Sadrettin Gümüş, Seyyid Şerîf Cürcânî ve Arap Dilindeki Yeri,

Sadrettin Gümüş, Seyyid Şerîf Cürcânî ve Arap Dilindeki Yeri,
İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1984, 211 s.
Murat Dinler*
Arap dili sahasında birçok ilim adamı yetişmiş ve bu konuda önemli eserler
telif etmişlerdir. Bu ilim adamlarının önde gelenlerinden birisi de Seyyid Şerîf
Cürcânî’dir (v. 816/1413). Arap dili ve edebiyatının Orta Arapça döneminde ya-
şayan Cürcânî tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, felsefe, mantık, tasavvuf, astronomi ve
hendese gibi çeşitli alanlarda eserler verdiği gibi Arap dili ve edebiyatında da
ölümsüz eserler telif ederek bu sahanın en önemli otoriteleri arasında yer almış-
tır. Sadrettin Gümüş, bu eserinde Cürcânî’nin hayatını anlatmış ve Arap dili ve
edebiyatındaki yerini incelemiştir.
Eser biyografi alanında yapılmış bir çalışma olup giriş ve dört bölümden oluş-
maktadır. “Giriş” bölümünde Arap dilinin menşei ve Arap filolojisine tesir eden
âmiller anlatılır. Bu âmiller etkinlik derecesine göre: “Kur’ân-ı Kerim”, “Hadis-i
Şerif” ve “Yabancıların Arap toplumuna karışması” şeklinde sıralanarak her biri
hakkında bilgi verilir. Özet olarak şunlar ifade edilir:
Kur’ân-ı Kerim, Arap dili ve edebiyatına yön veren en kuvvetli âmildir.
İslam’ın zuhurundan sonra Arapların Kur’ân ve Hadis okuyup ezberlemeye yö-
nelmeleri sebebiyle edebî, ilmî ve fikrî sahalarda dikkate değer değişimler meydana gelmiş ve bunun neticesinde Arap dilinin üslûp ve lafzında yeni gelişmeler
ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’in indiği şekilde tespiti, korunması ve anlaşılması için gereken faaliyetler Resulullah (s.a.v.) zamanında başlayıp Hulefa-i Ra-
şidin döneminde de devam etmiş ve yazılı olmasa da ilk filolojik çalışmalara Hz.
Ömer (r.a.) devrinde rastlanmıştır. Bu çalışmalar lügat yazımına ihtiyaç doğurmuş ve bunun sonucunda Garîbu’l-Kur’ân ve el-Vucûh ve’n-nezâir adıyla ilk
lügat kitapları yazılmıştır. İlk Garîbu’l-Kur’ân lügatı Abdullah b. Abbas’a (v.
* Doktora öğrencisi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul/Türkiye, muraddinler@gmail.com
DOI: http://dx.doi.org/10.16947/fsmiad.11559 - http://dergipark.ulakbim.gov.tr/fsmia - http://dergi.fsm.edu.tr
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi
FSM Scholarly Studies Journal of Humanities and Social Sciences
Sayı/Number 5 Yıl/Year 2015 Bahar/Spring
© 2015 Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
492 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 5 (2015) Bahar
68/687), bize intikal edenlerden ilk telif olunan el-Vucûh ve’n-nezâir kitabı ise
Mukâtil b. Süleyman’a (v. 150/767) nispet edilmiştir.
Hadis-i şerif kitaplarının tedvinin de filolojik çalışmalara büyük tesirleri vardır. Hadiste geçen kelimeleri açıklamak için Garîbu’l-Hadîs lügatları telif edilmiştir. Bu konuda yazılan eserlerden ilki Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ (v.
209/825) ait olup onun eseri günümüze ulaşmamıştır.
