ARAP DİLİ*

ARAP DİLİ*
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad∗∗
Sadeleştiren: Zafer KIZIKLI∗∗∗
ÖZET
Bu çalışma, Arap dilinin hem tarihi, hem de özellikleri hakkında genel bilgiler
vermektedir. Arap dilinin İslâm öncesi durumu, dünya dilleri arasındaki
konumu ve lehçeleri ele alınmaktadır. Aynı zamanda, Arapçanın İslâm
dünyasındaki işlevi ile ilgili önemli tespitler yapılmaktadır. Ayrıca, Araplar
arasında kullanılan halk dili ve fasîh dil ayrımına da temas edilmektedir.
Anahtar kelimeler: Arapça, dil, Araplar, kültür, tarih, uygarlık, İslam, Orta
Doğu.
Arabic Language
ABSTRACT
This study deals with the history of Arabic language and its characteristics. It
discusses Arabic language with regard to its position before Islam, its location
between the other languages, its ancient dialects and its functions in the
Islamic world. Besides, it explains the difference between the grammatical
standard Arabic and the dialects of modern Arabs.
Key words: Arabic, language, Arabs, culture, history, civilization, Islam, The
Middle East.
* Bu yazı, Târîh-i Dîn-i İslâm adlı üç ciltlik Arap harfli Osmanlıca kitabın
birinci cildinde yer alan “Lisân-ı ‘Arab” başlıklı konunun günümüz
Türkçesine sadeleştirilmiş hâlidir. Türkçe ve İngilizce özetler ile metinde
gerekli görülen sözcüklerin notlandırılması, sadeleştiren tarafından metne
eklenmiştir. Makalenin Osmanlıca orijinali için bkz. Mahmûd Es‘ad
Seydişehrî, “Lisân-ı ‘Arab”, Târîh-i Dîn-i İslâm, Matba‘a-i Hayriyye,
Derse‘âdet, 1327-1329, I/241-259.
∗∗ Seydişehirli İbn-i Emîn Mahmûd Es‘ad Efendi (1272/1855-1918) tarihçi,
hukukçu ve siyaset adamıdır. Son dönem Osmanlı aydınlarının önde gelen
isimlerinden biridir. Dâru’l-Fünûn’da İslâm tarihi müderrisliği, Mekteb-i
Mülkiye müderrisliği, Maliye müfettişliği, Maliye hukuk müşavirliği, Defter-i
Hâkânî Nâzırlığı (Tapu Kadastro Bakanlığı) ve Osmanlı Meb‘ûsân Meclisi
Isparta milletvekilliği görevlerinde bulunmuştur. Arapça, Farsça, Fransızca,
İngilizce ve Almanca bilen Mahmûd Es‘ad Efendi, değişik konularda çok
sayıda eser kaleme almıştır. (Sadeleştirenin Notu).
∗∗∗ Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Arap Dili ve Belâgati
Anabilim Dalı, zaferkizikli@yahoo.com
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
164
Arap Dili
Konunun İçeriği: Arap Dilinin Geçmişi, Arap Dilinin Mensubu
Olduğu Dil Ailesi, Lehçeler Arası Farklılıklar, Lehçelerin
Birleştirilmesi ve Düzenlenmesi, Arap Dilinin Zenginliği, Arap
Diline Yabancı Sözcüklerin Girmesi, İslâm Dininin Gelişinden
Sonra Dilde Oluşan Değişimler, Arap Dilinin Yayılışı, Arap Dilinin
Bölgesel Farklılıkları, Arap Dilinin Birliği.
1. Arap Dilinin Geçmişi
Arap dili, yazıya geçmeden çok zaman önce hutbelerde,
nutuklarda isti‘âreleriyle, teşbihleriyle oluşmuş ve temeli
atılmıştır. Bu dilin geçmişi tarihin bilinmeyen karanlıkları içinde
uzanır gider. Tarihe şöyle bir göz atıldığında, her açıdan
mükemmel bir dil olarak ortaya çıktığı görülür. İlk dönemleri
bilinmemektedir, fakat bununla birlikte zamanımıza kadar
diriliğini ve eski tazeliğini korumuştur.
Arap dili, Arabistan Yarımadası’nın eski yerlileri olan “‘Arab-ı
‘âribe”nin1 dilidir. Ya‘rub b. Kahtân2, ‘Âd kavmini yendikten
sonra, dili, Süryaniceden Arapçaya dönüştü. Bu nedenle Kahtân3
soyuna “‘Arab-ı musta‘ribe”4 adı verildi ve onlar Himyer lehçesini
meydana getirdiler. Sonraki dönemlerde ise önce Kahtanlılar,
ardından da Kahtanlıların bir kolu olan Cürhümlüler5 ikinci defa
olarak Hicâz tarafına yerleştiler ve İbrânî asıllı İsmâ‘îl b. İbrâhîm
(A.S.), onlarla kaynaşarak ‘Arab-ı musta‘ribe dilini onlardan
öğrendi6. Onun çocukları “‘Arab-ı tâbi‘a”7 adını aldı.
1 Soy bakımından “halis muhlis Arap” anlamında bir deyimdir. Bu ifadeyle,
Âd ve Semûd kavimleri gibi izleri silinmiş, yok olmuş çöl Arapları kastedilir.
(S.N.).
2 Ya‘rub b. Kahtân, Yemen’de bulunan Himyer krallarının dedesidir ve köken
olarak Süryanice konuşan Peygamber Hz.Erfahşed’in soyundan gelmektedir.
Ya‘rub b. Kahtân’ın, Arap dilini konuşan ilk kişi olduğu söylenir. (S.N.).
3 Kahtân, Yemen’deki Arap kabilelerinin atasıdır ve kuzeydeki kabilelerin
atası durumundaki ‘Adnân kabilesinin bir benzeridir. Kahtan kabilesi,
Himyer ve Kehlân olmak üzere ikiye ayrılır. Kahtan kabilesinin ismi,
Tevrat’ta “Yaktân” olarak geçer ve onların Asurlular’la (M.Ö.2000-M.Ö.612
yılları arasında Kuzey Irak dolaylarında yaşamış ve bir imparatorluk kurmuş
olan Eskiçağ halkı) savaştıklarından söz edilir. (S.N.).
4 Aslen Arap olmadığı hâlde, “sonradan Araplaşmış” anlamında kullanılan bir
deyimdir. (S.N.).
