara yer vermesi, bir yabancı dili
konuşmaya çalışan aricak çok iyi bilmeyen bir kimsenin bazen gayri ihtiyai
ri olarak düşündüğü birtakım şeyleri kendi diliyle ağzından kaçırması ya
da ifade etmek ve vurgulamak istediği şeyleri Arapçaile tam olarak anlatarnaması
şeklinde yorumlanabilir. Her dilin, o dili konuşanlar üzerindeki
özel etkisinin gücü göz ardı edilmezse, belirttiğimiz ihtimaller anlam ve
önem kazanacaktır. i
Müellifin mukaddimede tarih ilmi ve tarihçilerde bulunması gereken
.1
özellikleri Sübki ve Ilm Haldun'dan nakletmesine bakılırsa eserde, tarihin
faydacılık ilkesinin öl1 planda olduğu hissedilmektedir. Ancak sorun bizce
Arapça olarak yazıırria şeklindedir ve genelolarak Türkçe konuşulan topraklarda
Arapça yazı'nanın bu faydacılıkla bir ilgisi yoktur. Eser hakkında
yapılmış çalışmalardh bu hususta herhangi bir açıklamaya rast1amamaktayız.
Müneccimbaşı'n~n da Arapça yazmayı tercihi noktasında bir açıklaması
bulunmamaktadır.!
Camiu'd-Düvel, ydzılışının üzerinden çok bir zaman geçmeden Lale Devri
Sadrazamı Damatiİbrahim Paşa'nın isteğiyle Şair Nedim (Ahmed b. Muhammed)'e
tercüme ettirilmiştir. Tercümesinin baş kısmında Sultan III.
• 1
Ahmed'e ve Damat ıbrahim Paşa'ya övgüler yağdıran Şair Nedim, nefıs bir
eser olarak tavsif ettiği Camİu'd-Düvel'in Arapça olması nedeniyle halkın
anlayamadığı bir şekilde müsvedde olarak kalmasının yakışık almayacağı-
nı, kendisine tercüm'e işi emredilince de bu yüce hizmeti canla başla yerine ,
getirmeye gayret ettiğini, böylece eserin şöhret ve değerinin artacağını ifade
etmiştir.69 Nitekim eser Türkçe tercümesiyle şöhret bulmuştur.7o
Önceki örnekleribizde görüldüğü gibi yetişme çağlarından itibaren özel
anlamda herhangi bir tarih uğraşısı ve ilgisi net olarak tespit edilemeyen
Müneccimbaşı, diğ~r müellifler gibi tarih alanındaki eserini kaleme aldık.
~. i
Ornekler için bkz. A.Ağırakça, Müneccimbaşı Ahmed b. Liitfullah-Camiu'd-Düvel, 30-31.
tN Müneccimbaşı, Sahay(fu'l-Ahbdr, terc. Şair Nedim, I-LLL,İstanbul 1868, 5-6.
70 Mükrimin Halil Yinani;, 'Tanzimattan Meşnıtiyete Kadar Bizde Tarihçilik", Tanzimat I, İstanbul
1940, 574. Ayrıcabkz. Nejat Göyünç, "Tarihçiliğimizin Dünü ve Bugünü", Felsefe Kıırumu
Seminer/eıi, Ankara 1977, 242.
i
Dil-Tarih ilişkisi Bağlammda Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih YazlClliğı ----127
tan sonra Osmanlı tarihçileri içerisinde sayılmaya layık görülmüş bir müelliftir.