Etnik kökeni Arap olmayan kimselerin Arap toplumuna karışması sonunda
dili bozulma tehlikesinden korumak ve onu yabancılara daha kolay öğretmek için
dilbilimciler filolojik çalışmalara başlamış ve neticede hicri ІІ. asrın son yarısında
Arap filolojisinde ilk alfabetik lügatlar telif edilmiştir. Bu sahada meydana getirilen ilk alfabetik lügat, Halil b. Ahmed el-Ferahidî’nin (v. 170/786) Kitâbu’l-
‘Ayn’ı, İbn Dureyd’in (v. 321/933) el-Cemhere fi’l-lüga’sı, Kâlî’nin (v. 357/967)
Kitâbu’l-Bâri‘ fi’l-lüga’sı, Ezherî’nin (v. 370/980) Tehzîbü’l-lüga’sı, İbn Sî-
de’nin (v. 458/1066) el-Muhkem’i ve bu alanda yazılan diğer eserlerdir.
Bundan sonra, ilk dönemlerde nahiv ve sarf ilimlerinin birbiriyle iç içe olup
her iki ilmin müşterek yazılıp okutulduğu göz önüne alınarak bu iki ilmin gelişme
seyri birlikte incelenmiş, nahiv ilminin hicri І. asrın ikinci yarısında kuruldu-
ğu belirtilmiştir. Kaynakların çoğunluğuna göre bu ilmin kurucusu Ebû’l-Esved
ed-Düelî (v. 69/689)’dir. Onun da bunu Hz. Ali’den (v. 40/661) öğrendiğine dair
çeşitli rivayetlere yer verilmektedir. Daha sonra çeşitli dil mekteplerinden bahsedilmiş ve bunların kuruluş ve gelişmeleri incelenmiştir.
Öncelikle Basra dil mektebinin kurucusu olan Ebû’l-Esved ed-Düelî tanıtılmıştır. Onun ve talebelerinin gayretli çalışmaları sayesinde, nahiv ilminde telif
eserler dönemi başlamıştır. Hicri ІІ. asırdan itibaren Arap dili sarf ve nahive dair
büyük küçük pek çok eser yazıldığı fakat bu ilk dönem teliflerinin çoğunun gü-
nümüze ulaşmadığı kaydedilmektedir. Yazar bundan sonra özetle şu bilgilere yer
verir: Bu ilk müelliflerin başlatmış olduğu Arap dili sahasındaki telif harekâtını
Halil b. Ahmed ve talebesi Sibeveyhi (v. 180/796?) devam ettirmişlerdir. Halil b. Ahmed el-Ferahidî aruz ilmini icat etmiş ve Arap dilinin lügat hazinesini
Kitâbu’l-‘Ayn adlı eserinde toplamıştır. Sibeveyhi’nin el-Kitab adındaki eseri
ise, nahiv sahasında yazılmış ve günümüze kadar gelmiş olan ilk büyük eserdir. Bu kitap daha sonra nahiv tedrisatında esas kabul edilmiş ve bu sahanın bir
numaralı kaynağı haline gelmiştir. Daha sonra Ahfeş (v. 215/830), Kutrub (v.
206/821), Ma’mer b. El-Müsenna (v. 210/825), Ebu Zeyd el-Ensarî (v. 215/830)
Basra mektebinin önde gelen nahiv otoritelerindendir. Müberred’in (v. 285/898)
el-Muktedab isimli eseri burada özellikle zikredilmelidir. Zira onun bu eserinin
Sibeveyhi’nin el-Kitâb’ından daha tertipli olduğu kabul edilmektedir.