5 Yemen asıllı bir Arap kabilesidir. (S.N.).
6 Rivâyete göre, Arapçayı en iyi konuşan ilk kişi Hz. İsmâ‘îl’dir.
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
165
Bazı tarihçilerin açıklamasına göre, Kahtanlılar’dan Ya‘rub,
yönetimi ele aldıktan sonra düzensiz bir durumda olan çöl
Araplarının dilini ve edebiyatını ıslah ederek, âdeta Arap dilinin
ikinci mûcidi olmuş ve ondan sonra Arabistan Yarımadası’na,
onun adına gönderme yapılarak “Arap Yarımadası” denildiği gibi,
diline de “Arap dili” adı verilmiştir. Hatta Ensar’dan Hassân (b.
Sâbit) yazdığı bir övgü şiirinde bazı beyitlerde bu yönleri
açıklamıştır.
2. Arap Dilinin Mensubu Olduğu Dil Ailesi
Dilbilimcilere göre, yeryüzünde konuşulmakta olan diller üç
türdür:
1)- Tek heceli diller,
2)- Eklemeli diller,
3)- Çekimli diller.
Tek heceli diller, sözcükleri tek hecelerden oluşan, çekimden
ve ekleme özelliğinden yoksun olan dillerdir. Bir şeyi anlatmak
için, her biri tek heceli olan sözcükler sıraya konur. Örneğin,
«gittim» denilecek yerde, biri gitmek eylemini, biri birinci tekil
kişiyi, biri de geçmiş zamanı ifade eden üç sözcük sıralanır.
Çince, Tibetçe, Japonca bu türdendir.
Eklemeli dillerde, örneğin, eylem ile kişi ve zaman ifade eden
lafızlar ayrı ise de, bunlar artık bağımsız birer sözcük hâlinden
çıkıp bileşik olarak kullanılır. Öyle ki, bu sözcüklerin eklemlenme
yerleri bilinip, tamamiyle kaynaşma durumu söz konusu olmaz.
Osmanlı lisanı da böyledir. Örneğin, “gittim” sözcüğünde, “git”
eyleme, “ti” zamana ve “m” de birinci tekil kişiye karşılık gelir.
Çekimli dillerde, sözcüğün eylem, kişi ve zaman ifade eden
parçaları arasında o derece kaynaşma gerçekleşmiştir ki, yeni
oluşan sözcük köken olarak anlaşılmayıp, çekim kalıbının şeklini
almıştır. Arapça, bu tür dillerdendir. Örneğin, “ نَ َ صَرna-sa-ra”8
masdarından; “ َيـْن ُ صُرyen-su-ru”9, “ نَ َ اصَرnâ-sa-ra”10, “ َمنْ ُ صوٌرman-sûr”11,
7 ‘Arab-ı tâbi‘a, “Araplara tabi olan, onlara bağlı kalan” anlamında bir
deyimdir. (S.N.).
8 Arapçada, “yardım etti” anlamında geçmiş zamanlı, üç kök harfli bir fiildir.
(S.N.).
9 “Yardım eder” anlamında geniş zamanlı bir fiildir. (S.N.).
10 “Yardımlaştı” anlamında geçmiş zamanlı bir fiildir. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
166
“ اِ ْ سَتـْن َ صَرis-tan-sa-ra”12 benzeri nice sözcükler türeyebilir. Bunların
parçalarını birbirinden ayırmak ve her parçadan birer anlam
çıkarmak mümkün olmaz.
Dillerin bu üç ayrı kategorisi, dil bakımından insanların
gelişiminin üç aşaması hükmündedir. Çok eski zamanlarda,
genel olarak insanlar tek heceli diller ile konuşmuşlardır. Daha
sonra, tek heceli sözcükler arasında birleşme meydana gelmiş ve
yavaş yavaş bunların bir takımı edât yerine geçerek eklemeli
diller şeklini almıştır. Ekleme durumu artıp kaynaşma hâline
gelince, bundan da çekimli diller doğmuştur. Eklemeli ve çekimli
dillerin bile farklı dereceleri vardır. Örneğin, Turânî diller13
eklemeli dillerden olmasına rağmen, çekimli dillere yaklaşmaya
başlamıştır. Aryânî diller14 dahi, çekimli dillerden oldukları
hâlde, eklemeli dillerle benzeşmekten henüz daha
kurtulamamıştır. Sâmi diller ise, tamamen çekimli hâle gelmiştir.
Arapçada çekim olgusu o kadar ileri bir düzeye varmıştır ki,
masdarlar sözcük türetme kaynağı olup, basit ve düzenli bir
takım kurallara uygun olarak bunlardan çok sayıda sözcük
oluşturulabilir. Örneğin, « » ر « », ب « », كharflerinden oluşan كَِبـٌر
sözcüğü “büyük olmak” anlamına gelir. Bundan, türetme
kuralları geregince, “ اِْ كبَ ٌ ارbüyük görmek”, “ تََ كُّبـٌرbüyüklenmek”, اِ ْ ستِ ْ كبَ ٌ ار
“kendini büyük görmek”, “« تَ ْ كبِ ٌ يرAllah, en büyüktür» demek”, تَ َ ك ُ ابـٌر
“kibirleşmek” gibi masdarlar; “ َ كبِ ٌ يرbüyük”, “ ُ كبَّ ٌ ارçok çok büyük”, ُ كبَ ٌ ار
“büyük”, “ ُمتَ َ كِّبـٌرbüyük, yüce”15 gibi sıfatlar; “ َ كبِ ٌ يرbir şeyin çoğu”, ُكِْبِريَاء
“büyüklük, azamet”, ٌ“ َ كْبـَرةyaşça büyüklük” gibi nice isimler
ortaya çıkar.
11 “Yardım edilmiş” anlamında ism-i mef‘ûl’dür. (S.N.).
12 “Yardım istedi” anlamında geçmiş zamanlı bir fiildir. (S.N.).
13 Yazarın, “Turânî diller” ifadesinden kastı, “Ural-Altay dilleri ailesi”dir.
Çünkü, XX. yüzyıla kadar özellikle Alman müsteşrikler, Ural-Altay dillerini,
Turânî diller olarak adlandırmışlardır. (S.N.).
14 Yazarın, “Aryânî diller” diye sözünü ettiği dil grubu, “Hint-Avrupa dilleri
ailesi”dir. (S.N.).