Daha doğrusu tarihçilikle uğraşan kişinin penceresinden bu yönü göze
çarpar. Osmanlı alimlerinde olağan bir durum olan birden çok alanla uğraş-
ma ve o alanlarda eserler yazma, en azından birer risale kaleme alma özelliği
Müneccimbaşı için de geçerlidir. Örneğin çağdaşı sayılabilecek Salim
Muhammed Emin Efendi (ö.1743), Tezkiretü'ş-Şuara'sında onun şairliğini
ön plana çıkarmıştır.? ı Türkçe'nin yanı sıra Arap ve Fars dillerinde de rahatlıkla
şiirler yazabildiği belirtilen Müneccimbaşı, yetişme dönemi ile ilgili
bilgi verdiğimiz kısımda belirttiğimiz gibi, zamanın örgün öğrenim kurumları
olan medreseler yerine tekkelerde ve meşhur hocaların ders halkalarında
kendisini yetiştirmiştir. Ancak onun Arapça eserler kaleme alması ve
bazı Farsça eserleri Arapça'ya tercüme etmesi muhtemelen 1687'deki Kahire
sürgünü sonrasında olmuştur. Zaten kaynaklarda da ortak fikir olarak
sürgünden vefatına kadar geçen süre, kendisini eser telif ve tercümesine
adadığı dönem olarak kabul edilir. Tarih eseri Camİu'd-Düvel'in Arapça yazılmış
olmasının sebebini de işte bu sürecin, müellifin ruh ve yeterlilik
haline etkisi içerisinde aramak gerekmektedir. Kanaatimize göre Müneccimbaşı,
almış olduğu derslerle zaten iyi derecede bildiği Arap dilini, Arap
bölgelerinde bulunduğu süre içerisinde rahatlıkla yazma ve konuşma yeterliliğine
dönüştürmüştür.
B. Arapça Tarihlerin Osmanlı Tarih Literatüründeki Yerleri
Arapça yazılmış tarih eserlerinin Osmanlı tarih literatüründeki yerleri hakkındaki
değerlendirmemize geçmeden önce, netice itibariyle ister Türkçe
isterse Arapça veya Farsça yazılmış olsunlar Osmanlı Türklerince kaleme
alınmış tarih yazın türlerinin, genelolarak o zamana kadar teşekkül etmiş
bir İslam tarihi yazıcılığı geleneği içerisinde değerlendirilebilecek durumda
olduğunu belirtmek gerekmektedir. Eserlerin yazılması düşünülen içeriklerine
göre şekillenen türleri, doğalolarak kendilerinden önceki yazarların
aynı türdeki eserleriyle benzerlik göstermiştir. Zira geleneğin hakim oldu-
ğu, ilim adamına ve eserlerine saygının hissedilir ölçüde yüksek olup eserlerini
takip etmenin ya da dini ve ilmi bir sorumlulukla eserlerine zeyiller
yazılmasının önemli ölçüde yer ettiği bir İslam toplumunda bu son derece
doğal bir olgudur. Özellikle uzunca bir süre Arap topraklarının Osmanlı
hakimiyeti altındaki durumu göz önüne alınırsa, sözünü ettiğimiz etkile-
şimler nedeniyle hemen her alanda olduğu gibi tarihçilik alanında da Osmanlı
Türklerine özgün bir tarz ve felsefeden bahsedemeyip, tarihyazıcılığı
n Salim Muhammed Emin Efendi, Tezkiretü'ş-Şuara, İstanbul 1315/1897, 103-112.
128 AÜiFD XLVI (2005), sayı i
i
noktasındaki etkileri ekolleşme olarak değerlendirmek durumundayız. Ancak
Osmanlı tarihçilel'inin kendi içerisinde gerek Arap tarihçiliği gerekse
. i
Iran tarihçiliği etkisinde kalarak bilinçli bir ayrışım ve ekolleşmeye gittiklerini
söyleyemeyiz. i
Osmanlı tarihçiliğinde XVI. asra, yaklaşık yüz elli yıllık bir tarihçilik tecrübesiyle
girilmiş, XVIı. yüzyıl sonuna kadar da gerek eser sayısı gerekse
tarz, dil, üslup ve mJhteva özellikleri ile zirveye ulaşılmıştır. Osmanlı tarihçiliğinde
olgunluklevresi olarak değerlendirilen bu dönemde72 Arapça
olarak kaleme alınmış tarih eserlerini, yazarlarının kişilikleri ve tarihçilikte
kazandıkları ünle değil, genelliteratür içerisinde kullanılabilirlik, zamanı-
na ve sonraki dönemlere kaynaklık, ek olarak da günümüz ilim dünyası ve
tarihçilik alanındaki gelişmelere katkıları bakımından ayrı bir değerlendirmeye
tabi tutmak gerekmektedir.