Yazar daha sonra Kûfe dil mektebinin metodu hakkında bilgi verir. Bu mektebin kurucusu Ebu Cafer er-Ruâsî (v. 190/805)’dir ve onun el-Faysal adlı eseri
Yayın Değerlendirme / Book Reviews 493
Kûfe mektebinde gramerle ilgili ilk teliftir. Ondan sonra bu mektebin başlıca mü-
messilleri ve eserleri şöyle sıralanır: Kisâî (v. 189/805)’nin Muhtasaru’n-nahv’i
ve Kitâbu’l-hudud fi’n-nahv’i, Ferrâ’nın (v. 207/823) Kitâbu’l-hudud’u,
Sa’leb’in (v. 291/904) Kitâbu’l-fasîh’i. Bu iki dil mektebinden sonra sırasıyla
Bağdat, Endülüs ve Mısır dil mekteplerinin Arap diline katkılarından bahseden
yazar, onların bu mektepleri oluştururken takip ettikleri usul hakkında da önemli
bilgiler verir. Ebü’l-Kâsım ez-Zeccâcî’nin (v. 337/949) el-Cümelü’l-kübrâ’sı,
Ebu Ali el-Fârisî’nin (v. 377/987) el-Îzâh’ı ve İbn Cinnî’nin (v. 392/1001) elHasâis’i, Bağdat dil mektebinin başlıca eserlerine örnek olarak zikredilebilir. İbn
Madâ’nın (v. 592/1196) nahiv âlimleriyle onların metotlarına yönelttiği eleştirileri içeren Kitâbü’r-Red ‘ale’n-nühât’ı, İbn Mâlik’in (v. 672/1274) el-Elfiyye’si
ve İbn Âcurrûm’un (v. 723/1323) el-Âcurrûmiyye’si Endülüs dil mektebine
mensup dilcilerin başlıca eserlerindendir. Nehhâs’ın (v. 337/948) Kitâbü’t-Tüffâha fi’n-nahv’i ve İbn Hâcib’in (v. 646/1249 ) el-Kâfiye’si de Mısır dil mektebini temsil eden âlimlerin eserleri arasında sayılabilir.
Bundan sonra belagat ilmi ve onun ihtiva ettiği meâni, beyan ve bedi’ ilimlerini tanımlayan yazar Arapların cahiliye devrinde belagatı bir ilim olarak bilmeseler de bu sanatı pratikte uyguladıklarından söz eder. Bunun yanısıra Kur’ân-ı
Kerim’in belagat sanatına tesir ettiğine de yer verilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim
nazil olduktan sonra Müslümanlar onun manası ve ifade hususiyetleri üzerinde
düşünmüşler, mecazî kelimeleri tespit etmeye başlamışlardı. Böylece zamanla
Kur’ân’ın belagatıyla ilgili Beyânü’l-Kur’ân, Me‘âni’l-Kur’ân, Αcâzü’lKur’ân ve Mecâzü’l-Kur’ân isimleri altında çeşitli eserler vücuda gelmiştir.
Daha sonra halife ve vali gibi idarecilerin halka tesirli hutbe okuma arzuları ve
acemlerin Arap dilini tenkit etmeleri ve buna benzer sebepler Araplar’ı güzel
söz söyleme ve bu sözlerin özellikleri hususunda düşünmeye sevketmiş; böylece
belagat sanatlarını ihtiva eden eserlerin telifine başlanmıştır. İbnü’l-Mu‘tez’in (v.
296/908) el-Bedî‘ adlı eseri belagat ilmindeki ilk eserdir. Abdü’l-Kahir el-Cürcânî’nin (v. 471/1078) Esrârü’l-belâga’sı ile Delâilü’l-Αcâz’ı, Sekkâkî’nin (v.
226/1229) Miftâhu’l-‘ulûm’u, Kazvînî’nin (v. 739/1338) Telhîsu’l-Miftâh’ı,
Teftâzânî’nin (v. 792/1390) el-Mutavvel ve el-Muhtasar’ı ve Seyyid Şerif Cürcânî’nin (v. 816/1413) Miftâh’ın üçüncü kısmına yazdığı şerhi tanıtılmakta ve
bunların bu alanda yazılan eserlerin en önemlilerinden olduğu belirtilmektedir.