15 Bu sözcük, önüne harf-i ta‘rîf (elif-lâm) getirilerek “ اَلُْمتَ َ كِّبـُرel-Mutekebbir”
şeklinde “Allahu Te‘âlâ’nın Güzel İsimleri”nden biri olarak kullanılır ve
O’nun büyüklük sıfatının, yaratılmışların sıfatlarından çok yüce olduğunu
ifade eder. (S.N.).
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
167
Arap diline özgü bazı çekimler vardır ki, başka dillerde
bulunmaz. “Kırık çoğullar” buna örnektir. Diğer Sâmi dillerinde
isimlerin çoğulu hep cem‘i sâlim şeklinde olur. Yani, tekillerin
sonuna bazı edâtlar bitiştirerek yapılır. Arapçada ise, tekil
sözcüğün kök harfleri bozularak aralarına bazı fazladan harfler
eklenir. Böylece, sözcüğün asıl formatı bozulur ve harf sayısı
artar. Fakat Arap dilinde, zamanlar kapalıdır. Mâzi ve muzâri
olmak üzere birer fiil vardır. Mâzi fiil, -dili geçmiş zaman ve –
mişli geçmiş zaman arasında; muzâri fiil ise, şimdiki zaman ve
gelecek zaman arasında ortaktır16. Gereklilik ve zorunluluk ifade
eden özel kipler yoktur.
Arapçada i‘râb17 durumları üç çeşittir:
1)- Özne olma,
2)- Nesne olma,
3)- İsim tamlaması.
Ref‘18, özneye; nasb19, nesneye; cerr20, isim tamlamasına
işaret eder.
3. Lehçeler Arası Farklılıklar
Değişik Arap kabilelerinin lehçeleri arasında çeşitli farklılıklar
meydana gelmiştir. Bu farklılaşma, bazen bir harekenin başka
bir harekeye dönüşmesi şeklinde olur. Örneğin, Behrâ’
lehçesinde muzâri harfi kesra ile telaffuz edilir ve buna “teltele” (
ٌ ) َتـْ لَتـلَةadı verilir21. Teltele, Mısır lehçesinde de yaygın olup,
Mısırlılar sadece muzâri hemzesini fetha ile okurlar.
16 Muzâri, geniş zaman ve şimdiki zamanın karşılığı olan fiildir. Bu fiilin başına
“sîn” ( ) السينharfi getirilerek yakın gelecek zaman ve “sevfe” ( ) َ سْو َ فedâtı
eklenmek sûretiyle de uzak gelecek zaman elde edilir. (S.N.).
17 İ‘râb, Arapçada sözcüğün son harfinin, sözcüğün cümle içindeki yerine, ya
da kendinden önce onu etkileyen herhangi bir edât olup olmamasına göre,
değişime uğraması durumudur. Konu hakkında daha geniş bilgi için bkz.
el-Eşkar, Muhammed Suleyman ‘Abdullah (1422/2001), Mu‘cemu ‘ulûmi’llugati’l-‘Arabiyye, Mu’essesetu’r-Risâle: Beyrut, s. 63-66. (S.N.).
18 Ref‘, sözcük sonunun dammeli (ötreli) okunmasıdır. (S.N.).
19 Nasb, sözcük sonunun fethalı (üstünlü) okunmasıdır. (S.N.).
20 Cerr, sözcük sonunun kesralı (esreli) okunmasıdır. (S.N.).
21 Örneğin, «yektubu» (yazar) sözcüğü, «yiktibu»; «ya‘lemu» (bilir) sözcüğü,
«yi‘lemu» şeklinde okunur. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
168
Aynı şekilde, Kelb kabilesinden Rabî‘a lehçesinde َ علَْي ُ ك ْ م
“‘aleykum” (sizin üzerinize –olsun-)” ve “ بِ ُ ك ْ مbikum” (size; sizinle)
ifadeleri kâf ( ) الكافharfinin kesralı okunmasıyla telaffuz olunur.
Buna “vekm” ( ) َ و ٌ كمadı verilir. Yine Kelb lehçesinde, “ ِ مْنـُ ه ْ مminhum”
(onlardan), “‘ َ عْنـُ ه ْ مanhum” (onlar hakkında; onlardan) ve َ بـْيـَ نـُ ه ْ م
“beynehum” (onların arasında) tabirleri, hâ’ ( ) الهاءharfinin kesralı
okunmasıyla telaffuz edilir. Buna da “vehm” ( ) َ و ٌ همdenir.
Temîm ve Kays lehçelerinde, sözcüğün baş kısmındaki hemze
( ‘ ), أayn ( ) العينharfine dönüştürülür. Örneğin, “ َ أر َ اق َّ الدَ مerâka’ddem” (Kanı akıttı) cümlesi, “‘ َ عَ ر َ اق َّ الدَ مarâka’d-dem” şeklinde
söylenir. Buna, ‘an‘ane ( ٌ ) َ عْنـَ عنَةdenir. Bazen, sözcüğün orta veya
sonunda yer alan hemzelerde de ‘ayn ( ) العينharfine dönüştürme
işlemi yapılır. Örneğin, َ“ َ كثَأkete’e”22 yerine, “ َ كثَ َ عkete‘a” denir.
Avrupalılar, “‘ علىalâ”yı, “ إلىilâ” olarak okurlar.
Huzeyl lehçesinde, hâ’ ( ) اَلْحاءharfi, ‘ayn’a ( ) العينdönüştürülür.
Örneğin, “ َ حتَّى ِ ح َ ينhattâ hîne” (bir zamana kadar) ifadesi, َ عتّى ِ ع َ ين
“‘attâ ‘îne” şeklinde okunur. Buna, “fahfaha” ( ٌ ) فَ ْ حَ ف َ حةdenir.
Avrupalılar, “ أحمدAhmed”i, “ أهمدEhmed” diye okurlar.
Sa‘d, Huzeyl, Ezd, Kays ve Ensâr lehçelerinde tâ’ ( ) الطّاء
harfinden önce gelen harekesiz ‘ayn ( ) العينharfi, nûn ( ) النون
harfine dönüştürülür. Örneğin, ُ“ ْ أعطَاهa‘tâhu” (Ona verdi) cümlesi,
ُ“ أنْطَاهantâhu” şeklinde telaffuz edilir. Buna, “istintâ’” ( ٌ ) اِ ْ ستِْنطَاءdenir
ve Mısır lehçesinde yaygındır.