Buraya kadar yaplııış olduğumuz değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere,
çalışmamızda ye~ verdiğimiz örneklerin hemen hepsi Arapça yazılmış
,
olmalarına rağmen Osmanlı tarih literatürü için önemli birer kaynak durumundadırlar.
AncakJşu da bir gerçek ki, Arapça yazılmış olmaları zaman
içerisinde hepsi için ıstifadeyi kısıtlayan bir özellik olarak görülmüştür. Zira
halkın dili dışında y~zılmış tarih eserlerinden, tercümeleri yapılmış olanların
hemen hepsinin! başında mütercimler tarafından "fevaidi am" olmak
i •.
için tercüme edildiklerini belirten ifadeler kullanılmıştır. Orneklerimiz içerisinde
zamanının elı popüler eserlerinden biri olan Şakdik tercümelerinde
dahi dile getirilen h'usus budur. Anlaşılan o ki, yazılan eserlerin nitelikleri
yaygınlık kazanmaıArını etkileyen bir husus olsa da temel etken dil kullanı-
mıdır. Dolayısıyla ilblileri diğer bilim dallarındaki eserlere göre her zaman
daha fazla olmuş t4rih çalışmalarının, Osmanlı toplumunca göz ardı edildiklerini,
okunmadıklarını ya da en azından bazı bilgi düzeyi yüksek kişiler
aracılığıyla bunlard~n istifade etme yoluna gitmediklerini düşünmenin yanlış
olacağı açıktır. i
Bu tür eserlerin ,değerini belirlemede önemli bir kriter de zannediyoruz
matbaa sonrasında/yayımlanmaya değer bulunup bulunmamasıdır. Bilindi-
ği üzere matbaa öncesinde eserlerin çoğaltılması, hattı güzelolan ve eser
çoğaltma işiyle geçimini temin eden müstensihler vasıtasıyla gerçekleşiyordu.
Ancak bu ihsanların dışında, özel ilgi duyduğu bir eseri kendi el
yazısıyla yazıp kendi kütüphanesinde bulundurmak isteyen aydınlar da vardı.
Bu yollarla çoğalm1a imkanı bulan eserler her ne kadar sınırlı derecede bir
yaygınlık kazansaıkr da, zamanın şartları gereği muhtemelen en azından
72 Mehmet ipşirii, "oslanlı Tarih Yazıcılığı", Osman/ı, edt. Güler Eren, Ankara ı999, VLII, 248.
Oil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıetiığı ---- 129
ilgili okur-yazar kesiminin eline ulaşacak kadar çoğaltılıyorlardı. Ancak
muhtemelen oldukça yüksek fiyatlara satıldıklarından, alıcıları da hem zengin
hem de buna bağlı olarak kültür düzeyi yüksek insanlar oluyorlardı. Dolayısıyla
bu eserler çok yaygın bir şekilde halkın elinde bulunmuyorlardı.
İçerdikleri bilgilerin halka ulaşması, herhangi bir yöredeki imkanı ve bilgi
düzeyi yüksek bazı kişilerin, edinebildikleri eserleri çeşitli vesilelerle evlerde,
tekkelerde, camilerde vs. kurdukları sohbet halkalarında insanlara okuyup
anlatmalarıyla gerçekleşiyordu.
Şüphesiz eserlerin çoğaltılmalarında etkili olan husus, eserin ilim dünyasında
ne derecede kullanılmaya ihtiyaç duyulduğu ve ne derece topluma
hitap ettiği gibi daha çok faydacılığı ön plana çıkaran bakış açısı olmuştur.
Bu bakış açısı ı728'de matbaanın kurulmasından sonra matbaanın yayın
politikasını belirleyen bir tutumdur. Nitekim İbrahim Müteferrika'nın, matbaaya
izin çıkarmak için sıraladığı yararlarda hep umumı faydalanmayı öne
çıkardığı görülmüştür.73
Matbaa öncesinde eserlerin çoğaltılmasında karşılaşılan güçlükler, her
alanda yazılmış kitaplar için aynı derecededir. Dolayısıyla çalışmamızdaki
örneklerin çoğaltılarak geniş bir kitleye hitap edemem iş olmaları matbaa
öncesi dönem için bir dereceye kadar normal karşılanabilir. Fakat yukarıda
belirtilen hususlar çerçevesinde meseleye baktığımızda, üzerinde durdu-
ğumuz eserlerin matbaanın yayın hayatı içerisinde yer alıp almamalarının,
onlara bakış açısını, popülaritelerini ve kısmen değerlerini yansıttığını söylemek
durumundayız.