“VIII/XIV. Asırda İslâm Âlemi ve İlmî Hareketler” başlıklı birinci bölümde, hicrî VIII. asırdaki İslâm âleminin genel siyasi durumu tasvir edilir. O dönem
İslâm medeniyetindeki duraklamanın, VII. asrın başlarında Karakurum’da kurulan
Moğol İmparatorluğunun Semerkand, Buhara, Türkistan, Mâverâünnehr ve İran’ı
istila edip Bağdat Abbâsî halifeliğine son vererek İslâm âleminde büyük tahribatlara yol açması neticesinde meydana geldiği anlatılır. Hicrî VII. asırdaki Moğol
istilası sonucunda duraklamış olan ilmî hareketler, VIII. asırda bütün karışıklık ve
494 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 5 (2015) Bahar
ihtilallere rağmen yeniden canlılık göstermiştir. Bu dönemde yetişen ilim adamları fıkıh alanında olduğu gibi dil sahasında da değerli eserler vermişlerdir. Ebû
Hayyan’ın (v. 745/1345) Menhecü’s-Sâlik, et-Tezyîl ve’t-tekmîl ile el-Mübdi‘
adlı eserleri ile İbn Hişam’ın (v. 761/1360) Katru’n-nedâ, Şüzûru’z-zeheb ile
Mugni’l-lebîb adındaki eserleri bu dönemin önde gelen filolojik eserlerindendir. Yine bu asırda yetişen Arap dili ve edebiyatı âlimleri ile bazı meşhur eserleri
şunlardır: İbn Akîl (v. 769/1368) tarafından İbn Mâlik’in el-Elfiyye’sine yazılan
Şerhu Elfiyyeti İbn Mâlik, ‘Adudüddîn el-Îcî’nin (v. 756/1355) belagat ilmine
dair telif ettiği el-Fevâidü’l-Gıyâsiyye, Sa‘deddîn et-Teftâzânî’nin (v. 792/1390)
sarf ilmine dair telif ettiği Şerhu Tasrîfi’l-‘İzzî, Fîrûzâbâdî’nin (v. 817/1414) İslâm dünyasında kabul ve takdir gören lügat kitabı el-Kâmûsü’l-muhît.
İkinci bölüm “el-Cürcânî’nin Hayatı”na dairdir. Bu bölümde VIII. asrın
ikinci yarısı ile IX. asrın başlarında yaşadığı kaydedilen Cürcânî’nin altı asırdan
bu yana İslâm dünyasındaki medreselerin başta gelen üstadlarından olduğu ifade
edilir. Hicrî 740 senesi Şaban ayının 24’ünde (24 Şubat 1340) İran’ın Esterâbâd
bölgesinin Cürcân vilayeti civarındaki Tâku nahiyesinde Peygamberimizin soyuna mensup bir aileden dünyaya gelmiştir. Adı Ali b. Muhammed olup, hem
anne hem de baba tarafından Peygamberimizin soyundan geldiği için es-Seyyid
eş-Şerif ünvanı ile şöhret bulmuştur. Yazar, Cürcânî’nin anne ve babası hakkında kaynakların fazla malumat vermediğini belirttikten sonra bazı kaynaklarda
babasının isminin Ali, dedesinin isminin ise Hüseyin olduğunu kaydeder. Ailesinden bahsedilirken, eşi hakkında bilgi edinilemediği fakat bazı kaynaklarda kız ve erkek çocuğunun bulunduğu belirtilir. Gençliği ve ilk tahsiline dair
verilen bilgilerde onun küçük yaşlarda Cürcân’da ilme başladığından söz edilir.
İlk hocasının kim olduğu bilinmemekle birlikte istifade ettiği başlıca âlimler arasında Kutbuddîn et-Tahtânî, Mübârek Şâh el-Mantıkî ve Ekmeleddîn el-Bâbertî
yer almaktadır. Kendisinden ilim öğrenen talebelerinin başında da Kâdızâde erRûmî, Fethullah eş-Şirvânî, Seyyid Ali el-‘Acemî, Fahreddin el-‘Acemî ve Hâce
‘Alâeddin es-Semerkandî gelmektedir.