Mâzin lehçesinde, bâ’ ( ) الباءharfi ile mîm ( ) الميمharfi birbirine
dönüştürülür. Örneğin, َ“ اِبْنِي فِي َ م َّ كةibnî fî Mekke” (Oğlum,
Mekke’dedir) cümlesi, َ“ اِْ منِي فِي بَ َّ كةimnî fî Bekke” şeklinde söylenir.
Rabî‘a ve Mudarr lehçelerinde, muhâtap kâf’ı ( ), كاف ِ الْخطَ ِ اب
erilde sîn ( ) السينharfine, dişilde ise şîn ( ) الشينharfine dönüşür.
22 Bu sözcük, “sütün, suyun üzerine çıkması; sakalın gür olması; içinde sıvı
bulunan tencerenin kaynadığında köpüklenmesi” gibi anlamlara gelen
geçmiş zamanlı bir fiildir. (S.N.).
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
169
Örneğin, “ ِمْن َ كminke” (-eril için- senden) yerine, “ ِمْن َ سminse”; ِمْن ِ ك
“minki” (-dişil için- senden) yerine, “ ِمْن ِ شminşi” denir. Bunların
ilkine “keskese” ( ٌ ), َ ك ْ س َ ك َ سةikincisine de “keşkeşe” ( ٌ ) َ ك ْ ش َ ك َ شةadı
verilir.
Yemen lehçesinde, genellikle kâf ( ) كافharfi, şîn ( ) الشينharfine
dönüşür. Örneğin, ً( َ كلََّ منِي َ كلاماً فَ ْ أوَ رثَنِي َ كلالاBana bir konuşma yaptı ve
bende bitkinlik bıraktı!) cümlesi, ً َ شلََّ منِي َ شلاماًفَ ْ أوَ رثَنِي َ شلالاşeklinde telaffuz
edilir. Buna “şenşene” ( ٌ ) َ شْن َ شنَةadı verilir.
Himyer lehçesinde belirlilik bildiren lâm ( ) اللامharfi, mîm (
) ِ ال◌ ْ ميمharfine dönüştürülür. ( اَ َ لْقَ مُر َّ والش ْ م ُ سay ve güneş) yerine, اَْمَقَ مُر
“ ْ وام َ ش ْ م ُ سemkameru ve’mşemsu” denilir. Buna, “tumtumâniyye” (
ٌ ) طُْ مطَُ مانِيَّةadı verilir.
Yemen lehçesinde, sîn ( ) السينharfi, tâ’ ( ) التّاءharfine
dönüştürülür. Örneğin, ( اَ ُ لنَّاسinsanlar) sözcüğü, “ اَ ُ لنَّاتen-nâtu”
şeklinde okunur. Buna, “vetm” ( ) وتمadı verilir.
Kudâ‘a lehçesinde, şeddeli, harekesiz ve fethalı olan yâ’ ( ) الياء
harfleri cîm ( ) الْجيمharfine dönüştürülür.
Örnekler:
,” َ “‘alec ve ‘aşecعلَ ْ ج َو َ ع َ ش ْ ج َ 23علَى َو َ ع ِ ش َ ى
”, ُ “hucec ve becح َ ج ْ ج َو بَ ْ ج ُ 24ح َّ جتِي و بِي
.” “emsectu ve emsecâأَْم َ س ْ ج ُ ت َو أَْم َ س َ جا 25أَْم َ سْي ُ ت َو أَْم َ سيَا
Kudâ‘a lehçesindeki bu uygulamaya, ‘ac‘ace ( ٌ ) َ ع ْ جَ ع َ جةadı
verilir. Bazen bu durum harfi düşürmekle de gerçekleşir.
Örneğin, ( أَ َ ح َّ بsevdi) yerine, “ َ ح َّ بhabbe” ve ( اِ ْ ستَ ْ حيَاutandı) yerine,
“ اِ ْ ستَ َ حىistahâ” denir.
Necid lehçesinde, elif ( ) الألفharfleri yâ’ ( ) الياءharfine
dönüştürülür. Örneğin, “ َ هَوىhevâ” (yüksekten aşağı düşmek; yok
23 Anlamı: “Yüksek oldu” ve “Gece körü oldu; Kör oldu”. (S.N.).
24 Anlamı: “Delilim, benimle birliktedir.” (S.N.).
25 Anlamı: “Akşamladım” ve “Akşamladık”; “Oldum” ve “Olduk”. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
170
olmak) yerine, “ َ هِ و َ ىheviye” ve “ غََوىgavâ” (sapıklığa düşmek;
sapıklığa düşürmek) yerine, “ غَِ و َ ىgaviye” kullanılır.
Tayy lehçesinde, “ َ ر ِ ض َ ىhoşnut oldu” ve “ بَِق َ ىkaldı; ölümsüz oldu”
gibi sözcükler, “ َر َ ضىradâ” ve “ َبـَقىbekâ” şeklinde telaffuz edilir.
Temîm lehçesinde, “ َ ك ٌ أسkadeh”, “ بِْئـٌرkuyu” ve “ ُ شْؤٌ مuğursuzluk”
sözcükleri, hemze harfinin harekesiz hâle getirilmesiyle sırasıyla,
“ َ ك ٌ اسkâs”, “ بِ ٌ يرbîr” ve “ ُ ش ٌ ومşûm” şeklinde telaffuz edilir.