Bu değerlendirmeyi yapabilmek için kurulan ilk matbaada neşredilen
tarih eserlerine bakmak durumundayız.74 Kuruluşundan 1794'e kadar basılan
24 eserin içerisinde önemli yeri tutan tarih eserlerinin hepsinin Türk-
çe veya Türkçe'ye tercüme edilmiş eserler olduğu açıkça görülmektedir. Daha
sonraki yayım faaliyetlerinde de tarih alanındaki eserlere gerçekten büyük
yer verilmiş, vakanüvis tarihlerinin hemen hepsi basılmış, özel tarihçilerden
de Aşıkpaşazade, Hoca Sadeddin, Gelibolulu Mustafa .Alı, Lütfi Paşa,
73 Selim Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacı/ığı (Müteferrika Matbaası), İstanbul 1939, SO-Sı.
74 Ayrıntılı bilgi için bkz. Selim Nüzhet Gerçek, Türk Matbaacı/ığı, 63-99; Server Rifat İskit,
Türkiye'de Neşriyat Hareket/eri Tarihine Bi,. Bakış, Ankara 2000, 23-29. İbrahim Müteferrika
ve matbaa faaliyetleri hakkında geniş bilgi için aynea bkz. G.Toderini, İbrahim Müteferrika
Matbaası ve Türk Matbaacı/ığı, tere. Rikkat Kunt, İstanbul 1990; Aladar v. Simonffy, İbrahim
Müteferrika, tere. Fanık Yener, Ankara 1945; Osman Ersoy, Türkiye'ye Matbaanın Girişi ve İlk
Bası/arı Eserler, Ankara 1959; William J. Watson, "ıbrahim Müteferrika and Turkish [ncunabula",
Journal of the American Orienta/ Society, S. 88/3. USA 1968, 435-441; Niyazi Berkes,
Türkiye'de Çağdaş/aşma, Ankara 1973, 50-59; Erhan Afyoncu, "İbrahim Müteferrika", DİA,
İstanbul 2000, XXI, 324-327.
J 30 ------.:---------- AÜifOXl.VI(2005), sayı/
Solakzade Mehmet HeLemi, Selaniki Mustafa Efendi, İhrahim Peçevi, 1<.-
tip Çelebi, Silahdar Fıhdıklılı Mehmet Ağa, Hayrullah Efendi, Tayyarzade
Ahmet Ata Bey gibi Tlırkçe yazmış pek çok tarih yazarının eserleri basılmıştır.7~
Bunların se~imi, doğalolarak Osmanlı padişahlarının zaferlerinin
bilinmesinde, başarılarının övülmesi ve devlet idaresine desteğin devamını
sağlamada, dolayısıyla hakim hanedanın meşruiyetini vurgulamı:ı-
daki rağbeti de akset'tirmektedir, ancak bunun irdelenmesi konumuz dı-
şındadır.76 i
Çalışmamızda yerıverdiğimiz örnekler, aslında yazıldıkları zamanda ve
daha sonra tamamen ilgisiz kalınan eserler değillerdir. Belirttiğimiz gibi
bunlardan en fazla dğbeti Taşköprülüzade'nin Şakaik'i ile Katip Çelebi'nin
Keşfü'z-Zünun'u görmüştür. Şakaik, Arapça yazılmış olmasına rağmen, Osmanlı
Devleti'nin kuhıluşundan Kanuni Sultan Süleyman devri dahil olmak
üzere Osmanlı doğrafyasında yetişmiş çoğunluğu Türk alim ve şeyhlerin
kısa hayat hikay~lerinden, eserlerinden ve faaliyetlerinden bahsetmesi
nedeniyle büyük ilgi görmüştür. Eser, hem ilme ve ilim adamlarına aşırı
derecede saygı göstJren Türk toplumuna hem de ilmiye sınıfına hitap etmiştir.