Cürcânî ilim tahsilini ikmal etmek üzere Herat, Anadolu ve Mısır’a seyahatler
gerçekleştirmiş, memleketine döndükten sonra hükümdar tarafından Şîraz’daki
bir medreseye tayin edilerek on sene kadar bu vazifede kalmıştır. Timur’un daveti
üzerine buradan Semerkand’a gidip orada da onsekiz sene kalmıştır. Timur’un
ölümünden sonra tekrar Şîraz’a dönmüştür. Vefatına kadar orada telifat ve tedrisata devam ederek birçok değerli eser meydana getirmiş ve yüzlerce ilim adamı
yetiştirmiştir. Kabri, Şîraz surları içerisinde Câmi-i ‘atîk yakınındaki Vakîb
mezarlığındadır. Cürcânî devrinde İslâm dünyasında, İbn Haldun, Teftâzânî ve
Fenârî gibi birçok ilim adamı bulunmakla birlikte onun ön sıralarda yer aldığı,
başta kelam olmak üzere, felsefe, mantık, Arap dili ve edebiyatı, fıkıh ve usû-
lü, tefsir, hadis ve münazara gibi ilimlerde üstat olduğu ilmî çevrelerce kabul
Yayın Değerlendirme / Book Reviews 495
edilmektedir. Cürcânî bir taraftan ilmî faaliyetlerle uğraşırken, bir taraftan Şeyh
Bahâuddîn Nakşibendî’nin güzîde halifesi Alâeddin Attâr’dan da tasavvuf dersleri almıştır.
Yazar bundan sonra Cürcânî’nin ilmî münazaralarına da yer verir. Semerkand’ı İslam kültür merkezlerinden biri haline getirten Timur düzenlemiş olduğu
ilim meclislerinde alimleri bir araya toplayarak onların ilmî tartışmalarına dinleyici olarak iştirak etmiştir. Bu meyanda Teftâzânî ile Cürcânî arasında cereyan
eden münazaraların seyir şekilleri yazılı olarak günümüze intikal etmiştir. Bütün
bu tartışmalarda Cürcânî’nin galip geldiği belirtilmektedir. Cürcânî’nin eserleri henüz sağlığında iken İslam dünyasına yayıldığından; İran, Osmanlı Devleti,
Türkistan ve Hindistan’ın meşhur alimleri onun eserlerini okutmaya, onlara şerh
ve haşiyeler yazmaya başlamışlardır.
Üçüncü bölüm “el-Cürcânî’nin Eserleri” başlığını taşımaktadır. Yazar bu
bölümde, yanlışlıkla Cürcânî’ye isnat edilen dört eserin gerçek müelliflerini belirttikten sonra Cürcânî’nin meydana getirdiği yüzbir eseri hakkında doyurucu bilgiler verir. İlim dallarına göre bazı eserleri şunlardır: Tefsir sahasında Hâşiye ‘ale’lKeşşâf ve Hâşiye ‘ale’l-Beydâvî, hadis sahasında Hâşiyetü Mişkâti’l-mesâbîh,
fıkıh ve usûl-i fıkıh sahasında Hâşiye ‘ale’l-Şerhi Muhtasari’l-Müntehâ, Hâşiye ‘ale’l-Hidâye, Şerhu’l-Vikâye, kelâm sahasında Şerhu’l-Mevâkıf, tasavvufta er-Risâletü’l-Behâiyye, felsefede Hâşiye ‘alâ Şerhi Hikmeti’l- ‘ayn, mantık
ilminde Hâşiye ‘alâ Şerhi Metâli‘i’l-envâr ve Hâşiye ‘alâ Şerhi’ş-Şemsiyye,
hey’et ilminde Hâşiye ‘ale’t-Tuhfeti’ş-Şâhiyye, hendesede Hâşiye ‘alâ Tahrîri
Oklîdes, mübâhase ve münâzara usûlünde Hâşiye ‘alâ Risâleti’l-‘Adud, Risâle
fî Âdâbi’l-bahs, vaz‘ ilminde Risâle fî’l-vaz‘, Arap dili ve edebiyatında Sarf-ı
Mîr, Şerhu’l-‘İzzî, Şeru’l-Kâfiye, Hâşiye ‘ale’l-Mutavvel, et-Ta‘rîfât.