4. Lehçelerin Birleştirilmesi ve Düzenlenmesi
Yukarıda açıklandığı üzere, her kabilenin kendine özgü
lehçesi olduğu için, kabile şairi şiirlerini kendi lehçesinde
söylüyordu. Fakat, örneğin Necid şairlerinin eserlerini Yemenliler
anlamıyordu. Arap kabilelerin lehçelerinin farklı oluşu, onların
anlatmak istedikleri şeyleri zorlaştırmış ve Araplar aralarında
anlaşma sağlamak amacıyla dil birliğine yönelmişlerdir. Arap
halkları, gerek ticaret, gerekse hac dolayısıyla birbirleriyle
karşılaştıkları için, kullandıkları lehçeler de zamanla
kaynaşmıştır. Şüphesiz ki, bu kaynaşma süreci yüzyıllarca
sürmüştür. Çeşitli Arap kabileleri, Mekke yakınlarında kurulan
‘Ukâz, Micenne ve Zu’l-Mehâz gibi panayırlarda biraraya gelip
karşılıklı şiirler söylerler, nutuklar atarlar ve fesahat26 alanında
birbirleriyle yarışırlardı. Hutbe ve şiirlerine değer biçip,
hangisinin daha kaliteli olduğuna karar vermesi için hakemler
tayin ederlerdi27. Örneğin, en-Nâbigatu’z-Zubyânî28 de bunlardan
26 Fesâhat, sözcüğe, söze ve konuşan kişiye özgü bir kavramdır. Sözcüğün ve
sözün, düzgün, açık, anlaşılır olması ve dilsel kusurları taşımaması
durumudur. Bu tür sözcüklere ve sözlere fasîh adlandırması yapılır. Ayrıca,
konuşan kişinin telaffuzunun güzelliği, gramer kurallarına riayeti ve
konuşmasındaki akıcılık da, o kimsenin fesahatini ortaya koyar. Konu
hakkında daha geniş bilgi için bkz. Kızıklı, Zafer (2008), Arap Dilinde Belâgat
Bilimi, Ankara, s. 39-53. (S.N.).
27 Konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. er-Râfi‘î, Mustafâ Sâdık (1997),
Târîhu âdâbi’l-‘Arab, Kahire: Mektebetu’l-Îmân, I/80-82. (S.N.).
28 en-Nâbigatu’z-Zubyânî (öl. 604), İslâm öncesi Arap edebiyatının en büyük
şiir otoritesidir. O, hem şair, hem de şiir eleştirmenidir. “Taylasân” adı
verilen kırmızı bir kaftan giyer, kıldan bir çadırın içinde oturur ve şairleri
huzuruna kabul ederek onların şiirlerini dinler, eleştirilerde bulunurdu.
Hayatı hakkında bkz. el-Fâhûrî, Hannâ (1985), el-Mûcez fi’l-edebi’l-‘Arabî ve
târîhih, Beyrut: Dâru’l-Cîl, I/213-230; Zeydân, Corcî (1416/1996), Târîhu
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
171
biridir. Bu hakemler, fesahat ve belâgatin zirvesine ulaşanları
belirlerler ve anlamdaş sözcüklerden kulağa hoş gelenleri
seçerler, uygun olmayanları ise terk ederlerdi. Bundan ötürü,
şairler ve hatipler, şiirlerinde ve nutuklarında, kullandıkları
sözcüklerin, hem fasîh, hem de bütün kabileler nezdinde bilinen
lafızlar olmasına gayret ederlerdi. Böylece, Arap dili gittikçe
fesahat kazandı, tuhaf ve nadir kullanılan sözcüklerden arındı.
Arap dili şehirde yaşayanlar arasında değil, belki de
Arabistan Yarımadası’nın ortasında ikamet eden bedevîler
arasında biçimlenmiştir. Suyûtî’nin29 anlattığına göre, bu
karışım, Mekke civarında bulunan Kureyş kabilesi tarafından
ortaya konmuştur. Bütün Arabistan Yarımadası’nın halkı,
Mekke’ye gelme konusunda birbirleriyle yarıştıkları için her
kabilenin zarafet ve inceliği diğerlerince kabul görmüştür.
Mekke’de ve çevresinde oturan Kureyş kabilesinin dili, bu gelişim
sürecinin son noktasına ulaşmıştır. Bu kabile, fesahat ve akıcı
anlatımda diğer kabilelerden üstün bir konuma yükselmiştir.
Kureyş kabilesi sahilden uzakta olduğundan için, diğer
milletlerle içiçe girmemiş, bu nedenle de Kureyşliler’in
telaffuzları, öteki kabilelerin hepsinden daha fazla fesahat ve
saflığını koruyabilmiştir.
âdâbi’l-lugati’l-‘Arabiyye, Beyrut: Dâru’l-Fikr, I/107-110; Tülücü, Süleyman
(2006), “Nâbiga ez-Zübyânî”, DİA, İstanbul, XXXII/262-263. (S.N.).
29 es-Suyûtî (849/1445 - 911/1505), tefsir, hadîs, fıkh, me‘ânî, bedî‘, beyân,
dil, gramer, filoloji ve biyografi alanlarında eserler vermiş, en büyük İslâm
bilginlerinden biridir. Kahire’de doğup büyümüş, ilim öğrenmek için çeşitli
şehirlere yolculuklar yapmıştır. İslâmî ilimlerle ilgili 600’den fazla kitap ve
risâle telif etmiştir. Hayatı ve eserleri hakkında bkz. İbnu’l-‘İmâd, ‘Abdu’lHayy el-Hanbelî (ts.), Şezerâtu’z-zeheb fî ahbâri men zeheb, (thk. Lecnetu
İhyâ’i’t-Turâsi’l’Arabî), Beyrut, VIII/51; eş-Şevkânî, Muhammed b. ‘Ali (ts.),
el-Bedru’t-tâli‘ bi mahâsin min ba‘di’l-karni’s-sâbi‘, Beyrût: Dâru’l-Ma‘rife,
I/328-334; İsmâ‘îl Bâşâ el-Bagdâdî (1951), Hediyyetu’l-‘ârifîn esmâ’u’lmu’ellifîn ve âsâru’l-musannifîn, Bağdat: Mektebetu’l-Musennâ, I/534-544;
ez-Ziriklî, Hayruddîn (1984), el-A‘lâm, Beyrut: Dâru’l-‘İlmi li’l-Melâyîn,
(6.bsk.), III/301-302; Kehhâle, ‘Umer Ridâ (1414/1993), Mu‘cemu’lmu’ellifîn, Beyrut: Mu’essesetu’r-Risâle, II/82-85; Ergüven, Şahabettin
(1998), Celâluddin es-Suyûtî ve Galatu’l-‘Avâm'ı, M.Ü. Sosyal Bilimler Enst.,
(Yayımlanmamış y. lisans tezi) İstanbul; Bakırcı, Selami - Demirayak, Kenan
(2001), Arap Dili Grameri Tarihi, Erzurum: A.Ü. Fen-Edebiyat Fak. Yayını, s.