Toplumun heir katmanından insan bu eserde kendi milli tarihinden,
örfünden, geleneğinden, kültüründen hislerini okşayan bilgiler bulduğu için,
henüz müellifi hayahayken eseri tercüme etmek ve çoğaltmak arzusunda
olmuşlardır. Daha s6nra da eserin zeyilleri yazılmaya başlanmıştır. Dolayı-
sıyla Şakaik, Arapç~ yazılmış olma dezavantajını, özelliği sayesinde avantaja
dönüştürmüştüt. Matbaanın kuruluşundan sonra ise Arapça yazılmış
eserlerin basılmamAsı hususundaki eğilim nedeniyle basılmamıştır. Arıcak
günümüzde, gerek 'ülkemizde gerekse Arap ülkelerinde yapılmış baskıları
bulunmaktadır. i
Diğer eser Keşfü'z-Zünun da aynı şekilde daha yazıldığı yüzyıldan itibaren
sadece Osmanil Türklerince değil tüm İslam dünyasında tanınmış, hatta
şarkiyatçıların dk ilgi odağı olmuştur. "Şark ilim hazinesinin anahtarı"
olarak nitelenen es'ere, yazıldığı yüzyıldan itibaren zeyiller yazılmaya baş-
lanmıştır. şöhretinin Osmanlı coğrafyasını rahatlıkla aşması nedeniyle Keş-
fü'z-Zünun, Arapça' yazılmış diğer bazı eserler için bahsettiğimiz -örneğin
müellifin Arapça Fkzleke'si gibi- herhangi bir ilgisizlik ve olumsuzlukla karI
~ Gerek v;ıkanüvislerilJ tarihleri gerekse özel tarihçiletin yayımlanan eserleri hakkında aynnııh
bilgi için bkz. Server' R. İskit. Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bak~, 222-226.
76 Başta vakanüvis tarulçilerdeki tarih yazım zihniyeti olmak üzere bu hususta geniş bilgi için bkz.
İlber Onaylı, "Osma;ılı Tarihyazıcılığının Evrimi Üstüne Düşünceler", Türkiye'de Sosyal Bilim
Araştırmalarının Gel4imi, der. Sevil Atauz, Ankara 1986, 419-429; Gelenekten Geleceğe, İstanbul
2001, 39-46.
Dil-Tarih ilişkisi Bağlamında Osmanlı Türklerinde Arapça Tarih Yazıcıliğı ---- 131
şılaşmamış, tam tersine araştırmacıların temel başvuru kaynağı haline gelmiştir.
Keşfü'z-Zünun bu yönüyle, diğer tarih eserleri gibi doğrudan halka
hitap eden bir eser olmayıp, bilimsel çalışmalar yapan kişilere yönelik bir
kitaptır. Ancak eser, ne Osmanlıların son döneminde yaşanan tercüme hareketliliğinden
nasibini almış ne de neşredilmiştir. Ülkemizdeki neşri ilk
olarak ancak 1941 yılında gerçekleşmiştir.
Neticede Şakô.ik ve Keşfü'z-Zünun, üzerinde durmaya çalıştığımız özelliklerin
etkisiyle şu an neşredilmiş olarak elimizde bulunmaktadırlar. Oysa
aynı müelliflerin diğer eserleri, yani Taşköprülüzade'nin Nevô.diru'l-Ahbô.r'ı
ve Karip Çelebi'nin Arapça Fezleke'si ile Siillemü'l-Vüsul'u yazıldıkları gibi
kalmışlardır. Müellif nüshalarından başka nüshaları bulunmamaktadır. Bunlardan
Nevô.diru'l-Ahbô.rve Süllemü'l-Vüsul, hatırlanacağı üzere tabakat-tenicim
türünde bir eser olmasına rağmen, Şakô.ik gibi Osmanlı coğrafyasını
kapsamayıp, daha genel ve çoğunluğunu Arap şahsiyetIerin oluşturduğu
biyografik eserler olmaları nedeniyle, aynı derecede ilgi görmemişler, dolayısıyla
çoğaItılmadıkları gibi neşirleri de söz konusu olmamıştır.