Dördüncü ve son bölümün adı “el-Cürcânî’nin Arap Dili ve Edebiyatındaki Yeri” dir. Bu son bölümde Cürcânî’nin mensup olduğu dil mektebi tespit edilirken şu değerlendirmeler yapılır: O, mantık ilmiyle iştigali yoğun olan bir ilim
adamıdır. Gerek hocaları, gerekse eserlerine şerh ve hâşiye yazdığı Zemahşerî,
İbn Hâcib ve Zencânî gibi meşhur ilim adamlarının Basra mektebine mensup
oldukları ve Cürcânî’nin özellikle et-Ta‘rîfât’ta toplamış olduğu nahiv ıstılahlarının çoğunun Basra Mektebinin ıstılahları olduğu tezinden yola çıkılarak onun
Basra dil mektebine mensup bir dilci olduğu sonucuna varılır. Yazar bundan sonra, Cürcânî’nin dilciliğine yöneltilen tenkitleri ana hatlarıyla ele alarak, hem kudemanın bu tenkitlere verdiği mukni cevapları nakletmiş, hem de muasır araştırmacıların Cürcânî’nin dilciliği hakkındaki eleştirilerini aklî delillerle çürütmeye
çalışmıştır. Ardından Cürcânî’nin Arap dili ve edebiyatındaki yerini tespit etmek
için bu saha ile ilgili terimler (ıstılahlar) sözlüğü olan et-Ta‘rîfât adlı eserine
geniş yer verilir. Terimlere dair yazılan eserler içerisinde et-Ta‘rîfât’ın yeri belirlenmeye çalışılarak şu sonuca varılır: Cürcânî’ye kadar muhtelif ilimlerin te-
496 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 5 (2015) Bahar
rimlerini içine alan bir sözlük yazılmamıştır. Bu sahada ilk telif Cürcânî’ye aittir.
Önceki telifler ya ansiklopedik mahiyette ya da tek bir ilim dalına ait terimleri
ihtiva eden eserlerdir.
Sonuç olarak tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, felsefe, mantık tasavvuf, astronomi,
hendese, Arap dili ve edebiyatı gibi ilim dallarında değerli eserler yazan Cürcânî’nin tesiri altıyüz sene geçmesine rağmen hâlâ tazeliğini korumaktadır. Bir-
çok sahada söz sahibi olan müellif Arap dili ve edebiyatında yazdığı on dokuz
eserle de ilim dünyasında kabul görmüştür. Önceki âlimlerin yetişme şartları ve
ilim uğrunda göstermiş oldukları fedâkarlıkların bu gibi eserlerle yeni nesillere
tanıtılmasının, ilim adamlarının yetişmesine katkı sağlayacağı ve ilmi kültür mirasımızdan istifadeyi artıracağı kanaatindeyiz.
Sadreddin Gümüş’ün, “Seyyid Şerif Cürcânî’ ve Arap Dilindeki Yeri”
adındaki bu çalışması, hicrî VIII. asırda İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük
ilmî şahsiyetlerden birini çeşitli yönleriyle bizlere tanıtarak bu sahada büyük bir
boşluğu doldurmuştur. Eser akıcı bir üslupla yazılmıştır. Gümüş, âlimlerin görüş-
lerini ya da bir konudaki farklı bilgileri nakletmekle iktifa etmeyip birçok yerde
tercih yapmış ve bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Bu da eserin sadece derleme
olmayıp, uzun bir fikir sürecinin mahsülü olduğunu göstermektedir. Bibliyografyada zikredilen kaynakların yoğunluğu, birçok kaynağın yazma oluşu eserin
akademik seviyesini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca eserde kullanılan
kaynakların büyük çoğunluğunun Arapça olması, yazarın Arap diline hâkimiyetini göstermektedir. Eserin, Arapça ve İngilizce’ye tercüme edilerek ilim dünyası-
nın istifadesine sunulması faydalı olacaktır.

Konular