145-146; Kızıklı, Salih Zafer (2005) Arap Grameri Ekolleri, U.Ü. Sosyal
Bilimler Enst., (Yayımlanmamış dok. tezi) Bursa, s. 126-129; Kızıklı, Zafer
(2008), “Mısır Gramer Ekolüne Genel Bir Bakış”, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:
12, Sayı: 35, s. 209-211. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
172
Bununla birlikte, hâlen Yemen ile Hicâz’ın lehçeleri arasında
farklılıklar vardır. Sürekli bu iki bölge arasında, mezhep, siyaset,
tarih ve dil yönlerinden ayrılan noktalar olmuştur. Hatta İslâm
dininin Yemen’de yayılması, bu konuda Arabistan Yarımadası’nın
öteki bölgelerinden daha çok çaba harcanmasını gerekli kılmıştır.
İslâm, dinde olduğu gibi, siyaset ve dilde de Arap ırkının
birliğine hizmet etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, dini tayin ettiği gibi, dili
de süslemiş, aynı zamanda Arap dilinin gramerine temel
oluşturmuştur.
5. Arap Dilinin Zenginliği
Arapçaya özgü durumlardan biri de, insana hayret verecek
derecede sözcüklerin zengin oluşudur. Özellikle diğer Sâmi
dillerinin sözcük azlığına bakılacak olursa, bu durum daha fazla
dikkat çekmektedir. Lafızların bu derece çok olmasının nedeni
araştırılırsa görülür ki, Araplar gayet zeki ve bilgi edinmeye önem
vermelerine rağmen, vatanları olan Arabistan Yarımadası’nın
doğal koşulları, onların bu zekâlarını işlevsel hâle getirecek
niteliklere sahip değildi. Zihinlerini meşgul eden şeyler, aşırı
sıcaklar, yırtıcı hayvanlar, sam yelleri, kum fırtınaları gibi
şeylerden ibaretti. Fakat harikulâde olan zekâları, bunlarla
yetinmediğinden, kendilerine meşguliyet bulmaya çalıştıkları
zaman dillerini zenginleştirmekle uğraşırlardı. Zira, kılıç, bal, at,
deve v.b. için yüzlerce isim vermişlerdir30. Arap dilinin zenginliği
ve fesahati başlıca buradan kaynaklanır.
Suyûtî’ye göre, eşanlamlı sözcüklerin çok oluşu, Arap
lehçelerinin kaynaşmasından doğmuştur. Karşıt anlamlı
sözcüklerin bolluğu da yine buna dayanır.
6. Arap Diline Yabancı Sözcüklerin Girmesi
Suriye halkının Rumlarla, Iraklıların İranlılarla kaynaşması
ve onlara tâbi olmaları sebebiyle, Arap diline bazı Rumca ve
Farsça sözcükler girmiştir. Bu durum, tıpkı daha önce
Süryanice, Habeşçe ve Sanskritçe sözcüklerin Arapçaya
girmesine benzemektedir.
7. İslâm Dininin Gelişinden Sonra Dilde Oluşan
Değişimler
30 Sadece deveye özgü 5744 sözcük üretilmiştir.
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
173
İslâm dininin gelişinden sonra Arap dilinde büyük değişimler
ortaya çıkmıştır. Bazı sözcükler terkedilmiş, bazılarına ise başka
anlamlar yüklenmiştir.
Hükümdara, ( َ ر ٌّ بRabb; sahip) denilmesi, ona selam verirken
( أََبـْي َ ت اللَّْع َ نLanet gerektiren şeyi yapmayasın!) cümlesi; halk arasında
أَنِْ ع ْ م َ صبَاحاً َو أَنِْ ع ْ م ظَلاماً , ِ (-Belâ- engellensin!) 31ح ْ جراً َم ْ ح ُ جوراً kullanılan
(Aydınlık ve karanlık bereketli olsun!) gibi ifadeler ve ٌ( ِمْربَاعCâhiliye
döneminde kavmin reisinin ganimetten aldığı dörtte birlik pay),
ٌ( نَ ِ شيطَةCâhiliye döneminde gazâya çıkanların yolda rastladıkları
ganimet), ( فُ ُ ض ٌ ولCâhiliye döneminde ganimetin paylaşımından
sonra arta kalan şey) benzeri sözcükler terkedilmiştir.
نَِف ٌ اق , ُ كْفٌر , اِ َ يم ٌ ان , َ زكاةٌ , َ ح ٌّ ج ), ِ صيَامٌ ( َ صْوٌ م , َ صلاةٌ , َتـيَُّ م ٌ م , ُ و ُ ضوءٌ İslamî dönemde
sözcükleri, Câhiliye Arapları’nın bildikleri dilsel anlamların
dışında (sırasıyla, “temizlik”, “amaç”, “dua”, “tutmak”,
“yönelmek”, “temizlik”, “doğruluk”, “kötülük”, “gizlenmek”
anlamlarından) başka anlamlarda kullanılmıştır32. Edebiyat
bilimleri ve matematikte kullanılan terimlerin durumu da
aynıdır.
8. Arap Dilinin Yayılışı
Arap dili, Arabistan Yarımadası’yla sınırlı kalmamıştır.
İslâm’ın gelişinden sonra, bir din ve siyaset dili olarak pek çok
ülkeye yayılmıştır. Öyle ki, neredeyse Arap dili kadar yaygın bir
dil yoktur. Rumca ile Latince genel anlamda düşünsel ve
yönetimsel alanlarda kullanılan bir iletişim aracı şeklinde Arap
diline eşlik etmişse de, onun kadar yaygınlık kazanamamıştır.
Arapça; İspanya’da, ekvator çizgisine kadar kuzey Afrika’da,
Java’ya kadar güney Asya’da, Kazan’a kadar Rusya’da
yayılmıştır.
Arap dilinin yayılışı iki yönden gerçekleşmiştir:
1)- Yazı dili olması hasebiyle bütün İslâm ülkelerinde,
2)- Konuşma dili olarak da, ancak kuzey Afrika’da Mısır’dan
Fas’a kadar yayılmıştır.
31 Bu ifadenin çevirisi için bkz. Furkan sûresi 25/22. (S.N.).
32 Bu sözcüklerin İslâmî terminolojideki anlamları sırasıyla, “abdest”,
“teyemmüm”, “namaz”, “oruç”, “hac”, “zekât”, “imân”, “inkâr” ve “iki
yüzlülük, münâfıklık”tır. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
174
Kuzeyde ve doğuda Tatar lehçeleri, Farsça ve Ermenice gibi
engellerle karşılaşmış ve bu diller konuşulmaya devam etmiştir.