Çalışmamızın diğer örnekleri olan Cenabi'nin Aylamu'z-Zô.hir'i ve Mü-
neccimbaşı'nın Cô.miu'd-Düvel'i de çok sayıda istinsah edilmiş olmalarına
rağmen henüz tam olarak neşredilebilmiş değillerdir. Cô.miu'd-Düvel'in bazı
kısımlarının neşirlerinin yapılabilmiş olmasında ise eserin La.le devrinde,
Şair Nedim başkanlığındaki bir heyetle tercüme edilmiş olmasının ve tercümenin
basılmasının payının olduğunu düşünmekteyiz.
Sonuç
Osmanlılarda matbaanın yayın hayatına başlamasından sonra, tarih alanında
büyük oranda eserler basılmış olmasına rağmen, araştırmamızın kapsamında
incelediğimiz eserlerin hiç birisinin bu yayım faaliyeti içerisine
alınmadığı görülmektedir. Dini eserlerin basılmaması noktasındaki eğilimin
Arapça yazılmış tarih eserlerini de kapsamış olması, matbaanın kuruluşu
ile Türkçe sorununun bir kez daha tartışma konusu haline gelmiş olmasından
kaynaklanmıştır. 77 Özellikle yazıldıkları yüzyıllardan itibaren her
biri farklı derecede olmakla birlikte, önemli ölçüde ilgi görmüş oldukları
anlaşılan araştırmamızdaki örneklerin, dini kitaplar gibi aynı olumsuzlukla
karşılaşmış olmaları, eserlerin basımında kaynak değerlerine bağlı bilinçli
bir tutumun sergilenmediğini gösterdiği kadar, söz konusu eserlerin Arap-
ça yazılmış olmalarının yüzyıllarca süren yan etkisinin bu aşamada da devam
ettiğini göstermesi açısından önemlidir.
77 Enver Ziya Karaı, "Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sonıııu", Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak
Türkçe, Ankara ı994. 46.
132 AÜifO XLVI (2005), sayı J
çalışmamızda yer verilen söz konusu eserlerin Arapça yazılmış olmalai
rına, sadece bilim dili Arapça olduğu için bu dille yazıldıklarını söylemenin,
Osmanlı Türklerinl:ıe tarihyazıcılığını böyle bir zorunluluk içerisinde
göstermenin yanlış ola~ağını belirtmek durumundayız. Çünkü aynı müelliflerden,
yine tarih al~nında Türkçe eserler kaleme alanlar olduğu gibi,
kendi eserini TÜrkçe'ye/tercüme edenler de olmuştur. Yaşadıkları yüzyıllarda,
hatta genelolarak bütün Osmanlı tarihinde, tarihyazıcılığının daha çok
Türkçe olduğuna dikk~t edilirse bu durum daha net bir şekilde anlaşılır.
Dolayısıyla, Arapça'nıJ dini ilimIere ilişkin çalışmalarda bilim dili olarak
i
genel kabul gördüğünü, ancak Osmanlı Türklerinin tarihyazıcılığı tecrübesinde
çok bağlayıcı oıdıadığını belirtmek gerekmektedir.
Ne var ki, çalışmarJızda yer verdiğimiz ve üzerinde ayrıntılı olarak durmadığımız
daha başka' örnekler dil-tarih ilişkisi bağlamında değerlendirildiğinde,
nihayetinde y~bancı dille yazılmış olduklarından istifadeden uzak
kalmışlardır. Bu dururh Osmanlı devletinin yapısından kaynaklanan doğal
,
bir sonuç olmakla birlikte, yabancı dilde eğitim-öğretim yapmanın ilmi ve
kültürel üretkenliği yÜzyıllar boyunca olumsuz etkilediği gerçeğini değiş-
tirmez. Nitekim dil kdnusunda milli bir politika güdülmeyişi, son dönemlerde
açılan mektepl~rde de Fransızca eğitim-öğretime ağırlık verilmeye
çalışılmasıyla yeni bir: boyut kazanmıştır.
Son olarak rahatlıkla söylenebilir ki, Türkçe dışında bir dille kaleme
alınmış olan tarih es~rlerinin, kaleme alındıkları dönemlerde kendilerinden
yararlanılmaları ~ınırlı düzeyde kaldığı gibi, söz konusu eserler günü-
müz Osmanlı tarihi çrlışmaları için de yeteri kadar kullanılmamaktadırlar.

Konular