Batıda ise Müslümanların fethettikleri ülkelerde genel dil hâline
gelmiştir. Özellikle Fas, Arap düşüncesinin en fazla korunduğu
bir ülkedir.
Arap dili, çevresindeki dilleri ortadan kaldırmamışsa da,
onlar üzerinde etkili olmuştur. Farsça, Hintçe, Urduca, Osmanlı
Türkçesi, Çağatay Türkçesi, Tatar lehçeleri ve Afrika dillerinin
tümü Arapça ile içiçe girmiştir. Hatta, Timbuktu’da33 bir Arap
edebiyatı hareketi görülmüştür.
9. Arap Dilinin Bölgesel Farklılıkları
Kureyş’in dili, diğer kabilelerin lehçelerinin hepsine fesahat
bakımından üstün gelip, daha İslâm’ın ilk dönemlerinde
konuşma dili olacak dereceye ulaşmıştır. Sonrasında ise, arta
kalan halis Arapların dili olarak devam etmiş, fakat zamanın
akışıyla birlikte halk dili, uzak bölgelerde yabancı dillerle
etkileşim sonucunda yanlış formlara girmiş, harekeleri değişmiş,
harfleri artırılmış veya azaltılmıştır. Dilin bu bozuk şekli,
yerleşerek kullanılagelmiştir.
Arapça yazı ile tespit edilmeye başladığı on üç asırdan beri
hiç bir dilin kurtulamadığı ve kurtulamayacağı zorunlu
değişimlere uğramıştır. Zamanın, dilin değişimine etkisinden söz
açıldığında, bu durum sadece konuşma dilinin bozulması anlamı
taşımaz. Çünkü, bu dili konuşan farklı sülalelerin bilmeyerek
bağlı kaldıkları sâbit, değişmez kurallar arasında uyumu
sağlamak için değişim olmuştur ve hâlâ da devam etmektedir.
Yeni düşüncelerin etkisi altında kalarak modern öğelerin
katılımıyla yenileşmek, yalnızca Sâmi dillerine özgü bir nitelik
değildir. Bilindiği üzere, çeşitli milletler tarafından konuşulan
Latince, bu milletlerin zekâsına göre, Fransızca, İtalyanca,
İspanyolca, Portekizce ve Romence gibi dilleri doğurmuştur.
Habeş dili bile değişime uğrayarak Tigrinya, Hâs ve Amharca
dillerini ortaya çıkarmıştır. Şimdiki Süryanice ise, eski
Süryanicenin bir lehçesinden doğmuştur. Arapça da, bu
kanundan payını alarak Arap dilini konuşan milletlerin zekâsına
göre değişim geçirmiş, eskiden Süryanice ve Kıptîce konuşulan
yerlerde bir Suriye ve bir Mısır lehçesi meydana gelmiştir.
33 Timbuktu, Afrika’daki Mali Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yer alan bir
bölgenin adıdır. (S.N.).
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
175
Mağrib’te Berberî milleti, kendi fâtihlerinin lisanı üzerine büyük
bir nüfûz icra etmişlerdir. İspanya’da bile İslâm devletlerinin
hüküm sürdüğü yedi yüzyıl boyunca gerek ses, gerekse sözcük
bakımından komşu Arap ülkelerinden farklı bir lehçe
oluşmuştur.
Edebî Arapça ise, Ortaçağ’da yazılarak batıdaki Latince gibi
ancak eğitimli kimselerin anlayacağı bir dildir ve o da değişime
uğramıştır. Hz. Muhammed’den önce mevcut olan düşünceler ve
kavramlar İslam’ın gelişinden sonra aynen kalmamıştır. Kelime-i
şehâdetin bütün Arabistan Yarımadası’nda eğemen olduğu gün,
Arap kahramanlarının durumlarını ve savaşlarını betimleyen şiir
bile değişmiştir.
Arabistan yarımadası ve özellikle de yabancılarla çok fazla
kaynaşma olmayan Necid dolaylarında, Arap dili eski fesahat ve
letafetini koruduğu hâlde, Mısır, Şam, Mağrib gibi sonradan
Araplaşmış olan diğer ülkelerde bazı değişikliklere uğramış ve
fesahatini kaybederek her ülkede az çok başka bir biçim almıştır.
Cezayir’de, Berber dilinin etkisi bir takım yanlışlara yol açmıştır.
Örneğin bu ülkede, “ ُ مبَ َ ارٌ كmubârek” (bereketli) gibi, mîm ( ) الميم
harfiyle başlayan sözcüklerin önüne bir hemze ( ) الهمزةeklenerek,
“ ْ أمبَ َ ارْ كembârek” şeklinde söylenir. Curcura bölgesinde34, gunneye35
fazlasıyla bir eğilim olduğundan, “ َ ح َ جٌ رhacer” (taş) gibi sözcüklere (
) النونnûn harfi eklenerek “ َ حْن َ جْرhancer” diye okunur. Bazen
harflerin yerleri değiştirilerek, “ َ ش ْ م ٌ سşems” (güneş) yerine, َ س ْ م ْ ش
“semş” denilir. Bazen de, bir sözcüğün altı üstüne getirilerek
34 Curcura, Cezayir’in kuzeyinde ve Akdeniz’e paralel olarak yer alan Tel Atlas
sıradağlarının bir uzantısıdır. Yazar, bu dağlık bölgede yaşayan Araplaşmış
Berberîler’ i kastetmektedir. (S.N.).
35 Gunne ( ٌ ), غُنَّةküçük dil ve burundan telaffuz edilen sese denir. Bu ses,
nitelik bakımından genizden gelen ve “hunne” ( ٌ ) ُ خنَّةolarak isimlendirilen
sesten daha hafiftir. Tenvîn veya nûn harfinden sonra “nûn”, “mîm”, “vâv”,
“yâ’” harflerinden biri gelmesi durumunda söz konusu tenvîn veya nûn,
kendinden sonraki harfe dönüşür ve bu sırada genizden bir miktar ses
getirilir, ardından da okumaya devam edilir. İşte genizden getirilen bu özel
sese, gunne adı verilir. Daha geniş bilgi için bkz. Vecdî, Muhammed Ferîd
(1971), Dâ’iratu me‘ârif, Dâru’l-Fikr, (3. bsk.) Beyrut, VII/90; ez-Zebîdî,
Muhammed Murtadâ (2001), Tâcu’l-‘arûs, (thk. Mustafâ Hicâzî), Kuveyt,
XXXV/483; Kızıklı, Zafer (2007), “Arap Dilinde İdğam Kavramı”, EKEV
Akademi Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 32, s. 186. (S.N.).
Seydişehirli Mahmûd Es‘ad
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
176
örneğin, “ َ جَو ٌ ابcevâb” (cevap) yerine, “ َوَ ج ْ ابvecâb”; “ لَِ ع َ نla‘ine” (lanet
etti) yerine, “ نَِ ع َ لna‘ile” kullanılır. Zaman zaman, lâm ( ) اللامharfi,
nûn ( ) النونharfine dönüştürülerek “ اِ ْ سَ م ِ اع ُ يلİsmâ‘îl” (-özel isim-
İsmail) için “ اِ ْ سَ م ِ اع ْ ينİsmâ‘în” denildiği de olur.
Telaffuz da ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değişiklik arz
eder. Örneğin, bütün cîm ( ) الجيمharfleri Cezâyir’de çîm ,
Tunus’ta j ; Mısır’da gayn ( ) الغينharfi şeklinde telaffuz edilir36.
Örneğin, “ ِ جْئناَ ِم ْ ن جيجه لليCicelli’den geldik”37 cümlesi, ( ژيناَ ِم ْ ن ژيژلليJînâ
min Jijelli) ve ( ِ غْئناَ ِم ْ ن ِ غيغه لليGînâ min Gîgalli) şeklinde telaffuz edilir.
Cezayirliler konuşma dilinde bir çok kuralları da ihlal
etmişlerdir. Tüm fiillerde ve zamirlerde ikilliği bir tarafa ittikleri
gibi, birinci ve üçüncü şahıslarda dişil çoğulları hiç
kullanmazlar. Fiillerde edilgen yapının yerine başka bir kalıp
koymuşlardır.
10. Arap Dilinin Birliği
Arap dili şaşkınlık verecek derecede bir coğrafî yayılma
gösterdiği ve pek çok değişimler geçirdiği hâlde birliğini
korumuştur. Çünkü bu değişimler halkın konuştuğu dilde olup,
bu durum, bir diğerinin meramını anlamayacak boyutta değildir.
Fas’tan, Mısır’dan, Şam’dan, Yemen’den, Necid’den, Bağdat’tan
birer Arap gelip, karşılıklı konuşsalar birbirlerinin kasttettikleri
şeyleri anlarlar. Bununla birlikte, yazı dili daima fesahatini
muhafaza etmiştir.
Aslında İslâm ülkelerinin iki ayrı ucu olan Orta Doğu ile Fas
halkları, birbirlerinin dillerini anlamayacak dereceye yaklaşmış
ise de, onların hepsi fasih Arapçayı işittiklerinde veya
okuduklarında anlarlar. İşte bu fasih dil, onların arasında
birleştirici bir rol oynar. Çünkü Araplar, her ne kadar bu dili
günlük konuşmalarında kullanmıyor olsa da, küçük yaşlarından
36 Yazarın, Mısır ile ilgili değerlendirmesi tam olarak doğru değildir. Çünkü
Mısır’da, cîm harfleri gayn şeklinde değil, daha ince bir g sesiyle telaffuz
edilir. Bu telaffuz, tıpkı Türkçedeki “güzel”, “gelmek”, “gitmek” sözcüklerinde
kullanılan ince bir g sesine benzemektedir. Örneğin, Mısırlılar “ َ جِ م ٌ يلcemîl”
(güzel) sözcüğünü, “gemîl” diye telaffuz ederler, gamîl şeklinde kalın bir g
sesi kullanmazlar. (S.N.).
37 Cicelli, Cezayir’de bir şehrin ismidir. (S.N.).
Arap Dili
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX (2009), sayı: 4
177
beri kulakları ona aşinalık kazanmıştır. Öyleki, Müslüman
çocukları Kur’ân’ı öğrenip hıfz ederler, daha sonra da, hem din,
hem dil bilgilerini ve hadisleri öğrenirler, söz konusu metinleri
ezberlerler. Bunların hepsi, fasih dilde yazılır ve okunur. Eğitim
görmemiş Araplar dahi, mutlu ya da üzüntülü günlerinde
teberrüken Kur’ân-ı Kerim dinlerler. Namaz sûrelerini ve birçok
geleneksel duayı ezberlerler. Vaizleri ve hatipleri dinlerler,
duyduklarından etkilenirler. Dinî işlerinde istifade etmek
amacıyla âlimlerin derslerine katılırlar. İşte bunların hepsi fasih
Arapça ile gerçekleşir. Yazı dillerinde de, yine fasih Arapça
kullanırlar. Mektuplarını o şekilde yazar, okur ve dinlerler.
Mektuplarındaki dil, her ne kadar tamamiyle fasih olmasa da,
büsbütün halk dili de değildir.
Avrupalılar’da da yazı dili ile konuşma dili arasında fark
vardır. Gerçekte bu fark, Arap dilindeki kadar değilse de, bunun
nedeni oralarda bilgi, kültür ve eğitimin yaygın oluşundan
kaynaklanmaktadır.
Bazıları, edebî dil ile halkın konuştuğu dilin ayrı ayrı diller
olduğunu iddia etmişlerdir. Hakikatte bunlar, iki ayrı dil
olmayıp, bir dilin, gramer kurallarına uygun olan ve olmayan iki
değişik versiyonundan ibarettir. Halk dili, i‘râba riayet
edilmemesi yüzünden İbraniceye daha çok yakındır, fakat dilin
orijinal hâli değildir. Edebî dil ise, edebiyatçıların buluşu olan
yapay bir lehçe değildir. Anlaşıldığı üzere, şimdiki halk
lehçesinden daha zengin, fakat edebî lehçeden daha az düzgün
eski bir dil mevcut olup, zamanın akıp gitmesiyle bir ayrışma
ortaya çıkmıştır. Her kişi, dilini içinde bulunduğu duruma göre
düzenleyerek, iki yönden birine gitmiştir. Böylesi ortak bir dilin
varlığına delil, yazıda mevcut dilin, edebî dile yakınlaşma
eğiliminde olmasıdır. Gramere uygun olan versiyon ile, uygun
olmayan arasındaki fark, sadece konuşma dilinde kendini
göstermektedir. Fakat basın dili, fasih Arapça ile bozuk Arapça
arasında dönüp durmaktadır.

Konular